Genel Yayın Yönetmeni / Editor in Chief • C. Cansın Selin Temana
Kapak & İç Tasarım / Cover & Interior Design • Serüven Yayınevi
Birinci Basım / First Edition • © Mart 2023
ISBN • 978-625-6399-91-4
© copyright
Bu kitabın yayın hakkı Serüven Yayınevi’ne aittir.
Kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz, izin almadan hiçbir yolla
çoğaltılamaz. The right to publish this book belongs to Serüven
Publishing. Citation can not be shown without the source, reproduced in
any way without permission.
Serüven Yayınevi / Serüven Publishing
Türkiye Adres / Turkey Address: Kızılay Mah. Fevzi Çakmak 1. Sokak
U� mit Apt No: 22/A Çankaya/ANKARA
Telefon / Phone: 05437675765
web: www.seruvenyayinevi.com
e-mail: seruvenyayinevi@gmail.com
Baskı & Cilt / Printing & Volume
Sertifika / Certificate No: 47083
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 5
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ ......................................................................... 7
İTHAF ........................................................................... 9
GİRİŞ .......................................................................... 11
TOPLUMSAL CİNSİYET ..........................................12
TÜRKLER ve İSLAMİYET.........................................14
İLK TÜRK İSLAM ESERLERİ .....................................16
Dîvânu Lügâti’t-Türk ...................................16
Kutadgu Bilig ..............................................20
Atebetü’l-Hakâyık .......................................24
Dîvân-ı Hikmet ............................................26
KADIN KİTABI ............................................................. 31
KIZ ÇOCUK ........................................................... 32
GENÇ KIZ.............................................................. 35
CARİYE ................................................................. 39
KADIN-ANNE-NİNE .............................................. 44
KADIN ve ERKEK KİTABI .............................................. 71
CİNSİYET TARAFSIZLIĞI ........................................ 72
GİYİM KUŞAM ...................................................... 81
EVLİLİK ................................................................. 82
MAHREMİYET ve ARGO ....................................... 97
AKRABA ............................................................. 102
MİRAS ................................................................ 104
6 | Muhammet Atasever
ERKEK KİTABI ............................................................ 107
ERKEK ÇOCUK-GENÇ ERKEK ............................... 108
KÖLE .................................................................. 113
BABA-DEDE ........................................................ 115
SONSÖZ .................................................................... 121
KAYNAKÇA ................................................................ 127
ESERLERİN TIPKI BASIMLARINDAN ÖRNEKLER........... 147
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 7
ÖNSÖZ
Elinizdeki çalışma, Türk’ün İslam ile müşerref olma, İslam’ın
Türklükle hudutlar aşma asrının, Türk İslam medeniyetinin
temellerinin atıldığı, Türk’ün ata topraklarının en mühim ve aşılmaz
dört eseri, Türk İslam’ın ilk mahsulleri “Dîvânu Lügâti’t-Türk,
Kutadgu Bilig, Atebetü’l-Hakâyık ve Dîvân-ı Hikmet”i toplumsal
cinsiyet perspektifinden konu edindi.
Giriş kısmında çalışmaya konu olan “toplumsal cinsiyet”
kavramı, geniş kuramsal çerçevesi ilgili alanın araştırmacılarına
bırakılarak, genel hatları ile ele alındı. Türk milletinin İslamiyet ile
tanış olma sürecinin yerli ve yabancı bilim adamlarından hareketle
aktarıldığı bölümde, ayrıca söz konusu yapıtlar hakkında bilgiler
sunuldu.
Kadın Kitabı’nda, Türk İslam’ın kadına bakışı merkezde
tutulmak suretiyle, yer yer mitolojik dönemden modern çağlara
kadar Türk’ün; kadına, kadınla ilgili olana ve kadınlığa bakışı,
bebeklikten çocukluğa, genç kızlıktan cariyeliğe, kadınlıktan anneliği
ve akabinde nineliğine kadar irdelendi.
Kadın ve Erkek Kitabı’nın hemen tamamında ise cinsiyet
tarafsızlığını yansıtan sözcükler, kadın ve erkeği birlikte ilgilendiren
giyim kuşam, evlilik, mahremiyet, argo, akraba ve miras gibi
konular, benzeyen ve ayrışan noktaları ile dikkatlere sunuldu.
Erkek Kitabı’nda salt erkeği alakadar eden, toplumsal cinsiyeti
ve rollerini gözler önüne serebilecek bir usul takip edilerek, Türk
İslam’ın erkek olana, erkekliğe bakışı kronolojik olarak; erkek çocuk,
genç erkek, köle, baba ve dede sıralaması ile ele alındı. Önceki
bölümlerde geçen hususları yinelememe adına, bazı bahisler
atlandığından söz konusu kısım daha kısa tutuldu.
Sonuç kısmında ise, eserin genelinde hedeflediğimiz ilke gereği,
P. N. Boratav’ın sosyoloji ve halkbilimi münasebeti bahsinden1
ilhamla, Türk milletinin İslam olma sürecinin ilk Türk İslam edebiyatı
1
Boratav, 1942: 28.
8 | Muhammet Atasever
mahsullerinden elde edilen neticeleri, bir sosyolog titizliğinde ilmî
bir mercekle göz önüne alıp, bireysel değil toplum bilimsel neticeler
elde edilip sunulmaya çalışıldı. Bölümün sonunda, hususen
Türkoloji öğrencilerine katkı sağlayacağını düşündüğümüz
zikredilen Eserlerin Tıpkı Basımlarından Örnekler verildi.
Çalışmanın
bitiş
arifesinde
yaşadığımız
depremin,
gönüllerimizde ve öz ocaklarımızda açtığı yarıklar henüz
onulmamışken, takdir edilir ki bir önsöz yazmak, satırların yazarı için
ağır bir yüktür. Deprem bölgesinde yazmayı değil sükûtu tercih
ettiğimiz, sözün anlamını yitirdiği, sözcüklerin değil, her an
nefesimizin boğazımıza düğümlendiği, ağlamanın bir nimet
olduğunu düşündüren şu günlerde, bizlere emeği geçen, mensubu
olmaktan iftihar ettiğim yüce Türk milletine teşekkürlerimi arz
ederim.
Muhammet ATASEVER
Mercidabık, 16 Şubat 2023
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 9
6 Şubat şehitlerine… rahmet, minnet ve dua ile…
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 11
GİRİŞ
12 | Muhammet Atasever
2
TOPLUMSAL CİNSİYET
İnsan, fıtratı icabı sosyal olmak, toplumsallığın getirdiği
sorumluluklar gereği, sair insanlarla hatta canlılarla iş taksimi
yapmak zorundadır. İlk klan topluluklarından çağdaş toplumlara
kadar, tüm fertlerin kendilerine özgü cinsiyete dayalı ödevleri
bulunur. Eril ve dişil cinsiyetlere kalıp halinde sunulan davranış
örüntüleri yahut kimlikler, bireylerin sosyal normlara göre
vazifelerini takdir eder. Bedensel, ruhsal ve toplumsal bazı
dinamikler nedeniyle, sosyal olanın bulunduğu tüm mekanlarda,
bireye özgü yahut gruba ait, birlikte yaşamanın bir zorunluluğu
olarak rol ve ödevler de farklılaşır.
Bir kültürün cinsiyete atfettiği görevler ve etkinlikler (Kottak,
2008: 443); genellikle bireyin biyolojik yapısıyla ilişkili bulunan
psikolojik özelliklerini de içeren, kadın ya da erkek olmaya toplumun
ve kültürün yüklediği anlam ve beklentiler (Dökmen, 2012: 20);
belirli bir statünün gerektirdiği görevleri yapma ve onun
ayrıcalıklarından ve haklarından yararlanma biçimi (İçli, 2008: 98);
erkekler ve dişiler arasındaki toplumsal ve kültürel farklılıklarla ilgili
bir kavram (Giddens, 2013b: 505); Rice’a göre ise; bireyi kadınsı ya
da erkeksi olarak karakterize eden psikososyal özellikler (Dökmen,
2012: 20) olarak tanımlanan “toplumsal cinsiyet” erkek ve kadın
tüm bireylere toplumun verdiği farklılaşan, söz konusu roller ve
fertlerden beklenen davranış örüntüleri biçiminde özetlenebilir.
Rol ve davranış örüntüleri ise bireyler arasındaki iş bölümü ve
statüyü belirler. Statünün belirlenmesi, genellikle toplumsal yapının
Hadis-i Şerif: Te’allemu: lisa:ne’t-turki fe-inne lehum mulken ṭuwa:len
“Türk dilini öğreniniz; çünkü onların çok uzun sürecek saltanatları vardır”
(Kâşgarlı Mahmud, 2017; Kâşgarlı Mahmud, 2015: 1). Kur’ân-ı Kerim’de
Arap kavminin yerine geçecek millet meselesi ve Türk ırkı lehindeki Hadisi Şerifler için bkz. Danişmend, 1978: 168-171,182-192; Doğan, 1978: 85104.
2
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 13
değer yargılarının, büyük küçük tüm toplumsal yapılara yansıması
şeklinde olur. Değer yargıları neticesinde her bireyin kendisine
verilen görevleri yerine getirmesi beklenir. Toplumbiliminde,
zikredilen ödev ve rollerin ayrışması durumu toplumsal cinsiyet
kavramı ile karşılanır.
Toplumun karşıt iki cinse ayrıştırarak veya kolektif yüklediği
ödev ve roller, her iki cinsin kültürel olarak ayrım noktasını
göstermektedir. Bu ayrım, bazı tanımlamalarda biyolojik temelli
olarak görülmüşse de Giddens’a göre bu bireyin biyolojik
cinsiyetinin sonucu olmak zorunda değildir (2013b: 505). Dökmen
de benzer bir fikir ile toplumsal cinsiyet kavramının ortaya çıkma
nedeninin kadın ve erkek arasındaki farklılıkların biyolojik
süreçlerden ziyade sosyal süreçlere bağlı olduğuna işaret eder
(2012: 23).
Toplumsal yapının cinslere tevdi ettiği ödevler, insan, zaman ve
mekâna göre değişiklik göstermektedir. Bunun sebepleri arasında
Kottak, ekonomiyi ve siyasal durumu gösterir. Ona göre bu
kavramlar, iş bölümü, ayrım veya eşit dağılımı meydana getirir
(2008: 461-462). Toplumlardaki inanç, gelenek ve görenek hülasa
kültürel başkalık, iki ayrı cinste, toplumun uygun gördüğü his, fiil ve
ödevler; kadınsı kimlik, erkeksi kimlik veya androjen cinsel kimliğin
yani toplumsal cinsiyet farklılıklarının belirmesini sağlar.
Cinsiyet (gender) kavramı doğal ve değişmez olanı ifade
ederken, toplumsal cinsiyet kavramı tarihsel/toplumsal süreç içinde
oluşan, dinamik ve değişebilir örüntüleri içerir (Ertürk, 1996: 341).
Bu kimi zaman sürekli kimi zaman ise aralıklarla devam etmektedir.
Farklılaşmanın olmadığı bir toplum ünitesi yoktur. Çünkü canlının,
canlılığının en önemli belirtilerinden birisi değişimdir. Değişim
anlamında dinamik bir yapıya sahip olan toplum, yönü ve hızı
çağdan çağa, coğrafyadan coğrafyaya çeşitlense de devamlı
dönüşen bir karakterdedir.
İnsanın var olduğu her mekânda kaçınılmaz olan tek şey görece
olarak değişimdir. Değişimin üç öğesi insan, zaman ve mekândır. Bu
unsurların hem kendileri değişir hem de insanı değiştir. İnsan ise
hem değişen hem değişimden etkilenen olarak değişimin ana
öğesidir.
14 | Muhammet Atasever
Toplumun yapısında meydana gelen değişme, toplumun
yapısını oluşturan toplumsal ilişkiler ağının ve bu ilişkileri belirleyen
toplumsal kurumların değişmesi (İçli, 2008: 141); toplumun
herhangi bir dönemdeki düzenine özgü yerleşik özdeksel ve tinsel
öğelerinde yeni özelliklerin oluşması (Ozankaya, 1984: 121);
toplumların değerleri, kurumları, tabakalaşmaları ve üretim
tarzlarındaki farklılaşmaları (Yıldırım, 2013: 121) olarak tanımlanan
toplumsal değişme; siyaset, ekonomi, din, eğitim, gelenek-görenek
gibi bir çok alanda görülebilir. Turan’a göre toplumsal değişim
nedenleri kültür; çatışma; inançlar, değerler, ideolojiler; çevresel
faktörler; nüfus; teknoloji; ekonomi ve politik yapıdır (2012: 238239).
Toplumsal değişimler ister evrimle yavaş yavaş ister devrim
hareketlerinde olduğu gibi birdenbire olsun, hiçbir toplumda eskiyi
büsbütün yok ederek, tamamen yepyeni bir düzen kurmak olanaklı
değildir (Başaran, 1984: 145). Türklerin İslamiyet’e uygun
inançlarıyla bu dini tamamen benimsemeleri; fakat eski âdet ve
geleneklerinden bazılarını beraber devam ettirmeleri (Tanyu, 1980:
73) bu değişim bağlamında açıklanabilir.
TÜRKLER ve İSLAMİYET
IX. yüzyıldan itibaren İslamiyet’i kabul etmeye başlayan
Türklerin çok büyük bir kısmı XII. yüzyılda İslamiyet’i kabul etmiştir
(Çobanoğlu, 2013: 107). 300 yıl süren bu gecikmenin müsebbibleri
ise Emevîler ve onların İslam kaide ve esaslarına uymayan ırkçı
tavırları idi. Zira Emevî yöneticileri Türkler arasında İslamiyet’in
yayılmasını arzulamakla birlikte, hazînelerine girecek savaş
ganimeti ve vergi gelirleriyle daha yakından ilgiliydiler (Yazıcı, 2000:
62). Emevi saltanatı döneminde Araplarla iyi ilişkiler kuramayan
Türkler, Abbasiler döneminde ılımlı politikadan mütevellit,
İslamiyet’e daha fazla yaklaşmış (Köprülü, 2007: 44-46), Abbasîlerin
yönetiminde mevalî anlayışının yerini eşitlikçi anlayışa bırakması ile
birlikte Türklerin İslamiyet’i benimsemesi hız kazanmıştır (Yazıcı,
2000: 62).
Türkler arasında İslamiyet’in yayılması, tarihsel olarak Orta
Asya’da İranlı Samanoğulları hâkimiyeti devrinden itibaren başlar
(Barthold, 1975: 76). Türkler, İslam dinini ferden, kabile ve obalar
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 15
halinde kabul ettikten sonra, nihayet onuncu asırda Saltuk Buğra
Han’ın nezaretinde 920’lerde resmen ilk Türk-İslam Devleti’ni
kurarlar (Güzel, 2013: 365). Almaş Han, İdil-Ural bölgesinde 921
yılında İslamiyet’i devlet dini olarak kabul eden ilk Türk hükümdarı
olmasına rağmen, etkisi sınırlı kaldığından ötürü, Karahanlılar3 ve
onların nezdinde Abdülkerim Satuk Buğra Han ilk kabul edilir
(Özkan, 2013: 467).
Türkleri, binlerce yıl içinde yaşadıkları iptidaî göçebe
medeniyetinden, yüksek yerleşik medeniyete geçiren İslamlık
(Kaplan, 1976: 172), Karahanlılar ile birlikte ilk Müslüman Türk
devletini tarih sahnesine çıkaran Türklerin büyük bir çoğunluğu için
adeta milli bir din olmuş (Artun, 2011: 58), göçebe veya yerleşik
halkların iktisadî hayatlarında sürekli değişiklikler olmadığı için
zevkte ve yaşam şekillerinde - şehir ve kasabalarda medreseler
teşekkül edene kadar ise- eski an’ane devam etmiştir (Elçin, 1981:
4).
İslamiyet’i kabul eden Karahanlılar; Türkistan’da, başkent
Kâşgar olmak üzere, Türk dünyasının ikinci büyük kültürel
dönüşümünü hayata geçirecek bir devlet kurmuş olurlar (Eker,
2007a: 193). Böylece Tavgaç Buğra Kara Hakan Ebû Ali Hasan, Doğu
Karahanlı büyük kağanı olduğu dönemde kültürel alanda büyük
gelişme gösteren Kâşgar ve Balasagun bilim merkezi haline gelir
(Türkeş Günay, 2010: 210). Aynı zamanda İslam dünyasının en
doğudaki kültür merkezi, kültürlerin ve dinlerin buluşma noktası
Kâşgar, Karahanlılarla birlikte İslam uygarlığı çerçevesinde
şekillenen Türk uygarlığının da başkenti konumuna yükselir (Eker,
2007a: 193). Türk-Arap-Fars kültür ve medeniyet dairesinin
şekillenmesi de Karahanlılar devrinde başlamış olur (Türkeş Günay,
2010: 211).
Toplumların zaman içinde bazı sebeplerle başka kültürel
yapılarla temasa geçmesi durumunda eski kültür birikimlerini yeni
sosyo-kültürel yapıların kalıplarına uyarlayarak korudukları
gözlenmiştir (Akarpınar, Arslan, 2014: 345). Bu açıdan bakıldığında,
Türk toplumunun dünya görüşünün, yaşama felsefesinin kendi dini
3
Karahanlı devlet teşkilâtı için bkz. Genç, 1981.
16 | Muhammet Atasever
inançlarından, İslamiyet’ten ve milli tarihten kökünü aldığını
görülebilir (Türkeş, 1978: 195). Bununla birlikte Türklük, İslamiyet’e
kendi mizacına uygun bir şekil de vermiştir (Kaplan, 1976: 173).
Karahanlı devri, Türk edebiyatının eski geleneklerle İslam
kültürünü bağdaştırma ve kaynaştırma çağı oldu. Yeni bir
medeniyete olan bu geçiş sırasında, hemen her alanda düşüncelerin
ve zevklerin ikileştiği de görüldü, her konuda (dil, inanç, yaşayış,
zevk) kaynaşma veya çatışmalar birbirini kovaladı (Kabaklı, 2020:
105). Burada doğal olarak Türklerin yaşadığı en önemli ve köklü
değişimler İslamiyet’i kabulleri4 ile olmuştur sonucuna varılabilir.
Hem şekil hem de konu bağlamında bu ikileşme eserlerde de
kendini göstermiştir. Eski Türk inancından unsurlar ile yeni din
İslam’ın şeri hükümleri çoklukla kaynaşarak ekseri herhangi bir
çatışmaya mahal verilmeden birleştirilmiştir. Kaplan’a göre yeni
formda malzeme dışarıdan alınmış olsa da yapı Türk’ündür (1977:
14). Yeni dinin aktarılması bağlamında eserlerde, hususen dil
sadeliğine önem verilmiştir. Buna rağmen dil ve üslup olarak kuru
bir anlatım oluşmamış, aksine edebi sanatlar ve şekil özellikleri
kullanılarak etki ve kalıcılık yakalanmaya gayret edilmiştir.
Bu çalışmanın konusuna kaynaklık edecek olan; Dîvânu Lügâti’tTürk, Kutadgu Bilig, Atebetü’l-Hakâyık, Dîvân-ı Hikmet; Türklerin
İslamiyet’i kabul ettikten sonra meydana getirdikleri, Orta Asya’da
Karahanlılar döneminde -İslamî dönem ilk Türk edebi dili (Eker,
2007a: 194)- Hakaniye Lehçesi ile yazılan ilk müstakil eserlerdir
(Öztürk, 2015: 112). Türk Halk Edebiyatı araştırmalarında yazılı
kaynaklar arasında (Aça, 2019: 73,74,75) önemli bir konuma gelmiş
söz konusu eserler için Özkan’ın, “kavmi ve dini telakkilerin
birleşmesi” (2013: 476) ilmî tabiri rahatlıkla kullanılabilir.
İLK TÜRK İSLAM ESERLERİ
Dîvânu Lügâti’t-Türk
En bilinen tanımı ile Dîvânu Lügâti’t-Türk, yabancılara Türkçeyi
öğretmek, Türkçenin Arapça ile boy ölçüşebilecek nitelikte bir dil
4
Türkistan’ın İslamlaşma süreci için bkz. Kılıç, 2000: 43-60.
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 17
olduğunu göstermek üzere, 1070’li yıllarda Kâşgarlı Mahmud
tarafından kaleme alınan Türkçe-Arapça ansiklopedik sözlüktür
(Eker, 2007b: 201). Türk dilinin bilinen ilk sözlüğü unvanını taşıyan
eserin tam adı ise -Türk lehçelerini toplayan kitap- Kitâbu Dîvâni
Lügâti’t-Türk’tür (Ercilasun, Akkoyunlu, 2015: xvii). Dîvânu Lügâti’tTürk, sözlük, gramer kitabı, diyalektolojik bir çalışma, etnolojik bir
eser, coğrafya eseri, onomastik bir çalışma, halk bilimi eseri, halk
hekimliği kitabı, atalar sözü külliyatı, şiir antolojisi hülasa eser âdeta
bir Türkiyat ansiklopedisidir5 (2015: xvii-xviii).
“Türk dili ile Arapçanın iki yarış atı gibi aynı seviyede olduğunu
göstereyim!” (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 2) diyen Kâşgarlı’nın eserini
yazış nedenini; Türklerin yönetimde söz sahibi olmaları üzerine
Türkçenin büyük bir önem kazanması ile açıklamak mümkündür
(Toparlı, 2004: 137). Türklerin nüfuz alanının genişlemesi
neticesinde Türklere yanaşmak isteyen, Türklerle iyi geçinmek
isteyenlerin Türkçe öğrenmeleri bir ihtiyaç halini almıştı. -Karahanlı
döneminin iki büyük eserinden biri (Ercilasun, Akkoyunlu, 2015:
xvii)- olan eser, böyle bir ihtiyaçtan doğmuş olmalıdır (Atalay, 2018:
XII-XIII).
Bundan tam dokuz asır önce çağının büyük düşünürü Yusuf Has
Hacib’le birlikte Kâşgar’ı büyük bir kültür merkezi durumuna getiren
(Toparlı, 2004: 137) Kâşgarlı Mahmud, Türklerin, “dilde en doğruyu
bilenlerinden, anlatımda en açık olanlarından, akılca en
yetkinlerinden, soyca en köklülerinden, mızrakta en iyi
atıcılarından”dır. Türklerin “ülkelerini ve bozkırlarını” incelemiş;
“Türk, Türkmen, Oğuz, Çiğil, Yağma ve Kırgızların lehçelerini ve
kafiyelerini” öğrenmiştir; “her boyun dili”ni “en mükemmel şekilde”
bilmektedir (Ercilasun, Akkoyunlu, 2015: xxiv). Özetle, Kâşgarlı
Mahmud hem yüksek bir bilgin hem de yiğit bir askerdir (Atalay,
2018: XIV).
Kâşgarlı Mahmud’un babası Hüseyin, büyük babasının adı ise
Mehmet’tir. Kâşgar’da doğmuş olsa da babası Barsganlı’dır (Atalay,
2018: XI-XII). Kâşgarlı Mahmud veya Mahmud Kâşgarî olarak bilinen
yazarın tam adı ise Mahmûd bin el-Huseyn bin Muhammed elDîvânu Lügâti’t-Türk’ün detaylı dizini için bkz. Ercilasun, Akkoyunlu,
2015: 535-995; Arapça dizin için bkz. Öztürk, 2020.
5
18 | Muhammet Atasever
Kâşgarî’dir (Ercilasun, Akkoyunlu, 2015: xxiii). Kâşgarlı Mahmud’un
kaç yıl yaşadığı ve nerede öldüğü ise bilinmemektedir (Atalay, 2018:
XIV).
Kâşgarlı Mahmud, bilhassa dil sahasında, devri için orijinal
modern bir filolog zihniyeti ile çalışan ve nisbeten yeni olan
mukayeseli dil tetkiki tarihinde mühim bir yer almağa hak kazanmış
olan bir Türk âlimidir (Arat, 1979: XX). Her şeyden önce bir dil bilgini
olarak tanımlanması gereken Kâşgarlı Mahmud, objektif bilim
anlayışına sahip bir bilim adamı, Türkçü, samimi bir Müslüman ve
mizahi yönü olan bir şahsiyettir6 (Ercilasun, Akkoyunlu, 2015: xxvxxx). Onun karakter ve kişiliğindeki en belirgin taraf ise
milliyetçilik’tir. Eseri ve öğütleri ile Orhun yazıtlarından tanıdığımız
vatan ve millet kaygısı çeken ilk önemli Türk milliyetçisi Bilge Kağan
ise ikincisi de şüphesiz ki Mahmud’dur (Kabaklı, 2020: 127).
Dîvânu Lügâti’t-Türk’te zikrettiği bir kudsî Hadis-i Şerif’te onun
milliyetçi yanını görmek mümkündür. Kâşgarlı’ya göre Türk, Allah
tarafından verilmiş bir isimdir ve bu söz, diğer insanlara karşı onların
üstün olduğunu gösterir: “Benim bir ordum vardır; onları Türk diye
adlandırdım ve doğuya yerleştirdim. Bir kavme kızdığım zaman
onları (Türkleri) onlara musallat ederim” (Kâşgarlı Mahmud, 2015:
151).
Mahmud’un alakası yalnız dil sahasına inhisar etmemiştir. O
Türk milleti ve Türk memleketleri hakkında tarihi malumatı ihmal
etmediği gibi, kendi devri için de kıymetli müşâhedelere sahiptir.
Türk dünyasının mühim bir kısmını dolaşmış, Türk halkının yaşayışını
görmüş, kendisinin bizzat göremediği Türk kavim ve ülkeleri
hakkında malumat toplamış, geniş sahaya yayılmış olan bu
kavimlerin oturdukları yerleri bir harita üzerinde tesbit etmiş ve ayrı
Türk boylarının birbirleri ile olan münasebetlerini tetkik etmiştir
(Arat, 1979: XX-XXI). Ekonomik, siyasi ve beşeri ilişkiler de eserin
diline yansımıştır. Bu bağlamda eser, sağladığı zengin edebiyat ve
folklor malzemesiyle de önemlidir (Eker, 2007b: 203). Eser ayrıca,
Kâşgarlı Mahmud’un muhtemel kimliği ile alakalı bkz. Ercilasun,
Akkoyunlu, 2015: xxx-xxxvi; hayatı, edebi kişiliği ve şahsiyeti ile ilgili bkz.
Bayat, 2008: 27-34; Caferoğlu, 1970: 10-23; ayrıca Kâşgarlı Mahmud
zamanında Türk dünyasının siyasi durumu ile ilgili bkz. Bayat, 2008: 17-26.
6
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 19
XI. yüzyıl, Oğuz ve Türkmen tarihinin ve etnik yapısının
anlaşılmasında en önemli kaynak durumundadır (Agacanov, 2010:
52).
Dîvânu Lügâti’t-Türk’ün Kâşgar (Ordu Kent) veya Bağdat’ta
yazıldığı konusunda farklı görüşler vardır (Eker, 2007b: 202). Eserin
yazılış tarihi ile ilgili hemen bütün araştırmacılar müstensihin verdiği
25 Ocak 1072 tarihli ketebe kaydında birleşmişlerdir. Bitiş tarihi ile
ilgili ise 10 Şubat 1074 ve 09 Ocak 1077 olmak üzere iki farklı görüş
vardır7 (Ercilasun, Akkoyunlu, 2015: xviii,xix). Kâşgarlı Mahmud,
kitap mükemmel ve kullanışlı olsun diye “yıllarca eziyet” çekmiş;
kitabı “en iyi şekilde” düzenleyerek yazmıştır. Yazdığı eseri dört defa
gözden geçirerek düzeltmiş ve 10 Şubat 1074 veya 09 Ocak 1077
Pazartesi günü bitirmiştir (2015: xxv). Eser, 1072 yılında tamamlanıp
1073’te ise Türk komutanların kontrolü altında bulunan Bağdat’ta,
Halife Muktedi’ye sunulmuştur (Atalay, 2018: XIV-XV; Eker, 2007b:
202).
Tek yazma nüshası Ali Emirî Efendi kitapları içinde Millet
Kütüphanesinde korunan Dîvânu Lügâti’t-Türk (Bayat, 2008: 172),
elimizde bulunmayan asıl nüshanın Türkçe ve Arapça birçok hataları
içeren halidir. Nüshayı çoğaltan kişi ise Türkçe ve Arapça bilgisi pek
de kuvvetli olmayan Şamlı Mehmed isimli bir İranlı Sâvelidir (Atalay,
2018: XVI-XVII). Dîvânu Lügâti’t-Türk’ün daha başka nüshalarının
olduğu kanaatine varan Ercilasun ve Akkoyunlu8; müstensihin
elinden çıkan bu yazmanın sonundaki “Kitabı telif edenin el yazısıyla
yazılmış bir nüshadan, son kısımda dediğinin suretini (veriyorum)”
kaydı, Kâşgarlı Mahmud’un elinden çıkan yazma nüshanın 1266’da
Sâveli Muhammed’in elinde bulunduğunu gösterdiğini; ancak daha
sonra bu nüshadan hiçbir haber alınamadığını (2015: xx) belirtir.
Kâşgarlı, Yüce Allah’ın yazılışıyla (başlamanın) uğurlu olacağını
düşündüğünden eserine hemze kitabı ile başlar (Kâşgarlı Mahmud,
2015: 2). Dîvânu Lügâti’t-Türk, bir Giriş bölümü ve Hemzeli İsimler
Kitabı, Hemzeli Fiiller Kitabı, Sâlim İsimler Kitabı, Sâlim Fiiller Kitabı,
Eserin yazılış tarihi ile ilgili detaylı bilgi için bkz. Ercilasun, Akkoyunlu,
2015: xviii-xx; Atalay, 2018: XIV-XV.
8
Eserin nüshaları ile ilgili malumat için bkz. Ercilasun, Akkoyunlu, 2015:
xx-xxiii.
7
20 | Muhammet Atasever
Muzaâf İsimler Kitabı, Muzaâf Fiiller Kitabı, Misalden İsimler Kitabı,
Misalden Fiiller Kitabı, Üçler Kitabı (İsimler), Üçler’in Fiiller Kitabı,
Dörtler Kitabı (İsimler), Dörtlerden Fiiller Kitabı, Gunne Kitabı
(İsimler), Gunneden Fiiller Kitabı, İki Sâkini Birleştiren Kitap
adlarında 15 kitaptan oluşmaktadır9 (Ercilasun, Akkoyunlu, 2015:
xlx-lvi).
Dîvânu Lügâti’t-Türk üzerine yapılan çalışmaları; metin neşir ve
tercümeleri, tıpkıbasımlar, dizinler10; Dîvânu Lügâti’t-Türk’teki
kelimelerin tamamını içine alan çalışmalar; Dîvânu Lügâti’t-Türk’teki
şiir ve atasözlerini toplayan çalışmalar; Dîvânu Lügâti’t-Türk’ü temel
alan tematik eserler; Dîvânu Lügâti’t-Türk ile ilgili makale ve
bildiriler biçiminde beş başlık altında ele almak mümkündür11
(Ercilasun, Akkoyunlu, 2015: lxix).
XI. yüzyılda, ulusal bilinci yüksek, idealist ve profesyonel bir
bilim adamının Türk dilini zengin dil malzemesi çerçevesinde
betimlemesi ve eserin bugüne ulaşabilmesi, Türk kültür ve bilim
dünyası için büyük bir şanstır (Eker, 2007b: 201). Türkler hakkında
doğrudan doğruya müşâhadeye ve şahsî bilgiye dayalı olarak yazılan
bu biricik (Köprülü, 1980: 190) ve Türk dilinin, Göktürk bengü
taşlarından sonraki en büyük anıt eseri (Ercilasun, 2007a: 151)
Dîvânu Lügâti’t-Türk bir hazinedir; onun üzerinde üç, beş kişinin
çalışması yeterli değildir. Divanın üzerinde yüzlerce kişi çalışacak ve
her çalışan yeni bir cevher bulacaktır (Atalay, 2018: XXXVI).
Kutadgu Bilig
XI. yüzyıl sonları, Türk dili ve kültürünün mirasını gelecek
kuşaklara aktaracak iki anıtsal çalışmaya sahne olur: Kutadgu Bilig
Her bölüm hakkında detaylı bilgi, eserin genel planı, maddelerin veriliş
tarzı, Dîvânu Lügâti’t-Türk’te kullanılan imla, Dîvânu Lügâti’t-Türk’e göre
Türkçenin sesleri hakkında bkz. Ercilasun, Akkoyunlu, 2015: xlx-lxix; ayrıca
Dîvânu Lügâti’t-Türk el yazmasının içindekiler tablosu için bkz. Ercilasun,
Akkoyunlu, 2015: cvi-cxix.
10
Dîvânu Lügâti’t-Türk’ün bulunuş ve yayımlanma serüveni için bkz.
Ercilasun, Akkoyunlu, 2015: xciii-cv.
11
Konu hakkında detaylı bilgi için bkz. Ercilasun, Akkoyunlu, 2015: lxixlxxix.
9
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 21
ve Dîvânu Lügâti’t-Türk (Eker, 2007a: 193). Yusuf Has Hacib ve
Kâşgarlı Mahmud aynı devir ve aynı muhitin yetiştirdiği Türk
münevverlerinin mümessilidirler. Eserlerini birbirinden uzakta
yazmış, birbirlerini tanımamış ve bilmemiş olmalarına rağmen, ikisi
de aynı mâlzeme üzerinde çalışmışlar ve birbirini tamamlamışlardır
(Arat, 1979: XX). Onlar, yeni Türk ve İslam kültürü kaynaşmasında
vazife alarak Türk dilinin abidelerini dikenlerin başında gelirler
(Caferoğlu, 1970: 8). Ülken’e göre Kutadgu Bilig bu mahsuller
içerisinde en mühimi ve en mükemmelidir (2007: 167).
Kelime anlamı olarak “kişileri her iki dünyada mutluluğa
ulaştırmaya yarayan bilgi” demek olan eseri (Toparlı, 2004: 138),
Çinliler Edebü’l-mülûk, Maçinliler Enisü’l-memâlik, maşrik ilinin
büyükleri Zînetü’l-ümerâ, İranlılar Şehnâme, Turanlılar Kutadgu
Bilig diye anarlar (Yusuf Has Hâcib, 1985: 4). Eser Balasagun’da
yazılmaya başlanmış (Arat, 1979: XXII) son şeklini Kâşgar ilinde
almış, Tavgaç Kara Buğra Han’ın huzûrunda okunmuş ve ona
sunulmuştur. Han, eserin sahibine -Karahanlı bürokrasisinde hanın
özel kalem müdürlüğü (Eker, 2007a: 194)- Has-Hâcib unvanını
vermiştir (Yusuf Has Hâcib, 1985: 6-7).
Türk dili ve edebiyatının olduğu kadar, Türk kültür tarihinin de
en muazzam eserlerinden biri olan Kutadgu Bilig (Arat, 1979: VII),
eski Türk kültür ve medeniyetinden İslam-Türk kültür ve
medeniyetine geçişin ilk büyük ve şuurlu eseridir (Kabaklı, 2020:
113). Eserde, İslam öncesi Türk kültürüne ait derin izler
bulunmaktadır (İnan, 1998e: 39). Yusuf Has Hâcib’in eserinden, Türk
dil ve edebiyatından başka, Türk ictimaiyâtı, Türk tarihi ve
umumiyetle Türk kültür tarihi ile uğraşanlar da kendi sâhalarını
aydınlatacak bir çok parıltılar bulacaklardır. Bu eser Türklerin
bilhassa bugün mensup bulundukları kültür muhitine giriş devrini
içine alan bir zamanda yazılmış olduğundan, onların dünya
görüşünü, kıymet hükümlerini ve karşılaştıkları mes’elelerin hall
tarzını ortaya koymak hususunda faydalı olabileceği gibi, temasta
bulundukları kavimler bakımından da istifâdeli olacaktır (Arat, 1959:
VIII-IX).
İslamî Türk edebiyatının ilk önemli ürünü olarak kabul edilen
Kutadgu Bilig XI. yüzyıl sonlarında kaleme alınan, didaktik, mesnevi
22 | Muhammet Atasever
tarzında bir siyasetname (Eker, 2007a: 194) ve Şehname vezni/aruz
ile yazıldığından ötürü bir şehname (Atsız, 1997: 153); eski Türk
ahlâk ve devlet telâkkisi ile İslamî inancı birleştiren bir
nasihatnâmedir (Timurtaş, 2012: 191). Kutadgu Bilig, esere
sonradan eklenen bir mensûr, bir manzum mukaddime, bâbların
fihristi; eserin asıl kısmı ile birlikte 6645 beyitten müteşekkildir
(Yusuf Has Hâcib, 1985: 1-477).
Hayatımda bu sözleri söylediğim zaman, sene dört yüz altmış iki
idi. Bu sözleri tam on sekiz ayda söyledim (Yusuf Has Hâcib, 1985:
475) diyerek eseri hakkında yayım yılı ve tamamlanma süresi
hakkında bilgi veren, ilk Türk-İslam şair ve mütefekkiri (Kabaklı,
2020: 105) Yusuf Has Hâcib, İslamî dönem Türk edebiyat, sanat ve
bilim hayatının bilinen Türkçe eser sahibi ilk aydını, ilk sosyoloğu, ilk
siyaset kuramcısıdır. Yusuf hakkında dizelere serpiştirilenler dışında,
herhangi bir bilgi yoktur. Bu bilgilere göre Yusuf, XI. yüzyıl başlarında
Karahanlı Devleti’nin en önemli şehirlerinden biri olan Balasagun’da
dünyaya gelmiş, XI. yüzyılın üçüncü çeyreği içinde ölmüştür.
Günümüzde, Kâşgar şehrinde ona ait olduğu söylenen bir de mezar
bulunmaktadır (Eker, 2007a: 194). Arat’ın eserden yaptığı
çıkarımlara göre 1019 yılında doğan Yusuf Has Hacib’in ne zaman
vefat ettiği bilinmemekle beraber yine eserinden hareketle, Tanrıya
ibadette geç kaldığını söylemesinden, oldukça uzun yaşadığı
düşünülebilir (1979: XXIII).
Yusuf kendi adını eserinde yalnızca bir defa zikreder. Eserden
anlaşıldığı kadarı ile Balasagun’da -Kuz-Ordu- doğmuştur. Asil bir
aileye mensup olup, ilmi, faziletleri, zühd ve takvası ile cemiyetin
içinde en yüksek hurmet mertebesine ermiş bir zattır (Arat, 1979:
XXII). Yusuf Has Hâcib, milletinin tarihine ve Türk fikir mahsullerine
yakından vakıftır ve sırası geldikçe bunlardan bol-bol istifade eder.
Türklerin ictimâ’î teşkilatını da yakından bilir (1979: XXI). Eserden
Yusuf Has Hacib’in matematik ve geometriye vakıf, entelektüel bir
kişiliğe sahip olduğu anlaşılır. Yusuf Has Hâcib, Horasanlı İmam
Gazâlî, Harezmli Zemahşerî, Hasan Sabbâh ve Ömer Hayyâm’ın ise
çağdaşıdır (Eker, 2007a: 194).
Eserin kaleme alınmasında asıl maksat, insanları şairin tasavvur
ettiği ideal bir hayata kavuşturmaktır (Arat, 1979: XXIV). Eserinde,
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 23
doğruluk, adâlet ve kanunu; saâdet, devlet ve ikbâli; akıl ve ululuğu;
âfiyet, kanâat ve âkıbeti sırası ile temsil eden padişah Kün Toğdı,
vezir Ay Toldı, vezirin oğlu Öğdülmiş ve vezirin kardeşi âbid-zâhid
Odgurmış’ın kişilikleri üzerinden şahsi görüş ve fikirlerini aktaran
Hâcib, sosyal, siyasal, iktisadi, dini, ahlaki birçok konuyu yer yer
felsefik bir bakış açısıyla ele alıp işler.
Yusuf Has Hâcib, “yaban eşeği-arslan, öküz, hayvan, kuzu-kurt,
kuzgun-kuğu, deve aygırı, hayvan sürüsü, arslan-köpek, ak doğan,
avcı kuş, kaplan, domuz, yaban sığırı, tilki, saksağan, kaya kuzgunu,
baykuş, şâhin, av köpeği, samur, kara-kuş, ak-kuş, yugak, kuğu,
aygır, kartal, yılan, dağ keçisi, katır, deve, küheylan, sığır, inek, keçi,
geyik, tagı, ayı, domuz, turna, toy kuşu, yügdik, todlıç, kaz, kaplan,
sungur, seher kuşu, yılan, toprak kurdu, köpek-bozkurt, ördek,
çıyan, haşerat, böcek, akrep, sinek” gibi türlü hayvan ve haşeratı da
benzetme yolu ile eserinde ustalıkla kullanılır.
Kutadgu Bilig, hâkim, şöhreti dünyayı tutan bir bey ve bilgin
olan Kün-Togdı’nın saltanat işlerinde kendisine yardımcı olarak
seçkin, akıllı, bilgili ve yetenekli birisini araması ve aradığı özelliklere
uyan Ay-Toldı ile tanışma öyküsü ile başlar. Bey, Ay-Toldı ve onun
ölümünden sonra oğlu Ögdülmiş ve ardından Odgurmış’ın, yani dört
simgesel şahsın dinî, felsefi ve sosyal konulardaki diyalogları,
tartışmaları eserin kurgusunu oluşturur. Bu bakımdan alegorik ve
teatral bir eser olan Kutadgu Bilig’de dikkat çeken bir başka husus
ise konuşmaların daima iki kişi arasından kalması, üçüncü şahsın
konuya müdahil olmamasıdır (Eker, 2007a: 195).
Atsız’a göre Yusuf Has Hâcib, felsefî ve içtimaî düşüncelerini
büyük İslam mütefekkiri ve bilgini İbnisînâ’dan almıştır. Beğlerçiftçiler-askerler şeklindeki üç tabakayı hükümdar-memurlar ve halk
olarak eserine almıştır. Amaç her şeyden önce yoksulların korunup
kollanıp, orta sınıfa geçmesini sağlamak ve böylelikle topyekûn bir
ferahlığa kavuşmaktır (Atsız, 1997: 153-154).
Kutadgu Bilig, edebi bir eser olarak başarısından ziyade,
sunduğu zengin kültürel malzeme ve Türk-İslam geleneğinin bir
ilkler eseri olması bakımından önem taşır (Eker, 2007a: 199).
Müslüman bir Türkçü (İnan, 1998e: 39) Yusuf’un dokuz yüzyıl
öncesinde, Türk topluluklarının insanlığın ortak kaynaklarından,
24 | Muhammet Atasever
kültür mirasından sağladığı düşünsel birikimlerini belgelemesi ve
bugüne ulaştırması, Türk ve dünya kültür tarihi için büyük bir
kazançtır. Yusuf Has Hacip ve Kâşgarlı Mahmud’un Türkçe ve
Türklük ile övünmelerinin arka plânında ise Emevilerin kavmi
asabiyet gütmelerinin bir neticesi olarak, İslamiyet’i henüz kabul
eden Farslar, Türkler ve Arap olmayan diğer kavimlerin, tepkisel
tavrının bir yansıması olarak ortaya çıkan ulusalcılık akımının Şuubiyye- yansımaları yatmaktadır (Eker, 2007a: 199,193).
Kutadgu Bilig Mısır, Herat ve Fergana olmak üzere üç nüshadan
ibarettir. Mısır ile Herat nüshaları, Fergana nüshasına nispetle
birbirine daha yakındır12 (Arat, 1979: XXXI). “Kutadgu Bilig”in ilim
âlemine mâlum olan nüshası “Herat”da Uygur yazısıyle yazılmış bir
nüshadır ki, tarihçi “Hammer” tarafından İstanbul’da satın
alınmıştır. Viyana umûmî kütübhanesinde muhafaza edilmekte olan
eserden ilk defa “Jaubert” bahsederek 1823’de “Journal
Asiatique”de yayımlamış ve tercüme etmiş, daha sonra “Vambery”
1871’de mühim bir kısmını metin ve tercümesiyle berâber ortaya
koymuş ve nihâyet “Wilhelm Radloff” tarafından tamamı neşir ve
tercüme edilmiştir (Köprülü, 1980: 165-166). Arat, derin tahliller ve
ilmi bazı deliller neticesinde, eserin hükümdara takdim edilen asıl
nüshasının, eldeki verilerle-şimdilik, Uygur harfleri ile yazılmış
olduğunu kabul etmek gerektiğini vurgular. Ona göre, elimizde
bulunan nüshalarına esas olan üçüncü defa yazılışında kullanılmış
alfabeye gelince, bunun Arap harfleri ile yazılmış olduğunda şüphe
edilecek bir cihet yoktur. Uygur alfabesi ile yazılmış olan Herat
nüshasının da Arap harfleri ile yazılmış bir nüshadan istinsah edildiği
ise olduğu muhakkaktır (Arat, 1979: XXXII).
Atebetü’l-Hakâyık
Dîvânu Lügâti’t-Türk ve Kutadgu Bilig’den sonra Karahanlı
Türkçesinin üçüncü büyük eseri sayılan Atebetü’l-Hakâyık, Yüknekli
Edip Ahmet’in 13 bölümden oluşan, kırkı beyit, yüz biri dörtlük
olmak üzere 484 mısralık eseridir (Demir, 2007: 208). Asıl metnin
Kutadgu Bilig’in asıl nüshaları, elimizdeki nüshaları, vesikaları ve eser
üzerine yapılan ilmi çalışmalar ile ilgili detaylı malumat için bkz. Arat,
1979: XXVIII-XLV.
12
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 25
sonunda ikisi birer dörtlükten, üçüncüsü on beyitten oluşan, takdim
niteliğinde üç ek vardır. Bu eklerle Atebetü’l-Hakâyık, 512 mısra
(2007: 208) ve 14 bâba ulaşır (Arat, 1951: 13-14).
Konu ve biçim bakımında Kutadgu Bilig’e13 benzeyen Atebetü’lHakâyık, “Gerçeklerin Eşiği” anlamına gelir (Toparlı, 2004: 138-139).
Eserin dil ve anlatım hususiyetleri göz önünde bulundurulacak
olursa Kutadgu Bilig’den bir müddet sonra yazıldığı anlaşılır (Atsız,
1997: 158). Yüknekli Ahmet, Hoca Ahmed Yesevi’nin aksine yalnız
aruzla eser vermiş ve görünüşe göre yalnız yüksek tabakalar
arasında yayılmıştır (Ülken, 2007: 206).
Türk-İslam muhitinin kültür çerçevesi içinde, ferdlerin terbiyesi
için tanzim edilmiş olan esâsları, olduğu gibi, Türkçe ve manzûm
olarak tekrarlayan bir ahlak kitabı14 (Arat, 1951: 8) olan Atebetü’lHakâyık’ın 12.-13. yüzyılda yazılmış olduğu tahmin edilmekte ise de
ne zaman ve nerede yazıldığı kesin olarak bilinmemekle birlikte,
Muhammed Dâd İspehsâlâr Beg’e sunulduğu kabul edilir (Demir,
2007: 208).
Eserin bilinen dört nüshası vardır: Semerkant, Ayasofya,
Topkapı Müzesi, Ankara Seyit Ali nüshası (Demir, 2007: 210). Eldeki
mevcut bu nüshalar, eserin yazıldığı zamandan oldukça sonraki bir
tarihe aittir (Arat, 1951: 3). Köprülü’nün Hibetü’l-Hakâyık olarak
kabul ettiği (1980: 174) eseri ilim âlemine tanıtan kişi ise Necip
Asımdır (Demir, 2007: 209). Prof. Arat da eserin ilmî yayımını yapmış
ve Anadolu Türkçesine çevirmiştir (Kabaklı, 2020: 114).
Bugünkü telâkkilere pek uygun olmayan bazı hususları devrinin
âdet ve an’anelerine bırakmak şartı ile, müellifinin dinî-ictimâî
bakımdan faydalı gördüğü ahlâk kaidelerini kendi muhiti içinde
yerleştirmek için çalışan zühd ve takvâ sahibi bir zât olduğuna
hükmedilebilir. Görüldüğü üzere, eserin yazarı hakkında bilgimiz
çok azdır. Öyle ki eserin ilâveler ile birlikte yeniden tanzim edildiği
tarihlerde, Edib Ahmed’in hâl tercümesi o muhitte artık mechûl
Kutadgu Bilig’in başka metinlerle ilişkisi üzerine bkz. Aydın, 2019: 104113.
14
Eser ve nüshaları hakkında detaylı malumat için bkz. Arat, 1951: 1-39.
13
26 | Muhammet Atasever
olup, adı, yeri ve hattâ eserinin ismi bile tereddütlü ve şüpheli
bulunuyordu (Arat, 1951: 5,7).
Atebetü’l-Hakâyık’ın bölümleri ise şu şekildedir: Tanrının
medhi, Peygamberin medhi, dört sahâbenin medhi, Büyük Emir
Muhammed Dâd İspehsâlâr Bey’in Medhi, kitabın yazılması, bilginin
faydası ve bilgisizliğin zararı, dilin muhafazası, dünyanın dönekliği,
cömerdliğin medhi ve hasisliğin zemmi, tevâzû ve kibir; harislik,
kerem, hilm ve diğer iyilikler; zamânenin bozukluğu, kitap sâhibinin
özrü; mechûl bir müellifin sözü, Emir Seyfeddin’in sözü, Emir Arslan
Hoca Tarhan’ın sözü (Edib Ahmed B. Mahmud Yükneki, 1951: 4181).
Dîvân-ı Hikmet
İslam kültürü etkisi altında gelişmeye başlayan Türk
edebiyatının yazılı kültür ortamında üretilen ilk metinleri olarak
Kutadgu Bilig, Atebetü’l Hakâyık, Divanü Lügâti’t-Türk ile birlikte,
sözlü kültür ortamında üretilip daha sonra yazıya aktarıldığı genel
bir kanı olarak yerleşen; Türk kültürünün Orta Asya sahasında
İslam’ın kabulüyle başlayan bir değişim ve yeniden yapılanma
sürecinin ilk ürünlerinden Divan-ı Hikmet, Müslüman Türk
topluluklarında ve devletlerinde şekillenen edebiyatlar için ortak
temel kaynaklardır (Akarpınar, 2007: 222).
XII. yüzyılda Orta Asya’da göçer evli Türkler arasında sufiliği
yaymaya çalışan Ahmet Yesevi ile haleflerinin yazdığı
“hikmet”lerden (Levend, 1968: 182) müteşekkil bir Hikmetler
Mecmuası olan Divan-ı Hikmet’in nüshalarında geçen “Defter-i
Sani” ifadesi, eserin bu adla da tanınmasını sağlamıştır (Akarpınar,
2007: 222,223).
Bir sözlük olarak Divanü Lügâti’t-Türk hariç, diğerlerinin
(Kutadgu Bilig, Atebetü’l-Hakâyık, Dîvân-ı Hikmet) dinî-tasavvufiahlaki içerikleri dikkate alınırsa, ortak amaçlarla üretildikleri ve
ortak işlevleri üstlendikleri görülür. Söz konusu eserler, İslam
ruhuna uygun ideal insan tipini oluşturma niyetiyle üretilen eğitici
metinlerdir (Akarpınar, 2007: 222).
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 27
Dîvân-ı Hikmet’in söyleyeni, Orta Asya’da İslam’ın yayılma
sürecini başlatan kişi olmasa da (Ocak, 2007: 219), VI. asır içerisinde
Orta Asya’da Türk sırrî hikmetinin ilk büyük üstadı kabul edilen Hoca
Ahmed Yesevî (Ülken, 2007: 204), Batı Türkistan’daki Çimkent
şehrinin doğusunda bulunan ve Tarım ırmağına dökülen Şâhyar
nehrinin küçük bir kolu olan Karasu üzerindeki Sayram kasabasında
doğmuştur (Artun, 2011: 220). Silsilesi Ebû Yezîd Bistâmî’ye kadar
giden (Knysh, 2011: 253) ve Buhara’da mutasavvıf Yusuf
Hamedani’nin müridi olan Ahmet Yesevi (Kutsi, 1976: 118), çok iyi
bir İslamî eğitim almış Sünni bir mutasavvıf (Ocak, 2007: 219),
Hanefî mezhebinin âlimlerinden idi (Toparlı, 2004: 141). Ahmed
Yesevî’nin babası Şeyh İbrahim’den silsile-i ecdadı ise Hz. Ali (ra)’ye
kadar ulaşmaktadır (Güzel, 2013: 367).
Türk tasavvuf edebiyatının ilk büyük siması kabul edilen
(Timurtaş, 2012: 192), “Pîr-i Türkistan”15, Hâce-i Türkistân, Hazret-i
Sultân, Sultânu’l-evliyâ, Evliyâlar serveri gibi ünvanlarla anılan
(Eraslan, 2000: 99), dokuz asra yakın bir zaman tebcil edilen
Yesevî’nin şöhret ve nüfuzu, yalnız -coğrafî mânası ile- Türkistan
sahasına münhasır kalmayarak, muhtelif Türk şubelerinin yaşadığı
çok geniş sahalara yayılmış, tarihî şahsiyeti pek çoktan unutularak,
Türk muhitlerinde asırlardan beri tamamıyla menkıbevi bir hüviyet
almıştır16 (Köprülü, 2004b: 421).
Türk sufilik geleneğinin kronolojik ve coğrafi evrelerini birlikte
yansıtan ve görece farklı tasavvuf anlayışının da temsilcisi olan üç
evliya zümresinden bahsedilir: Türkistan Erenleri, Horasan Erenleri
ve Rum Erenleri. Türkistan Erenleri, Türk tarihindeki en eski sufilik
geleneğini temsil eder. Ahmed-i Yesevi17 bu geleneğin kurucusu
Ahmed Yesevî, tesirleri ve takipçileri hakkında detaylı malumat için bkz.
Köprülü, 2007: 41-183; Köprülü, 2004b: 421-430; Togan, 2000: 263-269;
Ocak, 2005: 31-87; Ocak, 2000a: 177-185; Ocak, 2000b: 451-458; Güzel,
2013: 365-377; Kurnaz, Tatcı, 2000: 353-432; Mazıoğlu, 2000: 459-464;
Kurt, 2000: 515-534.
16
Altmış üç yaşına kadar hayat serencamını aktardığı hikmetlerin detaylı
analizi için bkz. Cebecioğlu, 2000: 118-163.
17
Hoca Ahmed-i Yesevi ve Yesevilik üzerine yapılacak olan çalışmalarda
dikkat edilmesi gereken hususlar ile ilgili bkz. Ocak, 2007: 214-221.
15
28 | Muhammet Atasever
sayılmış ve bu sebepten ona “Pir-i Türkistan” denmiştir (Ocak, 2007:
214).
İslamiyet’in Türkler arasında yayılmasında ve inancın Türk
kültür değerleriyle kaynaşmasında ve yorumlanmasında birinci
derece etkili bir din adamı (Türkeş Günay, 2010: 210) Ahmed-i
Yesevi’nin içinde faaliyette bulunduğu Siriderya havzası ve
çevresindeki göçebe Türk boyları, eski inançlarının tesirlerini henüz
kuvvetli bir şekilde korumakta olduklarından, bu şeyhin onlara
telkin ettiği İslam, zamanla kendiliğinden bu boyların eski dinî ve
sosyal yapılarına adapte olmuş ve Yesevilik kırsal kesimlerde,
kentsel kesimlerdeki Sünni renginin aksine, daha farklı bir yapıya
bürünmüştür (Ocak, 2007: 219-220).
Hedef kitlenin -göçebe Türk boyları- sosyal-kültürel alt yapısına
uygun nitelikte üretilen hikmetler, Yesevi’nin dinî-tasavvufi-ahlaki
eğitiminin bir parçasıdır (Akarpınar, 2007: 224). Ahmet Yesevî
tasavvufun, nefsi körletmek, tevazu, dünya malını hor görmek, soy
ve din gözetmeksizin bütün insanları eşit saymak gibi yüksek
görüşlerini, aklı ve fiiliyle benimsemiş, dervişliğin, kanaatin, fazilet
ve değerini, dinî ahlâkî öğütleri, peygamber ve evlâdına olan
muhabbetini, dünya zevklerine düşkünlüğün zararlarını, hikmetler
nasihatler halinde, mantık gücü ve îman kuvvetiyle yaymıştı
(Kabaklı, 2020: 141). Hikmetlerinde kullandığı sade Türkçe, nazım
usulü -yarım kafiye, hece vezni- kopuz eşliğinde terennüm gibi
ahenk unsurları18 anlattıklarının etki ve kalıcılığını şüphesiz
etkilemiştir.
Hoca Ahmed’in basitliği, kolay anlaşılır ve avamcı olması büyük
bir süratle halk arasında yayılmasına, az zaman zarfında bir veli gibi
birçok zümre tarafından takip ve taklit edilmesine sebep olmuştur
(Ülken, 2007: 205). Kendisinden sonra terennüm edilen hikmetlerin
ona mâl edilmesi Yesevî’nin etkisinin büyüklüğü ile açıklanabilir.
Barthold’a göre sûfilerin İslamiyet’i yaymak amacı ile bozkırlardaki
Türklere gitmesi, medreselerde İslam ilimlerini öğrenen fakihlere
nisbeten daha başarılı oluyordu (1975: 93-94). Knysh’e göre,
Yesevî’nin etki alanının bu denli geniş ve müridlerinin fazla olması
Yesevî’nin şiirlerinde ahenk unsurları için bkz. Ercilasun, 2007b: 609613.
18
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 29
bir başka sebebi de tarikatın yapısının nisbeten gevşek yapılı bir
intisap sistemi olmasından da kaynaklanıyordu (2011: 253).
İslamiyet’ten evvelki halk edebiyâtı ile çok büyük bir alâkası
olduğu için daha ilk gelişme zamanında halkın rağbetini kazanan ve
başlangıcında Ahmed Yesevî’nin mevki’i çok açık olan -millî ve
orijinal yüksek bir san’at nevi-edebiyat, yalnız basit tasavvuf
esaslarının değil, hattâ il zamanlarda İslamiyet’in bile göçebe
Türkler arasında yerleşip, kuvvetlenmesine yardım etmiş, buna
karşılık da Türkler arasında sûfîyâne duyguların ve tarikatlerin
gelişmesi, bu edebiyâtın yüzyıllarca halk arasında yaşamasına sebep
olmuştur (Köprülü, 1980: 196). Özetle denilebilir ki; Dinî-tasavvufî
Türk edebiyatının başlangıcı Ahmet Yesevî ve Yesevîlikle olmuştur
(Artun, 2015: 170). Bu bağlamda onun eseri Divan-ı Hikmet ise
tasavvufi popüler edebiyat ürünlerinin ilk örneği ve Türk tasavvuf
geleneklerine ışık tutan en önemli bilgi kaynaklarından biridir
(Akarpınar, 2007: 227).
Yesevî’nin yüksek tesiri Orta Asya’nın en ücra köşelerinde dahi
etkisini göstermiş, onun tesiri ile Türk şeyhlerinin büyük
merkezlerden uzak, ücra köşelerde tekkeler kurup etraflarına
dervişler topladıkları anlaşılıyor (Köprülü, 1990: 184). Hususen
Türklere mahsus bir tarikat görünümü arzeden Yeseviyye (Türer,
2000: 77) Moğol istilası esnasında bir koluyla Hindistan’a girerken,
diğer bir koluyla da Harezm ve Horasan üzerinden onun tarikinin
düşüncesine bağlı derviş ve ozanlar 11. Yüzyıldan itibaren Anadolu
topraklarına girmiş ve burada yerleşmiştir (Ocak, 2007: 220; Artun,
2015: 170). Teşekkül eden velî tipi, İslamiyet’in ve eski Türk
toplumunun en yüce ve en insanî değerlerini temsil etmenin yanı
sıra -Türklerin İslamlaşmasında- milli ve manevi değerler uğruna
savaşan gazi tipinden daha büyük rol ve pay sahibidir (Kaplan, 2007:
109-118). Mutasavvıflar, halk arasında tasavvuf propagandası
yapmak için, vücûde getirdikleri dinî-ahlâkî-sûfiyâne mahiyette
eserlerini, Ahmet Yesevî’nin yarattığı edebî an’anenin tesiri ile hece
vezni ile yazıyorlardı ki bu an’ane muhtelif Türk şûbelerine uzun
asırlar devam etmiştir (Köprülü, 2004a: 301).
Gayenin şeriat, tarikat, hakikat, marifet düsturunca fenaya
ulaşmak, Yaradan ile hemhâl olmak kabul edildiği Yesevilik’te, güçlü
30 | Muhammet Atasever
bir tevhid inancına bağlı şeri İslam’a riayet esastır. Söz konusu
tarikat, şeriatın dışına çıkmamaya özen göstermiştir. Kur’an ve
sünnete uygun yaşama gayesinde, İslamiyet ile tasavvufu
kaynaştırma amacında olan Yesevî’nin hikmetlerinde; hayvan
donuna girmek, sığır kurban etmek gibi eski Türk inancından kalma
öğelere de rastlamak mümkündür.
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 31
KADIN KİTABI
32 | Muhammet Atasever
bilge bügü yunçı.dı
ajun anı yençidi
erdem eti tınçı.dı
yerke tegip sürtülü.r19
KIZ ÇOCUK
Dişi çocuk, dişi cinsten birine daha yaşlı biri tarafından
kullanılan bir seslenme sözü şeklinde tanımlanan ve utanma, çok
güzel, yeni sözcükleri ile ilişkilendirilen (TDK, 2011: 1434) “kız”
kelimesi, Dîvânu Lugâti’t-Türk’te, çok az yer alır. Kız çocuğa sevgi
ifade etmek üzere kullanılan ekeç, bütün kavmin kızkardeşi imiş gibi
akıllılık gösteren küçük kız (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 25) ve anaç,
bütün kavmin annesi imiş gibi akıllılık gösteren küçük kız (2015: 25)
kelimelerinin anlamı bağlamında kız çocuk, aklı ile ön plâna çıkarılır.
Uğur ve uğursuzluk açısından bakıldığında, erkek çocuğun
doğması; talih, şans ve uğur iken20 (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 115),
kız çocuk için böyle bir ibareye rastlanmaz. Üstelik tilkü kelimesi
kinaye olarak kız çocuk için kullanılır. Kadın doğurduktan sonra,
ebeye tilkü mü togdı azu böri mü diye sorulur. Burada tilkiden kasıt
kızdır; çünkü kızda naz ve ele avuca sığmama, gelmeme vardır.
Kurttan kasıt ise yiğitliğinden ötürü erkek çocuktur (2015: 186).
Günümüz Altay Türkleri arasında, yaygın olan benzer fikre göre,
doğumdan sonra çocuğun doğduğu eve gelen akrabalar ve diğer
insanlar, anne ve babaya “bu çocuk gerekli mi? gereksiz mi?” diye
sorarlar. Eğer doğan çocuk kız ise gereksiz, erkek ise gerekli cevabı
Bilginlerin durumu kötüleşti. Zaman bilgeleri öyle bir ısırışla ısırdı ki edep
ve güzel işlerin eti çürüdü; o kadar ki gevşekliğinden yere düştüğünde
sürünür (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 474).
20
Tünle bulıt örtense ewlük urı keldürmişçe bolu.r taŋda bulıt örtense
ewke yagı kirmişçe bolu.r Geceleyin bulutlar kızarsa; kadın, erkek çocuk
doğurmuş gibi olur. Sabahleyin yanarsa, saldıran düşman eve girmiş gibi
olur, İkincisini uğursuzluk sayarlar (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 115).
19
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 33
verilir… Doğan çocuk eğer kız ise ona toy yapılmaz (Dilek, 1996:
51,52).
Kutadgu Bilig’te, Dîvânu Lugâti’t-Türk’e paralel bir anlam ile kız
çocuğun hayırsızlığından ve olmasındansa ölmesinin daha hayırlı
olacağından dem vurulur: Bu kızlar doğmasa, doğarsa yaşamasa
daha iyi olur. Eğer dünyaya gelirse, onun yerinin toprağın altı veya
evinin mezara komşu olması daha hayırlıdır (Yusuf Has Hâcib, 1985:
326).
Yusuf Has Hâcib, eserin genelinde ise tavrını eşitlikçi bir biçimde
ortaya koyar ve ayrım yapmadan, oğul ve kızın; eziyet veren, rahat
kaçıran, kuvvet kesen, gördüğünü unutan, vefasız, hayatta iken de
öldükten sonra da anne-babaya yük olduğu kanaatini,
detaylandırarak farklı bölümlerde yineler: Oğul-kız derdi dipsiz bir
denizdir; oğul-kız al yanağı soldurur. Bir kimsenin karısı ve oğlu-kızı
varsa, o adam nasıl râhat uyuyabilir. Oğul-kızdan dolayı baba dâimâ
eziyet çeker; fakat oğul-kız babasının adını dahi anmaz (1985: 94).
Çoluk-çocuğun yükünü yüklenmek zahmettir, çocuklar erkeğin
kuvvetini keser (1985: 261). Evlât hayırsız çıkarsa, hayatta seni
inletir; ölünce de, seni çabucak unutur. Senin adını kötüler ve
üstelik, büyükler başta olmak üzere, bütün yat-yabancı bed-duâ
ederek, sana söğer. Çoluk-çocuk insana düşmandır, düşman neyine
gerek; düşmansız hayat sürmek daha iyidir… Oğul-kızın adı, insan
için, giderilemeyen bir gölgedir… Oğul-kız diye, kendini üzersin; bu
zahmeti takdir eden oğul-kız nerede. Harâm toplarsın; gidersen,
kalır; sen inleye-inleye git; safâsını o sürsün. Evlenen kimseyi bir
gemiye binmiş farzet, gemiye binen kimse denize açılır. Oğul-kız
dünyaya gelirse, gemisi parçalanır; gemi parçalanınca, su içinde kim
diri kalır. Oğul-kız sâhibi insanın kusuruna bakmamalı; evlât
sâhibinin yediği zehirdir. Evlâtların hayırsızı ölen anne ve babası, bir
kerre olsun, anmaz. Böyle çocuktan hiç vefâ umulurmu; onun tabiatı
kötü ve işi-gücü cefadır. Oğul-kız babası her türlü zahmete katlanır;
belâ ve mihnetleri de fil gibi yüklenir (1985: 247-248).
Eserdeki bir başka görüşe göre ise, doğan oğul ve kız ay gibidir
(Yusuf Has Hâcib, 1985: 326), genel kanaatin aksine, hakikatte
gören gözün nuru (1985: 94), anne ve baba için Allah’ın bir
34 | Muhammet Atasever
ikramıdır. Çoluk çocuğun yokluğu; yaşarken, dar zamanlarda, güç
işlerde ve ölürken bilhassa babaya elem verir (1985: 251,274).
Eski Türk inancından izleri güçlü bir şekilde barındıran Türk
topluluklarında da var olan, çocuğa “Tanrı’nın hediyesi” tarzı bu
bakış, sadece ebeveynler ile sınırlı kalmaz, çocuk geniş ailenin,
sööklerin “soyların” gelecekteki güvencesi olarak görülür (Dilek,
2008: 543).
Çoluk çocuğa tasavvufî açıdan bakan Yusuf Has Hâcib, çoluk
çocuğun dünyanın aldatıcılığının ve insanı oyalamasının bir parçası
olarak görür. Zâhid kimse, bu sebepten ötürü evlatlarını bırakıp
kaçar (1985: 458). Benzer bir fikrin yansımasının görülebileceği
Dîvân-ı Hikmet’te, eş ve çocuklar fenaya ulaşmada engel ve iki
dünyada da külfet sayılırlar. Buna rağmen, Allah’ın çocukları için
zahmet çekenlere rahmeti ile muamele edeceği inancı da esere
hâkimdir: “Çoluk-çocuk için çeken sıkıntı ve külfet/O kuluma ben
vermem aslâ zahmet…” (Hoca Ahmed Yesevî, 2016: 411).
Dîvân-ı Hikmet’te, İslamiyet’in kız çocuğuna bakışı, Hz.
Muhammed (sav) örnekliği ile verilir, Peygamber (sav), Hz. Fatıma
(ra) için: “Bin oğuldan üstün” (Hoca Ahmed Yesevî, 2016: 485)
demiştir. Bir hikmette Yesevî, kız çocuğuna bir sevgi sözü olarak
kızcağız (2016: 486) ifadesini kullanır.
Erkeklerin ağlaması, toplumsal cinsiyet rolleri ekseninde hoş
karşılanmasa da Dîvân-ı Hikmet’te âşıklar ağlar, ağlama fiili ise
cinsiyet ayrımı yapılmaksızın çocuklara özgü bir haslet olarak verilir:
Kendisinde aşk tecelli eyleyen âşığın “Küçük çocuk gibi iki gözü
giryân olur” (Hoca Ahmed Yesevî, 2016: 326).
Dini vecibelerin öğrenilmesindeki farziyette de kız çocuk-erkek
çocuk ayrımı yapılmaz, bu savı desteklemek ve gönüllerde yer
etmesini sağlama adına, Hz. Muhammed (sav)’den bir Hadis-i Şerif
aktarılır: “Oğul-kıza ilim farz dedi”21 (Hoca Ahmed Yesevî, 2016:
331).
“Taleb ül-ilmi farizatun” deyip Rasûl söyledi (Hoca Ahmed Yesevî, 2016:
331). İlim talebi farzdır. [İbn Mace, Mukaddime, 17, Hadis No.224] (Hoca
Ahmed Yesevî, 2016: 496).
21
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 35
Eski Türklerde anne ve baba, Yesevî’nin zikrettiği gibi,
çocuklarına kendi inandıkları dini değerleri öğretmenin yanı sıra
bunları kontrol etme gibi bir işleve de sahiptiler. Modern
toplumlarda ise bu rol sekülerleşme ile birlikte resmî kurumlara ve
çocuğun kendi inisiyatifine bırakılmıştır. Fakat yine de ebeveynler,
öz manevî değerlerini çocuklarına aktarma işlevini tamamen
bırakmış değildir. Hatta dini eğitim veren kurumlar kanalıyla, Batı
toplumlarında dahi ebeveynlerce verilen eğitim derinleştirilip
pekiştirilmektedir (Çağan, 2013: 88).
Dîvânu Lugâti’t-Türk’te, keçeden insan şeklinde yapılmış bir
çeşit oyuncak bebek-kuklalar koḍurcuk (Kâşgarlı Mahmud, 2015:
220) ile kız çocuklarının oynaması yahut oyun için bunları edinmesi;
boncuk ve takıların kızlar için -kîz monçaklandı- (2015: 314) olması
toplumsal cinsiyet bağlamında bir diğer önemli detaydır.
Eski Türklerde kız evlât sahibi olmak Araplarda olduğu gibi bir
felâket, bir şerefsizlik olmasa da (Gökalp, 2007ç: 499) görüldüğü
üzere, hiç şüphesiz kız çocuk ile erkek çocuğun birbirine eş
tutulduğu söylenemez. İnan’ın, Türk kavimlerinin anane ve âdatına
dair toplanan bütün materyellerden görülüyor ki, âyin ve
merasimde yalnız erkek hayvan makbüldü (1998f: 267) savı da bu
düşünceyi destekler niteliktedir. Ancak geleneksel olarak erkek
çocuk yönelimli olan Türk toplumu, bugün kız çocuk yönelimli
toplumlar arasında ilk beşe girmekte (Canatan, 2013b: 211), sosyal,
siyasi, iktisadi ve ahlakî değişim ve gelişmelerden ötürü kız
çocuğuna bakış ve toplumsal refleksler değişmektedir.
GENÇ KIZ
Kız çocuğu, fiziksel, ruhsal ve aklî olarak belirli bir olgunluğa
erişince -büluğ22- toplumda konumu değişmekle beraber değeri de
nisbeten artar. Dîvânu Lugâti’t-Türk’te genç kız; çoğunlukla
evlenmemiş, kocaya gitmemiş, karşı cinsle herhangi bir birliktelik
yaşamamış ev kızı bakire kız, evde kalan (kocaya gitmemiş) kız
(Kâşgarlı Mahmud, 2015: 142) anlamı ile verilir. Onun evde; adının
ise mekânı ve medenî durumu ile var olması; taşradan uzak
22
Ergenleşme (TDK, 2011: 424).
36 | Muhammet Atasever
tutulduğunu, bekâr olduğunu ve geleneğin de bu inançta olduğunu
gösterir.
Ergenliğe girişte yaşadığı fiziksel değişimle eserde yer alan -kîz
bökseglendi23 (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 315)- genç kız, ekseriyetle
fiziksel özellikleri ile örneklenirken, onun güzelliği ve etkileyiciliği,
her ne kadar kendi inisiyatifinde olmasa dahi, beden imajından
kaynaklanır. Vücudunun ve teninin tazeliği, gençliği, nazlı nazlı
salınması, yüzünün ve renginin güzelliği, zarif ve zayıf oluşu,
burnunun biçimli olması, saçlarının taralı, örülü ve düzgün olması,
onun albenisini artırır.
Saçını tarayan, kîz saçın tara.dı (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 461);
ören, kîz örgüçlendi (2015: 136) kız; biçimli burnu, körpe bedeni,
nazlı nazlı salınan ardıç dalı gibi titreyen vücudu, ardı sini kîz bo.dı
anıŋ tāl/yaylır anıŋ artuçı burnı takı kıwa.l (2015: 178) ve yüzünün
renginin güzelliği, kîz körketti (2015: 339) ile ona bakanları cezbeder
hatta aldatır. Dîvân’da erkeğin sevgilisinin güzel olduğunu söylerken
kullandığı tuzak sıfatı da (2015: 163) sevgilinin cezbedici ve aldatıcı
olduğuna işaret eder.
Giyinilen elbise ve saçın örülme/taranma biçimi evlilik
durumuna yahut yaş durumunu ele verir bir simgedir. Genç kızların
saçı bazen örülü bazen dağınık iken, dulların saçı her daim dağınık
ve yüzlerini örter tarzdadır (Yusuf Has Hâcib, 1985: 363,416). Genç
kızların güzel görünebilme adına, kendilerine perçem ve lüle yaptığı
da olur: kîz kesmelendi (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 434). Kıyafet
düşünüldüğünde, genç kızlar doğa gibi türlü renkte libaslar
kuşanabilirken, dulların giydiği elbisenin rengi gece gibi siyahtır
(Yusuf Has Hâcib, 1985: 363,416). Antik dönemde beyaz rengin bir
çeşit bekâret simgesi (Albayrak, 2010: 23) sayıldığı hatırlanırsa,
Türklerde dulların siyah giymesi durumu daha iyi anlaşılacaktır.
Kutadgu Bilig’te kız, nazı ve sesinin güzelliğiyle öne çıkar,
onların naz ve işvelerinden etkilenmemek mümkün değildir. Genç
kız, nazlanması, sesinin güzelliği, cana yakınlığı ile keklik ve kara
çumguk kuşuna benzetilir: Keklik, sesine bir âhenk vererek, eşine
Kızın m*mesi tomurdu (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 315). Erkeğin sesinin
kalınlaşması da ergenliğe giriş bağlamında değerlendirilebilir (2015: 514).
23
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 37
sesleniyor; sanki güzel bir kız gönül verdiğini çağırıyor (Yusuf Has
Hâcib, 1985: 17). Kara çumguk mızrak gibi gagası ile ötüyor; sesi,
nazlı bir kızın sesi gibi, cana yakındır (1985: 17). Güzel yüzlülerin nâz
ve işvelerini sevmemek mümkün değildir (1985: 440).
Eserde yüz güzelliği çok önemsenir. Ten rengi olarak kumral
öne çıkarılır. Kızın yüz güzelliği karşısında ona bakanların gözlerinde
parlaklık hasıl olur, bu güzellik kişi için uğurdur, güzele bakanın işleri
ise yolunda gider (Yusuf Has Hâcib, 1985: 183-184).
Atebetü’l-Hakâyık’ta dünya, nazlanan genç kızlar gibi peçesini
kaldırıp yüzünü açar, âşığı kucaklayacak gibi kollarını açar, fakat
hemen kaçar (Edib Ahmed B. Mahmud Yükneki, 1951: 90). Dîvân-ı
Hikmet’te de dünya sözü tatlı, cilveli, huyu ve şuûru yüz bin türlü
genç kız vasıfları ile verilir, gerçek âşık ise ona meyil gösterip kanmaz
(Hoca Ahmed Yesevî, 2016: 184,186,419).
Dünya, gökyüzü ve güneş, bazen güzellikleri bazen de
güzelliklerini gizlemeleri ile genç kızlara benzetilir. Yüzleri siyah peçe
ile örtülü bu kızların peçelerinin altında parlak tenleri, kimi zaman
örülü kimi zaman dağınık siyah veya sarı zülüfleri-perçemleri, tatlı
tebessümleri ve parlak dişleri vardır. Sevgilinin saçını örten siyah
saç, sevgilinin güzel yüzünü örten bir perde gibi düşünüldüğünde
âşığın hoşuna gitmez (Yusuf Has Hâcib, 1985: 240241,286,352,358,406,416,444).
Genel manada dış görünüşü güzel olanın içi-tabiatı da dışı gibi,
güzel olur. İnsanın iç tabiatı onun dış görünüşüne eştir; yüzükıyafeti-hareketi birbirine denktir. Dış görünüşü, içi için yeter
şâhittir; insanın içi dışı gibi ve dışı da içi gibidir. Bütün bunlardan
ötürü güzel insanın memlekete de faydası dokunur (Yusuf Has
Hâcib, 1985: 166).
Sevgilinin gözleri büyülüdür, âşığı yolundan alıkoyup esir eder;
ugragım kendü yıra.k/bulnadı me.ni kara.k (Kâşgarlı Mahmud,
2015: 360). Bir bakışı, bir selamı ile sevgilisini tedavi eder; bütün
bunlara rağmen âşığı hüzne boğar, kördi meni emleyü/baktı maŋa
imleyü/kaldım köŋül tumlıyu/kaḍgu meni torguru.r (2015: 472);
dolunaya benzeyen yüzü ve büyüleyici gözleri ile sevgili avcı iken
âşık avdır, bir göz atışı ile onun kalbini yarar, yelwin anıŋ kö.zi/yelgin
38 | Muhammet Atasever
anıŋ ȫzi/tôlun āyın yṻzi/yardı meniŋ yü.re.k (2015: 362); mahmur
bakan gözlerine, parlak yüzü ve üstündeki beni yanaklarından
damlayan güzellik gibi eşlik eder, bu hale âşık dayanamaz ve
kendinden geçer, tüm bu olanlara rağmen mest olan âşığı öylece
bırakan sevgili ondan kaçar, bulna.r mi.ni ö.le.s kö.z/Kara meŋi.z
kı.zı.l yṻz/andı.n tama.r tü.ke.l tûz/bulna.p yana o.l kaça.r (2015:
28-29). Eker’e göre, Dîvân’da kimi zaman bir sözüne binlerce kişinin
feda olduğu bu güzel, romantik hatta erotik sözlerle betimlenir
(2007b: 206).
Kutadgu Bilig’de verilen bir atasözü vücutta yüzün ve yüzde ise
gözün dikkat çeken bir güzellik unsuru olduğunu bir daha hatırlatır:
Akıl süsü-dil, dil süsü-sözdür; insanın süsü-yüz, yüzün süsü-gözdür
(Yusuf Has Hâcib, 1985: 31). Sevgilinin göz ve yüzü sevgi emaresidir.
Seven insan yüzünden bellidir. Göz-göze gelen âşıklar birbirlerine
karşı hissettiklerini anlarlar; çünkü gözde ve yüzde olanlar, gönlün
yansımalarıdır. Âşık için ise, göz sevgilinin yüzünü görmeye, arzuya
kavuşmaya yarayan ve zevk veren bir uzuvdur. Âşık sevgilinin
yüzüne bakınca, sevdiğini anlar (1985: 144). Seven insan nazarında
sevgilinin/sevilenin kusûru ise fazîlet olur (1985: 257).
Kızın hayâ, takva sahibi, temiz ve ahlaklı olması bazen fiziksel
güzelliğinin önüne geçer. Yüz güzelliği yerini huy güzelliğine bırakır.
Al yanaklı güzelliğin bazen kişiye felaket getireceği düşünülür (Yusuf
Has Hâcib, 1985: 324).
Kutadgu Bilig’de, dünya üzerinden, kızlar; vefâsız, dönek huylu,
cefa çektiren ve küstah sıfatları ile verilir. Bu bahisten kızların diğer
bazı vasıfları da ortaya çıkar: süslenmek, edalı olmak, tavırları güzel
olmak, kendini sevdirmek, gülmek, nazlanmak, peşinden
koşturmak, kendisine el sürdürmemek, seveni sevmemek… kaçana
yapışmak, cefa çektirmek, âşığın elini ayağını bağlamak, âşığı
ağlatmak (Yusuf Has Hâcib, 1985: 39,438). Bu vasıflardan, genç
kızların nazlanması, yemek yeme biçimlerine dahi yansırken âdâb-ı
muâşeret kuralı, kız cinsi ile verilir: Yerken obur gibi yeme ve acele
etme; fakat dişi gibi de fazla nazlanma (1985: 299).
Ekseriyetle fiziksel güzelliği ile ön plâna çıkan kızdan; dikiş
dikmek, ip eğirmek, keçe sırıtmak gibi ev işlerinde mâhir olması da
beklenir. Hatta onun maharette annesi ile yarışması vurgulanarak
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 39
belirtilir ki bu, onun toplumsal kabulünü güçlendiren bir olgudur.
Ondan istenen bu vasıflar; kîz ana.sıŋa kiḍiz sırışdı kız annesine
şuvalama dikişiyle keçe dikmede çok yardım etti (Kâşgarlı Mahmud,
2015: 259); ol kîzka kiḍiz sırıttı o, keçeyi kıza sıkıca ve büktürerek
teyellettirdi24 (2015: 328); kîz çigin çigne.di kız altın iplikle ipekli
kumaş üzerine tasvirler dikti (2015: 473); kız ana.sı birle yıp egrişti
kız ip eğirmekte annesiyle yarıştı (2015: 110) cümlelerinde açıkça
görülür.
Bunca letafet ve çekiciliğin bir cinste birleşmesi, tabii olarak
toplumun o cinsi koruma refleksi göstermeye iter. Kutadgu Bilig’te,
kızı çabuk evlendir, uzun müddet evde tutma, yoksa hastalığa lüzûm
kalmadan, yalnız bu peşimanlık seni öldürür (Yusuf Has Hâcib, 1985:
326) öğüdü ve tutulmamasının neden olacağı kötü ahval verilir, bu
düşünce evlenme çağı gelmiş cariyeler için de böyledir.
Ergenliğe giren kızın toplumsal normların ötesinde, toplumsal
bir baskı ile de kendisini sosyal olan her durumdan soyutlaması,
kendini gizleme, saklama, sakınma ihtiyacı, Aça’nın ergenliğin
cennete ikinci bir veda savını (2009: 367-381) genç kız bağlamında
desteklese de erkek çocuk için durum daha karmaşık ve farklıdır.
Zira erkek çocuk, daha doğumundan itibaren; hatta cinsiyet
belirleme pratikleri neticesinde anne karnında iken, olumlu birçok
manayı toplum için çağrıştırırken, onun ergenleşmesi, görece daha
bağımsız, daha otoriter, daha özgür ve kendi egemenliğini kurduğu
bir dünyaya, hülasa aynı tabir ile ikinci bir cennete kapıları aralaması
demektir.
Kız, ele avuca gelmeme, nazlanma yönüyle tilkiye teşbihle
verilirken (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 186); Dîvân’da ayrıca, eli sıkı
anlamında kötü bir çağrışımla da zikredilir; kız kişi Argu lehçesinde
cimri insan. Kız kişi sāwı yôrıglı bolma.s Cimrinin şöhreti yaygın
olmaz (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 142) atasözünde kız cimridir.
CARİYE
Para veya mal karşılığı; savaşta gösterilen yararlılıklar
neticesinde, ganimet olarak yahut bir kimseden hediye olarak
24
Bu, elbiseyi kabartarak dikmek gibidir (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 328).
40 | Muhammet Atasever
alınan, hür olmayan kız ve kadınlara verilen yaygın adı ile cariye25,
Dîvânu Lugâti’t-Türk’te; küŋ (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 493), ās,
kakım (2015: 38), kırna.k (2015: 206), awınçu, yingçe, yalŋuk, yinçü,
kaça.ç, ügür, kara ba.ş gibi toplumsal bakışı da yansıtan türlü adlara
sahiptir. Ayrıca cariyeler için kız (2015: 142) ismi de kullanılırken, kız
kırkın çokluk bildirir ve cariyeler anlamına gelir (2015: 142).
Kutadgu Bilig’de de türlü yararlıklar gösteren askerlere
komutanları tarafından köle ve cariye ihsan edildiği (Yusuf Has
Hâcib, 1985: 170) anlatılır ve kâfirlerin oğlunun ve kızının esir
alınarak, kul ve cariye edilmesi (1985: 393) öğüdü verilir. Buradan
anlaşılıyor ki cariye ve köle/kul yalnızca gayr-i Müslimlerden olabilir.
Atebetü’l-Hakâyık’a göre ise çok kul ve cariye talep etmek, bunu
arzulamak ise haris kimselerin isteğidir (Edib Ahmed B. Mahmud
Yükneki, 1951: 93).
Cariyelerin güzel olması, en fazla arzulanan ve onların değerini
artıran unsurdur. Güzellikleri ve kıymetleri bakımından inciye ve bir
Çin ipeklisi olan kaçaç- kaça.ç’a benzetilir ki; cariyeler, yinçü
(Kâşgarlı Mahmud, 2015: 361) ve kaça.ç diye adlandırılır (2015:
319). Bu sebepten yüzleri taze, tenleri ipek kadar pürüzsüz, parlak kîz kırtışlandı (2015: 313)- temiz (2015: 305); boyları ince uzun, taze;
tāl bo.ḍlug (2015: 412), vücutları yumuşak, kıvrak, el değmemiş
olmalıdır. Misk kutusu içinde saklanmış misk misali, kizdeki kin
yıpa.r (2015: 143) ağızları misk kadar güzel kokmalıdır.
Cariyelerin güzel vakit geçirmek, gönül avutmak, eğlendirmek
için olduğu ve bunun bir alışkanlık yaptığı inancı da vardır. Bu
sebeple (awınçu) awınçu nēŋ avunulan ve alışılan şey kelimesinden
hareketle, onlar awınçu (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 68) diye
adlandırılır.
Cariyeler yalnızca eş yahut hizmetçi olarak alınmaz; bazen evin
öz kızı konumuna yükseltildikleri ve onlardan sayıldıkları da olur: ol
Yabancı ülkelerden kaçırılıp özgürlükten yoksun bırakılan, alınıp
satılabilen, her konuda efendisinin isteklerine bağlı bulunan genç kadın,
halayık (TDK, 2011: 444).
25
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 41
anı kîzlandı (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 432). Evin kızı olmak onların
statülerinin yükselmesi bakımından önemlidir.
Cariyelerin tıpkı hür kız ve kadınlar gibi, dışarıya çıkmasına,
gezmesine hoş bakılmadığının bir göstergesi olarak, satın alınmış,
odalık anlamında yingçe/yinçge kız/yalŋuk (Kâşgarlı Mahmud, 2015:
142,503,505) kelimesinden; ol kîzıg yinçge.lendi o, kızı odalık edindi
(2015: 533) örneği verilir. Burada ayrıca cariyelerin satın alındıkları
vurgulanır.
Cariyeleri evlendirmek için de tıpkı hür kızlar gibi acele
edilmelidir, çünkü zaman onların güzelliklerinin ve tazeliklerinin
aleyhine işlemektedir. Ṻtlüg yinçü yi.rde kalma.s Delinmiş inci yerde
bırakılmaz; biri gelip onu alır anlamındaki atasözü; cariyelerin bakire
olarak, kız kurusu gibi uzun süre evde tutulmaması ve birisinin
onunla evlenmesi için söylenir (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 361).
Burada geçen ṻtlüg yinçü ifadesi, ergenliğe girişte genç kızların
yaşadığı bir başka fiziksel değişim -kîz bökseglendi (2015: 315)- gibi
yetişkinliğe erişmede gerçekleşen, bedensel-fiziksel farklılaşma
olarak düşünülebilir.
Cariyeler, göze hoş görünmemenin, çekici ve güzel olmanın
yanı sıra ev işlerinde ve efendilerinin ve/veya sahiplerinin
gönüllerini hoş edebilmek için; bir müzik aleti çalma, dans edebilme
gibi kabiliyetlere de sahip olmalıdır. Dîvânu Lugâti’t-Türk’te,
cariyelerin müzik enstrümanlarını çalabildikleri, kîzla.r kopzaşdı
cariyeler ut çalmada yarıştılar (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 296); raks
ettikleri, kîz büḍi.di cariye vb. raks etti (2015: 460) ve ev işlerinde
maharetli oldukları, ol küŋke yıp egirtti o, cariyesine ip eğirtti (2015:
525) kaydedilir.
Dîvân-ı Hikmet’te mümin kulların hizmetçileri olduğuna
inanılan kimseler; cariye-kul/köle olarak düşünülebilir. Hatta cennet
tasvir edilirken, çekicilik hûri-gılmân ile sağlanır (Hoca Ahmed
Yesevî, 2016: 132). Burada herhangi bir kadın-erkek ayrımı
yapılmaz. Mümin kulları, sâlih bir niyetle tövbe edenleri, gerçek
âşıkları, Allah diyen kulları vefatlarında, kabirde, mahşerde ve
cennette; huri kusur, gılman, vildân26 karşılayacak, ipek elbiseler
26
Detaylı bilgi için bkz. Yavuz, 1996: 50; Topaloğlu, 1998: 387-390.
42 | Muhammet Atasever
biçip dikecek, ipeklere saracak, selâm edecek, onlara hâdim-köle
olacak ve zikredilen mekânlarda yeme-işretse âkibetleri olacak
(2016: 50,91,93,142,251,305-306,312,459,466,467; Hoca Ahmed
Yesevî, 2022: 177). Tövbe edip Hakk’a tam bir dönüş ile dönenlere
Yesevî, hizmetçileri olması için dua ediyor: “Hûrî kusûr, gılmân,
vildân hizmetçi olsun”, “Bağışlanan kuluna, hûrîler karşı gelesi”
(Hoca Ahmed Yesevî, 2016: 280,379). Onlar kevser ırmağının
yanında Hz. Peygamber (sav) ile birlikte mümin kulları hizmet etmek
için beklemektedir (2016: 283). Ölen samimi müminler için ise
hûrîler, Hûdâ’ya kulun kendileri ile kalması için arz ederler (2016:
312).
Erkekler hem cariye hem de köle edinebilirken, kadınlar
yanlarına yalnızca yardımcı olarak cariye alabilirler. Eğer bir kadın
koruma olarak yahut sair işlerde istihdam etmek üzere, köle/kul
satın alacaksa, o kölenin hadım -tutuk (Kâşgarlı Mahmud, 2015:
163)- edilmesi veya olması gerekir: ura.gut tutuklandı kadın önünde
yürüyen koruyucu olarak bir hadım edindi (2015: 310). Kölenin
kadım edilmesi, Türklerde, hem İslamiyet’in hem de Türk gelenek
ve göreneklerinin kadının mahremiyetine azamî derecede dikkat
etmesinden kaynaklanır. ol oglın tutukla.dı27 (2015: 485)
cümlesinden adamın kendi kölesini -ogul28, köle anlamında da
kullanılmış- iğdiş/hadım etmesinin altında da bu sebep yatar.
Dîvân-ı Hikmet’te, kadın-erkek eşitliğinin varlığı genel bir
kanaat gibi dursa da (Toparlı, 2004: 142) defaatle zikredilen
hûrilerle işret kılma, onları kucaklama fiili29 mevzubahis olunca,
Dîvânu Lugâti’t-Türk’te görülene benzer, erkek lehine bir cinsiyet
ayrımı
yapılır
(Hoca
Ahmed
Yesevî,
2016:
210,286,296,325,413,427). Yesevî’nin manevi makamına uygun
olarak, henüz on beşinde iken hûri ve gılmân karşısına gelir; sekiz
cennet hurileri ona ulaşır (2016: 45; 2022: 217). Yesevî, on sekizinde
O, oğlunu iğdiş etti ve onu iğdişlerden kabul etti (Kâşgarlı Mahmud,
2015: 485).
28
Bu ogla.nıg bîr torugka aldım bu köleyi bir at karşılığında aldım (Kâşgarlı
Mahmud, 2015: 160).
29
Mısır nüshasında huri ve gılman, nefsini öldürenleri kucaklayacak (Hoca
Ahmed Yesevî, 2022: 137) mısraında ise cinsiyet ayrımı görülmez.
27
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 43
âlemi mânâda Kırklar ile şarap içer, huriler ona selam eder, cennette
hurileri kucaklar (2016: 52,305). Kutadgu Bilig’de benzer bir mana
ile kucaklama fiili, hür kadınlar için mevzubahistir: Kadın ile
bulunmak da ancak bâzı anlarda erkeklik âteşini söndürmek içindir.
İnsan bu âteşi nasıl söndürse olur; ister güzel, ister çirkin olsun,
sırası geldikçe kucaklar (Yusuf Has Hâcib, 1985: 263).
Yesevî ve mümin kullar, kimi hikmetlerde ise hûrilerin
güzelliğine aldanmaz; asıl gayenin cemâl ve dîdâr olduğunu dile
getirilir (2016: 114,213,215,218,374,428).
Cariyeler, kendilerinden beklenen fiziksel güzellik, hizmet ve
türlü maharetlere karşın, hür kız veya kadınlar kadar değer görmez,
koyun, geyik, cariye, bağırtlak kuşu ve deve gibi türlü hayvanatın
sürüsü manasına gelen ügür (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 26);
Anadolu’da halen köpek, koyun vb. hayvanlara fiziksel ve/veya
davranışsal özelliğinde ötürü verilen kara ba.ş (2015: 443)
kelimelerinin erkek ve dişi köleler için de kullanılması; hatta
cariyelerin ok atmada yarışan kişilerce, kazanılacak yahut
kaybedilecek bir varlık30 gibi ortaya cariye sürülmesi; ol meniŋ birle
ok attı kızlaşu (2015: 297) toplumsal bakış açısı ve cariyelerin
statüsünü göstermesi bakımından dikkate değer bir durumdur.
Oğuzlarda hastalanan kimselere yaklaşılmaması; hasta olana kul ve
karavaşların (cariye) hizmet etmesinin (Sümer, 1999: 75) arka
plânında da bu düşünce tarzı yatmaktadır.
Dîvân’da ayrıca, cariyelere mahsus, ağaca yahut direğe
bağlanan bir ip vasıtasıyla oynanan, yalŋu isimli bir oyunun
varlığından da bahseden Kâşgarlı, oyunun detaylarını da burada
zikreder: İpin uçları ağaca veya direğe bağlanır. İpin ortasında cariye
oturur; yere ayağıyla vurur ve sallanır; bir yükselir, bir alçalır (2015:
502). Dîvân’ın başka bir yerinde ise bu oyuna bir cümleyle atıf
yapılır: kîz yalıŋu.la.dı kız vb. iki iple oynadı (2015: 517).
Ol meniŋ birle ok attı (oyna.dı) atlaşu (kögürçgü.nleşü) o, benimle atına
(güvercinine) ok atma yarışması yaptı (oynadı), kim yenerse bunu (atıgüvercini) alır (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 298).
30
44 | Muhammet Atasever
Dîvân’da cariyelerin kullandığı, hususi eşya olarak ise yalnızca
bilezik geçer: bilezik küŋ elgin kawurdı bilezik, cariyenin bileğini sıktı
(Kâşgarlı Mahmud, 2015: 255).
Cariyelik kurumu için Türklerde Çin tesiri (Yürekli, 2020: 319)
olduğunu kabul edilmekle birlikte Eski Türk yazıtlarında kün “cariye”
(Orkun, 2011: 65) varlığı da görülür. Bozkır hayatının doğal bir
neticesi olan yağmacılık, İslamlaşma sürecinde Türklere karşı
düzenlenen akınlar, İslamlaşan Türklerin gayrı Müslim soydaşlarına
karşı giriştikleri mücadelelerin Türkistan’da Türk köle ticaretini
doruğa çıkarması (Yürekli, 2020: 319) köle ve cariye edinmenin,
bunun bir kültür olarak yaygınlaşmasında hem eski hem de yeni
kültür kodlarının etkili olduğunu gösterir.
Hususen eşitlikçi aile görüşü ile fantastik, romantik ve görüşleri
anakronik (Canatan, 2013a: 99) değerlendirilen Gökalp’e göre
demokratik ve feminist olan eski Türklerde kuma namı ile Türk
töresine göre resmi olarak zevce sayılmayan odalıklar bulunur; lâkin
bunlar hakiki eş mesabesinde bulunmazlardı, odalıklardan olan
çocuklar da -miras, iktidar ve haklar bakımından- öz çocuk
muamelesi görmezlerdi (2007a: 275).
KADIN-ANNE-NİNE
Erişkin dişi insan, hatun, hatun kişi, zen; analık veya ev yönetimi
bakımından gereken erdemleri, becerileri olan; bayan (TDK, 2011:
1258) karşılıkları bulunan kadın31, Dîvânu Lugâti’t-Türk’te, her ne
kadar böyle bir bahis doğrudan olmasa da evlendikten sonra kızlara
ad olmuştur. Türkçe sözlükte de kadın olmak “kızlığını yitirmek”
(TDK, 2011: 1258) karşılığı ile verilir. Erkekte ise evlilikte böyle bir
durum söz konusu değildir. Onun sıfatı, birliktelik yaşayınca yahut
evlenince değil, çocuk sahibi olunca -baba- değişir.
Dîvân’da, kadın anlamında sıklıkla kullanılan kelime ura.gu.t
(Kâşgarlı Mahmud, 2015: 71)’tur. Tıpkı cariyelerde olduğu gibi,
güzelliğine ve toplumun bunu beklediğine bir delil olarak kadın,
erdini eşsiz inci ve som altın olarak sıfatlandırılır. Buradan, eşsiz
Türkmen Türkçesinden “kadın” ile ilgili söz varlığı için bkz. Sağlık Şahin,
2019.
31
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 45
inciye benzer bir bedene sahip kadına, ertini özök (2015: 73) denir.
Kadınlar için ayrıca bir lakap olan özök, özü som altın gibi temiz
anlamında, altu.n özök; vücut güzelliğini gösterir biçimde, teni inci
gibi pürüzsüz olan kadına da ertini özök (2015: 33) denir.
Eserde kadın-erkek ayrımı yapılmadan zikredilen; birbirine
bağlı, tabi olma anlamlarına da gelen îş32 (Kâşgarlı Mahmud, 2015:
22) kelimesi; îşim uḍu yıglayu sahibimin ardından ağladım (2015:
476) cümlesinde sahip; îşi.n yeme kaçur.rdum arkadaşını da
kaçırdım (2015: 22) cümlesinde ise arkadaş anlamında kullanılır. Bu
kelimeden türemiş ve anlam daralması ile evli olan kadınları, hanım
maksadı ile belirten eşle.r, aslı eşi.le.r’e dönüşmüştür. Kelime
hakkında etimolojik kısa bir izahat yapan Kâşgarlı -çok kullanıldığı
için hafifletmek maksadıyla ye düşürülmüştür, çokluktur, teklik
yerine kullanılır- bilgisini paylaşırken; bu adlandırmanın çok uzun bir
hikâyesinin olduğunu (2015: 58) söyler; lâkin Dîvân’da bundan
bahsetmez. Eserde zevce ve kadın almak anlamında kis, kisi al(2015: 111,143,144) da zikredilir. Koca ve karı begi(er), kisi (2015:
111,143,144) kelimeleri ile verilir.
Totemcilik döneminde akrabalığın ana yönünden sürdüğü,
ötedenberi kadının Türk töresinde önemli bir yeri olduğu (Çubukçu,
1987: 11) ilk çağda Türk kadınının toplumsal faaliyet ve hareket
bakımından erkekten pek farklı olmadığı; savaş oyunlarına katıldığı,
avlandığı, ok atıp kılıç kullandığı ve bu törenin uzun bir zaman
devam ettiği (1987: 51) kaynaklardan anlaşılmaktadır. Ayrıca XV.
yüzyılda Anadolu’dan geçen Avrupalı bir seyyah, Türkmen
kadınlarının yiğit kadınlar olup, erkekler gibi savaştıklarını ve buna
hayret ettiğini yazar (Sümer, 1999: 389).
Dîvân’da, kadınlar sınıfsal bir ayrıma tabi tutularak, soyca,
unvanca ve yaşamsal olanaklarına-iktisadî yönlerine göre
birbirlerinden ayrılırlar. Onlara hitap da buna göre şekillenir.
Afrâsiyab’ın soyundan gelen, küçük-büyük, bütün hatunlar
tarım/kātu.n (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 170,177); hanım sultanlar
altun tarım (2015: 171); asil kadınlar hatun (2015: 61); soyca üstün
îşlig kendisine tâbi cini olanlara denir (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 22).
Buradaki tabiiyet anlamında eşlerin birbirlerine bağlı, tabi oldukları anlamı
çıkarılabilir.
32
46 | Muhammet Atasever
olan fakat hatundan bir derece aşağıda olan kadınlar kunçu.y, kātun
kunçu.y (2015: 451); bolluk gören ve bolluk içinde yetişen hatunlar
ise ogla.gu kātun (2015: 71) sıfatlarıyla anılır.
Türk devletlerinde söz sahibi olan hâtunlar, hükümdar törenle
unvanını alırken, zevcesi olarak “katun” unvanını, Hunlardan beri
almakta ve tanınmakta idi. Hatunlar, hükümdarın yanında hazır
bulunur, meclislere katılır, yabancı elçileri kabul eder; hatta
hükümdarın olmadığı dönemlerde veraset sahibi kabul edilirdi
(Kafesoğlu, 2011: 259). Hatunun bu etkili rolü, İslam’ın kabulüne
kadar Oğuz toplumunda kadının nisbeten serbest olduğunu
göstermektedir (Agacanov, 2010: 215). Türk mitoloji ve halk
edebiyatının diğer türleri hususen destan ve hikâyelerde kadının
mevkiinin büyük olduğu (İnan, 1998a: 274-276) zikredilen tarihi
gerçeklikle uyuşsa da Atalay’ın Türklerin kadınlara, çocuklara ve
düşkünlere gösterdikleri saygı izlerini bulunuyoruz dediği (2018: XI)
Dîvânu Lugâti’t-Türk’te, kadın esasen ikincil plânda kalan, lüzumu
halinde zikredilen kişidir.
Kadın, vakit geçirilen, gönlü hoş tutmak için var olan kişi olarak
addedilir. Kadınlara lakap olan ve oxşa- (Kâşgarlı Mahmud, 2015:
125,319)’dan türeyen oxşa.gu (2015: 71) oyuncak, sevilen şey
kelimesi buna işaret eder. Kadınlar için kullanılan bu ifade, cariyeler
için zikredilen awınçu (2015: 68) sıfatına, anlam bağlamında
benzeşir.
Kutadgu Bilig’te, aynı pencereden görülen kadın, bir zevk
unsuru, erkeği avutan şey olarak addedilir. Dünya zevki üç şey
sayılır: yemek-içmek, erkeği avutan kadın, sıhhatli yaşam. Bu üç
şeyin tatları birbirine müsâvi olarak verilirken en lüzümlusu ise
Yusuf Has Hâcib’e göre sıhhattir (1985: 260-261).
Yaşadığımız medeniyet devrelerine göre Türk edebiyatında
kadın umumiyetle üç şekilde değerlendirilmiştir: 1) İslamiyet’ten
önce ve göçebelik devrinde o, bu devrin ideal erkek tipi olan alp
tipine yaklaşır. Erkek gibi o da ata biner, ok atar, kılıç kullanır ve
icabında düşmanla kahramanca çarpışır. 2) Yerleşik medeniyete ve
İslamî kültür çevresine dahil olduktan sonra kadın, erkek gibi ve
erkekten daha fazla pasif bir karakter arz eder. Toprak ve din,
insanları kendilerinden üstün tabiat veya tabiatüstü kuvvetlere
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 47
bağlar. Bu devirde kadının kahramanca vasıflarını kaybederek bir
haz ve aşk mevzuu olduğu görülür. 3) Batı medeniyeti tesiri altına
girdikten sonra kadının ilkin edebiyatta, sonra hayatta beşerî hakları
müdafaa edilir ve tamamiyle erkekle eşit bir seviyeye getirilir
(Kaplan, 2006: 39).
Kaplan’ın sınıflandırmasında ikinci devri teşkil eden, çalışmaya
konu olan eserlerdeki kadının bir zevk unsuru olmasından kasıt,
açıkça fiziksel birlikteliktir. Erkeğin kuvvetini kesen kadın, erkeklik
ateşini söndürmek içindir. Bu bağlamda kadının güzel veya çirkin
olmasının bir anlamı yoktur. Kadın her ne kadar erkeğe haz verse de
birliktelik sonrasında, dinen elzem olan soğuk su ile yıkanmak yani
mihnet vardır. Hülasa tatlı nerede ise orada acı vardır (Yusuf Has
Hâcib, 1985: 261,263).
Modern zamanlarda dahi eş seçmeyi etkileyen faktörler
arasında sosyo-ekonomik durum, sosyal statü ve eğitim, din ve ırk,
fiziksel/coğrafi yakınlıktan önce sayılan fiziksel görünüm ve yaş
(Akkaya, 2012: 155-160) Dîvân’da kendisine yer bulur. Kadın,
albenisini artırma adına fiziksel güzelliğinin yanı sıra giydiklerini
seçmede de mahir olmalıdır. Kocasıyla iyi geçinmek isteyen kadın
kırmızı ipek giyerken; naz ve cilve yapmak/tatlı olmak isteyen kadın
ise yeşil/erguvanî ipek giyer: kılnu bilse kızıl keḍe.r yara.nu bilse yaşıl
keḍe.r (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 170,356). Buradan toplumun bakış
açısından hareketle, kadına yüklenen ilk rol yahut vazifenin
kocasının gönlünü hoş tutmak olduğu anlaşılır. Üstelik tavsiyelere
uygun davranan kadının, kocası tarafından hoş tutulacağına da
inanılır.
Kâşgarlı’nın kadının kocası ile geçimini iyileştirdiğini söylediği
kırmızı, antik dönemlerde iki ana renk olarak kabul edilen siyah ve
beyazın dışında sayılabilecek üçüncü renktir. Kırmızı rengin av,
sünnet ve adet olgularıyla, yani kanla ilişkilendirilmesi (Albayrak,
2010: 21-22), Hıristiyan Gagauz Türklerinde loğusa kadınlara zarar
verdiğine inanılan albastıdan korunmak için erkek çocukların mavi,
kız çocukların ise kırmızı renkli kundağa sarılması; Anadolu’da ise
günümüzde hâlen ölen kimsenin cinsiyetini tayin için -genç kızkonan eşarbın renginin kırmızı seçilmesi (2010: 53) rengin cinsiyeti
ve bekâreti işaret etmede bir sembol olduğunu gösterir.
48 | Muhammet Atasever
Genç kızların türlü renkte libaslar kuşanabildiği; ancak dulların
giydiği elbisenin gece gibi siyah olduğu (Yusuf Has Hâcib, 1985:
363,416), antik dönemlerde iki ana renk olarak kabul edilen beyaz
ve siyahın iyilik ve kötülükle ilişkilendirilmesi (Albayrak, 2010: 2122) kocasını hoş tutmak isteyen kadının refleksi ekseninde
hatırlanacak olursa; üç farklı zümre-yahut sınıf, medeni durum, yaş
ve amaç farklılığının; giyinilen kıyafetlerin kumaşının ve renklerinin
çeşitlenmesi etkisi, kıyafet kültürü açısından önemli bir değerdir.
Kutadgu Bilig’de, hayatta tadılan üç zevkten biri olsa dahi,
kadın, erkeğin rahat uyumasına dahi mâni (Yusuf Has Hâcib, 1985:
94) iken; Dîvân-ı Hikmet’te, Allah’a ulaşan yolda, kadın-erkek/oğulkız ayrımı yapılmadan, eş ve çocuklar engel, sahte aşk (Hoca Ahmed
Yesevî, 2016: 111); hatta düşman (2016: 341) kabul edilir. Onlar,
Allah’ın insana verdiği nimetler olduğu kadar fenaya ulaşmada ciddi
birer külfettir ve külfet olmaları yönü ağır basar. Talip kimse
bunlardan vazgeçmelidir. Eserde bu anlayış; eş, çoluk-çocuk, evbarktan (dışlayıp) geçmek/terk eylemek/ırak olmak/yetim
kılmak/oğul
kızdan
geçmek/şikâyetçi
olmak
(2016:
45,61,93,166,257,263,293,323,345,389,402) ifadeleri ile verilir.
Evliyâlar makamlarına bu usulle varmışlardır. Kişi ölür lakin eş ve
çocukların hesâbı ondan sorulur (2016: 295). Bu sebepten ehilıyâl/âyâl ev-barkı düşman eylemek/onlarda ayrı düşmek/onları
yetîm eylemek/görmemek (2016: 157,158,160,164,167,358; Hoca
Ahmed Yesevî, 2022: 127) gerekir. Eş, dost, çoluk çocuktan geçmek
Allah uğruna, vazgeçilen kıymetlerin değerini göstermesi açısından
da değerlendirilebilir.
Yüzün güzelliğine çirkinliğine bakılmaz. Adamda edep aranmalı
anlamındaki Yṻzke körme erdem tile (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 406)
atasözü verilse de, evlenilen yahut evlenilecek olan kadın için
bilhassa güzel ve süslü, yaldrık eşle.r (2015: 526), olmak zaruridir.
Güzellik yüz ile başlar. Yüzlerindeki tüyleri iple alan/aldıran kadın;
ura.gut/ura.gutla.r yṻzin yıplattı/yıpladı/yıplaşdı
(2015:
344,476,389); yıkanır - ura.gut başın sukundı (2015: 277)-üstübeç,
kirşan yahut düzgün adı verilen allığı yüzüne sürerek -ura.gut
kirşenlendi (2015: 315)- yüzünün parlaklığını artırır -kirşe.n anıŋ
yṻzin yalrıttı (2015: 343)- makyaj yapıp süslenir; ura.gut bezendi
kozandı (2015: 273,277). Kadının saç örgüsü, saç öbeği örgüç (2015:
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 49
46); gerdanı bökseg (2015: 208) ve yüzündeki çiller kö.g (2015: 402)
onun güzelliğini yansıtan sair fiziksel unsurlardır.
Kadınlar güzel ve çekici olabilmek için makyaj yapar, türlü
kokular ve bazı aksesuarlar da kullanırlar. Dîvânu Lugâti’t-Türk’te,
kadınların; el ve/veya ayaklarına altından veya gümüşten halka
ügmek (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 51), kollarına bilezik işle.r
bile.züklendi (2015: 435), kulaklarına inci yinçü33 tolga.g (2015: 320)
veya benzeri nesnelerden yapılma küpe taktıkları: kîz yinçü
tolga.dı/yinçü kula.ktın salındı (2015: 470,277)- ura.gut ügmeklendi
(2015: 137); yanaklarını eŋlik (2015: 57) adında bir çeşit kırmızı
allıkla boyadıkları; boyunlarına inci gerdanlık taktıkları ura.gut
yinçü.sin tizindi (2015: 275); güzel kokmak için parfüm ve miskten
yapılmış boncuklar to.ḍ monçuk (2015: 397) kullandıkları nakledilir.
Hür olmayan kadın ve kızların -cariye- kullandığı tek hususi eşya ise
bileziktir: bilezik küŋ elgin kawurdı34 (2015: 255). Kadınlar ayrıca
süslenmek için öŋik adında keçi kılından yapılma iki adet sahte zülüf
(2015: 68) ile öŋiklenirler (2015: 136).
Günümüzde olduğu gibi takıların ekseriyetle kadınlara özgü
olduğu ve takı takmaktaki amacın ise güzel görünmek olduğu
anlaşılır. Bu yönden giyinmek ile birlikte değerlendirilebilecek olan
süslenmek ve takı kullanmanın sosyolojik olarak Tezcan’a göre
korunmak, süslenmek, mahremiyeti korumak, statü göstermek,
hoşa gitmek-beğeni kazanmak, kusur kapatmak, güven vermek,
meslek belirtmek, sanat yapmak (Tezcan, 2000: 122-123) gibi türlü
işlevleri vardır.
Kadının güzel ve gösterişli olması yetmez; çünkü güzel ve
aydınlık yüzlü olması istenen kadının güzelliğine söz geleceği
kesindir, bu sebepten kadın kendisini kem söz ve gözlerden de
korumalıdır. Toplumsal bu duruş, kadının ev için yaratılmış olduğu
inancını destekler bir tavırdır. Köp sögütke kuş kona.r körlü.g kişike
sö.z keli.r Kuş, gür ve dolaşık dallı söğüt ağacına konar; güzel ve
aydınlık yüzlü kadına söz gelir; Yıga.ç uçıŋa yîl tegi.r körklüg kişi.ke
söz keli.r Ağacın dalı mutlaka rüzgâr görür, güzele de mutlaka söz
Kutadgu Bilig’de, fakirlere değerinden ötürü gümüş dağıtılır (Yusuf Has
Hâcib, 1985: 121).
34
Bilezik, cariyenin bileğini sıktı (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 255).
33
50 | Muhammet Atasever
gelir. Bunun için o, kendini korumalıdır (Kâşgarlı Mahmud, 2015:
140). Tünle bulıt örtense ewlük urı keldürmişçe bolu.r taŋda bulıt
örtense ewke yagı kirmişçe bolu.r35 (2015: 115) atasözünde kadının
ewlük olması benzer bir fikrin, toplum bilincindeki yansımasıdır.
Göktürk ve Hunların temsil ettiği Proto-Türk aile yapısına uygun
biçimde kadın hem antropolojik hem de evselliğiyle uyumlu olarak
aileyle özdeşleştirilmişti. Kadının aileden kopması da uygun
bulunmuyordu (Ulutaş, Özpınar, 2013: 384). Bu sebepten kadının ev
için var olması, ailesi için yaratılmış olması, belirli bir mekâna, belirli
bazı normlarla bağlanması doğrudan ve yalnızca İslamiyet ile
ilişkilendirilemez.
Kadınların vücutlarının, yüzlerinin ve başlarının örtülmesinin
istenmesi, onun korunması gerektiği bilinci yönünden
değerlendirilebilir. Yüz örtme bir hayâ göstergesi kabul edilir ki ahir
zamanda kadınlar hayâları zayıflayacağı için yüzlerini
örtmeyeceklerdir (Yusuf Has Hâcib, 1985: 464). Dîvânu Lugâti’tTürk’te, kadınları başlarını ve yüzlerini örtmek için baş örtüsüyaşmak (yarım peçe) sara.guç/bürünçük (Kâşgarlı Mahmud, 2015:
99,114,212,435,276) kullandıkları, bunu bir ip eŋek (2015: 68)
vasıtasıyla tutturdukları; terincek (2015: 223,435) adında ince bir
elbiseyle bezendikleri-çarşaf giydikleri anlaşılır. Ayrıca kadınlara
mahsus çeşitli giyim-kuşam eşyaları da göze çarpar: kadın yeleği
artıg (2015: 48); kadınların giydiği ayakkabı büküm etük (2015: 170);
kadınların kaftanlarının altına taktıkları küçük bıçak kezlik (2015:
209); kadın göğüslüğü bagırdak36 (2015: 220) zikredilir.
Kıyafet elbette tek başına örtünme yahut güzel görünme
unsuru kabul edilemez, türlü törenlerde var olan kıyafetin ters
giyilmesi adetinde (İnan, 1998d: 387) olduğu gibi, akışı tersine
çevirme, zor zamanlardan geçme gibi anlamları ifade ederken;
sosyolojik olarak ise giyim-kuşam ve süslenme yalnızca bir maddi
kültür ögesi olarak değil, sosyal ve kültürel değişmeleri, bireyin ve
Geceleyin bulutlar kızarsa; kadın, erkek çocuk doğurmuş gibi olur.
Sabahleyin yanarsa, saldıran düşman eve girmiş gibi olur, İkincisini
uğursuzluk sayarlar (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 100).
36
Bir çeşit kadın iç çamaşırı yahut kadınların üstlerine geçirdikleri bir nevi
şal olabilir.
35
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 51
toplumun estetik anlayışını, inanç ve değerleri, duygu ve
düşünceleri, ekonomik düzey ve değişkenleri, sosyolojik ve
psikolojik eğilimleri, sosyal tabakalar olarak halk gruplarının üretim
ve tüketim faaliyetlerini yansıtmaktadır (Keskin, 2021: 339).
Kutadgu Bilig’e göre de içi ile dışı bir olmayan kadın, ev için
yaratılmıştır, dışarıya bırakılmamalı ve evde kilitli, kapalı kapılar
ardında muhafaza edilmelidir. Onun taşraya çıkması fitneye, doğru
yoldan ayrılmasına sebebiyet verir, onlara bakan erkekler kadınların
gönlünü çeler; aynı şekilde, kadının gözleri de nereye bakarsa gönlü
oraya kayar: Kadınları her vakit evde muhafâza et; kadının içi dışı
gibi olmaz. Yabancıyı eve sokma, kadını dışarıya çıkarma; bu
kadınları sokakta gören göz onların gönlünü çeler… Kadını evden
dışarı bırakma; eger çıkarsa, doğru yoldan şaşar. Yabancı erkekler
de eve sokulmamalıdır; çünkü insanın başına her türlü uygunsuzluk
kadından gelmektedir (Yusuf Has Hâcib, 1985: 104,327).
Yusuf Has Hâcib’in kendi devrinden acı-acı şikâyet ederken ve
eserinde büyük bir meziyet olarak gösterdiği hareket ve
düşüncelerin artık kalmadığını söylerken (Arat, 1979: XXIV) evdeki
yahut sokaktaki erkekte herhangi bir kabahat görmemesi, tek
sorumlu olarak kadın ve onun bedenini tutması keskin cinsiyetçi bir
tavırdır. Bu tavır eserin bazı kısımlarında daha da sertleşir ve kadın,
muhafaza edilmesi, edilmez ise kokacak, bozulacak bir et teşbihine
maruz kalır: Kadının aslı ettir; eti muhâfaza etmeli; gözetmezsen, et
kokar; bunun çâresi yoktur (Yusuf Has Hâcib, 1985: 327). Kadının
yalnızca bir et parçasından ibaret görülmesi, hatta korunmaması
halinde kokacak olması, toplumsal cinsiyet anlamında kadının
kimlikli bir birey olarak yok sayılması ile eşdeğerdir. Ölen erkeğin
eşine bir başkasının dokunacak olması, onunla yatması; hatta
Atebetü’l-Hakâyık’taki tabiri ile vücudunu ona vermesi37 (Edib
Ahmed B. Mahmud Yükneki, 1951: 92) kadının beden imajına bakış
açısının benzer bir yansımasıdır. Eker’e göre, zamanın ve şartların
değişmesi neticesinde, kimi beşerî konularda Kutadgu Bilig’in
Orhon Yazıtlarında savaşlarda düşmanın karısını ele geçirmenin ve zapt
etmenin düşmanı küçük düşürücü bir eylem kabul edilmesi (Tekin, 2006:
59,65,67) ile kadın bedenine bakış arasında tabii olarak bağlantı
kurulabilir.
37
52 | Muhammet Atasever
sunduğu bu görüşlerin, bugün için kabul edilemez olduğu
söylenebilir (2007a: 197).
Öteden beri vefasız sayılan; meyvesi zehir olan ve zahmetle
süren-yetişen ağaca benzeyen kadınlara karşı erkekler, iştiha ve
ihtiras beslememeleri hususunda ise üzerine basılarak uyarılır.
Çünkü kadınlar yüzünden, nice bin kudretli ve erlerin eri; nice al
yanaklı ve yüzü sıhhatle pırıl-pırıl parlayan erkekler, binlerce nâmlı
ve şöhretli kahramanlar mahvolup toprak olup-gitmişlerdir.
Kadınlar onları diri-diri yere gömmüşlerdir. Eserde, tehlikelerinden
ari olmak için kadınlara saygı göstermek ve ne isterlerse verilmesi
gerektiği de öğütlenir. Yusuf Has Hâcib fikrini daha da sertleştirerek,
kadınları zapt ve rapt altına almanın mümkün olmadığını; onlarla
ancak her şeyi koruyan Tanrı’nın başa çıkabileceğini kaydeder
(1985: 327).
Henüz yeni doğan kız bebek-çocuk dahi nazlı, ele avuca
gelmeyen anlamında, teşbih ile tilkiye (Kâşgarlı Mahmud, 2015:
186) benzetilirken; kadının bir adının da işve, cilve yapmak
anlamındaki kılın- kelimesinden türeyen kılnu (2015: 170,356)
olması tabiidir. Nazı ve şuh edası, ona ad olmuştur. Esasen huy
demek olan kılınç, (2015: 500,277) kadının bu işveli ve cilveli halini
gösterir bir sıfata ve bir fiile kılınçlan- bürünür; lâkin kadına üküş
kılınçlanma (2015: 500) denilerek çok nazlanmanın da Türk kültürü
ile örtüşür biçimde bir faydası olmayacağı hatırlatılır.
Kadın, fettan olup sevdiğine mecazen etkileyici oklarından atsa
da; atgalır oknı aza.k/tegmedi bu sāw uşa.k Bu fettan kadının, azmış
okunu bana doğru atmak istediği söylentisi bana ulaşmadı (Kâşgarlı
Mahmud, 2015: 239); utanma ve hayâ toplumun da ondan
beklediği, onun en belirgin vasıflarındandır. Kadınlara özel, bir
şeyden utanınca kullandıkları bir ünlem dahi yû (2015: 440) eserde
zikredilir. Türklerin İslam olmalarının altında yatan bir sebep de
kadınların iffet, haya ve şereflerine saygı yönünden İslam’a
benzeyen bu yönleridir (Tanyu, 1978: 129).
Kadından utanma ekseninde susması ve sorulmadıkça
konuşmaması da istenir. Dilin zararı insanın hayatına bile mal
olabilir. İnsanın konuşması için kendisine bir şey sorulmuş olması
gerekir, aksi takdirde insan ağzını açmamalıdır. Kutadgu Bilig’e göre,
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 53
sormak-erkektir, cevap vermek ise dişidir (Yusuf Has Hâcib, 1985:
81). Buradan kadınların soru sormamalarına olumlu bakılmadığı
açıktır. Kâşgarlı ise bu konuda ayrım yapmadan, dili faziletli olma ile
ilişkilendirir ve dilin zararı yahut faydası anlamına gelebilecek Erdem
başı tı.l. (2015: 52) atasözünü zikreder.
Her ne kadar utanma vasfı kadına ait görülse de erkeğin de hayâ
sahibi olması beklenir. Dîvân’da ekseriyetle kadın-erkek ayrımı
gözetilmeden kullanılan er sıfatı, bir örnekte utanma ifade eden ır38
sözcüğü ile birlikte kullanılır: Er ır boldı/turkundı “Adam utandı”
(Kâşgarlı Mahmud, 2015: 16,308). Benzer biçimde kişi kelimesi de
çok utangaç ve namuslu anlamına gelen uwutlug sıfatı ile bir
tamlama oluşturacak şekilde verilir, çok utangaç ve namuslu adam:
uwutlug kişi’dir (2015: 75).
Kutadgu Bilig’in hemen tamamında öğütler, misaller, kötü
huylar-adetler ve meziyetler insan üzerinden verilir ve cinsiyet
ayrımına gidilmez. “Yap, bil, gör, kullan, gözet, kes, söyle, çık, daya,
et, dinle, ol, çalış, bak, tut, dur, kaç, öğ, atma, olma, bağışla, yedir,
içir, güvenme, inanma, sabret, yaklaşma, durma, bulun, koy” gibi
ikinci tekil şahıs -sen- ve emir kipi ile doğru yola, hedeflenen ahlaklı
yaşama varmayı dileyen kimselere hitap edilir. Atebetü’l-Hakâyık’ın
tamamında Kutadgu Bilig’e paralel biçimde bilgili-bilgisiz, boşboğaz-dilini tutan, cömert-hasis, mütevâzî-kibirli, haris, vefasızdost, iki yüzlü, hüner sâhibi, hünersiz vs. zıtlık sıfatları varken, bu
sıfatlara herhangi bir erillik yahut dişilik katmadan, erdem vurgusu
ile insanoğlu, “adam, kimse” gibi ifadeler eklenerek verilir.
Yusuf Has Hâcib’e göre, erkek de öncelikle gözünü haramdan
muhafaza ederek hayâsını korumalıdır: Göz görmezse, gönül arzu
etmez; ey oğul, gözün görürse, gönlün arzular. Gözünü gözetirsen,
gönül bir şeye akmaz; arzu etmeyince de, insan hiçbir şeye kapılmaz
(1985: 327). İnsanı saadet güneşine erdirecek üç şeyden biri de iyilik ve doğruluğun yanında- hayâdır. İyilik, doğruluk ve hayânın
birleştiği insan mes’ûd olur. Hayâ ayrıca türlü densizliğe engeldir.
Hayâsızlık ise çok fena bir hastalıktır (1985: 128). Sofrada erkek ve
ırra, uwut, uvut, u.tunç utanma, hayâ (Kâşgarlı Mahmud, 2015:
18,24,40,66); utan- (2015: 98); uyat- (2015: 104); uyal- (2015: 121); turkug
(2015: 202).
38
54 | Muhammet Atasever
kadınların ayrı oturtulması da bunun gereğidir. Bu konuda kadın ve
erkek eşit tutulur: Yemekte, içmekte kadınları erkeklere katma; eğer
katarsan ölçüyü kaçırırlar (1985: 327).
Dîvân-ı Hikmet’te, kıyametin yaklaştığı bu zamanda Hoca
Ahmed Yesevî, hayânın kayboluşunu kadın-erkek, büyük-küçük ayırt
etmeden verir; “Kız ve zayıf gençlerden hayâ gitti” (2016: 194). Âhir
zaman bahsinde de benzer fikir yinelenir; “Utanma ve hayâ gitti
büyük-küçüklerde” (2016: 371). Ayrıca, âhir zaman şeyhlerinin
yaptığı yanlışlar üzerinden de erkeğin hayâ sahibi olması gerektiği
anlaşılır: “Meclisine kadınları getirirler/Halka kurup, karşısında
otururlar/Derdin var diye o kadına dokunurlar” (2016: 421).
Göğüslerine üflerler, kara ciğer, yürek ve ak ciğer bölgelerini
elleriyle ovarlar, aklî dengesi yerinde değil ise tecavüz dahi ederler
(Hoca Ahmed Yesevî, 2022: 207).
Konuların çoğunlukla âşık-mâşuk, cân-cânân ikilemeleri ile
işlendiği hikmetlerde ayrım edep üzerinden yapılır ve iki türlü cân
vardır. Doğru yolda olan canların vasıfları; fakîr, garîb, yetîm,
ümmet, Akıllı, pîr-i kâmil, mürşid-i kâmil, erenler, emr-i mârûf ve
nehy-i münker edenler, gerçek âşık, âlim, ârif, kemâl sâhibi, mertler,
kul, sevgili, molla, dervîş, şeyh, bilgeler, tâlip, zâhid, rûhlar, tâlip,
zâkir, yiğit, mürîd, kullar, yârânlar, fakîr, hakîr, esîr, şâd, handân,
cömert, merdân iken; doğru yoldan çıkanların sıfatları ise benbenlik güden, dünyaya tapan, soysuzlar, yalancı/sahte âşık, sahte
sûfî, arsız, günâhkâr, âşksızlar, sahte ümmet, câhil, zâlim, müşrik,
imânsız, fâsık, fâcir, âsî-câfî ümmet, âsî kul, yalancılar, sapıtmışlar,
yoldan azanlar, tersâ, kâfir, muhabbetsiz, münâfık, tevbesizler,
tersâ, yahûdî, cimri, soysuz cimri, dünyâperest soysuzdur.
Kutadgu Bilig’de, bütün mevkilerde istenen insanların -bey,
vezir, hacib, elçi, hazinedar, kapıcıbaşı, katip, aşçı-başı, içkici-başı,
kadı vs.- en mühim vasfı hayâdır; bütün güzel huy ve hasletleri -akıl,
bilgi, hayâ, naziklik, idrak vs.- ifsad eden nesne ise içkidir (Yusuf Has
Hâcib, 1985: 149,151,152,163). Yusuf Has Hâcib, önemine binâen;
hayâ, hayâ sahipleri ve hayâ sahiplerinin faziletleri hakkında fiziksel,
ruhsal, zihinsel, toplumsal yansımaları ile birlikte çok uzun izahatlar
yapar: İnsanların seçkini hayâ sâhibi olanıdır; hayâ sâhibi olan
kimse, insanların başıdır. Kimde hayâ varsa, ona her işi teslim et;
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 55
insan hayâ ile küstahın yolunu tıkar. İnsanların aşağısı - hayâsız
adamdır; hayâsızın dili doğru söz söylemez… Hayâsız adamdan uzak
dur, uzak; hayâsız inkâr eden gözdür. Hayâsızın yüzü, dikkat
edersen, etsiz bir kemiktir; hayâsızın özü ise, kapanmaz bir gediktir.
Hayâ ile insanın şerefi artar; hayâ sâhibinin bundan dolayı gözü
parlar. Hayâ sâhibi olan insan kötü iş yapmaz, münâsip olmayan
şeylere yaklaşmaz ve başkalarına kabalık etmez (1985: 182). Tanrı
kime hayâ ve iz’ân vermişse, ona devlet ile birlikte bütün şerefleri
vermiş demektir. Bütün uygunsuz işlere mâni olan hayâdır; bütün
iyi işlere ulaştıran da hayâdır. Bu hayâ ne kadar iyi bir şeydir ve insan
için ne büyük bir zînettir; hayâ insanı her iyi işe sevkeden bir
vâsıtadır (1985: 152). Hayâ olmazsa, insan küstah ve âdi olur; hayâ
sâhibi insan dürüst hareket eder (1985: 194). İnsanı yakışıksız
işlerden alıkoyan hayâdır; kötü tabiatlı insanları düzelten de yine
hayâdır (1985: 204).
Sıkılganlık ve utangaçlığın umumi olduğu Türklerde (Gökalp,
2007ç: 505), hayasızlığın bir çeşidi olan zinaya hiç yer yoktur. Zina
eden yahut bir kadının onuru ile oynayan kimseler türlü usullerle
ağaca, atlara kol ve bacaklarından bağlanarak ölümle
cezalandırılırdı (Roux, 2011: 232).
Dîvân-ı Hikmet’te, hayâ gibi, İslamiyet’in vecibelerinin
öğrenilmesindeki farziyette de kadın-erkek ayrımı yapılmaz.
Müslüman kadın ve erkeğe ilim öğrenmek farzdır (Hoca Ahmed
Yesevî, 2016: 331).
Kadının ayrıca ev işlerinde mahir olması gerekir. Kadın un eler:
ura.gut un elgendi (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 116); tandırda ekmek
yapar: işle.r ötmek yaptı (2015: 375); yünle uğraşır: ura.gut yıp çöjdi
(2015: 235); ip eğirir ki bu Dîvân’da kadının en fazla iştigal ettiği iştir:
Bu eşle.r ol telim yıp egirge.n/Ura.gut yı.p eğirdi/ura.gut yıp
egrindi/egirise.di ura.gut yıp tıwrattı (2015: 81,91,115,132,336).
Onun işi esasında iğne ve iplikledir: işle.r yigne sapındı (2015: 276).
Dîvânu Lügâti’t-Türk’te sosyal yaşamda gerçekleşen fiil ve var
olan olgular üzerinden örnekler verilirken, yer yer şiir ve çoklukla
atasözleri ile kelimeler örneklendirilir. Genellikle beşik sallamak
56 | Muhammet Atasever
(Kâşgarlı Mahmud, 2015: 110), un elemek (2015: 111), çocuk39
yetiştirmek (2015: 113), konuklamak (2015: 123), elbiseye astar
yapmak (2015: 126), un yoğurmak, hamur pişirmek (2015: 528,
126), elbise dikmek (2015: 239,258), yün ditmek (2015: 257), ev
süpürmek (2015: 300,344), elbise ütülemek (2015: 458), kumaş, bez
dokumak (2015: 8) gibi fiiller ve türlü sıfatlarda çoğunlukla erkeklik
dişilik farkı yoktur; bu, zikredilen örneklerdeki bağlamdan anlaşılır
(2015: 228).
Kadınlar kendi aralarında birbirlerinin saçlarını yolarak kavga
etseler de ikki ura.gut meŋdeşdi (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 513);
korkak, zayıf, gevşek, iktidarı elinde tutamayan bireyler olarak
toplum zihninde yer ederler: ol anı çanaçla.dı o, onu zayıf, kadınsı
ve gevşek kabul etti (2015: 482). Kutadgu Bilig’te de harpte korkak
olan kimseler kadınlara benzetilir. Korkak askerler ise orduyu
bozarlar (1985: 171). Genç kızlara benzetilen dünya, gelinlere de
benzetilir. Gelin, süsü ile kocasının gönlünü heyecanlandırıp çeler.
Kocası ona biraz meyledecek olsa huysuz bir acûzeye döner,
kocasının yakasına ve yenine yapışır, dırdırının ardı-arkası kesilmez
(Yusuf Has Hâcib, 1985: 258,260).
Ayrıca sözünden dönmek de kadına özgüdür, erkek sözünden
dönmez: Erkek insan verdiği sözden geri dönmez; sözünden
dönenleri sen kadın bil (Yusuf Has Hâcib, 1985: 367).
Atebetü’l-Hakâyık’ta, cehâlet kadın, bilgi ise erkek ile
ilişkilendirilir. Kadın bilgi sahibi olunca cinsiyeti değişir ve erkek olur,
erkek câhil olunca yine cinsiyeti değişir ve kadın olur: Bilgili dişierkek ve câhil erkek-dişidir (Edib Ahmed B. Mahmud Yükneki, 1951:
86).
Zayıf, korunmaya muhtaç, korkak, sözünden dönen, bilgisiz,
huysuz, acûze, yakaya yapışan, dırdırcı gibi kötü vasıflar yüklenen
kadının öz malından faydalanmak, toplum nazarında erkek için onur
kırıcı, küçük düşürücü bir durum sayılır. Hz. Muhammed (sav)’in eşi
Hz. Hatice (ra)’nin malını alıp kullanmasının, muhtaç olmak fiili ile
verilmesi, bu bilinçaltının yahut daha doğru bir deyişle bilincin
emaresidir: “Hatice mâlını alıp, muhtâç olan Muhammed” (Hoca
39
Her şeyin yavrusu (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 164).
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 57
Ahmed Yesevî, 2016: 391). Buradan erkeğin evin geçimini
sağlamakla görevli olduğu, kadının mülkü ile iş görmenin ise
muhtaçlık kabul edilmesi, erkek egemen bir fikrin yansımasıdır.
Modern çekirdek ailede çocukların doğum, bakım ve
yetiştirilmeleri için en iyi ortamı sağlamak (Sezal, 2012: 144)
ebeveynlerin görevi olsa da ilk Türk İslam eserlerinde bu ödevler
ekseriyetle kadına verilir. Kadın, meşru zeminde cinsel birlikteliği
sağlayan eş, çocuğu doğuran ve tabii olarak çocuğun bakımını
üzerine alan kişidir.
Dîvânu Lugâti’t-Türk’te, kadının asli vazifelerinden birisi de
eşine bir evlat vermek, çocuk sahibi olmak hülasa doğurmaktır.
Hamile kadın yüklü er yük kötürdi40 (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 253)
olarak düşünülür, doğum kadın için sancılı ve ağrılı bir süreçtir:
ura.gut iglendi41 (2015: 117); doğurma eylemi ise yükü bırakmak,
sıkıntıdan kurtulmak sayılır: ura.gut ogul togurdı/ura.gut yeni.di/bu
ura.gut ol yeni.gü/ura.gut kutuldı/kurtuldı (2015: 254,386,
364,267,301). Dîvân’da, erkeğin eşinin doğumuna yardım
ettiğinden bahsedilmesi er ura.gutnı yeniltti (2015: 332) kadının
yalnız kalmadığına, eşinin ona bir yardımcı olduğuna dair ciddi ve
kıymetli bir detaydır. Bu bağlamda Yusuf Has Hâcib’in; eşinin
yükünü yüklen, gönlünü kırma; sözünü unutma, bunu dâimâ göz
önünde tut (1985: 308) nasihati de müşterek yaşama işaret eden bir
alamet sayılabilir.
Eski Türk medeniyetinde kadınların yüksek hukuka mâlik
olması mâderi batının Türklerde uzun müddet devam etmesinin
neticesinde (Gökalp, 1982: 239) analık görevi, Türkler arasında
kadına büyük değer sağlamış, destanlar onu ilâhi bir varlık, bir dişi
Tanrı gibi düşünmüşlerdir (Demirel, 1995: 87). Eski Türk ailesinde
birey, cinsiyet, yaş, medeni durum ve çocuk sahibi olup olmamasına
göre toplumsal manada kimlik ve değer kazanabilirdi. Bu hususen
kadın için böyle idi. Çocuk sahibi olan kadın, annelik vasfına kavuşur
Adam yük taşıdı (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 253) anlamı da vardır.
Adam yavaş yavaş hastalanınca da aynı fiil (Kâşgarlı Mahmud, 2015:
117) kullanılır.
40
41
58 | Muhammet Atasever
ve kıymeti artardı. Dîvân’da çocuğu olan kadını -anne- karşılığı ebe;
uma42; ana (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 41,44,45) kelimeleri karşılar.
Erişkin
dişi-analık-ev
yönetimi-hizmetçi
sözcüklerinin
bağlamsal olarak çağrışım alanlarına bakılacak olursa bir toplumsal
cinsiyet rolüne gönderimde bulunduğu görülür. Kadın toplumun bir
bireyi değil, toplumun işleyişine ve sürdürülebilirliğine hizmet
ederek katkıda bulunan kişidir (Akata, 2019: 2279). Bu sebepten
geleneksel ailenin yapısı içinde en önemli üye kadındır. Fakat gerek
aile içindeki gerekse toplumdaki statüsü, üretim fonksiyonu ile
orantılı değildir. Kadının aile ve toplum içindeki statüsü çocuklarının
sayısı ve yaşlılık ile yükselir (Ortaylı, 1991: 75). Çocuk, doğurganlık
göstergesidir, eski Türk hikâye ve destanlarında görülen doğum,
kısırlık ve çocuk sahibi olma ile ilgili inanç ve uygulamalar (Günay,
Güngör, 2009: 102), günümüzde evlilik çağına gelen genç kızların
evlendikten sonra çocuk doğurup doğuramayacaklarını öğrenmek
amacıyla yapılan türlü pratikler (Aça, Yolcu, 2021: 359), Anadolu
köylerinde halen kına gecelerinde, kızın kınasını; başından bir nikâh
geçmiş, çocuklu, hiçbir çocuğu ölmemiş ve evlilik hayatında bahtiyar
olmuş bir kadının yakması (Saussey, 1952: 24) hem geleneksel bir
kanı olarak, kısırlığın-doğurgan olmamanın erkekte olamayacağı,
kusurun kadında arandığını (Maden, 1991: 217) hem de bu rolü
yalnızca kadının gerçekleştirdiği gibi toplumsal bir algıya işaret eder.
Çocuk sahibi olmanın var olma ile yok olma arasında bir eylem
olması, çocuk sahibi olmak isteyen aileleri geçmişte ve günümüzde
birtakım âdet ve ritüelleri yerine getirmeye itmektedir. Bunlar;
attan aygır, deveden buğra, koyundan koç kesip tepe gibi et yığmak,
göl gibi kımız sağdırmak, ulu toy eylemek; aç görse doyurmak,
yalıncak görse donatmak; kuru kuru çaylara su salmak, kara donlu
dervişlere nezirler vermek diye formüle edilmiştir. Bu formüle
sözlerde hem eski din ve inanışların hem de yeni benimsenmiş olan
Müslümanlığın izleri vardır (Oy, 1992: 588).
Kadın elbette yalnızca doğuran değildir. Kutadgu Bilig’te, anne
bir çocuğun tabiatını belirlemede başat unsur kabul edilerek bu
anne karnına kadar uzatılır; hatta bu özelliklerin ancak mezarda
Kâşgarlı bu kelimenin Arapçadan kaldığını düşünür (Kâşgarlı Mahmud,
2015: 44).
42
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 59
kişiyi terk edeceği söylenir: iyi insan anadan doğma iyi, kötü insan
doğuştan kötü olabilir. Ana karnında teşekkül eden tabiat ve terbiye
ancak kara toprak altında insanı terk edip gider (Yusuf Has Hâcib,
1985: 74). Anne karnı dokuz aylık bir istirahatgâh yahut yalnızca
bedenen ve zihnen gelişim yeri değil aynı zamanda ruhun da
beslendiği, şekillendiği yerdir. Eserde bilginin ise doğumdan sonra
kazanıldığı belirtilir: anadan doğan bilgisiz doğar, bilgi öğrenir ve
böylelikle itibar kazanır (1985: 129). Bu bağlamda çocuğun iyi veya
kötü olması daha dünyaya gelmeden, ana rahmine hususen kadına
bağlanır ve müstakbel annesine bir kordon ile bağlanan bebeğin,
annesi ile münasebeti toprağa, yeniden bir rahme girinceye kadar
devam eder.
Dîvân-ı Hikmet’te ise ana rahmi -ogulcuk43- bedene ruhun
üflendiği yerdir. Bebeğin buradaki macerası dokuz ay, dokuz gün
sürer (Hoca Ahmed Yesevî, 2016: 48). Zahid kullar, gerçek âşıklar ise
doğduklarında gerçek yurtlarından ayrıldıkları için ağlayıp matem
tutarlar (2016: 137,469). Ayrıca, “Ana rahmine düş!” hikmetlerde
ilahî bir hitap olacak kadar önemsenir (2022: 57).
Doğumu hayatın başlangıcı kabul eden Yusuf Has Hâcib de
bu fiili, Yesevî gibi ölüm ile birlikte anar. Ona göre, her ölüm başka
doğumların müjdecisidir. Doğum esasen insanın ölümlü olduğunu
ve dünyanın, sahip olunanların da geçiciliğine işaret eder. Doğarken
aciz olan insan oğlu ölürken de aynı acziyet içerisindedir. Karından
çıkan birey yeniden karna girecektir. Anne karnındaki bebekler,
dünya sofrasından faydalanabilmek için, sofradan kalkması
gerekenleri, rızkı tamam olanları zorlar (1985: 117,119,171,384).
Eserinde ayrıca gençliğin ve hayatın geçiciliğinden de bahseden
Hâcib, dünyayı bir rüya gibi kabul eder, bu rüyadan uyanmak ise
çabucaktır (1985: 28).
Kutadgu Bilig’e göre oğul-kız (çocuk), hakikatte, gören gözün
nurudur (Yusuf Has Hâcib, 1985: 94), ölüm döşeğinde, zor
zamanlarda onların yokluğu hissedilir “çoluk-çocuk hani” (1985:
251); “oğlun, kızın nerede” (1985: 274) diye sual edilir. Dîvânu
Lugâti’t-Türk’te de çocuk, erkek ve kız ayrımı yapılmaksızın, anne43
Kadının rahmi (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 77).
60 | Muhammet Atasever
baba ve topluma Allah’ın bir bağışıdır: Teŋri ogul togturdı (Kâşgarlı
Mahmud, 2015: 282). Ana rahminin hem kız hem de erkek çocuğu
karşılayan bir ifade ogulcuk (2015: 77) olarak verilmesi de bunu
gösterir. Karında bebeği kaplayan zar kāp ile beraber doğan çocuk
mübarek sayılır ve ona kāplıg ogul adı verilir (2015: 407). Ayrıca
uma.y adı da verilen ve kadın doğurduktan sonra karnından çıkanhokkaya benzeyen bu şeyin44, karında çocuğun yoldaşı olduğuna
inanılır (2015: 61).
Kız ve erkek çocuğun zikredilen cümlelerde ayrımının
yapılmadığı görülse de Tünle bulıt örtense ewlük urı keldürmişçe
bolu.r taŋda bulıt örtense ewke yagı kirmişçe bolu.r45 (Kâşgarlı
Mahmud, 2015: 115) atasözünde kadının erkek çocuk doğurmasının
uğur sayılması; çocuğun eşine hürmet gösteren kişinin, erkek çocuk
sahibi olacağını düşünerek, kadınların bu hürmetlerinden ötürü iyi
bir istikbâl -erkek çocuk- ummaları: Uma.yka tapınsa ogul bulu.r46
(2015: 61), erkek çocuğun üstün tutulduğunu, arzulandığın gösterir.
Günümüzde bazı yörelerde gelinin kucağına erkek çocuk verilmesi
yoluyla doğacak çocuğun cinsiyetini belirleme gibi uygulamalar, bu
ayrımın devam ettiğini açıkça göstermektedir (Kalafat, 2010: 252).
Burada Türklerin Şamanist oldukları dönemden kalan mitolojik
bir varlık Umay’ı da görürüz. Kâşgarlı47 ise Umay’ı kadının eşi olarak
vermekle yetinir (Bayat, 2008: 137-138). İslamiyet ile birlikte de
kültürün değişen dönüşen bir çok öğesi gibi Umay, yerini Fadime
(Fatma) Ana’ya bırakır (Kalafat, 2010: 242-243).
Ayrıca bir gelenek olarak, kadın doğum yaptığı zaman ebeye
kinayeli bir biçimde tilkü mü togdı azu böri mü diye sorulması da
erkeğin istenen, muştularla beklenen evlat olduğunu gösterir.
Halk ağzında bebeğin eşi yahut modern tıpta plasenta.
Geceleyin bulutlar kızarsa; kadın, erkek çocuk doğurmuş gibi olur.
Sabahleyin yanarsa, saldıran düşman eve girmiş gibi olur, İkincisini
uğursuzluk sayarlar (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 115). Konunun mitolojik
boyutu için bkz. Bayat, 2008: 143-171.
46
Ona hizmet eden erkek çocuğa sahip olur. Kadınlar ondan iyi fal
(gelecek) umarlar (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 61).
47
Dîvânu Lugâti’t-Türk’te yer alan Şamanizm’e ait kelimeler için bkz. İnan,
1998g: 317-321.
44
45
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 61
Kâşgarlı bu kinayeli sorudan kastı şöyle açıklar: Yani “tilki mi doğdu”
denir ve bununla kız kastedilir. Çünkü onda (kızda) naz ve ele
gelmeyiş vardır. Böri mü sözü de “kurt mu” demektir; bununla ise
yiğitliğinden dolayı erkek çocuk kastedilir (2015: 186).
Kadın doğurduktan sonra, lohusalık döneminde ona
ka.gut/kavut48 adında, Dîvân’da tarifi de verilen akdarıdan yapılan
özel bir yemek hazırlanır (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 174,415).
Kâşgarlı, bir de yalnızca kadınları yediği, ciğere yapışık olan bezemsi
bir et yuŋ’dan bahseder (2015: 494); ancak bununla ilgili detaya
girmez.
Eşine çocuk verme rolü ile var olan kadının doğuramaması
durumu, görevini yerine getiremiyor kastıyla onun kabahati kabul
edilir ve kadın, toplum tarafından kısır (Kâşgarlı Mahmud, 2015:
156) ile sıfatlanır. Yalnızca kadının kısır olabileceği, erkeğin böyle bir
problem yahut toplumsal kabul ile eksiklikten azade sayıldığı ön
kabulünün görüldüğü bu ifadede, bir diğer nokta kelimenin
doğurma kabiliyeti olmayan hayvanlar için de ortak kullanılmasıdır.
Çocuk sahibi olmak güç ve iktidarın devamı, ailenin özellikle
babanın adının yaşayacak olması, işlerin devri açısından önem arz
eder. İşlerini yapan oğul ve uşağı çok olan ve rahat yaşayan kişi için
söylenen bir atasözü bunu ispatlar: Köze.gü uzu.n bolsa elig
küyme.s49 (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 194). Kutadgu Bilig’de, insanoğlunun neslinin kesilmesinden (Yusuf Has Hâcib, 1985: 266)
korkulur. Bu sebepten insan evlenmeli ve bir çok çoluk-çocuk sâhibi
olmalıdır; zira “evlatsızdır” demek, insan için bir hakarettir… Neslin
kesilmemesinin çâresi ise bir çok rolü yüklenen kadındır. Evlâtsız
insanın, ölünce, neslinin kesilmesi, dünyadan adının silinecek olması
ve yerinin boş kalması (1985: 247) ölüm döşeğinde dahi ıstırap
vericidir, evlatsız kalmak pişmanlıktır. Eserde, Öğdülmiş, KünToğdı’ya hususen neslinin kesilmemesi için dua eder: “Tanrı senin
neslini kesmesin” (1985: 459).
Akdarı kaynatılır, sonra kurutulur, sonra da öğütülür. Yağ ve şekerle
karıştırılır (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 174,415).
49
Tandır demiri uzun olsa el yanmaz (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 194).
48
62 | Muhammet Atasever
Soylu olmak, nesebi veya kökü derin olmak tṻplüg yıldızlıg50
(Kâşgarlı Mahmud, 2015: 366) önemsenir: er yıldızlandı51 (2015:
394). Çocuk ve özellikle kadın da asîl nesepli, nesebi-soyu temiz
(Yusuf Has Hâcib, 1985: 19,94,222) olma amacı için bir araçtır.
Doğuştan merd ve insan olup, yükselecek olan çocuğun daha
küçükken bütün alâmetleri belirirken (1985: 127); vefâlı, zarif olma
gibi hemen bütün vasıflar soy-sopun iyi ve temiz olmasına (1985:
149,182,164-165), hülasa başta anneye sonrasında babaya
bağlanır.
Dîvân-ı Hikmet’te soysuz, bir hakaret sözü olarak kullanılır.
Hakk’tan kaçan-korkmayan, aşksızlara, dünyaya tapan kişilere,
cimrilere, gafil kullara; soysuzlar, hayvan soylu (Hoca Ahmed Yesevî,
2016: 45,72,154,248,297,315,322,417,427,429,493) diye hitap
edilir. “Namâzsıza, ibâdetsize vermez kuvvet/Ameli zayıf, kendisi
ayıplıya vermez himmet/Rızkı noksan, kendisi soysuz olan görmeye
devlet” (2016: 276) hikmetinde ise böyle kimselere beddua edilir.
Zikredilen soysuz kimselere Allah nazar etmeyip kapısından kovarak
cezalandıracaktır (2016: 416). Hz. Muhammed (sav) ise saf, temiz,
pâk ve günahsız olması nedeniyle melek soylu olarak vasıflandırılır
(2016: 489).
Soylu olmak bu denli önemsense de; Kutadgu Bilig’de iyi olmak,
iyiyi ve iyiliği aramak soy ve asâletten öne konur (Yusuf Has Hâcib,
1985: 256). İnsanları bey ve kul olarak ayırmayan Hâcib (1985:
28,69), asil insanı bey ve âlim olarak verir (1985: 30), insanın değeri
ise bilgi, akıl ve anlayışı (1985: 22) ile ölçülür. Atebetü’l-Hakâyık’ta
ise bilgi, nesepsiz için, yerilmez bir neseptir (Edib Ahmed B.
Mahmud Yükneki, 1951: 87).
Gökalp’in “kadın dini” unvanını almaya layık saydığı eski Türk
dininde, Türklerde mâderi nesep ön plânda (2007c: 112) yahut ana
soyuyla baba soyu kıymetçe birbirine müsâvî (2007a: 273) sayılsa
Nesep kökü derin olan insan (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 366).
Adam, sanki bir yerde kökleri uzamış gibi kök saldı veya soyca köklü hale
geldi (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 394).
50
51
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 63
da52 Kutadgu Bilig’de soylu olmak babaya atfedilirken, soyun kötü
olması anneye mal edilir: Kimin soyu babadan temiz ise, ondan
memlekete iyilik ve fayda gelir. Eğer ana hırsızlık suyunu gizlice alır
ve bundan bir oğul doğarsa, o memleket için bir âfet olur (Yusuf Has
Hâcib, 1985: 412).
Sosyolojik olarak, kadın ile erkeğin toplum içindeki yerlerinin
geçirdiği evrimi görmek için, her iki cinsin üretimde üstlendikleri
görevlere, maddi üretime yaptıkları katkılara dek uzanmak gerektiği
(Tayanç, Tayanç, 1977: 12) düşüncesi var olsa da İslamiyet öncesi ve
sonrası kadın, Orta Asya’dan Anadolu’ya hem geleneksel ve hem de
kentsel kesimde daima erkekten aşağı bir toplumsal statüde
kalmıştır (Tezcan, 1974: 84).
Dîvânu Lugâti’t-Türk’te, evlatlık alma gibi bir kurumun varlığı
görülse de çocuk sahibi olamama neticesinde mi, yoksa kimsesiz
kalan çocukları sahiplenme adına mı böyle bir fiile başvurulur
anlaşılmaz. Evlatlık alınan çocuklarda cinsiyet ayrımı gözetilmezken,
evlatlık alan kişinin yalnızca bir yerde erkek olduğu anlaşılır: beg
mini ogul tutundı53-baldır ogul54 (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 274,199).
ol/er anı kızlandı55-baldır kız56 (2015: 306,307,199), tutunçu/kaŋsık
ogul57 (2015: 500,504).
Evlâtlık, eski devirlerde ancak yabancı boylardan alınmıştır.
Orta-Asya ve Sibirya göçebe kavimlerinin evlâtlık alma törenlerinde
muhafaza edilen unsurlar bunu ispat ediyor. Lâkin bu Romalılar ve
Araplarda var olan “döl alma” âdeti gibi değildir. Zîra Türk kadınının
ismeti ve iffeti İbn Fadlan, Plano Karpini, Marko Polo gibi seyyah ve
araştırmacıların eserlerinde kendisine yer bulmuştur (İnan, 1998c:
316).
Şamanların kadın olması yahut kadın gibi giyinmesi, saçlarını uzatması,
sesini değiştirmesi hatta doğuruyormuş taklidi dahi süreç içerisinde buna
bağlanabilecek unsurlardır.
53
Beg beni evlatlık alıp oğul edindi (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 274).
54
Üvey oğul (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 199).
55
O/adam, onu evlat edindi, yani onu kız olarak aldı (Kâşgarlı Mahmud,
2015: 306,307).
56
Üvey kız (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 199).
57
Adamın evlat edindiği oğul/evlatlık (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 500,504).
52
64 | Muhammet Atasever
Doğuran kadının ikincil vazifesi ise doyurmak yani emzirmektir.
Emzikli kadına emiglig58 eşle.r (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 79) buradan
aynı memeden emen çocuklara ise meme arkadaşı anlamında
emigdaş59 (2015: 175) denir. ura.gut oglıŋa sṻt emüzdi/kenç ana.sın
emdi/emişe.di /ura.gut kençke sṻt sorılttı (2015: 92,88,124,328);
ura.gut oglın beşiktin yördi (2015: 375,427) cümlelerinde çocuk
anlamında ogul/ogıl/kenç kelimelerinin kullanılması annenin bu
fiillerinde cinsiyet ayrımı gözetmediğini gösterir. Ayrıca emiglig
ura.gut küse.gçi bolu.r (2015: 79) atasözünde emziren kadının
iştahının açık olacağı belirtilirken kadının sütü bazen çekilir yani
biter: sṻt soguldı (2015: 268,278).
Kutadgu Bilig’de, emzirmek tek başına somut bir fiil ve çocuğun
birincil ihtiyaçlarından birini karşılamak olarak addedilemez. Anne
sütü ile tıpkı ana rahminde olduğu gibi çocuk annesinin ruhundan
kendisine iyi veya kötü huylar edinir. Bu huylar onun mezara kadar
taşıyacağı kişiliğini şekillendiren unsurlardan birisi olur ki bu
bağlamda eserde bir atasözü de verilir: Eğer iyilik ananın ak sütü ile
insanın rûhuna girerse, o ölünceye kadar doğru yoldan çıkmaz
(Yusuf Has Hâcib, 1985: 74). Öğdilmiş’in faziletleri de anne
sütünden gelir: Bu iyi ahlâkı ananın ak sütü ile kazanmışsın (1985:
420). Sütle sinen kemikle gider (Kulzhanova, 2011: 371) atasözü, bu
fikrin günümüze yansıyan halidir.
Türk aydınının; terbiyeli bir pederin çok defa terbiyesiz bir oğlu
ve terbiyesiz pederin terbiyeli oğlu olduğu görüldüğü halde,
terbiyeli validenin terbiyesiz oğlu veya terbiyesiz validenin terbiyeli
oğlu pek nadir görülür (Şemsettin Sami, 1992: 1032) çıkarımı
yukarıda görülen geleneksel duruş anlamında isabetli olmasının
yanı sıra bilimsel manada da önemlidir. Modern araştırmalara göre
de babanın rolü kabul görmekle birlikte, ilk rehber annedir ve bu
rehberliğe sağlıklı bir hamilelik dönemi de dahil edilir. Anne çocuk
ilişkisinin yetersiz olması çok sakıncalı görülür (Çakmaklı, 1995:
140). Denilebilir ki hamilelik, emzirme ve annelik süreçlerinde
emig yalnızca kadın memesi değildir; erkek memesine de emig adı verilir
(Kâşgarlı Mahmud, 2015: 34).
59
Aynı karından olan iki çocuğa ise karın arkadaşı anlamında karındaş
(Kâşgarlı Mahmud, 2015: 175) denir.
58
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 65
Türk’ün kadına bu açıdan görece değer veren bakış felsefesi, ilmi
disiplinler açısından ispatlanabilir niteliktedir.
Analık vasfı ile yüksek övgülere mazhar olan kadın, çocuklarını
emzirmede -toplumsal bakışın da tesiri ile- günümüzde yanlı bir
tutum sergiler; kız bebeklerin erkek bebeklerden daha az
emzirilmesi (Tezcan, 1974: 79) toplumsal cinsiyet bağlamında
dikkate değer bir noktadır. Zira anne sütü değerlidir, faydalıdır ve
kutsallığına inanılır. Anadolu’da “sütü bozuk” deyimi ile anne sütü
emmemiş, sair hayvanların sütünü içmiş kimselerin kastedilmesi
(Tezcan, 1997: 43) anne sütünün muhteremliği ve bebeğe olumlu
özellikler aşılayacağına işarettir.
Avrupaî ve modern (!) toplumlarda çözülen aile birliği, dağılan
kültür ve yozlaşmanın getirdiği ahlâkî ve bilimsel manada cinsel
sapkınlığı neticesi hemcins evlilikleri (!) özelinde dahi çocuk edinme
yahut çocuk sahibi olma yalnızca kadınlara tanınan erkekler için
yasaklanan (Giddens, 2013a: 277) bir durumdur.
Dîvânu Lugâti’t-Türk’te, türlü fiziksel, sıhhi yahut geleneksel
sebeplerden ötürü bebek, sütanneye -awurta (Kâşgarlı Mahmud,
2015: 274)- verilir yahut sütanne tutulur. Süt ninesi olarak iyi ve
temiz bir kadın bulmak, oğul ve kızın bu sayede temiz büyümesini
ve uzun ömürlü olmasını sağlamak (Yusuf Has Hâcib, 1985: 326) ise
babanın görevidir.
Emzikte çocuğu ve beşiği olan kadın beşiklig ura.gut (Kâşgarlı
Mahmud, 2015: 223), kadının beşik sallaması fiili ura.gut bişik
ügri.di (2015: 123), beşikte çocuğunu uyutmak için kullandığı ünlem
balu balu (2015: 447) cümle ve sözcükleri de toplumsal cinsiyet
bağlamında kadın-erkek ayrımı olarak kabul edilebilir.
Kadın yalnızca çocuğunu değil eşini ve eve gelenleri de
doyurmak durumundadır. Kutadgu Bilig’te onun bu rolüne karşı
erkeğin de yemeğe karşı iştahlı olması istenir: Yemeğe elini uzat, haz
ve arzu ile ye; ev hanımı, seni görerek, memnûn olsun (Yusuf Has
Hâcib, 1985: 333).
Kâşgarlı misafir ağırlamada yarışanları -ola.r ikki konuklaşdıörnek verirken (2015: 308), Kutadgu Bilig’te de türlü-türlü
ziyafetlerden bahsedilir (Yusuf Has Hâcib, 1985: 331); ancak yarışta
66 | Muhammet Atasever
ve konuklamada cinsiyet ayrımına rastlanmaz. Misâfire iyi muâmele
edenin şöhreti yayılacağına inanıldığından (1985: 46); tuzu, ekmeği
bol tutmak, başkalarına ikrâm etmek; davetlilere güç nispetinde
ipekli kumaşlar vermek (1985: 105,337) öğütlenir. Dolaylı yoldan bir
atasözü ile misafirin de akıl ve izan sahibi olması istenir Endik üme
ewligni agırla.r60 (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 52).
Çocuğu nazlandırmamak, fazilet ve bilgi öğretmenin yanı sıra
terbiye usulü olarak dayağın bir yöntem olarak tavsiye edilmesi;
anne-baba, kız-erkek çocuk ayrımı yapılmadan, kadın ve erkeğe
çocukları yetiştirme konusunda türlü öğütler verilen Kutadgu
Bilig’de, dikkat çeken bir durumdur: Çocuk bilgi isterse, öğrenmeğe
küçük yaştan başlamalıdır. Çünkü oğul-kız küçüklükte ne öğrenirse,
yaşlanıp, ölünceye kadar onu unutmaz. İnsan, küçük çocuk iken,
bilgi öğrenir ve büyüyünce, dileğine kavuşur61 (Yusuf Has Hâcib,
1985: 116,139). Kimin çocukları nâz içinde yetiştirilirse, o kimseye
ağlamak düşer; keder ona mukadderdir. Çocuklara fazîlet ve bilgi
öğretmeli ki, onlar iyi ve güzel yetişsinler (1985: 98). Çocuk sıkı bir
terbiye altında bulundurulursa, sonunda bahtiyar olur. Gerekirse,
oğula-kıza acımadan dayak at; dayak oğula-kıza bilgi öğretir (1985:
116).
Toplumbilimsel olarak ailenin dört temel işlevinden birisi olan
çocukların bakımı ve eğitimini (Türkdoğan, 1991a: 28) bilhassa
annesinin -kadının- vermesinin istenmesi, kadının fıtraten çocuğu
ile ileri derecede duygusal bir bağ kurması ve merhamet duyguları
ile ona azami ölçüde sabır göstermesinden kaynaklanmaktadır
(Kara, 1991: 65). Babanın bu sürece dahil olması ise annenin acıma
duygularının baskın olduğu süreçte aklı ile çocuk eğitimine yön
vermesi iledir.
Kutadgu Bilig’de iyi olmanın soydan mühim sayılması gibi (Yusuf
Has Hâcib, 1985: 256) Atebetü’l-Hakâyık’ta da bilgi, soyu yüce
olmayan için, yerilmez bir soyken (Edib Ahmed B. Mahmud Yükneki,
1951: 87), kadın bilgisi ile erkeklerden, erkek bilgisizliği ile
kadınlardan sayılır (1951: 86). Kadın kelimesinin cehalet, erkek
Ebleh misafir ev sahibini ağırlar (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 52).
Çünkü insanoğlu akıl ve bilgi ile yükselmiştir; o doğruluk yolunda
muvaffak olmuştur (Yusuf Has Hâcib, 1985: 140).
60
61
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 67
kelimesinin ise akıl ve bilgi anlamında kullanılması kadına ve onun
sahip olduğu statünün özelliklerine toplumsal bakışı gösterir bir
vesikadır.
Çocuğun her türlü bakım ve eğitimini üstlenen kadın, çocuğuna
tuvalet eğitimi de vermek zorundadır. Kadın çocuğa çişinin veya
kakasının olup olmadığını sorar: çürgü/bütkü bār mu (Kâşgarlı
Mahmud, 2015: 186); var ise çocuğu çiş yaptırırken çiş çiş (2015:
144) diye teşvik eder, böylelikle çocuğuna karşı bu görevini de
yerine getirmiş olur: ura.gut kençin/oglın çişetti/siḍitti kadın
çocuğunu işetti ve sıçırttı (2015: 328,327).
Ana birleştirici bir unsur iken; baba, anneleri ayrı olan çocukları
-kaŋdaş kadaş- için böyle bir anlam ifade etmez. Kaŋdaş kama uru.r
ögdaş örü tarta.r Aralarında nefret olduğu için baba bir kardeşler
birbirlerini acımasızca döverler. Ana bir kardeşler ise aralarındaki
sevgiden dolayı birbirlerine yardım ederler (Kâşgarlı Mahmud,
2015: 503-504). Annesizlik, annenin ölümü ise çocuklara büyük
üzüntü verir (Yusuf Has Hâcib, 1985: 274).
Kutadgu Bilig’de, anne ve baba merhametli (Yusuf Has Hâcib,
1985: 63) olma anlamında ayırt edilmez. Saygı ve sevgi gösterme
bağlamında da anne-baba, kadın-erkek ayrımı yapılmaz, öğütler ise
hem erkek hem kız çocuğadır: Kendinden büyüğe saygı göstermeli;
kendinden küçüğe ise, rifk ve şefkatle muâmele etmeli; lüzûmlu
sözü büyüklerden dinlemeli ve ona göre hareket etmeleri için,
küçüklere söylemelidir (1985: 62,84). Babasını ve annesini hoşnut
eyleyen, onlara hizmet edenin; hizmeti karşılığında binlerce fayda
elde edeceği (1985: 121) müjdelenir. Bu sebepten her hâlükârda
anne ve babaya hürmette kusur edilmemelidir: eştip ata ana.ŋnıŋ
sawlarını kadırma/neŋ kop bulup küwezlik kılnıp yana kuturma
Anne ve babanın sözlerini duyarsan onların sözlerine karşılık verme.
Bol mal bulursan da küstahlaşma; kibir ve şımarıklığa kapılma ve
haddini aşma (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 222).
Anne ve babanın huyu evlatlarına da geçer: Mü.ş oglı muya.vu
toga.r62 (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 237). Ayrıca ebeveynlerin işlediği
Kedinin yavrusu anası gibi miyavlar. Babasının huyunu alan evlat için
söylenir (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 237).
62
68 | Muhammet Atasever
suçların hesabı sonradan evlatlarından da sorulur yahut bu kabahat
onları da etkiler: Ata.sı (ana.sı) açığ alımla yise oglınıŋ (kîzı) tîşıg
(tîşı) kama.r63 (2015: 330,464).
Kâşgarlı, anneye bakışı, anne-çocuk ilişkisini gösteren bazı
atasözleriyle de eserinde verir: ana.sı tewlüg yuwka yapa.r oglı tėtig
koşa kapa.r Anne çocuğa hile yaparak (ekmeği) ince pişirir; çocuk da
zekidir, onları ikişer ikişer kapar (2015: 362); Yitüklüg ana.sı ko.yun
aça.r Kaybeden kişi, kaybettiği şeyi annesinin kucağında bile arar
(2015: 355).
Günümüzde kadın eş ve/veya ihtiyar kadın anlamlarında
kullanılan, cinsiyet çağrıştıran karı kelimesi Dîvân’da, herhangi bir
şeyin yaşlısı; karı er, karı.zan, karı er mundı (Kâşgarlı Mahmud,
2015: 444, 195, 242) yaşlı adam, çok yaşlanmış ihtiyar, bunamış kişi
olarak kadın-erkek ayrımı yapılmadan verilirken fiil hali karı- da
yaşlanmak anlamındadır: er karı.dı (2015: 461). Görülüyor ki, kelime
zaman içerisinde anlam daralmasına uğrayarak yalnızca bir cinsi
ifade edecek şekle bürünmüştür. Karı ve ondan türeyen kelimelerin
aksine bir atasözünde kurtga kelimesi yalnızca ihtiyarlamış kadınları
ifade etmek için kullanılır: Kurtga büḍi.g bilme.s yi.rim tār tîr
Kocakarı oyun bilmez, yerim dardır, der (2015: 461). Eserde, ihtiyar
manasında awıçka (2015: 74); akıllı, yaşlı, işlerde denenmiş, halktan
insanların unvanı öge64 (2015: 44) de eşitlikçi yaklaşımı gösteren
isimlerdir.
Ebeveynlerin vefatı cinsiyet ayrımına tabi tutulmaksızın evlatlar
için bir yıkım kabul edilir. Ana-babanın ölümü çocuklar için tam bir
nasihat (Yusuf Has Hâcib, 1985: 372) sayılırken; babalı babasız
olunca yetim; analı anasız olunca öksüz65 (1985: 386) olur. Anne
ve/veya babasız çocuklar toplum nazarında eksik, şaşkın, acılı, akıl
Baba (anne), ekşi elma yese, öldükten sonra oğlunun dişi kamaşır. Bu,
babanın işlediği suçun, sonradan hesabının oğlundan sorulması için
söylenir (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 330,464).
64
ȫg akıl ve iz’an. ȫge yaşı büyük, aklı ve iz’anı olan kimseye ȫge lakabı
verilir (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 22). Ol anı öge.le.di o, ona “öge” unvanını
verdi (2015: 135).
65
ögsüz yetim, şaşkın. Aslı ȫgsüz’dür; “akıl” ve “fetanet” anlamındaki ȫg
kelimesinden alınmıştır (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 47).
63
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 69
ve fetanet olarak zayıf kabul edilir. Bu sebepten öksüz ve yetimlere
karşı şefkatli olunmalı, dilekleri/arzuları dinlemeli ve onlar
kollanmalıdır (1985: 184,185,237,300,381,464).
Türk toplumunda günümüzde sufî geleneğin daha çok kadınlar
tarafından sürdürülmesi (Cebecioğlu, 1991a: 654), geçmişte
Bacıyân-ı Rûm adı ile yalnızca teşkilatçı olmaları ile değil savaşçı
özellikleri ile de Anadolu’nun İslamlaşması ve Türkleşmesinde rol
oynayan kadınların varlığı (Cebecioğlu, 1991b: 655), toplum
hayatında kadının esasen ne kadar etkili olabileceğini ve olduğunu
gösteren ciddi vesikalar olsa da Türk kültür tarihine baktığımızda
Türk kadınının tarihin en eski devirlerinden İslamiyet’in kabulüne
kadar olan dönemde çok saygın bir yeri olduğu söylemek (Albayrak,
Serin, 2015: 36) yahut İslamiyet ile Arap toplumunda gerçekleşen
kadının yükselişini, Türk toplumunda da aynı bağlamda görmek iki
uç yorum olacaktır.
Türk destanlarında, erkek tipleri gölgede bırakacak kadar güçlü
olamayan kadın kahramanların varlığı (Özkan, 1997: 150-151), Türk
edebî anlatılarında var olan kadının her şeye rağmen ikinci plânda
oluşu (Özkan, 1992: 298), bir kıza kadın nazarıyla bakmazsak bile
istikbaldeki valideliğini düşünerek acınmalı ve yaşatılmalı fikri (Halil
Hâmid, 1992: 1054), modern dönemlere kadar toplumsal hayatta
görece devam etmiştir. Modern zamanlarda kendi haklarını türlü
platformlarda arayan kadınların günümüzde kurdukları dernek ve
vakıflara bakıldığında; kadınların özgüvenlerini artırmak, kendilerini
geliştirmelerini sağlamak, aile bütçesine katkılarını sağlamak,
okuma yazma oranlarını artırmak yahut desteklemek (Kaya Çakı,
2017: 505) gibi amaçlar edinmeleri; kadın girişimcilerin
desteklenmesi ve onların sosyal hayatın dışında iş yaşamına da
katılımının gerekli ölçüde yahut karşıt cinsleri kadar sağlanması, bu
amaçla yapılan yayınlar -Akyol, 2017: 443-464; Ay, Dudu Karaman,
2017: 517-527- vb. hedefler, üstü örtük biçimde günümüzde kadının
hala pasif bir konumda olduğu gösteren delillerdir. Çağımızda dahi
kadına toplumsal bakışın nereye evrildiği yahut evrilemediği ve
bugüne kadar toplumun kadını nerede görmek istediğini
göstermektedir. Hülasa modern zamanlar kadına hak ettiği yahut
olması gerektiği pozisyonu sağlayamamıştır.
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 71
KADIN ve ERKEK KİTABI
72 | Muhammet Atasever
törütgen barıŋa törütmiş tanuḳ
törimiş iki bir tanuḳı anuḳ66
CİNSİYET TARAFSIZLIĞI
Günümüzde ergenlik çağından olgunluk çağına kadar olan
süreci kapsayan kēnç sıfatı, Dîvân’da çocuk (Kâşgarlı Mahmud,
2015: 528) anlamına gelir; hatta annesinden henüz süt emen
bebekler, ebeveynlerinin bakımına muhtaç çocuklar, öz bakım
becerileri edinmemiş ilk çocukluk dönemi dahi genç kelimesi ile
verilir: kenç ana.sın emdi/emişe.di /ura.gut kençke sṻt sorılttı (2015:
88,124,328); ura.gut kençin çişetti (2015: 328).
Dîvân-ı Hikmet’te genç, çocuk ve ergenliğe girmiş gençler için
kullanılır. Kelime bazen yaşlının zıttı anlamı ile (Hoca Ahmed Yesevî,
2016: 432,476,490) günümüzdeki kullanımına uygun düşer. Hz.
Muhammed (sav)’in yedi yaşı genç çocuk iken (2016: 386) ibadet ve
tâatla meşgul olduğu ilk yılları, genç (2016: 372) olarak verilir.
Benzer biçimde Hoca Ahmed Yesevî yedi yaşında çocuk iken (2016:
90,91) on yaşına geldiğinde genç (2016: 355) olur.
Yesevî, âhir zaman şeyhlerinden ve kıyamete yakın vakitlerden
bahis ederken iki yerde ise genç kelimesini erkek manasından
kullanır: “Kız ve gençler yığılırlar sohbet için”, “Kız ve zayıf
gençlerden hayâ gitti” (2016: 421,194).
Dîvânu Lugâti’t-Türk’te, her şeyin yavrusu (Kâşgarlı Mahmud,
2015: 164) anlamına gelen çocuk, çoğulu; çocuklar, çoluk çocuk art
arda kullanım ile ça.r çarmak (2015: 408,205) biçiminde verilir.
Kelimenin çamrak şekli de vardır (2015: 205). Ayrıca küçüğe bir
sevgi ifadesi küçük bey manasında begeç (2015: 153) kullanılır.
Haşarı, yaramaz çocuklara ise isi.z (2015: 60) denir.
Kâşgarlı, günümüz manasında genç kelimesinin karşılığı olarak
alp, yiğit vs. sıfatlarını kullanır: yigitlik gençlik (2015: 223,370), Türk
Yaratıcı varlığına yaratılmış olanlar şâhiddir; yaratılan iki-birin hâzır
şâhididir (Arat, 1979: 18; Yusuf Has Hâcib, 1985: 13).
66
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 73
yigit gençlik çağının ortasına gelmiş genç (2015: 151). Alp yagı.da
alçak çogı.da67 (2015: 19) atasözünde alp; genç, yiğit demektir.
Kâşgarlı’nın genç anlamında verdiği sözcüklerden bazıları da
delikanlı kelimesinin farklı karşılıklarıdır. ogla68 (2015: 65), ına.l69
(2015: 61), yigit (2015: 172,354), tayuk/taylaŋ er70 (2015:
416,432,506) delikanlı anlamında Dîvân’da kendisine yer bulurken,
sözcükler herhangi bir cinsiyet ayrımına tabi tutulmaz.
Delikanlıların-gençlerin muhakkak yanlış yapacakları, hatasızgünahsız olamayacaklarına dair bir atasözü de verilir: Öt (ôt)
tütünsüz bolma.s yigit yāzuksuz bolma.s71 (2015: 172,354).
Dîvânu Lugâti’t-Türk’te, insanlığın atası-ilk insan olarak kabul
edilen Hz. Âdem, Yalŋuk olarak geçer. Kelime genel manası ile insan
(Kâşgarlı Mahmud, 2015: 151,505) demektir. Çeşitli atasözlerinde
insan/insanoğlu/âdemoğlu
yalŋuk/yalıŋuk
(yalŋu.k)
o.glı
biçimindedir: ö.ḍ keçe.r kişi tu.yma.s yalŋu.k o.glı meŋgü kalma.s72
(2015: 21), Yalŋuk ürülmiş kāp ol agzı yazlıp alkınu.r73 (2015: 97),
Yalŋuk meŋgü tirilme.s sı.nka kirip kirü yanma.s74 (2015: 378),
Yalıŋuk oglı mü.nsüz bolma.s75 (2015: 404). Dîvân-ı Hikmet’te
bireyler ekseriyetle hiçbir cinsiyet ayrımı izlenmeksizin insan; Âdem,
Yiğit, düşmanlar karşılaşmada; yumuşak huylu, münakaşada sınanır
(Kâşgarlı Mahmud, 2015: 19).
68
Argu lehçesinde delikanlı (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 65).
69
Annesi hatun (asil kadın), babası halktan olan delikanlıya verilen ad. Bu
asıl anlamdır (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 61).
70
Genç, zarif ve titiz/boyu latif, aydınlık renkli, temiz elbiseli adam. Bu,
daha çok delikanlılar için kullanılır (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 416,432,506).
yigit tayuklandı genç, zarif kılığına girdi (2015: 432).
71
Ateş dumansız olmaz, delikanlı günahsız olmaz (Kâşgarlı Mahmud, 2015:
172,354).
72
Zaman geçer, insan onu hissetmez ve insan oğlu ebedî olarak yaşamaz
(Kâşgarlı Mahmud, 2015: 21).
73
Âdemoğlu şişirilmiş tulum gibidir; ağzı açılınca havası biter (Kâşgarlı
Mahmud, 2015: 97).
74
Âdemoğlu sonsuza dek yaşamaz; mezara girince bir daha oradan
dönmez (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 378).
75
Âdemoğlu kusur veya hastalıktan azade olmaz (Kâşgarlı Mahmud, 2015:
404).
67
74 | Muhammet Atasever
Âdem oğlu (Âdemoğlu), cins-i âdem vb. isimlerle anılır. Esere göre
önemli olan, sevgiye ve tapılmaya en lâyık olan Allah’ın emir ve
yasaklarına uymak, onun elçisi Hz. Muhammed (sav)’e tabi olmaktır
(Hoca Ahmed Yesevî, 2016: 100-478).
Yusuf Has Hâcib de dünya içinde insan neslinin çoğalmasını Hz.
Âdem (as) ve Hz. Havvâ’nın yer yüzüne inişine bağlarken (1985: 458)
yalŋuk kelimesine; yalnguk (insan) adı insana yanıldığı (yangluk) için
verildi; yanılmak (yangluk) insan (yalnguk) için yaratıldı (1985: 25)
biçiminde etimolojik bir izahat getirir.
Dîvânu Lugâti’t-Türk’te, kişiler için cinsiyet ayrımı olmaksızın en
çok kullanılan zamirler ise üçüncü tekil şahıs ol ve üçüncü çoğul şahıs
olar’dır (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 8-533).
Özne olarak kullanıldığında Dîvân’ın hemen tamamında
“adam” anlamında er (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 16) kullanılır.
Kelimenin baskın bir kadın yahut erkek kullanımı vardır denilemez:
ölüt (2015: 24), odug (2015: 30), udık, aruk (2015: 31), aluk (2015:
32), irig (2015: 33), atım (2015: 35), agan (2015: 36), atlıg (2015:
48), endik (2015: 52), içkin (2015: 53), axsuŋ, aybaŋ, erŋe.n (2015:
57), iwe.k (2015: 60), ortu (2015: 62), ınga (2015: 64), agırlıg (2015:
75), oguşlug, ukuşlug, açıglıg, azuklug, atanlıg, alımlıg, alınlıg,
ulunlug (2015: 76), ügürlüg (2015: 78), osa.yuk, uyadsılık, oŋa.muk
(2015: 82), tok (2015: 144), sak (2015: 145), kart (2015: 148), kurç
(2015: 149), buşak (2015: 162), kıruk (2015: 164), kırgıl (2015: 211)
er vd.
Birçok atasözünde er, cinsiyet ayrımı gözetilmeksizin, genele
matuf bir anlam ile verilir: im bilse er ölme.s76 (Kâşgarlı Mahmud,
2015: 18), Ortak erden artuk alma.s77 (2015: 48), İzlik bolsa er
uldı.ma.s, içlik bolsa at yagrı.ma.s78 (2015: 51), Kowı er kuḍugka
Adam parolayı bilirse, parolayı bilen tarafından yanlışlıkla öldürülmez
(Kâşgarlı Mahmud, 2015: 18).
77
Ortak bölüşme sırasında ortağından fazla almaz (Kâşgarlı Mahmud,
2015: 48).
78
Adam ayakkabılı ise yalınayak kalmaz; atın sırtında örtü varsa (atın) sırtı
yaralanmaz (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 51).
76
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 75
kirse yil alı.r79 (2015: 445). Ku.ş kanatın er atın80 (2015: 15)
atasözünde ayrıca kadınların da ata bindiği anlaşılır.
Yük taşımak, çamaşır yıkamak, elbise yamamak gibi işler de er
kelimesi ile verilir: er yük kötürdi (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 253), er
tôn yûdı (2015: 378), er tônın yamandı (2015: 384) vb. örnekler
işlerin müşterek yapılabildiği yahut ayrım gözetilmeksizin kadın ve
erkekten lüzumu halinde beklendiğini gösterir.
Bazı örneklerde ise er sözcüğü ile hangi cinsiyetin ifade edildiği
ancak cümle yahut tamlama üzerinden anlaşılır. Erkeğe özgü bir
unsur olan sakalın rengi, yaşlanma belirtisi olduğu āk saka.l er81
(Kâşgarlı Mahmud, 2015: 39); ilk sütü bulunan anne-kadın için
agujlug er (2015: 76) örneklerinde olduğu gibi. Er kîzın öpü.se.di
(2015: 124) örneğinde ise adam ile kastın kadın mı yahut erkek mi
olduğu anlaşılmaz.
Dîvân-ı Hikmet’te de er; günaha, belaya, ibadetlere sabreden
irade sahibi, dünyadan vazgeçebilen, imanını âhirete taşıyabilen
yiğit, mürid, mürşîd, kul, imanını güzelleştiren, öte dünya için
hazırlanan
anlamında
(Hoca
Ahmed
Yesevî,
2016:
60,172,173,274,322,329,354,367,399,454,487;
Hoca
Ahmed
Yesevî, 2022: 189,233) Dîvânu Lugâti’t-Türk’teki ile paralel olarak
cinsiyet ifade etmez.
Eren sözcüğünü ise kural dışı çokluk (Kâşgarlı Mahmud, 2015:
36) olarak ifade eden Kâşgarlı, kelimeye adamlar anlamını verir: erdi
oza erenle.r/erdem begi bilig tāg/aydı üküş ögütle.r/köŋlüm bolur
aŋar sa.g Eski zamanlarda ilim ve hikmetleri dağ yüceliğinde olan
erdem sahibi adamlar vardı. Öğüt verici çok şeyler söylediler. Onları
yad edince gönül arınır (2015: 43).
Talihsiz adam kuyuya girse, onu rüzgâr çıkarır ki eziyet çeksin (Kâşgarlı
Mahmud, 2015: 445).
80
Kuş kanadı ile, er atı ile muradına erer (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 15).
81
Oğuzcada, saçı sakalı ağarmış (iyice yaşlanmış) adam (Kâşgarlı Mahmud,
2015: 39).
79
76 | Muhammet Atasever
Yine er kelimesinden ersin- çocuğun kendi işlerini yapabilecek
olgunluğa erişmesi anlamı ile zikredilir: ogul ersindi (Kâşgarlı
Mahmud, 2015: 115).
Er kelimesinden türeyen erk; otorite, emrin geçerli olması
(Kâşgarlı Mahmud, 2015: 20) anlamlarına gelir, erkek kelimesi de
kuvvetle muhtemel buradan türemiştir. Kelime manası olarak da
iktidar, güç, otorite sahibi anlamları ile uyuşmaktadır.
Erkeğin özü sözü bir olmalıdır manası ile Kâşgarlı’nın verdiği; Er
sö.zi bîr eḍer köki ü.ç82 (2015: 318) atasözü esasen bir cinsiyet işaret
etmese de günümüzde kullanılan ve cinsiyetçi bir ifade sayılan erkek
sözünü çağrıştırır bir ifadedir. Öyle anlaşılıyor ki söz, kadın-erkek
ayrımı yapılmadan Türklerde er sözü biçiminde kullanılmış ve
günümüze gelinceye kadar türlü sosyolojik sebeplerden ötürü
kapsam daralmasına uğrayarak cinsiyetçi bir ifade halini almıştır.
Eserde ayrıca, er kelimesine türlü ekler getirilerek; erkeklik,
erkeklik gösterme, erkeklikte yarışma anlamlarında erlik (Kâşgarlı
Mahmud, 2015: 51), irkeklen- (2015: 138) ve erleşdi (2015: 111) isim
ve fiillerinin yapıldığı görülse de bu tavır, er kelimesinin genel
anlamını etkilemez.
Kutadgu Bilig’deki kullanım, Dîvânu Lugâti’t-Türk’ün aksine,
günümüze uygun düşecek biçimdedir: Eğer inanç ve güvenlik and ile
ise, bu andı tutan kim ki, ona erkek diyeyim (Yusuf Has Hâcib, 1985:
472).
Dîvânu Lugâti’t-Türk’te; teklik, çokluk, erkek ve dişi için
kullanılan ve insan manası ile verilen kişi (Kâşgarlı Mahmud, 2015:
445) birçok tamlamada kullanılır: i.l (2015: 23); ükil (2015: 35); iŋes
(2015: 45); agduk, etlig (2015: 49); endik, ısrım (2015: 52); arkuk
(2015: 54); ûsu.z (2015: 60); osa.l (2015: 61); ögündi (2015: 72); issiz
Erkekliğin gereği olarak onun sözü bir olmalıdır; bundan dönüş olmaz;
nasıl ki eyer kaburgasının bağı üçtür; bir tane fazla olursa deliklerin
çokluğundan eyer kaşı kırılır; üçten az olursa; iki (bağ) insanı taşımaya
dayanamaz. Bu, dediğini yerine getirmek için söylenir (Kâşgarlı Mahmud,
2015: 318).
82
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 77
(2015: 73); uwutlug (2015: 75); uḍuzlug, açuklug (2015: 76); çöküt
(2015: 152). çotur (2015: 156); ketüt (2015: 318) kişi vs.
Köp sögütke kuş kona.r körlü.g kişike sö.z keli.r atasözü; Kuş,
gür ve dolaşık dallı söğüt ağacına konar; güzel ve aydınlık yüzlü
kadına söz gelir, anlamı ile verilse de kadın yahut erkek manası
buradan çıkarılamaz. Kâşgarlı bu fikri destekler nitelikte benzer bir
atasözünü genel anlam ile verir: Yıga.ç uçıŋa yîl tegi.r körklüg kişi.ke
söz keli.r Ağacın dalı mutlaka rüzgâr görür, güzele de mutlaka söz
gelir (2015: 140). Zira incelenen eserlerde güzel sıfatı, erkekler için
de kullanılır.
Kelime, kavim: kişi ara kirdim (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 42);
insan, insanoğlu, insanlar: kişi meŋizlendi83 (2015: 516), Kişi ala.sı
içtin yılkı ala.sı taştı.n84 (2015: 44), ö.ḍ keçe.r kişi tu.yma.s yalŋu.k
o.glı meŋgü kalma.s85 (2015: 21), kişi arjulayu86 kurdı87 (2015: 6364); başkası: Aḍın kişi nēŋi neŋsinme.s88 (2015: 48); birisi: Külse kişi
atma aŋa.r örter kül e/bakkıl aŋa.r eḍgü.lükün agzın küle89 (2015:
65) gibi türlü anlamlarda da kullanılır.
Yağmalarda, “O (erkek) evlendi mi?” anlamında, ol kişi aldı mu
denildiğini işiten Kâşgarlı, eserinde sadece bir yerde kişi kelimesini
zevce (2015: 445) anlamı ile verir. Bu kullanımda kelime, kuvvetle
muhtemel -kadın eş- anlamına gelen; kis, kisi (2015: 111,143,144)
kelimesi ile karışmıştır.
Dîvânu Lugâti’t-Türk’ün hemen tamamında evlat, çocuk,
bebek, yeni doğan anlamında kullanılan ogul evlat olmayan
İnsanın yüzü güzelleşti (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 516).
İnsanın alacası içindedir, hayvanın alacası dışındadır (Kâşgarlı Mahmud,
2015: 44).
85
Zaman geçer, insan onu hissetmez ve insan oğlu ebedî olarak yaşamaz
(Kâşgarlı Mahmud, 2015: 21).
86
Çakallar gibi (arju çakal) (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 63).
87
İnsanlar bir şeyin etrafında toplandılar (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 63-64).
88
Başkasının malı senin elinde olsa bile mal sayılamaz, çünkü o geri alınır
(Kâşgarlı Mahmud, 2015: 48).
89
Birisi sana gülerek gelirse onun yüzüne sıcak kül atma. Ona iyilikle ve
güler yüzle bak (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 65).
83
84
78 | Muhammet Atasever
çocuklar90 (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 35,324) için de kullanılır: ogla.n
bütti91 (2015: 324), ogla.n tişlendi92 (2015: 304), Ol meniŋ oglum ol93
(2015: 17).
Nesnelerin küçüklerine uşak nēŋ dendiği gibi, bu sözden
getirilerek, küçük çocuklara uşak ogla.n da denir (Kâşgarlı Mahmud,
2015: 31). Bir işte çocuklaşma ise uşaklık’tır. Başkalarını bu yönde
uyarmak için uşaklık kılma! denir (2015: 77).
Bir kadının erkek veya kız fark etmez doğurduğu ilk çocuğa tûn
ogul denir. Dişi kast edilecekse ilk kız manasında tûn kız denmesi
gerekir (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 403-404). Adamın son çocuğuna
aştal ogul (2015: 52); çocuklar ikiz doğmuş ise ikkiz ogla.n (2015:
73); zamanından sonra doğan zayıf yaz çocuğu için körpe ogul
(2015: 180) denir.
Çocukları sevmek için kullanılan oluç edatı da oğul
kelimesinden türemiştir. Karluk lehçesinde “oğulcuğum” anlamında
oluçum denir (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 25). Günümüzde anlam
daralmasına uğrayan bu sevgi ifadesi, yalnızca erkek bebek ve
çocuklara hitap için kullanılmaktadır.
Bedenen henüz gelişme çağında bulundukları için güçsüz olan
çocukların aynı zamanda akılca zayıf olacağı kanaati hâkimdir:
Ogla.k yiliksiz, ogla.n biligsiz94 (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 59,166). Bu
sebepten onların yapacağı işler de güvenilir olmaz: Ogla.n îşı îş
bolma.s ogla.k müŋzi sa.p bolma.s95 (2015: 407).
Çocukların toplum tarafından oyun oynayacağı ve yaramaz
olacağı
da
kabul
edilmiştir:
ogla.n/ogul
“Bu çocuk ne diyor?” anlamında bu ogul nē tîr denilir (Kâşgarlı Mahmud,
2015: 35).
91
Oğlan doğdu (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 324).
92
Bebeğin dişleri çıktı (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 304).
93
O benim gerçekten oğlumdur (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 17).
94
Oğlağın kemiğinde ilik olmadığı gibi çocukta da akıl yoktur (Kâşgarlı
Mahmud, 2015: 59). Çocuklarda akıl yoktur (2015: 166).
95
Çocukların yaptığı iş güvenilir olmaz. Nasıl ki oğlağın da boynuzundan iyi
sap yapılmaz (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 407).
90
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 79
kuturdı/yuwgattı/yuwgalandı96
(Kâşgarlı
Mahmud,
2015:
253,343,434), ogla.n büḍüşdi/kutruşdı97 (2015: 258,296). Kutadgu
Bilig’de de beden-vücut; karnı doyunca, koşup oynamak istemesi,
akranlarını araması yönüyle küçük çocuğa benzer (Yusuf Has Hâcib,
1985: 262).
Çocuğun gelişip büyümesi şu ifadelerle verilir: ogul etlendi98
(Kâşgarlı Mahmud, 2015: 116), ogla.n yarpattı99 (2015: 342), ogla.n
tikreşdi/tıgraşdı/tikredi100
(2015:
293,294,467),
ogla.n
101
süŋü.klendi
(2015: 516). Yetişip büyüyen, akıllanan -oglan
102
bilgetti
(2015: 339)- çocuk ise adam sınıfına -oglan eretti103
(2015: 101)- dahil edilir.
Çocuğun kemiklerinin, kaslarının büyümesi hülasa bedenen
gelişmesi tek başına yeterli görülmez, çocuk büyürken erdem sahibi
bir birey olarak yetişmelidir: algı.l öğüt mindi.n ogu.l erdem
ti.le/bo.yda ûlug bilge bolup bilgi.ŋ ṻle104 (Kâşgarlı Mahmud, 2015:
24). Yaşını almış insanların, çocuklara benzemesi de bu bağlamda
hoş karşılanmaz: Bu karı ol ogla.nsıg105 (2015: 400). Dîvân’da oglan
bir yerde asker olabilecek, ata binebilecek kadar yetişmiş genç için
de kullanılır: ogla.n tugraglandı genç çocuğa tugrag106 verildi (2015:
313).
Çocuk kudurdu; yaramazlıkta çok ileri gitti, yaramazlaşıp söz dinlemez
oldu, yaramazlaştı (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 253,343,434).
97
Oğlanlar oyun ve raksta yarıştılar/oynayıp çoştular (Kâşgarlı Mahmud,
2015: 258,296).
98
Çocuk tombullaştı (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 116).
99
Çocuk serpildi (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 342).
100
Çocuklar serpildi/güçlendi (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 293,294,467).
101
Oğlan vb.nin kemikleri büyüdü (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 516).
102
Oğlan akıllandı ve zekileşti (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 339).
103
Çocuk adam sınıfına girdi (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 101).
104
Ey oğlum, benden öğüt al ve terbiyeye talip ol ki kavmin büyüğü olasın
ve onlara hikmet ve terbiye dağıtasın (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 24).
105
Bu, huyu oğlan huyuna benzer bir yaşlıdır (Kâşgarlı Mahmud, 2015:
400).
106
Hânın askerlerine verdiği attır, tören günü binilmek üzere verilir; sonra
geri alınır (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 313).
96
80 | Muhammet Atasever
Evlat ne kadar değerli olsa da bazen mal yahut mirasın insanın
gözündeki değeri evlada ve hatta dini değerlere galebe çalabilir:
tawar üçün Teŋri.ni eḍlemeḍip/uya kadaş oglını çınla boga.r107
(Kâşgarlı Mahmud, 2015: 41).
Oğul kelimesinin Dîvân’da, az da olsa erkek çocuk yerine de
kullanılır: ataç ogu.l108 (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 25), ogulkıya109kîzkıya110 (2015: 418), öge.y ogul-öge.y kız (2015: 61). Hususen bazı
atasözlerinde Kâşgarlı bu kelimeyi erkek çocuk karşılığı olarak
vermeyi tercih eder: Ata oglı ataç toga.r111 (2015: 254); Ta.y atatsa
at tınu.r ogul ereḍse ata tınu.r112 (2015: 100); Uma.yka tapınsa ogul
bulu.r113 (2015: 61).
Erkek çocukların ergenliğe girişte yaşadıkları fiziksel
değişikliklerden birisi olan sesin kalınlaşması eserde kendine yer
bulur: ogla.n üni koŋra.dı114 (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 514). Burada
Kâşgarlı, sözcüğü her ne kadar çocuk manası ile verse de sesin
kalınlaşması erkek çocuk olması ihtimalini kesinleştirir.
Kutadgu Bilig’in bazı yerlerinde ogul tabirinin umumiyetle
küçüklere hitap maksadı ile kullanılmakta ise de (Arat, 1979: XXIII),
çeşitli bölümlerinde oğul-kız (Yusuf Has Hâcib, 1985: 94,247248,274) ikilemesine sıklıkla rastlanması, oğulun erkek evlat
manasında kullanıldığını gösterir. Benzer biçimde Dîvân-ı Hikmet’te
Adam malını görünce, Allah’a aldırmadan kardeşi oğlu bile bu mal
yüzünden boğabilir (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 41).
108
Kavmin babasıymış gibi kendini yaşlı gösteren çocuk (Kâşgarlı Mahmud,
2015: 25).
109
Benim oğulcuğum (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 418).
110
Benim kızcağızım (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 418).
111
Adamın oğlu reşit olunca şüphesiz huyu babasına benzer (Kâşgarlı
Mahmud, 2015: 254).
112
Tay at olunca, at, üzerine binilmekten kurtulduğu için dinlenir; oğul
erkekten sayılınca baba dinlenir; çünkü o, babasının zenginliğini artırır
(Kâşgarlı Mahmud, 2015: 100).
113
Ona hizmet eden erkek çocuğa sahip olur. Kadınlar ondan iyi fal
(gelecek) umarlar (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 61).
114
Çocuğun sesi kalınlaştı. Bu, büluğ çağına gelmesidir (Kâşgarlı Mahmud,
2015: 514).
107
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 81
de oğul, erkek çocuk anlamındadır (Hoca Ahmed Yesevî, 2016:
166,222,331,353).
Dîvânu Lugâti’t-Türk’te iki yerde ogul, köle anlamında da
kullanılmıştır: ol oglın tutukla.dı115; Bu ogla.nıg bîr torugka aldım116
(Kâşgarlı Mahmud, 2015: 485,160).
GİYİM KUŞAM
Dîvânu Lugâti’t-Türk’te, kadın ve erkek ayrımı olmaksızın çeşitli
kıyafetlerden bahisler bulunur. Bunlardan en sık görüleni genel
anlamda elbise, kıyafet anlamına gelen tôn (Kâşgarlı Mahmud,
2015: 7-532)’dur. Benzer manada üste giyinilen veya bürünülen her
şey için ise keḍgü (2015: 186) ve eşük (2015: 34) kullanılır. Kadın ve
erkekler saçlarını tarak targa.k (2015: 6) ile düzenlerken, başlarına
Türkler’in millî baş kabı olan (Sümer, 1999: 393) börk (Kâşgarlı
Mahmud, 2015: 151) giyer, yüzlerini gizlemek veya örtmek köşi(2015: 463) için bir çeşit yüz örtüsü olan kȫşik (2015: 176)
kullanırlar. Ayrıca börk, kadın ve erkek ayrımı yapılmadan kullanılan
bir çeşit şapka, aksesuar iken bir atasözünden Ta.z keligi börkçi.ke117
(2015: 9) kelliği gizlemek maksadı ile kullanıldığı da görülür. Kâşgarlı,
erkek ve kızların perçemlerinin altına taktıkları kıymetli ve büyük bir
firuzeden de bût118 (2015: 396) bahseder. Bût bir çeşit soyluluk
alameti sayılabilir.
Dîvân’da yer almasa da Sümer’in X. yüzyılda Oğuzlar’ın ileri
gelenlerinin, bilhassa komşu İslam ülkelerinde imal edilmiş olan
gömlek ve kaftanlar giydiklerini, halkın ise kendilerinin dokuduğu
ince yün ve ince keçeden yapılmış giyimler giymekte olduklarını
(1999: 393) kaydetmesi, kıyafet ve Kâşgarlı’nın bahsini ettiği bût gibi
O, oğlunu iğdiş etti ve onu iğdişlerden kabul etti (Kâşgarlı Mahmud,
2015: 485).
116
Bu köleyi bir at karşılığında aldım (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 160).
117
Kelin gelişi börkçü dükkânınadır (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 9).
118
Dîvân’da bu kelime ile ilgili olarak; kıymetli ve büyük olan firuzenin adı.
O, büyüklerin oğul ve kızlarının perçemlerinin altına takılır. Bundan kız bût
urdı denir; “kız onu taktı” demektir (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 396)
açıklaması yer alır, burada büyüklerden kasıt soylu, zengin kimseler
olabilir.
115
82 | Muhammet Atasever
takıların, bir
düşünülebilir.
çeşit
zenginlik,
sınıfsal
üstünlük
gösterdiği
Vücudun üst kısmına giyilen ve elbise hırka anlamı ile verilen
bertü (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 180,433,583); elbiselerin dışına
giyilen ta.ş tôn (2015: 409); kaftan (2015: 188,391,469,473); şalvar,
tuman, pantolon üm/ṻm119 (2015: 18,57,99,106,112); içe giyilen
işton/iç ton (2015: 137); kıyafetlere ekseri dıştan bağlanan, üzerinde
çeşitli askı yerlerinin bulunduğu kemer-kuşak ku.r (2015: 306);
pantolon, şalvar, etek vs. gibi kıyafetlerin sıkı durması ve
düşmemesi için kullanılan bir çeşit bağ iç kur (2015: 16,142);
uçkurun geçtiği yuva, uçkurluk tizme (2015: 187); ayak bileği ile diz
arasına sarılan bez yahut deri parçası, dolak yörge.nçü (2015:
305,472); etek yapmak için kullanılan kumaş eteklik böz, etekli
olarak yapılmış elbise eteklig don (2015: 78); şal için kullanılan uçları
ipekli kumaş eşüklük barçın (2015: 78); tartıg adamın saç örgüsü ve
onun bağı (2015: 51); tipi ve yağmurdan korunmak için başa
örtülen, kepeneğin omuzlarına dikilen bir keçe parçası, yaŋalduruk
(2015: 508), yine aynı maksatla ve aynı kumaştan dokunan,
yağmurluk olarak kullanılan çaydam (2015: 422) gibi Türk kıyafet
kültürü detayları ile eserde aktarılır. Kıyafetlerin hemen tamamının
cinsiyetçi bir tavır olmadan kullanılması, bu bağlamda Türk
kültüründe sosyolojik olarak önem arz eder.
EVLİLİK
Bireylerin ev ya da aile kurmalarının toplumca benimsenmiş ve
yaptırıma bağlanmış biçimini oluşturan toplumsal kurum
(Ozankaya, 1984: 50); iki yetişkin birey arasında toplumsal olarak
kabul edilen ve onaylanan cinsel birleşim (Giddens, 2013a: 247);
geleneksel anlamda bir erkek ve kadın arasında toplum tarafından
onaylanmış ilişki (Eryılmaz, 2012: 94); kadın ve erkeğin
birlikteliğinden oluşan her türlü yetki ve sorumluluğu paylaşması ve
Erŋe.nke elig karı bö.zün ṻm tüke.me.s Bekâr adamın şalvarı için elli
arşın kumaş yetmez. Çünkü ona yabancı, öğüt vermez (Kâşgarlı Mahmud,
2015: 57). Bütü.n ṻmlüg kança kolsa olturur Şalvarı sağlam olan istediği
şekilde oturur. Kendisinden emin olup hiçbir töhmeti umursamayan kimse
için kullanılır (2015: 106).
119
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 83
meşrulaştırılmasının toplumsal kurallar çerçevesinde kabul görmesi
(Güneş, 2012: 30) biçiminde Toplumbilimsel manada tanımlanan
evlilik, antropologlara göre ise kadının doğurduğu çocukların her iki
eşin meşru evladı olarak kabul edilmesi için, erkek ve kadın arasında
kurulan bir birliktir (Kottak, 2008: 396). Sosyal bir olgu olan evlilikte,
üzerinde durulan “toplumsal kabul” temel kavramını, eş seçiminden
çocuklara kadar, evliliğin tüm aşamalarında görmek mümkündür.
Kadın ve erkeğin edindikleri -toplum tarafından kendilerine
verilmiş- rolleri en iyi yerine getirebilecekleri ortamı sağlamak
(Sezal, 2012: 144) için aklen ve bedenen olgunlaşan kimse hayatını
idame ettirebilme adına evlenme ihtiyacı duyar. Evlilikte ilk adım eş
seçimidir. Evlilik ekseriyetle erkeğin kızı seçmesi biçimindedir. Kızın
söz hakkından yahut aradığı niteliklerden doğrudan herhangi bir
bahis bulunmaz -çünkü, genç kızın evlenme arzusunu dışa vurması
en azından ayıp sayılır (Gözaydın, 1991a: 382)- Evlenecek kız seçimi
erkek için çok önemsenir; çünkü insanın eşi kötü olursa, sonunda
pişman olacağı kesindir (Yusuf Has Hâcib, 1985: 306). Bu sebepten
erkek eş seçiminde çok dikkatli olmalıdır. Alacağı kızın soyu-sopu ve
ailesi iyi olmalı, kız hayâ-takva sahibi ve temiz olmalı; belki de bu
niteliklerden daha mühimi, erkekten aşağı derece yahut erkeğe
denk olmalıdır. Kızın erkekten soylu-zengin olması, erkeğin esareti
anlamına gelir. Erkek kızda yüz güzelliği değil ahlak aramalıdır,
ahlakı güzel olan kız kocasını memnun eder (1985: 324).
Erkek egemen bir toplumun izlerinin görüldüğü bu kısımda,
kadının soyca ve madden üstün olması istenmiyor. Benzer biçimde,
eski Türklerde bir kadın küfvü olmayan bir erkekle evlenemezdi
(Gökalp, 2007ç: 496) ve mitolojik dönemden itibaren Türk Halk
edebiyatı ürünlerinde de evlilikte denklik aranırdı (Seyidoğlu, 1991:
402,404). Bu görüşe uygun biçimde, eski Türklerde bâkire bâkirle,
dul dulla evlenirdi (Gökalp, 2007ç: 514).
Türk ailesinin temelinde var olan ve mutlak eşitlik anlamına
gelmeyen bu aile tipi; Gökalp’in, Durkheim’ın tasnifinden hareketle,
adlandırdığı “pederî aile” tipidir. Çünkü Türk ailesi adına, mutlak
ataerkillik veya her konuda kesin bir eşitlik olduğu savunulamaz.
Pederşahî (ataerkil) ailede olduğu gibi babanın kesin bir hakimiyeti,
sultası da görülmez. Gökalp’in “pederâne velâyet” yahut “zevci
84 | Muhammet Atasever
velâyet” dediği babanın zevcesi ve çocukları üzerinde demokratik
bir velayeti söz konusudur (2007a: 272-276).
Yusuf Has Hâcib’e göre, evlenmek isteyen erkek şu dört nevi
kadın ile evlenir: Biri zengin kadın ile evlenmek ister; biri güzel
olmasını ister ve ona göz diker. Bir başkası soyu-sopunun asîl
olmasını ister ve bu asâlet pâyesi ile iftihar eder. Başka biri de çok
takvâ sâhibi olmasını arzular; onu bulunca, kendisini ona derhâl
kaptırır. Bunlardan hangisinin daha iyi olduğunu sana söyleyeyim…
Zengin bir kadın ile evlenmek isteyerek, kendini onun esiri
durumuna sokma. O malına güvenerek, diliniz uzatır; o bir çok
şeyler ister ve onun bütün arzularını yerine getirmek icap eder…
Kadında güzellik arama, âleme maskara olursun. Kadının güzelini
her kes arzular; fakat onu ancak Tanrının fazlı koruyabilir… Ey asâlet
ve büyüklük arayan insan, bu asîl âile içinde küçük mevkie düşme.
Soyu-sopu büyük olan kimseler yüksekten konuşurlar; sen kadın
esiri olma. Ey alacağı kadının takvâ sâhibi olmasını isteyen bey-zâde,
böylesine rastlarsan, her dört şeyi de bir arada elde etmiş olursun.
Eğer iyi ve takvâ sâhibi bir kadın bulursan, bu fırsatı kaçırma, derhâl
evlen/çabuk davran; fırsatı kaçırma… Arzun zenginlik ise, o tasarruf
ederek, seni zenginleştirir ve yüzünü güldürür. Ahlâkı dürüst olan
kimse güzel görünür; kadının güzelliği onun tavır ve hareketidir;
bunu bilen bilir. Kadın takvâ sâhibi ve temiz olursa, asîl demektir ve
diğer üç şey de onda birleşir (1985: 325-326). Hikmetlere göre evlilik
ise İslamiyet’e uygun biçimde bağ olarak adlandırılır (Hoca Ahmed
Yesevî, 2022: 111).
Eş seçiminden sonra ise bir dizi ritüeller, buna bağlı inançlar ve
törenlerin birbirini takip ettiği Türklerde, evliliğin başlangıcı
dünürler120/kayınlar121 arasında haber getirip götüren arkuçı
(Kâşgarlı Mahmud, 2015: 73) veya sāwçı (2015: 411,530) adı verilen
kişilerin gidip gelmesiyle başlar. Bu bağlamda dünürlük aslında bir
çeşit anlaşmadır (2015: 263).
Kâşgarlı, tüŋür kelimesini kadının yakınları: kardeşler, baba ve anne
(2015: 494) olarak bir yerde zikretse de Dîvân’ın genelinden çıkarılabilecek
şekilde, kız ve erkek, iki tarafta esasen birbirinin dünürüdür.
121
kaḍın ve kaḍna.gun kayınlar ve güveyiler için kullanılır; bu sırayla
söylenir (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 230).
120
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 85
Evlenme müessesesinin kuruluşunu hazırlayan olaylar ve
uygulamalar dizisinin başında zikredilen dünür ve dünürcülük
olguları yer alır (Gözaydın, 1991a: 382). Dünür gitmek, evlenecek
kimse için kız istemeye gitmek (TDK, 2011: 735); dünürlük, evlilikte
eşlerden biri ile öbürünün kan yakınları arasında kurulan yakınlık
ilişkisidir (Ozankaya, 1984: 40).
Kız ve erkek tarafının görüşmesinin akabinde, kız için bir statü
ve prestij işlevine sahip başlığın belirlenmesi safhasına geçilir. Kimi
sanayi öncesi toplumlarda, topluluklarda evlenecek erkeğin ya da
ailesinin gelin adayının babasına ya da başka yakınlarına aile
üyelerinden birini yitirmelerinin karşılığı olarak yaptıkları ödeme
(Ozankaya, 1984: 12) başlık, bütün Türk topluluklarının “evlenme”
olayı ile alakalı adetlerinden biri olan “kalın”dır. “Söz kesme”den
sonra, erkek veya ailesi tarafından, kız (gelin adayı) tarafına verilen
para, mal, armağan vs. (Turan, 1991: 39) olan, kız evinin oğlan
evinden kalın veya kalın başlık istemesi (mal talep etmesi)
geleneğinin varlığı, tarihi kaynaklarda da X. yüzyılda Oğuzlar’da
görülür (Sümer, 1999: 389).
Kız tarafının oluru ve erkek tarafının da rızası neticesinde kıza
başlık, mihr -kalıŋ- için kesilen miktarı erkek tarafı ödemek
durumundadır. Kızın bakire olması kalının miktarını artırır: Kalıŋ
bîrse kîz alı.r kere.k bolsa kı.z alı.r122 (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 498),
dul kimse için ise kalın istenmez yahut miktarı az olur. Kalın erkek
tarafının ciddi anlamda zahmet çekmesi neticesinde topladığı mal
yahut paradır, kalının fazlalığı kızın değerini artıran bir detaydır:
birdim saŋa kalıŋ/emdi munı alıŋ/emge.k meniŋ biliŋ/ugrar tüŋür
bargalı123 (2015: 498). Evlenmiş boşanmış yahut eşini kaybetmiş
erkeklere özel bir sıfatlandırma yapılmazken; dul kadının,
koḍuz/tugsa.k ya da çoğunlukla tu.l tugsa.k (2015: 157,205) olarak
geçmişini ele verir biçimde sıfatlandırılması toplumun bekârete,
Kalın verirse bakire gelin alır. Eğer bir şeyi istiyorsa ve ona ihtiyacı
olursa onu pahalı almak zorunda kalır (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 498).
123
Damat kayınpedere diyor ki: Sana kalın (mihr) verdim al şunu!
Çektiklerimi ve para biriktirmedeki emeğimi bil! Kayınpeder de der ki: o
(kayınpeder) gitmeye hazırlanmıştır ve gitmek üzeredir (Kâşgarlı
Mahmud, 2015: 498).
122
86 | Muhammet Atasever
cinsiyetçi baktığını gösterir. Yusuf Has Hacib’in, ömrünü dertsiz
geçirmek isteyen babalara, öğüt olarak oğullarına kız almaları
(1985: 326) tavsiyesinde bulunması bu savı destekler niteliktedir.
Bekâret Türk toplumunda eskiden beri önemsenen bir vakıadır.
Kadın olmanın “kızlığını yitirmek” şeklinde kabul edilmesi (TDK,
2011: 1258), Türk halk anlatılarında var olan “kız oğlan” ifadesi ile
kızın bekâreti (Gümüştepe, Ayaz, 2018: 92) ve onun değerliliği
kastedilmesi, Anadolu köylerinde halen kına gecelerinde, kızın
kınasını; başından bir nikâh geçmiş bir kadının yakması (Saussey,
1952: 24) bunu gösterir.
Bu bağlamda boşanmış eşlerden birine, hemen tamamen
kadına dul sıfatının yakıştırılmasının altında da bekâret olgusu
yatmaktadır. Başlık mevzu bahis olunca kız olanın değerinin fazlalığı,
ebeveynlere evlatlarına kız bulmalarının tavsiye edilmesinin sebebi
de budur. Türkdoğan’a göre Anadolu’da bugün dahi devam eden
başlık adeti, kız tarafı için yalnızca kızın güzelliği ve değeri manasına
gelmeyip özellikle bekâret dedikodularının önüne geçen bir zırh gibi
durmaktadır (1991b: 179). Bu toplumsal algı, eski Türk yazıtlarına
kadar uzanır; kız kud*z (kız qudiz) (Orkun, 2011: 116,168,844)
tamlaması kız dul/kız kadın anlamında verilerek, bakire olan ile
olmayan keskin bir biçimde ayrılır.
Selcen adının etimolojik izahını yapan Özkan, Dîvânu Lugâti’tTürk, Kutadgu Bilig ve Atebetü’l-Hakâyık’ta geçen silig/sılıg (er/kız)
tamlamalarında geçen kelimeyi temiz, saf anlamlarının yanından
“bakire” kelimesi ile de ilişkilendirirken (1995: 913), modern Türk
toplumunda yapılan bilimsel araştırmalar, namus kavramının %57
gibi bir oranla kızın bekâreti, kadına leke gelmemesi olarak kabul
edildiğini; erkeklerin %63’ünün ise bir kızda aradığı nitelik olarak
namusu öncelediğini gösteriyor (Tezcan, 1974: 267,280).
Göktürk ve Hunların temsil ettiği Proto-Türk aile yapısına uygun
biçimde hem antropolojik hem de evselliğiyle uyumlu olarak aileyle
özdeşleşen kadının, aileden kopması uygun bulunmadığından
(Ulutaş, Özpınar, 2013: 384), erkeğin kalın vermesi mâderî
semiyyeden kalan bir töredir. Ana soyundan akrabalığın sürdüğü bu
sistemde, söz sahibi dayı idi ve evlenen erkek, kız evine iç güveyi
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 87
giderdi; erkek -evin damadı- eğer ayrılmak başka bir ocak124 kurmak
isterse, ağırlık vermek durumunda kalırdı, yâni bir nevi serbestliğini
satın alırdı (Köprülü, 1980: 16). Dayı yanına yerleşme
(avunculocality), dayıyla daha yakın bir yaşam idame ettirme, o
dönemde kadının gücünün toplum zihninde hala korunduğuna
işarettir.
Antropologlara göre, gelinin refakatini ve emeğini kaybeden kız
tarafının zarar tazmini (Kottak, 2008: 427) olan başlık, Anadolu’da
“süt hakkı” diye de bilinir ki, aile kızına verdiği emeğin, güç kaybının
karşılığını, başlık vasıtası ile almaktadır. Güvey kelimesinin
etimolojik izahatında bir anlamının da “çoban” olması (İnan, 1998ç:
340), erkeğin, kızın evine hizmetçi olarak girdiği gösteren bir
emaredir. Kalıŋ’ın eski Türk yazıtlarında “çeyiz” (Şirin, 2020: 404)
anlamında kullanılması, kadının aileden kopmasının bu denli zor
olması, anaerkil125 dönem ve maderi semiyye izleri bağlamında
değerlendirilebilir. Özetle başlık, bilinenin ve sanılanın aksine
kadının metalaşması değil, onun tekliğini, özel oluşunu, toplumsal
nezdinde değeri gösteren bir olgu ve modern toplumlara değin
belirli sebeplere bağlı yaşamış sosyolojik bir reflekstir.
Kutadgu Bilig’te de benzer bir düşüncenin yansıması olarak;
nâdirliğinden dolayıdır ki, nâdire kız adı verilmiştir. Hangi şey nâdir
Ateş-od-ocak ilişkisinin aile bağlamında izahı, mitolojik kökenleri ile
alakalı bkz. Seyidoğlu, 1992: 571-581.
125
Anaerkil aile: İlk insan topluluklarının ortaya çıkışıyla başladığı kabul
edilen anaerkil dönem, avcı-toplayıcı dönem olarak da adlandırılmaktadır.
Ailenin geçimi için gerekli olan yiyeceği bulan kadının üretim sürecinde
birincil rolü oynaması, ailede güç ve otoritenin sahibi olmasını sağlamıştır.
Bu dönem ailesinin en önemli özelikleri; anayersel olması, mirasın
anneden kız çocuğuna aktarılması ve boşanma durumunda erkeğin evi
terk etmek zorunda kalmasıdır.
Babaerkil aile: Toprağa yerleşilmesi, yabani hayvanların evcilleştirilmesi
ve toprağın ekilip biçilmesiyle birlikte artık ürün ortaya çıkmış ve yeni bir
toplumsal aşamaya geçilmiştir. Erkek üretimde birincil rolü kadının
elinden almış ve kadının statüsünün gerilemesine, elinde bulundurduğu
gücü kaybetmesine neden olmuştur. Akrabalık baba soy zincirine
dayanmaya; miras babadan oğula geçmeye başlamıştır (Zeybekoğlu
Dündar, 2012: 46-47).
124
88 | Muhammet Atasever
ise, o şey azizdir (Yusuf Has Hâcib, 1985: 51) denilerek kızlığın değeri
vurgulanır. Bakire kızın güçlü olacağı ve erkek adayının ona göre
evlilik öncesinde kendisine uygun eş seçmesi gerektiği bir
atasözünde de geçer: Kîz birle küreşme, kısra.k birle yarışma126
(Kâşgarlı Mahmud, 2015: 207). Bu söz gerdek gecesi yaşanacaklar
ve dul kimsenin zayıflığı bağlamında düşünülebilir. El değmemişliğe
başka bir açıdan da bakan Yusuf Has Hâcib, el değmemiş ve eşinden
başka erkek yüzü görmemiş aile kızının; eşini seveceğini, eşinden
başka kimseyi tanımayacağını ve yakışık almayan münasebetsiz
hareketlerde de bulunmayacağını belirtir (1985: 324).
Evlilikte en az seçilen eş kadar mühim olan, evliliğin zamanı ve
sonrasında dünyaya gelecek olan çocukların tabiatlarıdır. Evlilikte
acele etmek ve geç kalmamak da gereklidir; çünkü küçüklüğünde
evlenen büyüklüğünde sevinir; evlatları işlerinde koşuşturur;
kendisi de dinlenir Tünle yorup kündüz sewnü.r kiçigde ewlenip
ulga.ḍu sewnü.r127 (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 384). Benzer bir durum
evlilik yaşı gelmiş cariyeler128 için de olağandır. Bu anlamda evliliğin
bir gemiye benzetildiği Kutadgu Bilig’te, evlenen kimse gemiye
binmiş bir kimse gibidir. Esere göre evlilik, evlatların hayırlı çıkıp
çıkmamasıyla -gemi- selamette olacaktır; aksi halde gemi
parçalanacak ve hayat zindan olacaktır (Yusuf Has Hâcib, 1985: 247248).
Evlilikte karşılaşılan bir diğer olgu da eş sayısıdır. Toplumlarda
eş sayısına göre evlilik tek eşlilik (monogami), çok eşlilik (poligami),
bir erkeğin birden fazla kadınla yaptığı evlilik (polijini) ve bir kadının
birden fazla erkekle yaptığı (poliandri) evlilikle oluşan aile tipleridir.
Bakire kızla güreşme; çünkü o güçlü olur ve seni yener. Yarışlarda da
genç kısrakla yarışma; çünkü o attan daha güçlü ve ataktır; seni geçer.
Sultan Mes’ud’u gerdek gecesinde eşinin tekmelemesi ve yere yıkması
üzerine Karahanlıların (Hâkaniye’nin) kullandığı bir atasözüdür (Kâşgarlı
Mahmud, 2015: 207).
127
Geceleyin yürüyen gündüz sevinir; çünkü mesafeyi görmeden
katetmiştir (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 384).
128
Ṻtlüg yinçü yi.rde kalma.s Delinmiş inci yerde bırakılmaz; biri gelip onu
alır anlamındaki atasözü; cariyelerin bakire olarak, kız kurusu gibi uzun
süre evde tutulmaması ve birisinin onunla evlenmesi için söylenir (Kâşgarlı
Mahmud, 2015: 361).
126
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 89
Türklerde ekseriyetle tek eşle evlilik görülse de cariyelik kurumu
dışında erkeklerin çeşitli sebeplerden ötürü birden fazla kadınla
evlendiği vakidir. Yalnız kadının iki erkekle evlenmesi gibi bir durum
mevzubahis dahi olamaz. Bu toplumsal kanaat atasözlerinde de
kendisine yer bulur: Koş kılıç kınka sıgma.s129 (Kâşgarlı Mahmud,
2015: 154). Kadının ikinci bir erkekle evlenmesi ancak boşanması
yahut eşinin vefatı olsa da; ölen yahut ölecek erkek için eşine başka
birinin dokunacak olması düşüncesi bile acı vericidir, erkeğin
gözünde toplum bu durumu dahi kabullenemez: Dünya malını
kazananların hepsi (onu) yiyemeden gitti, hâllerini görün; karısı
başka bir erkek ile kalıp, onun yanında yatarak, vücûdunu verir (Edib
Ahmed B. Mahmud Yükneki, 1951: 92).
Eski Türklerde rastlanan ikincil hanımların İslam’la yasallaştığı
(Türkdoğan, 1992: 66), Türklerin İslamiyet’le karşılaştıktan sonra
çok eşli bir yaşama geçmiş olduğunu düşünülse de (Gülensoy, 1974:
304), İslam’da çok eşliliğin esasen önünün açılmadığı türlü örnekleri
ve sebepleri ile (Fatma Aliye, 1992: 1032-1035) görülebilir. Kaldı ki
İslam, geleneksel Türk ailesine özde bir müdahalede bulunmamış,
hatta tarihî kimliğini korumada etkin rol oynamıştır (Türkdoğan,
1992: 66). Ayrıca, İslamiyet’ten önce Türklerde bilhassa yukarı
tabaka ahalide, birden fazla kadın almak âdeti ve hakkı zaten var
olan bir durum olmuştur (Atsız, 1997: 28).
Bazı sosyologlara göre özellikle eşitlikçi aile görüşü ile fantastik,
romantik bulunan ve görüşleri anakronik (Canatan, 2013a: 99)
değerlendirilen Gökalp’e göre demokrat ve feminist olan eski
Türklerde kuma namı ile Türk töresine göre resmi olarak zevce
sayılmayan odalıklar bulunur; lâkin bunlar hakiki eş mesabesinde
olmaz, bunlardan doğan çocuklar da -miras, iktidar ve haklar
konusunda- öz evlat muamelesi görmezdi (2007a: 275).
Türk örfüne göre ailenin reisesi ilk zevcedir (Köprülü, 1980: 17).
İlk eşten sonra evlenilen kadın, kumanın -küni- evdeki eş veya eşlere
Çifte kılıç bir kına sığmaz. Aynı iş için uğraşıp karşı karşıya gelen veya
aynı kızı isteyen iki adam için kullanılır (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 154).
Burada kılıcın erkeği, kının ise kadını simgelemesi günümüzde kız-erkek
çocuk isteme yahut cinsiyet belirleme ritüellerinde kullanılan bıçak-makas
bağlamında düşünülebilir.
129
90 | Muhammet Atasever
düşman olacağına ise kesin gözüyle bakılır, yani eşler arasında
geçimsizlik olacağı düşünülür: Küniniŋ küli.ne tegü yagı130 (Kâşgarlı
Mahmud, 2015: 449).
Dîvânu Lugâti’t-Türk’te, karşılıklı kız isteme-alıp verme kîz beriş/kîz koluş- (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 259,263) uygulamaları da
görülür. Hatta bu durumdan muzdarib olan kimselerin yaşadıkları
da örnek gösterilirken, taraflardan biri kölesini, kız alıp verme
anlaşmasının bir parçası olarak karşı tarafa vermiştir: tü.ŋür kaḍın
boluştı/kırkın takı koluştı/emdi tışım kamaştı/altı Turumta.yımı131
(2015: 263). Bu evlilik tipi, tercih ölçütüne göre evlilik grubunda yer
alan ve berder olarak bilinen evlilik tipidir. Sağdıç kelimesinin
etimolojik izahatını yapan İnan’a göre sağdıç kelimesi, Türklerin
“hemşire değiştirme ile evlenme” -berder- döneminden kalmadır
(İnan, 1998b: 302-303).
İyi bir kalınla güç ve zenginliğini ortaya koyan erkek tarafına
karşı mahcup duruma düşmemek, kızın gittiği yerde yahut kurduğu
yuvada bir nevi başının dik olmasını, sözünün muteber sayılmasını,
kocasının yanında konum kazanmasını sağlayacak olan şey, sep
(Kâşgarlı Mahmud, 2015: 139) adı verilen çeyizdir. Sep, gelinin -kelin
(2015: 174)- kendi malıdır ve güveye giderken gelinle birlikte
gönderilir (2015: 285). Gelinin akrabalarının gelin gerdeğe giderken,
çeyiz maksadıyla ona gönderdikleri hediyelere ise yöwüş denir. Bu
hediyelerle donatılıp damada giden kız, kocasını kendisine karşı
saygılı, sevgili ve yumuşak tabiatlı bulur: Yöwüşlüg kelin küde.gü
yawaş bulur (2015: 353).
Eski Türklerde bir genç evlenirken ne karısını, kendi babasının
ocağına getirirdi ne de kendisi karısının ocağına giderdi. İç güveylik
olmadığı gibi, iç gelinlik de yoktu. Erkek, baba ocağının emvâlinden
hissesini alır, kız da “yumuş” adlı bir cihâz getirirdi. Bu cihaz, aile
arasında verilen hediyelerden, armağanlardan terekküb ederdi
Kuma o derece düşmandır ki aradaki bu düşmanlıktan dolayı, külü
diğerinin gözüne savrulur (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 449).
131
O benimle dünürlük anlaşması yaptı. Benden kızımı istedi; ben de
ondan kızını istedim. Sonra beni mağdur etti ve Turumta.y adlı kölemi
benden alıp götürdü. Bu sebeple dişim kamaştı (dişlerimi sıktım) (Kâşgarlı
Mahmud, 2015: 263).
130
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 91
(Gökalp, 2007ç: 495). Netice itibari ile çeyiz gelinin koca evinde elini
güçlendiren, onu belli bir mertebeye getiren bir unsur olur.
Kutadgu Bilig’te, genç kızlara benzetilen dünya, gelinlere de
benzetilir. Gelin, kocasının karşısına süslenerek çıkar, süslüdür,
gönlü heyecanlandırır ve çeler. Kocası ona gönül verirse, huysuz bir
acûzeye döner, kocasının yakasına ve yenine yapışır, dırdırının ardıarkası kesilmez. Tüm bu huylarına, vefâsız ve dönek oluşu da
eklenince kocası ile doğru dürüst üç ay bile geçinemez (Yusuf Has
Hâcib, 1985: 258,260).
Kadının evlenmesi erlenmek/beylenmek iken; ura.gut
erlendi/beglendi (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 116,302,307), erkeğin
evlenmesi kis/kisi al- ile verilir: Ol kisi aldı (2015: 143). Kâşğarlı’nın
Yağmalardan işittiği: ol kişi aldı mu “o (erkek) evlendi mi?”
sorusunda geçen kişi, kuvvetle muhtemel kadın eş, zevce anlamına
gelen; kis, kisi (2015: 111,143,144) kelimesi ile karışmıştır.
Toplumsal cinsiyet bağlamında bu kısımda dikkate değer olan;
almak ve vermek fiilleridir, kız verilirken, erkek alandır. Söz hakkının
olması bağlamında da değerlendirilecek olursa, kızın rızası meselesi
de tartışılabilir.
Üstelik evlenen kız önceki evine döndüğünde, kendi öz evi
olarak değerlendirilmeyip baba evi kavramı ile karşılaşır: kız
törkünke keldi kız baba evine geldi (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 191).
Kocasına hediye edildikten sonra ailesini ziyaret eden kadına, şuöteki zamiri kullanılarak; “ziyaretçi olarak geldi” anlamında tegdi132
keldi denir (2015: 447).
Kızın burada olduğu biçimde mükâfat olarak “hediye” edilmesi
yahut sayılması fikri Türk halk anlatılarında da yaygın görülen bir
durumdur (Şimşek, 2015: 1063). Ayrıca kadının kendi ailesi
tarafından bir nevi ötekileştirildiği açıktır. Gökalp’in, gelinle güvey,
mallarını birleştirerek müşterek bir ev sahibi olurlardı. Bunlar ne
erkeğin baba ocağından ne de kızın törkünü nezdinde oturmazlar,
yeni bir ev kurarlardı. Bundan dolayı izdivaç evlenmek, ev bark
Kıpçak lehçelerinden bazılarında bulunan tigi sözü “şu, o, öteki” gibi
anlamlara gelmektedir. Ev halkı yeni gelin için muhtemelen kinaye yollu
“öteki geldi” anlamında tegi keldi diyor (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 447).
132
92 | Muhammet Atasever
sahibi olmak şeklinde karşılanırdı (2007a: 274) fikri eşitlikçi bir
tutum gibi görünse de yalnızca kız için “misafir-ziyaretçi” denmesi
eşitliğe aykırıdır. Ayrıca, Türklerde baba ocağının -törkün- inanç
gereği hiç sönmemesi icap ettiğinden evlenen erkeğin yerine
törkünde, ocağın yeni bekçisi-sürdürücüsünün küçük erkek kardeş
olması (2007a: 274) ataerkil bakış açısının göstergesidir.
Sanayi öncesi toplumlarda hususen tarım toplumlarında geniş
aile egemen iken Türk ailesi bu değerlendirmenin dışında tutulabilir,
özellikle oğlan ve kızın kendi evlerinden ayrılıp yeni bir ocak tesis
etmesi, aileye olan yakınlıkları korunsa da bu yerleşme tipi
“neolocality” ayrı yerleşme sayılır.
İsteme sonrası, birlikteliğin ve aileler arası anlaşmanın
duyurulduğu ilk resmi toplantı düğündür. Gelenlere türlü
ziyafetlerin verildiği (Yusuf Has Hâcib, 1985: 331) düğünde, gelinin
oturduğu tahtırevan, yabancılara karşı di.dek133 (Kâşgarlı Mahmud,
2015: 175) ve tolwır134 (2015: 199,282) ile örtülmek durumunda
iken, erkek için böyle bir zorunluluk mevzubahis değildir. Düğün
gecesi damat ve gelinin oturtulduğu ve üzerlerine saçı saçılan,
ipekten yapılan mandırı/mundaru adında hususi bir yer de vardır
(2015: 216,230).
Gerdek-zifaf gecesi gelinle beraber ona hizmet etmesi amacıyla
gönderilen ve sonrasında da gelinin yeni yuvasında, hizmetçisi
olacak hizmetçi yahut cariyeye iget (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 24),
egetlik/egetlik kara.ba.ş (2015: 78) yahut mamu (2015: 449) denir.
Hizmetçisi olan geline egetlig (2015: 78) denirken, bu fiil egetlenyahut egetle- olarak verilir (2015: 129,131). Bu gecede, gelin attan
inerken damat, geline bir cariye veya köleyi dayanak olarak da
verebilir. Bu, zenginlerde, dayandığı şey onun mülkü olacak
anlamında bir âdettir: Küḍe.gü tayak135 bîrdi (2015: 416). Tayak,
erkeğin varlıklı olduğunu gösterir bir hediyedir.
Gelin tahtırevanının örtüsü. Sadece gelinler için kullanılır (Kâşgarlı
Mahmud, 2015: 175).
134
Perde. Bu da kadınlar için düzenlenen gelin çardağıdır. Atlastan ve
ipekten yapılır (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 199,282).
135
Değnek, baston; dayanak (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 180,416).
133
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 93
Düğünlerin debdebeli yapılması gelinin yabancılığını gidermek
yahut kendisi ile beraber gelen kargaşayı düzene çevirmek içindir.
Çeşitli ve çok sayıda kurban verilmesinin nedeni de budur (Ergun,
2014: 60-72).
Sosyolojik olarak, tesis edilen bu birlikteliğin bir fonksiyonu da
biyolojik işlev (Sayın, 1994: 184-185), fiziksel birliktelik yahut halk
tabiri ile gerdektir. Gelin ve güveyin düğünlerinin neticesi;
beraberliklerinin ise fiziksel manada ilk basamağı olan gerdek,
toplumsal bir kabul yoluyla (Giddens, 2013a: 247), kız ve erkeğin
gözlerden uzak bir mekânda kavuşmaları, ilk defa yalnız kalmaları
ve ilk birlikteliklerini kurmalarıdır. Toplumbilimsel manada ‘kapalı
sosyal ilişkiler örüntüsü’ biçiminde verilen “gerdek” insan neslinin
devamını sağlamak adına bir gerekliliktir (Nirun, 1994: 17).
Toplumbilimine göre, aile kurumunun ortaya çıkışı da bu
biyolojik zorunluluk neticesinde olmuştur (Celkan, 1991: 29), cinsel
davranış ve çoğalmanın düzenlenmesi, toplumun en küçük bu
yapısının dört temel işlevinden birisidir (Türkdoğan, 1991a: 28).
Amaç, cinsi ihtiyaç ve beklentileri toplumca kabul edilen meşru bir
zemine oturtmak, cinsel ilişkileri belli biçimde düzenlemektir (Sezal,
2012: 144; Ozankaya, 1975: 203). Evlilik, elbette bir cinsî
birleşmeden ibaret de değildir. Kanun ve adetler bir kadınla evlenen
erkeğe, önceden tespit edilmiş davranışları, karışık bir hareketler
bütününü emreder (Mauss, Fauconnet, 1970: 5).
Toplumsal kabul yoluyla gerçekleşecek olan bu özel günde gerdek gecesi- gelin, bazı özel takılarda takar, giydiği taç didim
(Kâşgarlı Mahmud, 2015: 171), inci ve mücevher kakılmış altın vb.
şeylerden yapılan gerdanlık, kolye bogmak (2015: 204)
bunlardandır. Gelin, bogmak ile gerdeğe sokulur.
Bu gece özelinde değerlendirilebilecek olan, gelinin eşi için,
eşine özel gizlediği kizlençü bazı hoş şeylerin olduğu düşünülür. Bu
bağlamda Kizlençü kelinde136 (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 453) atasözü
zikredilir. Kutadgu Bilig’te, bu özel geceye dolaylı bir atıf görülür.
Gelin eşi için duvağının altında, erkeğin dünyasını, hanesini
Gizlenen şey gelinde olur; çünkü o eşi için hoş şeyler saklar (Kâşgarlı
Mahmud, 2015: 453).
136
94 | Muhammet Atasever
aydınlatacak bir güzellik saklar, gelinin yüzü açılınca güveyin dünyası
aydınlanır (Yusuf Has Hâcib, 1985: 278). Bilmediği bir memlekete
giren insan gibi yeni evlenen kızın-gelinin- sessiz sakin ve
heyecanından ötürü dilinin tutulmuş gibi olacağına da inanılır (1985:
45). Ayrıca Hâcib’in; gelin kızların sevinçli anları zifâf geceleridir;
cesûr ve kahraman erkeğin iftihar edeceği zamanlar da harp
günleridir (1985: 177) ifadesinde zifaf gecesi özelinde cinsiyetçi bir
tavır görmek mümkündür. Dîvân-ı Hikmet’te ise zifâf gecesi abdestli
olmak önemsenir, abdestsiz birleşmede ana rahmine düşen çocuk
şeytan doğar yahut şeytanın sözünü tutar (Hoca Ahmed Yesevî,
2022: 169).
Gelinin yüzünü gizlemesi, yanında bir hizmetçinin var olması,
erkeğin de yanında ona eşlik eden bir sağdıcın varlığı, geçmişte ve
günümüzde Türklerde hayânın önemli bir karakter özelliği olduğuna
delâlet eder ki bu bekâret137 bağlamında da değerlendirilebilir. Bazı
milletlerde, evlilik öncesi serbest cinsi münasebet, köklü bir örf âdet
olarak kabul edilse de (Freyer, 1967: 222) Türklerde bu tarz
birliktelikler, ciddi cezaları gerektirir. Sağdıçlık meselesi de bu
manada önemlidir. Sağdıçlık, Göktürklerden gelen sosyal bir
kurumdur. Eski Türklerde, güveye özellikle mahrem konularda
bilgiler veren sağdıç, güveyin hem kılavuzu hem de dostudur
(Karaca, 1991: 380).
Gelinlerin başlarına örtülen tülden veya dantelden yapılan
duvak da genellikle bekâret sembolü olarak kullanılır (Aytaç, 1991a:
371). Bu açıdan geleneğe bağlı yörelerde “al” adıyla ve rengi ile
bilinen gelinlik yahut renge verilen “gelin alı” (Aytaç, 1991b: 545)
dikkate değerdir. Geline yakılan kına ve gelinin kendisine eşlik eden
yakın arkadaşlarının da kına yakması, kınanın rengi ile örtük bir
işleve sahip olabilir. Gözaydın’ın kaydettiğine göre kınanın kısmet
açacağına dair inanışlar da Anadolu’da yaygındır (1991b: 682;
1991c: 682-686). Günümüzde, gerdek gecesine geline yumurta
yedirilmesi, kaynananın gerdeğe girilecek odanın kapısını dinlemesi,
hocalarla birlikte gerdek odası önünde dua edilmesi, mum
yakılması, şerbet konması, nar veya elma yere atılması (Artun, 2014:
217) gibi pratik ve uygulamalar ise ekseriyetle günün kutlu olması,
137
Bir tabu olarak bekâret için bkz. Yolcu, 2014: 212-223.
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 95
sorunsuz bir birliktelik, çoluk çocuk sahibi bir yuvanın temennisi gibi
düşüncelerle yapılır.
Adam ve kadın arasında sert geçimsizliğin olması: Er kisi birle
tok tok boldı (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 144) karı koca arasında evlilik
bağını koparır: Begi kisi üzlüşdi (2015: 111). Boşama eylemi
ekseriyetle erkeğin inisiyatifinde gibi görünse de -Ol-er işle.r
boş/ura.gut boşattı/ura.gutın boşu.dı (2015: 143,328,462)- kadının
da belirli bir ücret vererek138 erkeği boşama hakkı vardır: ura.gut
boşandı/yulundı (2015: 273,384). Bu durum esasen erkek için de
geçerlidir, kadını karşılığını vermeden boşama hakkına sahip
değildir. Kadın, alması gereken mehirden139 vazgeçerse ancak
karşılıksız boşama gerçekleşebilir: ura.gut başın yuldı140 (2015: 377).
Türkler’deki evlenmelerin eski devirlerden beri nikâha
dayandığı bilinmekle beraber (Aytaç, 1991c: 790) bu birlikteliğin
neticelenmesi141 yahut bozulması, evlilikle tesis olunan resmî
birliğin sonlanması, boşanma yahut talâk, görüldüğü üzere tıpkı
evlilik gibi belirli kurallara bağlanmış ve düzenlenmiştir. Burada hem
kadının hem de erkeğin vazedilen şartlar altında -muhâlaa veya
mehir ile- birbirlerini boşama hakları vardır.
Evlenme gibi sosyolojik bir olay sayılan boşanma, yasal olarak
kurulmuş bir evliliğin yine yasal biçimde ortadan kaldırılması
(Ozankaya, 1984: 19), taraflardan birinin veya her ikisinin kendi
arzusu ile toplumda geçerli norm ve adetlere uygun biçimde evlilik
birliğini sona erdirmesi (Güneş, 2012: 37), yasal olarak
gerçekleştirilmiş bir evliliğin, taraflar arasında hiçbir bağ
kalmaksızın, varsa ortak çocukların hakları saklı kalmak koşuluyla
hâkim kararı ile evliliğin sona erdirilmesi ve tarafların başkaları ile
evlenebilmesine olanak sağlayan hukuki bir işlem (Aksan, 2013:
Kadın, kocasına belli bir mal veya aldığı mehri geri vererek boşamayı
isteme hakkına sahiptir. Buna muhâlaa denir (Bardakoğlu, 1991: 612).
139
Mehir, nikâhta kocanın kadına vermeyi taahhüt ettiği maldır
(Keskinoğlu, 1980: 211).
140
Kadın mihrinden vb.den vazgeçti (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 377).
141
Türk halk edebiyatı mahsullerinde aile ve evlilik için bkz. Seyidoğlu,
1992: 571-581; Bekki, 2009; Oy, 1992: 582-596; Koz, 1992: 597-615;
Günay, 1992: 616-625; Kurt, 1992: 626-649.
138
96 | Muhammet Atasever
188) gibi şekillerde tanımlanır. Evliliğe benzer biçimde sosyal
normlar ile belirli bir çerçeveye oturtulmuş bir kurum olan
boşanmanın, hukuk yönünden de toplumsal kabuller, örf ve adetler
yönünden de tahakkuk edebilmesi için belirli şartların olgunlaşması
gerekir. Ayrıca boşanma yalnızca ayrılan kadın ve erkeği etkilemez,
bu sosyal olgu toplumu ve ayrılan eşlerin çocuklarını da etkiler.
Boşanan kadın boş yahut dul; bo.ş/tu.l ura.gut (Kâşgarlı
Mahmud, 2015: 398,402) şeklinde bir sıfat edinirken erkek için
böyle bir durum söz konusu değildir: er koḍuzlandı142 (2015: 311).
Her ne kadar kötü görünse de zulmeden bir koca ile beraber
yaşamaktansa dul kalmak yeğlenir: Yawla.k tı.llıg bîgde kerü yalŋu.s
tu.l yi.g143 (2015: 402).
Dîvân-ı Hikmet’te talibin, vuslata erip cemali görmesi için
hatununun mihrini verip uzaklaştırması (Hoca Ahmed Yesevî, 2016:
402) gerekir. Bu anlamda dünya da mihri verilip terk edilmesi
gereken bir kadın gibi düşünülür. Vefasız, yalancı ve iğrenç (2022:
233,193) dünyayı Allah’a ulaşmak-dîdârı görmek için yüzbin talâk ile
boşamak -dul koymak- gerekir (2016: 398,74,136,298,375,436).
Burada hitap ekseriyetle Hoca Ahmed Yesevî’nin kendisinedir, bazı
hikmetlerde ise cinsiyetçi bir tavır görülmez. “Dünyâ mehrin
koymayan, yarın rüsvâ olur” (2016: 398). Savını güçlendirmek
isteyen Yesevî, Hz. Peygamber (sav)’den bir Hadis-i Şerif de
nakleder: “Dünya tiksinilecek bir şeydir” (Hoca Ahmed Yesevî, 2022:
113,193).
Kutadgu Bilig’de hemen aynı düşünce tarzı ile dünya, dul bir
acûzeye benzetilir. Peşine düşersen, senden kaçar; vaz geçsen, sana
doğru gelmeğe başlar (Yusuf Has Hâcib, 1985: 119,355). Dul olduğu
halde, beyaz kakımdan gelinlik giyer, süslenir ve ulu hakanları dahi
kandırır. Çünkü aldatıcı, vefâsız ve dönektir, bu sebepten onu dul
bırakmak gerekir (1985: 18,108,377).
Eserden gelinliğin evlenmemiş kızlara has bir libas olduğu
anlaşılır. Ayrıca genç kızlar doğa gibi türlü renkte libaslar
Adam dul kadınla evlendi (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 311).
Devamlı söven bir koca olmasındansa kadının dul olması daha iyidir
(Kâşgarlı Mahmud, 2015: 402).
142
143
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 97
kuşanabilirken, dulların giydiği elbisenin rengi gece gibi siyahtır
(Yusuf Has Hâcib, 1985: 363,416). Genç kızların saçı bazen örülü
bazen dağınık iken, dulların saçı her daim dağınık ve yüzlerini örter
biçimdedir (1985: 363,416).
Eski Türklerde saçın kesilmesi, örülmesi hatta örgü sayısı,
uzatılması, dağınık yahut taralı olması belirli anlamları ihtiva ederdi.
Saç kesme dul olma alameti sayılırdı (İnan, 2006: 197). Evli
kadınların saçlarını iki yandan örgü yaparak önden veya arkadan
sarkıttıklarından bahseden Radloff, Altaylı kadın ve kızların saçlarını
kesmediklerini de aktarır (1956: 275). Kadınlar yalnızca kocalarını
kaybettiklerinde örgülerini orta yerinden keserlerdi, bazı boylarda
saç kesme ölen kişinin kızlarını da kapsardı (Günay, Güngör, 2009:
108).
Eski ve yeni kültürler açısından siyahın matem rengi sayılması
(Albayrak, 2010: 39) dul kadınların kıyafetlerini siyah olması ile
ilişkilendirilebilir. Ayrıca saçlarının dağınık bir biçimde yüzlerini
örtmesi, Toplumbilimsel manada dul olmanın utanma, matem ile
eşdeğer görüldüğü fikrini de destekleyecektir.
Dul kavramı toplum zihninde bazı kötü çağrışımlarla yer etmiş
olsa da dullara karşı şefkatli olmak, dileklerini/arzularını
dinlemek/onları kollamak gerekir (Yusuf Has Hâcib, 1985:
184,185,237,300,381); lâkin ahir zamanda dullara şefkat gösteren
kalmayacaktır (1985: 464).
MAHREMİYET ve ARGO
Kâşgarlı Mahmud, ilimde ayıp olmadığını düşünerek müstehcen
kelimeleri de çekinmeden eserine almış ve hiç utanma duygusuna
kapılmadan anlamlarını açıklamıştır (Ercilasun, Akkoyunlu, 2015:
xxx). Bu sebepten Dîvânu Lugâti’t-Türk’te, erkek144 ve kadının145
s*k (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 145), t*şak, p*nis (2015: 163), çübek
(2015: 167), çekik (2015: 320), yıgaç (2015: 351), yumurtga (2015: 526).
145
*m (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 17,145), tıla.k (2015: 145,178), sökrük
(2015: 209), bitrik (2015: 207), kapak kızlık z*rı, kapaklıg kı.z bakire kız
(2015: 164,218), beçel -bu ifade hadım edilmiş erkek için de kullanılır(2015: 169), ura.guttın kān barındı (2015: 273). Kadınlık organı bitrik’in
Dîvân’da bir diğer anlamı “fıstık”tır (2015: 207). Günümüzde kız çocuklara,
144
98 | Muhammet Atasever
mahrem uzuvları herhangi bir ayrıma tabi tutulmadan146, bazen de
hususi zamanları ve anları bağlamında detaya girilerek147 verilir.
Kâşgarlı Mahmud, kadınlık ve erkeklik organlarının telaffuzuna
benzer seslendirmelerin, Kurân-ı Kerîm’de olduğunu da ayrıca
bildirir. Kimi Türklerin bunların manasını kendi dillerinde olduğu gibi
düşünüp, gülüşüp günaha girmelerine mani olmak için, okuyuşun
saklanması gerektiği görüşündedir (2015: 145).
Dîvân’da para yahut mal karşılığında erkeklerle birliktelik
yaşayan kadınlar148 ve onların ahlaken zayıflıkları, dinen bu
durumun haram oluşu dile getirilirken; erkek böyle bir fiile dahil
olmuyormuşçasına, ayartan ve aldatan -ya.p yu.p- (Kâşgarlı
Mahmud, 2015: 413), arzu eden-suç sahibi yalnız kadın kabul
edilerek149, erkekler için böyle bir durum söz konusu dahi edilmez.
Bu tip kadınlar; hafif, serbest, günahkâr ve utanmaz150 kabul edilir.
Dîvân’da böyle bir bahis bulunmasa da Gök Türk örf ve
âdetlerinden bahseden Çinli vakanüvislere göre “birisinin karısiyle
gayrı meşru münasebette bulunanlar idam olunurdu” (İnan, 1998c:
mahrem uzuvları öğretilirken örtük bir biçimde “fıstık” sözcüğünün de
kullanılması sosyo-kültürel manada dikkate değer bir durumdur.
146
yamız (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 352), yarık (2015: 354), yaya (2015:
358), yemdü (2015: 361).
147
yirük işle.r (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 355), ço.r ura.gut (2015: 397);
(meldek) meldek neŋ (2015: 210). Kîz kapakı sîdı/ol kîzıg kıza.dı/er kîzıg
kapakla.dı (2015: 164,462,485).
148
(ekek) ekek işle.r (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 37); (ersek) ersek işle.r. Şu
atasözünde geçer: Ersek erke tegme.s, îwek ewke tegme.s (2015: 51); işle.r
erseklendi (2015: 137); ura.gut kiçindi (2015: 278).
149
köŋlüm aŋar kaynayu/içtin aŋar oynayu/keldi maŋa boynayu/oynap
mini arguru.r Evin içinde onunla oynaştığım zaman kalbim sevgilim için
coştu. O (erkek) kibirle ve kasılarak bana geldi. Beni yorgun düşürünceye
kadar benimle oynaştı (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 107). koygaşıp yatsa anıŋ
yṻzi.ŋe/alsıkar ȫgin anıŋ sö.zi.ŋe/miŋ kişi yulugı bôlup ȫzi.ŋe/bîrgeler özin
anıŋ kö.zi.ŋe Kim onunla yatıp (cima edip) yüzünü görse, onun
nağmelerinden ve güzel sözlerinden aklı gider. Onun güzelliğine bin can
feda eder (2015: 112).
150
ekeklik (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 78), (oyna.k) oyna.k işler (2015: 59),
s*rtük işle.r (2015: 208); bu ura.gut ol erse.k (2015: 248); oyna.ş (2015:
59).
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 99
316), ayrıca kızı zorlamak, zorla onunla birlikte olmanın cezası insan
öldürme suçundan yargılanmayı gerektirdi. Ceza ise şu şekilde
tatbik edilirdi: Büyük yargıda yargılanan ve suçlu bulunanlar kazılan
çukura koyulurlar, boyunlarına tasma takılıp işkenceye tabi
tutulurlar, kulakları kesilir, yüzleri dağlanır, parmakları kesilir
(Yamayeva, 1999: 189,204).
İsmail Hami Danişmend’e göre de Türkler İslamiyet’i kabul
etmeden önce, şeri hukuktan daha sert bir ceza -idam- tatbik
ederlerdi ve bu konuda kadın-erkek ayrımı yapılmazdı. Yalnız eski
Türklerin hayatında bu kanunu tatbik zarureti nâdiren hâsıl olurdu.
Bilhassa Türk kadınlarının âhlaklı ve ismetli olduğunu bütün komşu
milletler i’tiraf etmiştir (1978: 85,86).
Sosyolojik olarak da tropikal bölgelerden tutun da kutuplara
kadar, avcılık ve çobanlık yaparak yaşıyan basit topluluklardan tutun
da büyük sanayi şehirlerine kadar, bir türlü evlilik kuruluşu vardır.
Bu hep böyle olmuştur. Tam bir cinsel keşmekeşlik veya grup
evlilikleri olduğunu gösteren hiçbir kanıt yoktur. Bilindiği kadar,
hiçbir toplulukta cinsel açlığın tatmini serbest ve kuralsız olmamıştır
(Walker, 1964: 70).
Kutadgu Bilig’de, Türk ahlak ve seciyesine uygun biçimde, erkek
ve kadın ayrımı yapılmaz; hatta nasihat doğrudan erkeğedir. İnsana
yoksulluk elbisesi giydirecek, fakirliğe151 düşürecek olan zina ve
şaraba yaklaşılmaması tembihlenir; çünkü iki cihanda da mutluluk,
zenginlik ve saâdet, zinâdan kaçar ve zânînin yüzüne tükürür (Yusuf
Has Hâcib, 1985: 105-106,319).
Dîvânu Lugâti’t-Türk’te, kadın ve erkekte yaşanan fizikselhormonal bazı durumlar ve kimi sorunlar ayrım yapılmadan
isimlendirilir. Fesada uğrayan, bozulan her şey; ay başı, lohusa ve
cünüp olma gibi hâller için kullanılan alık-/ tṻş kör- (Kâşgarlı
Mahmud, 2015: 95,399,463) fiilleri; ilişkilerde dirayetsiz, iktidarsız
anlamında kullanılan bükün (2015: 172) sıfatı kadın ve erkeğe eşit
bakışın göstergeleridir.
Kutadgu Bilig’in fakirlik bağlamında tahlili için bkz. Akata, Selvi, 2019:
73-104.
151
100 | Muhammet Atasever
İlişkilere kadın-erkek eşitliği bağlamında bakılacak olursa,
erkeğin kızı alt etmesi, ona üstün gelmesi, erkeğin üstünlüğü -er
kîzıg bastı/kıldı152 (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 230,241)- gibi ifadeler
(2015: 134,173,239,268,286) Dîvân’da yer alsa da toplumsal kabul
yoluyla birlikteliklerin, murad alıp murad verme şeklinde, karşılıklı
rıza ve arzuya göre olacağı yönündedir. Bu manada kadın ve erkek
eşit tutulur. Kâşgarlı Mahmud, bu sözlerde153 iki tarafın da (fiile)
iştirak anlamı olduğunu söyler. İlişkilerde erkeğin baskın olma
durumu erkek egemen toplumlarda hâkimken, bu gibi toplumsal
yapılarda kadının birçok anlamda söz hakkı yoktur, bu manada da
kadına seçme yahut rıza hakkı tanınmaz.
Dîvân’da bir de günümüzde de çeşitli tedavilerde kullanılan
adamotundan -sîgun otu- bahsedilir. Adamotunun birlikteliklerde
yorulan veya soğuyan kimselerin tedavisi için kullanıldığı ve erkeği
ve dişisi olan bu otun erkeği, erkekler için; dişisi ise kadınlar
içindir154 (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 176).
Doğuştan gelen cinsiyet farkı ve toplumsal roller dilin hangi
unsurlarını kadınların hangilerini erkeklerin kullanacağı konusunda
normlar koymuştur (Demirci, 2020: 104). Bunun gibi erkeğe ve
kadına yönelik hitap ve argo da tabii bir yolla değişmektedir. Bu
değişkenlik de esasen kadın ve erkek eşitsizliğini gösterir bir
vesikadır. Sorumluluk alanlarına dair farklılaşma da bu kullanımlara
yansır.
Bu (kılmak), cimayı anlatan kinayeli bir sözdür. Bu sebeple Oğuzlar bu
kelimeden uzak dururlar. Bir şey yapıldığı zaman kıldı yerine “düzeltti”
anlamında îtti kullanırlar: er yükünç itti adam namaz kıldı (Kâşgarlı
Mahmud, 2015: 241,88).
153
ol meniŋ birle öpüşdi (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 29,92), ola.r ikki sewişdi
(2015: 261), er ura.gutka katıldı (2015: 267), o.l anıŋ birle yatgaşdı (2015:
389), er ura.gut birle s*kişdi (2015: 158,263).
154
Dîvân’da ayrıca awılku sarıçalı, kadıntuzluğu (Kâşgarlı Mahmud, 2015:
214) adlı bir bitkiden de bahsedilir, şekil ve hususiyetleri bakımından bu
bitki kültürel bir arka plân ifade edebilir (Bu konu işin uzmanları
biyologlara tevdi edilmiştir).
152
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 101
Dîvân’da; güçlü, başına buyruk, kendi işini kendi gören kimseler
t*şaklıg er155 (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 218) ifadesi ile verilir. Bu
cinsiyetçi ve argo ifade günümüzde de benzer bir biçim ve anlamda,
hafif tabirle tüm işlerini kendisi görebilen, kimseye muhtaç olmadan
kendi ayakları üzerinden durabilen, erkek gibi kız manaları ile
kullanılır. Kâşgarlı bir de dişi köpek anlamına gelen k*ncık
kelimesinin, kadınlara küfür amaçlı kullanıldığından bahseder
(2015: 207). Bu argo ifade, günümüzde anlam genişlemesine
uğrayarak sadece kadınlar için değil erkekler için de kullanılır bir
hakaret sözü olmuştur. Bu iki argo ifade kıyaslandığında, erkeğe ait
bir uzvun olumlu çağrışımlar yaptığı; güç, iktidar, yiğitlik gibi övgü
amaçlı kullanıldığı; cinsiyet belirten ve argoda dişi kelimesinin
karşılığı kabul edilen bir ifadenin ise olumsuz çağrışımlara sebebiyet
verdiği ve hakaret maksadı ile kullanıldığı açıkça görülür.
Anadolu’da halen erkek çocuğun mahrem uzvunu başkalarına
göstermesini isteyen baba ve oğlu için bu uzuv bir güç ve kudret
göstergesi iken (Tezcan, 1997: 46); Yakut Türklerinde, yeni doğan
bebek erkekse yastığının altına bir tahta kaşık, kız ise yastığının
altına bir makas konularak; Hakas Türklerinde erkek çocuğun göbek
bağı bıçak, kız çocuğun göbek bağı ise makasla kesilerek, cinsiyet
eşya ile sembolleştirilmektedir (Küçük, Küçük, 2009: 60,62-63).
Günümüzde ise anne veya babanın gördüğü rüya yolu ile görülen
söz konusu sembolizmde erkek çocuk bıçak, kama veya kılıç iken, kız
çocuk güldür (Kalafat, 2010: 253).
Eserde cinsiyet ayrımı yapılmaksızın kullanılan: kötiç156 (Kâşgarlı
Mahmud, 2015: 154), kötlüg157 (2015: 209) gibi küfürler varken;
T*şaklı kişi (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 218).
Çocuklara sövüldüğü zaman kullanılır; “ey k*ç gibi kokmuş” demektir
(Kâşgarlı Mahmud, 2015: 154).
157
Küfürdür, anlamı “ey *bne” kendisine Lût kavminin yaptığı yapılmış
olan (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 209). Dîvân’da bu ve benzeri, hemcins ile
kurulan münasebete işaret eden -lezbiyenlik, sevicilik (sürtük işler
(Kâşgarlı Mahmud, 2015: 208; Atalay, 2018: 552)), homoseksüellik,
oğlancılık (çanaç (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 154; Atalay, 2018: 134))- tarzı
bazı sözcük ve açıklamalar yer alsa da böyle bir durumun varlığı eserin
geneline ve Türk kültür tarihine bakılınca mümkün görünmemektedir.
Ayrıca günümüzde dahi bazı küfürlerin kendi cinsi ile kurulan fiziksel
155
156
102 | Muhammet Atasever
yuḍug158 sadece erkek çocuklara (2015: 353); kulsıg er159 erkeklere
(2015: 400); ekekle- 160 kadınlara (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 134) ve
kuya.r161 kölelere (2015: 419) hakaret amacıyla kullanılan
sözcüklerdir.
Günümüzde erkek için ağa, daşş*klı, menyuk “kadınsı
davranışlar gösteren erkek”, zebellak; kadın için çarık; duleksiz
“kocasız, dul”; fettun, firtik “işveli, cilveli, evini ihmal eden”; hiftik,
cakırlevik, şarmut(a) “hafif meşrep, hoppa” vb. (Haşimi, 2023: 401403) kullanılan niteleyiciler yöresel bağlamda kadın ve erkek,
cinsiyet farklarını ele verir biçimdedir.
AKRABA
Kan bağı, evlenme veya duygusal olarak toplumun öteki
üyelerinden ayrılan, sık dokunmuş ilişkiler ağı içerisinde karşılıklı
yetki ve sorumluluklarla birbirine bağlı, ortak veya benzer sosyokültürel özelliklere sahip kişiler (Maden, 1991: 96) olarak
tanımlanan akraba, Dîvânu Lugâti’t-Türk’te ȫz kişi (Kâşgarlı
münasebetlere işaret ediyor olması; karşıdaki insanı küçük düşürmekten
başka bir amaca hizmet etmez. Bu tip çarpık ilişki biçimlerinin argo ve
küfürde var olması, sosyal hayatta böyle bir durumun var olacağını yahut
var olduğunu göstermez. Roux’nun verdiği bilgiye göre oğlancılığa,
özellikle Oğuzlarda, cinayet gözü ile bakılırdı (2011: 232). Türklerde
hemcinsel ilişkilerin yaygın olduğunu savunmak tarihi ve kültürel
cehaletten; Kâşgarlı Mahmud’un kurduğu birkaç cümleden hareketle bu
tip sonuçlara varmak ise Türk milletine, Türklük bilimine, Türkolojiye ve
başta eserin sahihi Kâşgarlı’ya ağır itham ve iftiradan öteye geçemez.
158
Erkek çocuklara küfür için kullanılan bir kelime (Kâşgarlı Mahmud,
2015: 353). Bir kişinin başkası tarafından işlenen suçtan dolayı suçlanması
(2015: 353) anlamına da gelen bu ifade, yuḍut içinde hayır bulunmayan
(şey), hayırsız (şey) (2015: 351); sövgü sözü (2015: 351,353) ile aynı kelime
olabilir.
159
Köle huylu- hür erkeklere hakaret maksadıyla kullanılır (Kâşgarlı
Mahmud, 2015: 400).
160
ura.gutnı ekekle.di adam, kadına söverek onun kötü kadın olduğunu
söyledi (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 134).
161
Hayvanlara ve kölelere sövmek için kullanılan bir küfür (Kâşgarlı
Mahmud, 2015: 419).
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 103
Mahmud, 2015: 21) yahut urug tarıg162 (2015: 30) iken; kardeş(lik)
ve/veya akraba(lık) anlamında uya (2015: 41) ve kaḍaşlık (2015:
221); uzak akrabalar ise ya.k yu.k kada.ş (2015: 406,413) olarak
adlandırılır.
Türklerin, dünyanın dört bucağına dağılmalarına rağmen
varlıklarını korumaları, âile yapısına verdikleri büyük ehemmiyetten
ileri gelir ki, bunun bir delili de Türk dilinde, başka milletlerde
rastlanmayan zenginlikte mevcut olan akrabalık nüanslarını
belirleyici kelimelerdir (Kafesoğlu, 2011: 219-220). Bu kelimelerin
birçoğunu görebildiğimiz Dîvânu Lugâti’t-Türk’te, büyük kız kardeş
eçe, eke (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 42,44,451), büyük erkek kardeş
içi (2015: 42,351); küçük kız kardeş siŋil (2015: 351,496), ini küçük
erkek kardeş (2015: 45,351) gibi akrabalık isimlerinde, kadın-erkek
isimlendirmelerinde farklılık varken, büyük kardeş anlamında
kullanılan açıkım (2015: 31) sözcüğünde bu ayrım yapılmaz.
Yatay olarak evlilik, dikey olarak soy bağı ile oluşan akrabalık
(Tezcan, 1991: 98) izlerini de Dîvân’da görmek mümkündür. Eserde
yer alan kayın ağacına -kaḍıŋ- bazı boylarda kayıŋ denmesi ve bu
kelimenin kız tarafının ailesi ile ilişkilendirildiği görülür (Kâşgarlı
Mahmud, 2015: 12). Mitolojik anlamlara da haiz olabilecek bu
kelime, zamanla anlam genişlemesine uğrayarak yalnızca gelin değil
güveyin de birinci derece yakınlarını kapsayacak hale gelmiştir.
Eserde genel manada kadının kızkardeşi baldız ile erkeğin
kızkardeşi siŋil (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 200,351) gibi birkaç örnek
dışında akrabalık isimlerinde toplumsal cinsiyet bağlamında keskin
bir kadın erkek ayrımı görülmez. Hatta sıhri akrabalık manasına
gelen kaḍın163 sözcüğünün herhangi bir cinsiyetçi tavır olmaksızın
kullanılır: Kadaş tîmi.ş kaymaduk kaḍın tîmi.ş kaymış164 (2015:
173,455). Sırasıyla söylenen, kayınlar ve güveyiler için kullanılan
kaḍın ve kaḍna.gun (2015: 230) ifadesinde de benzer bir bilinç
Akrabalar tohuma benzetilir ve onlara urug tarıg denir (Kâşgarlı
Mahmud, 2015: 30).
163
Kıpçak lehçesinde z iledir (kazın) (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 173).
164
Kardeş ve akraba denmiş, yüz vermemişler; kayın denince iltifat
etmişler. Akrabalarda kayın tarafına hürmet için söylenir (Kâşgarlı
Mahmud, 2015: 173,455).
162
104 | Muhammet Atasever
vardır. Kız kardeşin kocası yezne (2015: 363) ve erkek kardeşin karısı
yeŋge (2015: 503) kullanımlarının birbirlerine bu denli yakın telaffuz
ve kullanımı da bu perspektiften değerlendirilebilir. Aynı şekilde
Kutadgu Bilig’de, Ay-Toldı’nın oğlu Öğdülmiş’e vasiyetinde kardeş
ve akrabaya ayırt edilmeden yakınlık gösterilmesi; onların güler
yüzle, gönüllerinin alınması gereken kimseler olarak verilmesi
(Yusuf Has Hâcib, 1985: 105) eşitlik adına önemlidir.
Akrabalık, davranışların düzenlenmesinden çeşitli hak ve
sorumlulukların belirlenmesine, bireyin grupla ve toplumla ilişki
kurmasından ona; güven, dayanak ve hizmet sunmaya kadar birçok
yönden önemli roller üstlenmektedir (Tekin, 2013: 269). Türk
toplumunda akraba; birey için, toplum önüne çıkmadan ebeveyn ve
aileden sonra önemli bir otokontrol mekanizmasıdır, aynı zamanda
geleneksel toplumlarda akrabalar, madden ve manen ciddi bir
güçtür.
MİRAS
Birine, ölen bir yakınından kalan mal mülk, para veya servet,
kalıt, bırakıt, tereke (TDK, 2011: 1688) karşılıkları olan miras, Dîvânu
Lugâti’t-Türk’te türlü nüansları ile verilir. Eserde, mirastan isabet
eden hisse o.k ismi, bir kimseye mirastan hisse kalması ise o.k teg(2015: 22) fiili ile verilirken, mirasta kadın-erkek ayrımı yapıldığı
görülmez. Yalnız, çocuklar miras için babalarının yaşamasını
istemediği gibi; Ata tônı ogulka yara.sa ata.sın tile.me.s165 (2015:
384); kişi de mal-mülk için Allah’ın emirlerini hiçe sayıp, akraba ve
kardeşlerine zarar verebilir, onları yok sayabilir: tawar üçün Teŋri.ni
eḍlemeḍip/uya kadaş oglını çınla boga.r166 (2015: 41). Mirasta her
zaman yarar gözetilemez, kimi zaman evlada, anne-babadan kalan
Mirası alsın diye artık babasının yaşamasını istemez; O (çocuk) artık
babasına ihtiyaç duymaz (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 384).
166
Adam malını görünce, Allah’a aldırmadan kardeşi oğlu bile bu mal
yüzünden boğabilir (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 41).
165
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 105
pay, zarar ve ziyandır: Oluk/Keriş yag(ı)rı ogu.lka kalı.r167 (2015:
32,159).
Kutadgu Bilig’te, ev-bark, mal-mülk evlada kalırken (Yusuf Has
Hâcib, 1985: 94,102), insandan insana miras olarak bir de söz kalır:
Ölüden diriye kalan miras sözdür (1985: 25,30). Eserde kullanılan;
Babanın yeri ve adı oğula kalır (1985: 19) atasözü, cinsiyet ayrımı
bağlamında önemlidir.
Dîvân-ı Hikmet’te ise mirasta kız-erkek ayrımı görülmez. Miras
senden sonra insanların ulaşmak için birbirlerini kıracağı metadır.
Ruh bedenden ayrılırken tam bir teslimiyet içerisinde olunmalıdır. O
demde, eş ve evlatlar mirâs diyerek baş ve ayağını bağlar, mal ve
mülkünü bölüp alır, kişiyi değersiz bir canlıymışçasına kara yerde
sürüyerek yine kara yere gömerler (Hoca Ahmed Yesevî, 2016:
222,168).
Omuz başı/Keriş yaralandığı zaman oğula miras kalır. Çünkü orası, sinir
ve mafsalların toplandığı yerdir ve bu yüzden çabuk iyileşmez (Kâşgarlı
Mahmud, 2015: 32,159).
167
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 107
ERKEK KİTABI
108 | Muhammet Atasever
bilig yind usanma bil ol ḥạḳ rẹsul
bilig çinde erse siz arḳaŋ tidi168
ERKEK ÇOCUK-GENÇ ERKEK
Yetişkin adam, bay, er kişi; insan, hayvan ve bitkilerin dişiyi
dölleyecek cinste olanı (TDK, 2011: 810) anlamları ile güncel Türkçe
sözlükte yer alan erkek (Kâşgarlı Mahmud, 2015:
54,194,230,261,350,423), Dîvânu Lugâti’t-Türk’te günümüz anlamı
ve kullanımı ile varken; erkek evlat ve erkek çocuk urı yahut urı
o.gla.n (2015: 43)’dır. Hayvanların dişi olmayanları için de erkek
ibaresi kullanılır (2015: 54,194). Türkçe sözlükte erkek ana
maddesinin, kadın ana maddesine göre daha fazla anlama sahip
olması, erkek ögesinin toplumsal ölçüte daha uygun olmasından
kaynaklı yaygın kullanımı ile açıklanabilir (Akata, 2020: 943).
Erkek çocuk, toplum tarafından uğur, şans getiren, baht açan
olarak kabul edilir. Bu toplumsal bakış; Geceleyin bulutlar kızarsa;
kadın, erkek çocuk doğurmuş gibi olur. Sabahleyin yanarsa, saldıran
düşman eve girmiş gibi olur, ikincisini uğursuzluk sayarlar anlamı ile
Tünle bulıt örtense ewlük urı keldürmişçe bolu.r taŋda bulıt örtense
ewke yagı kirmişçe bolu.r
(Kâşgarlı Mahmud, 2015: 115)
atasözünde açıkça verilir. Kutadgu Bilig’de de benzer düşüncenin
yansıması olarak oğul-erkek çocuk, göz nuru ve babanın kuzusudur,
ölüm döşeğinde bir tek oğuldan ayrılmak babayı hüzne boğar (Yusuf
Has Hâcib, 1985: 94,101,104).
Toplumumuzda, erkek olarak dünyaya gelmek başlı başına bir
imtiyazdır. Çünkü o, asker olarak vatana hizmet edecek, babasının
ocağını tüttürecek, ana babasının ihtiyarlığında onlara bakacak,
kadına nazaran daha hür bir yaşantıya sahip olacak v.s. Bu yönden
onun toplumsal statüsü, kadının yanında ister istemez daha yüksek
olmaktadır (Tezcan, 1974: 79). Sosyolojik olarak da çocuğa
ekonomik, psikolojik ve sosyal manada değer verildiği düşünülecek
olursa, ailelerin maddi getiri kaygı ve beklentisini, ebeveynlerin
toplumsal bir bilinç ile takdir neticesinde haz ve zevk almasını,
Bilgiyi ara, usanma; bil ki, o hak resûl: “Bilgiyi, Çin’de bile olsa, arayınız”
dedi (Edib Ahmed B. Mahmud Yükneki, 1951: 48,86).
168
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 109
ailenin soyunun yani adının devam ettirilmesini (Kağıtçıbaşı, 2010:
204) sağlayacak olan erkek çocuktur.
Bu bilinç Türk halk anlatılarına da yansımıştır. Kabaklı’nın Türk
destanları ile ilgili; millet, nasıl bir kahraman, nasıl bir baht, hangi
hedefler, ne gibi arzular istemiş ve beslemişse, onları destanlarında
gerçekleştirir (1985: 6) yorumu gayet münasip bir biçimde, Türk
toplumsal hayatı ve cinsiyet rolleri ekseninde genellenebilir. Türk
destan anlatılarından erkek bebeğin burnuna kül sürülerek etrafa
saçılması (Duran Gültekin, 2020: 74) esasen ocağın sürdürücüsü
rolüne onun bürüneceğine işarettir.
Modern zamanlarda dahi kadınların prestijinin doğurduğu
erkek çocuk sayısına bağlı olduğu (Özdalga, 1991: 81) düşünülecek
olursa, edebi yaratmalara bunun yansıması doğal karşılanabilir.
Ayrıca Türk Halk anlatılarında, hususen destan metinlerinde erkek
çocuğun yanında bir de kız çocuğun dua ile talep edilmesi, kız çocuk
ile erkek çocuğun bir tutulduğunu göstermez. Zira doğan kız çocuk,
erkek çocuk için esasen müstakbel bir eş olarak doğmuştur.
Erkek çocuğun doğması; talih, şans ve uğur169 iken (Kâşgarlı
Mahmud, 2015: 115), kız çocuk için böyle bir düşünceye rastlanmaz,
tilkü kinaye ile kız çocuğuna benzetilir. Kadın, doğurduktan sonra,
ebeye tilkü mü togdı azu böri mü diye sorulması bunu gösterir.
Erkek çocuk ise yiğitliğinden ötürü kurda benzetilir (2015: 186).
Kız-erkek çocuk ayrımı yahut genel manada kadın-erkek ayrımı,
hususen İslamiyet üzerinden negatif bağlamda işlenemez, İslam’a
göre ceza ve mükafaat ekseninde konuya bakıldığında tam bir
eşitliğin varlığı görülecektir (Aydın, 2013: 321-323). Elbette kadın ve
erkek yaratılmaları gereği fıtratlarının bir neticesi olarak farklı rol,
duygu, düşünce ve becerilere maliktirler. Bunun neticesi olarak da
sosyal, siyasal ve iktisadi hayatta birbirlerinden ayrışacak ve farklı
rollere bürüneceklerdir. Bu bağlamda mutlak yahut istenen manada
eşitliği sağlayamayan din yahut inanç değil, Türklerin İslam dini ile
Tünle bulıt örtense ewlük urı keldürmişçe bolu.r taŋda bulıt örtense
ewke yagı kirmişçe bolu.r Geceleyin bulutlar kızarsa; kadın, erkek çocuk
doğurmuş gibi olur. Sabahleyin yanarsa, saldıran düşman eve girmiş gibi
olur, İkincisini uğursuzluk sayarlar (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 115).
169
110 | Muhammet Atasever
birlikte aldıkları adetler ve görece kendi eski yaşayışlarından kalan
türlü inanç, an’ane ve pratiklerdir.
Erkek çocuğun kutuna binaen, doğumundan başlayıp devam
eden türlü kutlamalar tertip edilir. Kutadgu Bilig’te, bahsi geçen
ziyafetlerden birisi de bir oğlun doğumu ve/veya sünneti dolayısiyle
verilen ziyâfettir (Yusuf Has Hâcib, 1985: 331). Dîvânu Lugâti’tTürk’te de erkek çocuk, doğumunun kutlanması ve sünnet olması ile
-(arıt-)170- (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 101) karşı cinsten ayrılır,
erkeğin sünneti günümüzde de Türkler arasında çeşitli merasimler
ile kutlanır.
Celadetli ve akıllı olup kendisinden her türlü hayır beklenen
genç için söylenen; Öküz olacağı umulan buzağı, öküzler arasında
belli olur anlamındaki, bolda.çı buza.gu ökü.z ara belgü.lüg (Kâşgarlı
Mahmud, 2015: 229) atasözünde de cinsiyetçi bir yaklaşım görmek
mümkündür. Zikredilen hayvanın dişisinin -inek- zikredilmeyip,
erkeğinin -öküz- zikredilmesi, dişisinin iyi bir çağrışım
oluşturmamasından kaynaklanır. Zira açıklamada Kâşgarlı, erkek
veya kız ibaresini kullanmayıp genele matuf olan genç kelimesini
kullanmayı tercih eder.
Dîvânu Lugâti’t-Türk’te, erkek çocukların saçlarının
uzatılabilmesi ve örülebilmesi, (ıḍınçu) ıḍınçu saç erkeğin birinciden
sonra serbest bırakılan saçı171 (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 67),
toplumsal cinsiyet bağlamında, erkek çocuk lehine tam bir eşitliğin
olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Atsız’ın, Sakalar
devrinden beri uzun saçlı millet olarak tanınan Türklerde, erkeklerin
de saçları uzun olurdu (Atsız, 1997: 29) tahlili Dîvân’daki bu bilgi ile
uyuşur.
Ergenliğe girişte, tıpkı kızlar gibi, kimi fiziksel değişiklikler
yaşayan erkeklerin seslerindeki kalınlaşma ve çatallaşma da eserde
Ol kozı arıttı o, kuzu vb. hayvanların t*şağını çıkardı. Çocuk sünnet
olduğu zaman da aynı şey kullanılır (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 101).
171
Saç örgülerinden biri toplanıp diğerleri salınmış olabilir (Kâşgarlı
Mahmud, 2015: 67). Örülü olan her şeye örük denir. Buradan da “örgülü
saç”a örük saç denir (2015: 33); örçüg ise Oğuzcada saç örgüsü (2015: 51)
demektir.
170
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 111
kendine yer bulur: ogla.n üni koŋra.dı172 (Kâşgarlı Mahmud, 2015:
514). Kâşgarlı, sözcüğü çocuk genel manası ile verse de sesin
kalınlaşması, ergenliğe geçişte erkek çocuğuna has bir durum
olmasından dolayı ogla.n kelimesinin erkek olması ihtimalini
kesinleşir.
Erkek çocuk her ne kadar kız çocuktan ayrı el üstünde tutulsa
da babadan üstün değildir. Bu bağlamda oğul, babaya hürmette
kusur etmemelidir. Zirâ oğul babadan aşağı derecededir ve babaya
denk olamaz. Baba bey, oğul kuldur-âhir zamanda ise tüm diğer
muaşeret ve ahlak kurallarında olduğu gibi bu denge de tersine
dönecektir (Yusuf Has Hâcib, 1985: 464,24). Faydasız oğul ise
köleden daha aşağı ve düşmandır, ondan sakınmak gerekir (1985:
221).
Doğarken kurt olan erkek çocuk, gençliğinde “aslan” sıfatını da
alır (Yusuf Has Hâcib, 1985: 51,52,19). Cesaretinin ve kuvvetinin
yanında erkek iyi huylu, adaletli; engelli, fakir, dul, öksüz ve
yetimlere karşı şefkatli olmalı, onların dilek ve arzularını dinlemeli,
onları kollamalıdır (1985: 51,52,19,94,184,185,237,300,381,464).
Günümüz anlayışına göre erkekte güzellik aranmaması, erkeğin
kazancına bakılması fikri (Tezcan, 1974: 80) geçmiş Türk fikri ile
uyuşmamaktadır. Erkekler, kızlar ile yarışacak kadar güzeldir.
Doğumlarında tıpkı kızlar gibi aya benzetilirler (Yusuf Has Hâcib,
1985: 326). Gençlik çağındaki erkekler ise, dolun ay gibi yüzlü, al
yanaklı; bakınca göz kamaştıracak, gönülleri açacak kadar güzel;
sözleri, tavır ve hareketleri iyi; kıyafetleri çekici (1985:
43,48,52,53,59,94,97,115,117,140,201,222,235,240,242,252,340,3
83) tasvir edilir.
Devlet kademelerinde bulunanların vasıflarına bakılarak,
evlenilecek bir erkeğin sıfatları eserden çıkarılabilir: genç, etkileyici,
dolun ay yüzlü, erkek sesli, açık sözlü, saçı-sakalı düzgün-kara,
heybetli-haşmetli, yakışıklı, orta boylu173, merdâne tavırlı, gözü tok,
Çocuğun sesi kalınlaştı. Bu, büluğ çağına gelmesidir (Kâşgarlı Mahmud,
2015: 514).
173
Bilgi nazarında boyunun çok uzun olması makbûl değildir; onun çok
bodur olması da güzel düşmez. Onun için bey orta boylu olmalıdır; orta
172
112 | Muhammet Atasever
gönlü zengin, özü sözü bir, ince belli, omuzları geniş, teni beyaz,
yanakları al, zarif tavırlı (Yusuf Has Hâcib, 1985:
157,166,172,183,210,214-215). Kıyafeti, dili, anlayışı, aklı, bilgisi;
tavır ve hareketi de bunlara denk olmalıdır (1985: 185,197).
Kadınlara özgü birçok giyim-kuşam, bakım malzemesi var iken
erkeklere has üle.tü adında erkeklerin, burunlarını temizlemek için
koyunlarında bulundurdukları bir ipek parçası (Kâşgarlı Mahmud,
2015: 69) ve bir çeşit sarık sardıkları suwluk urun-/sarlan- (2015:
99,305) aktarılır. Bu sarık, Türk sarığı olup orta büyüklükte, kıvrımlı,
güzel bir görünüşe sahiptir. Mısır’da Türkmen sarığı olarak
tanınmıştır. Sarık ile ilgili en eski tarihi kayıt ise 1098 yılında
Nişabur’a gelen Tuğrul Bey’e kadar gitmektedir (Sümer, 1999: 394).
Dîvânu Lugâti’t-Türk’te, erkeklerin de yüzlerini gizlemek veya
örtmek köşi- (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 463) için bir çeşit yüz örtüsü
olan kȫşik (2015: 176) kullanması, böyle bir örtüye ihtiyaç
hissetmesi ayrıca Yusuf Has Hâcib’in kaydettiği eşitlikçi bir tavra
delalet eden, erkeğin sırma ve ipekler174 giymesinin onun çekiciliğini
artırması (1985: 415) toplum bilimsel açıdan dikkate değer bir
durumdur.
Kutadgu Bilig’de de görece eşitlikçi bir tavır görülür. Hâcib,
insanları ve kavramları zıtlıklar üzerinden kategorize ederek eserine
yansıtır, Yusuf Has Hâcib’in eserinden zengin bir deyim dağarcığına
sahip olduğu da anlaşılır: bilgili-bilgisiz, akıllı-akılsız/deli, anlayışlıanlayışsız, çok konuşan-susan, cömert-cimri, yumuşak huyluhiddetli/öfkeli, kibar-kaba, düşünceli-boş boğaz, iyi-kötü, ihtiyatlıgafil, haris, aceleci, gözü doymaz, iyi, doğru, dürüst, iyilik-kötülük,
değerli-değersiz, cennet-cehennem, bugün-yarın, azap-huzûr,
küstahlık, kabalık, aksilik, cömertlik, insanlık, hasîs, insan-hayvan,
deli, ahmak, ayak takımı, geveze, takvâ sahibi, gözü tok, hayalıhayasız, alçak gönüllü, haşin, kibirli, olgun, okur-yazar, gözü tok,
ihtiyatlı, işinin ehli, vefalı, emanete titiz, temiz gönüllü, sözü-gönlüboylu olması daha iyidir… Kısa boylu, bodur kimseler hırçın tabiatlı
olurlar… Boy orta ve her şey bununla mütenâsip olmalı (Yusuf Has Hâcib,
1985: 157).
174
İpekli ve ağır çin kumaşları, değerli olduğu için, baş-köşede yer alır;
fakirlere ipekli kumaşlar dağıtılır (Yusuf Has Hâcib, 1985: 76).
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 113
özü bir, sofrası açık, soğuk kanlı, şerefli, haysiyetli, cesur, ihmâlkâr,
tuzu ekmeği bol, tuz ekmek hakkını bilen vs.
Hoca Ahmed Yesevî’de ise Allah kendisine hakikî kul olanlara
kaftan giydirmektedir (2022: 103). Kur’an’ı anlayan âlimlerin
elbisesi, gösterişli cübbe sarık değil, eski püskü çuldur (2022: 203).
Sahte şeylerin kafasının içi boş sarıkları gösterişlidir (2022: 207).
Erkek olmak, doğuştan gelen bir cinsiyet kategorisi olarak değil,
anlamsal olarak yetişkinlik ile bağlantılıdır. Erkeklik, yetişkinlik ile
elde edilen bazı davranış biçimleri ile ilişkilendirilmiştir (Akata,
2020: 943). Toplumsal cinsiyet bağlamında kadını inşa eden toplum,
erkeğin sosyo-psikolojik karakter özelliklerini de çizmekte ve onun
türlü davranış örüntüleri ile bu profile girmesini istemektedir.
KÖLE
Köle, savaşlarda tutsak edilen, para-mal karşılığında yahut
hediye olarak alınan özgürlüğü elinden alınmış, hür olmayan
kimselere verilen genel addır. Dîvânu Lugâti’t-Türk’te, cinsiyeti
erkek olarak kabul edilen kölenin karşılığı her zaman altın, gümüş
vb. kıymetli metaller yahut para olmaz, bazen bir at karşılığında köle
alınabilir: Bu ogla.nıg bîr torugka aldım (Kâşgarlı Mahmud, 2015:
160); yahut kölelerin kız alıp vermede, bir dünürlük anlaşması
gereği, bir değer olarak kullanıldığı da görülebilir: tü.ŋür kaḍın
boluştı/kırkın takı koluştı/emdi tışım kamaştı/altı Turumta.yımı175
(2015: 263). Hatta köle, kendisinin bir başkası tarafından satın
alınmasını isteyebilir: ol kulın yulturdı (2015: 387).
Ayrıca kadınların yakın hizmetinde kullanılabilmesi için
kölelerin hadım edilmesi gerekir: ol oglın tutukla.dı176 (Kâşgarlı
Mahmud, 2015: 485). Bu cümlede olduğu gibi Dîvân’da, bir yerde
daha oglan (2015: 160) köle anlamında kullanılır.
O benimle dünürlük anlaşması yaptı. Benden kızımı istedi; ben de
ondan kızını istedim. Sonra beni mağdur etti ve Turumta.y adlı kölemi
benden alıp götürdü. Bu sebeple dişim kamaştı (dişlerimi sıktım) (Kâşgarlı
Mahmud, 2015: 263).
176
O, oğlunu iğdiş etti ve onu iğdişlerden kabul etti (Kâşgarlı Mahmud,
2015: 485).
175
114 | Muhammet Atasever
Kutadgu Bilig’de kâfirlerin oğlunu ve kızını esir ederek, onları
köle -kul ve cariye- edinmek tavsiye edilir (Yusuf Has Hâcib, 1985:
393). Köle ve cariyelerin devlet hizmetinde türlü yararlıklar gösteren
askerlere, komutanları tarafından ihsan edildiği (1985: 170);
hükümdarın sarayında, iç-oğlanların hizmet ettiği (1985: 52);
Atebetü’l-Hakâyık’ta ise çok kul ve cariye arzulayanların hâris
kimseler olduğu (Edib Ahmed B. Mahmud Yükneki, 1951: 93)
kaydedilir.
Dîvânu Lugâti’t-Türk’te, köleler köyü huylu kabul edilir,
aşağılanır: kul boynı kertildi (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 301); hatta bu
sıfatları -köle huylu- hür erkeklere hakaret maksadıyla kullanılır:
kulsıg er (2015: 400). Öyle ki Dîvân’da salt hayvanlara ve kölelere
sövmek için kullanıla kuya.r (2015: 419) kelimesi yer alır. Kölelerin
türlü işler için kullanıldığı ve onlara fiziksel şiddet uygulandığı da
kaydedilir: ol anıŋ kulın küretti/tepig tepdi (2015: 328,10). Kutadgu
Bilig’de ise kul ve cariye suç işlerlerse, onların suçunu bağışlama
tavsiye olunur. Çünkü suç bağışlamanın sevabı, âhirette kişiye azık
olacaktır (Yusuf Has Hâcib, 1985: 251).
Kutadgu Bilig’de ayrıca, fayda sağlayan köle-kul, oğuldan daha
yakın ve kıymetli sayılır (Yusuf Has Hâcib, 1985: 221). Ahir
zamandan bahis açan Yusuf Has Hâcib, oğulun babasına hizmet
etmede kul-köle gibi olacağı yerde, bey olması gereken babanın
oğula kul-köle olmasını toplumsal çarpıklık (1985: 464) şeklinde
yerer.
Dîvânu Lugâti’t-Türk’te, cariyelerin kendilerine has kıyafet ve
aksesuarlarından bahis varken kölelerin tek bir yerde yünden
dokunmuş kepenek giydiklerine dair bir kayıt görülür: kul
çekreklendi (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 315).
Orhon Yazıtları’nda kul “köle, erkek köle” ve küŋ “kadın köle,
cariye”, küŋed- “cariye olmak”, küŋlüg “cariyeli, hizmetçili” (Tekin,
2006: 155,157); eski Türk yazıtlarında idi “sahip, efendi” (Orkun,
2011: 51) varlığı Türklerin kölelik kurumuna yabancı olmadığını
gösterir; yalnız bu yaygınlık anlamına gelmez. XI. yüzyıldan itibaren
ataerkil dönemden gelen bazı özelliklerin değişmesi, Oğuzlarda köle
sınıfını da doğurmaya başlar. Agacanov’a göre bu sınıfın ortaya
çıkmasındaki temel sebep zenginleşen bey sınıfının karşısında
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 115
bağımsız bireylerin fakirleşmesi hülasa ekonomik sıkıntılar
yatmaktadır (2010: 173).
BABA-DEDE
Evlilik neticesinde bekâret özelinde kadın gibi vasfı
değişmeyen, üstelik yeni bir vasıf kazanan erkek, evinde, saltanat ve
iktidar sahibi bir beye yahut emire benzetilir. O, artık koca
manasında kendi ocağında bēg/bîg (Kâşgarlı Mahmud, 2015:
111,411)’dir. Kâşgarlı Mahmud, kadının ilk eşinin tûn beg (2015:
403-404) ismi ile anıldığını da kaydeder.
Toplumbilimsel manada kadın ve erkeğin meşru birliği yolu ile
ortaya çıkan yapının -aile- işlevlerinden birisi de çocuk yapmaktır
(Kongar, 1970: 62). Aile kurumu da esasen insan türünü üretmek ve
sürdürmek denebilecek bu gereksiniminden doğmuştur (Tezcan,
2000: 13). Türk toplumu bu rolü erkek ve kadına vermişken, rolün
başlatanı erkektir. Delaney’in tohum ve toprak metaforu (Can,
2013: 227) Türk geleneksel bakış açısına uymaktadır. Yaratma
vasfının başlangıç unsuru baba iken, anne sürdürücüdür. Başka bir
perspektiften bakılacak olursa babanın işlevi çok açıkken, anne
taşıyan, doğuran, besleyen, büyüten, yetiştiren gibi birçok karmaşık
fonksiyondan sorumludur. Namık Kemal bu durumu şöyle özetler:
İnsanı peder hâsıl eder, kâbile doğurtur, vâlide besler (1992: 1019).
Doğal olarak erkeğin ilk vazifesi, çocuk sahibi olabilmek olur.
Evlâtsız insan, ölürken pişmanlığını ikrar eder ve kendisinden sonra
gelenlere çoluk-çocuk sâhibi olmaları yönünde tavsiyede bulunur.
Çünkü öldükten sonra evlâdı kalan bir baba için “yaşamıyor”
denilemez. Evlâtsız insanın, ölünce, nesli kesilir; dünyadan adı silinir
ve yeri boş kalır (Yusuf Has Hâcib, 1985: 247). Vefat etmek üzere
olan babanın neredeyse tek derdi çoluk-çocuk (1985: 251); oğul-kız
(1985: 274) yokluğudur. Burada neslin devamı adına, kız-erkek
çocuk ayrımı yapılmaması dikkate değer bir durumdur. Kutadgu
Bilig’e göre, ölüm mefhumu, insanları iyi yola sevk etmek için, en
mühim âmillerden biridir. İyi ad bırakarak ölmek ve öldükten sonra,
bu iyi ad sâyesinde, yaşamakta devam etmek – işte insan için en
yüksek gâye ve asıl mükâfat budur (Arat, 1979: XXIV).
116 | Muhammet Atasever
Dîvân-ı Hikmet’te ise ölüm, dünyanın ve içerisindeki nimetlerin
geçiciliği üzerinden işlenir. Ata, ana, kardeş nereye gitti; (bir)
düşün/Dört ayaklı tahta at bir gün sana da erer hey! (Hoca Ahmed
Yesevî, 2022: 273).
Dîvânu Lugâti’t-Türk’te, çocuk sahibi olan koca -baba- sıfatı,
çoğunlukla ata ve dede (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 42,443), iken
Töpüt177 dilinde aba (2015: 41) olarak kullanılır. Eserde, bir sevilme
ifadesi olarak “ey babacığım” anlamında ata.kı (2015: 69) sözcüğü
de vardır.
Dîvân’da üvey anne -analık- olduğu gibi üvey baba öge.y/kaŋsık
ata (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 61,504) da görülür. Bu durum, evlilik
bağı koptuktan sonra yahut eşlerden birisinin vefatı neticesinde,
yalnızca erkeğin değil; toplumsal kabul yolu ile kadının da
evlenebildiğini gösterir. Buna benzer bir durum da analık
edinmedir: ol anı ana.la.dı (2015: 135).
Türk aydınının, kadınların mahiyet ve ehemmiyeti pek geç
anlaşılmış ve kendilerine hiçbir vakit iktiza ettiği surette muamele
olunmamıştır desek, mübalağa etmiş olmayız (Şemsettin Sami,
1992: 1027) fikrini eserlerde görmek mümkündür. Doğurmak,
doyurmak, yetiştirmek gibi temel rolleri ile ciddi sorumluluklar
altına giren kadının karşısında erkek, bu vazifelerden ekseriyetle
azadedir. Kutadgu Bilig’te tabiatını, kişiliğini anne karnında iken
kadından alan bebek, yalnızca babasının sülbünden çıkıp anne
karnına yerleşmekle anılır (Yusuf Has Hâcib, 1985: 129,109). Dîvânı Hikmet’te, aslı-nesli erlik suyu damlası (Hoca Ahmed Yesevî, 2016:
262) olarak zikredilen insan; benzer mealde, Târık sure-i şerifinin
“Neden yaratıldı? Atılan bir sudan yaratıldı” anlamına gelen
“Mimmâ hulik hulika min mâin dâfik” 5 ve 6. Ayet-i Kerimesi ile
verilir (2016: 419,495).
Kutadgu Bilig’de verilen; eşinin yükünü yüklen, gönlünü kırma;
ona verdiğin sözünü unutma, bunu dâimâ göz önünde tut (Yusuf
Has Hâcib, 1985: 308) öğüdü bir kadına erkeğin bakış açısını
Töpüt kelimesi için bir yerde Tibet (Kâşgarlı Mahmud, 2015: 44), dizinde
ise Türk ülkesinde kalabalık bir boy (2015: 896) denir. Kâşgarlı bu
kelimenin -aba- Arapçadan kaldığını düşünür.
177
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 117
göstermesi bakımından mühimdir. Bunun bir yansıması olarak
erkeğin kadının hazırladığı yemeğe karşı iştahlı olması gerektiği;
Yemeğe elini uzat, haz ve arzu ile ye; ev hanımı, seni görerek,
memnûn olsun (1985: 333) vurgulanırken, Dîvânu Lugâti’t-Türk’te,
erkek eşinin doğumuna dahi yardım eder: er ura.gutnı yeniltti
(Kâşgarlı Mahmud, 2015: 332).
Aile üyelerinin sorumlulukları, kurallarla çevrili olması gibi
hususlar her aile tipinde görülen yaygın özelliklerdir (Gökçe, 2012:
52). Günümüz sosyolojisine göre, ailenin dört temel işlevinden birisi
de cinsler arasında iş bölümü kurmaktır (Türkdoğan, 1991a: 28). İş
bölümünün bir neticesi olarak evin, maddi anlamda, geçiminden
erkek sorumludur. Onun bu bağlamda eşine ihtiyaç duyması ya da
eşinden yardım alması hoş karşılanmaz, bu durum erkek için küçük
düşürücü kabul edilir. Hoca Ahmed Yesevî’nin hikmetinde Hz.
Hatice (ra)’nin malını alıp, evinin geçimini sağlamaya çalışan Hz.
Muhammed (sav)’in muhtaç sıfatı ile verilmesi (2016: 391) bunu
gösterir.
Küçüklere yolu-izi büyüklerin gösterdiği (Yusuf Has Hâcib, 1985:
137), çocukların iyi veya kötü olmalarına anne ve babalarının sebep
sayıldığı (1985: 115) Kutadgu Bilig’de, özellikle baba; oğul ve kızının
uzun ömürlü olması için, öncelikle süt ninesi olarak iyi ve temiz bir
kadın tutmalıdır. Kendi evinde çocuklarının terbiyesi ile de meşgul
olmalı, bu işi ellere bırakmamalıdır. Burada kız-erkek çocuk ayrımı
yapılmaz. Baba, çocuğunu küçüklüğünde başı-boş bırakırsa, kabahat
ve suç çocukta değil, babadadır. Çocukların tavrı, hareketi kötü ise,
o kötülüğü baba yapmıştır; çocuğu iyi olmaktan mahrum eden odur.
Baba çocuğunu sıkı bir terbiye altına alıp, ona her şeyi öğretirse,
çocuğu yetişip-büyüyünce, sevinir. Çocuğunu sıkı terbiye eden, bilgi
ve edep öğreten baba, her iki dünyada onlar için faydalı olur ve o
babaya arkasından gelenler gülmez (1985: 98,326).
Baba gören ok yontar, ana gören ton biçer (Kulzhanova, 2011:
370-371) atasözüne uygun biçimde, Kutadgu Bilig’de baba, hususen
oğlunun yetişmesinden mesuldür. Hatası babanın hatası, meziyeti
babasını meziyetidir. Baba âlim ve zeki ise, oğlunun yetişmesi için
emek sarf etmeli, başı boş bırakmamalı, sıkı bir terbiye altında
yetiştirmeli, merhametli ve cömert davranmalıdır. Oğula bütün
118 | Muhammet Atasever
fazîletleri, bilgiyi henüz küçük iken öğretmelidir. Böyle olursa
hayatta muvaffak olur ve ileride mal sahibi olur. Aksi halde o çocuk
ziyan olup yiter. İyi yetişen oğuldan ötürü ise annesi ve babası
saâdet duyar (Yusuf Has Hâcib, 1985: 98,99,116,326).
Kadim toplumlardan modern toplumlara değin evlilik sadece
kadınla erkeğin toplumun doğruladığı bir biçimde cinsel
birleşmesini sağlayan bir kurum değildir. Evlilik esasında çocukların
bakımı için yapılan bir anlaşmadır (Walker, 1964: 71). Türk
toplumunda anlaşma gereği erkek çocuktan baba, kız çocuktan ise
anne mesuldür. Çünkü, bir erkek ne kadar yakın hısım olursa olsun
kızın daire-i mahremiyetine giremez, gizli ahvali yakından bilemez;
dâimu’l-evkât yanında duramaz. Kızı besleyen baba, fakat terbiye
eden annedir (Ahmed Rıza, 1992: 1035).
Babanın üstüne basılarak erkek çocuğunun eğitimi ile meşgul
olmasının istenmesi, oğulun tabiatının babasına çekeceği yönünde
güçlü bir bakışın hâkim olması ile (Yusuf Has Hâcib, 1985: 125)
ilişkilendirilebilir. Yusuf Has Hâcib’e göre, babası bey olan oğul, bey
doğar; babası gibi, bey olur (1985: 148). Kız çocuğun anneye
benzemesini isteyen toplum, tabiidir ki erkek çocuğun da babaya
benzemesini ister ve bu atasözlerine de yansır: ata oglı ataç toga.r
(Kâşgarlı Mahmud, 2015: 254) yani erkek çocuk reşit olunca
şüphesiz babasına çeker. Bu bağlamda başka bir atasözü daha
aktaran Kâşgarlı, bûzdan su.w tama.r178 (2015: 398) atasözünü
huyca babaya benzeyen kişi manası ile verse de atasözü genele
atfen yapılır; buradan kız-erkek, anne-baba ayrımı anlaşılmaz, kişi
anne ve/veya babasına çeker manası çıkar.
Erkek ve kız çocuk ayrımı yapmadan çocuğun eğitim ve terbiyesi
rolünü babaya tevdi eden Gökalp’e göre Türk babası, çocuğunu üç
kısımdan mürekkep bir terbiye ile yetiştirmelidir: Türk terbiyesi,
İslam terbiyesi, asır terbiyesi (2007b: 67). Özellikle eğitim
anlamında babanın bu denli önemsenmesini Ahmed Rıza şöyle
açıklar: Evlâdın ahlâkını tehzib ve takviyede pederin nüfuzu pek
büyüktür. Ahlâkı metin olmayan gençlerin çoğu, mert, doğru,
Buzdan su damlar. Bu, huyca babasına benzeyen için söylenir (Kâşgarlı
Mahmud, 2015: 398).
178
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 119
namuslu bir babanın taht-ı tazyik-i manevisinde bulunmamış
olanlardır (1992: 1035).
Kınalızâde Ali Efendi’nin evde, çobana ve doktora benzettiği
baba (1979: 17-18) çocuklarını evlendirmekten de mesuldür.
Ömrünü dertsiz geçirmek isteyen babanın, oğluna bir kız bulması
gerekirken, kızını da ere vermesi icap eder (Yusuf Has Hâcib, 1985:
326). Çocukların evlendirilmesi hususunda annenin bir söz hakkına
yahut rolüne ise rastlanmaz.
Babanın bir vazifesi de bahadır bir er olmaktır. O düşmana yalın
hücum eder ve erkekler gibi vuruşur (Yusuf Has Hâcib, 1985: 171),
inandığı ve koruması gereken değerler uğruna; kendisini, eşini ve
çocuklarını düşünmez, insanlara köle ve cariye ihsan eder (1985:
170).
Babanın kocamasının alameti ise kuzgun gibi kara olan saç ve
sakalın kuğu gibi beyazlaması, ok gibi dik olan boyun bükülmesidir.
Ölümün emaresi olan bu hususlar belirince pusuda yatan ölüm için
hazırlık yapmak lâzımdır (Yusuf Has Hâcib, 1985: 90). Dîvân-ı
Hikmet’te de saç sakalın ağarması ihtiyarlık emâresidir (Hoca
Ahmed Yesevî, 2016: 57,304,363).
Her ne kadar değerli olsa da babadan daha aşağı derecede
kabul edilen oğul, babaya denk olamaz ve babaya hürmette kusur
etmemelidir. Baba bey iken oğul kul kabul edilir (Yusuf Has Hâcib,
1985: 464,24). Faydasız oğul, köleden daha aşağı görülür ve baba
için düşmandır, ondan korunmak icap eder (1985: 221). Baba
nasihatini sıkı tutma ve hürmet gösterme konusunda kız da oğuldan
ayrı tutulmaz, böyle evlatların günü kutlu, her günleri sevinçli olur;
lâkin ahir zamanda dengelerin değişeceğine oğulun bey, babanın
kul olacağına, babaya hürmetin yok olacağına ve ihtiyar sözcüğünün
bir hürmet ifadesi olmaktan çıkıp bir hakaret sözü olacağına inanılır
(1985: 121,465).
Baba nasihatini tutmanın yanında, duası almak da çocuk için
elzemdir; çocuk ne kadar babasının rızasını alırsa, o kadar onun
duâsına nâil olur (Yusuf Has Hâcib, 1985: 137). Babasız kalmak,
babanın vefatı ise evlat için elem vericidir (1985: 274,433).
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 121
SONSÖZ
Nuh Peygamber (as)’in gemisinden İtil ve Yayık suyunun
yakasına varan, Doğu illeri ve Türkistan’ı kendisine yurt belleyen
oğlu Yafes ve onun sülbünden gelen Oğuz Han ile, göğü çadır, güneşi
bayrak eyleyen179 Türk’ün yaşam felsefesi, İslamiyet ile nizâm-ı âlem
ülküsüne dönüşür. Orta Asya’nın uçsuz bucaksız bozkırlarında, türlü
sebeplerden mütevellit sıkışmış Oğuz’un torunları, İslamiyet ile
görece geç tanışsa da yeni din ve onun Peygamberi (sav) ile o denli
hemhâl olurlar ki Türk adı, Müslüman sıfatı ile zihinlerde çağlar boyu
yer eder.
Türk’ün, tarihin karanlık dönemlerinden önce başlayan kadim
yolculuğu, birçok inanç ve kültüre ev sahipliği yapmış; ancak Türkler
hiçbir zaman kendi öz millî kimliklerinden tamamen
soyutlanmamışlardır. İslamiyet ile karşılaşan ilk Türk boyları, sırf bu
sebepten Emeviler ile iyi ilişkiler kuramamış, temelde zikredilen
toplumun ırkçı görüşü ve mevali anlayışından ötürü, Türk’ün yeni
dine girişi üç asırlık bir sürece yayılmıştır. İslamiyet ise, ciddi güç
kaybına uğradığı, iç karışıklıklar ve fikirsel-mezhepsel çatışmalarla
boğuştuğu -tarihi perspektifle- doğal sınırlarına ulaştığı bir
dönemde, necip Türk milletinin yüksek feraset ve imanı ile sınırları
kaldırmış, bir taraftan Balkanlar’ı aşıp Viyana kapılarına, bir taraftan
Ural Dağları’ndan Büyük Okyanus’a kadar uzanan Sibirya’ya, diğer
taraftan Çin Seddi’ni de aşarak Uzak Doğu’ya dayanmıştır.
Kâşgar, Balasagun gibi büyük kültür ve bilim merkezleri inşa
eden Türkler, birçok ilmî sahada, döneminin çok ilerisinde eserler
vermeyi başarmışlardır. Yeni kültür dairesi, Türk İslam’ın Dîvânu
Lügâti’t-Türk, Kutadgu Bilig, Atebetü’l-Hakâyık ve Dîvân-ı Hikmet
isimleriyle bilinen, aşılması zor ilk başyapıtlarının da vücuda
gelmesini sağlamıştır. Kâşgarlı’nın dinî ve millî hassasiyetleri
eserinde görülmekle birlikte, yaygın tabir ile ansiklopedik sözlük
Dîvânu Lügâti’t-Türk dışında, diğerleri İslam’ı, Türk boyları arasında
yayma gayretinin de etkisiyle, dinî ahlâkî eserler olmuşlardır.
Oğuz Kağan Destanı için bkz. Ergin, 1970; Togan, 1972; Ebulgazi Bahadır
Han, 1979.
179
122 | Muhammet Atasever
Geçiş dönemi mahsulleri söz konusu yapıtlarda, hem Türk
milletinin öz töresinden kalan eski adet ve ananeleri hem de
İslamiyet’in düsturlarını görmek mümkündür. Türlü sahalar için
ehemmiyet arz eden Türk İslam’ın ilk verimleri, Sosyoloji ve
Edebiyat adına da eşi bulunmaz kaynaklardır. Zira bir milletin kültür
kodlarını; eski ile yeninin kaynaştığı eserlerde, mukayese adına,
daha açık ve anlaşılır görmek mümkündür.
Disiplinler arası bir bakış açısıyla, temelde Türk İslam’ın, kadın
ve erkeği, birey, aile, toplum ve devlet içerisinde oturttuğu veya
olması gerektiğini düşündüğü yer; her iki cinse doğumlarından
ölümlerine kadar, yaşam boyu yükledikleri anlam, rol, ödev, bir nevi
misyon hatta vizyonun temel hatlarıyla gözler önüne sermenin
amaçlandığı çalışmada, birey bazında kesin bir sonuca varmak
kapsam, zaman, imkânlar ölçüsünde takdir edilir ki mümkün
değildir. Bu çalışmada varılan neticeler sair çalışmalardan da
faydalanılmak sureti ile dört temel eserden hareketle olmuştur.
İlk Türk İslam eserlerinde kadın, iki farklı ve zıt açıdan ele alınır.
Bunlardan birincisine göre kız çocuk, “Allah’ın vergisi, göz nuru,
akıllı, cennete açılan kapı”; genç kız, “nazı, edası, sesi ve fiziği ile
hoşa giden, gönül okşayan, aklı baştan alan, sevgili”; kadın, “erkeğin
yoldaşı, hayat yükünü paylaştığı, toplumsal kabul yoluyla murat alıp
murat verdiği, onun neslini devam ettirecek, çocuklarını besleyip
büyütüp ahlâklandıracak birey”dir.
İkinci bakış açısına göre ise kadın, bebeklikten nineliğe kadar
olan hayat serencamında; uğursuz, gereksiz, zayıf, korunmaya
muhtaç, korkak, sözünden dönen, bilgisiz, huysuz, acûze, yakaya
yapışan, dırdırcı gibi vasıflara sahiptir. Hatta kadın, eve kapatılması
gereken, evden çıkması yahut eve yabancı birisinin gelmesi halinde
kokacak bir et gibi, cinsiyetçi bir tavır ile ele alınır.
Kadına üçüncü bir bakış açısı ise tasavvufî bakıştır. Bu yönden
ele alınan kadın, çocuklar ile birlikte, fenaya ulaşmada ciddi bir
külfet ve engeldir. Ancak onlara sabır göstermenin ve onların
bakımını üstlenmenin karşılığının da Allah tarafından verileceği
vurgulanır. İslam dininin ceza mükâfat ekseni söz konusu olunca ise,
erkek ile kadın tamamen eşit kabul edilir.
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 123
Ekseriyetle kadın aleyhine olan cinsiyetçi tutum, roller mevzu
bahis olduğunda kadının lehine kısmen dönmeye başlar ki, kadına;
eş olmak, doğurmak, doyurmak, yetiştirmek gibi erkekten çok daha
fazla sorumluluk yüklenir. Kadının ödevleri arasında, onun
inisiyatifinde olmayan güzel olmak, doğurgan olmak, sütü ile
evladına güzel huylar aktarmak hatta ana rahminde iken dahi ona
fayda sağlamak gibi vazifeler yer alır.
Kadının değeri, evlilik çağı girdiğinde güzelliği ile artarken, asıl
kıymeti anne olunca belirir. Fiziksel güzelliğini ve eşine bir çocuk
vermiş olmanın avantajını kullanan kadın, eşinin hemen ardında bir
mevkie yükselir. Burada bilhassa annelik vasfı ona ilahi bir değer ve
yücelik katar.
Kadın ve erkek yalnız kıymet ve roller bakımından ayrışmaz,
onların farklılaştığı bir diğer nokta bekârettir. Bebeklikten
evleninceye kadar, bekâret gizil anlamını da ihtiva eden “kız” genel
ismi ile anılan dişi birey, evlenince farklı bir sıfat alır, yalnız erkek için
fiziksel ve/veya medeni durumdaki değişme sıfatını etkilemez.
Benzer biçimde boşanan yahut eşi vefat eden kadın, yeni ve sınıfsal
olarak geri plânda durmasını sağlayacak “dul” sıfatını alırken, erkek
yine boşanma fiilinden etkilenmeyen taraftır. Ayrıca dul kadın, ikinci
bir evliliğe adım atmak istediğinde, ona verilen başlık da toplumun
değer/değersizlik bağlamında dul kadınlara bakışını yansıtır. Dullara
acınması, yardım edilmesi, onların korunup kollanmasının,
eserlerde mükafatı da zikredilerek verilmesi hem bir ters psikolojiyi
yansıtır hem de acınma bağlamında sanki kötü bir olguymuşçasına,
dulluğun kadının üstüne yapışmış bir vaka olduğu gerçeğini gün
yüzüne çıkarır. Özetle, kadim medeniyetlerden modern çağlara
kadar bakir(e) olmaya toplumun erkek lehine bakışı, Türk İslam
eserlerinden çıkışla, Türk toplumunda da görülür.
Kadının, eski Türklerde maderi semiyye yahut pederî aileden
kalma, yüksek bir mevkie sahip olduğu genel kanaat gibi dursa da o
dönemlerde dahi kadın, gençliğine varıncaya kadar görünür
değildir. Akabinde cariye de olabilen, hatta soyluların bile kendi
aralarında sınıfsal olarak ayrıma tabi tutulduğu düşünülecek olursa,
İslamiyet’ten önce Türklerin kadını, erkek ile mutlak eşit konuma
getirdiği söylenemez. Benzer biçimde İslamiyet ile diri diri
124 | Muhammet Atasever
gömülmekten kurtulan, vahye muhatap olan ilk topluluktaki kız
çocuğu ve bir meta olarak düşünülen kadın gibi, yeni dinin emir ve
yasakları doğrultusunda, ciddi bir hatta birkaç sınıf atlayan kadın
gibi, Türk kadınının da böyle bir sefalet altından, İslam ile
kurtulduğunu söylemek de yanlış olur.
Denilebilir ki avcı ve toplayıcı dönemden başlayarak, göçer evli
dönemin sonuna kadar, gücün önemli olduğu çağlarda maskülen;
devam eden tarihi devirler içerisinde devletlerin kurumsallaştığı,
İslamiyet’i kabulü dönemine denk gelen yerleşik hayata geçişle
birlikte feminen ve akabinde Cumhuriyet’in kurulması ile birlikte
çalışma hayatına girmeye başlayan Türk kadını androjen kimlikli
olması ile değer kazanmış yahut sosyalite onu böyle olmaya
zorlamıştır.
Türk kadını kadim çağlardan beri erkeğin yanında ve yöresinde
bulunmuş, cariyelikten hatunluğa kadar onunla hemen hemen eş
bir hayat sürmüş, göçer evli iken de yerleşik hayata geçtiğinde de
modern Türk ailesi inşa edilirken de ciddi yükümlülükleri, eşi ile
birlikte yerine getirmiş; lâkin mutlak eşitlik manasında erkek ile bir
tutulmamış, ikinci plânda kalmıştır. Modern zamanlarda bir erkeğin
ev işleri ile meşgul olmaması, olsa dahi her işi yapmaması bunu
gösteren ciddi bir sosyo-kültürel kanıttır.
Kadının bu karmaşık, değişen toplumsal statüsüne karşın
eserlerde erkek, neredeyse tek bir perspektiften görülür ve onun
girmesi gereken toplumsal cinsiyet kalıbı daha sadedir.
Doğumundan ölümüne dek, kadının aksine, uğurlu, gerekli, göz
nuru, beklenen, istenen, görece kadına nispetle daha serbest ve
toplumun her kademesinde olması beklenen kişidir.
Henüz üzerinde gelinlikle, düğününde oturan genç kızın
kucağına verilen erkek çocuk ile başlayan ve cinsiyet belirleme
ritüellerinden itibaren, toplumun doğuma zorladığı erkek çocuğun
hayatının tüm evreleri, türlü geçiş törenleri ile kutlanır. Onun
çocukluktan gençliğe geçişi, ikinci bir safhadır ki artık, kendi ailesinin
adını yaşatacak yegâne ve biricik yoldur. Evlenince ocağında iktidar
sahibi bir bey olur. Yani yaşı ilerledikçe kıymeti artar. Yalnız baba
olunca değeri artsa da toplum nazarında anne kadar kutsanıp
yüceltilmez. Kadın, anne olunca değeri bağlamında baba olan
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 125
erkeğe erişir; hatta annelik bağlamında ondan öne geçer. Bu bakış
açısında, Türk kültüründe annenin ciddi kıymete haiz olmasının yanı
sıra, İslam’ın anneye Ayet-i Kerime ve Hadis-i Şeriflerle verdiği yüce
değer etkilidir. Ayrıca Hz. Muhammed (sav)’in, incelenen eserlerde
de izlerinin görüldüğü gibi, kızı Hz. Fatıma (ra)’ya gösterdiği kıymet
ve Ehl-i Beyt soyunun buradan gelmesi ciddi bir etkendir.
Türklerde akrabalık, miras, giyim kuşam gibi konularda kadın,
neredeyse erkek ile eş bir konumdadır. Aile kurulurken gerçekleşen
ayrı yerleşme; mirasta, kızın ve erkeğin payının evlenince kendileri
ile birlikte gönderilmesi; kıyafet olarak erkek ve kadının keskin bir
biçimde ayrışmaması bunun delilidir.
Eski Türk toplumundan çağımıza kadar dinî, siyasi, sosyal,
iktisadi, coğrafî ve sair sebeplerden kaynaklı, kadın ve erkeğe bakış,
çeşitli değişikliklere uğramış olsa da bazı karakteristik özelliklerini
korumuş ve günümüze kadar taşımıştır. Türk kadını ve erkeğinin
geçmişten modern zamanlara değin geçirdiği dönüşümü ortaya
koymanın yanında; kadın ve erkeğin eğitimde, sosyal hayatta, iş
hayatında, ailede; toplum, ödev ve yükümlülükler ekseninden
mutlak eşitliğini ve keskin bir görev dağılımını savunmak ise, iki
cinsin fiziksel ve ruhsal yapılarını da göz önüne alarak;
disiplinlerarası uzun uzadıya üzerinde düşünülmesi, tartışılması,
bilimsel delillerle ortaya çıkarılması gereken çok yönlü bir mevzu
olarak karşımızda durmaktadır.
126 | Muhammet Atasever
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 127
KAYNAKÇA
Aça, M. (2009). Ergenlik: Cennete İkinci Bir Veda mı?. Motif Akademi
Halkbilimi Dergisi, 2 (3-4), 367-381.
Aça, M. (2019). Türk Halk Edebiyatı. Aça, M. (Ed.). Ankara: Nobel
Akademik Yayıncılık.
Aça, M.; Yolcu, M. A. (2021). Halk Bilgisinin İnanış Temelli Temsilleri.
Halk Bilimi El Kitabı. Aça, M. (Ed.). Ankara: Nobel Akademik
Yayıncılık, 345-440.
Agacanov, S. G. (2010). Oğuzlar. Necef, E. N.; Annaberdiyev, A.
(Çev.). İstanbul: Selenge Yayınları.
Ahmed Rıza. (1992). Vazife ve Mesuliyet - Kadın. Sosyo-Kültürel
Değişme Sürecinde Türk Ailesi III. Kara, İ. (Koord.). Ankara:
T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayınları, 10351041.
Ahmed Yesevî. (2015). Ahmed Yesevî. Tosun, N. (Ed.). Ankara: Hoca
Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi.
Akarpınar, B. (2007). Popüler Tasavvufun Öncüsü: Ahmed-i Yesevi ve
Hikmetleri (XII. yüzyıl) 2. “Divan-ı Hikmet” ve Etkileri. Türk
Edebiyatı Tarihi-I. (c.1). Halman, T.S.; Horata, O.; Çelik, Y.;
Demir, N.; Kalpaklı, M.; Korkmaz, R.; Oğuz, M. Ö. (Ed.).
İstanbul: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 222-228.
Akarpınar, R. B.; Arslan, M. (2014). Tekke-Tasavvuf Edebiyatı. Türk
Halk Edebiyatı El Kitabı. Oğuz, M. Ö. (Ed.). Ankara: Grafiker
Yayınları.
Akata, Z. H. (2019). Güncel Türkçe Sözlük’te Kadın Kavramı ve
Toplumdilbilimsel Sezdirimleri. XI. Uluslararası Dünya Dili
Türkçe Sempozyumu. Samsun: Ondokuz Mayıs Üniversitesi,
2275-2283.
128 | Muhammet Atasever
Akata, Z. H. (2020). Güncel Türkçe Sözlük’te Erkek Maddesi ve
Toplumdilbilimsel Sezdirimleri. XII. Uluslararası Dünya Dili
Türkçe Sempozyumu. Ankara: Gazi Üniversitesi, 940-948.
Akata, Z. H.; Selvi, C. (2019). Kutadgu Bilig'de Fakirlik ile İlgili
Beyitler. Fakirlik. Gürsoy Naskali, E. (Ed.). İstanbul: Libra
Kitap, 73-104.
Akkaya, C. (2012). Eş Seçimi ve Evlilik. Değişen Toplumda Değişen
Aile Sosyolojik Tartışmalar. Adak, N. (Ed.). Ankara: Siyasal
Kitabevi, 147-162.
Aksan, G. (2013). Evlilik ve Ayrılma: Ailenin Kurulması ve Sona
Ermesi. Sistematik Aile Sosyolojisi. Aydın, M. (Ed.). Konya:
Çizgi Kitabevi, 169-195.
Akyol, C. (2017). Girişimci Kadınların Bölge Kalkınmasına Katkıları;
Artvin Örneği. Karadeniz Sosyal Bilimler Dergisi - Kadın Özel
Sayısı, 9 (9), 443-464.
Albayrak, K. (2010). Dinlerin Rengi Renklerin Dili. Ankara: Sarkaç
Yayınları.
Albayrak, F.; Serin, N. (2015). Kutadgu Bilig ve Mârifetnâme’de
Kadın Algısı. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 8 (37),
16-37.
Arat, R. R. (1951). Atebetü’l-Hakayık-Önsöz. İstanbul: Ateş Basımevi.
Arat, R. R. (1979). Kutadgu Bilig I-Metin. Ankara: Türk Dil Kurumu
Yayınları.
Arat, R. R. (1959). Kutadgu Bilig-Önsöz. Ankara: Türk Tarih Kurumu
Basımevi.
Artun,
E. (2011). Dinî-Tasavvufî Halk Edebiyatı-Edebiyat
Tarihi/Metinler. Adana: Karahan Kitabevi.
Artun, E. (2014). Türk Halk Bilimi. Adana: Karahan Kitabevi.
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 129
Artun,
E. (2015). Türk Halk Edebiyatına
Tarihi/Metinler. Adana: Karahan Kitabevi.
Giriş-Edebiyat
Atalay, B. (2018). Divanü Lûgat-it-Türk Çeviri. Ankara: Türk Dil
Kurumu Yayınları.
Atsız, H. N. (1997). Türk Edebiyatı Tarihi. İstanbul: İrfan Yayımcılık.
Ay, A. (2020). Divan-ı Hikmet’te Manevî Ayet İktibasları. Yıldız, A.
(Ed.). Ankara: Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak
Üniversitesi.
Ay, A.; Dudu Karaman, E. (2017). Kadın Girişimcilerin Sektöre
Tutunma Çabaları: Merzifon Örneği. Karadeniz Sosyal
Bilimler Dergisi - Kadın Özel Sayısı, 9 (9), 517-527.
Aydın, M. (2013). Aile ve Din/İslam. Sistematik Aile Sosyolojisi.
Aydın, M. (Ed.). Konya: Çizgi Kitabevi, 315-333.
Aydın, M. (2019). Kutadgu Bilig’in Başka Metinlerle İlişkisi Sorunu.
Uluslararası Kutadgu Bilig Kurultayı. Altun, İ. I.; Beyaz, E.
(Yay. Haz.). Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek
Kurumu Türk Dil Kurumu Yayınları, 104-113.
Aytaç, P. (1991a). Duvak. Sezal, İ. (Yay. Kur. Baş.). Türk Aile
Ansiklopedisi I. Ankara: T.C. Başbakanlık Aile Araştırma
Kurumu Yayınları, 371-374.
Aytaç, P. (1991b). Gelinlik. Sezal, İ. (Yay. Kur. Baş.). Türk Aile
Ansiklopedisi II. Ankara: T.C. Başbakanlık Aile Araştırma
Kurumu Yayınları, 545-556.
Aytaç, P. (1991c). Nikâh Adetleri. Sezal, İ. (Yay. Kur. Baş.). Türk Aile
Ansiklopedisi III. Ankara: T.C. Başbakanlık Aile Araştırma
Kurumu Yayınları, 790-795.
Bardakoğlu, A. (1991). Türk Aile Hukukunun Tarihi Gelişimi. Sezal, İ.
(Yay. Kur. Baş.). Türk Aile Ansiklopedisi II. Ankara: T.C.
Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayınları, 609-616.
130 | Muhammet Atasever
Barthold, V. V. (1975). Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler.
Kopraman, K. Y.; Aka, A. İ. (Haz.). Ankara: Kültür Bakanlığı
Kültür Yayınları.
Başaran, F. (1984). Ailede Cinsiyet Rollerine İlişkin Tutum
Değişmeleri. Türkiye’de Ailenin Değişimi Toplumbilimsel
İncelemeler. Erder, T. (Yay. Haz.). Ankara: Türk Sosyal
Bilimler Derneği – Maya Matbaacılık Yayıncılık, 145-160.
Bayat, F. (2008). Kâşgarlı Mahmut Büyük Türk Bilgini ve
Ansiklopedisti. İstanbul: Ötüken Neşriyat.
Bekki, S. (2009). Uzak Türk İllerinde Destanlaşan Evlilikler. Ankara:
Öncü Kitap.
Boratav, P. N. (1942). Halk Edebiyatı Dersleri I. Kitap. Ankara: Dil ve
Tarih-Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Enstitüsü
Neşriyatı-Uzluk Basımevi.
Caferoğlu, A. (1970). Kâşgarlı Mahmud. İstanbul: Milli Eğitim
Basımevi.
Can, İ. (2013). Tarih, Toplum ve Kültür Bağlamında Aile ve Kadın.
Sistematik Aile Sosyolojisi. Aydın, M. (Ed.). Konya: Çizgi
Kitabevi, 215-248.
Canatan, K. (2013a). Türk Ailesinin Tarihsel Gelişimi. Aile Sosyolojisi.
Canatan, K.; Yıldırım, E. (Ed.). İstanbul: Açılımkitap, 97-119.
Canatan, K. (2013b). Dünyada ve Türkiye’de Çocuk Algıları ve
Cinsiyet Öncelikleri. Aile Sosyolojisi. Canatan, K.; Yıldırım, E.
(Ed.). İstanbul: Açılımkitap, 197-213.
Cebecioğlu, E. (1991a). Tasavvuf ve Kadın. Sezal, İ. (Yay. Kur. Baş.).
Türk Aile Ansiklopedisi II. Ankara: T.C. Başbakanlık Aile
Araştırma Kurumu Yayınları, 650-654.
Cebecioğlu, E. (1991b). Bacıyân-ı Rûm. Sezal, İ. (Yay. Kur. Baş.). Türk
Aile Ansiklopedisi II. Ankara: T.C. Başbakanlık Aile Araştırma
Kurumu Yayınları, 651-655.
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 131
Cebecioğlu, E. (2000). Hoca Ahmed-i Yesevî. Yesevîlik Bilgisi. Kurnaz,
C.; Tatcı, M. (Ed.). Ankara: Millî Eğitim Basımevi, 118-163.
Celkan, H. Y. (1991). Aile Kurumunda Süreklilik ve Değişme. Sezal, İ.
(Yay. Kur. Baş.). Türk Aile Ansiklopedisi I. Ankara: T.C.
Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayınları, 28-36.
Çağan, K. (2013). Ailenin İşlevleri. Aile Sosyolojisi. Canatan, K.;
Yıldırım, E. (Ed.). İstanbul: Açılımkitap, 83-93.
Çakmaklı, K. (1995). 100 Soruda Çocuk ve Aile. İstanbul: Seha
Neşriyat.
Çobanoğlu, Ö. (2013). Halk Edebiyatına Giriş-II. Biltekin, H. (Ed.).
Ankara: Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
Yayınları.
Çubukçu, İ. A. (1987). Türk-İslam Kültürü Üzerinde Araştırmalar ve
Görüşler. Ankara: Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi
Yayınları.
Danişmend, İ. H. (1978). Türk Irkı Niçin Müslüman Oldu (Türklük ve
Müslümanlık). Konya: Milli Ülkü Yayınevi.
Demir, N. (2007). Edip Ahmet Yüknekî “Atebetü’l-Hakayık” (XII.
yüzyıl). Türk Edebiyatı Tarihi-I. (c.1). Halman, T.S.; Horata,
O.; Çelik, Y.; Demir, N.; Kalpaklı, M.; Korkmaz, R.; Oğuz, M.
Ö. (Ed.). İstanbul: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları,
208-213.
Demirci, K. (2020). Toplumsal Dilbilim Referans Kitabı. İstanbul:
Paradigma Akademi.
Demirel, H. (1995). Türk Destanlarında Güzellik-Destan-Masal ve
Din Unsurları ile Yabancı Destanlarda Türk Kahramanları.
İstanbul: Ötüken Neşriyat.
Dilek, F. G. (2008). Altay Türklerinde Akrabalık. Prof. Dr. Ahmet
Bican Ercilasun Armağanı. Arıkoğlu, E. (Ed.). Ankara: Akçağ
Yayınları, 541-563.
132 | Muhammet Atasever
Dilek, İ. (1996). Altay Türklerinde Çocuğun Doğması ve Doğum Günü
Kutlamalarına Dair Bazı İnanışlar. Bilig, (1), 51-54.
Doğan, M. (1978). Kur’an Gölgesinde ve Tarih Önünde Türk.
İstanbul: Türk Kültür Yayını.
Dökmen, Z. Y. (2012). Toplumsal Cinsiyet Sosyal Psikolojik
Açıklamalar. İstanbul: Remzi Kitabevi.
Duran Gültekin, Z. G. (2020). Cañar Destanında Gelenek ve Geçiş
Törenleri Bağlamında Sosyal Hayat. Motif Akademi Halk
Bilimi Dergisi, 13 (29), 72-86.
Ebulgazi Bahadır Han. (1979). Şecere-i Terâkime (Türklerin Soy
Kütüğü). Ergin, M. (Haz). Tercüman 1001 Temel Eser-33.
Edib Ahmed B. Mahmud Yükneki. (1951). Atebetü’l-Hakayık. Arat,
R. R. (Çev.). İstanbul: Ateş Basımevi.
Edip Ahmed bin Mahmud-ı Yüknekî. (2020). Atebetü’l-Hakâyık.
Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Eker, S. (2007a). Yusuf Has Hacip, “Kutadgu Bilig” (1069). Türk
Edebiyatı Tarihi-I. (c.1). Halman, T.S.; Horata, O.; Çelik, Y.;
Demir, N.; Kalpaklı, M.; Korkmaz, R.; Oğuz, M. Ö. (Ed.).
İstanbul: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 193-200.
Eker, S. (2007b). Kâşgarlı Mahmud, “Divanü Lugati’t-Türk” (1077).
Türk Edebiyatı Tarihi-I. (c.1). Halman, T.S.; Horata, O.; Çelik,
Y.; Demir, N.; Kalpaklı, M.; Korkmaz, R.; Oğuz, M. Ö. (Ed.).
İstanbul: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 201-207.
Elçin, Ş. (1981). Halk Edebiyatına Giriş. Ankara: Kültür Bakanlığı
Yayınları.
Eraslan, K. (2000). Ahmed-i Yesevî. Yesevîlik Bilgisi. Kurnaz, C.; Tatcı,
M. (Ed.). Ankara: Millî Eğitim Basımevi, 99-117.
Ercilasun, A. B. (2007a). Dîvânü Lügati’t-Türk’ü Koruyan Aile.
Makaleler Dil-Destan-Tarih-Edebiyat. Arıkoğlu, E. (Haz.).
Ankara: Akçağ Yayınları, 151-161.
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 133
Ercilasun, A. B. (2007b). Ahmet Yesevî’nin Şiirlerinde Ahenk
Unsurları. Makaleler Dil-Destan-Tarih-Edebiyat. Arıkoğlu, E.
(Haz.). Ankara: Akçağ Yayınları, 609-613.
Ercilasun, A. B.; Akkoyunlu, Z. (2015). Dîvânu Lugâti’t-Türk GirişDizin. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Ergin, M. (1970). Oğuz Kağan Destanı. İstanbul: Milli Eğitim
Basımevi.
Ergun, M. (2014). Düğün Kavgalarının Mitolojik Kökenleri. Milli
Folklor, (101), 60-72.
Ertürk, Y. (1996). Alternatif Kalkınma Stratejileri, Toplumsal
Cinsiyet, Kadın ve Eşitlik. ODTÜ Gelişme Dergisi, 23 (3), 341356.
Eryılmaz, A. (2012). Ailede Mutluluk Faktörleri. Aile İçi Uyumlu
Etkileşim. Acat, B. (Ed.). Eskişehir: Anadolu Üniversitesi
Açıköğretim Fakültesi Yayınları, 88-109.
Fatma Aliye. (1992). Ta’addüd-i Zevcât Zeyl. Sosyo-Kültürel Değişme
Sürecinde Türk Ailesi III. Kara, İ. (Koord.). Ankara: T.C.
Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayınları, 1032-1035.
Freyer, H. (1967). Sosyolojiye Giriş. Abadan, N. (Çev.). Ankara:
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları Sevinç Matbaası.
Genç, R. (1981). Karahanlı Devlet Teşkilâtı. İstanbul: Kültür Bakanlığı
Yayınları.
Giddens, A. (2013a). Aileler ve Mahrem İlişkiler. Mercan, Z. (Çev.).
Sosyoloji. Güzel, C. (Yay. Haz.). İstanbul: Kırmızı Yayınları,
242-291.
Giddens, A. (2013b). Cinsellik ve Toplumsal Cinsiyet. Yılmaz, İ. (Çev.).
Sosyoloji. Güzel, C. (Yay. Haz.). İstanbul: Kırmızı Yayınları,
478-527.
134 | Muhammet Atasever
Gökalp, Z. (1982). Türk Ailesinin Tekâmülü. Çay, M. A. (Haz.).
Makaleler VII. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 238-240.
Gökalp, Z. (2007a). Türkçülüğün Esasları. Koç, M. (Haz.). Ziya Gökalp
Kitaplar. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Gökalp, Z. (2007b). Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak. Koç,
M. (Haz.). Ziya Gökalp Kitaplar. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Gökalp, Z. (2007c). Türk Töresi. Çotuksöken, Y. (Haz.). Ziya Gökalp
Kitaplar. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Gökalp, Z. (2007ç). Türk Medeniyeti Tarihi. Çotuksöken, Y. (Haz.).
Ziya Gökalp Kitaplar. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Gökçe, B. (2012). Türk Toplumunda Aile Yapısı. Aile Sosyolojisi.
Kasapoğlu, A.; Karkıner, N. (Ed.). Eskişehir: Anadolu
Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Yayınları, 50-83.
Gözaydın, N. (1991a). Dünür ve Dünürlük. Sezal, İ. (Yay. Kur. Baş.).
Türk Aile Ansiklopedisi I. Ankara: T.C. Başbakanlık Aile
Araştırma Kurumu Yayınları, 381-385.
Gözaydın, N. (1991b). Kına Âdetleri. Sezal, İ. (Yay. Kur. Baş.). Türk
Aile Ansiklopedisi II. Ankara: T.C. Başbakanlık Aile Araştırma
Kurumu Yayınları, 681-685.
Gözaydın, N. (1991c). Kına Gecesi. Sezal, İ. (Yay. Kur. Baş.). Türk Aile
Ansiklopedisi II. Ankara: T.C. Başbakanlık Aile Araştırma
Kurumu Yayınları, 682-686.
Gülensoy, T. (1974). Altay Dillerindeki Akrabalık Adları Üzerine
Notlar. Türk Dili Araştırmaları Yıllığı - Belleten, (21-22), 283318.
Gümüştepe, P. N.; Ayaz, B. (2018). İslami Dönem Türk Destanlarında
“Kötülüğün” Masal Unsurları ile Temsili: Battalnâme Örneği.
Motif Akademi Halk Bilimi Dergisi, 11 (22), 77-97.
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 135
Günay, U. (1992). Türk Masallarında Aile. Sosyo-Kültürel Değişme
Sürecinde Türk Ailesi II. Kara, İ. (Koord.). Ankara: T.C.
Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayınları, 616-625.
Günay, Ü.; Güngör, H. (2009). Başlangıçlarından Günümüze
Türklerin Dinî Tarihi. İstanbul: Rağbet Yayınları.
Güneş, F. (2012). Aile, Evlilik, Akrabalık ve Hane. Aile Sosyolojisi.
Kasapoğlu, A., Karkıner, N. (Ed.). Eskişehir: Anadolu
Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Yayınları, 28-49.
Güzel, A. (2013). Ahmed Yesevî’nin Tarihi-Menkıbevî Hayatı. Bengü
Bitig Dursun Yıldırım Armağanı. Gül, B.; Ağca, F.; Gökçe, F.
(Ed.). Ankara: Türkbilig Türkoloji Araştırmaları Yayın DizisiÖncü Kitap, 365-377.
Halil Hâmid. (1992). İslamiyette Feminizm. Sosyo-Kültürel Değişme
Sürecinde Türk Ailesi III. Kara, İ. (Koord.). Ankara: T.C.
Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayınları, 1050-1055.
Haşimi, A. (2023). Antakya Ağzında İnsanlar İçin Kullanılan
Niteleyiciler. Prof. Dr. Bilgehan Atsız Gökdağ Armağanı.
Karatay, O. (Ed.). Ankara: Akçağ Yayınları, 399-414.
Hoca Ahmed Yesevî. (2016). Dîvân-ı Hikmet. Bice, H. (Çev.). Tatcı,
M. (Ed.). Ankara: Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak
Üniversitesi.
Hoca Ahmed Yesevî. (2022). Dîvân-ı Hikmet Hikmetler Mecmuası
Mısır Nüshası - 1650. Tulum, M. M. (Haz.). İstanbul: Ketebe
Yayınları.
İçli, G. (2008). Sosyolojiye Giriş. Ankara: Anı Yayıncılık.
İnan, A. (1998a). Türk Mitolojisinde ve Halk Edebiyatında Kadın.
Makaleler ve İncelemeler. (c.1). Ankara: Türk Tarih Kurumu
Basımevi, 274-280.
136 | Muhammet Atasever
İnan, A. (1998b). Adaş ve Sağdıç Kelimelerinin Anlamı. Makaleler ve
İncelemeler. (c.1). Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi,
295-304.
İnan, A. (1998c). Göçebe Türk Boylarında Evlâtlık Müesseseleriyle
İlgili Gelenekler. Makaleler ve İncelemeler. (c.1). Ankara:
Türk Tarih Kurumu Basımevi, 305-316.
İnan, A. (1998ç). Güvey. Makaleler ve İncelemeler. (c.1). Ankara:
Türk Tarih Kurumu Basımevi, 335-340.
İnan, A. (1998d). Türlü Törenlerde Ters Giyme Âdeti. Makaleler ve
İncelemeler. (c.1). Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 387.
İnan, A. (1998e). Yusuf Has Hâcib ve Eseri Kutadgu Bilig Üzerine
Notlar. Makaleler ve İncelemeler. (c.2). Ankara: Türk Tarih
Kurumu Basımevi, 39-52.
İnan, A. (1998f). Altayda Pazırık Kazısında Çıkarılan Atların
Durumunu Türklerin Defin Törenleri Bakımından Açıklama.
Makaleler ve İncelemeler. (c.2). Ankara: Türk Tarih Kurumu
Basımevi, 261-268.
İnan, A. (1998g). Divanü Lugat-it Türk’de Şamanizme Ait Kelimeler.
Makaleler ve İncelemeler. (c.2). Ankara: Türk Tarih Kurumu
Basımevi, 317-321.
İnan, A. (2006). Tarihte ve Bugün Şamanizm. Ankara: Türk Tarih
Kurumu Yayınları.
Kabaklı, A. (1985). Destan Milletin Rüyası. Türk Edebiyatı Destan
Özel Sayısı, (145), 4-6.
Kabaklı, A. (2020). Türk Edebiyatı II. Aslan, B. (Ed.). İstanbul: Türk
Edebiyatı Vakfı Yayınları.
Kalafat, Y. (2010). Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri.
Ankara: Berikan Yayınevi.
Kafesoğlu, İ. (2011). Türk Millî Kültürü. İstanbul: Ötüken Neşriyat.
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 137
Kağıtçıbaşı, Ç. (2010). Benlik, Aile ve İnsan Gelişimi Kültürel Psikoloji.
İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları.
Kaplan, M. (1976). Büyük Türkiye Rüyası. İstanbul: Dergâh Yayınları.
Kaplan, M. (1977). Türk Milletinin Kültürel Değerleri. İstanbul: Milli
Eğitim Basımevi.
Kaplan, M. (2006). Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar 1. İstanbul:
Dergâh Yayınları.
Kaplan, M. (2007). Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar 3 - Tip
Tahlilleri. İstanbul: Dergâh Yayınları.
Kara, M. (1999). Kutadgu Bilig’de Aile. Sezal, İ. (Yay. Kur. Baş.). Türk
Aile Ansiklopedisi I. Ankara: T.C. Başbakanlık Aile Araştırma
Kurumu Yayınları, 64-68.
Karaca, A. (1991). Düğün. Sezal, İ. (Yay. Kur. Baş.). Türk Aile
Ansiklopedisi I. Ankara: T.C. Başbakanlık Aile Araştırma
Kurumu Yayınları, 374-381.
Kâşgarlı Mahmud. (2015). Dîvânu Lugâti’t-Türk Giriş-Metin-ÇeviriNotlar-Dizin. Ercilasun, A. B.; Akkoyunlu, Z. (Haz.). Ankara:
Türk Dil Kurumu Yayınları.
Kâşgarlı Mahmud. (2017). Dîvânu Lugâti’t-Türk (İncelemeTıpkıbasım). İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu
Başkanlığı Yayınları.
Kaya Çakı, B. (2017). Türkiye'de Köylü Kadınlar Tarafından Kurulan
İlk Dernek: Saitabat Köyü Kadınları Dayanışma Derneği.
Karadeniz Sosyal Bilimler Dergisi - Kadın Özel Sayısı, 9 (9),
497-515.
Keskin, A. (2021). Halk Bilgisinin Giyim-Kuşam ve Süslenmeye Dönük
Temsilleri. Halk Bilimi El Kitabı. Aça, M. (Ed.). Ankara: Nobel
Akademik Yayıncılık, 315-343.
Keskinoğlu, O. (1980). Fıkıh Tarihi ve İslam Hukuku. Ankara: Diyanet
İşleri Başkanlığı Yayınları.
138 | Muhammet Atasever
Kılıç, M. (2000). Türkistan’ın İslamlaşması. Yesevîlik Bilgisi. Kurnaz,
C.; Tatcı, M. (Ed.). Ankara: Millî Eğitim Basımevi, 43-60.
Kınalızâde Ali Efendi. (1979). Devlet ve Aile Ahlâkı. Kahraman, A.
(Bas. Haz.). İstanbul: Tercüman 1001 Temel Eser-69.
Knysh, A. (2011). Tasavvuf Tarihi. Durdu, İ. (Çev.). İzmir: Ufuk
Yayınları.
Kongar, E. (1970). Türkiye’de Aile: Yapısı, Evrimi ve Bürokratik
Örgütlerle İlişkisi. Amme İdaresi Dergisi, 3(2), 62-65.
Kottak, C. P. (2008). Antropoloji İnsan Çeşitliliğine Bir Bakış.
Altuntek, S. N.; Aydın Şafak, B.; Erdal, D.; Erdal, Y. S.; Eroğlu,
S.; Ersoy, E. G.; Özbek, S.; Özbudun, S.; Pala, Ş.; Uysal, G.
(Çev.). Ankara: Ütopya Yayınevi.
Koz, M. S. (1992). Türk Halk Hikâyelerinde Aile. Sosyo-Kültürel
Değişme Sürecinde Türk Ailesi II. Kara, İ. (Koord.). Ankara:
T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayınları, 597-615.
Köprülü, M. F. (1980). Türk Edebiyatı Tarihi. Köprülü, O. F.; Pekin, N.
(Haz., Sad. ve Yay.). İstanbul: Ötüken Neşriyat.
Köprülü, M. F. (1990). Köprülü’den Seçmeler. Köprülü, O. F. (Haz.).
İstanbul: Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları.
Köprülü, M. F. (2004a). Edebiyat Araştırmaları 1. Ankara: Akçağ
Yayınları.
Köprülü, M. F. (2004b). Edebiyat Araştırmaları 2. Ankara: Akçağ
Yayınları.
Köprülü, M. F. (2007). Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar. Ankara:
Akçağ Yayınları.
Kulzhanova, B. (2011). Dede Korkud Öğütleriyle “Kutadgu Bilig”
Benzerliği. Yeşil, Y. (Editör). Dede Korkut ve Geçmişten
Geleceğe Türk Destanları Uluslararası Sempozyumu. Ankara:
TÜRKSOY, 367-374.
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 139
Kurnaz, C.; Tatcı, M. (2000). Ahmed Yesevî’nin Takipçileri. Yesevîlik
Bilgisi. Kurnaz, C.; Tatcı, M. (Ed.). Ankara: Millî Eğitim
Basımevi, 353-432.
Kurt, İ. (1992). Atasözlerinde Aile. Sosyo-Kültürel Değişme
Sürecinde Türk Ailesi II. Kara, İ. (Koord.). Ankara: T.C.
Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayınları, 626-649.
Kurt, Y. (2000). Hoca Ahmed Yesevî’nin Rum Eyâletindeki Zaviye
Kurucuları Üzerindeki Etkileri. Yesevîlik Bilgisi. Kurnaz, C.;
Tatcı, M. (Ed.). Ankara: Millî Eğitim Basımevi, 515-534.
Kutsi, T. (1976). Anadolu’da Türk Mührü. İstanbul: Toker Yayınları.
Küçük, A.; Küçük, M. A. (2009). Türkistan’dan Türkiye’ye AlevîlikBektaşîlik (Dinler Tarihi Açısından Bir Yaklaşım). Ankara:
Berikan Yayınevi.
Levend, A. S. (1968). Halk ve Tasavvufî Halk Edebiyatı. Türk Dili Türk
Halk Edebiyatı Özel Sayısı, (207), 171-185.
Maden, A. (1999). Türkiye’de Akrabalık İlişkileri ve Türleri. Sezal, İ.
(Yay. Kur. Baş.). Türk Aile Ansiklopedisi I. Ankara: T.C.
Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayınları, 96-108.
Maden, H. A. (1999). Çocukla İlgili Âdet ve Uygulamalar. Sezal, İ.
(Yay. Kur. Baş.). Türk Aile Ansiklopedisi I. Ankara: T.C.
Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayınları, 216-227.
Mauss, M.; Fauconnet, P. (1970). Sosyoloji. Meriç, Ü. (Çev.). İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Dergisi, (21-22
1968’den ayrı baskı), 1-31.
Mazıoğlu, H. (2000). Ahmed-i Yesevî’nin Anadolu’ya Attığı Ateşli
Eğsi. Yesevîlik Bilgisi. Kurnaz, C.; Tatcı, M. (Ed.). Ankara: Millî
Eğitim Basımevi, 459-464.
Namık Kemal. (1992). Aile. Sosyo-Kültürel Değişme Sürecinde Türk
Ailesi III. Kara, İ. (Koord.). Ankara: T.C. Başbakanlık Aile
Araştırma Kurumu Yayınları, 1017-1019.
140 | Muhammet Atasever
Nirun, N. (1994). Sistematik Sosyoloji Yönünden Aile ve Kültür.
Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayınları.
Ocak, A. Y. (2000a). Ahmed Yesevî ve Türk Müslümanlığı. Yesevîlik
Bilgisi. Kurnaz, C.; Tatcı, M. (Ed.). Ankara: Millî Eğitim
Basımevi, 177-185.
Ocak, A. Y. (2000b). Türk Dünyasında Ahmed Yesevî ve Yesevîlik
Kültürünün Yayılışı: Bir Sûfî Kültürünün Yeniden
Güncelleşmesi. Yesevîlik Bilgisi. Kurnaz, C.; Tatcı, M. (Ed.).
Ankara: Millî Eğitim Basımevi, 451-458.
Ocak, A. Y. (2005). Türk Sufîliğine Bakışlar. İstanbul: İletişim
Yayınları.
Ocak, A. Y. (2007). Popüler Tasavvufun Öncüsü: Ahmed-i Yesevi ve
Hikmetleri (XII. yüzyıl) I. Ahmed-i Yesevi ve Yesevilik. Türk
Edebiyatı Tarihi-I. (c.1). Halman, T.S.; Horata, O.; Çelik, Y.;
Demir, N.; Kalpaklı, M.; Korkmaz, R.; Oğuz, M. Ö. (Ed.).
İstanbul: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 214-221.
Orkun, H. N. (2011). Eski Türk Yazıtları. Ankara: Türk Dil Kurumu
Yayınları.
Ortaylı, İ. (1991). Osmanlı Toplumunda Ailenin Yeri. Sezal, İ. (Yay.
Kur. Baş.). Türk Aile Ansiklopedisi I. Ankara: T.C. Başbakanlık
Aile Araştırma Kurumu Yayınları, 74-81.
Oy, A. (1992). Türk Destanlarında Aile. Sosyo-Kültürel Değişme
Sürecinde Türk Ailesi II. Kara, İ. (Koord.). Ankara: T.C.
Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayınları, 582-596.
Ozankaya, Ö. (1975). Toplum Bilimine Giriş. Ankara: Ankara
Üniversitesi Siyasi Bilimler Fakültesi Yayınları.
Ozankaya, Ö. (1984). Temel Toplumbilim Terimleri Sözlüğü. Ankara:
Savaş Yayınları.
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 141
Özdalga, E. (1991). Batılı Gözüyle Türk Ailesi Üzerine Gözlemler.
Sezal, İ. (Yay. Kur. Baş.). Türk Aile Ansiklopedisi I. Ankara: T.C.
Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayınları, 78-83.
Özkan, F. (1995). Selcen Adı Hakkında. Türk Dili Dergisi, 2 (524), 907914.
Özkan, İ. (1992). Nözügüm Destanı. IV. Milletlerarası Türk Halk
Kültürü Kongresi Bildirileri. Ankara: Devran Matbaası, 297304.
Özkan, İ. (1997). Manas ve Altın Arığ Destanı’ndaki Motifler. Manas
1000 Bişkek Bildirileri. Budak, O. Y. (Yay. Haz.). Ankara:
Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, 147-157.
Özkan, İ. (2013). Abdülkerim Satuk Buğra Han Destanı. Bengü Bitig
Dursun Yıldırım Armağanı. Gül, B.; Ağca, F.; Gökçe, F. (Ed.).
Ankara: Türkbilig Türkoloji Araştırmaları Yayın Dizisi-Öncü
Kitap, 467-488.
Öztürk, A. (2015). XV. Yüzyıla Kadar Türk-İslam Edebiyatı. Türk İslam
Edebiyatı. Aksoy, H. (Ed.). Ankara: Anadolu Üniversitesi
Açıköğretim Fakültesi Yayınları, 110-134.
Öztürk, F. (2020). Maḥmūdu’bnu Ḥusayni’l-Ḳāşġari Divanu Lugati’tTürk’teki Arapça Söz Varlığının Dizini. Ankara: Türk Dil
Kurumu Yayınları.
Radloff, W. (1956). Sibirya’dan. Temir, A. (Çev.). İstanbul: Maarif
Basımevi.
Roux, J. P. (2011). Türklerin ve Moğolların Eski Dini. Kazancıgil, A.
(Çev.). İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
Sağlık Şahin, G. S. (2019). Türkmen Türkçesinde “Kadın” ile İlgili Söz
Varlığı. Ankara: Grafiker Yayınları.
Saussey, E. (1952). Türk Halk Edebiyatı. Başgöz, İ. (Çev.). Ankara:
Emek Basım Yayımevi.
Sayın, Ö. (1994). Sosyolojiye Giriş. İzmir: Neşa Ofset.
142 | Muhammet Atasever
Seyidoğlu, B. (1991). Halk Edebiyatında Aile. Sezal, İ. (Yay. Kur. Baş.).
Türk Aile Ansiklopedisi II. Ankara: T.C. Başbakanlık Aile
Araştırma Kurumu Yayınları, 400-404.
Seyidoğlu, B. (1992). Türk Mitolojisi ve Efsanelerinde Aile. SosyoKültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi II. Kara, İ. (Koord.).
Ankara: T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayınları,
571-581.
Sezal, İ. (2012). Toplum ve Aile. Sosyolojiye Giriş. Sezal, İ. (Ed.).
Ankara: Beta Yayınları, 134-165.
Sümer, F. (1999). Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri-Boy TeşkilatıDestanları. İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı.
Şemsettin Sami. (1992). Kadınlar. Sosyo-Kültürel Değişme
Sürecinde Türk Ailesi III. Kara, İ. (Koord.). Ankara: T.C.
Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayınları, 1026-1032.
Şimşek, S. (2015). Er Soltonoy Destanındaki Kadın Kahramanlar
Üzerine Bir Değerlendirme. Turkish Studies, 10 (12), 10511066.
Şirin, H. (2020). Eski Türk Yazıtları Söz Varlığı İncelemesi. Ankara:
Türk Dil Kurumu Yayınları.
Tanyu, H. (1978). Türklerin Dinî Tarihçesi. İstanbul: Türk Kültür
Yayını.
Tanyu, H. (1980). İslamlıktan Önce Türklerde Tek Tanrı İnancı.
Ankara: Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Yayınları Ankara Üniversitesi Basımevi.
Tayanç, F.; Tayanç, T. (1977). Dünyada ve Türkiye’de Tarih Boyunca
Kadın. Ankara: Toplum Yayınevi.
Tekin, T. (2006). Orhon Yazıtları. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Tekin, F. (2013). Ailede Akrabalık ve Soy. Sistematik Aile Sosyolojisi.
Aydın, M. (Ed.). Konya: Çizgi Kitabevi, 249-270.
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 143
Tezcan, M. (1974). Türklerle İlgili Stereotipler (Kalıp Yargılar) ve Türk
Değerleri Üzerine Bir Deneme. Ankara: Ankara Üniversitesi
Eğitim Fakültesi Yayınları/Eğitim ve Toplum Araştırmaları
Enstitüsü Yayınları - Ankara Üniversitesi Basımevi.
Tezcan, M. (1991). Akrabalık İlişkileri. Sezal, İ. (Yay. Kur. Baş.). Türk
Aile Ansiklopedisi I. Ankara: T.C. Başbakanlık Aile Araştırma
Kurumu Yayınları, 98-102.
Tezcan, M. (1997). Türk Kişiliği ve Kültür-Kişilik İlişkileri. Ankara: T.C.
Kültür Bakanlığı Yayınları.
Tezcan, M. (2000). Türk Aile Antropolojisi. Ankara: İmge Kitabevi.
Timurtaş, F. K. (2012). Tarih İçinde Türk Edebiyatı. İstanbul: Kapı
Yayınları.
Togan. Z. V. (1972). Oğuz Destanı, Reşideddin Oğuznâmesi-Tercüme
ve Tahlili. İstanbul: Ahmet Sait Matbaası.
Togan, Z. V. (2000). Yesevîliğe Dair Bazı Yeni Malûmat. Yesevîlik
Bilgisi. Kurnaz, C.; Tatcı, M. (Ed.). Ankara: Millî Eğitim
Basımevi, 263-269.
Topaloğlu, B. (1998). Hûri. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi.
Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 18, 387-390.
Toparlı, R. (2004). İslamî-Türk Edebî Çevresi-XI-XII. Yüzyıl. Türk
Dünyası Ortak Edebiyatı Türk Dünyası Edebiyat Tarihi. (c.4).
Tural, S. (Baş.). Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı
Yayınları, 136-144.
Turan, A. (1991). Törelerimizde “Kalın” (Başlık) Adeti. Milli Folklor,
(12), 39-42.
Turan, F. (2012). Aile ve Değişme. Aile Sosyolojisi. Kasapoğlu, A.;
Karkıner, N. (Ed.). Eskişehir: Anadolu Üniversitesi
Açıköğretim Fakültesi Yayınları, 236-253.
Türer, O. (2000). Türk Dünyasında İslam’ın Yerleşmesi ve
Muhafazasında Sûfi Tarîkatlar ve Yesevî’nin Rolü. Yesevîlik
144 | Muhammet Atasever
Bilgisi. Kurnaz, C.; Tatcı, M. (Ed.). Ankara: Millî Eğitim
Basımevi, 73-81.
Türk Dil Kurumu. (2011). Türkçe Sözlük. Ankara: Türk Dil Kurumu
Yayınları.
Türkdoğan, O. (1991a). Aile Sosyolojisi Modeli. Sezal, İ. (Yay. Kur.
Baş.). Türk Aile Ansiklopedisi I. Ankara: T.C. Başbakanlık Aile
Araştırma Kurumu Yayınları, 24-36.
Türkdoğan, O. (1991b). Başlık Geleneği ve Sosyolojik Açıklaması.
Sezal, İ. (Yay. Kur. Baş.). Türk Aile Ansiklopedisi I. Ankara: T.C.
Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayınları, 168-180.
Türkdoğan, O. (1992). Türk Ailesinin Genel Yapısı. Sosyo-Kültürel
Değişme Sürecinde Türk Ailesi I. Kara, İ. (Koord.). Ankara:
T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayınları, 29-66.
Türkeş, A. (1978). Millî Doktrin Dokuz Işık. İstanbul: Özdem
Kardeşler Matbaası.
Türkeş Günay, U. (2010). Türklerin Tarihi Geçmişten Geleceğe.
Ankara: Akçağ Yayınları.
Ulutaş, E.; Özpınar, A. (2013). Toplumumuzun Aile Yapısı. Sistematik
Aile Sosyolojisi. Aydın, M. (Ed.). Konya: Çizgi Kitabevi, 379398.
Ülken, H. Z. (2007). Türk Tefekkürü Tarihi. İstanbul: Yapı Kredi
Yayınları.
Walker, K. (1964). Fizyoloji Açısından Cinsiyet. Ankara: Varlık
Yayınları.
Yamayeva, E. E. (1999). Cayzanın Yargısı Altay Türklerinin Eski
Gelenekleri. Dilek, İ. (Çev.). Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim
Fakültesi Dergisi, Himmet Biray Özel Sayısı, 183-204.
Yavuz, Y. Ş. (1996). Gılman. Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 14,
50.
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 145
Yazıcı, N. (2000). Hoca Ahmed Yesevî Döneminde Türk-İslam
Kültürünün Oluşum ve Gelişimi Üzerine Bazı Düşünceler.
Yesevîlik Bilgisi. Kurnaz, C.; Tatcı, M. (Ed.). Ankara: Millî
Eğitim Basımevi, 61-72.
Yıldırım, E. (2013). Aile ve Evlilik Türleri. Aile Sosyolojisi. Canatan, K.;
Yıldırım, E. (Ed.). İstanbul: Açılımkitap, 65-82.
Yıldırım, E. (2013). Toplumsal Değişme Sürecinde Aile. Aile
Sosyolojisi. Canatan, K.; Yıldırım, E. (Ed.). İstanbul:
Açılımkitap, 121-138.
Yolcu, M. A. (2014). Türk Kültüründe Evliliğe Bağlı Tabu ve
Kaçınmalar. Konya: Kömen Yayınları.
Yusuf Has Hâcib. (1985). Kutadgu Bilig. Arat, R. R. (Çev.). Ankara:
Türk Tarih Kurumu Basımevi.
Yusuf Has Hacib (2015a). Kutadgu Bilig A Viyana Nüshası. Ankara:
Türk Dil Kurumu Yayınları.
Yusuf Has Hacib (2015b). Kutadgu Bilig B Fergana Nüshası. Ankara:
Türk Dil Kurumu Yayınları.
Yusuf Has Hacib (2015c). Kutadgu Bilig C Kahire Nüshası. Ankara:
Türk Dil Kurumu Yayınları.
Yürekli, T. (2020). İslamlaşma Sürecinde Türk Halk Kültüründe
Cariyelik. Dini Araştırmalar, 23 (59), 309-320.
Zeybekoğlu Dündar, Ö. (2012). Değişen ve Değiş(e)meyen Yönleriyle
Aile: Yapısı, Türleri ve İşlevleri. Değişen Toplumda Değişen
Aile Sosyolojik Tartışmalar. Adak, N. (Ed.). Ankara: Siyasal
Kitabevi, 39-64.
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 147
ESERLERİN TIPKI
BASIMLARINDAN
ÖRNEKLER
148 | Muhammet Atasever
Dîvânu Lugâti’t-Türk (Kâşgarlı Mahmud, 2017).
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 149
Dîvânu Lugâti’t-Türk (Kâşgarlı Mahmud, 2017).
150 | Muhammet Atasever
Dîvânu Lugâti’t-Türk (Kâşgarlı Mahmud, 2017).
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 151
Dîvânu Lugâti’t-Türk (Kâşgarlı Mahmud, 2017).
152 | Muhammet Atasever
Dîvânu Lugâti’t-Türk (Kâşgarlı Mahmud, 2017).
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 153
Dîvânu Lugâti’t-Türk (Kâşgarlı Mahmud, 2017).
154 | Muhammet Atasever
Kutadgu Bilig A Viyana Nüshası (Yusuf Has Hacib, 2015a).
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 155
Kutadgu Bilig A Viyana Nüshası (Yusuf Has Hacib, 2015a).
156 | Muhammet Atasever
Kutadgu Bilig A Viyana Nüshası (Yusuf Has Hacib, 2015a).
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 157
Kutadgu Bilig A Viyana Nüshası (Yusuf Has Hacib, 2015a).
158 | Muhammet Atasever
Kutadgu Bilig B Fergana Nüshası (Yusuf Has Hacib, 2015b).
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 159
Kutadgu Bilig B Fergana Nüshası (Yusuf Has Hacib, 2015b).
160 | Muhammet Atasever
Kutadgu Bilig B Fergana Nüshası (Yusuf Has Hacib, 2015b).
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 161
Kutadgu Bilig B Fergana Nüshası (Yusuf Has Hacib, 2015b).
162 | Muhammet Atasever
Kutadgu Bilig C Kahire Nüshası (Yusuf Has Hacib, 2015c).
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 163
Kutadgu Bilig C Kahire Nüshası (Yusuf Has Hacib, 2015c).
164 | Muhammet Atasever
Kutadgu Bilig C Kahire Nüshası (Yusuf Has Hacib, 2015c).
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 165
Kutadgu Bilig C Kahire Nüshası (Yusuf Has Hacib, 2015c).
166 | Muhammet Atasever
Atebetü’l-Hakâyık A) Süleymaniye Kütüphanesi Ayasofya Camisi
Kitapları nr. 4012. (Edip Ahmed bin Mahmud-ı Yüknekî, 2020).
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 167
Atebetü’l-Hakâyık B) Süleymaniye Kütüphanesi Ayasofya Camisi
Kitapları nr. 4757. (Edip Ahmed bin Mahmud-ı Yüknekî, 2020).
168 | Muhammet Atasever
Atebetü’l-Hakâyık C) Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Hazine
Kitapları nr. 244. (Edip Ahmed bin Mahmud-ı Yüknekî, 2020).
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 169
Atebetü’l-Hakâyık Ç) Uzunköprü Nüshası (Edip Ahmed bin
Mahmud-ı Yüknekî, 2020).
170 | Muhammet Atasever
Atebetü’l-Hakâyık D) Ankara Milli Kütüphane: 06 Hk 324 (Edip
Ahmed bin Mahmud-ı Yüknekî, 2020).
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 171
Atebetü’l-Hakâyık D) Ankara Milli Kütüphane: 06 Hk 324 (Edip
Ahmed bin Mahmud-ı Yüknekî, 2020).
172 | Muhammet Atasever
Atebetü’l-Hakâyık E) Berlin Prusya İlimler Akademisi T. I. TM 287
(Edip Ahmed bin Mahmud-ı Yüknekî, 2020).
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 173
Atebetü’l-Hakâyık E) Berlin Prusya İlimler Akademisi T. I. TM 287
(Edip Ahmed bin Mahmud-ı Yüknekî, 2020).
174 | Muhammet Atasever
Dîvân-ı Hikmet, Taş Baskıları (Ahmed Yesevî, 2015: 24).
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 175
Dîvân-ı Hikmet, Cihangir Aşurov Koleksiyonu (Ahmed Yesevî, 2015:
25).
176 | Muhammet Atasever
Dîvân-ı Hikmet, Cihangir Aşurov Koleksiyonu (Ahmed Yesevî, 2015:
26).
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 177
Dîvân-ı Hikmet Hikmetler Mecmuası Mısır Nüshası - 1650 (Hoca
Ahmed Yesevî, 2022).
178 | Muhammet Atasever
Dîvân-ı Hikmet Hikmetler Mecmuası Mısır Nüshası - 1650 (Hoca
Ahmed Yesevî, 2022).
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında İlk Türk İslam Eserleri | 179
Dîvân-ı Hikmet Hikmetler Mecmuası Mısır Nüshası - 1650 (Hoca
Ahmed Yesevî, 2022).
180 | Muhammet Atasever
Dîvân-ı Hikmet Hikmetler Mecmuası Mısır Nüshası - 1650 (Hoca
Ahmed Yesevî, 2022).