Papers by MUHAMMET ATASEVER
“ALTIN SAÇLI OĞLANLA ALTIN SAÇLI KIZ” MASALININ GÖSTERGEBİLİMSEL AÇIDAN İNCELENMESİ - Semiotic Analysis Of “Altın Saçlı Oğlanla Altın Saçlı Kız” Tale, 2024
Öz
Edebi metinlere çağdaş kuramların ışığında bakmak, onları yeniden farklı bir bakış açısıyla el... more Öz
Edebi metinlere çağdaş kuramların ışığında bakmak, onları yeniden farklı bir bakış açısıyla ele almak, söz konusu halk yaratmalarında var olan derinliği görmek açısından öneme haizdir. Çağdaş kuramlardan göstergebilimin ana teması anlam arayışıdır. Kurama göre insan, bilincinde olsun yahut olmasın bir işaretler evreninde, onlarla birlikte yaşam sürer. Onun çevresinde, soyut veya somut tüm nesnelerin işaret ettiği bir anlam dünyası vardır. Bu çalışmada, Saim Sakaoğlu’nun danışmanlığında hazırlanmış, Mehmet Özçelik’in “Afyonkarahisar Masalları Üzerine Bir Araştırma” adlı doktora tezinden alınan “Altın Saçlı Oğlanla Altın Saçlı Kız” masalı, göstergebilim ekseninde incelenip çözümlenmiştir. İnceleme sürecinde, öncelikle göstergebilim hakkında temel bazı bilgiler verilmiş ve temel kaynaklara atıflar yapılmıştır. Masal, altı kesit hâlinde işlenmiş ve bir bölümde masalın mantıksal-anlamsal düzeyi ortaya konmuştur. Her başlıkta, disiplinlerarası bir bakış açısı ile masalda Türk aile yapısını yansıtan ögeler ve anlamları irdelenmiştir. Neticede ise tüm bu ögelerin yekûnunun oluşturduğu anlam coğrafyası ortaya çıkarılmış, katmanlar arası ilinti gösterilmiş, kişi-uzam ve zaman bağlamında derin anlam analizi yapılarak öneriler sıralanmıştır.
Anahtar sözcükler: Göstergebilim, Afyonkarahisar Masalları, Altın Saçlı Oğlanla Altın Saçlı Kız.
Abstract
Examining literary texts through the lens of contemporary theories and reevaluating them from alternative perspectives is crucial for uncovering the profound layers within these cultural expressions. Semiotics, a key contemporary theory, centers on the exploration of meaning. According to this theory, whether consciously or unconsciously, individuals navigate a universe of signs and coexist with them. Surrounding us is a realm of meaning signaled by both abstract and concrete objects. This study delves into the fairy tale "Altın Saçlı Oğlanla Altın Saçlı Kız" extracted from Mehmet Özçelik's doctoral thesis titled "A Research on Afyonkarahisar Fairy Tales" supervised by Saim Sakaoğlu. The analysis is conducted through the Semiotics framework, providing insights into the intricate web of meaning within the narrative. During the analysis process, an introductory overview of semiotics was initially provided, alongside references to foundational literature. The narrative underwent a comprehensive examination delineated across six distinct sections, culminating in the explication of its logical-semantic underpinnings within a dedicated segment. Each section scrutinized elements emblematic of the Turkish familial paradigm, approached through an interdisciplinary lens. Ultimately, a holistic portrayal of the narrative's semantic landscape emerged, elucidating the interconnectedness between its constituent layers. Subsequently, an in-depth analysis ensued, contextualizing the narrative's meanings within the framework of temporality and spatiality, followed by the enumeration of suggestions.
Key words: Semiotics, Afyonkarahisar Tales, Altın Saçlı Oğlanla Altın Saçlı Kız.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
OĞUZ KAĞAN’DA DERİN EKOLOJİ AÇISINDAN “DOĞA ve İNSAN” - “Nature and Human” in Terms of Deep Ecology in the Oghuz Kagan Epıc, 2024
Öz
İlkel zamanlardan modern zamanlara değin insanoğlu, hayat sürdüğü hemen her çağ ve mekânda, sa... more Öz
İlkel zamanlardan modern zamanlara değin insanoğlu, hayat sürdüğü hemen her çağ ve mekânda, sair canlı ve cansızları; görece idare edilmesi, üzerinde söz söylenmesi, yönlendirilmesi ve yönetilmesi gereken nesneler olarak görmüştür. Öteki olanları, hususen Endüstri Devrimi ile birlikte artan bir hızla kendi tasarrufunca kullanmış, evrende diğer varlıkların da söz hakkı ve temelde yaşam hakkı olduğunu unutmuştur. İnsanın bu egoist tutumu, sınırları yerküreyi aşan, uzay boşluğuna varan; hatta görece diğer gezegenlere dahi sıçrayan bir ekolojik çarpıklığı, kirliliği ve yok oluşu beraberinde getirmiştir. Ekoeleştiri, insanın benmerkezci tavrı ve neticelerine bir karşı çıkış hareketidir. Söz konusu itirazın temelinde ise; dünyamız, bünyesinde barındırdıkları ile bir bütündür savı yatar. Disiplinlerarası bir kuram olan Çevreci Eleştiriye göre varlık alemi, doğrudan yahut dolaylı olarak birbirleri ile iletişim hâlindedir. İnsan, kendisini salt özne sayarak ayrıştırıp diğer yeryüzü sakinlerini kontrol altına alınması gerekenler gibi görüp ötekileştiremez. Yeryüzünde hacmi ile yer tutan her nesneyi; cinsiyet, ırk, sınıf ve tür ayrımına tabi tutmadan kabul etmenin ve kolektif yaşamın gerekliliğini savunan Ekoeleştirinin edebî olana bakan penceresi Derin Ekoloji ise, esasen yazın dünyasında var ve var olacak yazınsal yaratmaların kâinata bakış açısı ve zikredilen yaratmalarda yerkürelilerin oturtulduğu konum ile ilgilenir. Derin Ekolojinin inceleme alanına giren ve işaret ettiği, ekosistem farkındalığı ile ortaya konan çağdaş edebî mahsullerin yanında, milletlerin kendi kadim kültürlerine ait yazılı ve sözlü halk anlatılarının, çevreci bilinç oluşturma adına, eğitimsel süreçlerde işe koşulup koşulamayacağının sorgulandığı bu çalışmada, canlı ve cansız hemen tüm varlığı kutsayan Oğuz Türkünün insan ötesine bakışı, Oğuz Kağan Destanı özelinde, Derin Ekoloji perspektifinden ele alınmıştır.
Anahtar Kelimeler: Oğuz Kağan Destanı, Ekoeleştiri, Derin Ekoloji, doğa, insan.
Abstract
Throughout history, spanning from ancient epochs to contemporary eras, humanity has consistently perceived both animate and inanimate entities as objects necessitating some degree of regulation, manipulation, and governance within the various contexts they inhabit. This inclination towards dominance has notably intensified with the advent of the Industrial Revolution, as humans increasingly exploited their surroundings for personal gain, often disregarding the inherent agency and entitlement to existence of other entities within the cosmos. This anthropocentric disposition has precipitated ecological imbalances, pollution, and the specter of extinction, extending its repercussions beyond terrestrial confines into the realm of outer space and, conceivably, onto extraterrestrial bodies. Ecocriticism emerges as a counterforce against humanity's anthropocentric ethos and its resultant ramifications. Central to this dissent is the contention that our planet constitutes an interconnected entirety, inclusive of all its constituents. Environmental Criticism, an interdisciplinary framework, posits that the fabric of existence fosters direct or indirect interrelations among its elements. Consequently, human beings cannot divorce themselves as mere agents, relegating other denizens of the Earth to subordinate roles requiring oversight and dominion. Deep Ecology, a facet of Ecocriticism, serves as a literary conduit advocating for the imperative of communal coexistence and the unconditional acceptance of all entities inhabiting Earth's domain, transcending distinctions of gender, race, class, and species. Primarily concerned with the literary milieu, Deep Ecology underscores the perspectives embedded within extant and prospective literary works, contemplating humanity's role within the cosmic narrative and its portrayal therein. This study investigates the potential integration of written and oral folk narratives from ancient cultural traditions into educational frameworks aimed at fostering environmental consciousness. In addition to contemporary literary works foregrounding ecosystem awareness, Deep Ecology provides a critical lens through which to analyze and elucidate pertinent themes. Specifically, the perspective of the Oghuz Turk, characterized by a reverence towards virtually all animate and inanimate entities, transcending human-centric boundaries, is examined within the purview of Deep Ecology, with particular emphasis on the Oghuz Kagan Epic.
Keyword: Oghuz Khan, Ecocriticism, Deep Ecology, nature, human.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
OĞUZ KAĞAN’DA DERİN EKOLOJİ AÇISINDAN “HAYVAN VE İNSAN” - “Animal and Human” in Terms of Deep Ecology in the Oghuz Kagan Epic, 2024
Öz: Kendisini kusursuz, hak sahibi bir özne olarak gören insanın doğa üzerinde yaptığı tahribat, ... more Öz: Kendisini kusursuz, hak sahibi bir özne olarak gören insanın doğa üzerinde yaptığı tahribat, kuşkusuz herkesçe kabul edilen bir gerçekliktir. İnsan, biricik ve tek olma hayali ile sair canlı ve cansızlar üzerinde tahakküm etme arzusunu perçinlemiş, evrende var olan düzeni istediği gibi yönetme hakkını kendisinde görmüş, söz konusu çarpık zihniyet; insan merkezci, ötekileştiren ve yok eden bir canavar doğurmuştur. İnsanın bu bencilce eylemi, hiçbir dahli olmadığı halde sadece gelecek yeni nesillerin değil, onunla bir ekosistemi paylaşan diğer varlıkların yaşam haklarını da elinden almıştır. Günümüzde felsefesi yapılmaya başlanan ve insanoğlunun da bir parçası olduğu değişen bu ekosistem, çağımız tefekkürünün odak noktasına oturan hassas bir mesele olarak önemini koruyor. Öyle ki hemen her gün dünyanın her yerinde paneller, sempozyumlar, açık oturumlar ve sair bilimsel toplantılara; makale, kitap, bildiri ve diğer bilimsel çalışmalar ekleniyor, haricinde çeşitli inisiyatifler tarafından düzenlenen çevreci eylemlere türlü bilim-sanat dallarından, alıcıları pasif konumdan kurtarmayı amaç edinen, performanslar eşlik ediyor. İnsanın tüm varlıklara rağmen kurduğu hiyerarşiye ve bu kast sisteminin evrene verdiği tahribata bir başkaldırı olan çevreci eleştiriyse, tüm varlıkların en az insan kadar değerli ve lüzumlu olduğunu kabul eden, türlü kanallar yardımı ile de bu bilinci yaymaya çalışan özünde bir çevre hareketidir. Derin ekoloji, bahsi geçen çevreci eylemin edebiyata bakan yüzü ile edebî mahsullerin salt evreni yansıtması ile ilgilenmez; aynı zamanda edebî olanın evrendeki her nesneye yüklediği farklı anlamlarla, bu nesnelerin değeri-değersizliği ile de ilgilenir. “Çevreci bilinç ile işe koşulan edebî ürünler dışında; mitler, destanlar, efsaneler, masallar hülasa Türk halkının yaratmaları bu bağlamda kullanılabilir mi?” sorusuna cevap aranan bu çalışma özelinde Türkün kültür kodlarının en kadim örneklerinden olan Oğuz Kağan Destanı, ekoeleştirel bakış açısı ile incelenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Oğuz Kağan Destanı, Ekoeleştiri, Derin Ekoloji, hayvan, insan.
ABSTRACT: The reality of mankind's destruction of nature, driven by a perception of dominance and entitlement, is universally acknowledged. Driven by the aspiration for uniqueness and supremacy, humanity has bolstered its desire to exert dominion over both living and non-living entities, asserting the right to dictate the existing order in the universe according to its whims. This distorted mindset has birthed an anthropocentric, alienating, and destructive force. This self-centered behavior of humanity has not only deprived future generations of their right to life but has also infringed upon the rights of other beings within the shared ecosystem, despite their lack of involvement in these actions. The evolving ecosystem, increasingly subjected to philosophical scrutiny today, encompasses humanity as an integral part and remains a sensitive issue central to contemporary reflection. Consequently, articles, books, papers, and other scientific works are continually being produced, while panels, symposiums, open sessions, and other scientific gatherings worldwide serve as platforms for discussion. Environmentalist initiatives organize actions accompanied by performances from diverse branches of science and art, aiming to liberate audiences from their passive roles in addressing environmental concerns. Environmental criticism, serving as a rebellion against the hierarchical structure imposed by humanity upon all beings and the resultant harm inflicted upon the universe, fundamentally embodies an environmental movement that acknowledges the equal value and necessity of all beings. Through various channels, it endeavors to propagate this awareness, advocating for the intrinsic worth of all life forms.Deep ecology transcends mere concern with the literary aspect of environmentalist action and the depiction of the universe in literary works. It delves into the various meanings ascribed to every object in the universe by literature, as well as the value and worthlessness attributed to these objects. In this study, which seeks to explore the question of whether Turkish people creations, including myths, epics, legends, and fairy tales, can be utilized within an environmental context, the Oghuz Khan Epic is examined from an ecocritical perspective.
Keywords: Oghuz Khan, Ecocriticism, Deep Ecology, animal, human.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
ÜÇ DİZİ BİR MOTİF: KERÂMET - Three Shows, One Motif: Miracles, 2023
Öz
Varlığını ve var olanı araştırma eylemini ilkel zamanlardan bugüne sürdüren insanoğlu, anlam v... more Öz
Varlığını ve var olanı araştırma eylemini ilkel zamanlardan bugüne sürdüren insanoğlu, anlam veremediği, çekindiği veya korktuğu olay ve durumlara kendince anlamlar yükle-meye çalışmıştır. Mânâ arayışı dinî yahut lâdinî birçok inanmayı ve ritüeli de beraberinde getirmiş, hatta ortaya çıkan söz konusu inanmalar inanç sistemlerinde kendine yer bulmuş-tur. Kutsalın zihin ile kavranamaması; kutsalları, yaptıkları ile işaret eden bireyleri toplum gözünde yüceltmiş, onları sıradan insanlardan farklı bir konuma getirmiştir.
İslâmiyet’in kabulü ile Oğuz boyları yeni bir kültür dairesi içerisine girmiş, henüz kabul görmeye başlamış İslâmiyet’i, dağınık halde yaşayan göçer evli Türkler arasında anlatma işi ise tebliğ ve irşadı kendisine yüce bir vazife kabul etmiş kişilere düşmüştür. Görev yap-tıkları sosyokültürel ve coğrafî bağlamdan hareketle adlandırılan Kolonizatör Türk Derviş-leri ya da Horasan Erenleri yeni dinin esaslarını, kendi kültür kodlarına uygun biçimde ezginin ve sözün gücünü kullanarak anlatmış, zihinlerde ve bilhassa gönüllerde yeni inanç kaidelerinin hem kalıcılığını hem de etki gücünü artırmışlardır.
Dervişlere ve halka yol gösteren velî, evliyâ, mürşîd-i kâmil gibi adlarla bilinen tasarruf sahipleri, çeşitli vesilelerle kendilerinde zuhur eden ve Peygamber mucizeleri ile yakın bir işleve sahip, akılla kavranması güç, şahit olanları ve dinleyenleri acziyet içerisinde bırakan olağanüstülükler göstermişlerdir. Kerâmet denilen türlü haller, inanmayanları ikna etme veya cezalandırma, inananların inancını pekiştirme gibi iki temel fonksiyona sahiptir. Velîliği kabul edilen ulu zatlar, gösterdikleri kerâmetler ile yalnızca yaşarken değil vefatla-rından sonra da etki alanlarını korumuşlardır. Böylelikle halkın derin bir saygı duyduğu erenlerin yaşamları ve türbeleri etrafında birçok anlatma teşekkül etmiştir.
Çalışmada, Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT) tarafından, 2015-2016 yıllarında, iki sezon-kırk dört bölüm yayınlanan Yunus Emre Aşkın Yolculuğu; 2021 yılında, bir sezon-yirmi altı bölüm yayınlanan Mavera; 2022 yılında, bir sezon-yirmi altı bölüm yayın-lanan Aşkın Yolculuğu Hacı Bayram-ı Veli adlı yapımlarda bir motif olarak kerâmet ince-lenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Yunus Emre Aşkın Yolculuğu, Mavera, Aşkın Yolculuğu Hacı Bay-ram-ı Veli, kerâmet, motif.
Abstract
Human beings who continuously searched for the meaning of their existence attributed certain meanings to the events and situations that they could not understand. The search for meaning has thus brought with it many beliefs and rituals of religious or non-religious nature, and even these beliefs have filtrated into institutionalized beliefs. The inability to grasp the supernatural has glorified the individuals who performed these deeds in the eyes of the society and placed them in an elevated position.
After embracing Islam, the Oghuz tribes entered a new cultural phase, and the task of apostolising and guidance among the nomadic and settled Turks was conducted by those who devoted themselves to this duty. Colonizer Turkish Dervishes or Khorasani dervishes explained the principles of the new religion by using the power of melody and rhetoric in accordance with their own cultural codes, and they increased both the permanence and the influence of the new belief system in the minds and especially in the hearts.
Those known as saints, dervishes or religious mentors practiced some supernatural actions similar to prophetic miracles for various reasons. These events had two functions: one was to punish or persuade non-believers; other was to reinforce the believers' faith. These sa-intly personas preserved their spheres of influence with the miracles they performed not only while they were alive, but also after their deaths. Thus, many stories formed based on the lives of saints, whom the public deeply respected.
This paper analyses miracles and parables in the TV series, 'Yunus Emre: The Journey of Love' in 44 episodes; ‘Mavera’ in 26 episodes; and ‘The Journey of Love: Hacı Bayram-ı Veli’ in 26 episodes broadcast by Turkish National Television Association (TRT) in 2015, 2021 and 2022 respectively.
Keywords: Yunus Emre The Journey of Love, Mavera, Hacı Bayram-ı Veli The Journey of Love, miracle, motif.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
YESEVÎ’DE BEL BAĞLAMAK - The Concept of Binding in Yesevi, 2023
Öz
Türkler İslâmiyet’i, Hicret’ten yaklaşık iki asır sonra tanımaya başlamış ve eski inançlarına,... more Öz
Türkler İslâmiyet’i, Hicret’ten yaklaşık iki asır sonra tanımaya başlamış ve eski inançlarına, yaşam tarzlarına uygun bulmalarının da etkisi ile, yaklaşık iki yüz yıl gibi bir sürede hemen bütün unsurlarıyla benimsemiş, Anadolu coğrafyasına İslâm’ın bayraktarları olarak gelmişlerdir. Bu sürecin mimarları hiç şüphesiz yeni dini henüz kabul eden göçer evli Türk boyları arasında peyda olan, ekseriyetle Hak kelamını ve hadis-i şerifler ölçüsünde yaşam sürmeyi, vahyin asıl muhatabı olanlara aktarmaya çalışan Türk dervişleri olmuşlardır. Türk dervişlerinin yeni dini benimsetme yolunda kullandıkları metot, tasavvufî bağlamda yeni ve farklı ekollerin teşekkülüne zemin hazırlamıştır. Süreç içerisinde sistemleşen, kendi kurumlarını teşekkül ettiren bu ekollerin ilki ve en tesirlisi, Hoca Ahmed Yesevî’nin başçısı bulunduğu Yesevîlik’tir. Hoca Ahmed, Türk milletinin öz kültür kaynaklarını İslâm dininin potasında eriterek Divân-ı Hikmet’i meydana getirmiştir. Onun hikmetleri çağları ve sınırları aşmış, Yesevî’nin nefesi Orta Asya’dan Avrupa içlerine kadar ulaşmıştır. Bu çalışmada, söz konusu ekolün kurucusu ve Türk Tasavvufu denilince akla gelen ilk kişi olan Hoca Ahmed Yesevî’nin, Türk’ün tasavvuf anlayış ve kavrayışının en mühim ve öncü eseri olan Divân-ı Hikmet’i, “bel bağlama” ekseninde, üç farklı başlık ve yönden incelenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Hoca Ahmed Yesevî, Yesevîlik, Divân-ı Hikmet, bel bağlama, şedd-i vast/nitâk, elifi nemed, tîg-ı bend.
Abstract
Turks began to recognize Islam about two centuries after the Hijra. In addition, since they found it suitable for their old beliefs and lifestyles, they adopted it with almost all its elements in a period of about two hundred years and came to Anatolia as the flagbearers of Islam. The architects of this process were undoubtedly the Turkish dervishes who emerged among the nomadic, newly converted Turkish, and who tried to convey the revelation as how to live a life in accordance with God's commands and hadiths. The method used by the Turkish dervishes to adopt the new religion paved the way for the development of new and different schools of Sufism. The first and most influential of these schools, which systematized in the process and formed their own institutions, is Yesevism led by Khodja Ahmed Yesevî. Khodja Ahmed created Divan-i Hikmet by melting the Turkish nation's own cultural resources in the crucible of Islam. His words of wisdom transcended ages and borders, and his influence reached from Central Asia to the interior of Europe. This study examines the Divān-i Hikmet of Khodja AhmEd Yesevi, the founder of the aforementioned school and the first person to consider when it comes to Turkish Sufism, which is the pioneering work of Turkish Sufism, from three different perspectives, on the axis of "binding".
Keywords: Khoja Ahmed Yesevi, Yesevism, Divān-i Hikmat, binding, shedd-i vast/nitāq, elifi nemed, tīg-ı bend.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
CİNSİYET ROLLERİ EKSENİNDE KAZAK KAHRAMANLIK MASALLARI - Kazakh Heroic Tales Within Gender Roles, 2022
Özet
Modern zamanlara dek tarihi, coğrafi, sosyal ve siyasal şartlardan ötürü sözlü geleneğin güç... more Özet
Modern zamanlara dek tarihi, coğrafi, sosyal ve siyasal şartlardan ötürü sözlü geleneğin güçlü birer temsilcisi olan Kazak Türkleri, sair Türkler gibi zengin bir anlatı geleneği ve repertuvarına sahiptirler. Şekil itibari ile nazım-nesir karışık, destan-masal arası bir tür gibi görünen ve söz konusu geleneğin farklı bir örneği olan Kazak kahramanlık masalları, konusu bakımından destanlara yakın olsa da topyekûn bir milleti ilgilendiren sorunlardan ziyade kahramanın öz macerasını, ekseriyetle daha dar grupların karşılaştığı güçlükleri ve ana kahramanın bu manada verdiği yaşam mücadelesini aktaran sözlü eserlerdir. Türk epik yaratmalarında esas gaye milletin menfaatlerini koruyup kollamaktır. Milletin koruyucusu ise onun kendi bilinç dünyasında yaratıp şekillendirdiği anlatı kahramanıdır. Epik anlatı kahramanı, doğumundan ölümüne kadar hayatının her aşamasında anlatılardaki diğer karakterlerden ayrışan bir portre çizer; zira o, milletin ülkülerini kendi bünyesinde toplayan ve bu idealleri yaşatma kudretine sahip kişidir. Bu çalışmada, Kazak kahramanlık masallarında yer alan toplumsal cinsiyet unsurları, aile sosyolojisi bağlamında disiplinlerarası bir yaklaşımla aktarılmaya çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Destan, masal, kahramanlık masalı, Kazak Türkleri, roller, toplumsal cinsiyet.
Abstract
Until modern times, Kazakh Turks, who are strong representatives of oral tradition due to historical, geographical, social and political conditions, have a rich narrative tradition and repertoire like other Turks. Kazakh heroic tales, which seem to be a mixed genre between prose and verse, epic and fairy tale in terms of form, and which are a different example of the tradition in question, are oral works that convey the hero's personal adventure, the difficulties faced by smaller groups and the main hero's struggle for life in this context, rather than the problems that concern a whole nation, although they are close to epics in terms of subject matter. The main purpose in Turkish epics is to protect and watch over the interests of the nation in question. The protector of the nation is the epic hero created and shaped by its own mental universe. The hero of the epic draws a different profile from other characters in the narratives with every phase of his life from birth to death; for, he is the person who embodies the ideals of nation and has the power to reify them. In this study, gender elements in Kazakh heroic tales will be analyzed with an interdisciplinary approach in the context of family sociology.
Keyword: Epic, fairy tale, heroic tale, Kazakh Turks, roles, gender.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
KARACA OĞLAN ÜZERİNE EKOELEŞTİREL BİR OKUMA - An Ecocrıtıcal Investıgatıon of Karaca Oğlan’s Poetry, 2021
Öz
Âşık Edebiyatının önemli temsilcilerinden Karaca Oğlan, zamanı aşan sözü ve nefesi ile asırlar... more Öz
Âşık Edebiyatının önemli temsilcilerinden Karaca Oğlan, zamanı aşan sözü ve nefesi ile asırlar boyu canlılığını korumuş, Anadolu insanı onu tıpkı Yunus Emre gibi farklı yöre hatta kasaba ve köylerde dahi kendisine mal etmeye çalışmıştır. Yaşadığı coğrafyadan yüzyıla, asıl adından doğum ve ölüm tarihine, nereli olduğundan ona ait olan ve olmayan şiirlere, Karaca Oğlan ve Karaca Oğlanlar meselesine kadar hayatı bilinmezliklerle örülü Karaca Oğlan’ın şiirinde evren, kendi öz kimliği ile görülür. Doğa ile iletişimini modern zamanlarda kaybeden ve ekolojik dengenin bozulmasının müsebbibi insanoğlu, kendi beninde, kendinden başka bir dünyanın varlığını reddedip varlığa kendinden menkul mana vererek nesneden asıl ve biricik özneye dönüştüğünü varsaymıştır. Doğanın böylesi bir sömürge unsuru haline getirilmesine hem tepki hem de doğaya farklı bakış oluşturma çabasının ürünü olan ekoeleştiri, doğayı insan ile olan ilişki ve mücadelesi ile değil; varlık âlemindeki her nesnenin kendisine has bir kimliğe ve değere sahip olduğu savı ile ortaya çıkmıştır. Çalışmada, odak noktasına salt insanı değil evreni oturtan Karaca Oğlan’ın şiirlerinde doğa, ekoeleştiri kuramının temelleri perspektifinde değerlendirilmiş, Karaca Oğlan’ın söz konusu evrene bakış açısı irdelenmiştir.
Anahtar Kelime: Karaca Oğlan, ekoeleştiri, çevreci eleştiri, Türk halk şiiri, doğa, çevre.
Abstract
One of the important representatives of Minstrel Literature, Karaca Oğlan has maintained his essence for ages by his words and inspiration that exceeds time, and Anatolian people have tried to appropriate him, just as Yunus Emre. The universe is seen in its own identity in Karacaoglan’s poems, whose life is shrouded in obscurity including his life period, age, real name, date of birth and death, hometown and even his authenticity. Humans are to blame for the destruction of the ecological balance since they have lost touch with nature in modern times. And they have denied the existence of another world and taken the existence for granted by stressing the importance of individual subjects. Ecocriticism, which emerged as a reaction to the colonialization of nature and as a product to create a different perspective towards nature, suggests that nature is not only for humans, and all things hold unique individual importance. The study examines the universal nature concept in Karaca Oğlan’s poems within the premises of Ecocritical theory and analyzes Karaca Oğlan’s viewpoint on nature.
Keywords: Karaca Oğlan, ecocriticism, environmental criticism, Turkish folk poetry, nature, environment.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
SALUR KAZAN'IN YEDİ BAŞLI EJDERHAYI ÖLDÜRDÜĞÜ BOY'DA AİLE - The Family Concept in the Parable of Salur Kazan's Killing Seven-Headed Dragons, 2021
Öz
Toplumun tesisi aile, ailenin tesisi ise birey ile mümkündür. Birey ve toplumun var olması vey... more Öz
Toplumun tesisi aile, ailenin tesisi ise birey ile mümkündür. Birey ve toplumun var olması veya yokluğa mahkûmiyeti, her ikisini de ayakta tutan aile kurumunun dirliğine bağlıdır. Türkün milli ve manevi değerlerinin asırlar boyunca gösterdiği tekâmül, ocak ile doğrudan ilişkilidir. Türk ocağını kadim yapan onun dayandığı esaslar ve toplumun fertlere yüklediği ödevlerdir. Söz konusu ödevlerin geçmişten günümüze dek yaşadığının ispatı olan halk yaratmaları araştırmacılar için değerli kaynaklardır. Türkün, İslam ile tanış olma döneminin kültür köklerini gördüğümüz Vatikan ve Dresden nüshaları ile on iki boydan müteşekkil Dede Korkut adlı destani hikâyeler, zikredilen kurumun ve değerlerinin canlı bir biçimde yaşatıldığı anlatılardır. Makalede, henüz bir yıl önce ilim âlemine on üçüncü boy olarak takdim edilen “Salur Kazan’ın Yedi Başlı Ejderhayı Öldürdüğü Boy” toplumsal cinsiyet rolleri özelinde bireye inilerek sosyolojik manada tetkik edilecek ve aile ekseninde bir milleti var eden değerler aktarılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Dede Korkut, aile, Salur Kazan, yedi başlı ejderha, Günbed / Türkistan / Türkmen Sahra Nüshası.
Abstract
The foundation of society rests on the family, and the latter relies on the individual. The existence or demise of both individual and society depends on the sustainability of the family institution. The development of Turkish national and spiritual values over the centuries is directly related to the concept of ‘hearth’. What makes the Turkish hearth immortal are its foundational principles and the duties that society imposes on its individuals. Folkloric elements which prove that these duties have survived till now are valuable resources for researchers. The epic stories named Dede Korkut, consisting of twelve stories combined with The Vatican and Dresden copies, reflect the cultural roots of the period when the Turks became acquainted with Islam, and, are the narratives in which the mentioned institution and its values are kept alive. This article analyses “The Story about How Salur Kazan Killed the Seven-Headed Dragon" which was presented as the thirteenth dimension to the scientific world just a year ago, from a sociological perspective by referring to the gender roles, and, focusing on the family concept, highlights the values that gives a nation its identity.
Keywords: Dede Korkut, family, Salur Kazan, seven-headed dragon, Günbed / Turkistan / Turkmen Sahara Copy.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
AŞIN KUTU YAHUT KUTSUZ AŞ - Ritual of Food or Food without Ritual, 2021
Öz
Tarihi, coğrafi, dini ve sosyolojik sebeplerden Türk ailesi, kadın egemen yapıdan ataerkilliğe... more Öz
Tarihi, coğrafi, dini ve sosyolojik sebeplerden Türk ailesi, kadın egemen yapıdan ataerkilliğe ve sonrasında eşitlikçi aileye doğru üç farklı kültürel geçiş aşaması takip eder. Her bir aile tipi kendine haiz özelliklere sahiptir ve toplumsal cinsiyet de buna göre şekillenir. Ailede otoritenin tekilliği ya da bölünmüşlüğü, kadın-erkek arasındaki görev dağılımında değişiklikleri beraberinde getirse dahi; kadın, toplumun kendisine verdiği birçok vazifesi ile birlikte doyurmak görevini daima üstlenir ve bu yükümlülük hemen hiçbir değişikliğe uğramadan günümüze kadar intikal eder.
Türklerde aş yahut aş verme toplumbilimsel mana ve bağlamda çok yönlü bir eylemdir. Yemeğin hazırlık evresi, boş vakit kavramına yabancı olan Türk kadınının bir araya geldiği, sohbetler ettiği, işi ve aşı kolaylaştırdığı sosyalleşme alanlarından birisidir. Söz konusu buluşmalar bilgi alışverişinin yapıldığı, yeni nesillere birikimlerin, Türkün örf ve adetinin aktarıldığı okullardır. Kadın burada toplumsallaşırken geleneğin icrası ve sonraki kuşaklara nakli konusunda önemli bir görev ifa eder. Böylelikle kadının örtük veya açık bu eğitimi, yalnızca tekil bir eylem olmaktan çıkar ve kültürün yaratıldığı, yaşatıldığı bir fiile dönüşür.
Çalışmada, toplumun eril ve dişil fertlere taksim edilen ödevler neticesinde, ocak ve etrafında teşekkül eden vazifelerin kadına yüklendiği, görev dağılımının Türk kültüründe yer alan kız çocuğun erkek çocuktan değersiz, arka plânda veya farklı konumda düşünülüp görülmesi ile ilişkisi, toplumsal cinsiyet bağlamında kadın ve erkeğin sofradaki rolü üzerinde durulmuştur. Türkün konukseverliği bilhassa Dîvânu Lugâti’t-Türk’ten konu bağlamında verilen örneklerle gösterilmiş, aş ve aşın siyasi, sosyal ve ekonomik fonksiyonu değerlendirilmiş, Türk tefekkürüne göre uğur ve bereketine inanılan aşın, Barak Ovası’nı yurt tutan Çarganlı Türkmenleri arasında, kadın eli ile kutsuz aşa ve akabinde bir halk inanmasına nasıl dönüştüğüne değinilmiştir.
Anahtar sözcükler: Barak Ovası, Türkmenler, toplumsal cinsiyet, kadın, aş/yemek, kut.
Abstract
The Turkish family follows three different stages of cultural transition from a woman-dominated structure to patriarchy and then to an egalitarian family due to multifarious historical, geographical, religious, and sociological reasons. Each family type has its own characteristics and gender is shaped accordingly. Even if the singularity or division of authority in the family leads to changes in the distribution of duties between men and women, the woman always assumes the duty of feeding, along with the many duties assigned to her by the society, and this obligation has been transferred to present-day without any change.
Food or organizing feasts in Turkic societies is a multi-faceted event in sociological meaning and context. The preparation phase of the feast is one of the socializing areas where Turkish women, who are not familiar with the concept of leisure time in a secular sense, come together, have conversations, and facilitate the work. These gatherings are schools where information is exchanged, knowledge and customs of Turks are passed on to new generations. While the woman here is socialized here, she fulfills an important duty in the execution of tradition and its transfer to the next generations. Thus, the implicit or explicit education of women ceases to be just a singular act but turns into an act in which culture is created and sustained.
This study focuses on the elements in which the duties in the hearth and its surroundings are attributed to the woman, girls are considered inferior or in worthless position compared to boys in the distribution of the tasks, and the role of man and woman at the table is considered. The hospitality of the Turkish people is highlighted with examples form Divanu Lugâti't-Türk; political, social and economic function of food is evaluated, and how food, believed to be fortune and blessing, was turned into a ritualistic feast and folk belief with the touch woman's hand among Tsargani Turkmens in Barak Plains.
Key words: Barak Plain, Turkmens, gender, woman, food, ritual.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
EVLİYÂ ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ’NDE MOTİFLER - Motif’s in Evliya Çelebi Seyahatnamesi, 2017
ÖZ
Menkıbeler sözlü ve yazılı olarak; anlatma geleneği içerisinde yahut eserler vasıtasıyla asırl... more ÖZ
Menkıbeler sözlü ve yazılı olarak; anlatma geleneği içerisinde yahut eserler vasıtasıyla asırlar boyu kuşaktan kuşağa iletilen, tıpkı diğer türler gibi halk muhayyilesinde gelişmiş, onun kültürünü yansıtmada başlangıçtan beri taşıyıcı unsur olmuştur. Halkın dini inancını, inanmalarını içerisinde barındırmış, bu da ona farklı ve kutsal sayılan bir statü kazandırmıştır; zira onun bünyesinde taşıdığı kahramanlar yaşamış ve vefatlarından sonra dahi halkın kutsal sayıp değer verdiği kişiler olmuştur. Sosyolojik işlevi açısından da önem arz eden söz konusu mahsuller, toplumdaki aksaklıkları veya bozuklukları, genel olarak veli adını verdiğimiz şahısların gösterdiği bir takım kerametler ile toplumun kutsalları aracılığıyla, insanları etki altına almak suretiyle düzeltmekte; onların yer yer bulunan kabirleri ve bu kabirler etrafında teşekkül eden anlatıları ise, kutsalların ve ahlaki bir takım değerlerin unutulmasını engellemekte, yeni nesillere dini ve örfi değerlerin aktarımını sağlayarak toplum üzerinde kontrol mekanizması kurmaktadır. Gezilen, görülen yahut duyulan mekânların resmedildiği zengin kültür hazineleri ise seyyahlar vasıtasıyla kaleme alınan seyahatnâme adlı eserlerdir. Çalışmamamıza kaynaklık edecek olan Evliya Çelebi Seyahatnâmesi edebi mahsullerin birçoğunu barındıran, menkıbe açısından da menâkıbnâme sayılabilecek kadar kapsamlı, çok geniş bir coğrafyayı içine alan bir kaynaktır. Bu makalede, Evliya Çelebi Seyahatnâmesi’nde tespit edip inceleme şansı bulduğumuz menkıbeler, Anadolu sahası özelinde, Ahmet Yaşar Ocak’ın menâkıbnâmeler ile ilgili motif tasnifinden hareketle irdelenecektir.
Anahtar kelimeler: menkıbe, Evliya Çelebi, Seyahatnâme, efsane, motif.
ABSTRACT
Menkıbe (religious anecdotes), inherited from generation to generation within oral literary tradition, just like other literary productions, bloomed in public imagination and became a dominant element in reflecting the culture. It contained people's religious beliefs and faith; and thus, attained a sacred status. This is due to the fact that the heroes were real life figures and conserved their high esteem even after their deaths. Having sociological functions, the literary products in question correct the disruption and disorder within a society with the help of wonders demonstrated by 'veli' (the patrons). In addition, the narratives forming around their tombs distributed in separate places prevent sacred and moral set of values to be forgotten and ensure a kind of control mechanism over the society by transferring religious and traditional values to new generation. On the other hand, travelogues are the rich cultural treasures, written by travelers, depicting the visual and spatial qualities of places visited. Evliya Celebi Seyahatnamesi (Travelogues) forms the main source of this paper in that its content covers a vast area to be also considered as religious anecdote. In this article, the anecdotes, specific to Anatolia region, detected and reviewed in Evliya Celebi Travelogue will be analyzed in detail with reference to Ahmet Yasar Ocak's classification of motifs.
Key words: religious anecdotes, Evliya Çelebi, book of travels, legend, motifs.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
GAZİANTEPLİ BİR ÂŞIK: MIZARLI ÂŞIK MEMET - A minstrel in Gaziantep: Mızarlı Aşık Memet, 2018
Öz
Ozan-baksı edebi geleneğini sürdüren Âşık edebiyatı temsilcisi söz ustalarının önemli vasıfla... more Öz
Ozan-baksı edebi geleneğini sürdüren Âşık edebiyatı temsilcisi söz ustalarının önemli vasıflarından birisi hazırlıksız söz söyleme yani irtical kabiliyetidir. İrticali söz söyleme yeteneğinin insanların günlük yaşamlarına aks edecek kadar yerleştiği; hatta âşık olma iddiasında bulunmayan yöre halkının dahi bu kabiliyetle mücehhez olduğu Barak Ovası yahut Barak Yöresi birçok âşığa ev sahipliği yapar. Mızarlı Âşık Memet de zikredilen doğaçlama söz söyleme kabiliyeti ile ün yapmış, katıldığı yarışmaların tamamında "Besteli Doğmaca Türkü" dalında dereceler elde etmiş ve yörede haklı bir üne kavuşmuştur. Makalede Mızarlı Âşık Memet tanıtılmıştır. Ailesi, akrabaları, yakın arkadaşları, köylüleri ve yörenin ileri gelenleri ile yapılan mülakatlar neticesinde elde edilen bilgiler ışığında Mızarlı Aşık Memet'in hayatı, sanatı ve eserleri aktarılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Mızarlı Âşık Memet, âşıklık geleneği, Gaziantep.
Abstract
One of the important qualities of the minstrel literary tradition representatives is their ability to improvise; that is, to deliver impromptu (irticali) speech. The Barak Plain or Barak Region where the impromptu speech fused into people's daily lives and even the common folk is equipped with this talent hosts many minstrels. Mızarlı Aşık Memet, renowned for his talent of delivering impromptu poems, was ranked first in many competitions in the field of "Lyrical Improvised Folk Songs" and gained a well-deserved fame in the region. This article presents the life, art and works of Mızarlı Aşık Memet under the light of information gathered with interviews with his family, relatives, close friends, countrymen and leading figures in the region.
Key Words: Mızarlı Âşık Memet, minstrel tradition, Gaziantep.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
KÖROĞLU’NUN DURNA TELİNE GİTTİĞİ KOL: KİLİS RİVAYETİ - Köroğlu's Advanture of Crane Feather: A Story from Kilis , 2017
ÖZ
Toplumların, millet olma şuurunun yansımaları olarak görülebilecek destanlar, tarihi bir misyo... more ÖZ
Toplumların, millet olma şuurunun yansımaları olarak görülebilecek destanlar, tarihi bir misyonu ifa eden mahsullerdir. Destanlar, yalnızca sanatçının ağzında sanat yapma kabiliyetini görmemizi sağlayan edebi yaratmalar değildir. Bu anlatmalar; toplumun değerlerini, sosyal yapının tüm dinamiklerini, çıkmazlarını, sorunların çözüm yollarını aksettiren ve milletin bilincinin derinliklerinde yatan düzenin baş aktörü kahramanın, bitip tükenmek bilmeyen mücadelesidir. Kahramanın, milleti ve diğer toplumlar adına verdiği savaş, onun toplum hafızasında kendisine, ulaşılması güç bir konum elde etmesini sağlar. Köroğlu Destanı ise Oğuz Kağan Destanı ve Dede Korkut Boyları ile birlikte Türk Dünyasında en yaygın olan anlatılardan biridir. Geniş bir coğrafyada, günümüzde dahi kahramanlıkları dillerde dolaşan, sinema ve tiyatroya uyarlanan yegâne destan kahramanı Köroğlu ve onun etrafında teşekkül etmiş olaylardır. Köroğlu, destan kahramanı olarak haksızlıklara direnen, halkının ve haklının yanında olan kimliği ile yaratmalarda vücut bulur. Onun yaşamını yansıtan yahut ona atfedilen olaylar ise destan kahramanı Köroğlu’nun zihin ve gönül dünyasından silinmesine mani olmaktadır. Günümüzde dahi Köroğlu kollarının yaşadığına dair emarelerden yalnızca birisi olabilecek çalışmamız, “Köroğlu’nun Durna Teline Gittiği Kol” Kilis rivayeti üzerine olacaktır. Bahsi geçen anlatmanın değişik coğrafya ve mekânlarda dillendirilmesi değerini artırır ve yitip gitmesine mani olur. Farklı bağlam, anlatının yapısına zenginlik ve dinamiklik katar. Unutulmamalıdır ki her bir varyant yeniden doğuştur.
Anahtar kelimeler: Köroğlu, Turna, Durna Teli, Destan, Kilis.
ABSTRACT
Sees as the reflections of societies to become independent nations, epic literature performs a historical mission. They are not mundane products that allow us to see the artistic ability of an artist. These creations are the endless struggle of hero prototype, which reflects the values, social structure patterns, impasse and solutions for the problems of the society and acts as the key factor of the deep societal order of a nation's consciousness. Hero's struggle in the name of his nation and oppressed people ensures him an unattainable position in national memory. In the Turkish world, the only epic hero adapted to theater and cinema is Köroğlu and his adventures, whose recognition and variants multiplied in time and whose valor is talked about in a vast geography along with Oghuz Khan and Dede Qorqut Epics. As a legendary hero, Köroğlu exists with an identity that resists injustices, defends the oppressed and rebels against injustices. The events that reflect his life or the events attributed to him prevent his eradication from the mind and heart of the world. This work, as one of the many signs that proves Köroğlu tales still survive even today, focuses on Köroğlu's Adveture of Crane Feather, which I had the good fortune to compile in Kilis province. If recorded and expressed in every occasion in different geographies and places, the tale in question will stand the trial of time. The different context adds richness and dynamism to the narrative structure. It should not be forgotten that each variant keeps the secrets of rebirth with itself.
Key words: Köroğlu, Crane, Crane Feather, Epic, Kilis.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
SİBİRYA SAHASI TÜRK DESTANLARINDA AİLENİN KURULMASI - The Formation of Family in Siberian Area, 2018
ÖZET
Edebi metinler, yalnızca sanatsal kaygılarla ortaya konmuş mahsuller değildir; mitolojik dön... more ÖZET
Edebi metinler, yalnızca sanatsal kaygılarla ortaya konmuş mahsuller değildir; mitolojik dönem ve sonrasına bakılacak olursa ilkel insanın yaşamsal kaygıları, gelecek nesillere bırakılması gereken hayat şifreleri ve çözümleri ile donatılmış bilgiler topluluğudur. Öyle ki bu bilgi birikimi edebiyata yaşam kurtaran bir misyon yüklemiştir. Yeni nesiller, kaosun kozmosa nasıl dönüşeceğinin bilgisini atalarından almış, kendisi de karşılaştığı problemlere benzer ve farklı yeni tepkiler vermiştir. Söz konusu benzer ve farklı tepkiler bir olmanın önemsendiği toplumlarda birlikteliğe giden yol için gerekli hususiyetler, çeşitli ritüel ve inançlara dönüşüp önem kazanmıştır. Sosyolojik olarak toplumun en küçük birimi olan aile toplumsal birliğin sembolü iken aile bağlarının gücü ise diri olmayı göstermiştir. Ailenin çözülmesi beraberinde birçok problemi doğuracağı ve toplum bilimsel manada çözülmeyi getireceğinden aile kurma yolunda atılan bütün adımlar da sıkı bir kurallar dizgesine ve toplumsal kontrol mekanizmasına tabi kılınmıştır. Kadim milletlerin anlatıları bilinçaltı ve üstünde yatan kodları barındırmaktadır. Bu sebepledir ki bir milletin en eski yaratmaları bize o milletin millet olma şuurunun dinamiklerini verecektir. Zikredilen kurumun temellerinde yatan değer ve inançları görebilmek için Türk mitolojisinden de derin izler barındıran Sibirya Sahası Türk Destanları tahlil edilmiştir. Altay, Hakas, Tuva, Yakut (Saha), Şor Türklerine ait seksen yedi destan metni özelinde ailenin kuruluşunun işleneceği bu makalede; eşlerin birbirlerinde aradıkları hususiyetlerden başlanarak, evlilikte etken olan bireyler, evlilik tarzları -dünür gitmekten gerdeğe- evlilik aşamalarına kadar, Türk’ün düşünce sistemi içinde zamanla şekillenen, toplumsal kabul yoluyla aile olmanın ne gibi süreçleri gerektirdiği üzerinde durulacaktır. Çalışmanın ana hareket noktası ise Türk milletinin temel kodlarını taşıyan Oğuz Kağan Destanı, Dede Korkut Boyları ve Köroğlu Destanı olacaktır.
Anahtar Kelimeler: Sibirya, Dede Korkut, Oğuz Kağan, Köroğlu, aile sosyolojisi.
ABSTRACT
Literary texts are not only products created with pure artistic concerns; but they are also collections of information furnished with the daily life concerns of primitive man and his life codes and solutions to hand down the next generations from the perspective of mythological period and its aftermath. Thereby, this knowledge puts a life-saving burden on the shoulders of literature. New generations took the knowledge of how chaos would turn into the cosmos, and they gave similar or different reactions to the problems encountered. So-called similar or different reactions have gained key roles and have been transformed into necessary features for being united in societies where togetherness is valued and into into a variety of rituals and beliefs. While the family, as the smallest unit of society in sociological terms, is a symbol of social unity, the power of family ties represents being unified. Since the disintegration of the family would lead to many problems and cause disintegration, all the steps taken in order to establish a family have been subjected to a string of rules and social control mechanism. The narratives of the ancient nations contain conscious and subconscious codes. Therefore, the oldest creation of a nation can provide us with the dynamics of that nation's consciousness. The Turkish myths of Siberian area that have deep traces of Turkish mythology are analyzed in order to observe the values and beliefs lying in the foundations of the institution in question. This study covers texts of eighty-seven myths from Altai, Khakas, Tuva, Yakut (Saha), and Shor Turks within the context of family concept. It also deals with the ideal characteristics that couples look for in themselves, marriage types and process (from family arranged marriages to nuptial nights) that were shaped by time within Turkish system of thought and that highlight the processes to form a family through social acceptance. The main starting point of the study is the epics of Oghuz Khan, Dede Korkut Oguz Kagan Epic, Dede Qorqut and Köroğlu which host the basic principles of Turkish nation.
Key Words: Siberia, Dede Qorqut, Oghuz Khan, Köroğlu, family sociology.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
TÜRK DESTANLARINDA TOPLUMSAL CİNSİYET ALGISI - Perception of Gender Roles in Turkish Myths, 2018
ABSTRACT
Division of labor and status difference are prevalent among family members. The determin... more ABSTRACT
Division of labor and status difference are prevalent among family members. The determination of the status is usually in the form of reflecting the value judgments of the society to family. These value judgments provide various tasks to each individual. Family members are expected to perform their duties. In sociology, division of tasks and duties is realized by gender roles in individual level. The most important role of the girl in the myths examined is to imitate her mother as a woman, and to marry a suitable brave man when she matures. She has some responsibilities like to bring new generations to life, to raise them and to lead them to the right path. Women are not individuals who only have domestic skills and are wise. They sometimes take up the role of saviors. However, the central figure in myths are generally male children. The absence of male child is pain for the father while his presence safeguards continuation of family line which is a great matter of pride. The theme of childlessness is almost entirely conceptualized on having male children. Various rituals are performed so as to have children. Not giving birth to male children prevents the flow of action in myths and its is a harbinger of the end for society. In society the men are expected to take names after a bravery, eliminate the enemies, put society in order, compete with rivals or enemies for the wife-to-be, to protect their family, wives, children and honor, and ultimately to transfer authority to their heirs as fathers. This article examines Oghuz Khan, Dede Qorqut and Koroglu myths based on the Turkish culture which expand to a vast geography in terms of their recognition and variants.
Key Words: Oghuz Khan, Dede Qorqut, Koroglu, societal gender, roles.
ÖZET
Aile bireyleri arasında bir iş bölümü ve statü vardır. Statünün belirlenmesi de ekseriyetle o toplumun değer yargılarının aileye yansıması şeklinde olur. Bu değer yargıları her bireye çeşitli görevler yükler. Aile bireylerinin de üzerlerine düşen görevleri yerine getirmesi beklenir. Sosyolojide fert bazında, ödev ve sorumlulukların ayrılması durumu toplumsal cinsiyet kavramı ile karşılanır. Toplumbilimsel kriterlerle incelenen destanlarda kız çocuğun en önemli rolü annesini örnek alarak yetişmekken ikinci ödevi genç kızlığa geldiğinde münasib bir bahadır ile yaşamını birleştirmektir. Yaşam birlikteliğinde yeni nesilleri dünyaya getirmek, onları büyütmek, çıkmaza düştüklerinde onlara yol göstermek gibi vazifeleri vardır. Kadın elbette sadece ev işlerinde maharet gösteren, bilgeliği ve aklıyla etkin olan bir birey değildir. Kadın bahadırlığıyla kimi zaman da kurtarıcı rolüne bürünür. Anlatıların ekseriyetle bel kemiğini oluşturan birey ise erkek çocuktur, onun olması lüzumludur. Onun olmaması aileye özellikle de babaya elem verirken, varlığı baba için iktidarın devamı anlamındadır ve büyük bir övünç meselesidir. Çocuksuzluk temi hemen tamamen erkek çocuk üzerinden işlenir. Çocuk sahibi olabilmek adına çeşitli ritüeller gerçekleştirilir. Çocuğun dünyaya gelmemesi olay akışının başlamasına engeldir ve toplum için sonun habercisidir. Erkeğe toplumun yükledikleri ise şunlardır: Bir kahramanlık neticesinde ad alma, yurduna ve halkına düşman olanları bertaraf etme, kaosu düzene çevirme, eş adayı için rakipleri yahut engellerle mücadele etme; ailesini, eşini ve çocuklarını, namusunu gözetme ve koruma, nihayetinde ise bir baba olarak iktidarını varisine devretme. Bu makalede, temelde bahsi geçen bireyler üzerinden varyant ve bilinirlik açısından geniş bir coğrafyaya yayılan Oğuz Kağan, Dede Korkut ve Köroğlu anlatıları Türk kültüre de esas alınarak incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Oğuz Kağan, Dede Korkut, Köroğlu, toplumsal cinsiyet, roller.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Conference Presentations by MUHAMMET ATASEVER
DEDEM KORKUT'TAKİ URUZ ADI ÜZERİNE - On the Name Uruz in Dede Korkut, 2021
Özet
Ad verme yahut ad alma Oğuz’un tefekküründe hususi bir yere sahipti. Doğan her çocuk ekseriy... more Özet
Ad verme yahut ad alma Oğuz’un tefekküründe hususi bir yere sahipti. Doğan her çocuk ekseriyetle adsız olarak veya geçici bir ad ile hayata gözlerini açardı. Gösterdiği kahramanlık ile öz kimliğini ispatlayan ve statüsünün değişmesi gerektiğini boyun ileri gelenlerine teyit ettiren kişi ancak bir ada layık görülürdü. Ad, ferdin marifeti ile ortaya çıktığından ismini bağışlayan birey esasen muhatabına kendisi hakkında ipuçları vermiş olurdu. Ayrıca zikredilen eylem; etrafında oluşan ritüeller, inanmalar ile adı veren-alan, şahit olanların hususiyetleri gibi çok yönlü sosyokültürel bir olgudur.
Dede Korkut Oğuznâmeleri, göçer evli Oğuz boylarının gündelik yaşantısından, dini, sosyal, iktisadi, coğrafi durumlarına ve tarihteki yerlerine kadar geniş bir yelpazede; birey-aile-millet-devlet hakkında kapsamlı bilgiler içeren önemli bir kaynaktır. Yeni tespit edilen üçüncü nüshası ile birlikte Dedem Korkut’un soyladığı on üç boy üzerinde, önemine binaen iki yüzyıldır birçok farklı disiplinde teorik araştırmalar veya uygulama çalışmaları yapılmaktadır. Boylar, döneminin dil özelliklerini yansıtması bakımından da mühimdir; zira canlı birer varlık olarak yaşayan, değişen-dönüşen yahut günümüzde kullanımda olmayan kelimeler, Türk kültürünün geçmişteki izleridir. Bu sebepten boylardaki her bir kelime, başta Türkoloji sahasında olmak kaydıyla bilhassa disiplinlerarası açıdan üzerinde durmayı, düşünmeyi, kafa yormayı gerektirmektedir.
Bildiride, hususen Dede Korkut Oğuznâmeleri’nde var olan Uruz adının -yerli ve yabancı kaynaklardan hareketle- etimolojik analizi yapılmaya ve kelimenin Türk kültüründeki yeri belirlenmeye çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Dede Korkut Oğuznâmeleri, Oğuz boyları, Uruz, ad verme/ad alma.
Abstract
Naming or taking names had a special place in Oghuz tradition. Every child born would open their eyes to life, usually anonymously or under a temporary name. A person who proved his self-identity with the heroism he showed and who confirmed that his status should change to the notables of the tribe could only be deemed worthy of a name. Since the name emerged through the skill of the individual, the individual who gave the name would essentially give clues about himself to his addressee. This event is a multifaceted sociocultural phenomenon with rituals and beliefs forming around the name-giver taker and those who witness it.
Dede Korkut Epic is an important resource containing comprehensive information about individual-family-nation-state ranging from the daily life of the nomadic Oghuz tribes to their religious, social, economic, geographical conditions and their place in history. Along with the newly discovered third copy, theoretical research or applied studies have been carried out on thirteen Dede Korkut stories by many different disciplines for two centuries. These stories are also important in terms of reflecting the language characteristics of the period. As such, the words as living, changing, transforming entities are imprints of Turkish culture in the past. For this reason, every word in the stories requires further inquiry from an interdisciplinary perspective, especially in the field of Turcology.
This proceeding traces the etymological evolution of the name Uruz in Dede Korkut stories on domestic and foreign resources and analyzes its place in Turkish culture.
Keywords: Dede Korkut Epic, Oghuz tribes, Uruz, naming / taking names.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
KÖROĞLU’NUN KAZAK ANLATMALARINDA ÇOCUK - Child in Koroglu's Kazakh Narratives, 2021
ÖZET
Aile, anne, baba ve çocuklardan müteşekkil en küçük toplumsal yapıdır. Toplumun çekirdeği ai... more ÖZET
Aile, anne, baba ve çocuklardan müteşekkil en küçük toplumsal yapıdır. Toplumun çekirdeği aile, ailenin çekirdeği ise çocuktur. Yeni nesillerin toplumsal normlara, ahlâk kurallarına, millî ve mânevi değerlere uygun yetiştirilmesi önemlidir; zira ailenin maddi ve manevi tüm unsurlarının istikbâle taşınması çocuk ile mümkün olabilecektir.
Temelde birey, akabinde aile ve nihayetinde bir milletin teşekkülünün, ideallerinin yansıtıldığı Türk destanlarında asıl amaç söz konusu milletin menfaatlerini koruyup kollamaktır. Milletin koruyucusu ise onun kendi zihin dünyasında yaratıp şekillendirdiği destan kahramanıdır. Destan kahramanı doğumundan ölümüne kadar hayatının her safhası ile anlatılardaki diğer karakterlerden ayrılan bir profil çizer; çünkü o, milletin ideallerini kendisinde toplayan ve bu ülküleri gerçekleştirme kudretine sahip kişidir. Elbette böyle bir kahramanın çocukluğu da toplumun bu çocuğa bakış açısı da ona yüklediği sorumluluklar da sair çocuklardan başka olacaktır.
Biyolojik ve sosyal süreçler nedeniyle tüm toplumlarda fertlere verilen, sosyal olmanın zorunlu bir neticesi olan roller ve ödevler farklıdır. Toplum nazarında iki farklı cinsin kıymeti, kız-erkek çocuklara kültürün yükledikleri ile doğru orantılıdır.
Çalışmada Türk Dünyasının bilinirlik ve varyant açısından epope oluşturacak kadar daire teşkil edip kollara ayrılan, Türkün en yaygın anlatmalarından birisi Köroğlu’nun Kazak Anlatmalarında; çocuk ve erginlenmesi, toplumun kız-erkek çocuğa bakış açısı, ona yüklediği roller, aile ve toplum nazarındaki mevkii tespit edilip toplumsal cinsiyet eksenli irdelenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Köroğlu, Kazak anlatmaları, epope, kız-erkek çocuk, toplumsal cinsiyet, roller.
ABSTRACT
Family is the smallest social structure consisting of mother, father and children. The core of the society is family, and the core of the family is child. It is essential to raise new generations in accordance with social norms, moral rules, national and spiritual values. For, it is only possible with child to carry all the material and moral elements of the family to future.
The main purpose in Turkish epics in which the formation and ideals of individual, family, and ultimately, nation is reflected, is to protect and watch over the interests of the nation in question. The protector of the nation is the epic hero created and shaped by its own mental universe. The hero of the epic draws a different profile from other characters in the narratives with every phase of his life from birth to death; for, he is the person who embodies the ideals of nation and has the power to reify them. Naturally, the childhood of such a hero, the perspective of society on this child, and responsibilities imposed on him should be different than other children.
The roles and duties assigned to individuals in all societies as a result of biological and social processes as necessary consequences of being social, are different. In the eyes of society, the value of opposite sexes is directly proportional to what the culture imposes on them.
This study examines the concept of child and its adolescence, society's point of view on boys and girls, the roles imposed on them, their position in the eyes of family in Koroglu's Kazakh Narratives, some of the most widespread Turkish narratives with various branches to form an epic in the Turkic World.
Keywords: Koroglu, Kazakh narratives, epic, male-female child, gender, roles.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
YA İSTİKLAL YA ÖLÜM DİZİSİNDE DEYİM VARLIĞI - Idiomatic Expressions in Tv Series Ya Istiklal Ya Olum, 2021
ÖZET
Kalıp ifadeler yahut yargılar bir milletin uzun tecrübeler neticesinde elde ettiği söz hazin... more ÖZET
Kalıp ifadeler yahut yargılar bir milletin uzun tecrübeler neticesinde elde ettiği söz hazineleridir. Formellerin en kısa ve yoğun anlatıma sahip olanı deyimler; ihtiyari veya gayri ihtiyari halkın her kesiminden insanın; sözün etki gücünü artırmak, akılda kalıcılığı kolaylaştırmak, muhatabını ikna etmek, ilgi çekmek gibi çeşitli sebeplerden ötürü kullandığı söz öbekleridir. Halk Edebiyatı mahsulleri içerisinde en canlı olanı, yaşamın içinde her mekânda her an yeniden yaratılanı, en sık kullanılan ve benimseneni de deyimlerdir.
Yaşadığı toplumun dili kullanış biçim ve amacını, dünyaya bakış açısını, yaşam tarzını, zihin ve hayal dünyasını, örf ve adetlerini yansıtan, geleneğin taşıyıcısı, sözcüğü az manası çok olan bu söz kalıpları, Türkün ilk yazılı belgelerinden günümüze kadar sözlü, yazılı, elektronik ve diğer kültür ortamlarında kendisine yaşam alanı bulmuştur.
Şairler şiirlerinde, yazarlar eserlerinde, yapımcılar beyaz perdede; en az iki kelimeden müteşekkil, kimi zaman gerçek anlamında kimi zaman ise asıl anlamından büsbütün uzaklaşan deyimleri; zaman ve mekândan tasarruf etmek, insanlar üzerinde etki bırakmak, sözde akıcılığı sağlamak, sanat eserinin nihai amaçlarından olan ölümsüzlüğü yakalamak ve yapıtlarda bahis olunan dönemin şartlarını yansıtabilmek amacıyla kullanmışlardır.
Bildirimizde, Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT) tarafından Türkiye Büyük Milet Meclisinin kuruluşunun 100. yılı anısına çekilmiş, olayların Gazi Mustafa Kemal Atatürk etrafında geliştiği “Ya İstiklal Ya Ölüm” dizisindeki deyim varlığı tespit edilmiş, deyimlerin kullanıldığı bağlamda dönem şartlarını yansıtıp yansıtmadığı irdelenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Atatürk, Ya İstiklal Ya Ölüm, deyim, kalıplaşmış sözler, elektronik kültür.
ABSTRACT
Stereotypes or stereotypical expressions are verbal treasures that a nation has acquired over a long period of time. As the shortest and most intense formal expressions, idioms are expressions used by people from all walks of life for various reasons such as increasing rhetorical power, facilitating memorability, persuading interlocutor, and attracting attention. Idioms are the most vivid, the most created and the most frequently used and adopted element in daily life among the products of folk culture.
These phrases, which reflect the linguistic behavior of the culture it resides in, its perspective, mind and lifestyle, its customs and traditions by transferring tradition to future with their limited vocabulary, are sustained in verbal, written, electronic and other forms from the days of the first written documents of Turkish to the present day.
Poets in their poems, writers in their works, producers on TV screens utilized idioms, sometimes in their true sense and sometimes deviating from their original meaning, so as to save time and space, to make an impact on people, to achieve so-called flow, to capture immortality as one of the ultimate purposes of the work of art, and to reflect the conditions of the period depicted in the works.
This paper identifies idiomatic expressions in TV series Ya Istiklal Ya Olum, produced by TRT to commemorate the 100th anniversary of the founding of Turkish parliament, and examines whether they reflect the conditions of the period.
Keywords: Atatürk, Ya Istiklal Ya Olum, idiom, stereotypes, electronic culture.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
AKBAŞ TÜRKMENLERİNDE TEMİZLİK - KUT ve KADIN - Cleanliness - Ritual and Woman in Akbaş Turkmens, 2021
ÖZET
Orta Asya’dan Hazar’a, Anadolu’ya ve akabinde Balkanlar’a kadar geniş bir coğrafyada hüküm s... more ÖZET
Orta Asya’dan Hazar’a, Anadolu’ya ve akabinde Balkanlar’a kadar geniş bir coğrafyada hüküm sürmüş kadim Türk milleti, Eski Türk inancından İslâmiyet’e kadar benimsediği dinî, mistik, sihrî sistemlerin hemen hepsinde suyun kutsallığına, temiz olanın kirletilmemesi gerektiğine inanmıştır. Bilhassa Türklerin İslâmiyet’e girişi ile yeni inanç sisteminin ibadetlerden önce madde ve mana boyutunda hazır olma adına temizliği şart koşması, su/pınar kültünün küçük değişikliklerle Türk tefekküründe devamlılığını sağlamıştır. Medeniyete doğru atılan her yeni adım ile gelen her yeni eylem, ailede sosyolojik manada ekseriyetle cinsiyete dayalı iş bölümünü gerekli kılar. Söz konusu temizlik olunca, ev ve kıyafetlerin temizliğinden çocuklarda temizliğin bir davranış biçimi haline getirilmesine değin roller kadına verilmiştir.
Türkün İslâmı için temizlik önemli bir haslet olsa da toplum zihninde derin etkiler bırakan istenmedik olayların zuhuru ile bereketine inanılan bir fiilin kutsuzluğu halk inanmaları şeklinde ortaya çıkabilir. Nesnelere, durumlara yahut eylemlere atfedilen bu uğur-uğursuzluk olgusu tecrübeler neticesinde şekillenir. Toplumbilimsel yahut ruhbilimsel boyutta uğursuzluk fikri; küresel çapta olabileceği gibi millet, boy, sülale, aile veya yalnızca bireyin inanması olarak da kendisini gösterebilir.
Bildiride, Türk göçleri ile Anadolu’ya gelip Haymana Ovası’na yerleşen Akbaş Türkmenlerinde; İslâm dininin, mübarek gün/bayram saydığı Cuma’da yapılmasını efdâl kabul edip teşvik ettiği ve Türkün değer atfettiği temizliğin, çamaşır yıkama özelinde, kadının toplumsal cinsiyet rolü yoluyla nasıl kutsuzlaştığına değinilecektir.
Anahtar Kelimeler: Akbaş Türkmenleri, su/pınar kültü, temizlik, çamaşır, kut/uğur.
ABSTRACT
The ancient Turkish nation, who ruled in a wide geography from Central Asia to the Caspian, Anatolia and subsequently to the Balkans, believed in the sanctity of water and that the clean should not be contaminated in almost all religious, mystical and magic systems they adopted. Especially after the adoption of Islam by Turks, the new belief system stipulated cleanliness more forcefully than prayers, and this ensured the continuity of water/spring cult with only minor changes in Turkish thought system. Each new action with each new step towards civilization requires a sociological division of labor in the family, mostly based on gender. The role of ensuring cleanliness, from cleaning the house and clothes to teaching it to children, was given to women.
Although cleanliness is an important characteristic for Turkish Islam, public beliefs on bad deeds related to a common object considered blessed might appear due to the occurrence of unwanted events that have profound effects on the mind of the society. This luck-vs-bad-luck phenomenon, attributed to objects, situations or actions, is shaped based on lived experiences. The idea of bad luck on a sociological or psychological level might manifest itself globally or on nation, tribe, family, or individual level.
This study examines how cleaning, in particular laundry, became unblessed through the gender role of women among the Akbaş Turkmens who migrated to Anatolia and settled in the Haymana Plain.
Keywords: Akbaş Turkmens, water/spring cult, cleaning, washing, blessed/luck.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
MENÂKIB-I DİVÂN-I HİKMET - Parables in Divan-ı Hikmet, 2020
Özet
İlkel yaşam şartları, insanın inanma ihtiyacı, çevresinde yaşananları anlamlandırma çabası n... more Özet
İlkel yaşam şartları, insanın inanma ihtiyacı, çevresinde yaşananları anlamlandırma çabası neticesinde oluşan ilk sözlü metinler, ritüellerle çevrili inanış biçimlerini doğurmuştur. Başlangıçtaki devrin, yaratılışın mahsulleri olan mitler ve bunu inceleme konusu yapan - bilimsel araştırma alan adı ile - mitoloji kaydedilen mana verme arayışıyla ortaya çıkmıştır. Kadim milletlerin kutsallarının ilk izleri, çağdaş dönemlere kadar yaşayabilen bu mitik metinlerde görülür. Mitler ait olduğu insan topluluğunun ortak inançlarını yansıtan edebi ürünler kabul edilmiş ve edebiyatın hususen Halk Edebiyatının inceleme alanına da dâhil edilmiştir.
Milletlerin yeni kültür dairelerine girmeleri, farklı öğretileri yahut dinleri benimsemeleri; siyasi, sosyal, ekonomik birçok alanda değişiklik ile birlikte kültürel dolayısıyla edebiyat sahasında da dönüşümü getirmiştir. Yeni anlatılar artık eski inanışın unsurlarından izler barındırsa da baskın bir biçimde içerisine girilen inanç dairesinin esaslarını yansıtır olmuştur.
Türklerin İslâmı kabulü ile de, bahsolunan yeni esaslar eski Türk inancından da izler barındıran ya da benzerlik taşıyan unsurları ile yeni bir türü doğurmuştur. Halkın dilinde ekseriyetle kıssa adı ile bilinen tür, menkıbeler, çoğunlukla efsane başlığı altında dini ve/veya tarihi efsaneler şeklinde sınıflandırmaya tabi tutulmuş. Menkıbe özelinde genellikle ayrı bir başlık açılıp izahata girişilmemiştir.
Mitik anlatılara benzer biçimde menkıbelerde de var olan karmaşa düzene sokulur ya da yeni nesillere söz konusu anlatılar aracılığı ile dinin öğretileri aktarılmaya çalışılır. Aktarımdaki başat rol ise, veli yahut evliya adı verilen din ulularının gösterdiği kerametler yani olağanüstü hallere aittir. Olağanüstülük bir inancı ve inanmayı temsil eder. Kerametlere ve keramet ehli insanların yaşadıklarına/yaşattıklarına şahit olanlar kadar, bunları anlatan, aktaran ve yıllar sonra dahi dinleyenler bunlara tam manasıyla inanır.
Menkıbenin temel işlevi ise eğitimdir. Halk, anlatılar ile hem kendi inanç dünyasını taze tutmakta ve yenilemekte hem de gelecek kuşaklara dinin temel vecibelerini bu kutsal metinler aracılığıyla aktarmaktadır.
Çalışmada Türklerin İslâm inancını benimsemesi ile birlikte kaleme alınan, ilk Türk İslam eserlerinden Hoca Ahmet Yesevi’nin Divân-ı Hikmet’inde tespit edilen menkıbeler; veli, evliya, pir adıyla zikredilen kişilerde cereyan eden keramet motifi özelinde incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, menkıbe, veli, keramet, motif, mit.
Abstract
The first oral texts formed as a result of primitive living conditions, people's need to believe and their efforts to interpret the events around themselves gave rise to belief systems surrounded by rituals. The myths, which are the products of stories based on creation, and the mythology, the scientific research domain which deals with them, have emerged as endeavors of meaning-making. The first traces of the sacred of ancient nations can be seen in these mythical texts that can survive until modern times. The myths are accepted as literary products reflecting the common beliefs of the human community to which they belong and are researched under the scientific field of Folk Literature.
Nations entering new cultural circles, adopting different teachings or religions have brought a transformation in the field of culture and literature along with changes in many political, social, and economic fields. Although new narratives now contain traces from the old belief systems, they have come to dominantly reflect the current belief systems.
With Turks' adoption of Islam, the new systems mentioned gave birth to a new genre that bears traces of or has similarities from the old Turkish faith. The genre, commonly known as parables in common languages, has been classified as religious and/or historical legends, mostly under the title of myth. They are not generally treated as separate categories.
Similar to mythical narratives, the disorder is resolved, or religious teachings are conveyed to new generations through these narratives. The main role in the narratives is the miracles that are performed by the religious scholars called patrons or awliya. The extraordinary leads to a belief. Those who witness those extraordinary events as well as those who convey and listen to them believe them wholeheartedly.
Their main function is education. Through these narratives, people both sustain their belief systems and convey the main pillars of religion to the next generations.
This study deals with the parables in Divân-ı Hikmet, one of the first Turkish Islamic works, by Hoca Ahmet Yesevi, which was written with Turks' adoption of Islam, based on the miracle motifs experienced by patrons, awliyas, or sages.
Keywords: Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, parable, patron, miracle, motif, myth.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
HİKMET'TE YETİM OLMAK - The Consept of Orphanhood in Divan-ı Hikmet, 2020
ÖZET
Türklerin 9.-11. yüzyıllarda İslâmiyet’i kabulüyle birlikte İslâm’ın ahlâk ve ibadet esaslar... more ÖZET
Türklerin 9.-11. yüzyıllarda İslâmiyet’i kabulüyle birlikte İslâm’ın ahlâk ve ibadet esaslarının aktarılma ihtiyacı yeni kurumların ortaya çıkmasını zorunlu kılmıştır. Güçlü ve köklü bir edebi kültüre sahip Türk boyları arasında onların dilini ve anlatış tarzını benimseyerek; yeni dinî akideleri, göçebe Türkler arasında anlatma görevini üstlenen dervişler görülür. Söz konusu dervişler zamanla Türk’ün İslâm’ı yahut Türk Tasavvuf sisteminin temelinin atılmasında öncü olurlar.
Pir-i Türkistan, Sultan, Hâce sıfatlarıyla Orta Asya’nın geniş bozkırlarından Ortadoğu’ya, Anadolu’ya, Balkanlar’a hatta Ön Avrupa’ya kadar yazdığı hikmetleriyle nefesini ulaştıran Ahmed-i Yesevi, ilk Türk sûfisi olmasa da etki gücü ile Türk tasavvuf sisteminin kurucusu olarak kabul edilir. İslâmiyet’le henüz tanışmış yarı göçebe, göçebe Türk boylarına yeni dini ve dinin öğretilerini onların diliyle, üslûbuyla ve şekliyle söylediği hikmetleri aracılığıyla aktarma misyonunu kendine düstur edinmiş bir mürşid-i kâmildir. Yetiştirdiği dervişleri ile çok geniş bir coğrafyada hikmetlerini ve esasen İslâm’ın esaslarını, ilâhi aşk ve hoşgörüyü temel alarak bilhassa Türklere ulaştırabilmiştir. Türk boyları arasında Yesevi’nin gönül duruluğunu esas alan samimi çağrısının ciddi yankıları olmuş, bu çağrı İslâm’ın hızla yayılmasında önemli rol oynamıştır.
Çalışmamızda öncelikle Hoca Ahmed Yesevi ve onun kurucusu olduğu Yeseviyye yolu, Yesevi’nin etkisi neticesinde kurulmuş yahut onun öğretisinden etkilenmiş tarikatlar ile kuvvetle muhtemel Yesevi’nin dervişleri tarafından kendisinden sonra hikmetlerinin bir araya toplandığı, ilk Türk İslam eserlerinden birisi sayılan ve Türk sûfiliğinin temellerinin inşa edildiği Divan-ı Hikmet’i hakkında öz bilgiler verilecektir. Daha sonra çalışmamızın konusunun temel kavramı yetim/yetimlik ve İslam dininin anne ve/veya babası olmayan çocuğa bakış açısını görebilmek adına Kuran-ı Kerim’de bu kişilerin konumu aktarılacaktır. Çalışmamızın asıl kısmında ise Divan-ı Hikmet’te, Ahmed-i Yesevi’nin yetim metaforunu işlediği şiirler, konuya değinme sebebi ile birlikte irdelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Ahmed-i Yesevi, Yesevilik, Divan-ı Hikmet, Kuran-ı Kerim, yetim-öksüz.
ABSTRACT
The Turks' converting to Islam in the 9th-11th centuries necessitated the emergence of new institutions in line with the need to transfer the moral and religious principles of Islam. The wandering dervishes were quite prevalent among Turkic tribes which had a strong and deep-rooted literary culture and they adopted the latter's language and culture to transfer new religious contracts to other nomadic tribes. These dervishes gradually became the pioneers in laying the foundation of the Turkic Islam or the Turkish Sufi system.
Also known as Pir-i Turkistan, Sultan and Hâce, Ahmed Yesevi who conveyed his wisdom in an area covering the vast steppes of Central Asia, the Middle East, Anatolia, the Balkans, and even the Proto-Europe, is considered the founding figure of the Sufi system with his deep impact though he was not the first Sufi. He was an absolute guru who adopted the mission of transmitting the new religious teachings to semi-nomadic and nomadic, newly converted Turkish tribes through their language, style, and pattern. He was able to deliver his own, particularly Islam's, teachings to the Turks based on divine love and tolerance through his dervishes scattered in a wide geography. Yesevi's warm and sincere call had serious repercussions among the Turkish tribes, and this call played an important role in the rapid spread of Islam.
In the first place, the study deals with Hoca Ahmed Yesevi and Yeseviyye sect; other sects established as a result of the influence of his teachings; and his Divan-ı Hikmet as one of the first Turkic Islamic works which contained his wisdom and the building blocks of Turkish Sufism. Then, the concept of the orphanage as the subject of the study and its treatment in the Quran will be explained to see Islam's handling the issue. In the main part of the study, the poems in which Ahmed-i Yesevi handles the orphan metaphor in Divan-ı Hikmet will be examined together with the reason for addressing the subject.
Keywords: Ahmed-i Yesevi, Yeseviyye sect, Divan-ı Hikmet, Quran, orphans.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Uploads
Papers by MUHAMMET ATASEVER
Edebi metinlere çağdaş kuramların ışığında bakmak, onları yeniden farklı bir bakış açısıyla ele almak, söz konusu halk yaratmalarında var olan derinliği görmek açısından öneme haizdir. Çağdaş kuramlardan göstergebilimin ana teması anlam arayışıdır. Kurama göre insan, bilincinde olsun yahut olmasın bir işaretler evreninde, onlarla birlikte yaşam sürer. Onun çevresinde, soyut veya somut tüm nesnelerin işaret ettiği bir anlam dünyası vardır. Bu çalışmada, Saim Sakaoğlu’nun danışmanlığında hazırlanmış, Mehmet Özçelik’in “Afyonkarahisar Masalları Üzerine Bir Araştırma” adlı doktora tezinden alınan “Altın Saçlı Oğlanla Altın Saçlı Kız” masalı, göstergebilim ekseninde incelenip çözümlenmiştir. İnceleme sürecinde, öncelikle göstergebilim hakkında temel bazı bilgiler verilmiş ve temel kaynaklara atıflar yapılmıştır. Masal, altı kesit hâlinde işlenmiş ve bir bölümde masalın mantıksal-anlamsal düzeyi ortaya konmuştur. Her başlıkta, disiplinlerarası bir bakış açısı ile masalda Türk aile yapısını yansıtan ögeler ve anlamları irdelenmiştir. Neticede ise tüm bu ögelerin yekûnunun oluşturduğu anlam coğrafyası ortaya çıkarılmış, katmanlar arası ilinti gösterilmiş, kişi-uzam ve zaman bağlamında derin anlam analizi yapılarak öneriler sıralanmıştır.
Anahtar sözcükler: Göstergebilim, Afyonkarahisar Masalları, Altın Saçlı Oğlanla Altın Saçlı Kız.
Abstract
Examining literary texts through the lens of contemporary theories and reevaluating them from alternative perspectives is crucial for uncovering the profound layers within these cultural expressions. Semiotics, a key contemporary theory, centers on the exploration of meaning. According to this theory, whether consciously or unconsciously, individuals navigate a universe of signs and coexist with them. Surrounding us is a realm of meaning signaled by both abstract and concrete objects. This study delves into the fairy tale "Altın Saçlı Oğlanla Altın Saçlı Kız" extracted from Mehmet Özçelik's doctoral thesis titled "A Research on Afyonkarahisar Fairy Tales" supervised by Saim Sakaoğlu. The analysis is conducted through the Semiotics framework, providing insights into the intricate web of meaning within the narrative. During the analysis process, an introductory overview of semiotics was initially provided, alongside references to foundational literature. The narrative underwent a comprehensive examination delineated across six distinct sections, culminating in the explication of its logical-semantic underpinnings within a dedicated segment. Each section scrutinized elements emblematic of the Turkish familial paradigm, approached through an interdisciplinary lens. Ultimately, a holistic portrayal of the narrative's semantic landscape emerged, elucidating the interconnectedness between its constituent layers. Subsequently, an in-depth analysis ensued, contextualizing the narrative's meanings within the framework of temporality and spatiality, followed by the enumeration of suggestions.
Key words: Semiotics, Afyonkarahisar Tales, Altın Saçlı Oğlanla Altın Saçlı Kız.
İlkel zamanlardan modern zamanlara değin insanoğlu, hayat sürdüğü hemen her çağ ve mekânda, sair canlı ve cansızları; görece idare edilmesi, üzerinde söz söylenmesi, yönlendirilmesi ve yönetilmesi gereken nesneler olarak görmüştür. Öteki olanları, hususen Endüstri Devrimi ile birlikte artan bir hızla kendi tasarrufunca kullanmış, evrende diğer varlıkların da söz hakkı ve temelde yaşam hakkı olduğunu unutmuştur. İnsanın bu egoist tutumu, sınırları yerküreyi aşan, uzay boşluğuna varan; hatta görece diğer gezegenlere dahi sıçrayan bir ekolojik çarpıklığı, kirliliği ve yok oluşu beraberinde getirmiştir. Ekoeleştiri, insanın benmerkezci tavrı ve neticelerine bir karşı çıkış hareketidir. Söz konusu itirazın temelinde ise; dünyamız, bünyesinde barındırdıkları ile bir bütündür savı yatar. Disiplinlerarası bir kuram olan Çevreci Eleştiriye göre varlık alemi, doğrudan yahut dolaylı olarak birbirleri ile iletişim hâlindedir. İnsan, kendisini salt özne sayarak ayrıştırıp diğer yeryüzü sakinlerini kontrol altına alınması gerekenler gibi görüp ötekileştiremez. Yeryüzünde hacmi ile yer tutan her nesneyi; cinsiyet, ırk, sınıf ve tür ayrımına tabi tutmadan kabul etmenin ve kolektif yaşamın gerekliliğini savunan Ekoeleştirinin edebî olana bakan penceresi Derin Ekoloji ise, esasen yazın dünyasında var ve var olacak yazınsal yaratmaların kâinata bakış açısı ve zikredilen yaratmalarda yerkürelilerin oturtulduğu konum ile ilgilenir. Derin Ekolojinin inceleme alanına giren ve işaret ettiği, ekosistem farkındalığı ile ortaya konan çağdaş edebî mahsullerin yanında, milletlerin kendi kadim kültürlerine ait yazılı ve sözlü halk anlatılarının, çevreci bilinç oluşturma adına, eğitimsel süreçlerde işe koşulup koşulamayacağının sorgulandığı bu çalışmada, canlı ve cansız hemen tüm varlığı kutsayan Oğuz Türkünün insan ötesine bakışı, Oğuz Kağan Destanı özelinde, Derin Ekoloji perspektifinden ele alınmıştır.
Anahtar Kelimeler: Oğuz Kağan Destanı, Ekoeleştiri, Derin Ekoloji, doğa, insan.
Abstract
Throughout history, spanning from ancient epochs to contemporary eras, humanity has consistently perceived both animate and inanimate entities as objects necessitating some degree of regulation, manipulation, and governance within the various contexts they inhabit. This inclination towards dominance has notably intensified with the advent of the Industrial Revolution, as humans increasingly exploited their surroundings for personal gain, often disregarding the inherent agency and entitlement to existence of other entities within the cosmos. This anthropocentric disposition has precipitated ecological imbalances, pollution, and the specter of extinction, extending its repercussions beyond terrestrial confines into the realm of outer space and, conceivably, onto extraterrestrial bodies. Ecocriticism emerges as a counterforce against humanity's anthropocentric ethos and its resultant ramifications. Central to this dissent is the contention that our planet constitutes an interconnected entirety, inclusive of all its constituents. Environmental Criticism, an interdisciplinary framework, posits that the fabric of existence fosters direct or indirect interrelations among its elements. Consequently, human beings cannot divorce themselves as mere agents, relegating other denizens of the Earth to subordinate roles requiring oversight and dominion. Deep Ecology, a facet of Ecocriticism, serves as a literary conduit advocating for the imperative of communal coexistence and the unconditional acceptance of all entities inhabiting Earth's domain, transcending distinctions of gender, race, class, and species. Primarily concerned with the literary milieu, Deep Ecology underscores the perspectives embedded within extant and prospective literary works, contemplating humanity's role within the cosmic narrative and its portrayal therein. This study investigates the potential integration of written and oral folk narratives from ancient cultural traditions into educational frameworks aimed at fostering environmental consciousness. In addition to contemporary literary works foregrounding ecosystem awareness, Deep Ecology provides a critical lens through which to analyze and elucidate pertinent themes. Specifically, the perspective of the Oghuz Turk, characterized by a reverence towards virtually all animate and inanimate entities, transcending human-centric boundaries, is examined within the purview of Deep Ecology, with particular emphasis on the Oghuz Kagan Epic.
Keyword: Oghuz Khan, Ecocriticism, Deep Ecology, nature, human.
Anahtar Kelimeler: Oğuz Kağan Destanı, Ekoeleştiri, Derin Ekoloji, hayvan, insan.
ABSTRACT: The reality of mankind's destruction of nature, driven by a perception of dominance and entitlement, is universally acknowledged. Driven by the aspiration for uniqueness and supremacy, humanity has bolstered its desire to exert dominion over both living and non-living entities, asserting the right to dictate the existing order in the universe according to its whims. This distorted mindset has birthed an anthropocentric, alienating, and destructive force. This self-centered behavior of humanity has not only deprived future generations of their right to life but has also infringed upon the rights of other beings within the shared ecosystem, despite their lack of involvement in these actions. The evolving ecosystem, increasingly subjected to philosophical scrutiny today, encompasses humanity as an integral part and remains a sensitive issue central to contemporary reflection. Consequently, articles, books, papers, and other scientific works are continually being produced, while panels, symposiums, open sessions, and other scientific gatherings worldwide serve as platforms for discussion. Environmentalist initiatives organize actions accompanied by performances from diverse branches of science and art, aiming to liberate audiences from their passive roles in addressing environmental concerns. Environmental criticism, serving as a rebellion against the hierarchical structure imposed by humanity upon all beings and the resultant harm inflicted upon the universe, fundamentally embodies an environmental movement that acknowledges the equal value and necessity of all beings. Through various channels, it endeavors to propagate this awareness, advocating for the intrinsic worth of all life forms.Deep ecology transcends mere concern with the literary aspect of environmentalist action and the depiction of the universe in literary works. It delves into the various meanings ascribed to every object in the universe by literature, as well as the value and worthlessness attributed to these objects. In this study, which seeks to explore the question of whether Turkish people creations, including myths, epics, legends, and fairy tales, can be utilized within an environmental context, the Oghuz Khan Epic is examined from an ecocritical perspective.
Keywords: Oghuz Khan, Ecocriticism, Deep Ecology, animal, human.
Varlığını ve var olanı araştırma eylemini ilkel zamanlardan bugüne sürdüren insanoğlu, anlam veremediği, çekindiği veya korktuğu olay ve durumlara kendince anlamlar yükle-meye çalışmıştır. Mânâ arayışı dinî yahut lâdinî birçok inanmayı ve ritüeli de beraberinde getirmiş, hatta ortaya çıkan söz konusu inanmalar inanç sistemlerinde kendine yer bulmuş-tur. Kutsalın zihin ile kavranamaması; kutsalları, yaptıkları ile işaret eden bireyleri toplum gözünde yüceltmiş, onları sıradan insanlardan farklı bir konuma getirmiştir.
İslâmiyet’in kabulü ile Oğuz boyları yeni bir kültür dairesi içerisine girmiş, henüz kabul görmeye başlamış İslâmiyet’i, dağınık halde yaşayan göçer evli Türkler arasında anlatma işi ise tebliğ ve irşadı kendisine yüce bir vazife kabul etmiş kişilere düşmüştür. Görev yap-tıkları sosyokültürel ve coğrafî bağlamdan hareketle adlandırılan Kolonizatör Türk Derviş-leri ya da Horasan Erenleri yeni dinin esaslarını, kendi kültür kodlarına uygun biçimde ezginin ve sözün gücünü kullanarak anlatmış, zihinlerde ve bilhassa gönüllerde yeni inanç kaidelerinin hem kalıcılığını hem de etki gücünü artırmışlardır.
Dervişlere ve halka yol gösteren velî, evliyâ, mürşîd-i kâmil gibi adlarla bilinen tasarruf sahipleri, çeşitli vesilelerle kendilerinde zuhur eden ve Peygamber mucizeleri ile yakın bir işleve sahip, akılla kavranması güç, şahit olanları ve dinleyenleri acziyet içerisinde bırakan olağanüstülükler göstermişlerdir. Kerâmet denilen türlü haller, inanmayanları ikna etme veya cezalandırma, inananların inancını pekiştirme gibi iki temel fonksiyona sahiptir. Velîliği kabul edilen ulu zatlar, gösterdikleri kerâmetler ile yalnızca yaşarken değil vefatla-rından sonra da etki alanlarını korumuşlardır. Böylelikle halkın derin bir saygı duyduğu erenlerin yaşamları ve türbeleri etrafında birçok anlatma teşekkül etmiştir.
Çalışmada, Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT) tarafından, 2015-2016 yıllarında, iki sezon-kırk dört bölüm yayınlanan Yunus Emre Aşkın Yolculuğu; 2021 yılında, bir sezon-yirmi altı bölüm yayınlanan Mavera; 2022 yılında, bir sezon-yirmi altı bölüm yayın-lanan Aşkın Yolculuğu Hacı Bayram-ı Veli adlı yapımlarda bir motif olarak kerâmet ince-lenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Yunus Emre Aşkın Yolculuğu, Mavera, Aşkın Yolculuğu Hacı Bay-ram-ı Veli, kerâmet, motif.
Abstract
Human beings who continuously searched for the meaning of their existence attributed certain meanings to the events and situations that they could not understand. The search for meaning has thus brought with it many beliefs and rituals of religious or non-religious nature, and even these beliefs have filtrated into institutionalized beliefs. The inability to grasp the supernatural has glorified the individuals who performed these deeds in the eyes of the society and placed them in an elevated position.
After embracing Islam, the Oghuz tribes entered a new cultural phase, and the task of apostolising and guidance among the nomadic and settled Turks was conducted by those who devoted themselves to this duty. Colonizer Turkish Dervishes or Khorasani dervishes explained the principles of the new religion by using the power of melody and rhetoric in accordance with their own cultural codes, and they increased both the permanence and the influence of the new belief system in the minds and especially in the hearts.
Those known as saints, dervishes or religious mentors practiced some supernatural actions similar to prophetic miracles for various reasons. These events had two functions: one was to punish or persuade non-believers; other was to reinforce the believers' faith. These sa-intly personas preserved their spheres of influence with the miracles they performed not only while they were alive, but also after their deaths. Thus, many stories formed based on the lives of saints, whom the public deeply respected.
This paper analyses miracles and parables in the TV series, 'Yunus Emre: The Journey of Love' in 44 episodes; ‘Mavera’ in 26 episodes; and ‘The Journey of Love: Hacı Bayram-ı Veli’ in 26 episodes broadcast by Turkish National Television Association (TRT) in 2015, 2021 and 2022 respectively.
Keywords: Yunus Emre The Journey of Love, Mavera, Hacı Bayram-ı Veli The Journey of Love, miracle, motif.
Türkler İslâmiyet’i, Hicret’ten yaklaşık iki asır sonra tanımaya başlamış ve eski inançlarına, yaşam tarzlarına uygun bulmalarının da etkisi ile, yaklaşık iki yüz yıl gibi bir sürede hemen bütün unsurlarıyla benimsemiş, Anadolu coğrafyasına İslâm’ın bayraktarları olarak gelmişlerdir. Bu sürecin mimarları hiç şüphesiz yeni dini henüz kabul eden göçer evli Türk boyları arasında peyda olan, ekseriyetle Hak kelamını ve hadis-i şerifler ölçüsünde yaşam sürmeyi, vahyin asıl muhatabı olanlara aktarmaya çalışan Türk dervişleri olmuşlardır. Türk dervişlerinin yeni dini benimsetme yolunda kullandıkları metot, tasavvufî bağlamda yeni ve farklı ekollerin teşekkülüne zemin hazırlamıştır. Süreç içerisinde sistemleşen, kendi kurumlarını teşekkül ettiren bu ekollerin ilki ve en tesirlisi, Hoca Ahmed Yesevî’nin başçısı bulunduğu Yesevîlik’tir. Hoca Ahmed, Türk milletinin öz kültür kaynaklarını İslâm dininin potasında eriterek Divân-ı Hikmet’i meydana getirmiştir. Onun hikmetleri çağları ve sınırları aşmış, Yesevî’nin nefesi Orta Asya’dan Avrupa içlerine kadar ulaşmıştır. Bu çalışmada, söz konusu ekolün kurucusu ve Türk Tasavvufu denilince akla gelen ilk kişi olan Hoca Ahmed Yesevî’nin, Türk’ün tasavvuf anlayış ve kavrayışının en mühim ve öncü eseri olan Divân-ı Hikmet’i, “bel bağlama” ekseninde, üç farklı başlık ve yönden incelenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Hoca Ahmed Yesevî, Yesevîlik, Divân-ı Hikmet, bel bağlama, şedd-i vast/nitâk, elifi nemed, tîg-ı bend.
Abstract
Turks began to recognize Islam about two centuries after the Hijra. In addition, since they found it suitable for their old beliefs and lifestyles, they adopted it with almost all its elements in a period of about two hundred years and came to Anatolia as the flagbearers of Islam. The architects of this process were undoubtedly the Turkish dervishes who emerged among the nomadic, newly converted Turkish, and who tried to convey the revelation as how to live a life in accordance with God's commands and hadiths. The method used by the Turkish dervishes to adopt the new religion paved the way for the development of new and different schools of Sufism. The first and most influential of these schools, which systematized in the process and formed their own institutions, is Yesevism led by Khodja Ahmed Yesevî. Khodja Ahmed created Divan-i Hikmet by melting the Turkish nation's own cultural resources in the crucible of Islam. His words of wisdom transcended ages and borders, and his influence reached from Central Asia to the interior of Europe. This study examines the Divān-i Hikmet of Khodja AhmEd Yesevi, the founder of the aforementioned school and the first person to consider when it comes to Turkish Sufism, which is the pioneering work of Turkish Sufism, from three different perspectives, on the axis of "binding".
Keywords: Khoja Ahmed Yesevi, Yesevism, Divān-i Hikmat, binding, shedd-i vast/nitāq, elifi nemed, tīg-ı bend.
Modern zamanlara dek tarihi, coğrafi, sosyal ve siyasal şartlardan ötürü sözlü geleneğin güçlü birer temsilcisi olan Kazak Türkleri, sair Türkler gibi zengin bir anlatı geleneği ve repertuvarına sahiptirler. Şekil itibari ile nazım-nesir karışık, destan-masal arası bir tür gibi görünen ve söz konusu geleneğin farklı bir örneği olan Kazak kahramanlık masalları, konusu bakımından destanlara yakın olsa da topyekûn bir milleti ilgilendiren sorunlardan ziyade kahramanın öz macerasını, ekseriyetle daha dar grupların karşılaştığı güçlükleri ve ana kahramanın bu manada verdiği yaşam mücadelesini aktaran sözlü eserlerdir. Türk epik yaratmalarında esas gaye milletin menfaatlerini koruyup kollamaktır. Milletin koruyucusu ise onun kendi bilinç dünyasında yaratıp şekillendirdiği anlatı kahramanıdır. Epik anlatı kahramanı, doğumundan ölümüne kadar hayatının her aşamasında anlatılardaki diğer karakterlerden ayrışan bir portre çizer; zira o, milletin ülkülerini kendi bünyesinde toplayan ve bu idealleri yaşatma kudretine sahip kişidir. Bu çalışmada, Kazak kahramanlık masallarında yer alan toplumsal cinsiyet unsurları, aile sosyolojisi bağlamında disiplinlerarası bir yaklaşımla aktarılmaya çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Destan, masal, kahramanlık masalı, Kazak Türkleri, roller, toplumsal cinsiyet.
Abstract
Until modern times, Kazakh Turks, who are strong representatives of oral tradition due to historical, geographical, social and political conditions, have a rich narrative tradition and repertoire like other Turks. Kazakh heroic tales, which seem to be a mixed genre between prose and verse, epic and fairy tale in terms of form, and which are a different example of the tradition in question, are oral works that convey the hero's personal adventure, the difficulties faced by smaller groups and the main hero's struggle for life in this context, rather than the problems that concern a whole nation, although they are close to epics in terms of subject matter. The main purpose in Turkish epics is to protect and watch over the interests of the nation in question. The protector of the nation is the epic hero created and shaped by its own mental universe. The hero of the epic draws a different profile from other characters in the narratives with every phase of his life from birth to death; for, he is the person who embodies the ideals of nation and has the power to reify them. In this study, gender elements in Kazakh heroic tales will be analyzed with an interdisciplinary approach in the context of family sociology.
Keyword: Epic, fairy tale, heroic tale, Kazakh Turks, roles, gender.
Âşık Edebiyatının önemli temsilcilerinden Karaca Oğlan, zamanı aşan sözü ve nefesi ile asırlar boyu canlılığını korumuş, Anadolu insanı onu tıpkı Yunus Emre gibi farklı yöre hatta kasaba ve köylerde dahi kendisine mal etmeye çalışmıştır. Yaşadığı coğrafyadan yüzyıla, asıl adından doğum ve ölüm tarihine, nereli olduğundan ona ait olan ve olmayan şiirlere, Karaca Oğlan ve Karaca Oğlanlar meselesine kadar hayatı bilinmezliklerle örülü Karaca Oğlan’ın şiirinde evren, kendi öz kimliği ile görülür. Doğa ile iletişimini modern zamanlarda kaybeden ve ekolojik dengenin bozulmasının müsebbibi insanoğlu, kendi beninde, kendinden başka bir dünyanın varlığını reddedip varlığa kendinden menkul mana vererek nesneden asıl ve biricik özneye dönüştüğünü varsaymıştır. Doğanın böylesi bir sömürge unsuru haline getirilmesine hem tepki hem de doğaya farklı bakış oluşturma çabasının ürünü olan ekoeleştiri, doğayı insan ile olan ilişki ve mücadelesi ile değil; varlık âlemindeki her nesnenin kendisine has bir kimliğe ve değere sahip olduğu savı ile ortaya çıkmıştır. Çalışmada, odak noktasına salt insanı değil evreni oturtan Karaca Oğlan’ın şiirlerinde doğa, ekoeleştiri kuramının temelleri perspektifinde değerlendirilmiş, Karaca Oğlan’ın söz konusu evrene bakış açısı irdelenmiştir.
Anahtar Kelime: Karaca Oğlan, ekoeleştiri, çevreci eleştiri, Türk halk şiiri, doğa, çevre.
Abstract
One of the important representatives of Minstrel Literature, Karaca Oğlan has maintained his essence for ages by his words and inspiration that exceeds time, and Anatolian people have tried to appropriate him, just as Yunus Emre. The universe is seen in its own identity in Karacaoglan’s poems, whose life is shrouded in obscurity including his life period, age, real name, date of birth and death, hometown and even his authenticity. Humans are to blame for the destruction of the ecological balance since they have lost touch with nature in modern times. And they have denied the existence of another world and taken the existence for granted by stressing the importance of individual subjects. Ecocriticism, which emerged as a reaction to the colonialization of nature and as a product to create a different perspective towards nature, suggests that nature is not only for humans, and all things hold unique individual importance. The study examines the universal nature concept in Karaca Oğlan’s poems within the premises of Ecocritical theory and analyzes Karaca Oğlan’s viewpoint on nature.
Keywords: Karaca Oğlan, ecocriticism, environmental criticism, Turkish folk poetry, nature, environment.
Toplumun tesisi aile, ailenin tesisi ise birey ile mümkündür. Birey ve toplumun var olması veya yokluğa mahkûmiyeti, her ikisini de ayakta tutan aile kurumunun dirliğine bağlıdır. Türkün milli ve manevi değerlerinin asırlar boyunca gösterdiği tekâmül, ocak ile doğrudan ilişkilidir. Türk ocağını kadim yapan onun dayandığı esaslar ve toplumun fertlere yüklediği ödevlerdir. Söz konusu ödevlerin geçmişten günümüze dek yaşadığının ispatı olan halk yaratmaları araştırmacılar için değerli kaynaklardır. Türkün, İslam ile tanış olma döneminin kültür köklerini gördüğümüz Vatikan ve Dresden nüshaları ile on iki boydan müteşekkil Dede Korkut adlı destani hikâyeler, zikredilen kurumun ve değerlerinin canlı bir biçimde yaşatıldığı anlatılardır. Makalede, henüz bir yıl önce ilim âlemine on üçüncü boy olarak takdim edilen “Salur Kazan’ın Yedi Başlı Ejderhayı Öldürdüğü Boy” toplumsal cinsiyet rolleri özelinde bireye inilerek sosyolojik manada tetkik edilecek ve aile ekseninde bir milleti var eden değerler aktarılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Dede Korkut, aile, Salur Kazan, yedi başlı ejderha, Günbed / Türkistan / Türkmen Sahra Nüshası.
Abstract
The foundation of society rests on the family, and the latter relies on the individual. The existence or demise of both individual and society depends on the sustainability of the family institution. The development of Turkish national and spiritual values over the centuries is directly related to the concept of ‘hearth’. What makes the Turkish hearth immortal are its foundational principles and the duties that society imposes on its individuals. Folkloric elements which prove that these duties have survived till now are valuable resources for researchers. The epic stories named Dede Korkut, consisting of twelve stories combined with The Vatican and Dresden copies, reflect the cultural roots of the period when the Turks became acquainted with Islam, and, are the narratives in which the mentioned institution and its values are kept alive. This article analyses “The Story about How Salur Kazan Killed the Seven-Headed Dragon" which was presented as the thirteenth dimension to the scientific world just a year ago, from a sociological perspective by referring to the gender roles, and, focusing on the family concept, highlights the values that gives a nation its identity.
Keywords: Dede Korkut, family, Salur Kazan, seven-headed dragon, Günbed / Turkistan / Turkmen Sahara Copy.
Tarihi, coğrafi, dini ve sosyolojik sebeplerden Türk ailesi, kadın egemen yapıdan ataerkilliğe ve sonrasında eşitlikçi aileye doğru üç farklı kültürel geçiş aşaması takip eder. Her bir aile tipi kendine haiz özelliklere sahiptir ve toplumsal cinsiyet de buna göre şekillenir. Ailede otoritenin tekilliği ya da bölünmüşlüğü, kadın-erkek arasındaki görev dağılımında değişiklikleri beraberinde getirse dahi; kadın, toplumun kendisine verdiği birçok vazifesi ile birlikte doyurmak görevini daima üstlenir ve bu yükümlülük hemen hiçbir değişikliğe uğramadan günümüze kadar intikal eder.
Türklerde aş yahut aş verme toplumbilimsel mana ve bağlamda çok yönlü bir eylemdir. Yemeğin hazırlık evresi, boş vakit kavramına yabancı olan Türk kadınının bir araya geldiği, sohbetler ettiği, işi ve aşı kolaylaştırdığı sosyalleşme alanlarından birisidir. Söz konusu buluşmalar bilgi alışverişinin yapıldığı, yeni nesillere birikimlerin, Türkün örf ve adetinin aktarıldığı okullardır. Kadın burada toplumsallaşırken geleneğin icrası ve sonraki kuşaklara nakli konusunda önemli bir görev ifa eder. Böylelikle kadının örtük veya açık bu eğitimi, yalnızca tekil bir eylem olmaktan çıkar ve kültürün yaratıldığı, yaşatıldığı bir fiile dönüşür.
Çalışmada, toplumun eril ve dişil fertlere taksim edilen ödevler neticesinde, ocak ve etrafında teşekkül eden vazifelerin kadına yüklendiği, görev dağılımının Türk kültüründe yer alan kız çocuğun erkek çocuktan değersiz, arka plânda veya farklı konumda düşünülüp görülmesi ile ilişkisi, toplumsal cinsiyet bağlamında kadın ve erkeğin sofradaki rolü üzerinde durulmuştur. Türkün konukseverliği bilhassa Dîvânu Lugâti’t-Türk’ten konu bağlamında verilen örneklerle gösterilmiş, aş ve aşın siyasi, sosyal ve ekonomik fonksiyonu değerlendirilmiş, Türk tefekkürüne göre uğur ve bereketine inanılan aşın, Barak Ovası’nı yurt tutan Çarganlı Türkmenleri arasında, kadın eli ile kutsuz aşa ve akabinde bir halk inanmasına nasıl dönüştüğüne değinilmiştir.
Anahtar sözcükler: Barak Ovası, Türkmenler, toplumsal cinsiyet, kadın, aş/yemek, kut.
Abstract
The Turkish family follows three different stages of cultural transition from a woman-dominated structure to patriarchy and then to an egalitarian family due to multifarious historical, geographical, religious, and sociological reasons. Each family type has its own characteristics and gender is shaped accordingly. Even if the singularity or division of authority in the family leads to changes in the distribution of duties between men and women, the woman always assumes the duty of feeding, along with the many duties assigned to her by the society, and this obligation has been transferred to present-day without any change.
Food or organizing feasts in Turkic societies is a multi-faceted event in sociological meaning and context. The preparation phase of the feast is one of the socializing areas where Turkish women, who are not familiar with the concept of leisure time in a secular sense, come together, have conversations, and facilitate the work. These gatherings are schools where information is exchanged, knowledge and customs of Turks are passed on to new generations. While the woman here is socialized here, she fulfills an important duty in the execution of tradition and its transfer to the next generations. Thus, the implicit or explicit education of women ceases to be just a singular act but turns into an act in which culture is created and sustained.
This study focuses on the elements in which the duties in the hearth and its surroundings are attributed to the woman, girls are considered inferior or in worthless position compared to boys in the distribution of the tasks, and the role of man and woman at the table is considered. The hospitality of the Turkish people is highlighted with examples form Divanu Lugâti't-Türk; political, social and economic function of food is evaluated, and how food, believed to be fortune and blessing, was turned into a ritualistic feast and folk belief with the touch woman's hand among Tsargani Turkmens in Barak Plains.
Key words: Barak Plain, Turkmens, gender, woman, food, ritual.
Menkıbeler sözlü ve yazılı olarak; anlatma geleneği içerisinde yahut eserler vasıtasıyla asırlar boyu kuşaktan kuşağa iletilen, tıpkı diğer türler gibi halk muhayyilesinde gelişmiş, onun kültürünü yansıtmada başlangıçtan beri taşıyıcı unsur olmuştur. Halkın dini inancını, inanmalarını içerisinde barındırmış, bu da ona farklı ve kutsal sayılan bir statü kazandırmıştır; zira onun bünyesinde taşıdığı kahramanlar yaşamış ve vefatlarından sonra dahi halkın kutsal sayıp değer verdiği kişiler olmuştur. Sosyolojik işlevi açısından da önem arz eden söz konusu mahsuller, toplumdaki aksaklıkları veya bozuklukları, genel olarak veli adını verdiğimiz şahısların gösterdiği bir takım kerametler ile toplumun kutsalları aracılığıyla, insanları etki altına almak suretiyle düzeltmekte; onların yer yer bulunan kabirleri ve bu kabirler etrafında teşekkül eden anlatıları ise, kutsalların ve ahlaki bir takım değerlerin unutulmasını engellemekte, yeni nesillere dini ve örfi değerlerin aktarımını sağlayarak toplum üzerinde kontrol mekanizması kurmaktadır. Gezilen, görülen yahut duyulan mekânların resmedildiği zengin kültür hazineleri ise seyyahlar vasıtasıyla kaleme alınan seyahatnâme adlı eserlerdir. Çalışmamamıza kaynaklık edecek olan Evliya Çelebi Seyahatnâmesi edebi mahsullerin birçoğunu barındıran, menkıbe açısından da menâkıbnâme sayılabilecek kadar kapsamlı, çok geniş bir coğrafyayı içine alan bir kaynaktır. Bu makalede, Evliya Çelebi Seyahatnâmesi’nde tespit edip inceleme şansı bulduğumuz menkıbeler, Anadolu sahası özelinde, Ahmet Yaşar Ocak’ın menâkıbnâmeler ile ilgili motif tasnifinden hareketle irdelenecektir.
Anahtar kelimeler: menkıbe, Evliya Çelebi, Seyahatnâme, efsane, motif.
ABSTRACT
Menkıbe (religious anecdotes), inherited from generation to generation within oral literary tradition, just like other literary productions, bloomed in public imagination and became a dominant element in reflecting the culture. It contained people's religious beliefs and faith; and thus, attained a sacred status. This is due to the fact that the heroes were real life figures and conserved their high esteem even after their deaths. Having sociological functions, the literary products in question correct the disruption and disorder within a society with the help of wonders demonstrated by 'veli' (the patrons). In addition, the narratives forming around their tombs distributed in separate places prevent sacred and moral set of values to be forgotten and ensure a kind of control mechanism over the society by transferring religious and traditional values to new generation. On the other hand, travelogues are the rich cultural treasures, written by travelers, depicting the visual and spatial qualities of places visited. Evliya Celebi Seyahatnamesi (Travelogues) forms the main source of this paper in that its content covers a vast area to be also considered as religious anecdote. In this article, the anecdotes, specific to Anatolia region, detected and reviewed in Evliya Celebi Travelogue will be analyzed in detail with reference to Ahmet Yasar Ocak's classification of motifs.
Key words: religious anecdotes, Evliya Çelebi, book of travels, legend, motifs.
Ozan-baksı edebi geleneğini sürdüren Âşık edebiyatı temsilcisi söz ustalarının önemli vasıflarından birisi hazırlıksız söz söyleme yani irtical kabiliyetidir. İrticali söz söyleme yeteneğinin insanların günlük yaşamlarına aks edecek kadar yerleştiği; hatta âşık olma iddiasında bulunmayan yöre halkının dahi bu kabiliyetle mücehhez olduğu Barak Ovası yahut Barak Yöresi birçok âşığa ev sahipliği yapar. Mızarlı Âşık Memet de zikredilen doğaçlama söz söyleme kabiliyeti ile ün yapmış, katıldığı yarışmaların tamamında "Besteli Doğmaca Türkü" dalında dereceler elde etmiş ve yörede haklı bir üne kavuşmuştur. Makalede Mızarlı Âşık Memet tanıtılmıştır. Ailesi, akrabaları, yakın arkadaşları, köylüleri ve yörenin ileri gelenleri ile yapılan mülakatlar neticesinde elde edilen bilgiler ışığında Mızarlı Aşık Memet'in hayatı, sanatı ve eserleri aktarılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Mızarlı Âşık Memet, âşıklık geleneği, Gaziantep.
Abstract
One of the important qualities of the minstrel literary tradition representatives is their ability to improvise; that is, to deliver impromptu (irticali) speech. The Barak Plain or Barak Region where the impromptu speech fused into people's daily lives and even the common folk is equipped with this talent hosts many minstrels. Mızarlı Aşık Memet, renowned for his talent of delivering impromptu poems, was ranked first in many competitions in the field of "Lyrical Improvised Folk Songs" and gained a well-deserved fame in the region. This article presents the life, art and works of Mızarlı Aşık Memet under the light of information gathered with interviews with his family, relatives, close friends, countrymen and leading figures in the region.
Key Words: Mızarlı Âşık Memet, minstrel tradition, Gaziantep.
Toplumların, millet olma şuurunun yansımaları olarak görülebilecek destanlar, tarihi bir misyonu ifa eden mahsullerdir. Destanlar, yalnızca sanatçının ağzında sanat yapma kabiliyetini görmemizi sağlayan edebi yaratmalar değildir. Bu anlatmalar; toplumun değerlerini, sosyal yapının tüm dinamiklerini, çıkmazlarını, sorunların çözüm yollarını aksettiren ve milletin bilincinin derinliklerinde yatan düzenin baş aktörü kahramanın, bitip tükenmek bilmeyen mücadelesidir. Kahramanın, milleti ve diğer toplumlar adına verdiği savaş, onun toplum hafızasında kendisine, ulaşılması güç bir konum elde etmesini sağlar. Köroğlu Destanı ise Oğuz Kağan Destanı ve Dede Korkut Boyları ile birlikte Türk Dünyasında en yaygın olan anlatılardan biridir. Geniş bir coğrafyada, günümüzde dahi kahramanlıkları dillerde dolaşan, sinema ve tiyatroya uyarlanan yegâne destan kahramanı Köroğlu ve onun etrafında teşekkül etmiş olaylardır. Köroğlu, destan kahramanı olarak haksızlıklara direnen, halkının ve haklının yanında olan kimliği ile yaratmalarda vücut bulur. Onun yaşamını yansıtan yahut ona atfedilen olaylar ise destan kahramanı Köroğlu’nun zihin ve gönül dünyasından silinmesine mani olmaktadır. Günümüzde dahi Köroğlu kollarının yaşadığına dair emarelerden yalnızca birisi olabilecek çalışmamız, “Köroğlu’nun Durna Teline Gittiği Kol” Kilis rivayeti üzerine olacaktır. Bahsi geçen anlatmanın değişik coğrafya ve mekânlarda dillendirilmesi değerini artırır ve yitip gitmesine mani olur. Farklı bağlam, anlatının yapısına zenginlik ve dinamiklik katar. Unutulmamalıdır ki her bir varyant yeniden doğuştur.
Anahtar kelimeler: Köroğlu, Turna, Durna Teli, Destan, Kilis.
ABSTRACT
Sees as the reflections of societies to become independent nations, epic literature performs a historical mission. They are not mundane products that allow us to see the artistic ability of an artist. These creations are the endless struggle of hero prototype, which reflects the values, social structure patterns, impasse and solutions for the problems of the society and acts as the key factor of the deep societal order of a nation's consciousness. Hero's struggle in the name of his nation and oppressed people ensures him an unattainable position in national memory. In the Turkish world, the only epic hero adapted to theater and cinema is Köroğlu and his adventures, whose recognition and variants multiplied in time and whose valor is talked about in a vast geography along with Oghuz Khan and Dede Qorqut Epics. As a legendary hero, Köroğlu exists with an identity that resists injustices, defends the oppressed and rebels against injustices. The events that reflect his life or the events attributed to him prevent his eradication from the mind and heart of the world. This work, as one of the many signs that proves Köroğlu tales still survive even today, focuses on Köroğlu's Adveture of Crane Feather, which I had the good fortune to compile in Kilis province. If recorded and expressed in every occasion in different geographies and places, the tale in question will stand the trial of time. The different context adds richness and dynamism to the narrative structure. It should not be forgotten that each variant keeps the secrets of rebirth with itself.
Key words: Köroğlu, Crane, Crane Feather, Epic, Kilis.
Edebi metinler, yalnızca sanatsal kaygılarla ortaya konmuş mahsuller değildir; mitolojik dönem ve sonrasına bakılacak olursa ilkel insanın yaşamsal kaygıları, gelecek nesillere bırakılması gereken hayat şifreleri ve çözümleri ile donatılmış bilgiler topluluğudur. Öyle ki bu bilgi birikimi edebiyata yaşam kurtaran bir misyon yüklemiştir. Yeni nesiller, kaosun kozmosa nasıl dönüşeceğinin bilgisini atalarından almış, kendisi de karşılaştığı problemlere benzer ve farklı yeni tepkiler vermiştir. Söz konusu benzer ve farklı tepkiler bir olmanın önemsendiği toplumlarda birlikteliğe giden yol için gerekli hususiyetler, çeşitli ritüel ve inançlara dönüşüp önem kazanmıştır. Sosyolojik olarak toplumun en küçük birimi olan aile toplumsal birliğin sembolü iken aile bağlarının gücü ise diri olmayı göstermiştir. Ailenin çözülmesi beraberinde birçok problemi doğuracağı ve toplum bilimsel manada çözülmeyi getireceğinden aile kurma yolunda atılan bütün adımlar da sıkı bir kurallar dizgesine ve toplumsal kontrol mekanizmasına tabi kılınmıştır. Kadim milletlerin anlatıları bilinçaltı ve üstünde yatan kodları barındırmaktadır. Bu sebepledir ki bir milletin en eski yaratmaları bize o milletin millet olma şuurunun dinamiklerini verecektir. Zikredilen kurumun temellerinde yatan değer ve inançları görebilmek için Türk mitolojisinden de derin izler barındıran Sibirya Sahası Türk Destanları tahlil edilmiştir. Altay, Hakas, Tuva, Yakut (Saha), Şor Türklerine ait seksen yedi destan metni özelinde ailenin kuruluşunun işleneceği bu makalede; eşlerin birbirlerinde aradıkları hususiyetlerden başlanarak, evlilikte etken olan bireyler, evlilik tarzları -dünür gitmekten gerdeğe- evlilik aşamalarına kadar, Türk’ün düşünce sistemi içinde zamanla şekillenen, toplumsal kabul yoluyla aile olmanın ne gibi süreçleri gerektirdiği üzerinde durulacaktır. Çalışmanın ana hareket noktası ise Türk milletinin temel kodlarını taşıyan Oğuz Kağan Destanı, Dede Korkut Boyları ve Köroğlu Destanı olacaktır.
Anahtar Kelimeler: Sibirya, Dede Korkut, Oğuz Kağan, Köroğlu, aile sosyolojisi.
ABSTRACT
Literary texts are not only products created with pure artistic concerns; but they are also collections of information furnished with the daily life concerns of primitive man and his life codes and solutions to hand down the next generations from the perspective of mythological period and its aftermath. Thereby, this knowledge puts a life-saving burden on the shoulders of literature. New generations took the knowledge of how chaos would turn into the cosmos, and they gave similar or different reactions to the problems encountered. So-called similar or different reactions have gained key roles and have been transformed into necessary features for being united in societies where togetherness is valued and into into a variety of rituals and beliefs. While the family, as the smallest unit of society in sociological terms, is a symbol of social unity, the power of family ties represents being unified. Since the disintegration of the family would lead to many problems and cause disintegration, all the steps taken in order to establish a family have been subjected to a string of rules and social control mechanism. The narratives of the ancient nations contain conscious and subconscious codes. Therefore, the oldest creation of a nation can provide us with the dynamics of that nation's consciousness. The Turkish myths of Siberian area that have deep traces of Turkish mythology are analyzed in order to observe the values and beliefs lying in the foundations of the institution in question. This study covers texts of eighty-seven myths from Altai, Khakas, Tuva, Yakut (Saha), and Shor Turks within the context of family concept. It also deals with the ideal characteristics that couples look for in themselves, marriage types and process (from family arranged marriages to nuptial nights) that were shaped by time within Turkish system of thought and that highlight the processes to form a family through social acceptance. The main starting point of the study is the epics of Oghuz Khan, Dede Korkut Oguz Kagan Epic, Dede Qorqut and Köroğlu which host the basic principles of Turkish nation.
Key Words: Siberia, Dede Qorqut, Oghuz Khan, Köroğlu, family sociology.
Division of labor and status difference are prevalent among family members. The determination of the status is usually in the form of reflecting the value judgments of the society to family. These value judgments provide various tasks to each individual. Family members are expected to perform their duties. In sociology, division of tasks and duties is realized by gender roles in individual level. The most important role of the girl in the myths examined is to imitate her mother as a woman, and to marry a suitable brave man when she matures. She has some responsibilities like to bring new generations to life, to raise them and to lead them to the right path. Women are not individuals who only have domestic skills and are wise. They sometimes take up the role of saviors. However, the central figure in myths are generally male children. The absence of male child is pain for the father while his presence safeguards continuation of family line which is a great matter of pride. The theme of childlessness is almost entirely conceptualized on having male children. Various rituals are performed so as to have children. Not giving birth to male children prevents the flow of action in myths and its is a harbinger of the end for society. In society the men are expected to take names after a bravery, eliminate the enemies, put society in order, compete with rivals or enemies for the wife-to-be, to protect their family, wives, children and honor, and ultimately to transfer authority to their heirs as fathers. This article examines Oghuz Khan, Dede Qorqut and Koroglu myths based on the Turkish culture which expand to a vast geography in terms of their recognition and variants.
Key Words: Oghuz Khan, Dede Qorqut, Koroglu, societal gender, roles.
ÖZET
Aile bireyleri arasında bir iş bölümü ve statü vardır. Statünün belirlenmesi de ekseriyetle o toplumun değer yargılarının aileye yansıması şeklinde olur. Bu değer yargıları her bireye çeşitli görevler yükler. Aile bireylerinin de üzerlerine düşen görevleri yerine getirmesi beklenir. Sosyolojide fert bazında, ödev ve sorumlulukların ayrılması durumu toplumsal cinsiyet kavramı ile karşılanır. Toplumbilimsel kriterlerle incelenen destanlarda kız çocuğun en önemli rolü annesini örnek alarak yetişmekken ikinci ödevi genç kızlığa geldiğinde münasib bir bahadır ile yaşamını birleştirmektir. Yaşam birlikteliğinde yeni nesilleri dünyaya getirmek, onları büyütmek, çıkmaza düştüklerinde onlara yol göstermek gibi vazifeleri vardır. Kadın elbette sadece ev işlerinde maharet gösteren, bilgeliği ve aklıyla etkin olan bir birey değildir. Kadın bahadırlığıyla kimi zaman da kurtarıcı rolüne bürünür. Anlatıların ekseriyetle bel kemiğini oluşturan birey ise erkek çocuktur, onun olması lüzumludur. Onun olmaması aileye özellikle de babaya elem verirken, varlığı baba için iktidarın devamı anlamındadır ve büyük bir övünç meselesidir. Çocuksuzluk temi hemen tamamen erkek çocuk üzerinden işlenir. Çocuk sahibi olabilmek adına çeşitli ritüeller gerçekleştirilir. Çocuğun dünyaya gelmemesi olay akışının başlamasına engeldir ve toplum için sonun habercisidir. Erkeğe toplumun yükledikleri ise şunlardır: Bir kahramanlık neticesinde ad alma, yurduna ve halkına düşman olanları bertaraf etme, kaosu düzene çevirme, eş adayı için rakipleri yahut engellerle mücadele etme; ailesini, eşini ve çocuklarını, namusunu gözetme ve koruma, nihayetinde ise bir baba olarak iktidarını varisine devretme. Bu makalede, temelde bahsi geçen bireyler üzerinden varyant ve bilinirlik açısından geniş bir coğrafyaya yayılan Oğuz Kağan, Dede Korkut ve Köroğlu anlatıları Türk kültüre de esas alınarak incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Oğuz Kağan, Dede Korkut, Köroğlu, toplumsal cinsiyet, roller.
Conference Presentations by MUHAMMET ATASEVER
Ad verme yahut ad alma Oğuz’un tefekküründe hususi bir yere sahipti. Doğan her çocuk ekseriyetle adsız olarak veya geçici bir ad ile hayata gözlerini açardı. Gösterdiği kahramanlık ile öz kimliğini ispatlayan ve statüsünün değişmesi gerektiğini boyun ileri gelenlerine teyit ettiren kişi ancak bir ada layık görülürdü. Ad, ferdin marifeti ile ortaya çıktığından ismini bağışlayan birey esasen muhatabına kendisi hakkında ipuçları vermiş olurdu. Ayrıca zikredilen eylem; etrafında oluşan ritüeller, inanmalar ile adı veren-alan, şahit olanların hususiyetleri gibi çok yönlü sosyokültürel bir olgudur.
Dede Korkut Oğuznâmeleri, göçer evli Oğuz boylarının gündelik yaşantısından, dini, sosyal, iktisadi, coğrafi durumlarına ve tarihteki yerlerine kadar geniş bir yelpazede; birey-aile-millet-devlet hakkında kapsamlı bilgiler içeren önemli bir kaynaktır. Yeni tespit edilen üçüncü nüshası ile birlikte Dedem Korkut’un soyladığı on üç boy üzerinde, önemine binaen iki yüzyıldır birçok farklı disiplinde teorik araştırmalar veya uygulama çalışmaları yapılmaktadır. Boylar, döneminin dil özelliklerini yansıtması bakımından da mühimdir; zira canlı birer varlık olarak yaşayan, değişen-dönüşen yahut günümüzde kullanımda olmayan kelimeler, Türk kültürünün geçmişteki izleridir. Bu sebepten boylardaki her bir kelime, başta Türkoloji sahasında olmak kaydıyla bilhassa disiplinlerarası açıdan üzerinde durmayı, düşünmeyi, kafa yormayı gerektirmektedir.
Bildiride, hususen Dede Korkut Oğuznâmeleri’nde var olan Uruz adının -yerli ve yabancı kaynaklardan hareketle- etimolojik analizi yapılmaya ve kelimenin Türk kültüründeki yeri belirlenmeye çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Dede Korkut Oğuznâmeleri, Oğuz boyları, Uruz, ad verme/ad alma.
Abstract
Naming or taking names had a special place in Oghuz tradition. Every child born would open their eyes to life, usually anonymously or under a temporary name. A person who proved his self-identity with the heroism he showed and who confirmed that his status should change to the notables of the tribe could only be deemed worthy of a name. Since the name emerged through the skill of the individual, the individual who gave the name would essentially give clues about himself to his addressee. This event is a multifaceted sociocultural phenomenon with rituals and beliefs forming around the name-giver taker and those who witness it.
Dede Korkut Epic is an important resource containing comprehensive information about individual-family-nation-state ranging from the daily life of the nomadic Oghuz tribes to their religious, social, economic, geographical conditions and their place in history. Along with the newly discovered third copy, theoretical research or applied studies have been carried out on thirteen Dede Korkut stories by many different disciplines for two centuries. These stories are also important in terms of reflecting the language characteristics of the period. As such, the words as living, changing, transforming entities are imprints of Turkish culture in the past. For this reason, every word in the stories requires further inquiry from an interdisciplinary perspective, especially in the field of Turcology.
This proceeding traces the etymological evolution of the name Uruz in Dede Korkut stories on domestic and foreign resources and analyzes its place in Turkish culture.
Keywords: Dede Korkut Epic, Oghuz tribes, Uruz, naming / taking names.
Aile, anne, baba ve çocuklardan müteşekkil en küçük toplumsal yapıdır. Toplumun çekirdeği aile, ailenin çekirdeği ise çocuktur. Yeni nesillerin toplumsal normlara, ahlâk kurallarına, millî ve mânevi değerlere uygun yetiştirilmesi önemlidir; zira ailenin maddi ve manevi tüm unsurlarının istikbâle taşınması çocuk ile mümkün olabilecektir.
Temelde birey, akabinde aile ve nihayetinde bir milletin teşekkülünün, ideallerinin yansıtıldığı Türk destanlarında asıl amaç söz konusu milletin menfaatlerini koruyup kollamaktır. Milletin koruyucusu ise onun kendi zihin dünyasında yaratıp şekillendirdiği destan kahramanıdır. Destan kahramanı doğumundan ölümüne kadar hayatının her safhası ile anlatılardaki diğer karakterlerden ayrılan bir profil çizer; çünkü o, milletin ideallerini kendisinde toplayan ve bu ülküleri gerçekleştirme kudretine sahip kişidir. Elbette böyle bir kahramanın çocukluğu da toplumun bu çocuğa bakış açısı da ona yüklediği sorumluluklar da sair çocuklardan başka olacaktır.
Biyolojik ve sosyal süreçler nedeniyle tüm toplumlarda fertlere verilen, sosyal olmanın zorunlu bir neticesi olan roller ve ödevler farklıdır. Toplum nazarında iki farklı cinsin kıymeti, kız-erkek çocuklara kültürün yükledikleri ile doğru orantılıdır.
Çalışmada Türk Dünyasının bilinirlik ve varyant açısından epope oluşturacak kadar daire teşkil edip kollara ayrılan, Türkün en yaygın anlatmalarından birisi Köroğlu’nun Kazak Anlatmalarında; çocuk ve erginlenmesi, toplumun kız-erkek çocuğa bakış açısı, ona yüklediği roller, aile ve toplum nazarındaki mevkii tespit edilip toplumsal cinsiyet eksenli irdelenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Köroğlu, Kazak anlatmaları, epope, kız-erkek çocuk, toplumsal cinsiyet, roller.
ABSTRACT
Family is the smallest social structure consisting of mother, father and children. The core of the society is family, and the core of the family is child. It is essential to raise new generations in accordance with social norms, moral rules, national and spiritual values. For, it is only possible with child to carry all the material and moral elements of the family to future.
The main purpose in Turkish epics in which the formation and ideals of individual, family, and ultimately, nation is reflected, is to protect and watch over the interests of the nation in question. The protector of the nation is the epic hero created and shaped by its own mental universe. The hero of the epic draws a different profile from other characters in the narratives with every phase of his life from birth to death; for, he is the person who embodies the ideals of nation and has the power to reify them. Naturally, the childhood of such a hero, the perspective of society on this child, and responsibilities imposed on him should be different than other children.
The roles and duties assigned to individuals in all societies as a result of biological and social processes as necessary consequences of being social, are different. In the eyes of society, the value of opposite sexes is directly proportional to what the culture imposes on them.
This study examines the concept of child and its adolescence, society's point of view on boys and girls, the roles imposed on them, their position in the eyes of family in Koroglu's Kazakh Narratives, some of the most widespread Turkish narratives with various branches to form an epic in the Turkic World.
Keywords: Koroglu, Kazakh narratives, epic, male-female child, gender, roles.
Kalıp ifadeler yahut yargılar bir milletin uzun tecrübeler neticesinde elde ettiği söz hazineleridir. Formellerin en kısa ve yoğun anlatıma sahip olanı deyimler; ihtiyari veya gayri ihtiyari halkın her kesiminden insanın; sözün etki gücünü artırmak, akılda kalıcılığı kolaylaştırmak, muhatabını ikna etmek, ilgi çekmek gibi çeşitli sebeplerden ötürü kullandığı söz öbekleridir. Halk Edebiyatı mahsulleri içerisinde en canlı olanı, yaşamın içinde her mekânda her an yeniden yaratılanı, en sık kullanılan ve benimseneni de deyimlerdir.
Yaşadığı toplumun dili kullanış biçim ve amacını, dünyaya bakış açısını, yaşam tarzını, zihin ve hayal dünyasını, örf ve adetlerini yansıtan, geleneğin taşıyıcısı, sözcüğü az manası çok olan bu söz kalıpları, Türkün ilk yazılı belgelerinden günümüze kadar sözlü, yazılı, elektronik ve diğer kültür ortamlarında kendisine yaşam alanı bulmuştur.
Şairler şiirlerinde, yazarlar eserlerinde, yapımcılar beyaz perdede; en az iki kelimeden müteşekkil, kimi zaman gerçek anlamında kimi zaman ise asıl anlamından büsbütün uzaklaşan deyimleri; zaman ve mekândan tasarruf etmek, insanlar üzerinde etki bırakmak, sözde akıcılığı sağlamak, sanat eserinin nihai amaçlarından olan ölümsüzlüğü yakalamak ve yapıtlarda bahis olunan dönemin şartlarını yansıtabilmek amacıyla kullanmışlardır.
Bildirimizde, Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT) tarafından Türkiye Büyük Milet Meclisinin kuruluşunun 100. yılı anısına çekilmiş, olayların Gazi Mustafa Kemal Atatürk etrafında geliştiği “Ya İstiklal Ya Ölüm” dizisindeki deyim varlığı tespit edilmiş, deyimlerin kullanıldığı bağlamda dönem şartlarını yansıtıp yansıtmadığı irdelenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Atatürk, Ya İstiklal Ya Ölüm, deyim, kalıplaşmış sözler, elektronik kültür.
ABSTRACT
Stereotypes or stereotypical expressions are verbal treasures that a nation has acquired over a long period of time. As the shortest and most intense formal expressions, idioms are expressions used by people from all walks of life for various reasons such as increasing rhetorical power, facilitating memorability, persuading interlocutor, and attracting attention. Idioms are the most vivid, the most created and the most frequently used and adopted element in daily life among the products of folk culture.
These phrases, which reflect the linguistic behavior of the culture it resides in, its perspective, mind and lifestyle, its customs and traditions by transferring tradition to future with their limited vocabulary, are sustained in verbal, written, electronic and other forms from the days of the first written documents of Turkish to the present day.
Poets in their poems, writers in their works, producers on TV screens utilized idioms, sometimes in their true sense and sometimes deviating from their original meaning, so as to save time and space, to make an impact on people, to achieve so-called flow, to capture immortality as one of the ultimate purposes of the work of art, and to reflect the conditions of the period depicted in the works.
This paper identifies idiomatic expressions in TV series Ya Istiklal Ya Olum, produced by TRT to commemorate the 100th anniversary of the founding of Turkish parliament, and examines whether they reflect the conditions of the period.
Keywords: Atatürk, Ya Istiklal Ya Olum, idiom, stereotypes, electronic culture.
Orta Asya’dan Hazar’a, Anadolu’ya ve akabinde Balkanlar’a kadar geniş bir coğrafyada hüküm sürmüş kadim Türk milleti, Eski Türk inancından İslâmiyet’e kadar benimsediği dinî, mistik, sihrî sistemlerin hemen hepsinde suyun kutsallığına, temiz olanın kirletilmemesi gerektiğine inanmıştır. Bilhassa Türklerin İslâmiyet’e girişi ile yeni inanç sisteminin ibadetlerden önce madde ve mana boyutunda hazır olma adına temizliği şart koşması, su/pınar kültünün küçük değişikliklerle Türk tefekküründe devamlılığını sağlamıştır. Medeniyete doğru atılan her yeni adım ile gelen her yeni eylem, ailede sosyolojik manada ekseriyetle cinsiyete dayalı iş bölümünü gerekli kılar. Söz konusu temizlik olunca, ev ve kıyafetlerin temizliğinden çocuklarda temizliğin bir davranış biçimi haline getirilmesine değin roller kadına verilmiştir.
Türkün İslâmı için temizlik önemli bir haslet olsa da toplum zihninde derin etkiler bırakan istenmedik olayların zuhuru ile bereketine inanılan bir fiilin kutsuzluğu halk inanmaları şeklinde ortaya çıkabilir. Nesnelere, durumlara yahut eylemlere atfedilen bu uğur-uğursuzluk olgusu tecrübeler neticesinde şekillenir. Toplumbilimsel yahut ruhbilimsel boyutta uğursuzluk fikri; küresel çapta olabileceği gibi millet, boy, sülale, aile veya yalnızca bireyin inanması olarak da kendisini gösterebilir.
Bildiride, Türk göçleri ile Anadolu’ya gelip Haymana Ovası’na yerleşen Akbaş Türkmenlerinde; İslâm dininin, mübarek gün/bayram saydığı Cuma’da yapılmasını efdâl kabul edip teşvik ettiği ve Türkün değer atfettiği temizliğin, çamaşır yıkama özelinde, kadının toplumsal cinsiyet rolü yoluyla nasıl kutsuzlaştığına değinilecektir.
Anahtar Kelimeler: Akbaş Türkmenleri, su/pınar kültü, temizlik, çamaşır, kut/uğur.
ABSTRACT
The ancient Turkish nation, who ruled in a wide geography from Central Asia to the Caspian, Anatolia and subsequently to the Balkans, believed in the sanctity of water and that the clean should not be contaminated in almost all religious, mystical and magic systems they adopted. Especially after the adoption of Islam by Turks, the new belief system stipulated cleanliness more forcefully than prayers, and this ensured the continuity of water/spring cult with only minor changes in Turkish thought system. Each new action with each new step towards civilization requires a sociological division of labor in the family, mostly based on gender. The role of ensuring cleanliness, from cleaning the house and clothes to teaching it to children, was given to women.
Although cleanliness is an important characteristic for Turkish Islam, public beliefs on bad deeds related to a common object considered blessed might appear due to the occurrence of unwanted events that have profound effects on the mind of the society. This luck-vs-bad-luck phenomenon, attributed to objects, situations or actions, is shaped based on lived experiences. The idea of bad luck on a sociological or psychological level might manifest itself globally or on nation, tribe, family, or individual level.
This study examines how cleaning, in particular laundry, became unblessed through the gender role of women among the Akbaş Turkmens who migrated to Anatolia and settled in the Haymana Plain.
Keywords: Akbaş Turkmens, water/spring cult, cleaning, washing, blessed/luck.
İlkel yaşam şartları, insanın inanma ihtiyacı, çevresinde yaşananları anlamlandırma çabası neticesinde oluşan ilk sözlü metinler, ritüellerle çevrili inanış biçimlerini doğurmuştur. Başlangıçtaki devrin, yaratılışın mahsulleri olan mitler ve bunu inceleme konusu yapan - bilimsel araştırma alan adı ile - mitoloji kaydedilen mana verme arayışıyla ortaya çıkmıştır. Kadim milletlerin kutsallarının ilk izleri, çağdaş dönemlere kadar yaşayabilen bu mitik metinlerde görülür. Mitler ait olduğu insan topluluğunun ortak inançlarını yansıtan edebi ürünler kabul edilmiş ve edebiyatın hususen Halk Edebiyatının inceleme alanına da dâhil edilmiştir.
Milletlerin yeni kültür dairelerine girmeleri, farklı öğretileri yahut dinleri benimsemeleri; siyasi, sosyal, ekonomik birçok alanda değişiklik ile birlikte kültürel dolayısıyla edebiyat sahasında da dönüşümü getirmiştir. Yeni anlatılar artık eski inanışın unsurlarından izler barındırsa da baskın bir biçimde içerisine girilen inanç dairesinin esaslarını yansıtır olmuştur.
Türklerin İslâmı kabulü ile de, bahsolunan yeni esaslar eski Türk inancından da izler barındıran ya da benzerlik taşıyan unsurları ile yeni bir türü doğurmuştur. Halkın dilinde ekseriyetle kıssa adı ile bilinen tür, menkıbeler, çoğunlukla efsane başlığı altında dini ve/veya tarihi efsaneler şeklinde sınıflandırmaya tabi tutulmuş. Menkıbe özelinde genellikle ayrı bir başlık açılıp izahata girişilmemiştir.
Mitik anlatılara benzer biçimde menkıbelerde de var olan karmaşa düzene sokulur ya da yeni nesillere söz konusu anlatılar aracılığı ile dinin öğretileri aktarılmaya çalışılır. Aktarımdaki başat rol ise, veli yahut evliya adı verilen din ulularının gösterdiği kerametler yani olağanüstü hallere aittir. Olağanüstülük bir inancı ve inanmayı temsil eder. Kerametlere ve keramet ehli insanların yaşadıklarına/yaşattıklarına şahit olanlar kadar, bunları anlatan, aktaran ve yıllar sonra dahi dinleyenler bunlara tam manasıyla inanır.
Menkıbenin temel işlevi ise eğitimdir. Halk, anlatılar ile hem kendi inanç dünyasını taze tutmakta ve yenilemekte hem de gelecek kuşaklara dinin temel vecibelerini bu kutsal metinler aracılığıyla aktarmaktadır.
Çalışmada Türklerin İslâm inancını benimsemesi ile birlikte kaleme alınan, ilk Türk İslam eserlerinden Hoca Ahmet Yesevi’nin Divân-ı Hikmet’inde tespit edilen menkıbeler; veli, evliya, pir adıyla zikredilen kişilerde cereyan eden keramet motifi özelinde incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, menkıbe, veli, keramet, motif, mit.
Abstract
The first oral texts formed as a result of primitive living conditions, people's need to believe and their efforts to interpret the events around themselves gave rise to belief systems surrounded by rituals. The myths, which are the products of stories based on creation, and the mythology, the scientific research domain which deals with them, have emerged as endeavors of meaning-making. The first traces of the sacred of ancient nations can be seen in these mythical texts that can survive until modern times. The myths are accepted as literary products reflecting the common beliefs of the human community to which they belong and are researched under the scientific field of Folk Literature.
Nations entering new cultural circles, adopting different teachings or religions have brought a transformation in the field of culture and literature along with changes in many political, social, and economic fields. Although new narratives now contain traces from the old belief systems, they have come to dominantly reflect the current belief systems.
With Turks' adoption of Islam, the new systems mentioned gave birth to a new genre that bears traces of or has similarities from the old Turkish faith. The genre, commonly known as parables in common languages, has been classified as religious and/or historical legends, mostly under the title of myth. They are not generally treated as separate categories.
Similar to mythical narratives, the disorder is resolved, or religious teachings are conveyed to new generations through these narratives. The main role in the narratives is the miracles that are performed by the religious scholars called patrons or awliya. The extraordinary leads to a belief. Those who witness those extraordinary events as well as those who convey and listen to them believe them wholeheartedly.
Their main function is education. Through these narratives, people both sustain their belief systems and convey the main pillars of religion to the next generations.
This study deals with the parables in Divân-ı Hikmet, one of the first Turkish Islamic works, by Hoca Ahmet Yesevi, which was written with Turks' adoption of Islam, based on the miracle motifs experienced by patrons, awliyas, or sages.
Keywords: Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, parable, patron, miracle, motif, myth.
Türklerin 9.-11. yüzyıllarda İslâmiyet’i kabulüyle birlikte İslâm’ın ahlâk ve ibadet esaslarının aktarılma ihtiyacı yeni kurumların ortaya çıkmasını zorunlu kılmıştır. Güçlü ve köklü bir edebi kültüre sahip Türk boyları arasında onların dilini ve anlatış tarzını benimseyerek; yeni dinî akideleri, göçebe Türkler arasında anlatma görevini üstlenen dervişler görülür. Söz konusu dervişler zamanla Türk’ün İslâm’ı yahut Türk Tasavvuf sisteminin temelinin atılmasında öncü olurlar.
Pir-i Türkistan, Sultan, Hâce sıfatlarıyla Orta Asya’nın geniş bozkırlarından Ortadoğu’ya, Anadolu’ya, Balkanlar’a hatta Ön Avrupa’ya kadar yazdığı hikmetleriyle nefesini ulaştıran Ahmed-i Yesevi, ilk Türk sûfisi olmasa da etki gücü ile Türk tasavvuf sisteminin kurucusu olarak kabul edilir. İslâmiyet’le henüz tanışmış yarı göçebe, göçebe Türk boylarına yeni dini ve dinin öğretilerini onların diliyle, üslûbuyla ve şekliyle söylediği hikmetleri aracılığıyla aktarma misyonunu kendine düstur edinmiş bir mürşid-i kâmildir. Yetiştirdiği dervişleri ile çok geniş bir coğrafyada hikmetlerini ve esasen İslâm’ın esaslarını, ilâhi aşk ve hoşgörüyü temel alarak bilhassa Türklere ulaştırabilmiştir. Türk boyları arasında Yesevi’nin gönül duruluğunu esas alan samimi çağrısının ciddi yankıları olmuş, bu çağrı İslâm’ın hızla yayılmasında önemli rol oynamıştır.
Çalışmamızda öncelikle Hoca Ahmed Yesevi ve onun kurucusu olduğu Yeseviyye yolu, Yesevi’nin etkisi neticesinde kurulmuş yahut onun öğretisinden etkilenmiş tarikatlar ile kuvvetle muhtemel Yesevi’nin dervişleri tarafından kendisinden sonra hikmetlerinin bir araya toplandığı, ilk Türk İslam eserlerinden birisi sayılan ve Türk sûfiliğinin temellerinin inşa edildiği Divan-ı Hikmet’i hakkında öz bilgiler verilecektir. Daha sonra çalışmamızın konusunun temel kavramı yetim/yetimlik ve İslam dininin anne ve/veya babası olmayan çocuğa bakış açısını görebilmek adına Kuran-ı Kerim’de bu kişilerin konumu aktarılacaktır. Çalışmamızın asıl kısmında ise Divan-ı Hikmet’te, Ahmed-i Yesevi’nin yetim metaforunu işlediği şiirler, konuya değinme sebebi ile birlikte irdelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Ahmed-i Yesevi, Yesevilik, Divan-ı Hikmet, Kuran-ı Kerim, yetim-öksüz.
ABSTRACT
The Turks' converting to Islam in the 9th-11th centuries necessitated the emergence of new institutions in line with the need to transfer the moral and religious principles of Islam. The wandering dervishes were quite prevalent among Turkic tribes which had a strong and deep-rooted literary culture and they adopted the latter's language and culture to transfer new religious contracts to other nomadic tribes. These dervishes gradually became the pioneers in laying the foundation of the Turkic Islam or the Turkish Sufi system.
Also known as Pir-i Turkistan, Sultan and Hâce, Ahmed Yesevi who conveyed his wisdom in an area covering the vast steppes of Central Asia, the Middle East, Anatolia, the Balkans, and even the Proto-Europe, is considered the founding figure of the Sufi system with his deep impact though he was not the first Sufi. He was an absolute guru who adopted the mission of transmitting the new religious teachings to semi-nomadic and nomadic, newly converted Turkish tribes through their language, style, and pattern. He was able to deliver his own, particularly Islam's, teachings to the Turks based on divine love and tolerance through his dervishes scattered in a wide geography. Yesevi's warm and sincere call had serious repercussions among the Turkish tribes, and this call played an important role in the rapid spread of Islam.
In the first place, the study deals with Hoca Ahmed Yesevi and Yeseviyye sect; other sects established as a result of the influence of his teachings; and his Divan-ı Hikmet as one of the first Turkic Islamic works which contained his wisdom and the building blocks of Turkish Sufism. Then, the concept of the orphanage as the subject of the study and its treatment in the Quran will be explained to see Islam's handling the issue. In the main part of the study, the poems in which Ahmed-i Yesevi handles the orphan metaphor in Divan-ı Hikmet will be examined together with the reason for addressing the subject.
Keywords: Ahmed-i Yesevi, Yeseviyye sect, Divan-ı Hikmet, Quran, orphans.
Edebi metinlere çağdaş kuramların ışığında bakmak, onları yeniden farklı bir bakış açısıyla ele almak, söz konusu halk yaratmalarında var olan derinliği görmek açısından öneme haizdir. Çağdaş kuramlardan göstergebilimin ana teması anlam arayışıdır. Kurama göre insan, bilincinde olsun yahut olmasın bir işaretler evreninde, onlarla birlikte yaşam sürer. Onun çevresinde, soyut veya somut tüm nesnelerin işaret ettiği bir anlam dünyası vardır. Bu çalışmada, Saim Sakaoğlu’nun danışmanlığında hazırlanmış, Mehmet Özçelik’in “Afyonkarahisar Masalları Üzerine Bir Araştırma” adlı doktora tezinden alınan “Altın Saçlı Oğlanla Altın Saçlı Kız” masalı, göstergebilim ekseninde incelenip çözümlenmiştir. İnceleme sürecinde, öncelikle göstergebilim hakkında temel bazı bilgiler verilmiş ve temel kaynaklara atıflar yapılmıştır. Masal, altı kesit hâlinde işlenmiş ve bir bölümde masalın mantıksal-anlamsal düzeyi ortaya konmuştur. Her başlıkta, disiplinlerarası bir bakış açısı ile masalda Türk aile yapısını yansıtan ögeler ve anlamları irdelenmiştir. Neticede ise tüm bu ögelerin yekûnunun oluşturduğu anlam coğrafyası ortaya çıkarılmış, katmanlar arası ilinti gösterilmiş, kişi-uzam ve zaman bağlamında derin anlam analizi yapılarak öneriler sıralanmıştır.
Anahtar sözcükler: Göstergebilim, Afyonkarahisar Masalları, Altın Saçlı Oğlanla Altın Saçlı Kız.
Abstract
Examining literary texts through the lens of contemporary theories and reevaluating them from alternative perspectives is crucial for uncovering the profound layers within these cultural expressions. Semiotics, a key contemporary theory, centers on the exploration of meaning. According to this theory, whether consciously or unconsciously, individuals navigate a universe of signs and coexist with them. Surrounding us is a realm of meaning signaled by both abstract and concrete objects. This study delves into the fairy tale "Altın Saçlı Oğlanla Altın Saçlı Kız" extracted from Mehmet Özçelik's doctoral thesis titled "A Research on Afyonkarahisar Fairy Tales" supervised by Saim Sakaoğlu. The analysis is conducted through the Semiotics framework, providing insights into the intricate web of meaning within the narrative. During the analysis process, an introductory overview of semiotics was initially provided, alongside references to foundational literature. The narrative underwent a comprehensive examination delineated across six distinct sections, culminating in the explication of its logical-semantic underpinnings within a dedicated segment. Each section scrutinized elements emblematic of the Turkish familial paradigm, approached through an interdisciplinary lens. Ultimately, a holistic portrayal of the narrative's semantic landscape emerged, elucidating the interconnectedness between its constituent layers. Subsequently, an in-depth analysis ensued, contextualizing the narrative's meanings within the framework of temporality and spatiality, followed by the enumeration of suggestions.
Key words: Semiotics, Afyonkarahisar Tales, Altın Saçlı Oğlanla Altın Saçlı Kız.
İlkel zamanlardan modern zamanlara değin insanoğlu, hayat sürdüğü hemen her çağ ve mekânda, sair canlı ve cansızları; görece idare edilmesi, üzerinde söz söylenmesi, yönlendirilmesi ve yönetilmesi gereken nesneler olarak görmüştür. Öteki olanları, hususen Endüstri Devrimi ile birlikte artan bir hızla kendi tasarrufunca kullanmış, evrende diğer varlıkların da söz hakkı ve temelde yaşam hakkı olduğunu unutmuştur. İnsanın bu egoist tutumu, sınırları yerküreyi aşan, uzay boşluğuna varan; hatta görece diğer gezegenlere dahi sıçrayan bir ekolojik çarpıklığı, kirliliği ve yok oluşu beraberinde getirmiştir. Ekoeleştiri, insanın benmerkezci tavrı ve neticelerine bir karşı çıkış hareketidir. Söz konusu itirazın temelinde ise; dünyamız, bünyesinde barındırdıkları ile bir bütündür savı yatar. Disiplinlerarası bir kuram olan Çevreci Eleştiriye göre varlık alemi, doğrudan yahut dolaylı olarak birbirleri ile iletişim hâlindedir. İnsan, kendisini salt özne sayarak ayrıştırıp diğer yeryüzü sakinlerini kontrol altına alınması gerekenler gibi görüp ötekileştiremez. Yeryüzünde hacmi ile yer tutan her nesneyi; cinsiyet, ırk, sınıf ve tür ayrımına tabi tutmadan kabul etmenin ve kolektif yaşamın gerekliliğini savunan Ekoeleştirinin edebî olana bakan penceresi Derin Ekoloji ise, esasen yazın dünyasında var ve var olacak yazınsal yaratmaların kâinata bakış açısı ve zikredilen yaratmalarda yerkürelilerin oturtulduğu konum ile ilgilenir. Derin Ekolojinin inceleme alanına giren ve işaret ettiği, ekosistem farkındalığı ile ortaya konan çağdaş edebî mahsullerin yanında, milletlerin kendi kadim kültürlerine ait yazılı ve sözlü halk anlatılarının, çevreci bilinç oluşturma adına, eğitimsel süreçlerde işe koşulup koşulamayacağının sorgulandığı bu çalışmada, canlı ve cansız hemen tüm varlığı kutsayan Oğuz Türkünün insan ötesine bakışı, Oğuz Kağan Destanı özelinde, Derin Ekoloji perspektifinden ele alınmıştır.
Anahtar Kelimeler: Oğuz Kağan Destanı, Ekoeleştiri, Derin Ekoloji, doğa, insan.
Abstract
Throughout history, spanning from ancient epochs to contemporary eras, humanity has consistently perceived both animate and inanimate entities as objects necessitating some degree of regulation, manipulation, and governance within the various contexts they inhabit. This inclination towards dominance has notably intensified with the advent of the Industrial Revolution, as humans increasingly exploited their surroundings for personal gain, often disregarding the inherent agency and entitlement to existence of other entities within the cosmos. This anthropocentric disposition has precipitated ecological imbalances, pollution, and the specter of extinction, extending its repercussions beyond terrestrial confines into the realm of outer space and, conceivably, onto extraterrestrial bodies. Ecocriticism emerges as a counterforce against humanity's anthropocentric ethos and its resultant ramifications. Central to this dissent is the contention that our planet constitutes an interconnected entirety, inclusive of all its constituents. Environmental Criticism, an interdisciplinary framework, posits that the fabric of existence fosters direct or indirect interrelations among its elements. Consequently, human beings cannot divorce themselves as mere agents, relegating other denizens of the Earth to subordinate roles requiring oversight and dominion. Deep Ecology, a facet of Ecocriticism, serves as a literary conduit advocating for the imperative of communal coexistence and the unconditional acceptance of all entities inhabiting Earth's domain, transcending distinctions of gender, race, class, and species. Primarily concerned with the literary milieu, Deep Ecology underscores the perspectives embedded within extant and prospective literary works, contemplating humanity's role within the cosmic narrative and its portrayal therein. This study investigates the potential integration of written and oral folk narratives from ancient cultural traditions into educational frameworks aimed at fostering environmental consciousness. In addition to contemporary literary works foregrounding ecosystem awareness, Deep Ecology provides a critical lens through which to analyze and elucidate pertinent themes. Specifically, the perspective of the Oghuz Turk, characterized by a reverence towards virtually all animate and inanimate entities, transcending human-centric boundaries, is examined within the purview of Deep Ecology, with particular emphasis on the Oghuz Kagan Epic.
Keyword: Oghuz Khan, Ecocriticism, Deep Ecology, nature, human.
Anahtar Kelimeler: Oğuz Kağan Destanı, Ekoeleştiri, Derin Ekoloji, hayvan, insan.
ABSTRACT: The reality of mankind's destruction of nature, driven by a perception of dominance and entitlement, is universally acknowledged. Driven by the aspiration for uniqueness and supremacy, humanity has bolstered its desire to exert dominion over both living and non-living entities, asserting the right to dictate the existing order in the universe according to its whims. This distorted mindset has birthed an anthropocentric, alienating, and destructive force. This self-centered behavior of humanity has not only deprived future generations of their right to life but has also infringed upon the rights of other beings within the shared ecosystem, despite their lack of involvement in these actions. The evolving ecosystem, increasingly subjected to philosophical scrutiny today, encompasses humanity as an integral part and remains a sensitive issue central to contemporary reflection. Consequently, articles, books, papers, and other scientific works are continually being produced, while panels, symposiums, open sessions, and other scientific gatherings worldwide serve as platforms for discussion. Environmentalist initiatives organize actions accompanied by performances from diverse branches of science and art, aiming to liberate audiences from their passive roles in addressing environmental concerns. Environmental criticism, serving as a rebellion against the hierarchical structure imposed by humanity upon all beings and the resultant harm inflicted upon the universe, fundamentally embodies an environmental movement that acknowledges the equal value and necessity of all beings. Through various channels, it endeavors to propagate this awareness, advocating for the intrinsic worth of all life forms.Deep ecology transcends mere concern with the literary aspect of environmentalist action and the depiction of the universe in literary works. It delves into the various meanings ascribed to every object in the universe by literature, as well as the value and worthlessness attributed to these objects. In this study, which seeks to explore the question of whether Turkish people creations, including myths, epics, legends, and fairy tales, can be utilized within an environmental context, the Oghuz Khan Epic is examined from an ecocritical perspective.
Keywords: Oghuz Khan, Ecocriticism, Deep Ecology, animal, human.
Varlığını ve var olanı araştırma eylemini ilkel zamanlardan bugüne sürdüren insanoğlu, anlam veremediği, çekindiği veya korktuğu olay ve durumlara kendince anlamlar yükle-meye çalışmıştır. Mânâ arayışı dinî yahut lâdinî birçok inanmayı ve ritüeli de beraberinde getirmiş, hatta ortaya çıkan söz konusu inanmalar inanç sistemlerinde kendine yer bulmuş-tur. Kutsalın zihin ile kavranamaması; kutsalları, yaptıkları ile işaret eden bireyleri toplum gözünde yüceltmiş, onları sıradan insanlardan farklı bir konuma getirmiştir.
İslâmiyet’in kabulü ile Oğuz boyları yeni bir kültür dairesi içerisine girmiş, henüz kabul görmeye başlamış İslâmiyet’i, dağınık halde yaşayan göçer evli Türkler arasında anlatma işi ise tebliğ ve irşadı kendisine yüce bir vazife kabul etmiş kişilere düşmüştür. Görev yap-tıkları sosyokültürel ve coğrafî bağlamdan hareketle adlandırılan Kolonizatör Türk Derviş-leri ya da Horasan Erenleri yeni dinin esaslarını, kendi kültür kodlarına uygun biçimde ezginin ve sözün gücünü kullanarak anlatmış, zihinlerde ve bilhassa gönüllerde yeni inanç kaidelerinin hem kalıcılığını hem de etki gücünü artırmışlardır.
Dervişlere ve halka yol gösteren velî, evliyâ, mürşîd-i kâmil gibi adlarla bilinen tasarruf sahipleri, çeşitli vesilelerle kendilerinde zuhur eden ve Peygamber mucizeleri ile yakın bir işleve sahip, akılla kavranması güç, şahit olanları ve dinleyenleri acziyet içerisinde bırakan olağanüstülükler göstermişlerdir. Kerâmet denilen türlü haller, inanmayanları ikna etme veya cezalandırma, inananların inancını pekiştirme gibi iki temel fonksiyona sahiptir. Velîliği kabul edilen ulu zatlar, gösterdikleri kerâmetler ile yalnızca yaşarken değil vefatla-rından sonra da etki alanlarını korumuşlardır. Böylelikle halkın derin bir saygı duyduğu erenlerin yaşamları ve türbeleri etrafında birçok anlatma teşekkül etmiştir.
Çalışmada, Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT) tarafından, 2015-2016 yıllarında, iki sezon-kırk dört bölüm yayınlanan Yunus Emre Aşkın Yolculuğu; 2021 yılında, bir sezon-yirmi altı bölüm yayınlanan Mavera; 2022 yılında, bir sezon-yirmi altı bölüm yayın-lanan Aşkın Yolculuğu Hacı Bayram-ı Veli adlı yapımlarda bir motif olarak kerâmet ince-lenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Yunus Emre Aşkın Yolculuğu, Mavera, Aşkın Yolculuğu Hacı Bay-ram-ı Veli, kerâmet, motif.
Abstract
Human beings who continuously searched for the meaning of their existence attributed certain meanings to the events and situations that they could not understand. The search for meaning has thus brought with it many beliefs and rituals of religious or non-religious nature, and even these beliefs have filtrated into institutionalized beliefs. The inability to grasp the supernatural has glorified the individuals who performed these deeds in the eyes of the society and placed them in an elevated position.
After embracing Islam, the Oghuz tribes entered a new cultural phase, and the task of apostolising and guidance among the nomadic and settled Turks was conducted by those who devoted themselves to this duty. Colonizer Turkish Dervishes or Khorasani dervishes explained the principles of the new religion by using the power of melody and rhetoric in accordance with their own cultural codes, and they increased both the permanence and the influence of the new belief system in the minds and especially in the hearts.
Those known as saints, dervishes or religious mentors practiced some supernatural actions similar to prophetic miracles for various reasons. These events had two functions: one was to punish or persuade non-believers; other was to reinforce the believers' faith. These sa-intly personas preserved their spheres of influence with the miracles they performed not only while they were alive, but also after their deaths. Thus, many stories formed based on the lives of saints, whom the public deeply respected.
This paper analyses miracles and parables in the TV series, 'Yunus Emre: The Journey of Love' in 44 episodes; ‘Mavera’ in 26 episodes; and ‘The Journey of Love: Hacı Bayram-ı Veli’ in 26 episodes broadcast by Turkish National Television Association (TRT) in 2015, 2021 and 2022 respectively.
Keywords: Yunus Emre The Journey of Love, Mavera, Hacı Bayram-ı Veli The Journey of Love, miracle, motif.
Türkler İslâmiyet’i, Hicret’ten yaklaşık iki asır sonra tanımaya başlamış ve eski inançlarına, yaşam tarzlarına uygun bulmalarının da etkisi ile, yaklaşık iki yüz yıl gibi bir sürede hemen bütün unsurlarıyla benimsemiş, Anadolu coğrafyasına İslâm’ın bayraktarları olarak gelmişlerdir. Bu sürecin mimarları hiç şüphesiz yeni dini henüz kabul eden göçer evli Türk boyları arasında peyda olan, ekseriyetle Hak kelamını ve hadis-i şerifler ölçüsünde yaşam sürmeyi, vahyin asıl muhatabı olanlara aktarmaya çalışan Türk dervişleri olmuşlardır. Türk dervişlerinin yeni dini benimsetme yolunda kullandıkları metot, tasavvufî bağlamda yeni ve farklı ekollerin teşekkülüne zemin hazırlamıştır. Süreç içerisinde sistemleşen, kendi kurumlarını teşekkül ettiren bu ekollerin ilki ve en tesirlisi, Hoca Ahmed Yesevî’nin başçısı bulunduğu Yesevîlik’tir. Hoca Ahmed, Türk milletinin öz kültür kaynaklarını İslâm dininin potasında eriterek Divân-ı Hikmet’i meydana getirmiştir. Onun hikmetleri çağları ve sınırları aşmış, Yesevî’nin nefesi Orta Asya’dan Avrupa içlerine kadar ulaşmıştır. Bu çalışmada, söz konusu ekolün kurucusu ve Türk Tasavvufu denilince akla gelen ilk kişi olan Hoca Ahmed Yesevî’nin, Türk’ün tasavvuf anlayış ve kavrayışının en mühim ve öncü eseri olan Divân-ı Hikmet’i, “bel bağlama” ekseninde, üç farklı başlık ve yönden incelenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Hoca Ahmed Yesevî, Yesevîlik, Divân-ı Hikmet, bel bağlama, şedd-i vast/nitâk, elifi nemed, tîg-ı bend.
Abstract
Turks began to recognize Islam about two centuries after the Hijra. In addition, since they found it suitable for their old beliefs and lifestyles, they adopted it with almost all its elements in a period of about two hundred years and came to Anatolia as the flagbearers of Islam. The architects of this process were undoubtedly the Turkish dervishes who emerged among the nomadic, newly converted Turkish, and who tried to convey the revelation as how to live a life in accordance with God's commands and hadiths. The method used by the Turkish dervishes to adopt the new religion paved the way for the development of new and different schools of Sufism. The first and most influential of these schools, which systematized in the process and formed their own institutions, is Yesevism led by Khodja Ahmed Yesevî. Khodja Ahmed created Divan-i Hikmet by melting the Turkish nation's own cultural resources in the crucible of Islam. His words of wisdom transcended ages and borders, and his influence reached from Central Asia to the interior of Europe. This study examines the Divān-i Hikmet of Khodja AhmEd Yesevi, the founder of the aforementioned school and the first person to consider when it comes to Turkish Sufism, which is the pioneering work of Turkish Sufism, from three different perspectives, on the axis of "binding".
Keywords: Khoja Ahmed Yesevi, Yesevism, Divān-i Hikmat, binding, shedd-i vast/nitāq, elifi nemed, tīg-ı bend.
Modern zamanlara dek tarihi, coğrafi, sosyal ve siyasal şartlardan ötürü sözlü geleneğin güçlü birer temsilcisi olan Kazak Türkleri, sair Türkler gibi zengin bir anlatı geleneği ve repertuvarına sahiptirler. Şekil itibari ile nazım-nesir karışık, destan-masal arası bir tür gibi görünen ve söz konusu geleneğin farklı bir örneği olan Kazak kahramanlık masalları, konusu bakımından destanlara yakın olsa da topyekûn bir milleti ilgilendiren sorunlardan ziyade kahramanın öz macerasını, ekseriyetle daha dar grupların karşılaştığı güçlükleri ve ana kahramanın bu manada verdiği yaşam mücadelesini aktaran sözlü eserlerdir. Türk epik yaratmalarında esas gaye milletin menfaatlerini koruyup kollamaktır. Milletin koruyucusu ise onun kendi bilinç dünyasında yaratıp şekillendirdiği anlatı kahramanıdır. Epik anlatı kahramanı, doğumundan ölümüne kadar hayatının her aşamasında anlatılardaki diğer karakterlerden ayrışan bir portre çizer; zira o, milletin ülkülerini kendi bünyesinde toplayan ve bu idealleri yaşatma kudretine sahip kişidir. Bu çalışmada, Kazak kahramanlık masallarında yer alan toplumsal cinsiyet unsurları, aile sosyolojisi bağlamında disiplinlerarası bir yaklaşımla aktarılmaya çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Destan, masal, kahramanlık masalı, Kazak Türkleri, roller, toplumsal cinsiyet.
Abstract
Until modern times, Kazakh Turks, who are strong representatives of oral tradition due to historical, geographical, social and political conditions, have a rich narrative tradition and repertoire like other Turks. Kazakh heroic tales, which seem to be a mixed genre between prose and verse, epic and fairy tale in terms of form, and which are a different example of the tradition in question, are oral works that convey the hero's personal adventure, the difficulties faced by smaller groups and the main hero's struggle for life in this context, rather than the problems that concern a whole nation, although they are close to epics in terms of subject matter. The main purpose in Turkish epics is to protect and watch over the interests of the nation in question. The protector of the nation is the epic hero created and shaped by its own mental universe. The hero of the epic draws a different profile from other characters in the narratives with every phase of his life from birth to death; for, he is the person who embodies the ideals of nation and has the power to reify them. In this study, gender elements in Kazakh heroic tales will be analyzed with an interdisciplinary approach in the context of family sociology.
Keyword: Epic, fairy tale, heroic tale, Kazakh Turks, roles, gender.
Âşık Edebiyatının önemli temsilcilerinden Karaca Oğlan, zamanı aşan sözü ve nefesi ile asırlar boyu canlılığını korumuş, Anadolu insanı onu tıpkı Yunus Emre gibi farklı yöre hatta kasaba ve köylerde dahi kendisine mal etmeye çalışmıştır. Yaşadığı coğrafyadan yüzyıla, asıl adından doğum ve ölüm tarihine, nereli olduğundan ona ait olan ve olmayan şiirlere, Karaca Oğlan ve Karaca Oğlanlar meselesine kadar hayatı bilinmezliklerle örülü Karaca Oğlan’ın şiirinde evren, kendi öz kimliği ile görülür. Doğa ile iletişimini modern zamanlarda kaybeden ve ekolojik dengenin bozulmasının müsebbibi insanoğlu, kendi beninde, kendinden başka bir dünyanın varlığını reddedip varlığa kendinden menkul mana vererek nesneden asıl ve biricik özneye dönüştüğünü varsaymıştır. Doğanın böylesi bir sömürge unsuru haline getirilmesine hem tepki hem de doğaya farklı bakış oluşturma çabasının ürünü olan ekoeleştiri, doğayı insan ile olan ilişki ve mücadelesi ile değil; varlık âlemindeki her nesnenin kendisine has bir kimliğe ve değere sahip olduğu savı ile ortaya çıkmıştır. Çalışmada, odak noktasına salt insanı değil evreni oturtan Karaca Oğlan’ın şiirlerinde doğa, ekoeleştiri kuramının temelleri perspektifinde değerlendirilmiş, Karaca Oğlan’ın söz konusu evrene bakış açısı irdelenmiştir.
Anahtar Kelime: Karaca Oğlan, ekoeleştiri, çevreci eleştiri, Türk halk şiiri, doğa, çevre.
Abstract
One of the important representatives of Minstrel Literature, Karaca Oğlan has maintained his essence for ages by his words and inspiration that exceeds time, and Anatolian people have tried to appropriate him, just as Yunus Emre. The universe is seen in its own identity in Karacaoglan’s poems, whose life is shrouded in obscurity including his life period, age, real name, date of birth and death, hometown and even his authenticity. Humans are to blame for the destruction of the ecological balance since they have lost touch with nature in modern times. And they have denied the existence of another world and taken the existence for granted by stressing the importance of individual subjects. Ecocriticism, which emerged as a reaction to the colonialization of nature and as a product to create a different perspective towards nature, suggests that nature is not only for humans, and all things hold unique individual importance. The study examines the universal nature concept in Karaca Oğlan’s poems within the premises of Ecocritical theory and analyzes Karaca Oğlan’s viewpoint on nature.
Keywords: Karaca Oğlan, ecocriticism, environmental criticism, Turkish folk poetry, nature, environment.
Toplumun tesisi aile, ailenin tesisi ise birey ile mümkündür. Birey ve toplumun var olması veya yokluğa mahkûmiyeti, her ikisini de ayakta tutan aile kurumunun dirliğine bağlıdır. Türkün milli ve manevi değerlerinin asırlar boyunca gösterdiği tekâmül, ocak ile doğrudan ilişkilidir. Türk ocağını kadim yapan onun dayandığı esaslar ve toplumun fertlere yüklediği ödevlerdir. Söz konusu ödevlerin geçmişten günümüze dek yaşadığının ispatı olan halk yaratmaları araştırmacılar için değerli kaynaklardır. Türkün, İslam ile tanış olma döneminin kültür köklerini gördüğümüz Vatikan ve Dresden nüshaları ile on iki boydan müteşekkil Dede Korkut adlı destani hikâyeler, zikredilen kurumun ve değerlerinin canlı bir biçimde yaşatıldığı anlatılardır. Makalede, henüz bir yıl önce ilim âlemine on üçüncü boy olarak takdim edilen “Salur Kazan’ın Yedi Başlı Ejderhayı Öldürdüğü Boy” toplumsal cinsiyet rolleri özelinde bireye inilerek sosyolojik manada tetkik edilecek ve aile ekseninde bir milleti var eden değerler aktarılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Dede Korkut, aile, Salur Kazan, yedi başlı ejderha, Günbed / Türkistan / Türkmen Sahra Nüshası.
Abstract
The foundation of society rests on the family, and the latter relies on the individual. The existence or demise of both individual and society depends on the sustainability of the family institution. The development of Turkish national and spiritual values over the centuries is directly related to the concept of ‘hearth’. What makes the Turkish hearth immortal are its foundational principles and the duties that society imposes on its individuals. Folkloric elements which prove that these duties have survived till now are valuable resources for researchers. The epic stories named Dede Korkut, consisting of twelve stories combined with The Vatican and Dresden copies, reflect the cultural roots of the period when the Turks became acquainted with Islam, and, are the narratives in which the mentioned institution and its values are kept alive. This article analyses “The Story about How Salur Kazan Killed the Seven-Headed Dragon" which was presented as the thirteenth dimension to the scientific world just a year ago, from a sociological perspective by referring to the gender roles, and, focusing on the family concept, highlights the values that gives a nation its identity.
Keywords: Dede Korkut, family, Salur Kazan, seven-headed dragon, Günbed / Turkistan / Turkmen Sahara Copy.
Tarihi, coğrafi, dini ve sosyolojik sebeplerden Türk ailesi, kadın egemen yapıdan ataerkilliğe ve sonrasında eşitlikçi aileye doğru üç farklı kültürel geçiş aşaması takip eder. Her bir aile tipi kendine haiz özelliklere sahiptir ve toplumsal cinsiyet de buna göre şekillenir. Ailede otoritenin tekilliği ya da bölünmüşlüğü, kadın-erkek arasındaki görev dağılımında değişiklikleri beraberinde getirse dahi; kadın, toplumun kendisine verdiği birçok vazifesi ile birlikte doyurmak görevini daima üstlenir ve bu yükümlülük hemen hiçbir değişikliğe uğramadan günümüze kadar intikal eder.
Türklerde aş yahut aş verme toplumbilimsel mana ve bağlamda çok yönlü bir eylemdir. Yemeğin hazırlık evresi, boş vakit kavramına yabancı olan Türk kadınının bir araya geldiği, sohbetler ettiği, işi ve aşı kolaylaştırdığı sosyalleşme alanlarından birisidir. Söz konusu buluşmalar bilgi alışverişinin yapıldığı, yeni nesillere birikimlerin, Türkün örf ve adetinin aktarıldığı okullardır. Kadın burada toplumsallaşırken geleneğin icrası ve sonraki kuşaklara nakli konusunda önemli bir görev ifa eder. Böylelikle kadının örtük veya açık bu eğitimi, yalnızca tekil bir eylem olmaktan çıkar ve kültürün yaratıldığı, yaşatıldığı bir fiile dönüşür.
Çalışmada, toplumun eril ve dişil fertlere taksim edilen ödevler neticesinde, ocak ve etrafında teşekkül eden vazifelerin kadına yüklendiği, görev dağılımının Türk kültüründe yer alan kız çocuğun erkek çocuktan değersiz, arka plânda veya farklı konumda düşünülüp görülmesi ile ilişkisi, toplumsal cinsiyet bağlamında kadın ve erkeğin sofradaki rolü üzerinde durulmuştur. Türkün konukseverliği bilhassa Dîvânu Lugâti’t-Türk’ten konu bağlamında verilen örneklerle gösterilmiş, aş ve aşın siyasi, sosyal ve ekonomik fonksiyonu değerlendirilmiş, Türk tefekkürüne göre uğur ve bereketine inanılan aşın, Barak Ovası’nı yurt tutan Çarganlı Türkmenleri arasında, kadın eli ile kutsuz aşa ve akabinde bir halk inanmasına nasıl dönüştüğüne değinilmiştir.
Anahtar sözcükler: Barak Ovası, Türkmenler, toplumsal cinsiyet, kadın, aş/yemek, kut.
Abstract
The Turkish family follows three different stages of cultural transition from a woman-dominated structure to patriarchy and then to an egalitarian family due to multifarious historical, geographical, religious, and sociological reasons. Each family type has its own characteristics and gender is shaped accordingly. Even if the singularity or division of authority in the family leads to changes in the distribution of duties between men and women, the woman always assumes the duty of feeding, along with the many duties assigned to her by the society, and this obligation has been transferred to present-day without any change.
Food or organizing feasts in Turkic societies is a multi-faceted event in sociological meaning and context. The preparation phase of the feast is one of the socializing areas where Turkish women, who are not familiar with the concept of leisure time in a secular sense, come together, have conversations, and facilitate the work. These gatherings are schools where information is exchanged, knowledge and customs of Turks are passed on to new generations. While the woman here is socialized here, she fulfills an important duty in the execution of tradition and its transfer to the next generations. Thus, the implicit or explicit education of women ceases to be just a singular act but turns into an act in which culture is created and sustained.
This study focuses on the elements in which the duties in the hearth and its surroundings are attributed to the woman, girls are considered inferior or in worthless position compared to boys in the distribution of the tasks, and the role of man and woman at the table is considered. The hospitality of the Turkish people is highlighted with examples form Divanu Lugâti't-Türk; political, social and economic function of food is evaluated, and how food, believed to be fortune and blessing, was turned into a ritualistic feast and folk belief with the touch woman's hand among Tsargani Turkmens in Barak Plains.
Key words: Barak Plain, Turkmens, gender, woman, food, ritual.
Menkıbeler sözlü ve yazılı olarak; anlatma geleneği içerisinde yahut eserler vasıtasıyla asırlar boyu kuşaktan kuşağa iletilen, tıpkı diğer türler gibi halk muhayyilesinde gelişmiş, onun kültürünü yansıtmada başlangıçtan beri taşıyıcı unsur olmuştur. Halkın dini inancını, inanmalarını içerisinde barındırmış, bu da ona farklı ve kutsal sayılan bir statü kazandırmıştır; zira onun bünyesinde taşıdığı kahramanlar yaşamış ve vefatlarından sonra dahi halkın kutsal sayıp değer verdiği kişiler olmuştur. Sosyolojik işlevi açısından da önem arz eden söz konusu mahsuller, toplumdaki aksaklıkları veya bozuklukları, genel olarak veli adını verdiğimiz şahısların gösterdiği bir takım kerametler ile toplumun kutsalları aracılığıyla, insanları etki altına almak suretiyle düzeltmekte; onların yer yer bulunan kabirleri ve bu kabirler etrafında teşekkül eden anlatıları ise, kutsalların ve ahlaki bir takım değerlerin unutulmasını engellemekte, yeni nesillere dini ve örfi değerlerin aktarımını sağlayarak toplum üzerinde kontrol mekanizması kurmaktadır. Gezilen, görülen yahut duyulan mekânların resmedildiği zengin kültür hazineleri ise seyyahlar vasıtasıyla kaleme alınan seyahatnâme adlı eserlerdir. Çalışmamamıza kaynaklık edecek olan Evliya Çelebi Seyahatnâmesi edebi mahsullerin birçoğunu barındıran, menkıbe açısından da menâkıbnâme sayılabilecek kadar kapsamlı, çok geniş bir coğrafyayı içine alan bir kaynaktır. Bu makalede, Evliya Çelebi Seyahatnâmesi’nde tespit edip inceleme şansı bulduğumuz menkıbeler, Anadolu sahası özelinde, Ahmet Yaşar Ocak’ın menâkıbnâmeler ile ilgili motif tasnifinden hareketle irdelenecektir.
Anahtar kelimeler: menkıbe, Evliya Çelebi, Seyahatnâme, efsane, motif.
ABSTRACT
Menkıbe (religious anecdotes), inherited from generation to generation within oral literary tradition, just like other literary productions, bloomed in public imagination and became a dominant element in reflecting the culture. It contained people's religious beliefs and faith; and thus, attained a sacred status. This is due to the fact that the heroes were real life figures and conserved their high esteem even after their deaths. Having sociological functions, the literary products in question correct the disruption and disorder within a society with the help of wonders demonstrated by 'veli' (the patrons). In addition, the narratives forming around their tombs distributed in separate places prevent sacred and moral set of values to be forgotten and ensure a kind of control mechanism over the society by transferring religious and traditional values to new generation. On the other hand, travelogues are the rich cultural treasures, written by travelers, depicting the visual and spatial qualities of places visited. Evliya Celebi Seyahatnamesi (Travelogues) forms the main source of this paper in that its content covers a vast area to be also considered as religious anecdote. In this article, the anecdotes, specific to Anatolia region, detected and reviewed in Evliya Celebi Travelogue will be analyzed in detail with reference to Ahmet Yasar Ocak's classification of motifs.
Key words: religious anecdotes, Evliya Çelebi, book of travels, legend, motifs.
Ozan-baksı edebi geleneğini sürdüren Âşık edebiyatı temsilcisi söz ustalarının önemli vasıflarından birisi hazırlıksız söz söyleme yani irtical kabiliyetidir. İrticali söz söyleme yeteneğinin insanların günlük yaşamlarına aks edecek kadar yerleştiği; hatta âşık olma iddiasında bulunmayan yöre halkının dahi bu kabiliyetle mücehhez olduğu Barak Ovası yahut Barak Yöresi birçok âşığa ev sahipliği yapar. Mızarlı Âşık Memet de zikredilen doğaçlama söz söyleme kabiliyeti ile ün yapmış, katıldığı yarışmaların tamamında "Besteli Doğmaca Türkü" dalında dereceler elde etmiş ve yörede haklı bir üne kavuşmuştur. Makalede Mızarlı Âşık Memet tanıtılmıştır. Ailesi, akrabaları, yakın arkadaşları, köylüleri ve yörenin ileri gelenleri ile yapılan mülakatlar neticesinde elde edilen bilgiler ışığında Mızarlı Aşık Memet'in hayatı, sanatı ve eserleri aktarılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Mızarlı Âşık Memet, âşıklık geleneği, Gaziantep.
Abstract
One of the important qualities of the minstrel literary tradition representatives is their ability to improvise; that is, to deliver impromptu (irticali) speech. The Barak Plain or Barak Region where the impromptu speech fused into people's daily lives and even the common folk is equipped with this talent hosts many minstrels. Mızarlı Aşık Memet, renowned for his talent of delivering impromptu poems, was ranked first in many competitions in the field of "Lyrical Improvised Folk Songs" and gained a well-deserved fame in the region. This article presents the life, art and works of Mızarlı Aşık Memet under the light of information gathered with interviews with his family, relatives, close friends, countrymen and leading figures in the region.
Key Words: Mızarlı Âşık Memet, minstrel tradition, Gaziantep.
Toplumların, millet olma şuurunun yansımaları olarak görülebilecek destanlar, tarihi bir misyonu ifa eden mahsullerdir. Destanlar, yalnızca sanatçının ağzında sanat yapma kabiliyetini görmemizi sağlayan edebi yaratmalar değildir. Bu anlatmalar; toplumun değerlerini, sosyal yapının tüm dinamiklerini, çıkmazlarını, sorunların çözüm yollarını aksettiren ve milletin bilincinin derinliklerinde yatan düzenin baş aktörü kahramanın, bitip tükenmek bilmeyen mücadelesidir. Kahramanın, milleti ve diğer toplumlar adına verdiği savaş, onun toplum hafızasında kendisine, ulaşılması güç bir konum elde etmesini sağlar. Köroğlu Destanı ise Oğuz Kağan Destanı ve Dede Korkut Boyları ile birlikte Türk Dünyasında en yaygın olan anlatılardan biridir. Geniş bir coğrafyada, günümüzde dahi kahramanlıkları dillerde dolaşan, sinema ve tiyatroya uyarlanan yegâne destan kahramanı Köroğlu ve onun etrafında teşekkül etmiş olaylardır. Köroğlu, destan kahramanı olarak haksızlıklara direnen, halkının ve haklının yanında olan kimliği ile yaratmalarda vücut bulur. Onun yaşamını yansıtan yahut ona atfedilen olaylar ise destan kahramanı Köroğlu’nun zihin ve gönül dünyasından silinmesine mani olmaktadır. Günümüzde dahi Köroğlu kollarının yaşadığına dair emarelerden yalnızca birisi olabilecek çalışmamız, “Köroğlu’nun Durna Teline Gittiği Kol” Kilis rivayeti üzerine olacaktır. Bahsi geçen anlatmanın değişik coğrafya ve mekânlarda dillendirilmesi değerini artırır ve yitip gitmesine mani olur. Farklı bağlam, anlatının yapısına zenginlik ve dinamiklik katar. Unutulmamalıdır ki her bir varyant yeniden doğuştur.
Anahtar kelimeler: Köroğlu, Turna, Durna Teli, Destan, Kilis.
ABSTRACT
Sees as the reflections of societies to become independent nations, epic literature performs a historical mission. They are not mundane products that allow us to see the artistic ability of an artist. These creations are the endless struggle of hero prototype, which reflects the values, social structure patterns, impasse and solutions for the problems of the society and acts as the key factor of the deep societal order of a nation's consciousness. Hero's struggle in the name of his nation and oppressed people ensures him an unattainable position in national memory. In the Turkish world, the only epic hero adapted to theater and cinema is Köroğlu and his adventures, whose recognition and variants multiplied in time and whose valor is talked about in a vast geography along with Oghuz Khan and Dede Qorqut Epics. As a legendary hero, Köroğlu exists with an identity that resists injustices, defends the oppressed and rebels against injustices. The events that reflect his life or the events attributed to him prevent his eradication from the mind and heart of the world. This work, as one of the many signs that proves Köroğlu tales still survive even today, focuses on Köroğlu's Adveture of Crane Feather, which I had the good fortune to compile in Kilis province. If recorded and expressed in every occasion in different geographies and places, the tale in question will stand the trial of time. The different context adds richness and dynamism to the narrative structure. It should not be forgotten that each variant keeps the secrets of rebirth with itself.
Key words: Köroğlu, Crane, Crane Feather, Epic, Kilis.
Edebi metinler, yalnızca sanatsal kaygılarla ortaya konmuş mahsuller değildir; mitolojik dönem ve sonrasına bakılacak olursa ilkel insanın yaşamsal kaygıları, gelecek nesillere bırakılması gereken hayat şifreleri ve çözümleri ile donatılmış bilgiler topluluğudur. Öyle ki bu bilgi birikimi edebiyata yaşam kurtaran bir misyon yüklemiştir. Yeni nesiller, kaosun kozmosa nasıl dönüşeceğinin bilgisini atalarından almış, kendisi de karşılaştığı problemlere benzer ve farklı yeni tepkiler vermiştir. Söz konusu benzer ve farklı tepkiler bir olmanın önemsendiği toplumlarda birlikteliğe giden yol için gerekli hususiyetler, çeşitli ritüel ve inançlara dönüşüp önem kazanmıştır. Sosyolojik olarak toplumun en küçük birimi olan aile toplumsal birliğin sembolü iken aile bağlarının gücü ise diri olmayı göstermiştir. Ailenin çözülmesi beraberinde birçok problemi doğuracağı ve toplum bilimsel manada çözülmeyi getireceğinden aile kurma yolunda atılan bütün adımlar da sıkı bir kurallar dizgesine ve toplumsal kontrol mekanizmasına tabi kılınmıştır. Kadim milletlerin anlatıları bilinçaltı ve üstünde yatan kodları barındırmaktadır. Bu sebepledir ki bir milletin en eski yaratmaları bize o milletin millet olma şuurunun dinamiklerini verecektir. Zikredilen kurumun temellerinde yatan değer ve inançları görebilmek için Türk mitolojisinden de derin izler barındıran Sibirya Sahası Türk Destanları tahlil edilmiştir. Altay, Hakas, Tuva, Yakut (Saha), Şor Türklerine ait seksen yedi destan metni özelinde ailenin kuruluşunun işleneceği bu makalede; eşlerin birbirlerinde aradıkları hususiyetlerden başlanarak, evlilikte etken olan bireyler, evlilik tarzları -dünür gitmekten gerdeğe- evlilik aşamalarına kadar, Türk’ün düşünce sistemi içinde zamanla şekillenen, toplumsal kabul yoluyla aile olmanın ne gibi süreçleri gerektirdiği üzerinde durulacaktır. Çalışmanın ana hareket noktası ise Türk milletinin temel kodlarını taşıyan Oğuz Kağan Destanı, Dede Korkut Boyları ve Köroğlu Destanı olacaktır.
Anahtar Kelimeler: Sibirya, Dede Korkut, Oğuz Kağan, Köroğlu, aile sosyolojisi.
ABSTRACT
Literary texts are not only products created with pure artistic concerns; but they are also collections of information furnished with the daily life concerns of primitive man and his life codes and solutions to hand down the next generations from the perspective of mythological period and its aftermath. Thereby, this knowledge puts a life-saving burden on the shoulders of literature. New generations took the knowledge of how chaos would turn into the cosmos, and they gave similar or different reactions to the problems encountered. So-called similar or different reactions have gained key roles and have been transformed into necessary features for being united in societies where togetherness is valued and into into a variety of rituals and beliefs. While the family, as the smallest unit of society in sociological terms, is a symbol of social unity, the power of family ties represents being unified. Since the disintegration of the family would lead to many problems and cause disintegration, all the steps taken in order to establish a family have been subjected to a string of rules and social control mechanism. The narratives of the ancient nations contain conscious and subconscious codes. Therefore, the oldest creation of a nation can provide us with the dynamics of that nation's consciousness. The Turkish myths of Siberian area that have deep traces of Turkish mythology are analyzed in order to observe the values and beliefs lying in the foundations of the institution in question. This study covers texts of eighty-seven myths from Altai, Khakas, Tuva, Yakut (Saha), and Shor Turks within the context of family concept. It also deals with the ideal characteristics that couples look for in themselves, marriage types and process (from family arranged marriages to nuptial nights) that were shaped by time within Turkish system of thought and that highlight the processes to form a family through social acceptance. The main starting point of the study is the epics of Oghuz Khan, Dede Korkut Oguz Kagan Epic, Dede Qorqut and Köroğlu which host the basic principles of Turkish nation.
Key Words: Siberia, Dede Qorqut, Oghuz Khan, Köroğlu, family sociology.
Division of labor and status difference are prevalent among family members. The determination of the status is usually in the form of reflecting the value judgments of the society to family. These value judgments provide various tasks to each individual. Family members are expected to perform their duties. In sociology, division of tasks and duties is realized by gender roles in individual level. The most important role of the girl in the myths examined is to imitate her mother as a woman, and to marry a suitable brave man when she matures. She has some responsibilities like to bring new generations to life, to raise them and to lead them to the right path. Women are not individuals who only have domestic skills and are wise. They sometimes take up the role of saviors. However, the central figure in myths are generally male children. The absence of male child is pain for the father while his presence safeguards continuation of family line which is a great matter of pride. The theme of childlessness is almost entirely conceptualized on having male children. Various rituals are performed so as to have children. Not giving birth to male children prevents the flow of action in myths and its is a harbinger of the end for society. In society the men are expected to take names after a bravery, eliminate the enemies, put society in order, compete with rivals or enemies for the wife-to-be, to protect their family, wives, children and honor, and ultimately to transfer authority to their heirs as fathers. This article examines Oghuz Khan, Dede Qorqut and Koroglu myths based on the Turkish culture which expand to a vast geography in terms of their recognition and variants.
Key Words: Oghuz Khan, Dede Qorqut, Koroglu, societal gender, roles.
ÖZET
Aile bireyleri arasında bir iş bölümü ve statü vardır. Statünün belirlenmesi de ekseriyetle o toplumun değer yargılarının aileye yansıması şeklinde olur. Bu değer yargıları her bireye çeşitli görevler yükler. Aile bireylerinin de üzerlerine düşen görevleri yerine getirmesi beklenir. Sosyolojide fert bazında, ödev ve sorumlulukların ayrılması durumu toplumsal cinsiyet kavramı ile karşılanır. Toplumbilimsel kriterlerle incelenen destanlarda kız çocuğun en önemli rolü annesini örnek alarak yetişmekken ikinci ödevi genç kızlığa geldiğinde münasib bir bahadır ile yaşamını birleştirmektir. Yaşam birlikteliğinde yeni nesilleri dünyaya getirmek, onları büyütmek, çıkmaza düştüklerinde onlara yol göstermek gibi vazifeleri vardır. Kadın elbette sadece ev işlerinde maharet gösteren, bilgeliği ve aklıyla etkin olan bir birey değildir. Kadın bahadırlığıyla kimi zaman da kurtarıcı rolüne bürünür. Anlatıların ekseriyetle bel kemiğini oluşturan birey ise erkek çocuktur, onun olması lüzumludur. Onun olmaması aileye özellikle de babaya elem verirken, varlığı baba için iktidarın devamı anlamındadır ve büyük bir övünç meselesidir. Çocuksuzluk temi hemen tamamen erkek çocuk üzerinden işlenir. Çocuk sahibi olabilmek adına çeşitli ritüeller gerçekleştirilir. Çocuğun dünyaya gelmemesi olay akışının başlamasına engeldir ve toplum için sonun habercisidir. Erkeğe toplumun yükledikleri ise şunlardır: Bir kahramanlık neticesinde ad alma, yurduna ve halkına düşman olanları bertaraf etme, kaosu düzene çevirme, eş adayı için rakipleri yahut engellerle mücadele etme; ailesini, eşini ve çocuklarını, namusunu gözetme ve koruma, nihayetinde ise bir baba olarak iktidarını varisine devretme. Bu makalede, temelde bahsi geçen bireyler üzerinden varyant ve bilinirlik açısından geniş bir coğrafyaya yayılan Oğuz Kağan, Dede Korkut ve Köroğlu anlatıları Türk kültüre de esas alınarak incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Oğuz Kağan, Dede Korkut, Köroğlu, toplumsal cinsiyet, roller.
Ad verme yahut ad alma Oğuz’un tefekküründe hususi bir yere sahipti. Doğan her çocuk ekseriyetle adsız olarak veya geçici bir ad ile hayata gözlerini açardı. Gösterdiği kahramanlık ile öz kimliğini ispatlayan ve statüsünün değişmesi gerektiğini boyun ileri gelenlerine teyit ettiren kişi ancak bir ada layık görülürdü. Ad, ferdin marifeti ile ortaya çıktığından ismini bağışlayan birey esasen muhatabına kendisi hakkında ipuçları vermiş olurdu. Ayrıca zikredilen eylem; etrafında oluşan ritüeller, inanmalar ile adı veren-alan, şahit olanların hususiyetleri gibi çok yönlü sosyokültürel bir olgudur.
Dede Korkut Oğuznâmeleri, göçer evli Oğuz boylarının gündelik yaşantısından, dini, sosyal, iktisadi, coğrafi durumlarına ve tarihteki yerlerine kadar geniş bir yelpazede; birey-aile-millet-devlet hakkında kapsamlı bilgiler içeren önemli bir kaynaktır. Yeni tespit edilen üçüncü nüshası ile birlikte Dedem Korkut’un soyladığı on üç boy üzerinde, önemine binaen iki yüzyıldır birçok farklı disiplinde teorik araştırmalar veya uygulama çalışmaları yapılmaktadır. Boylar, döneminin dil özelliklerini yansıtması bakımından da mühimdir; zira canlı birer varlık olarak yaşayan, değişen-dönüşen yahut günümüzde kullanımda olmayan kelimeler, Türk kültürünün geçmişteki izleridir. Bu sebepten boylardaki her bir kelime, başta Türkoloji sahasında olmak kaydıyla bilhassa disiplinlerarası açıdan üzerinde durmayı, düşünmeyi, kafa yormayı gerektirmektedir.
Bildiride, hususen Dede Korkut Oğuznâmeleri’nde var olan Uruz adının -yerli ve yabancı kaynaklardan hareketle- etimolojik analizi yapılmaya ve kelimenin Türk kültüründeki yeri belirlenmeye çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Dede Korkut Oğuznâmeleri, Oğuz boyları, Uruz, ad verme/ad alma.
Abstract
Naming or taking names had a special place in Oghuz tradition. Every child born would open their eyes to life, usually anonymously or under a temporary name. A person who proved his self-identity with the heroism he showed and who confirmed that his status should change to the notables of the tribe could only be deemed worthy of a name. Since the name emerged through the skill of the individual, the individual who gave the name would essentially give clues about himself to his addressee. This event is a multifaceted sociocultural phenomenon with rituals and beliefs forming around the name-giver taker and those who witness it.
Dede Korkut Epic is an important resource containing comprehensive information about individual-family-nation-state ranging from the daily life of the nomadic Oghuz tribes to their religious, social, economic, geographical conditions and their place in history. Along with the newly discovered third copy, theoretical research or applied studies have been carried out on thirteen Dede Korkut stories by many different disciplines for two centuries. These stories are also important in terms of reflecting the language characteristics of the period. As such, the words as living, changing, transforming entities are imprints of Turkish culture in the past. For this reason, every word in the stories requires further inquiry from an interdisciplinary perspective, especially in the field of Turcology.
This proceeding traces the etymological evolution of the name Uruz in Dede Korkut stories on domestic and foreign resources and analyzes its place in Turkish culture.
Keywords: Dede Korkut Epic, Oghuz tribes, Uruz, naming / taking names.
Aile, anne, baba ve çocuklardan müteşekkil en küçük toplumsal yapıdır. Toplumun çekirdeği aile, ailenin çekirdeği ise çocuktur. Yeni nesillerin toplumsal normlara, ahlâk kurallarına, millî ve mânevi değerlere uygun yetiştirilmesi önemlidir; zira ailenin maddi ve manevi tüm unsurlarının istikbâle taşınması çocuk ile mümkün olabilecektir.
Temelde birey, akabinde aile ve nihayetinde bir milletin teşekkülünün, ideallerinin yansıtıldığı Türk destanlarında asıl amaç söz konusu milletin menfaatlerini koruyup kollamaktır. Milletin koruyucusu ise onun kendi zihin dünyasında yaratıp şekillendirdiği destan kahramanıdır. Destan kahramanı doğumundan ölümüne kadar hayatının her safhası ile anlatılardaki diğer karakterlerden ayrılan bir profil çizer; çünkü o, milletin ideallerini kendisinde toplayan ve bu ülküleri gerçekleştirme kudretine sahip kişidir. Elbette böyle bir kahramanın çocukluğu da toplumun bu çocuğa bakış açısı da ona yüklediği sorumluluklar da sair çocuklardan başka olacaktır.
Biyolojik ve sosyal süreçler nedeniyle tüm toplumlarda fertlere verilen, sosyal olmanın zorunlu bir neticesi olan roller ve ödevler farklıdır. Toplum nazarında iki farklı cinsin kıymeti, kız-erkek çocuklara kültürün yükledikleri ile doğru orantılıdır.
Çalışmada Türk Dünyasının bilinirlik ve varyant açısından epope oluşturacak kadar daire teşkil edip kollara ayrılan, Türkün en yaygın anlatmalarından birisi Köroğlu’nun Kazak Anlatmalarında; çocuk ve erginlenmesi, toplumun kız-erkek çocuğa bakış açısı, ona yüklediği roller, aile ve toplum nazarındaki mevkii tespit edilip toplumsal cinsiyet eksenli irdelenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Köroğlu, Kazak anlatmaları, epope, kız-erkek çocuk, toplumsal cinsiyet, roller.
ABSTRACT
Family is the smallest social structure consisting of mother, father and children. The core of the society is family, and the core of the family is child. It is essential to raise new generations in accordance with social norms, moral rules, national and spiritual values. For, it is only possible with child to carry all the material and moral elements of the family to future.
The main purpose in Turkish epics in which the formation and ideals of individual, family, and ultimately, nation is reflected, is to protect and watch over the interests of the nation in question. The protector of the nation is the epic hero created and shaped by its own mental universe. The hero of the epic draws a different profile from other characters in the narratives with every phase of his life from birth to death; for, he is the person who embodies the ideals of nation and has the power to reify them. Naturally, the childhood of such a hero, the perspective of society on this child, and responsibilities imposed on him should be different than other children.
The roles and duties assigned to individuals in all societies as a result of biological and social processes as necessary consequences of being social, are different. In the eyes of society, the value of opposite sexes is directly proportional to what the culture imposes on them.
This study examines the concept of child and its adolescence, society's point of view on boys and girls, the roles imposed on them, their position in the eyes of family in Koroglu's Kazakh Narratives, some of the most widespread Turkish narratives with various branches to form an epic in the Turkic World.
Keywords: Koroglu, Kazakh narratives, epic, male-female child, gender, roles.
Kalıp ifadeler yahut yargılar bir milletin uzun tecrübeler neticesinde elde ettiği söz hazineleridir. Formellerin en kısa ve yoğun anlatıma sahip olanı deyimler; ihtiyari veya gayri ihtiyari halkın her kesiminden insanın; sözün etki gücünü artırmak, akılda kalıcılığı kolaylaştırmak, muhatabını ikna etmek, ilgi çekmek gibi çeşitli sebeplerden ötürü kullandığı söz öbekleridir. Halk Edebiyatı mahsulleri içerisinde en canlı olanı, yaşamın içinde her mekânda her an yeniden yaratılanı, en sık kullanılan ve benimseneni de deyimlerdir.
Yaşadığı toplumun dili kullanış biçim ve amacını, dünyaya bakış açısını, yaşam tarzını, zihin ve hayal dünyasını, örf ve adetlerini yansıtan, geleneğin taşıyıcısı, sözcüğü az manası çok olan bu söz kalıpları, Türkün ilk yazılı belgelerinden günümüze kadar sözlü, yazılı, elektronik ve diğer kültür ortamlarında kendisine yaşam alanı bulmuştur.
Şairler şiirlerinde, yazarlar eserlerinde, yapımcılar beyaz perdede; en az iki kelimeden müteşekkil, kimi zaman gerçek anlamında kimi zaman ise asıl anlamından büsbütün uzaklaşan deyimleri; zaman ve mekândan tasarruf etmek, insanlar üzerinde etki bırakmak, sözde akıcılığı sağlamak, sanat eserinin nihai amaçlarından olan ölümsüzlüğü yakalamak ve yapıtlarda bahis olunan dönemin şartlarını yansıtabilmek amacıyla kullanmışlardır.
Bildirimizde, Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT) tarafından Türkiye Büyük Milet Meclisinin kuruluşunun 100. yılı anısına çekilmiş, olayların Gazi Mustafa Kemal Atatürk etrafında geliştiği “Ya İstiklal Ya Ölüm” dizisindeki deyim varlığı tespit edilmiş, deyimlerin kullanıldığı bağlamda dönem şartlarını yansıtıp yansıtmadığı irdelenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Atatürk, Ya İstiklal Ya Ölüm, deyim, kalıplaşmış sözler, elektronik kültür.
ABSTRACT
Stereotypes or stereotypical expressions are verbal treasures that a nation has acquired over a long period of time. As the shortest and most intense formal expressions, idioms are expressions used by people from all walks of life for various reasons such as increasing rhetorical power, facilitating memorability, persuading interlocutor, and attracting attention. Idioms are the most vivid, the most created and the most frequently used and adopted element in daily life among the products of folk culture.
These phrases, which reflect the linguistic behavior of the culture it resides in, its perspective, mind and lifestyle, its customs and traditions by transferring tradition to future with their limited vocabulary, are sustained in verbal, written, electronic and other forms from the days of the first written documents of Turkish to the present day.
Poets in their poems, writers in their works, producers on TV screens utilized idioms, sometimes in their true sense and sometimes deviating from their original meaning, so as to save time and space, to make an impact on people, to achieve so-called flow, to capture immortality as one of the ultimate purposes of the work of art, and to reflect the conditions of the period depicted in the works.
This paper identifies idiomatic expressions in TV series Ya Istiklal Ya Olum, produced by TRT to commemorate the 100th anniversary of the founding of Turkish parliament, and examines whether they reflect the conditions of the period.
Keywords: Atatürk, Ya Istiklal Ya Olum, idiom, stereotypes, electronic culture.
Orta Asya’dan Hazar’a, Anadolu’ya ve akabinde Balkanlar’a kadar geniş bir coğrafyada hüküm sürmüş kadim Türk milleti, Eski Türk inancından İslâmiyet’e kadar benimsediği dinî, mistik, sihrî sistemlerin hemen hepsinde suyun kutsallığına, temiz olanın kirletilmemesi gerektiğine inanmıştır. Bilhassa Türklerin İslâmiyet’e girişi ile yeni inanç sisteminin ibadetlerden önce madde ve mana boyutunda hazır olma adına temizliği şart koşması, su/pınar kültünün küçük değişikliklerle Türk tefekküründe devamlılığını sağlamıştır. Medeniyete doğru atılan her yeni adım ile gelen her yeni eylem, ailede sosyolojik manada ekseriyetle cinsiyete dayalı iş bölümünü gerekli kılar. Söz konusu temizlik olunca, ev ve kıyafetlerin temizliğinden çocuklarda temizliğin bir davranış biçimi haline getirilmesine değin roller kadına verilmiştir.
Türkün İslâmı için temizlik önemli bir haslet olsa da toplum zihninde derin etkiler bırakan istenmedik olayların zuhuru ile bereketine inanılan bir fiilin kutsuzluğu halk inanmaları şeklinde ortaya çıkabilir. Nesnelere, durumlara yahut eylemlere atfedilen bu uğur-uğursuzluk olgusu tecrübeler neticesinde şekillenir. Toplumbilimsel yahut ruhbilimsel boyutta uğursuzluk fikri; küresel çapta olabileceği gibi millet, boy, sülale, aile veya yalnızca bireyin inanması olarak da kendisini gösterebilir.
Bildiride, Türk göçleri ile Anadolu’ya gelip Haymana Ovası’na yerleşen Akbaş Türkmenlerinde; İslâm dininin, mübarek gün/bayram saydığı Cuma’da yapılmasını efdâl kabul edip teşvik ettiği ve Türkün değer atfettiği temizliğin, çamaşır yıkama özelinde, kadının toplumsal cinsiyet rolü yoluyla nasıl kutsuzlaştığına değinilecektir.
Anahtar Kelimeler: Akbaş Türkmenleri, su/pınar kültü, temizlik, çamaşır, kut/uğur.
ABSTRACT
The ancient Turkish nation, who ruled in a wide geography from Central Asia to the Caspian, Anatolia and subsequently to the Balkans, believed in the sanctity of water and that the clean should not be contaminated in almost all religious, mystical and magic systems they adopted. Especially after the adoption of Islam by Turks, the new belief system stipulated cleanliness more forcefully than prayers, and this ensured the continuity of water/spring cult with only minor changes in Turkish thought system. Each new action with each new step towards civilization requires a sociological division of labor in the family, mostly based on gender. The role of ensuring cleanliness, from cleaning the house and clothes to teaching it to children, was given to women.
Although cleanliness is an important characteristic for Turkish Islam, public beliefs on bad deeds related to a common object considered blessed might appear due to the occurrence of unwanted events that have profound effects on the mind of the society. This luck-vs-bad-luck phenomenon, attributed to objects, situations or actions, is shaped based on lived experiences. The idea of bad luck on a sociological or psychological level might manifest itself globally or on nation, tribe, family, or individual level.
This study examines how cleaning, in particular laundry, became unblessed through the gender role of women among the Akbaş Turkmens who migrated to Anatolia and settled in the Haymana Plain.
Keywords: Akbaş Turkmens, water/spring cult, cleaning, washing, blessed/luck.
İlkel yaşam şartları, insanın inanma ihtiyacı, çevresinde yaşananları anlamlandırma çabası neticesinde oluşan ilk sözlü metinler, ritüellerle çevrili inanış biçimlerini doğurmuştur. Başlangıçtaki devrin, yaratılışın mahsulleri olan mitler ve bunu inceleme konusu yapan - bilimsel araştırma alan adı ile - mitoloji kaydedilen mana verme arayışıyla ortaya çıkmıştır. Kadim milletlerin kutsallarının ilk izleri, çağdaş dönemlere kadar yaşayabilen bu mitik metinlerde görülür. Mitler ait olduğu insan topluluğunun ortak inançlarını yansıtan edebi ürünler kabul edilmiş ve edebiyatın hususen Halk Edebiyatının inceleme alanına da dâhil edilmiştir.
Milletlerin yeni kültür dairelerine girmeleri, farklı öğretileri yahut dinleri benimsemeleri; siyasi, sosyal, ekonomik birçok alanda değişiklik ile birlikte kültürel dolayısıyla edebiyat sahasında da dönüşümü getirmiştir. Yeni anlatılar artık eski inanışın unsurlarından izler barındırsa da baskın bir biçimde içerisine girilen inanç dairesinin esaslarını yansıtır olmuştur.
Türklerin İslâmı kabulü ile de, bahsolunan yeni esaslar eski Türk inancından da izler barındıran ya da benzerlik taşıyan unsurları ile yeni bir türü doğurmuştur. Halkın dilinde ekseriyetle kıssa adı ile bilinen tür, menkıbeler, çoğunlukla efsane başlığı altında dini ve/veya tarihi efsaneler şeklinde sınıflandırmaya tabi tutulmuş. Menkıbe özelinde genellikle ayrı bir başlık açılıp izahata girişilmemiştir.
Mitik anlatılara benzer biçimde menkıbelerde de var olan karmaşa düzene sokulur ya da yeni nesillere söz konusu anlatılar aracılığı ile dinin öğretileri aktarılmaya çalışılır. Aktarımdaki başat rol ise, veli yahut evliya adı verilen din ulularının gösterdiği kerametler yani olağanüstü hallere aittir. Olağanüstülük bir inancı ve inanmayı temsil eder. Kerametlere ve keramet ehli insanların yaşadıklarına/yaşattıklarına şahit olanlar kadar, bunları anlatan, aktaran ve yıllar sonra dahi dinleyenler bunlara tam manasıyla inanır.
Menkıbenin temel işlevi ise eğitimdir. Halk, anlatılar ile hem kendi inanç dünyasını taze tutmakta ve yenilemekte hem de gelecek kuşaklara dinin temel vecibelerini bu kutsal metinler aracılığıyla aktarmaktadır.
Çalışmada Türklerin İslâm inancını benimsemesi ile birlikte kaleme alınan, ilk Türk İslam eserlerinden Hoca Ahmet Yesevi’nin Divân-ı Hikmet’inde tespit edilen menkıbeler; veli, evliya, pir adıyla zikredilen kişilerde cereyan eden keramet motifi özelinde incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, menkıbe, veli, keramet, motif, mit.
Abstract
The first oral texts formed as a result of primitive living conditions, people's need to believe and their efforts to interpret the events around themselves gave rise to belief systems surrounded by rituals. The myths, which are the products of stories based on creation, and the mythology, the scientific research domain which deals with them, have emerged as endeavors of meaning-making. The first traces of the sacred of ancient nations can be seen in these mythical texts that can survive until modern times. The myths are accepted as literary products reflecting the common beliefs of the human community to which they belong and are researched under the scientific field of Folk Literature.
Nations entering new cultural circles, adopting different teachings or religions have brought a transformation in the field of culture and literature along with changes in many political, social, and economic fields. Although new narratives now contain traces from the old belief systems, they have come to dominantly reflect the current belief systems.
With Turks' adoption of Islam, the new systems mentioned gave birth to a new genre that bears traces of or has similarities from the old Turkish faith. The genre, commonly known as parables in common languages, has been classified as religious and/or historical legends, mostly under the title of myth. They are not generally treated as separate categories.
Similar to mythical narratives, the disorder is resolved, or religious teachings are conveyed to new generations through these narratives. The main role in the narratives is the miracles that are performed by the religious scholars called patrons or awliya. The extraordinary leads to a belief. Those who witness those extraordinary events as well as those who convey and listen to them believe them wholeheartedly.
Their main function is education. Through these narratives, people both sustain their belief systems and convey the main pillars of religion to the next generations.
This study deals with the parables in Divân-ı Hikmet, one of the first Turkish Islamic works, by Hoca Ahmet Yesevi, which was written with Turks' adoption of Islam, based on the miracle motifs experienced by patrons, awliyas, or sages.
Keywords: Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, parable, patron, miracle, motif, myth.
Türklerin 9.-11. yüzyıllarda İslâmiyet’i kabulüyle birlikte İslâm’ın ahlâk ve ibadet esaslarının aktarılma ihtiyacı yeni kurumların ortaya çıkmasını zorunlu kılmıştır. Güçlü ve köklü bir edebi kültüre sahip Türk boyları arasında onların dilini ve anlatış tarzını benimseyerek; yeni dinî akideleri, göçebe Türkler arasında anlatma görevini üstlenen dervişler görülür. Söz konusu dervişler zamanla Türk’ün İslâm’ı yahut Türk Tasavvuf sisteminin temelinin atılmasında öncü olurlar.
Pir-i Türkistan, Sultan, Hâce sıfatlarıyla Orta Asya’nın geniş bozkırlarından Ortadoğu’ya, Anadolu’ya, Balkanlar’a hatta Ön Avrupa’ya kadar yazdığı hikmetleriyle nefesini ulaştıran Ahmed-i Yesevi, ilk Türk sûfisi olmasa da etki gücü ile Türk tasavvuf sisteminin kurucusu olarak kabul edilir. İslâmiyet’le henüz tanışmış yarı göçebe, göçebe Türk boylarına yeni dini ve dinin öğretilerini onların diliyle, üslûbuyla ve şekliyle söylediği hikmetleri aracılığıyla aktarma misyonunu kendine düstur edinmiş bir mürşid-i kâmildir. Yetiştirdiği dervişleri ile çok geniş bir coğrafyada hikmetlerini ve esasen İslâm’ın esaslarını, ilâhi aşk ve hoşgörüyü temel alarak bilhassa Türklere ulaştırabilmiştir. Türk boyları arasında Yesevi’nin gönül duruluğunu esas alan samimi çağrısının ciddi yankıları olmuş, bu çağrı İslâm’ın hızla yayılmasında önemli rol oynamıştır.
Çalışmamızda öncelikle Hoca Ahmed Yesevi ve onun kurucusu olduğu Yeseviyye yolu, Yesevi’nin etkisi neticesinde kurulmuş yahut onun öğretisinden etkilenmiş tarikatlar ile kuvvetle muhtemel Yesevi’nin dervişleri tarafından kendisinden sonra hikmetlerinin bir araya toplandığı, ilk Türk İslam eserlerinden birisi sayılan ve Türk sûfiliğinin temellerinin inşa edildiği Divan-ı Hikmet’i hakkında öz bilgiler verilecektir. Daha sonra çalışmamızın konusunun temel kavramı yetim/yetimlik ve İslam dininin anne ve/veya babası olmayan çocuğa bakış açısını görebilmek adına Kuran-ı Kerim’de bu kişilerin konumu aktarılacaktır. Çalışmamızın asıl kısmında ise Divan-ı Hikmet’te, Ahmed-i Yesevi’nin yetim metaforunu işlediği şiirler, konuya değinme sebebi ile birlikte irdelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Ahmed-i Yesevi, Yesevilik, Divan-ı Hikmet, Kuran-ı Kerim, yetim-öksüz.
ABSTRACT
The Turks' converting to Islam in the 9th-11th centuries necessitated the emergence of new institutions in line with the need to transfer the moral and religious principles of Islam. The wandering dervishes were quite prevalent among Turkic tribes which had a strong and deep-rooted literary culture and they adopted the latter's language and culture to transfer new religious contracts to other nomadic tribes. These dervishes gradually became the pioneers in laying the foundation of the Turkic Islam or the Turkish Sufi system.
Also known as Pir-i Turkistan, Sultan and Hâce, Ahmed Yesevi who conveyed his wisdom in an area covering the vast steppes of Central Asia, the Middle East, Anatolia, the Balkans, and even the Proto-Europe, is considered the founding figure of the Sufi system with his deep impact though he was not the first Sufi. He was an absolute guru who adopted the mission of transmitting the new religious teachings to semi-nomadic and nomadic, newly converted Turkish tribes through their language, style, and pattern. He was able to deliver his own, particularly Islam's, teachings to the Turks based on divine love and tolerance through his dervishes scattered in a wide geography. Yesevi's warm and sincere call had serious repercussions among the Turkish tribes, and this call played an important role in the rapid spread of Islam.
In the first place, the study deals with Hoca Ahmed Yesevi and Yeseviyye sect; other sects established as a result of the influence of his teachings; and his Divan-ı Hikmet as one of the first Turkic Islamic works which contained his wisdom and the building blocks of Turkish Sufism. Then, the concept of the orphanage as the subject of the study and its treatment in the Quran will be explained to see Islam's handling the issue. In the main part of the study, the poems in which Ahmed-i Yesevi handles the orphan metaphor in Divan-ı Hikmet will be examined together with the reason for addressing the subject.
Keywords: Ahmed-i Yesevi, Yeseviyye sect, Divan-ı Hikmet, Quran, orphans.
Edebiyat yalnızca yazılı eserlerden müteşekkil bir bilim sahası değildir. Aksine onun doğuşu, hayatını sürdürmesi ve yaşam bulması söz ile başlamıştır. Farklı ortamlarda ve bağlamından olabildiğince koparılmadan halkın verimlerini yakalayıp işleme isteği veya ihtiyacı folklor adında yeni bir bilimin doğmasına dahi zemin hazırlamıştır. Her ne kadar ilmi bir saha oluşsa da edebi dediğimiz ya da edebiyat diye adlandırdığımız sanatsal kaygı ile üretilmiş birçok mahsul elektronik ortam dâhil ekseriyetle kayıt altına alın(a)mamıştır. Çünkü insanların kolektif yahut bireysel meydana getirdiği yaratmalar hayatın bir parçasıdır ve tamamını herhangi bir mecrada tutmak zaman, mekân ve nihayetinde imkânlar dâhilinde mümkün değildir. Edebi ürünler bazen yaratıldığı bağlamı ile birlikte bazen de bağlamından koparılarak çekilen fotoğraflardır. Oysa sanatsal ve estetik değeri olan, insanın yaradılışından da önce yaşanmaya başlamış ve durmadan yenilenerek, değişerek, dönüşerek yaşamın içinde birer canlı timsali hayat sürmektedir.
Mesel, darb-ı mesel yahut atalar sözü de; esasen kalıplaşmış sözlerin bir türü olan deyimlerle birlikte; edebi değer taşıyan, halkın ağzında kendisine en fazla yaşama şansı bulan ve her an yeniden doğan önemli özlü hikmetlerdir.
İlk yazılı belgelerden şu ana kadar bir şekilde yazılı, sözlü, görsel, işitsel yahut teknolojinin verdiği diğer imkânlardan faydalanılarak korunan söz konusu veciz ifadeler çeşitli tecrübelerin neticesinde ortaya çıkmıştır. Binlerce yıl çok geniş coğrafyalarda hüküm süren Türk boylarının duyuş, düşünüş ve hissedişini hülasa kültürünü yansıtan bu yaratmalar temel manada insana yol gösteren, anlatıma güç ve güzellik katan, kendine has kimliğe sahip bir okuldur.
Çalışmamızda temel Türk destanları olarak tanımladığımız Oğuz Kağan, Manas, Dede Korkut, Köroğlu anlatmalarında ve Türkün kültür köklerini görebildiğimiz Sibirya Sahası Türk Destanlarında atasözleri tasnif edilecektir.
Anahtar Kelimeler: Destan, Atasözü, Oğuz Kağan, Dede Korkut, Manas, Köroğlu, Sibirya.
Abstract
Literature is not just about belles-lettres in written form. Rather, it was born as oral literary production. The desire or need to capture and process folk productions from different environments without severing their contextual meaning has even laid the ground for the birth of a new science called folklore. However, many productions produced with artistic anxiety known as literature have yet to be preserved in digital formats. For, the individual and collective creations are part of life and it is impossible to comprehensively collect them in any medium. Literary products are considered photographs sometimes taken with or out of the context in which they are created. Yet, the products with artistic and aesthetic value existed before the creation of mankind and still survive by constantly renewing, changing, and transforming themselves.
Sayings, aphorisms, or proverbs as well as idioms are important wisdoms with literary value with the highest chance of preservation inside public and they are reborn at any moment in history.
These aphoristic expressions which have been protected from the first written documents in history by taking advantage of written, verbal, visual or aural means have emerged as the result of various experiences. These creations reflecting the sense, thought, and feeling of the Turkish tribes, which reigned in very wide geographies for thousands of years, are a school themselves that has a unique identity with the role of guiding people and embellishing expression.
This study classifies the proverbs in Oghuz Khan, Manas, Dede Korkut, and Koroğlu narratives as well as in the Siberian Field Turkish Epics where cultural roots of the Turkish can be observed.
Keywords: Epic, Proverb, Oghuz Khan, Dede Korkut, Manas, Koroglu, Siberia.
Yeni yerleri görme, keşfetme ve merak duygusu insanı varlık sahnesine çıktığı günden bugüne ilkel yahut modern manada göçlere yönlendiren temel etkenlerden olur. Öyle ki bilinmeyenleri aktarma, malum olmayanı dillendirme arzusu henüz yazı icat edilmemişken, onu farklı tarz ve biçimlerde başka başka araçlar kullanarak gördüklerini paylaşmaya, diğer insanlara aktarmaya iter. Uzak diyarlara sefer kabiliyetinin artması, hayvanlarının ehlileştirilmesi, yeni ulaşım araçları ile farklı kültürlere yaklaşmanın kolaylaşması ve yazının da icadı; hülasa medeniyetin ilerlemesi beraberinde edebiyatta yeni bir türe, seyahatnâme, zemin hazırlar. Esas olarak gezilip görülen yerlerin sözcüklerle çizilen portresi manasına gelen seyahatnâme, dünya edebiyatında Herodotos, Marco Polo, İbni Batuta gibi seyyahların önemli örnekleri ile ortaya çıkarken; edebiyatımızda Seydi Ali Reis’in “Mirât’ül Memâlik” adlı eseri ile ilk defa görülür. Evliya Çelebi’nin Hicri 1040’ın 10 Muharrem Ayı Aşure gecesi rüya âleminde Yemiş İskelesi yakını Âhi Çelebi Camii’nde Hz. Muhammed (a.s.)’in ellerini öpüp akabinde heyecandan “Şefaat yâ Rasulallah!” diyeceği yerde; meşhur isteği “Seyahat yâ Rasulallah!” demesi ile başlayan macerası çığır açar, hem dünya hem de Türk edebiyatında nitelik nicelik açısından aşılması güç bir eser ortaya çıkarır. Birçok bilim dalı için önemli başvuru kaynaklarından olan eser edebiyat açısından da değerli bilgilere sahiptir. Türk Halk Edebiyatı özelinde ise Evliya’nın müşahedeleri ve aktardıkları halk kültürü bağlamında onu incelenmesi, üzerinde düşünülmesi gereken eserler arasına koyar. Evliya Çelebi’nin Kilis üzerindeki gözlemleri ve yöreye ait verdiği bilgiler bu çalışmanın konusu olacaktır. Tarih boyunca Kilis hem bulunduğu konum hem de yöreye sahip olan egemen güçlerin çokluğu açısından dini, etnik ve kültürel çeşitlilik olarak küçük ama önemli bir kavşak noktası olmuştur. Kaynaklarda kendisine çokça yer verilen Kilis için en fazla malumatın yer aldığı önemli eserlerden birisi de Seyahatnâme’dir. Kendi deyimiyle her ne tarafa bakış oklarını yayıyla çekip atsa o an hedefi vuran Evliya; Kilis’in sırasıyla yönetim, mimari, eğitim, coğrafi özellikler, ziyaretgâhlar ve köylerini tanıtır. Bu muhitlerde yaşadıkları ile daha önce yaşananları halkın muhayyilesinde yer etmiş kişi, yer, olay ve durumları; kısa, öz, kimi zaman detaya iner bir tarzda resmeder.
Anahtar Kelimeler: Evliya Çelebi, Seyahatnâme, Kilis.
ABSTRACT
The sense of seeing, discovering and exploring new places is one of the main factors that have led people to migrations in primitive or modern sense. Such that, the desire to convey the unknown and to speak the unfamiliar pushed man to share what he had seen with other people through various styles and forms, even when writing had not yet been invented. The increasing ability to travel to remote lands, taming of animals, facilitating contact with different cultures with new means of transportation and invention of writing – the advancement of civilization so to speak – led the way for a new genre in literature, the travel accounts. Travelogue, which means the portrait of places drawn by words, was exemplified by key travellers such as Herodotus, Marco Polo and Ibni Batuta in world literature. The first example of travelogue in Turkish literature is “Mirât'ül Memâlik” by Seydi Ali Reis. It is reported that Evliya Chelebi had a dream on the Ashura night on 10 Muharram, in Hijri 1040 in his sleep in Ahi Chelebi Mosque, and he saw Prophet Muhammad (pbuh) in his dream, kissed his hands and, out of excitement, mistakenly uttered "I want travel O the Messenger of God" against his wish to say "I ask for peace O the Messenger of God!". This incident marked an era when an unprecedented example of travel literature emerged for both world and Turkish literature. It is an important reference resource for many disciplines and has valuable information in terms of its literary value. On the other hand, Evliya's adventures and anecdotes are also of great importance for folk culture investigations in the context of Turkish Folk Literature. This study deals with Evliya Chelebi's observations on Kilis and the information given on the region. Throughout history, Kilis has been a small but important crossroads in terms of its religious, ethnic and cultural diversity both as a location and as having hosted various ruling powers in the region. The Travelogue (Seyahatname) is one of the important texts that has great information on Kilis. Evliya – who, in his own words, strikes the target at any moment if he shoots the arrows of his gaze – introduces Kilis' management, architecture, education, geographical features, prominent places and villages respectively. Sometimes briefly, sometimes in a detailed way, he depicts what he and others experienced there; notable people, places, events and situations that occupied a broad space in people's imaginations.
Keywords: Evliya Chelebi, Seyahatnâme, Kilis.
Anahtar Kelimeler: Kaset, mektup, teknoloji, ikincil sözlü kültür çağı.
Abstract: Understanding the modern day, in which the new generation express or define themselves with technology; and the magic of verbal expressions are swiftly evolving into touch screens, is, without doubt, possible with recognizing the dynamics of past. Otherwise, the adventure of traditionally dominant verbal expressions will not be understood within digital age; and probably, some few people will lament for seeing the death of tradition and for seeing that customs and traditions are poorly enacted in some special occasions. They will fail to see the immense technological transformation and fascination the new generation are undergoing. Considering the transformation in question, we try reveal so-called "taped letter" as an expression type, which was overlooked by many and which form only a small part of arduous task of recording verbal expressions which are prone to disappearing in the air. Understanding this expressions type will pave way for a better understanding of the evolution of fascinating verbal sayings.
Keywords: Tapes, letter, technology, age of secondary verbal culture.
Milletlerin benliğinin ortaya konulabilmesi, söz konusu topluma ait maddi ve manevi bütün verimleri, hülasa folkloru bünyesinde barındıran ailenin anlaşılmasıyla mümkün olur. Türk sözlü kültür geleneği içerisinde mitolojik ve tarihi dönemlere ışık tutan destanlar; Türk aile yapısının geçmişteki temel dinamiklerini, günümüzde de anlamlandırılmaya çalışılan aileyi bir sosyal kurum yapan ve onu ayakta tutan hemen bütün bilgileri gözler önüne serer. Aileyi anlayabilmek için en başta onun kurucu unsurlarına inebilmek, tipolojisini çizebilmek, hangi ritüellerin ne sebeplerle ortaya konduğunu bilebilmek; ailenin işlevini, toplumun cinsiyetlere atfettiği rolleri algılayabilmek gerekir. Gelenek ve göreneklerin kökenlerini görebilmek; ailenin temelinden dağılmasına kadar olan etkenleri, yaşam biçimlerini, aile fertlerinin ilişkilerini yorumlayabilmek; toplumun aileye ailenin ise topluma bakış açısını irdeleyebilmek ayrıca önem arz eder. Tarihi süreçte iç içe girmiş dönemlerden geçerek evrilen ailenin kökenlerini analizin yolu ise disiplinlerarası çalışmadan geçer. Sibirya’da meskûn bulunan Türk boyları ve onların edebi mahsulleri, Türk ailesinin tarihi köklerini; hatta mitolojik dönemden arta kalan izleri bünyesinde barındırır. Bahsi geçen varsayımlarla yola çıkılan çalışmada; Sibirya Sahası Türk Destanları’nda Türk ailesini, aile sosyolojisi özelinde; Oğuz Kağan, Dede Korkut ve Köroğlu anlatılarını hareket noktası kabul edilerek; incelenecektir.
ABSTRACT
The ability to reveal the identity of nations is possible through the understanding of all the material and spiritual productions of the collective, in brief, the family that is in the center of folklore. Epics that shed light on mythological and historical periods within the Turkish oral tradition reveal the basic dynamics of the Turkish family structure in the past, all the information that makes the family a social institution that we try to make sense today and keeps it alive. To understand the family; to descend into its founding elements, to study its typology, to know what rituals are revealed by reason; to be able to perceive the function of the family, the roles attributed to gender in society; to see the origins of traditions and customs; to interpret the factors, lifestyles and relations of family members from the foundation to the dissolution of the family; it is important to be able to examine the point of view of collecting from family to the society and from society to the family. The way to analyze the origins of the evolving family through the intervening periods in the historical process is through interdisciplinary study. The Turkish tribes and their literary products, built in Siberia, have the historical roots of the Turkish family; even in the mythological period of the remains of the traces remaining. In this study, when we work with our assumptions that mentioned above, we will examine Turkish family in Turkish epics of Siberia, specific to family sociology; by Oğuz Kağan, Dede Korkut and Köroğlu narrations as the point of departure.
Evliyâ Çelebi Seyehatnâmesi’nde Menkıbeler (Anadolu Sahası) adlı çalışmamızda Seyahatnâme adlı eserde bulunan Anadolu coğrafyasında geçmiş ve Evliyâ Çelebi tarafından kayıt altına alınmış menkıbelerin başlı başına bir tür olarak ayrılıp tanıtılması amaçlanmıştır. Eserin taranmasına başlanmadan Seyahatnâme ile ilgili yapılmış tezler gözden geçirilmiştir. Son ve günümüze en yakın Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi (Günümüz Türkçesiyle) seçilmiş ve taranmıştır. Çalışmanın birinci kısmında yazar, eser, tür ve çalışmanın içerdiği temel kavramlar hakkında bilgiler verilmiştir. İkinci kısımda bu eser ile ilgili Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı’nda yapılmış on iki tez ele alınmıştır. Üçüncü bölümde materyal ve yöntem seçimi sunulmuştur. Dördüncü bölümde menkıbelerin motif tasnifi yapılarak menkıbe metinleri epizotlarıyla birlikte incelenmiştir. Çalışmanın sonunda ise sonuç ve kaynakça yer almıştır.
Anahtar Kelimeler: Evliyâ Çelebi, Seyahatnâme, Menkıbe, Motif
ABSTRACT
In our study which is named the Anecdotes in Seyahatnâme of Evliyâ Çelebi (Anatolıan Fıeld), it has been aimed to acquaint with the anecdotes which differ all by themselves as different forms, which is present in the work named Seyahatnâme, that elapsed in the Anatolian geography and recorded by Evliyâ Çelebi. Before scanning the work, the former theses about Seyahatnâme are reviewed. The last and updated Seyahatnâme of Evliyâ Çelebi (in today’s Turkish) has been chosen and scanned. In the first section of the work; the author, the work, the form and the main concepts included in the work have been informed. In the second section, twelve theses, about this work, brought out in the Department of Turkish Language and Literature have been discussed. In the third section, the material and method selections have been presented. In the fourth section, the motive classification of anecdotes has been performed and the anecdote texts have been analyzed with their episodes. At the end of the study, the result and references have been involved.
Key Words: Evliyâ Çelebi, Seyahatnâme, Anecdote, Motive
Elinizdeki çalışma, Türk’ün İslam ile müşerref olma, İslam’ın Türklükle hudutlar aşma asrının, Türk İslam medeniyetinin temellerinin atıldığı, Türk’ün ata topraklarının en mühim ve aşılmaz dört eseri, Türk İslam’ın ilk mahsulleri “Dîvânu Lügâti’t-Türk, Kutadgu Bilig, Atebetü’l-Hakâyık ve Dîvân-ı Hikmet”i toplumsal cinsiyet perspektifinden konu edindi.
Giriş kısmında çalışmaya konu olan “toplumsal cinsiyet” kavramı, geniş kuramsal çerçevesi ilgili alanın araştırmacılarına bırakılarak, genel hatları ile ele alındı. Türk milletinin İslamiyet ile tanış olma sürecinin yerli ve yabancı bilim adamlarından hareketle aktarıldığı bölümde, ayrıca söz konusu yapıtlar hakkında bilgiler sunuldu.
Kadın Kitabı’nda, Türk İslam’ın kadına bakışı merkezde tutulmak suretiyle, yer yer mitolojik dönemden modern çağlara kadar Türk’ün; kadına, kadınla ilgili olana ve kadınlığa bakışı, bebeklikten çocukluğa, genç kızlıktan cariyeliğe, kadınlıktan anneliği ve akabinde nineliğine kadar irdelendi.
Kadın ve Erkek Kitabı’nın hemen tamamında ise cinsiyet tarafsızlığını yansıtan sözcükler, kadın ve erkeği birlikte ilgilendiren giyim kuşam, evlilik, mahremiyet, argo, akraba ve miras gibi konular, benzeyen ve ayrışan noktaları ile dikkatlere sunuldu.
Erkek Kitabı’nda salt erkeği alakadar eden, toplumsal cinsiyeti ve rollerini gözler önüne serebilecek bir usul takip edilerek, Türk İslam’ın erkek olana, erkekliğe bakışı kronolojik olarak; erkek çocuk, genç erkek, köle, baba ve dede sıralaması ile ele alındı. Önceki bölümlerde geçen hususları yinelememe adına, bazı bahisler atlandığından söz konusu kısım daha kısa tutuldu.
Sonuç kısmında ise, eserin genelinde hedeflediğimiz ilke gereği, P. N. Boratav’ın sosyoloji ve halkbilimi münasebeti bahsinden ilhamla, Türk milletinin İslam olma sürecinin ilk Türk İslam edebiyatı mahsullerinden elde edilen neticeleri, bir sosyolog titizliğinde ilmî bir mercekle göz önüne alıp, bireysel değil toplum bilimsel neticeler elde edilip sunulmaya çalışıldı. Bölümün sonunda, hususen Türkoloji öğrencilerine katkı sağlayacağını düşündüğümüz zikredilen Eserlerin Tıpkı Basımlarından Örnekler verildi.
Çalışmanın bitiş arifesinde yaşadığımız depremin, gönüllerimizde ve öz ocaklarımızda açtığı yarıklar henüz onulmamışken, takdir edilir ki bir önsöz yazmak, satırların yazarı için ağır bir yüktür. Deprem bölgesinde yazmayı değil sükûtu tercih ettiğimiz, sözün anlamını yitirdiği, sözcüklerin değil, her an nefesimizin boğazımıza düğümlendiği, ağlamanın bir nimet olduğunu düşündüren şu günlerde, bizlere emeği geçen, mensubu olmaktan iftihar ettiğim yüce Türk milletine teşekkürlerimi arz ederim.