Eğer bana ayıracak on dakikanız ve Orta Çağ dönemine ilginiz varsa az sonra göreceğiniz görselleri eminin çok seveceksiniz. Güneşli ve Ekim ayında olmamıza rağmen 15 derecelerde seyreden hava sıcaklığı fırsat bilip, Krakow'a 60 km uzaklıkta olan bir kaleyi ziyaret ettim. Blog için fotoğraf çektim. Şimdi size Ogrodzieniec Kalesi'nin tarihini anlatıp, benim hikayem ile harmanladığım, günümüze kadar kalmayı başarmış olan kısmını gösterme zamanı.
*Görsellere çift tık yaptığınızda büyük halini görebilirsiniz.
Ogrodzieniec Kalesi
Tarihinde birçok kez yıkılıp yeniden inşa edilmiş. İlk olarak 12. yüzyılın başlarına yapılan kale 1241 yılında Tatarlar tarafından yıkılmış.
14. yüzyılda Sulima ailesine (Bu Sulima ailesi kim hiçbir fikrim yok) ev sahipliği yapmak için gotik şekilde yeniden inşa edilmiş. Savunma duvarları eklenmiş. 1470- 1545 yılları arasında da birkaç kez el değiştirmiş. 1655 yılında ise İsveçli birlikler tarafından kısmen yakılmış. Yakılan ve zaman içinde harap olan kale İkinci Dünya Savaşı sonrasında kamulaştırılmış. Yani anlayacağınız bu kalenin başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmemiş. 515 metre yükseklikte yer alan kale tüm heybetiyle şimdilerde Lehlerin uğrak yerlerinden biri. İşi ticarete döküp kalenin eteklerinde çocuklar için oyun parkları yapmışlar lakin kalenin tarihi dokusuna hiç zarar vermemişler.
Vakti zamanında Polonya'nın dağlarında heybetli mi heybetli bir kale varmış. Kendini kaleleri görmeye adayan gezgin merakına yeni düşüp kalenin içine girmek için türlü planlar yapmış.
Kalenin savunma duvarlarını aşıp kale kapısına ulaşmış. Şansı yaver giden gezgin kalenin içine girmeyi başarmış.
Zorlu yollar aştığı için çok susamış ve kalenin mutfağında bir şeyler yemeye ve içmeye karar vermiş.
Karnını doyurduktan sonra kalenin pencerelerinden kalenin eteklerinde kurulan köylere bakmaya başlamış. İşte tam da o anda olanlar olmuş. Kale muhafızları gezgini fark etmişler.
Gezginin yakalanması için tüm kale şövalyeleri seferber olmuş. Ve kale içinde amansız bir kovalama başlamış.
Kaçmaya çalışan gezgin, kalenin iç planını bilmediği için yanlışlıkla şövalyelerin yaşadığı yere adımını atar atmaz yakalanmış.
Kalenin meydanında cezasını çekmeyi beklerken, çok korkmuş, ürkmüş ve artık sonunun geldiğini düşünmüş. Gezgin bir kadınmış ve bir anda kalenin içinde belirdiği için cadı olduğa karar vermişler.
Gezgini sucunu itiraf etmesi ve infaz edilmesi için işkence kalesine doğru götürmüşler. O zamanlarda cadı olduğuna inandıkları kişinin, cadı olduğunu itiraf etmesi için yaptıkları çivili sandalyeye doğru ilerlerken, şans yine gezginin yüzüne gülmüş. Baş celladın ilgisini çeken gezgin tam çivili sandalyeye oturtulmak üzereyken, Celladın " durun, ona yeni bir işkence yönetemi uygulamak istiyorum" sesiyle bu kötü deneyimi yaşamaktan son anda kurtulmuş.
Ama işkence odasında onu bekleyen şeyler en az çivili sandalye kadar ürkütücüymüş. Baş cellat " Neden buralarda tek başına geziyorsun gezgin?" diye sormuş.
Gezgin "Yaşadığım süre boyunca Dünya'nın tüm güzellikleri görmek istiyorum" demiş. Küçücük bir odada tüm gün türlü işkenceler yapan cellat bundan çok etkilenmiş. "Hiçbir zaman hayallerimin peşimden gidemedim. Keşke benim de senin gibi bir amacım olsaydı" demiş.
Ve akşam hava kararırken gezgini serbest bırakmaya karar vermiş.
Hava kararırken, celladın yardımı ile kaleden kaçan gezgin, uzun yollar katetmiş. Kalenin karşısında bulunan tepeye doğru yol almış. Bulduğu tahta bir barakada geceyi geçirmek için mola vermiş.
Uçsuz bucaksız uzanan yeşilliklere bakıp, geride bıraktığı celladı düşünmüş. Ona özgürlüğünü veren celladın ölüm cezasına çarptırılacağını biliyormuş. İçi sızlamış sızlamasına da kendi özgürlüğüne kavuştuğu için sevinmiş.
Sevincinden hoplayıp zıplamış. Ve yeni rotaların hayalini kurmaya başlamış.
Kıssadan hisse: İnsanoğlu hayallerinin peşinden koşmalı. Şans yaşama süresini arttırır. Ve unutulmamalıdır ki her zaman her hikayenin bir kazananı ve bir kaybedeni vardır.
✄----------------------------------------------------------------------