Nothing Special   »   [go: up one dir, main page]

Academia.eduAcademia.edu
T.C. İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İLETİŞİM SOSYOLOJİSİ ANABİLİM DALI YÜKSEK LİSANS TEZİ BEDEN-İKTİDAR EKSENİNDE MEDYA SÖYLEMLERİ: HABERLERDE AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANLIĞI VE KADIN Ege ÖZTOKAT 2501160314 TEZ DANIŞMANI Prof. Dr. Ali Murat VURAL İSTANBUL – 2018 ÖZ BEDEN-İKTİDAR EKSENİNDE MEDYA SÖYLEMLERİ: HABERLERDE AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANLIĞI VE KADIN Ege ÖZTOKAT Tezde beden ve iktidar arasındaki ilişki bağlamında medya söylemlerinin yeri ve anlamı değerlendirilmektedir. Tezin amacı insan bedeninin ve yaşamının yönetimini biyopolitika ve biyoiktidar kavramları üzerinden tartışarak medya söylemlerinin önemini ve işlevini saptamaktır. Bu nedenle tezde medyanın iktidar dinamikleri doğrultusunda kadın bedeni ve yaşamına yönelik söylem oluşturma biçimleri yorumlanmaktadır. Bu çerçevede 2011 yılında Türkiye Cumhuriyeti Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın kurulmasının biyopolitik boyutu ve kuruluşunun ana akım medya tarafından haberleştirilmesinde kullanılan söylemler incelenmektedir. Tezin araştırma evreni Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın kurulduğu dönem olan 2011 yılının Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarında ana akım medyada yer alan haberlerdir. Habertürk ve Hürriyet gazetelerinin basılmış günlük sayılarındaki, Posta ve Sabah gazetelerinin internet sitelerindeki haberler araştırmanın evreni olarak seçilmiştir. İçerik çözümlemesi aracılığıyla Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı hakkındaki haber metinlerinin başlıkları, tarihleri, haber kategorileri ve sayfa sayıları listelenmiştir. Söz konusu metinlerin içerdiği anlamları ele almak amacıyla göstergebilimsel söylem çözümlemesine başvurulmuş ve metinlerde yer alan sözcükler taranarak ve anlambirimcikler ortaya konularak tekrar eden kavram alanları saptanmış, Algirdas Julien Greimas’ın yerdeşlik kavramı doğrultusunda haber söylemlerinin yüzey yapıları ve derin yapıları incelenmiştir. Bulgular sonucunda bir biyoiktidar odağı olarak Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın biyopolitik uygulamaları ve görevleri değerlendirilmiştir, medyanın kadına yönelik biyopolitik söylem üretme biçimlerine yönelik açıklamalar ve yorumlar sunulmuştur. Anahtar Kelimeler: Beden, Medya Söylemi, Biyopolitika, Biyoiktidar, Cinsiyet iii ABSTRACT MEDIA DISCOURSES IN THE PIVOT OF BODY AND POWER: MINISTRY OF FAMILY AND SOCIAL POLICIES AND WOMEN IN THE NEWS Ege ÖZTOKAT The thesis evaluates the position and meaning of media discourses in the context of the relationship between body and power. The thesis aims to determine the importance and function of media discourses with regard to women through a discussion of the government of body and life through the concepts of biopolitics and biopower. Concordantly, the biopolitical dimension of the media discourses used in the mainstream news coverage of the founding of the Republic of Turkey Ministry of Family and Social Policies is analyzed. The sample of research consists of the mainstream media news from the months of June, July and August of 2011 when the Ministry of Family and Social Policies was founded. News in the printed daily issues of Habertürk and Hürriyet newspapers and the websites of Posta and Sabah newspapers are chosen as the sample of the research. The news headlines, dates, categories and page numbers concerning the sample are gathered and listed through content analysis. Semiological discourse analysis is applied to texts of the news in order to evaluate the meanings incorporated in said texts through scanning of the words and detection of repetitive conceptual fields. Following Algirdas Julien Greimas’s concept of isotopy, the surface structures and deep structures of meaning are studied. Based on the findings, the appointment of the Ministry of Family and Social Policies as a focal point of biopower and its biopolitical practices are determined, explanations and commentary are presented regarding media’s creation of biopolitical discourse directed at women. Keywords: Body, Media Discourse, Biopolitics, Biopower, Sex iv ÖNSÖZ İletişim araştırmaları bağlamında düşündüğümüzde içinde yaşadığımız beden ilk bakışta gözlerimizle okuyor, kulaklarımızla işitiyor ve ağzımızla konuşuyor olduğumuz gerçeğinden ileri bir anlama sahip görünmemektedir. Ancak içinde yaşadığımız beden; onu yaşamımız, kültürümüz, toplumumuz, iletişim kurma biçimlerimiz, bizimle iletişim kurulma biçimleri bağlamında düşünme geleneğine sahip olmasak da dünyayı deneyimleme aracımız ve biçimimizdir. İletilerini yaşamımızın tüm evrelerinde aldığımız medya söylemlerinin ve yaşamlarımızı başladığı andan itibaren yöneten çeşitli iktidar odaklarının bedenlerimize nasıl yaklaştığı önem taşıyan, ancak cinsiyet ve toplumsal cinsiyet bağlamında yoğun olarak çalışılmamış bir alandır. Bu nedenle medya söylemlerinin beden-iktidar eksenindeki konumu kadınlar açısından önem taşımaktadır. Yalnızca bu karmaşık konuyu anlamlandırmaya çalıştığım tez çalışmamda değil, yükseköğrenimim boyunca bana birçok olanak ve içten yardımlarını sunan değerli hocam ve tez danışmanım Prof. Dr. Ali Murat Vural’a minnet ve teşekkürlerimi sunarım. Sonsuz manevi ve akademik desteğini yaşamımın ve eğitimimin her evresinde sevgiyle paylaşan annem Prof. Dr. Nedret Öztokat Kılıçeri’ye teşekkür ederim. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde beni destekleyen değerli hocalarıma ve Basın Müzesi’nde bulunan Kütüphane, Arşiv, Belge ve Bilgi Merkezi’ndeki kaynaklarını benimle paylaşarak çalışmamı destekleyen Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’ne teşekkür ederim. Ege ÖZTOKAT İSTANBUL, 2018 v İÇİNDEKİLER ÖZ......................................................................................................................iii ABSTRACT......................................................................................................iv ÖNSÖZ..............................................................................................................v İÇİNDEKİLER................................................................................................vi TABLOLAR LİSTESİ.....................................................................................ix ŞEKİLLER LİSTESİ.......................................................................................x KISALTMALAR LİSTESİ.............................................................................xi GİRİŞ.................................................................................................................1 BİRİNCİ BÖLÜM BEDEN-İKTİDAR EKSENİ 1.1. Tarihsel Süreçte Unutulan ve Dışlanan İnsan Bedeni...................................5 1.2. Cinsiyetli Bedene Karşı Cinsiyetlendirilmiş Beden......................................8 1.3. Beden ve Politika: Biyopolitik Bakış Açıları...............................................13 1.3.1. Biyopolitika Kavramının Tarihçesi...............................................14 1.3.2. Biyopolitikanın Doğuşu.................................................................16 1.3.3. Biyopolitikanın Doğuşu ve Kadın.................................................20 1.4. Biyopolitika ve Biyoiktidar..........................................................................34 1.5. Biyolojik Modernlik Eşiği............................................................................41 1.5.1. Biyolojik Modernlik Eşiğinde Irksal Ayrım ve Cinsiyet Ayrımı......................................................................................................48 vi 1.5.2. Bedenin Denetimi ve Disiplin Bağlamında Cinsiyet, Toplumsal Cinsiyet...................................................................................................53 İKİNCİ BÖLÜM MEDYA SÖYLEMLERİ BAĞLAMINDA İKTİDAR DİNAMİKLERİ VE KADIN 2.1. Medya Söylemlerinin Bağlamı.....................................................................60 2.2. Aile Kurumunun Biyopolitik Yapısı............................................................65 2.3. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın Biyopolitik Temelleri..................67 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM HABERLERDE AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANLIĞI VE KADIN 3.1. Problem.........................................................................................................70 3.2. Amaç.............................................................................................................70 3.3. Önem.............................................................................................................71 3.4. Varsayımlar...................................................................................................72 3.5. Evren ve Sınırlılıklar.....................................................................................72 3.6. Yöntem..........................................................................................................73 3.6.1. İçerik Çözümlemesi........................................................................74 3.6.2. Göstergebilimsel Söylem Çözümlemesi.........................................75 3.7. Bulgular.........................................................................................................79 3.7.1. İçerik Çözümlemesi........................................................................79 3.7.1.1. Habertürk.........................................................................80 3.7.1.2. Hürriyet............................................................................82 vii 3.7.1.3. Sabah..............................................................................83 3.7.1.4. Posta...............................................................................86 3.7.2. Göstergebilimsel Söylem Çözümlemesi.......................................86 3.7.2.1. Kavram Alanı: Edim......................................................87 3.7.2.2. Kavram Alanı: Aile........................................................93 3.7.2.3. Kavram Alanı: Şiddet.....................................................95 3.7.2.4. Kavram Alanı: İnsan......................................................97 3.7.2.5. Kavram Alanı: Hukuk...................................................100 3.7.2.6. Kavram Alanı: Sosyal Politika......................................101 3.7.2.7. Kavram Alanı: Çatışma.................................................102 SONUÇ VE ÖNERİLER.................................................................................105 KAYNAKÇA....................................................................................................113 EKLER.............................................................................................................119 viii TABLOLAR LİSTESİ Tablo 3.1: Edim kavram alanı.............................................................................87 Tablo 3.2: Aile kavram alanı...............................................................................93 Tablo 3.3: Şiddet kavram alanı...........................................................................95 Tablo 3.4: İnsan kavram alanı............................................................................97 Tablo 3.5: Hukuk kavram alanı..........................................................................100 Tablo 3.6: Sosyal politika kavram alanı.............................................................101 Tablo 3.7: Çatışma kavram alanı.......................................................................103 ix ŞEKİLLER LİSTESİ Şekil 1.............................................................................................................108 x KISALTMALAR LİSTESİ ASP Aile ve Sosyal Politikalar ASPB Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı s. Sayfa v.d. Ve diğerleri xi GİRİŞ Beden, insanlık tarihi boyunca insan yaşamını etkilemiştir. İktidar ve yaygın söylemlerin beden ile kurduğu ilişki, günlük yaşamın fark edilmeyen, hatta sonuçları ilk bakışta doğal görünen bir boyutudur. Beden-iktidar eksenini incelemek, yaşamın yönetimini ve bedenin denetimini çözümlemek anlamına gelmektedir. Bu ekseni tanımlamak ve medyanın bu eksen üzerindeki konumunu saptamak amacıyla yola çıkan bu yüksek lisans tezi, bedenin ve cinsiyetin toplumsal boyutlarını anlamlandırmak amacıyla bedenin tarihsel sürecini ve günümüzdeki konumunu değerlendiren bir çalışmadır. Beden, düşünce tarihinde yüzyıllarca görmezden gelinen, araştırılmasının gerekli olmadığı yaygın olarak kabul edilen bir alan olarak kalmıştır. Ancak içinde yaşanılan bedenin önemi, ona insanların yönetilmesinin alanı olarak yaklaşıldığında ortaya çıkmıştır. İnsanların bedenleri aracılığıyla yönetildiği düşüncesi sonuçları kadına şiddete, ırkçılığa, hatta soykırımlara varabilen politik eğilimlerin temelindeki toplumsal bedeni düzenleme çabasının sorgulanmasını gerektirmiştir. İktidarların bedenleri neden ve nasıl düzenlediği, denetlediği, yönettiği çok boyutlu ve karmaşık bir sorudur. Bedenler hem gözlemlenebilen politik olaylarla hem de belirli disiplinler tarafından söylemsel olarak doğallaştırılarak fark edilmesi zorlaştırılan çeşitli iktidar mekanizmalarıyla donatılmış karmaşık bağlamlarda varlığını sürdürmektedir. Bu karmaşık bağlamda beden ile iktidar arasındaki ilişkiyi kuran en önemli mekanizmalardan biri medyadır. Özellikle günümüz teknolojileri, medya söylemlerini yaşamın sürekli ve sabit bir parçası hâline getirmektedir. Medya söylemleri ve beden üzerinde kurulan iktidar arasında karşılıklı bir ilişki vardır. Medya söylemleri yaşama ilişkin süreçler üzerinde kurulan iktidar açısından, beden ve yaşam süreçlerinin düzenlenmesi, denetimi, toplumsallaşmadaki yeri bakımından önemli bir role sahiptir. İktidar söylemleri ve medya söylemleri belirli disiplinler, araçlar ve yöntemler aracılığıyla yaşam ve beden üzerindeki iktidarı doğallaştırmakta, doğrulamakta, aynı zamanda söylemi ve bilgiyi ortaya koyan iktidar ilişkilerini görünmez kılmaktadır. 1 Kadın bedeni politik bir alandır. Kadın bedeninin devlet, sermaye ve medya tarafından konumlandırılışı bir yandan söylemsel ve kurgusal bir inşadır, bir yandan da kadınların içinde yaşadığı durumun gerçekliğidir. Kadın bedeninin salt doğası ve politik kurgusu arasında sınırlar çizmek bu nedenle neredeyse olanaksızdır. Cinsiyet iktidar-beden ekseninin en önemli dinamiklerindendir. Çünkü iktidar bedene biyoloji disiplinine dayanan bir cinsiyet atayarak onu cinsiyetlendirmektedir, sonrasında ise kültüre ve toplumsal değerlere dayanarak belirli anlamlar, değerler ve roller yükleyen toplumsal cinsiyeti üretmektedir. Ancak cinsiyet ve toplumsal cinsiyet akademik alanda iktidarın yaşam ve bedenle ilişkisi kapsamında bu çalışma alanının öteki boyutlarına göre henüz daha az incelenmiş konulardır. Bu nedenle bu tez, cinsiyetlendirilmiş beden anlayışlarını beden-iktidar ekseni çerçevesinde değerlendirmeyi, cinsiyet ve toplumsal cinsiyet aracılığıyla kadını kurgulayan söylemleri ve kadının bireysel ve toplumsal varlığını yöneten politikaları incelemeyi amaçlamaktadır. Beden üzerinde iktidar kurulmasını sağlayan politika anlamına gelen biyopolitika kavramı ve nüfusun biyolojik, ekonomik, toplumsal ve kültürel yaşam süreçlerini düzenleyen, yöneten iktidar anlamına gelen biyoiktidar kavramı tezde önem taşıyan kavramlardır. Tez, iktidar ve beden arasında aracılık görevine sahip olan medyanın, biyoiktidar söylemlerinin de aracılığını üstlenerek yaşamı yönetmeyi olanaklı kıldığını öne sürmektedir. Kadının biyoiktidar ve biyopolitika bağlamında Türkiye’de nasıl bir konumu olduğu, Türkiye’de kadın üzerinde biyoiktidar kurulup kurulmadığı, kuruluyorsa ana akım medya söylemlerinin bu süreçteki rolünün ne olduğu tezin temel araştırma sorularıdır. Bu nedenle, 2011’de kadın sorunları ve kadının yaşamı ile ilgilenen bir devlet kurumu olan Türkiye Cumhuriyeti Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı'nın kapatılması ve Türkiye Cumhuriyeti Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın kurulması önemli bir olaydır. Türkiye’de kadın ve iktidar ilişkisini düşünmek için, kadın ile ilgilenen bir devlet kurumu olan Türkiye Cumhuriyeti Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın kurulması ve politikaları önem taşımaktadır. 2 Medya söylemlerinin bu kurumun kuruluşunu nasıl haberleştirdiğini ve özellikle ilk dönemlerinde politikalarını nasıl aktardığını incelemek, medya söylemlerinin bedeniktidar eksenindeki rolünü kavramak için önemli bulgular ortaya koyma potansiyeline sahiptir. Bu nedenle tezde geleneksel basından iki gazete Habertürk ve Hürriyet’in ve yeni medyadan iki haber sitesi Sabah ve Posta’nın ASPB’nin kurulduğu 2011 yılının Haziran ayında ve kurulmasını takip eden Temmuz ve Ağustos aylarında ASPB hakkındaki haberlerinin söylemleri, bu söylemlerin kadına yaklaşımı ve biyopolitik yönleri çözümlenmiştir. 3 BİRİNCİ BÖLÜM BEDEN-İKTİDAR EKSENİ Beden-iktidar ekseni çeşitli dinamiklerden etkilenen politik, tarihsel ve söylemsel bir eksendir. İnsan bedeni, insan doğası, dış doğa, yaşam biçimleri ve yaşamın kendisi, hem kontrol edilemediği için politik alana çekilerek üzerinde iktidar kurulmaya çalışılan, hem de iktidar ilişkilerinin politik alanı olarak doğallaştırılmaya çalışılan alanlardır. Tarihsel süreçte özellikle ekonomi politiğin etkisi altında doğa politikleştirilmiş, politika doğallaştırılmıştır. Bu nedenle insan yaşamına yönelik bir doğa-politika sınırı çizmek olanaksız hâle gelmiştir. Beden, Batı düşüncesinde uzun süre Platon ve Aristoteles’in düşüncelerinde olduğu gibi aklın karşıtı olarak ona engel olan, akıl tarafından düzenlenmesi gerektiği düşünülen bir kavram olarak kalmıştır. Platon’dan başlayarak yüzyıllarca akıl/beden ikiliğinin aşağı kutbu olarak düşünsel alanda önemsiz görülen ve incelenmeyen bedenin önemi Benedictus de Spinoza’ya dek kavranmamıştır. İnsanın bedeni içinde ve bedeni aracılığıyla var olduğu düşüncesi, bedenin ve doğanın önemi üzerinde düşünmenin önemini vurgulamıştır. Bedenin, doğanın ve yaşamın politik ve toplumsal boyutları üzerinde ise 1920’lerden itibaren biyopolitika kavramı aracılığıyla düşünülmüştür. Bu dönemlerde nüfusun, toplumun bedenini düzenlemeye yönelik ırkçı düşünme biçimlerince başvurulan ilk biyopolitika kavramsallaştırmaları yerini günümüzde Michel Foucault’nun izinden giderek bedeni bir iktidar alanı olarak kabul eden tarihsel ve eleştirel tezlere bırakmıştır. Bu araştırmalar farklı disiplinler ve yönetim biçimleri tarafından bedenin, doğanın, nüfusun, toplumsal ve biyolojik yaşamın ekonomi politik tarafından güdülenerek düzenlediğini ortaya koymuştur. Bu düşünceler doğrultusunda bu bölümde bedenin tarihsel kavramsallaştırmaları özetlenmiş, beden, politika ve iktidar ilişkisine biyopolitika ve biyoiktidar bağlamında yaklaşılmıştır. Bu nedenle biyopolitikanın, ya da Foucault’ya göre biyopolitikanın bir önceki evresi olarak ona ortam hazırlayan anatomo-politikanın, Avrupa’da büyük bir nüfus krizi yaşandığı ve feodal düzenden kapitalizme geçiş dönemi olarak görülen 16. ve 17. yüzyılda geçirdiği dönüşümler, kadın üzerindeki etkilerine değinilerek 4 incelenmiştir. Özellikle 16. ve 17. yüzyılda Avrupa’daki yoksul kadınların durumu, ekonomik ve toplumsal kriz dönemlerinde kadına şiddetin ve kadının toplumsal alandan dışlanması ile ilgili olan toplumsal ve politik kadın sorunlarının ekonomi politik ile ilişkisinin açık bir örneğini oluşturmakta, aynı zamanda iktidar-beden ekseninin kadınlar açısından önemini göstermektedir. Modern çağ ve sonrasında ise ırk, cinsiyet, cinsellik bağlamında bedenin denetimi, disiplini, kontrolü amaçlarıyla biyoiktidar mekanizmaları genişlemiştir, biyopolitik kurum ve disiplinlerin kapsamları gelişen teknoloji aracılığıyla farklı boyutlara ulaşmıştır. 16. yüzyıldan günümüze dönüşerek ve gelişerek varlığını sürdüren biyoiktidar, günümüzde yaşanan belirli toplumsal sorunları açıklama potansiyeline sahip olan karmaşık, her an ve her yerde işleyen bir yönetimsellik biçimidir; ekonomi politiktir, bilgidir, bilimsel disiplinlerdir, devlettir ve söylemdir. Yalnızca bu öğelerden biri ya da her zaman hepsinin bir birleşimi değildir, günümüz toplumsal yaşamının paradigmasıdır. 1.1. Tarihsel Süreçte Unutulan ve Dışlanan İnsan Bedeni Beden bireysel deneyim ve toplumsal yaşamın önemli bir öğesi olmasına rağmen uzun süre felsefe, sosyoloji, iletişim gibi alanlarda araştırılmayan bir konu olarak kalmıştır. Bedenin göz ardı edilmesinin izi Antik Yunan’a, Platon’un düşüncelerine kadar sürülebilmektedir. Batı felsefe geleneğini önemli derecede şekillendirmiş olan Platon idealist yaklaşımında akıl/beden ikiliğini ortaya koymuş, bedeni düşüncenin önünde bir engel olarak görmüştür (Ejder, 2013: 63). Platon’un etkisinde insan ve yaşam hakkında düşünürken akla yönelme ve bedeni önemsiz görme eğilimi uzun süre geçerliliğini korumuştur. Akıl/beden ikiliği içinde beden uzun süre aşağı kutup olarak değerlendirilmiştir. Batı felsefe geleneğinin temelindeki düalist felsefeyi sistemleştiren Platon’a göre ruh maddesel olmayan, değişmez ve gerçek evren olan idealar evrenine aittir. Beden ise fiziksel ihtiyaçları ve etkileşimleriyle geçici, istikrarsız ve ölümlü maddesel dünyaya aittir (Berktay, 2016a: 131). Modern akıl kavrayışı da akıl/beden ikiliğini düşünür René Descartes’ın düşüncelerinin etkisi altında sürdürmüştür. Descartes’ın akıl ve bedeni birbirine 5 indirgenemez iki ayrı töz* olarak nitelemesinin bir sonucu olarak “zihin ve beden arasında açılan derin yarık … kapsayıcılık ve belirleyiciliğiyle hâlâ geçerliliğini korumaktadır” (Özkan, 2013: 17). Modern özne Descartes’ın ruh ve beden olarak belirlediği iki tözden yalnızca biridir ve ruh üzerinden tanımlanmıştır (Özkan, 2013: 18). Bu düşüncelerin sonucu olarak felsefe tarihinde beden, düşüncenin önündeki bir engel olarak görmezden gelinmiştir. Platon’dan itibaren felsefi alanda konumunu sürdüren bu ikilik düşünür Benedictus de Spinoza’nın ortaya koyduğu düşünceler sayesinde bir kırılma yaşamıştır. Spinoza tanrı ve doğa arasında bir özdeşlik kurmuştur, doğaya ait olanın nesnel zorunluluğunu tanrıya atfetmiştir (Ejder, 2013: 64). Spinoza doğanın yetkinliği ve gerçekliğini açığa çıkarmayı akılsal olanla değil, bedensel olanla ilişkilendirmiştir. Spinoza bedeni yer kaplayan varlık olarak düşünülen “Tanrı’nın ya da Doğa’nın özünü ifade eden bir varolma biçimi” olarak kavramlaştırmıştır (Şiray, 2013: 10). Spinoza’ya göre duygular duygulanışlardan, bedenin etkilenişlerinden kaynaklanarak ortaya çıkmaktadır, böylelikle beden ve düşünce varlığın eşit ifadeleri olarak ilkece aynı düzene bağlanmaktadır (Şiray, 2013: 11). Bedenin aşağı konumu uzun süre politik ve kültürel düzene, ahlak sistemlerine yansırken, Spinoza’nın düşüncesi bedenin yeniden değerlendirilmesine sebep olmuştur. Sosyolog Ulus Baker, Spinoza’nın “bedeni, filozoflara ‘ne düşündüklerini ve nasıl düşündüklerini’ anlamak için bir ‘model’ olarak” önerdiğini söylemiştir ve bu önermeyi bedenin ruha boyun eğmesini gerektiren ahlak sistemlerine ve kendinden önce gelen düşünürlere yöneltilmiş bir protesto olarak değerlendirmiştir (1997). Baker Spinoza’dan yola çıkarak bedenin model olarak alınmasının önemini açıklamıştır: “Beden nasıl bir model olabilir? Spinoza'nın bu modeli sunuşundaki mantık silsilesi o kadar sağlamdır ki, onu takip etmekten başka yapacak bir şey kalmıyor geriye: Bizde bir tarafta dış şeyleri temsil eden, dolayısıyla ‘nesnel gerçekliğe sahip’ fikirler, öte tarafta da bu fikirlerin ‘belirlediği’ ‘ruhsal haller’, yani ‘duygular’ (affectus) var. Günlük yaşam önce fikirlerin bir akışı, bir kovalamacası, bir çağrışımlar silsilesidir --tıpkı şiir okurken imgelerin birbiri adına ruhumuzu sarması gibi... ikinci olarak nasıl bir fikirler silsilesi varsa, hayatımız ‘duyguların’ birbirini takip edişiyle, birbirlerini yerlerinden söküp atmasıyla, birbirlerini kovalamalarıyla geçer. Bu durum, hem ‘sokakta’ hem * Töz: Varlığı başka bir şeye ihtiyaç duymayan dayanak. 6 ‘tarihte’ hem de Spinoza'nın Ethica'sının ‘geometrisinde’ eş ölçüde geçerlidir. Ama ‘duyguları’ belirleyecek olan fikirler gökten zembille inmezler --onlarla sokakta karşılaşırız, onlarla kitaplarda karşılaşırız, filmlerde, otobüs duraklarında beklerken, reklam tabelalarını seyrederken karşılaşırız --bu karşılaşmaların ‘bedensel’ karşılaşmalar olmadığını söylemek budalalık değilse nedir?” (1997). Dünyanın beden ile algılandığını savunan sosyolog Anthony D. Smith de dünyayı algılamanın bedenin dünyaya çoktan uyum sağlamış olması ile mümkün olduğunu, kişinin bedeni zaten dünyanın bir parçası olduğu için dünyadan etkilendiğini “Beden bizim için ... dünyayı açıklayandır: dünyanın canlı yorumcusudur” sözleri ile açıklamıştır (2013: 43). Bu düşünceye göre varoluş, “dünya içinde” varoluştur (Smith, 2013: 44). Düşünür Maurice Merleau-Ponty ise “bedensel-özne” olarak ifade edilebilecek bir kavrayışla insanın bilme faaliyetine girişmeden önceki, hatta tüm bilme faaliyetlerine zemin sağlayan varoluşsal durumun varlığı üzerine düşünmüştür (Özkan, 2013: 22). Merleau-Ponty’nin savı algılamanın beden aracılığıyla gerçekleştiğidir çünkü insan her zaman “dünya-içinde-varlık”tır (Özkan, 2013: 23). İnsanın dünyayı deneyimleyişi, kendisinden kopuk bir nesne dünyasına yönelik olarak gerçekleşmemektedir, özne dünyayı bedeni aracılığıyla bir bütünsellik olarak deneyimlemektedir. İnsanın varoluşu modern anlamda insanın dünyada oluş biçimidir, bu nedenle fiziksel ve toplumsal durumları deneyimlemesi dünya görüşüne dönüşmektedir (Merleau-Ponty, 1991: 72). Merleau-Ponty’nin belirttiği üzere beden fiziksel bir çevrede ve toplum içinde yaşamaktadır. Toplum içinde yaşamaları bedenlerin toplumsallaştığı; aile, topluluk, okul, tıp ve politikadan etkilendiği, onlar tarafından üretildiği anlamına gelmektedir. Akıl/beden ikiliğinde bedenin aşağı görülmesi ve ona yönelik olanın bastırılması gerektiğinin düşülmesine benzer olarak günümüzde beden üzerinde denetimler farklı politik, toplumsal bağlamlarda sürmektedir. Toplumun işlediği, eğittiği, yetiştirdiği ve değiştirdiği bedenler söz konusudur. Toplum içinde bedenler “toplumun kültürü, alışkanlıkları, değerleri, normları, yasakları, ödülleri ve cezaları ile” hareket etmekte ve böylelikle “toplumsal ilişkileri, kurumları ve toplumsal yapıyı meydana getiren esas öğelerden birini temsil eden gövdelere, toplumsal bedenlere dönüştürülmektedir” (Bingöl, 2017: 88). 7 Fatmagül Berktay bedenin toplum ve kültür ile ilişkisini şu şekilde açıklamıştır: “İnsanlar bu dünyaya bedenli olarak gelirler ve başkalarıyla bu bedenselliğin belli özelliklerini (et, kan, kemikler; hastalıklara açık oluş; yaşlanma; ölüm vb.) paylaşırlar. Ne var ki, bedenin anlamını belirleyen, doğal ve dolayısıyla evrensel özellikler değildir. Çünkü aynı özellikler, her yerde aynı derecede vurgulanmaz. Bedenler, toplumun ve kültürün dışında varolmazlar. Ve her kültür insan bedenselliğinin bazı yönlerini vurgularken, diğer bazı yönlerini de gözardı eder. Bu anlamda beden bir kültür aracıdır; ne yediğimiz, nasıl giyindiğimiz, bedenlerimize ‘bakmakla’ ilgili ritüellerin tümü esas olarak kültür tarafından belirlenir. Beden, çok güçlü bir sembolik form; bir kültürün merkezi kurallarının, hiyerarşilerinin ve hatta metafizik bağlılıklarının ‘yazılı’ olduğu yüzeydir. Ancak beden yalnızca bir kültür ‘metni’ olmakla kalmaz, aynı zamanda, Pierre Bourdieu ve Michel Foucault’nun belirttikleri gibi, toplumsal denetimin pratik odağıdır” (2016a: 130-131). 1.2. Cinsiyetli Bedene Karşı Cinsiyetlendirilmiş Beden İnsanın dünyayı deneyimlemesinin önemli bir boyutu olan beden, tarih boyunca cinsiyetli ya da cinsiyetlendirilmiş olarak değerlendirilmiştir. Cinsiyetli ya da cinsiyetlendirilmiş bedenler kişilerarası iletişimi, toplumsal yaşamı, kültürü, iktidarı deneyimlemenin önemli biçimleridirler. Bedenin antik dönemden beri kadın ve erkek olarak ikili ve heteronormatif kabulü, insanların dünyayı deneyimleme biçimleri ve yaşamları üzerinde doğrudan etkilere sahiptir. Berktay kadın ve erkek kavramlarının kurgusallığına dikkat çekmiştir: “Aristoteles’in ‘eksik kalmış erkek’ olan kadını ve Kutsal Kitap’ın ‘ilk günah’tan ve insanın cennetten kovulmasından sorumlu olan Havvası’yla birlikte, insana ilişkin iki farklı simgesel kurgunun; özleri, işlevleri ve potansiyelleri açısından hiyerarşik bir biçimde farklı olan ‘kadın’ ve ‘erkek’ kurgularının ortaya çıktığını görüyoruz” (2016a: 130). Aristoteles’in düşüncelerine göre “Ruh beden üzerinde; Akıl duygu üzerinde; Erkek kadın üzerinde egemendir” (Berktay, 2016a: 132). Aristoteles için otorite hükmeden kişiye aittir ve Aristoteles bu otoritenin tiranlık ya da monarşide olduğu gibi gelenekten ya da erkeğin kadın üzerindeki otoritesinde olduğu gibi “doğadan” geldiğini savunmuştur (Berktay, 2016a: 87). Aristoteles erkeklerin kadınlar, köleler ve çocuklardan farklı olarak eksiksiz bir muhakeme yetisine sahip olduğunu iddia ettmiştir, “bu fikirler Hıristiyan teolojisinin kadına ilişkin dogmatik anlayışının 8 tartışılmaz temeli olmuş ve Batı düşüncesinde etkileri bugün bile izlenebilecek biçimde yer etmiştir” (Berktay, 2016a: 87). Berktay Platon ve Aristoteles’in yarattığı insan değerine ilişkin hiyerarşiyi ve düşüncelerinin cinsiyet ile ilişkisini açıklamıştır: “Platon ve Aristoteles’in düalist rasyonalizmi, bir toplumun egemenlerinin ve onların statükoyu sürdürme isteklerinin, o toplumun en derin düşünürlerinin kavrayışını bile nasıl sınırlandırıp çarpıttığına iyi bir örnektir. İnsan değerine ilişkin bir hiyerarşinin yaratılması ve bunun eşitsiz toplumsal ve ekonomik ilişkileri meşrulaştırmak için ‘doğal’ sayılması, tarihin her döneminde karşılaşılan bir durumdur ve egemen ideolojinin temel işlevine işaret eder. Kadın ile erkek arasında, kadınların üreme kapasitelerine dayandırılan ‘doğal’ farklılık söylemi, cinslerin doğasına ilişkin dikotominin çerçevesini oluşturur ve erkeğin üstünlüğü ile kadının ikincil konumu bu dikotomi aracılığıyla meşrulaştırılır. Böylece, bir üstün erkekler evreni yaratılmış olur; ne var ki bu evren, gene de, kadının ‘doğal’ evrenine bağımlı kalır. Belki de, kadınları denetim altına alma gereğini ortaya çıkaran da, bu bağımlılık karşısında duyulan korkudur” (2016a: 133). Feminist düşünür Simone de Beauvoir’ın ünlü sözü “İNSAN kadın doğmaz: sonradan olur” (1993: 231) toplumsal cinsiyetin inşa edildiğini, bir kurgu olduğunu aktarmaktadır. Kadın çalışmaları uzun bir süre toplumsal cinsiyetin, cinsiyete dayanan toplumsal, kültürel, ideolojik bir kurgu olduğu düşüncesine odaklanmıştır. Ancak, cinsiyet – toplumsal cinsiyetin kendini doğrulamak için dayandığı biyoloji – de toplumsal, kültürel ve politik ideolojilere dayanmaktadır. Bedene yönelik cinsiyetlendirme; kadın ya da erkek cinsiyetin doğumda kişiye atanması süreci söz konusudur. Biyoloji ve doğa da toplum ve kültür gibi birer tarihe sahiptir. Biyoloji ve doğa, toplumsal ve kültürel olanın maddesel dayanağı olarak kabul edilmiştir. Feminist kuramcı Judith Butler biyolojik cinsiyet sınıflamasının kültürel yapılar için bir çıkış noktası olduğunu açıklamış, bu doğrultuda bedenin maddeleşmesi üzerine şu şekilde düşünmüştür: “Biyolojik cinsiyetin bu maddesel açıdan indirgenmezliği varsayımı, çeşitli türlerin toplumsal açıdan cinsiyet analizinin yanı sıra feminist epistemoloji ve etiğini de temellendirip [bu analiz, epistemoloji ve etiğe] onay vermiş gibi görünmektedir. Bu tartışmadaki terimleri yerlerinden etme çabasıyla, nasıl ve niçin [bu] ‘maddeselliğin’ indirgenememe işareti haline geldiğini sormak istiyorum; yani, biyolojik cinsiyetin maddeselliği nasıl sadece kültürel yapıları taşıyan ve böylece bir yapı olmayan [bir olgu] olarak anlaşılır?” (2013: 70) 9 Butler’a göre maddesellik “onsuz hiçbir şey yapamayacağımız bir şey” olma olasılığına sahip bir kavramdır (2013: 71). Bedenin maddesel algılanmasında madde “yansılanmaları ve çelişkilerinde cinsel farklılığın yeni başlayan oyununu yasallaştıran bir gösterge” olarak okunmalıdır (Butler, 2013: 90). Madde, “farklılıklara dayanarak” cinsiyetlenmiştir, bu yüzden “kendisini bir kararsızlık alanı, eril biçimde beden olmayan bir beden, dişil biçimde beden olmayan bir madde olarak” temsil etmektedir (Butler, 2013: 91). Butler’a göre beden “ruhun ya da maddi olmayan bir istemin aracı” değildir ve “cinsiyetlenme, ırksallaşma, bir sınıfa ait olma” dışında anlam ifade eden bir varoluşa sahip değildir (Direk, 2015: 83). Beden cinsiyet, ırk, sınıf işaretlerini performatif* bir biçimde kazanarak beden olmaktadır. Butler toplumsal cinsiyeti zamanla inşa edilen, bir dizi eylemin tekrar edilmesi aracılığıyla dış bir alanda kurulan bir kimlik olarak tanımlamıştır (2007: 191). Toplumsal cinsiyetin inşa edilmiş olması, doğanın salt doğa anlamının dışına çıkarılması ve bedenin bu doğaya göre cinsiyetlendirilmesi onun anlamsız olduğu, bir yalan olduğu anlamına gelmemektedir. Çünkü bedenler tarihsel ve toplumsal gerçekliklerdir. Sosyolog R.W. Connell “doğallaştırma” sürecinin, “biyolojik bilimin neyi açıklayabildiği veya açıklayamadığına ilişkin naif bir hata” olmadığını, doğanın “açıklamadan çok, haklı çıkarmak için kanıt” olarak öne sürüldüğünü açıklamıştır (1998: 322). Doğallaştırma sürecinin güdülediği cinsiyet, toplumsal cinsiyetlendirmenin bir varsayımıdır ve işlemesinin temel koşuludur. Kişinin “biyolojide bir varolanı varolan olarak” tecrübe etmesi için onun varlığını önceden bir biçimde anlamış olması gerekmektedir (Direk, 2015: 73). Bu nedenle temelde el değmeden kalmış, iktidar ve tarih dışı, doğal bir cinsiyetten bahsetmek imkansızdır (Direk, 2015: 73). Butler için önemli başka bir kavram anlaşılırlıktır. Kadın ve erkeğe yönelik biyolojinin, doğanın toplumsal yaşamda bir karşılığının olması, onlara bir anlaşılırlık Performatif: Normun veya normların, eylemin ya da eylemlerin belirli şekilde yinelenmesi ile ortaya çıkan, tekrar ve ritüel ile kültürel olarak sürdürülen, doğal değil zamansal olan. * 10 yüklenmesi, onların bir açıklamasının yapılmasını gerektirmektedir. Bedene anlaşılırlık ilkesi yüklenmesi “biyolojik bir mantıklı dişil gelişimi açıklayan doğal bir teoloji stratejisi”dir (Butler, 2013: 75). Anlaşılırlığa dayanarak kadınların “üreme alanıyla sınırlandırılmış belli sosyal görevleri yerine getirmekle yükümlü oldukları ve diğer görevleri yerine getirmekle aslında yükümlü olmadıkları iddia edilmiştir” (Butler, 2013: 75). Örneğin bedeninin doğurganlığı, geleneksel söylemde annelik içgüdüsü fikri ortaya atılarak kadının özel alanla sınırlandırılması, emeğinin değersizleştirilmesi ve iş gücünden dışlanması gibi durumların dayanağı olarak kullanılmıştır. Bütün kültürlerde kadın ve erkek bedeni arasında ayrım yapılmakta ve bu iki tür bedene farklı anlamlar yüklenmektedir. Kadın bedeni, bedenselliğin en somut ifadesi olarak görülmektedir çünkü “kadın, doğurganlığı ve üremede oynadığı rol nedeniyle varoluşun fiziksel yönleriyle daha fazla donanmış” kabul edilmekte ve “bu nedenle doğayla ve dolayısıyla da bedenle” özdeşleştirilmektedir (Berktay, 2016a: 148). Butler’ın düşüncesine göre günümüzün iktidar rejimleri içinde bir toplumsal cinsiyetle özdeşleşmek bir dizi normu üstlenmeyi ve onlarla özdeşleşmeyi gerektirmektedir. Ancak cinsel kimlik kazanmak için bir bedel ödenmekte, başka özdeşleşme dizileri kaybedilmekte, ya da kişinin seçmediği, onu seçmiş olan ve onu belirlemekte bütünüyle başarısız kalacak bir normla zoraki bir yakınlaşma içinde kalınmaktadır (Direk, 2015: 83). Beden toplumsal ve söylemsel bir nesnedir (Pettmann, 2000: 59). Güç, iktidar bedenleri şekillendirmekte, onların devamlılığını sağlamakta, onları ayakta tutmakta ve şekillendirmektedir. Maddeleşme süreci söylem ve iktidarın bedeni kuşatması olarak incelendiğinde bu iktidarın üretken boyutları dikkat çekmektedir. Düşünür ve araştırmacı Michel Foucault ruh, birey gibi modern kavramların ve modern insan bilimlerinin iktidarın insan bedenini kuşatmak için geliştirdiği söylemin ürünü olduğunu öne sürmüştür (Canpolat, 2005: 106). Beden, söylem içinde ve iktidar ilişkileri bağlamında cinsiyetli bir varlık ve böylece toplumsal cinsiyet normlarına uyması gereken, disiplin edilmesi gereken bir varlık anlamı kazanmaktadır. Foucault’ya göre beden ona doğal bir cinsiyet fikri yükleyen 11 bir söylem tarafından belirlenmeden önce cinsiyetli bir varlık değildir; bu söylem cinsellik söylemidir. Foucault “bedenin ve nüfusun buluşma yeri”nin cinsellik olduğunu öne sürmüştür (2018: 257). Bu nedenle cinsellik bir disiplin ve düzenleme alanıdır (Foucault, 2018: 258). Beden maddeselleşen bir varlık olarak ele alınmaktadır, bu maddeselleşmeyi toplumsal cinsiyetlendirme mekanizmaları düzenlemektedir (Direk, 2015: 75). Butler bedenin yasayla maddeleştiği tezini savunmuştur. Butler’a göre iktidar bireyi sınırlandırmakta, denetlemekte, düzenlemekte, ona yasalar koymakta ve onu korumaktadır. İktidar aynı zamanda kendi yapılarına tabi olanı biçimlendirmekte ve oluşturmaktadır. Özneler politik sistem tarafından söylemsel bir biçimde kurulmaktadır. İktidar kendi yapılarına tâbi olanları, özneleri üretmektedir ve “ürettiği öznenin eril olduğunu” varsaymaktadır (Direk, 2017: 78). Direk Butler’ın üretkenlik hakkındaki düşüncelerini şu şekilde aktarmıştır: “Judith Butler tarihi bir abjection (dışa atma) tarihi olarak okur … Tarihi abjection tarihi olarak okumak, söylemin bedenleri incittiğini, bazı bedenleri eldeki varlık bilimlerin, anlaşılırlık şemaların sınırlarına yerleştirdiğini öne sürmektir. Öyleyse abjection tarihi olarak tarih sorunu, toplumsal cinsiyetlendirme pratiğiyle doğrudan bir biçimde ilişkilidir. Toplumsal cinsiyetlendirme cinsiyetin maddeleşmesini üreten normatif ve zorlayıcı bir pratiktir. Toplumsal cinsiyet normları yalnızca düzenleyici (regülatif) değildir; onlar sayesinde işleyen toplumsal cinsiyetlendirmenin bedenin maddeleşmesini ‘üretici’ nitelikte olduğu Butler tarafından sürekli bir biçimde vurgulanacaktır” (2015: 78). Özetle maddeleşme, toplumsal cinsiyet normlarını yineleyen iktidarın bir sonucudur. Butler maddeyi dinamik bir biçimde maddeleşme süreci olarak ele almıştır. Düzenleyici iktidar bedeni maddeleştirmekte, maddeleşmeyi üretmektedir (Direk, 2015: 80). Cinsiyetlendirme tezine odaklanarak ve bedenin cinsiyetli olduğunu kanıtlayan biyolojinin aslında bedenin cinsiyetli olduğunu öne sürerken cinsiyeti ürettiği göz önüne alınarak, beden üzerindeki iktidarı anlamlandırmaya bir adım daha yaklaşılmıştır. İktidarın bedeni düzenlerken göz önüne aldığı el değmemiş, salt bir doğadan söz etmek, özellikle de günümüzde imkansızdır. Beden ve toplumsal cinsiyet bağlamında iktidarın doğayı yalnızca kendini ve söylemlerini doğrulamak için dışsal bir dayanak olarak ele alması mümkün değildir. Çünkü söz konusu doğa, iktidar 12 dinamiklerinin söylemsel olarak yöneldiği doğadır. İki cinsiyetin heteroseksüel ve natrans* kadın ve na-trans erkek olduğu yıllarca doğal, biyolojik bir gerçeklik olarak savunulmuş, bu biyoloji ve doğadan yola çıkarak kadınlık ve erkeklik tanımlanmış, toplumsal yaşamda, ekonomik yaşamda ve özel alanda onlara belirli roller biçilmiş, özellikler yüklenmiştir. Politikanın bedenlere yüklediği toplumsal anlamları kavramak, üzerinde kurduğu iktidarı anlamlandırmak aslında bu bedenleri üretiyor olduğunu anlamaktan geçmektedir. İktidar, öznesini doğduğunda anlaşılır kılmakta, maddeleştirmektedir. Doğumda, hatta 21. yüzyılda biyoteknolojiler aracılığıyla doğumdan önce, öznesine bir cinsiyet atamaktadır. Belirli toplumsal cinsiyet normlarına göre yetişmesi için, öznenin önce bir cinsiyeti olmalıdır. Bu işlem ne kadar bilimsel ve tarafsız görünürse görünsün, bir özneye cinsiyet atandığında, cinsiyet üretilmiştir. Kısacası beden yaşamaya başladığı anda iktidar tarafından üretilmektedir. Beden-iktidar ekseninde insanın yaşam boyunca doğrudan bir iktidar öznesi olması, bedenin bir iktidar alanı olması bu aşamada başlamaktadır. 1.3. Beden ve Politika: Biyopolitik Bakış Açıları Biyopolitika sözcüğü, yaşam (bíos) ile uğraşan politika (politikos) anlamına gelmektedir (Lemke, 2016: 16). Yüz yıllık bir tarihi olan biyopolitika kavramının ortaya çıkışı, genel tarihsel ve kuramsal bir kümelenmeden kaynaklanmıştır: “19. yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde Lebensphilosophie (hayat felsefesi) bağımsız bir felsefi eğilim olarak çoktan gün yüzüne çıkmıştı; Almanya’daki kurucuları Arthur Schopenhauer ve Friedrich Nietzsche’yken Fransa’da ise Henri Bergson’du. Bireysel Lebensphilosophen (hayat filozofları) oldukça farklı kuramsal pozisyonları temsil ediyordu. Buna karşın ‘hayat’ın yeniden değerlendirilmesi; hayatın sağlık, iyi ve doğrunun normatif ölçütü olması ve temel bir kategori olarak benimsenmesi konularındaki görüşleri ortaktı. Hayat bedensel bir olgu ya da organik bir varoluş; içgüdü, sezi, duygu veya ‘deneyim’ (Erlebnis) olarak anlaşıldığında- ‘soyut’ kavramlar, ‘soğuk’ mantık ve ruhsuz ‘tin’ tarafından temsil edilen, ‘ölüm’ün ve ‘taşlaşma’nın karşıtıydı” (Lemke, 2016: 25). * Na-trans: Trans olmayan, cisgender. 13 1.3.1. Biyopolitika Kavramının Tarihçesi 20. yüzyılın başında biyopolitika kavramını ilk olarak siyaset bilimci Rudolf Kjellén kullanmıştır (Lemke, 2016: 26). Biyopolitika kavramı ortaya çıktığı 1920’li yıllardan günümüze önemli bir dönüşüm geçirmiştir ve beden, yaşam ve doğanın politik bağlamlarını inceleyen çalışmalarda farklı anlamlarda kullanılmıştır. Biyopolitika yaşam ve politikanın ilişkisini, yaşam üzerinde kurulan iktidarı ve bedenlerin denetimini anlatmaktadır. Biyopolitika kavramı hakkında ortaya çıkan ilk yaklaşımlar, yaşamı politikanın temeli olarak gören doğalcı yaklaşımlar ve yaşam süreçlerini politikanın nesnesi olarak gören politika odaklı politisist yaklaşımlar olmuştur (Lemke, 2016: 17). Doğalcı yaklaşımlar devlet hakkındaki organik kavrayışlara, Nasyonal Sosyalizm’de de görülmüş olan ırkçı akıl yürütme biçimlerine ve güncel siyaset bilimindeki biyoloji temelli görüşlere dayanan farklı kavrayışlardan oluşan geniş bir yelpazedir. Politisist düşünceler ise biyopolitikaya bir uygulama alanı olarak ya da yaşam sürecinin yönetilmesi ve düzenlenmesini amaçlayan politikanın bir alt disiplini olarak yaklaşmıştır. Sosyolog Thomas Lemke’nin Biyopolitika başlıklı eserinde ortaya koyduğu temel sav, bu iki yorum hattının da biyopolitik süreçlerin temel boyutlarını kavramakta başarısız olduğudur. Bu iki yaklaşım da yaşam ve politika arasında dışsal bir ilişki ve değişmez bir hiyerarşi olduğunu varsaymaktadır. Lemke’ye göre ise yaşam ve politika yalıtılmış fenomenler olarak görülmemeli, ilişkisellikleri ve tarihsellikleri bağlamında incelenmelidirler (2016: 19). Yaşamın ve politikanın belirli sınırlar ile ayrılmış olduğu düşüncesi beden ve politika ilişkisini tarihsel ve toplumsal bağlamları ile değerlendirmeyi zorlaştırmaktadır. Doğa toplumsal ilişkilerinin bir parçası olarak görülmelidir çünkü yaşam tek başına sabit bir referans noktası değildir (Lemke, 2016: 19). Aynı zamanda biyoteknolojik yeniliklerin etkisi yaşam süreçlerinin dönüştürülebilir ve denetim altına alınabilir olduğunu kanıtlamaktadır, bu düşünce “insanın dokunmadığı bakir doğa” düşüncesinin terk edilmesini sağlamıştır (Lemke, 2016: 19). 14 Biyopolitika kavramını ilk kullanan kişi olan Kjellén, devlete karşı organikçi bir görüşe sahiptir ve yaşamı politikanın temeli olarak ele almıştır. Kjellén için devletin doğal biçimi bir etnik bireylik ifade eden ulus devlettir (Lemke, 2016: 26). Organikçi yaklaşımın çerçevesi çoğunluğu Almanca olan bir dizi denemeden oluşmaktadır; Karl Binding, Eberhard Dennert ve Edward Hahn gibi yazarların 1920’lerde yazdıkları denemeler devlet hakkında yaşamsal bir anlayışına sahiptir (Esposito, 2008: 16). Organikçi görüşün temel varsayımı “tüm toplumsal, politik ve hukuki bağların canlı bir bütüne dayandığıdır”, bu bakış açısına göre politika kendisine “yalnızca biyolojik yasalara göre” yön vermekte ve bu yasaları “meşru kabul edip gerçekliğe uygun saydığı bir ilke” olarak ele almaktadır (Lemke, 2016: 27). Organikçi devlet görüşü, muhafazakâr ve demokrasi karşıtı bir karakter ile Nasyonal Sosyalizm tarafından benimsenmiştir ve ırkçı eğilimleri doğrulamak amacı ile kullanılmıştır. Bu dönemde hiyerarşik bir toplumsal yapılanma ve ırksal homojenlik savunulmuştur. Lemke kavramın gelişiminde iki önemli yorum hattı saptamıştır (2016). İlk çizgide bulunan ekolojik biyopolitika, korunan ve savunulan amaçları takip etmiştir; politikayı doğal çevrenin korunması ile ilişkilendirmiştir. 1960’lardan itibaren politik aktivizm ve toplumsal hareketler küresel çevre krizi bağlamında ekolojiye odaklanmıştır. Doğal kaynakların kısıtlılığı ve nüfus artışının sonuçları ile ortaya çıkan endişeler gündeme gelmiştir (Lemke, 2016: 41-42). Biyopolitika kavramı bu bağlamda politika hakkında yeni bir alanın gelişimi ve insanlığın doğal çevresini korumak amacı ile hareket eden politik eylem anlamına gelmeye başlamıştır. Bu çerçevede artan dünya nüfusu, açlık, hava ve su kirliliği, doğal kaynakların tükenmesi ve enerji kaynaklarının azalması sonuçlarını ortaya çıkaran politik ve toplumsal sorunlar değerlendirilmiştir. İkinci yorum hattı ise dinamik bir gelişimi ve üretimciliği savunmaya odaklanan, biyopolitikanın teknik bir okumasını yapan, biyopolitikayı tıbbi ve bilimsel bilginin ve biyoteknolojik uygulamaların bir sonucu olarak ortaya çıkmış yeni bir politika alanı olarak tanımlayan görüştür (Lemke, 2016: 18). Yaşamın dünyadaki doğal temellerini korumaya ve kollamaya odaklanan biyopolitika düşüncesi teknik merkezli biyopolitika olarak isimlendirilmiş farklı bir düşünme biçiminin de ortaya çıkmasına yol açmıştır. 1970’lerde geliştirilen DNA transferi, fetüsün görüntülenmesi, tüp bebek gibi biyoteknolojik yenilikler, genetik ve üreme teknolojileri, bilimsel süreçlerin 15 denetimi ve düzenlenmesine ilişkin kaygılara sebep olmuştur (Lemke, 2016: 44-45). Bu dönemde biyoetiğe ilişkin düşünceler ve kaygılar, biyopolitika kavramının tartışma alanı olmuştur ve bu yenilikler politikanın alanını genişletmiştir. 1973’te Uluslararası Siyaset Bilimi Birliği’nin (International Political Science Association) biyoloji ve politika üzerine araştırmalara başlaması ile biyopolitika çalışmaları (Esposito, 2008: 21) kavramın gelişmesine ve zamanla günümüzde kullanılan anlamına yaklaşmasına katkı sağlamıştır. 1975’te Paris, Bellagio, Varşova, Chicago ve New York’ta uluslararası kongreler düzenlenmiştir, 1983’te Politika ve Yaşam Bilimleri Birliği (The Association for Politics and the Life Sciences), iki yıl sonra ise Politika ve Yaşam Bilimleri (Politics and Life Sciences) ve Biyopolitika Araştırmaları (Research in Biopolitics) dergileri kurulmuştur (Esposito, 2008: 21). Biyopolitika kavramının birbiri ile çelişen pek çok bakış açısından incelenmiş olması, aslında yaşam ve politika arasındaki ilişkinin karmaşıklığını ve önemini ortaya koymaktadır. Tam da bu karmaşıklık ve önemi kavrayan Michel Foucault, Giorgio Agamben, Michael Hardt ve Antonio Negri’nin biyopolitika yaklaşımları tarihsel ve ilişkisel biyopolitika anlayışları yansıtmaktadır. Tezde biyopolitika kavramı bu yazarların ortaya koyduğu düşüncelerden yola çıkarak yaşamı ve bedeni yöneten, onlar üzerinde iktidar kurulmasını sağlayan politika ve bu politikanın aygıtları, biçimleri ve süreçleri anlamında kullanılmaktadır. Bedenin ve yaşamın iktidar süreçlerince nasıl yönetildiği, beden ve yaşamın iktidar süreçlerini nasıl etkilediği, onlara yönelik politikaların neler olduğu ve nasıl işlediği biyopolitikanın işleyebileceği, biyoiktidarın kurulabileceği ortamın hazırlandığı 16. ve 17. yüzyıldan başlayan ve günümüze uzanan tarihsel süreç içinde ortaya çıkmaktadır. 1.3.2. Biyopolitikanın Doğuşu Biyopolitika ve biyoiktidar hakkında derin bir tarihsel ve ilişkisel çözümlemeyi ilk geliştiren kişi Michel Foucault’dur. Foucault 1970’lerde istatistik, demografi, biyoloji gibi disiplinlere ve özel bir politik bilginin ortaya çıkışına gönderme yapan bir biyopolitika kavramı ortaya koymuştur. Bu disiplinler “yaşama ilişkin süreçleri nüfus düzeyinde çözümlemeyi ve cezalandırma, dışlama, normalleştirme, disiplin, sağaltım ile en uygun hâle getirme pratikleri” aracılığıyla toplulukları ve bireyleri yönetmeyi 16 olanaklı kılmaktadır (Lemke, 2016: 20). Bu yönetme olanaklılığı aynı zamanda biyopolitikanın detaylı olarak incelenmemiş boyutları olan cinsiyete ve toplumsal cinsiyete de uzanmaktadır. Foucault canlı varlıkların yönetimine vurgu yapmıştır çünkü biyopolitika bağlamında doğa yönetim uygulamalarına bağlı bir alandır. Bedeninin doğası da kadın-erkek ikiliği aracılığıyla bölünerek cinsiyetlendirilmekte, yönetim uygulamaları içinde ve iktidar ile ilişkili olarak inşa edilmekte ve yönetilmektedir. Foucault biyopolitika kavramını üç farklı biçimde kullanmıştır (Lemke, 2016: 54). İlk olarak, biyopolitika egemen gücün yeni bir ifadesiyle nitelenmiş olan politik düşünüş ve uygulamada tarihsel bir kopuş anlamına gelmektedir. Kavramın ikinci anlamı, biyopolitika mekanizmalarının modern ırkçılığın yükselişindeki merkezî rolüdür. Üçüncü anlam ise tarihsel olarak bireyin kendini yönetmesinin ve toplumsal düzenlemenin liberal biçimleriyle birlikte ortaya çıkan ayrıksı bir yönetim sanatıdır (Lemke, 2016: 54). Foucault’nun biyopolitikanın doğuşu olarak adlandırdığı süreçte yönetim sanatı ve devlet aklı kavramları önemlidir. Yönetim sanatı yöneticilerin fiilî yönetme biçimleri değil, bizatihi yönetim sanatıdır. Foucault bu kavram ile “olabilecek en iyi yönetimdeki düşünümü ve bununla beraber aynı zamanda da en iyi yönetim şekli hakkındaki düşünümü” anlatmakta, kavrama “politik hükümranlığın icrasında yönetim pratiğinin akılsallaştırılmasının incelenmesi” anlamını yüklemektedir (2015: 4). Foucault’ya göre yönetim sanatı kendi kurallarını belirlemeli ve “devletin ‘olması gereken’den ‘olan’a gelmesi amacıyla yöntemlerini akılsallaştırması gerekmektedir” (2015: 6). Devlet aklı ilkesine göre yönetmek, devletin kalıcı kılınması, zenginleştirilmesi ve kendi varlığına tehditler karşısında güçlendirilmesidir. Foucault’nun aşağı yukarı 16. yüzyılda ortaya çıktığını söylediği devlet aklının temel özelliği “devleti hem özgül hem özerk, ya da en azından kısmen özerk olarak” tanımlanması olmuştur (2015: 6). O zamana kadar devleti yönetenlerin uyması gereken belirli ilke ve ilahî, ahlaki ya da doğal kurallar varken artık devlet yalnızca kendi için vardır ve yalnızca kendisine gönderme yaparak var olmaktadır. Bu yüzden Foucault’nun devlet tanımı devletin bir 17 özü olmadığı ilkesine dayanmaktadır. Devlet bir evrensel değildir, bizatihi bir iktidar kaynağı değildir; “finans kaynaklarını, yatırım biçimlerini, karar mercilerini, denetleme biçim ve yöntemlerini, merkezî otorite ve yerel güçler arasındaki ilişkileri değiştiren sayısız işlemlerin daimî olarak devletleştirilmesinin, devletleştirilmelerinin sonucundan, profilinden, hareketli kesiminden ibarettir” (Foucault, 2015: 65). Foucault biyopolitikanın doğuşunu hazırlayan dönem olan 16. ve 17. yüzyılda sürekli olarak yönetimi kısıtlama çabası görüldüğünü açıklamıştır. 17. yüzyılda yasalar devletin öncesinde gelmiştir ve hukuk, devlet aklının dışında kalarak onu sınırlamıştır, 18. yüzyılda ise yönetim akılsallığının içeriden düzenlenmesi, kısıtlanması söz konusu olmuştur (Foucault, 2015: 12). Bu dönemde yönetimin temel ilkesi önceki dönemlerde olduğu gibi dinî olarak belirlenmiş doğal haklara değil, yönetimin amaçlarına dayanmaktadır (Foucault, 2015: 12). Hukuk ilkesi, önceden hükümrana ve onun yapabileceklerine sınırlar çizerek devlet aklını haricî olarak dengelerken, artık akılsallık “nasıl fazla yönetilmez sorusu”na odaklanmıştır (Foucault, 2015: 14). 18. yüzyılın ortalarına gelindiğinde artık yönetimin aşırılığına karşı konulmaktadır. Ancak yönetim aklının kendini kısıtlaması toplumsal adalet ya da yönetilenlerin yönetene karşı korunması ilkesi ile değil, ekonomi politik aracılığıyla ortaya çıkmıştır. Aşırı yönetime karşı çıkan kapitalizme geçiş döneminden itibaren kendi yasalarını getirerek iktidar yapılarını düzenleyen sermayedir. Ekonomi politik devlet aklını kısıtlamak için değil, onun amaçlarının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır (Foucault, 2015: 15). Foucault’ya göre ekonomi politiğin amaçları “Devletin zenginleşmesi, bir taraftan halkın, diğer taraftan da yaşam için zorunlu kaynakların, birbiriyle paralel, bağlantılı ve düzgün ayarlanmış bir şekilde genişletilmesidir” (2015: 15). Foucault yönetim pratiğinin kendine özgü bir tür doğallık keşfettiğini ileri sürmüştür (2015: 17). Yönetim eyleminin ve öznelerinin özgün doğası mantığına göre doğa, ekonomi politik bağlamında iktidarın dokunduğu anda gayrimeşru olacağı, korunmuş ve kökensel bir alan değildir. Doğa yönetimselliğin uygulanmasının bir alanına dönüşmüştür: 18 “Yöneticilerin eylemlerinin görünen yüzü olduğu bir şeyin öteki yüzüdür … Arka plan değil de, sonsuz bir bağdaşlık. Bu bağlamda ekonomistler, mesela halkın yüksek maaşlara yönelmesini, veya yaşamsal ürünlere yüksek fiyatlar biçen gümrük vergilerin kaçınılmaz olarak kıtlığa sebep olabilmesini birer doğa kanunu olarak açıklar” (Foucault, 2015: 17). Yönetimselliğin ve konularının, işleyişlerinin kendilerine özgü birer doğası olduğu düşüncesinden yola çıkarak yönetim eyleminin temel ölçütü artık “meşruluk ya da gayrimeşruluk değil, başarı ya da başarısızlık” olarak kabul edilmiştir (Foucault, 2015: 17). Böylelikle devlet ve yönetim felsefi, ahlaki açılardan değil, ekonomi açısından sorgulanmaya başlamıştır. Foucault’ya göre yönetim sanatında adil denge ya da önceden hükümdarın bilgeliğini gerektiren tarafsız adalet kavramının yerini “azamiagari” ilkesi almıştır (2015: 18). Yönetim aklının kendi kendini kısıtladığı bu “akılsallık” türü liberalizmdir (Foucault, 2015: 21). Foucault yaşam üzerindeki iktidarın 17. yüzyıldan itibaren iki biçimde geliştiğini söylemiştir. Birincisi insan bedeninin anatomo-politikasıdır. Merkezde bir makine olarak ele alınan bedenin eğitimi, yeteneklerinin artırılması, güçlerinin ortaya çıkarılması, yararlılığının ve itaatkârlığının üretilmesi, ekonomik denetim sistemleri ile bütünleşmesi çeşitli iktidar yöntemleriyle sağlanmıştır. 18. yüzyılın ortasında ortaya çıkan ikinci gelişme ise nüfus süreçlerinin temeli olarak görülen bedenin merkeze alınmasıdır: “Bollaşma, doğum ve ölüm oranları, sağlık düzeyi, yaşam süresi ve bunları etkileyebilecek tüm koşullar önem kazanmıştır; bunların sorumluluğunun yüklenilmesi bir dizi müdahale ve düzenleyici denetim yoluyla gerçekleşir: Bu da nüfusun biyo-politikasıdır” (Foucault, 2016: 99). Foucault çalışmalarında bedenin yönetilmesini tekil insanları ve bedenlerini düzenleyen anatomo-politika ve nüfusu düzenleyen ve ekonomi politik tarafından belirlenmiş bir doğa ilkesine göre yöneten biyopolitika olarak ayırmıştır. Ancak tezde benimsenen biyopolitika yaklaşımında insan bedenleri üzerinde doğrudan kurulan, Foucault’nun anatomo-politika ismini verdiği olgu, biyopolitikadan ayrı bir süreç değildir, onun ilk evresidir ve günümüzde nüfuslar üzerinde genel olarak kurulan biyoiktidarı, doğanın ekonomi politik tarafından dönüştürülmüş biçimini ortaya çıkaran evresi olmuştur. 16. ve 17. yüzyılda yaşanan kapitalizme geçiş döneminde 19 saptanan süreçler, liberal doğanın ve 18. yüzyılın ortalarından günümüze liberal doğayı yaşayacak toplumların, dünya nüfuslarının temelini atmıştır. Foucault’nun biyopolitika anlayışı biyopolitikanın nesnelerinin nüfus düzeyinde ölçülebilen ve gruplandırılabilen biyolojik özellikleri olduğu düşüncesine dayanmaktadır. Belirli normlar, yerleşik standartlar ve ortalama değerler bu özellikleri düzenleyerek kurulmaktadır. Bu süreçte yaşama nesnel ve ölçülebilir bir nitelik verilmektedir, böylelikle “… somut canlı varlıkların ve bireysel deneyimin tekilliğinin epistemolojik ve pratik açıdan birbirinden ayrılabileceği kolektif bir gerçeklik” ortaya çıkmaktadır (Lemke, 2016: 20). 1.3.3. Biyopolitikanın Doğuşu ve Kadın Tarih boyunca iktidar sahipleri politik eylem ve söylemleri aracılığıyla toplumsal ve politik yaşamı düzenlemiş, güçlerini belirli şekillerde doğrulamışlardır. Araştırmacı Susan Kingsley Kent bu durumu şu şekilde açıklamıştır: “Neredeyse baktığımız her yerde, Antik Yunan ya da Roma, Orta Çağ Çin’i ya da Avrupa’sı, Rönesans İtalya’sı, sömürgecilik öncesi Afrika, coğrafi keşifler öncesi Kuzey Amerika, erken dönem modern İngiltere, ya da devrim dönemi Amerika’sı ya da Fransa’sında, politik elitler kendilerine ve öznelerine, oy verenlerine toplumlarının nasıl ortaya çıktığı, güç kullanma ve yasa koyma hakkının nasıl kendilerine düştüğü hakkında öyküler anlatmışlardır” (2004: 86). İktidarlar kendi üzerlerine düşen sorumluluğu doğrulamak için kanıt gösterdikleri dayanaklara uygun olarak yaşamı düzenlemişlerdir. Cinsel yönelimde heteroseksüelliğin, cinsiyet kimliğinde na-trans kadınlık ve na-trans erkekliğin norm sayılması ve onlara belirli toplumsal roller yüklenmesi, cinsiyetatanmış cinsiyet ayrımının çok yakın zamana dek yaygınlaşmaması, interseks cinsiyetin ve transseksüelliğin uzun bir süre resmi olarak kabul görmemesi, feminist düşünürlerin bile önemli bir kısmının cinsiyet-toplumsal cinsiyet ayrımı söylemlerinde cinsiyet farklılığını derinleştirmesi tarihsel olarak ikili cinsiyet düzenine ve onun politik, söylemsel, ekonomik ve toplumsal olarak kurulmasına bağlıdır. Beden/ruh, özel/kamusal, doğa/kültür ikilikleri gibi kadın/erkek ikiliği de insanlık tarihinde belirli normlara göre bedenleri düzenlemiştir. İktidarlar bu ikiliği üretirken belirli dayanaklar 20 ortaya koyarak kültürden yasaya pek çok sürecin yardımı ile cinsiyet ve cinsellik öyküleri yaratmıştır. Foucault’nun biyopolitikanın doğuşunu hazırladığını söylediği 16. ve 17. yüzyıllarda saptadığı yönetimsel dönüşümlerin toplumsal yaşama yansımaları cinsiyetin düzenlenmesi açısından kadınlar özelinde açıkça incelenebilmektedir. Biyopolitikanın kadınlık, kadının yaşamı ve kadının bedeni üzerinde nasıl iktidar kurduğu, bu dönemlerde ekonomik dönüşümün kadınlar üzerindeki yansımaları üzerinden okunabilmekte, kadının beden-iktidar ekseninde günümüzdeki konumuna yönelik anlamlı iletiler taşımaktadır. Kişiler üzerinde doğrudan iktidar kuran, Foucault’nun anatomo-politika kavramı ile biyopolitikadan ayırdığı yönetim biçimlerinin Foucault’nun biyopolitika olarak kavramsallaştırdığı ve günümüzde sürmekte olan yönetim biçimlerinin ortaya çıkışını nasıl hazırladığı, tekil insan bedeni üzerinde kurulan iktidarın genel nüfus süreçleri ile ilişkisinin ne kadar güçlü olduğu, kadınların 16. ve 17. yüzyılda yaşadıkları incelendiğinde açıkça gözlemlenebilmektedir. Tarihçi David Edward Underdown (2007) ve feminist akademisyen Silvia Federici (2017) gibi araştırmacılar toplumsal düzenin çöküş dönemlerinde ataerkil aile yapısı ve kadın bedeni üzerinde belirli politikalar uygulandığını saptamış, erken modern dönemde İngiltere ve Kıta Avrupası’nda yaşananları bu çerçevede incelemişlerdir. Beden ve yaşam üzerindeki iktidar, özellikle kadınlar üzerinde önemli etkilere sahiptir. 16. ve 17. yüzyıllarda biyopolitika şekillenirken ve kapitalizm yaygınlaşırken kadınlar üzerindeki iktidar uygulamaları, bunların nedenleri ve sonuçları dönemin ekonomik ve toplumsal dönüşümleri bağlamında okunduğunda günümüzü etkilemekte olan önemli biyopolitik süreçleri açıklamaktadır. Bedenin kadınlığın tanımlayıcı etkinlik alanı hâline geldiği toplumsal ve tarihsel koşulları inceleyen Federici, Caliban ve Cadı eserinde “Kapitalist toplumda fabrika ücretli erkek işçiler için ne ise bedenin de kadınlar için aynı şey olduğunu” açıklamıştır: “Kadın bedeni, devlet ve erkekler tarafından temellük edildiği ve emeğin yeniden üretimi ile birikimin bir aracı olarak işlev görmeye zorlandığı oranda, kadınların sömürülmelerinin ve direnişlerinin esas zeminidir” (2017: 29). 21 Kadınlar üzerinde kurulan iktidarın dayanakları ekonomi politik ile yakından ilişkilidir. Kapitalizmin gelişim döneminden beri nüfusun, üretim ve yeniden üretimin devletin gücü olarak görülmesi, nüfusun azaldığı dönemlerde doğum kontrol yasakları, kadınların işgücünden dışlanması gibi kadının temel işlevini annelik olarak içselleştirmesini ve yaşamını aile ve özel alan ile kısıtlamasını amaçlayan söylemleri, politikaları ve yasaları açıklamaktadır. 1580’lerde Batı Avrupa nüfusu azalmaya başlamış, 17. yüzyıla kadar düşük nüfus durumu sürmüştür. 1620’lerde ve 1630’larda büyük bir demografik ve ekonomik krizin doruğu yaşanmıştır (Federici, 2017: 127). İlk uluslararası kriz bu dönemde Avrupa’da ve sömürgelerinde pazarların küçülmesi, ticaretin durması, işsizliğin yaygınlaşması ve gelişmekte olan kapitalist ekonominin çökme noktasına gelmesinin sonucu olarak yaşanmıştır (Federici, 2017: 127). Federici bu krizi kadının işgücünün yeniden üreticisi olarak ailedeki konumu üzerinden baskılanması, emeği değersizleştirilerek ekonomik olarak ikincil konuma düşürülmesi, doğum kontrolde özerkliğinin elinden alınması, itaatsizlik ya da cadılık gibi suçlardan yargılanması bağlamında incelemiştir. Federici biyoiktidar bağlamında bu durumdan yola çıkarak emek, nüfus ve servet birikimi arasındaki ilişkinin bir nüfus politikası ve biyoiktidar rejiminin ilk unsurlarını üretecek şekilde ortaya çıktığını, “Üremeyi ve nüfus artışını devlet meselesi ve aynı zamanda entelektüel söylemin esas meselesi hâline getiren şeyin” 16. ve 17. yüzyıllardaki nüfus krizi olduğunu ve kadınların bu dönemde cadılık, itaatsizlik, doğum kontrolü gibi çeşitli suçlardan topluca öldürülmesinin bu kriz ile bağlantılı olduğunu savunmuştur (2017: 128). Vatandaşların sayısının ulusun gücünü ve zenginliğini belirlediği düşüncesi 16. yüzyılın ortalarında toplumsal bir aksiyom hâline gelmiştir (Federici, 2017: 128), nüfus artışı politik ve dinî alanlarda önem kazanmıştır (Federici, 2017: 129). Ekonomik yaşamda emeğin merkezîliğini vurgulayan bir ideolojinin geliştiği ve nüfusun dönüştüğü bu dönemde Avrupa yasalarında üreme suçlarından yargılanan kadınlara karşı ağır cezalar yer almaya başlamıştır (Federici, 2017: 128). Düşünür Roberto Esposito doğum ve biyopolitika ilişkisini Nasyonal Sosyalizm örneği ile açıklamıştır: Naziler Almanların üreme kapasitesini sergilemek, 22 Yahudilerinkini ise engellemek amacıyla doğumu ve yaşamı kontrol etmeye çalışmıştır (Esposito, 2008: 169). Esposito doğum ve millet kavramlarının bağlantılı olduğunu, Latince kökenli dillerde millet (İngilizce ve Fransızca nation) sözcüğünün Latince doğurmak anlamına gelen nascor fiilinin isim hâli olan natio sözcüğünden türediğini vurgulamıştır (Esposito, 2008: 170). Millet kavramı etimolojik, kültürel, ideolojik açılardan bedene keskin göndermeler yapmaktadır. İşgücünün yeniden üretimi ilkesine göre kapitalist politika yaşına ve durumuna bakmaksızın her bireyden azami iş çıkarmayı amaçlamaktadır. 16. ve 17. yüzyılda Fransa ve İngiltere’de evlenenlere maddi yardım yapılması gibi politikalar aracılığıyla kapitalist yeniden üretim politikasının çekirdeğini oluşturan, işgücünün yeniden üretiminin temel kurumu olan aile öne çıkarılmıştır (Federici, 2017: 130). Bu dönemde nüfus sayımları başlamış, devlet cinselliği, doğurganlığı ve aile yaşamını denetlemiştir (Federici, 2017: 130). Bu dönemde tüm Avrupa devletleri doğum kontrole, kürtaja ve bebeklerin öldürülmesine idam cezası getirmiştir ve hamile kadınların hamileliklerine son vermelerini engellemek amacıyla yeni denetim yöntemleri uygulamaya başlamıştır. Örneğin 1556’da Fransa’da bir kraliyet emri ile kadınların her hamileliklerinin kayda geçirmesi zorunlu kılınmıştır ve doğduğunu gizledikleri çocukları vaftizden önce ölen kadınlar, herhangi bir suçları kanıtlanmaksızın ölüm cezasına çarptırılmıştır (Federici, 2017: 131). İngiltere ve İskoçya’da 1624 ve 1690 yılları arasında evli olmayan kadınlara yönelik casusluk sistemleri kurulmuş, evli olmayan hamile bir kadına ev sahipliği yapmak dahi yasadışı ilan edilmiştir (Federici, 2017: 131). 16. ve 17. yüzyılda Avrupa’da kadınların yaşamları ve bedenleri üzerinde kurulan iktidarın nüfus artışı ve aileye verdiği önemin sonucu olarak merkezinde üreme normlarının çiğnenmesi olan cadılık suçlamaları ile çok sayıda kadın idam edilmiştir (Federici, 2017: 131). Ebelerden şüphe duyulmaya başlanmış, doğum sırasında yetki erkek doktorlara verilmiştir (Federici, 2017: 132). Ebelerin marjinalleştirilmesi ve tıbbın erilleştirilmesi ile kadınların doğum üzerindeki denetimleri azalmıştır: “Kadınların işlevi çocuğu taşımak gibi pasif bir göreve indirgenirken erkek doktorlar asıl ‘hayat veren’ … olarak görülmeye başlandı. Bununla birlikte acil 23 bir durumda ceninin hayatını anneninkine tercih eden yeni bir tıbbi uygulama ortaya çıktı” (Federici, 2017: 132). Fransa ve Almanya örneklerinde ebeler işlerine devam etmek için devlet casusu olmaya mecbur bırakılmıştır ve onlara bütün doğumları kayda almak, nikahsız doğan çocukların babalarını bulmak, gizli doğum yaptığından şüphelenilen kadınları ortaya çıkarmak gibi sorumluluklar yüklenmiştir ve aynı iş birliği akrabalar ve komşulardan da beklenmiştir (Federici, 2017: 132). Almanya’da kadınlar doğum sırasında “yeterince çaba göstermezlerse” ya da “evlatlarını sevinçle karşılamazlarsa” cezalandırılmaya başlamıştır (Rublack 1996 aktaran Federici 2017: 132). 16. ve 17. yüzyılda uygulanan bu politikalar kadınların bedenleri “erkeklerin ve devletin kontrolü altındaki bir kamusal alan hâline” getirilerek “doğurma doğrudan kapitalist birikimin hizmetine” sunulmuştur (Federici, 2017: 133). Doğum kontrol uygulamaları ve kürtaj aynı zamanda cadılıkla bağdaştırılmıştır (Federici, 2017: 258). Bu dönemde artan yoksulluk ve yetersiz beslenme sonucunda gerçekleşen çocuk ölümlerinden cadılar sorumlu tutulmuştur (Federici, 2017: 258). Bu dönemde yaşam politikaları, kadının ölümü politikalarına denk olmuştur. Nüfusun yaşamını artırmaya yönelik politikalar, yasalar ve onlar aracılığıyla yaratılan toplumsal düzenler ve özel yaşam üzerindeki disiplin, norma uymayanlara karşı dinî inanç, ahlak ve korkuya dayanan ideolojiler ile desteklenerek cadı avına dönüşmüş, cadı avını doğrulayacak genel bir ortam oluşturmuş, ona katkı sağlamıştır. Federici aileye verilen önemin ve devletin aile yaşamını denetlemesinin cadı avına dönüşen ideolojik yönünü şu şekilde açıklamıştır: “Ancak devletin arzu edilen nüfus oranını sağlamak için attığı temel adım, kadınlara karşı, açıkça onların kendi bedenleri ve yeniden üretimleri üzerindeki kontrolünü kırmayı amaçlayan gerçek bir savaş açmaktı. … bu savaş, esas olarak cadı avı aracılığıyla yürütülmüştür. Cadı avı, bir yandan kadınları çocuklarını şeytana kurban etmekle suçlarken, diğer yandan her çeşit doğum kontrolünü ve çoğalma amacı gütmeyen cinselliği şeytanlaştırıyordu. Ama aynı zamanda üreme suçunun yeninden tanımlanmasına dayanıyordu” (Federici, 2017: 130). Doğum kontrolün suç hâline getirilmesi ile, kadın bedeni nüfus artışı ile emek gücünün üretimi ve birikiminin hizmetindeki bir araç olarak konumlandırılmıştır (Federici, 2017: 259). Cadı bir ebe, doğurmaktan sakınan bir kadın, komşusundan ekmek ya da odun çalan yoksul bir kadın olabileceği gibi aynı zamanda üreme amaçlı olmayan 24 cinsel ilişkiye giren, evlilik bağları dışında yaşayan bir kadın olarak da algılanmıştır (Federici, 2017: 262-263). Ekonomi politiğin ve iktidarın çıkar ilkesine göre bir doğa kurulmasını Federici doğum özelinde şu şekilde açıklamıştır: “Gerçekte doğurma ve nüfus değişimleri otomatik ya da ‘doğal’ olmaktan öylesine uzaktır ki kapitalist gelişimin her evresinde devlet, işgücünü artırmak ya da azaltmak için düzenlemelere ya da baskıya başvurmak zorunda kalmıştır. Bu, işçilerin kaslarının ve kemiklerinin temel üretim aracı olduğu kapitalizmin başlangıç dönemi için özellikle geçerliydi. Ancak daha sonraları bile -günümüze kadar- devlet, yeniden üretimin denetimini kadınların elinden almak ve hangi çocuğun, ne zaman, nerede, ne sayıda doğması gerektiğine karar vermek çabasından hiç vazgeçmemiştir” (Federici, 2017: 135). Kadınların kendi bedenlerini denetlemelerinin yasaklanması, anneliği zorunlu emek olarak dayatmıştır ve cinsiyete dayalı iş bölümünün önemli bir temeli olmuştur (Federici, 2017: 136). Sonuç olarak 17. yüzyıla gelindiğinde kadınlar işsizdir. Ev dışında çalışmamaları ve yalnızca eşlerine yardımcı olmak için üretimle ilgilenmeleri gerektiği varsayımı yasalarda, vergi kayıtlarında, lonca tüzüklerinde kabul görmüştür. Kadınların evde yaptıkları dikiş, temizlik gibi işler ev dışında yapıldığında dahi iş sayılmamıştır ve piyasa için değersiz görülerek “ev idaresi” olarak tanımlanmaya başlamıştır (Federici, 2017: 138). Çalışan işçi kadınlar düşük statülü işlerle sınırlandırılmıştır ve erkeklere göre daha az, geçimlerini sağlamayan ücretler almışlardır, böylelikle evliliğin “kadınların asıl kariyeri” olarak görüldüğü bir anlayış gelişmiştir (Federici, 2017: 138). 15. yüzyılın sonundan itibaren İtalya, Fransa, Almanya gibi ülkelerde erkek zanaat işçileri kadın işçileri atölyelerden uzaklaştırmak için kampanyalar başlatmış, şehir otoriteleri ile iş birliği kurarak kadın emeğinin itibarsızlaştırılması ve değersizleştirilmesinin temellerini atmışlardır (Federici, 2017: 140). Loncalar ve şehir otoriteleri arasındaki iş birliği ve toprak özelleştirmeleri ile cinsiyete dayalı yeni bir iş bölümü oluşturulmuştur ve kadınlar “erkeklere kadın bedenine ve emeğine, çocuklarının bedeni ve emeğine serbestçe erişebilme imkanı sağlayacak şekilde anne, eş, kız ya da dul olarak” tanımlanmıştır (Federici, 2017: 142). 25 Akademisyen ve yazar Şirin Tekeli, kapitalizm altında kadının yaşadığı ezilmenin “onun kapitalist toplumda ikili bir rol oynamasından” kaynaklandığını söylemiştir (2017: 9). Kadınlar ekonomik açıdan sermayenin gereksinimlerine tabi durumdadır, “hem ‘ev işi emekçisidir’ ve bu açıdan ‘emek gücünün’ korunması ve yetiştirilmesinden birinci derecede o sorumludur; hem de ‘yedek işçi ordusunu’ besler” (Tekeli, 2017: 9). Yedek işçi ordusu olarak kadınlar savaş dönemlerinde üretime katılmakta, bu dönemler bittiğinde ise yeniden yedek konumuna düşmektedir ya da ağırlıklı olarak yarı zamanlı çalışma koşulları ile üretime katılmaktadır. Kadının bu ikili rolü “birbirlerini karşılıklı olarak belirleme, yeniden üretme durumundadır” (Tekeli, 2017: 9). Kadın emeğinin ikili yapısı ekonomi politiğin şekillendirdiği sınıflı toplumun başlangıcı ile doğrudan ilişkilidir. Kadın emeği, sosyal üretime girdiği zaman bile doğrudan sosyal emek olma niteliğini yitirmiştir, ev işi de önceden sosyal bir niteliğe sahipken özel bir hizmete dönüşmüştür (Tekeli, 2017: 10). Kapitalizmin amacı değeri genişletmek için emek gücü satın almaktır, bu sebeple kapitalist kârın kaynağı olan değer emekçiden alınmaktadır (Tekeli, 2017: 11). Böylelikle kadın emeğinin değersiz görülmesinin yolu açılmaktadır, “kadınların emeklerini ev işine tahsis eden grup olarak görevlendirilmeleri, sosyal üretimde de ikinci planda bir yer tutmalarına” yol açmaktadır (Tekeli, 2017: 12). Ev işi ve sosyal üretimdeki rolleri karşılıklı olarak birbirini belirlemektedir: “Kadının özel bir biçimde ezilmesi olgusu sermayenin kadını sürekli olarak sömürülmeye hazır bir emek gücü olarak tutmasına bağlıdır” (Tekeli, 2017: 12). Kapitalizme geçiş dönemi olan 16. ve 17. yüzyıllarda yeni burjuva ailesinde “kocanın ‘kendisine bağlı sınıfların’ disiplin altına alınması ve denetlenmesiyle görevli bir devlet temsilcisi” olduğu kabul edilmiştir (Federici, 2017: 144). Üst sınıfta mülkiyet, işçi sınıfta ise kadınların ücretten dışlanması aracılığıyla erkek eşi ve çocukları üzerinde iktidar kazanmıştır (Federici, 2017: 144). 17. yüzyılda kadınlar eşleri ile birlikte çalışsalar da ücretlerini eşleri almıştır (Federici, 2017: 144), kadınlar tek başlarına ekonomik faaliyet yapma haklarını kaybetmişler, hukuki olarak “çocuk yerine” konmuşlardır; örneğin Almanya’da kadınların yalnız başlarına ya da başka kadınlarla birlikte, hatta yoksullarsa aileleriyle birlikte yaşamaları, denetlenmeleri zor 26 olacağı düşünüldüğü için yasaklanmıştır (Federici, 2017: 148). Kadınlar ve erkekler arasındaki iktidar farkı ve “kadınların karşılığı ödenmeyen emeğinin doğal bir aşağılık kisvesi altında gizlenmesi” aracılığıyla ekonomik düzen karşılığı ödenmeyen işgücünü genişletmiştir (Federici, 2017: 171). 16. ve 17. yüzyılda işçiler yeni çalışma şartlarına boyun eğmeye zorlanmıştır ve disiplin altına alınmış bir işgücü üretilmeye çalışılmıştır (Federici, 2017: 195). Batı Avrupa’da işçilerin yeni koşullara direnmesi cezaların ağırlaştırılması, idam cezalarının yaygınlaşması gibi yaptırımlarla sonuçlanmıştır (Federici, 2017: 196). Bu dönemde sıkı bir iş disiplinin sağlanmasına fayda sağlamayacak tüm davranışları ortadan kaldırmak amacıyla “kişinin radikal bir şekilde dönüşümü” amaçlanmıştır (Federici, 2017: 196). 16. yüzyıl ortalarında İngiltere ve Fransa’da şans oyunlarının yasaklanması, tavernaların kapatılması, “üretken olmayan” cinsellik ve toplumsallaşma biçimlerinin, çıplaklığın, içki içmenin, küfrün ve lanet okumanın yasaklanması gibi uygulamalar bu durumu örneklemektedir (Federici, 2017: 196). Bu süreçler geniş bir toplumsal mühendislik sürecinde yeni bir beden kavramı ve bedene ilişkin yeni bir politika oluşturulmasının başlangıcı olarak yorumlanabilmektedir. Beden aynı zamanda hem “tüm kötülüklerin kaynağı olarak bir saldırı odağı” hâline gelmiş, hem de bilimsel olarak “bir çalışma konusu” olarak ortaya çıkmıştır (Federici, 2017: 196). Federici kapitalizmin gelişimi ve ataerkil iktidarın ilişkisini açıklamıştır: “… kadınları erkek işgücünün hizmetçileri hâline getiren yeni bir patriyarkal düzenin kuruluşu, kapitalist gelişimin temel yanlarından biriydi. Bu gelişimin temelinde, yalnızca kadınların ve erkeklerin yerine getirmesi gereken görevleri değil, aynı zamanda deneyimlerini, hayatlarını, sermayeyle ve işçi sınıfının diğer sektörleriyle olan ilişkilerini de birbirinden ayıran yeni bir işbölümü uygulanabildi. Dolayısıyla cinsiyete dayalı işbölümü her şeyden önce, en az uluslararası işbölümü kadar, bir iktidar ilişkisi, işgücü içindeki bir bölünme ve aynı zamanda kapitalist birikim açısından devasa bir itici güçtü” (Federici, 2017: 170) Federici’ye göre cadı avı kapitalist toplumun gelişimi ve modern işçi sınıfın doğuşunda en önemli olaylardan biridir çünkü toplumsal yaşamın her alanı üzerinde devlet kontrolünün genişlemesinin sonucudur: “Cadı avı erkeklere kadınların güçlerinden korkmayı öğreterek, kadın erkek ayrımını derinleştirmiş ve kapitalist iş 27 disipliniyle uyuşmayan pratikler, inançlar ve toplumsal özneler dünyasını yok ederek toplumsal yeniden üretimin esas unsurlarını yeniden tanımlamıştı” (Federici, 2017: 236). Aydınlanma Çağı’nda ortaya atılan görüşün aksine cadı avı “feodal dünyanın son bir kıvılcımı” değildir çünkü Orta Çağ’da cadılar kitlesel olarak yargılanmamış, toplu idamlar yaşanmamıştır (Federici, 2017: 236). Cadılık, büyücülük 15. yüzyılın ortalarında halk ayaklanmaları ve salgınların yaygın olduğu, başlamakta olan feodal kriz döneminde tehdit olarak görülmeye başlamıştır. Metafizik ve ideolojik temelini Roma Katolik Kilisesi’nin attığı cadı avı, yalnızca dinî sebeplerle yaşanmamıştır. 16. yüzyılın ortalarından itibaren cadı olarak yargılanan kadınların sayısı artmıştır, cezalandırma yetkisi cadı avının en yoğun yaşandığı dönemlerde dinî kurumlardan alınarak seküler mahkemelere verilmiştir (Federici, 2017: 237- 242). Kilise ve devlet arasında bir iş birliği söz konusu olmuştur. Cadılık, özellikle cadı avının en yoğun olduğu 1550-1650 yılları arasında ağırlıklı olarak kadın suçu sayılmıştır. Önceden erkekler suçlananların yüzde kırkını oluştururken, bu dönemde cadılık suçundan yargılanan ve idam edilenlerin yüzde sekseninden çoğu kadındır (Federici, 2017: 256). Cadının kadın olduğu demonologlar da vurgulamıştır (Federici, 2017: 256). Jüriler, yargıçlar, avukatlar, devlet çalışanları, otorite sahibi yetkililer, demonologlar, rahipler, kilisenin görevlendirdiği kişiler, sanatçılar, düşünürler ve gazeteler aracılığıyla, 16. yüzyılın sonuna gelindiğinde cadı avı standartlaşmış, doğrulanmış ve sistemleşerek bürokratik bir şekilde ilerlemeye başlamıştır (Federici, 2017: 240-241). Cadı avı kadın bedeninin, emeğinin, cinselliğinin, yeniden üretim yetilerinin devlet kontrolü altına alındığı ve ekonomik kaynaklara dönüştürüldüğü yeni ataerkil düzenin kuruluşunun aracılığını yapmıştır. Cadı avcıları aslında yasal bir süreç yönetmemiş, hoş görmedikleri ve toplumda var olmasını istemedikleri davranışları ortadan kaldırmıştır. Bu dönemde cadılıkla suçlanan kişiler, bir suçları kanıtlanmasa ya da kişilere ve şeylere zarar vermemiş olsalar da ağır cezalara çarptırılmışlardır. Bu dönemlerde sosyoekonomik olarak Avrupa’ya benzemeyen Osmanlı İmparatorluğu’nda ise Avrupa’dakine benzer, kadını şiddet aracılığıyla düzenlemek ve yönetmek amacı ile körüklenen bir cadı korkusu yaşanmamıştır. Osmanlı’da halk 28 arasındaki inanca göre cadı itaatsiz, toplum kurallarına uymayan, doğum kontrol suçları işleyen, şifacı ya da ebe kadın değildir; Batı’daki vampir kavramına benzeyen, öldükten sonra mezarlarından dirilen ve canlılarla beslenen bir yaratıktır (Aycibin, 2008). 1833’te resmi bir yayın olan Takvîm-i Vekâyi’de Bulgaristan’ın Tırnova kazasında yaşanan bir cadı olayı haber konusu edilmiştir (Aycibin, 2008). Tırnova olayında şüphelenilen iki yeniçerinin mezarları kazılarak cesetleri yakılmıştır. Bu olayın Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması üzerinden çok zaman geçmeden yaşanmış olması ve bu olayın resmi bir gazetede yer alması yüzünden tarihçiler hükümetin yeniçeriliği karalamak için cadılık kavramını kullanmış olabileceği düşüncesini ortaya koymuştur (Aycibin, 2008). Tarihçilerin Osmanlı’da cadılık konusunda saptadığı olaylar sınırlıdır ve bu olayların içerikleri Avrupa’dakilerden çok farklıdır. Osmanlı’da 1836-1839 yılları arasında “ücretleri devlet tarafından ödenen ve her nerede bir cadı vakası çıkarca oraya gidip cadıyı yok eden görevliler” olan üç kişinin kaydı bulunmaktadır (Aycibin, 2008). Cadı avı, Osmanlı’da nüfusu kontrol etmeye yönelik çabaların bir parçası olmamıştır. Aynı zamanda Avrupa’da nüfus krizi yaşandığı dönemler, Osmanlı’nın nüfusunun arttığı dönemlere denk gelmiştir. İlk kapsamlı nüfus sayımları 16. yüzyıl boyunca gerçekleştirilmiştir. 16. yüzyıl boyunca Osmanlı nüfusunun arttığı tahmin edilmektedir (Elibol, 2007). 17. ve 18. yüzyılda nüfus artışının durağanlık gösterdiği tarihçiler tarafından kabul edilmektedir. Düzenli sayımlar 17. ve 18. yüzyılda azalmış, 19. yüzyılda ise güvenilir ve ayrıntılı sayımlar yapılmaya başlanmıştır (Elibol, 2007). Bu sebeple Osmanlı’da nüfus artışına yönelik politikalar 19. yüzyıla kadar ortaya çıkmamıştır. Osmanlı Devleti 1838 sonrası nüfus artışına yönelik politikalar geliştirmiş, kürtajın yasaklanması bu politikalardan önemli bir tanesi olmuştur (Balsoy, 2012: 38). Tarihçi Gülhan Balsoy, Osmanlı Toplumunda Kürtajın Yasaklanması başlıklı makalesinde kadın bedeninin politik bir alana dönüşümünün Osmanlı’nın nüfus artışına odaklandığı 19. yüzyılda kürtaj yasaklarıyla gerçekleştiğini söylemiştir (2012). Osmanlı Devleti’nin 1838’den itibaren kürtajı ve çocuk düşürmeyi yasaklama çabaları ve nüfus artışını sağlamaya yönelik politikaları bu bağlamda Osmanlı’da 29 kadınlar açısından önemlidir. 19. yüzyıl Türkçesinde kürtaj sözcüğünün karşılığı “ıskat-ı cenin”dir; bu terim hem hamileliğin herhangi bir tıbbi sorun nedeniyle düşükle sonuçlanması, hem de hamile kadının bilerek hamileliğini sonlandırması anlamına gelmektedir (Balsoy, 2012: 39). İslam’ın ıskat-ı cenin kavramına yaklaşımı ise zaman içinde ve olayların bağlamına göre değişiklik göstermiştir. Kasıtlı kürtaj konusu çok öne çıkmamıştır ancak İslam hukukunda her zaman önemsenen ve cezalandırılan bir konu olmuştur (Balsoy, 2012: 39). Ancak Osmanlı hukuk siteminde temel alınan Hanefi hukukunda annenin yaşamının tehlikede olduğu durumlarda hamileliğin ilk 120 günü içinde sonlandırılması günah sayılmamıştır (Balsoy, 2012: 39). Konuda gelişmiş olan çeşitli İslami düşünce biçimlerinin ortak noktası öne “Hıristiyanlık’tan farklı olarak doğacak çocuğu değil annenin hayatını alması, yaşamın anneden devam edeceği varsayımına dayanmasıdır” (Balsoy, 2012: 39). Sonuç olarak, devlet kürtaj konusunu nüfus artışına yöneldiği 1838 yılından itibaren ele almıştır. Balsoy bu dönemdeki çabaları şöyle açıklamıştır: “1838 öncesinde de kürtajı yasaklamaya yönelik bazı adımlar atılmışsa da kapsamlı ve bütünlüklü politikalar ancak bu tarihten sonra formüle edilmiştir. 1838’in son aylarında Meclis-i Umûr-u Nâfia, Dâr-Şûra-yı Bâb-ı Âli ve Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye gibi kurumlar hem karşılıklı fikir alışverişinde bulunmuş hem de kürtaj karşıtı politikanın ana hatlarını çizmiştir. Meclis-i Umûr-u Nâfia hazırladığı ve kürtajın yasaklanmasında öncü olan layihasında ‘bir devletin tezâyüz-i miknet ü kuvveti ve tevâfür-i şevket ve saltanatı’nı nüfusun büyüklüğüyle özdeşleştirir. … Bu bakış açısına göre çocuk doğurmak, neredeyse milli bir vazife olarak görülmektedir” (2012: 39). Müslüman Osmanlı kadınlarının bu “görevi” yerine getirmemelerinin sebebi Meclis-i Umûr-u Nâfia’ya göre ya “sefahatten vazgeçemedikleri için” ya da “sefalet yüzünden”dir (Balsoy, 2012: 40). Konu yoksullukla ilişkilendirildiği için aile refahı politikaları bağlamında aile yardımları gündeme gelmiştir. Kürtajın yaygın olduğunu belirten ve bunu engellemeyi amaçlayan politikaların ilk aşamasında “ebe, eczacı ve tabiplerin bağlı bulundukları inanca göre hahambaşı, patrik ya da İstanbul kadısı huzurunda kadınlara çocuk düşürücü ilaçlar satmayacaklarına dair yemin” ettirilmesi uygulaması başlatılmıştır (Balsoy, 2012: 40). Bu uygulamayı yürürlüğe koyan ferman kısa sürede farklı bölgelere de gönderilmiştir. Erken belgelerde dinî temalar 30 vurgulanmıştır. Ebe, tabip ve eczacıları hedefleyen uygulamaların sürgünle sonuçlandığı örnekler görülmüştür (Balsoy, 2012: 40). 1858 Ceza Yasası’nın 192. ve 193. maddeleri kürtajı önlemek amacıyla yasak ve yaptırımlar içermektedir (Balsoy, 2012: 40). Bu dönemde Cemiyet-i Tıbbiye-i Şahane kürtaj ve düşüğün nüfusun azalmasının en önemli nedenlerinden biri olduğunu, her sınıf ve her kesimde çok yaygın olduğunu öne sürmüştür ve kadınların terbiye ve ahlaklarına dikkat edilmesi, kürtaj ya da düşük yapan kadınların cezalandırılması, çocuk doğuran yoksul ailelere yardım gibi somut politikalar önermiştir (Balsoy, 2012: 40-41). Osmanlı’da 16., 17. ve 18. yüzyılda Batı’da nüfus artışına yönelik yürütülen ölüm politikalarının yaşanmamış olması yalnızca Osmanlı’nın dinî yapısına ya da bu dönemlerde devletin güç kaynağı olarak görülen nüfus konusunda ciddi görülen bir sorun olmaması ile ilgili değildir. Osmanlı’nın ekonomik yapısı Avrupa’nınkinden farklı bir gelişim sürecinden geçmiştir. Bu nedenle Avrupa’da 15. yüzyılda başlayan kapitalizme geçiş sürecinin yol açtığı olayların Osmanlı’da doğrudan tarihsel bir karşılığı yoktur. Osmanlı’nın aynı dönemdeki ekonomik ve toplumsal yapısı Avrupa’nınkinden çok farklıdır. Avrupa’da nüfusu artırmak için kadınların baskılanmasında kırsal kapitalizmin yaygınlaşmasının belirleyici bir unsur olduğunu Federici öne sürmüştür. Avrupa’da kadınların idamıyla sonuçlanan cadılık, itaatsizlik ya da norm dışı cinsel davranış suçlarıyla yargılananlarının çoğunun çiftçiler, ücretli işçiler gibi yoksul köylü kadınlar olması, suçlayanların ise genelde bu kadınların işverenleri ya da toprak sahibi gibi yerel iktidarın bir parçası olan ve merkezî iktidar ile ilişki içinde olan, toplumun zengin ve prestijli üyelerinden olması ile kanıtlamıştır (Federici, 2017: 245-246). İngiltere’de çalışamayan güçsüz ve yaşlı kadınlar ya da dilenen kadınlar, çoğunluğu dul ya da yalnız yaşayan kadınlar (Federici, 2017: 246), çalışmayan kadınlar, eşlerine direnen, “huzur bozan” kadınlar (Underdown, 2007: 119) cadılıkla suçlananların çoğunluğunu oluşturmuştur. Bunların nedeni Avrupa’da cadı avını ortaya çıkaran ortamın sınıf mücadelesi gerektiren bir düzene geçiş dönemi olmasıdır. 31 Liberalizm doğanın sınırlarını yıkarak ve bedenin sınırlarını aşarak işgücünü genişletmiştir, Federici bu durumun “‘doğa durumu’nun üstesinden gelme” çabası olduğunu söylemiştir (2017: 194). Yeni iş disiplini “bedenini en yüksek fiyatı verene sunulacak bir sermaye olarak gören işçi imgesi”ni yaramıştır ve kapitalist üretim biçimin dayattığı koşulların işçilerce “doğanın apaçık yasaları” olarak kabullenilmesini amaçlamıştır (Federici, 2017: 194). Büyü anlayışının öngörülemezliği, doğal unsurlara verdiği değer ve onlarla kurduğu ilişki, genelleştirilerek sömürülemeyen güçlerin varlığına olan inanç doğayı kontrol altına almayı amaçlayan kapitalist iş örgütlenmesini tehdit etmiştir (Federici, 2017: 249). Cadılık güçsüzlerin topluluklarından dışlandığı ve “iyi komşuluk” bağlarının çözüldüğü bir dönemde “toplumsal ve cinsel baskıya bir cevaptır” (Underdown, 2007: 119). Kısacası “Tahakküm altına alınabilmesi için dünyanın önce ‘büyüsünün bozulması’” gerekmiştir (Federici, 2017: 249). “Doğanın sırlarını kendine mal etmek ve onun güçlerini insan iradesine tabi kılmak” bu dönemde önem kazanmıştır (Federici, 2017: 204). Bu dönemde doğa gibi bedenin de fethedilebilir, davranışları hesaplanabilir, düzenlenebilir, teknik olarak ele alınarak güç ilişkileriyle kuşatılabilir olduğu düşüncesi hâkim olmuştur. Bedenin iş makinesi olarak görülmesi, burjuva ruhunun etkisinde ortaya çıkmıştır. Bedenin makine olduğu “bilgi”si devlet müdahalesi ile “iktidar”a dönüşmüştür (Federici, 2017: 202). Bedensel davranışların bu bağlamda düzenlenmesi, kapitalizm öncesi inançların ve uygulamaların ortadan kaldırılması aracılığıyla gerçekleşmiştir (Federici, 2017: 203). Ekonomik büyüme dönemi, yeni üretici ve toplumsal güçler, yeni egemen ve bağımlı ekonomik sınıfların ortaya çıkmasına sebep olmuştur (Berktay, 2016a: 145). Önceki feodal ve köleci toplumların cinsiyet ve ırk egemenliği gibi toplumsal baskı biçimleri, yeni yönetici elitin egemenliği tarafından uyarlanmıştır. 18. yüzyılda cadı avının batıl Orta Çağ inançlarının bir ürünü olduğu söylenmiştir ancak kadınların cadılıkla suçlanması ve cezalandırılması tamamen kesilmemiştir. 19. yüzyılda, 1871’de Paris burjuvazisi kadın komüncüleri cadılıkla suçlamıştır, gazetelerde ihbar edilen yüzlerce kadın idam edilmiştir. 1840’larda Batı Hindistan’da bir cadı yakma dalgası ortaya çıkmıştır. Nijerya ve Güney Afrika gibi birçok ülkede 32 cadı avları günümüzde devam etmektedir. Çünkü neoliberal gündemin yoğunlaşması ile cadı avı birlikte hareket etmektedir. 1980’lerde ve 1990’larda Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası tarafından yürütülen yapısal dönüşüm politikaları ile aynı dönemde Kenya, Nijerya ve Kamerun’da cadı avları yaşanmıştır (Federici, 2017: 330). Günümüzde Hindistan’ın kırsal bölgelerinde cadı avı sürmektedir (Ahuja, 2018). 2000’lerde Afrika, Pasifik ülkeleri, Latin Amerika’da yaklaşık bin kişinin cadılık şüphesi ile öldürüldüğü, şiddet ve dışlanma vakalarının ise milyonlara çıktığı bilinmektedir (Horowitz, 2014). Federici tüm bu örneklerin benzer ekonomik koşullarda ortaya çıkmasının tesadüf olmadığını savunmuştur. Ekonomi politik, kültür, dinî sebepler ve batıl inançlar kadınların cadılık ile suçlanmasında önemli etkenlerdir. Ancak kriz dönemlerinde kadınların gördüğü şiddet artışının, kadın bedeninin düzenlenmesinin ekonomi politik ile ilişkisinin, kadın üzerindeki iktidarın kadının toplumsal ve özel yaşamı üzerindeki etkisinin önemli bir örneğidir. Görüldüğü üzere batıl inançlarla birleştiğinde cadı avına dönüşen kadına şiddet, ekonomik ve toplumsal olarak olumsuz koşulların ve kapsamlı dönüşümlerin yaşandığı bölgelerde daha yoğundur. Aynı zamanda kadına şiddetin sebeplerinden biri sınıf çatışması olduğu için aynı ülke içinde ekonomik durumu iyi olmayan, alt sınıf olarak gruplandırılan kadınlar şiddetten daha yoğun olarak etkilenmektedir (Underdown, 2007: 120). Yaşamı, bedeni, doğayı dolaylı olarak ve doğrudan yöneten ekonomi politik, toplumsal dönüşümde aile, doğum, yaşam biçimi gibi konularda kadını doğrudan etkilemektedir. 16. yüzyıldan günümüze, cadı avından aileye, kadının biyoiktidardan, biyopolitikadan aldığı pay ekonomik sistemde yerleşik niteliktedir. Şüphesiz bu durum yalnızca kapitalizmle açıklanabilecek bir niteliğe sahip değildir; ekonomi politik, din, kültür, toplumsal yaşam, çıkar ilkesi, devlet aklı, politika ve daha birçok karmaşık alanın birlikte işlediği bir süreçtir. Ancak kapitalizmin ataerki ile olan ilişkisi açısından, beden-iktidar ekseninde kadın açısından önemli bir süreçtir. Tekeli bu sürecin politik alana yansımasını şu şekilde açıklamıştır: “… işgücüne katılsalar bile, asıl rolleri ekonomi dışındadır. … ‘ev işinin’ sosyalleştirilmemesi/sosyalleştirilememesi kadının toplum içindeki yerinin esas 33 olarak ailesine bağlı olarak edinmesiyle, yaşantısının ailesi çevresinde örülmesine yol açmaktadır. Kadınların, batı parlamentolarında ‘simgesel’ bir düzeyde kalan politik katılımları, hem bu durumun kaçınılmaz bir sonucu, hem de en açık kanıtıdır” (Tekeli, 2017: 32). Connell’a göre küresel ticaret ilişkilerinin ve iktidar yapılarının temelinde cinsiyetli anlamlar ve imgeler vardır çünkü emperyalizm cinsiyete dayalı iş bölümünü beyaz erkek iktidarına dayanarak küreselleştirmiştir (1998: 210-213). Küresel cinsiyetler düzeni iki cinsiyet arasında, Birinci Dünya ve Üçüncü Dünya ülkeleri arasında iş bölümü yaratmakta, kendi söylemlerini yerel kültürlere uyarlayarak bu kültürleri ekonomi politiği destekleyecek şekilde etkilemektedir. Ataerkil tahakküm kendini kurumsallaştırarak eşitsizliği sistemleştirmektedir. Akademisyen ve antropolog Sibel Özbudun ataerkinin eşitsizliklerle kurumsallaşmasını şu şekilde açıklamıştır: “Toplum içinde eşitsizliğin kurumsallaştığı, alt sınıflardan ‘üsttekiler’e değer aktarımının söz konusu olduğu ve iktidar yapılarının biçimlendiği her yerde, kadınların konumlarının ikincilleştiğini söyleyebiliriz. Bu nedenledir ki, ‘iktidar, ancak ataerki desteğinde kurumsallaşabildiği için, başından itibaren erildir’ denilebilir gönül rahatlığıyla” (Özbudun, 2007: 22). Tekeli tezin biyopolitika olarak değerlendirdiği süreçlerin kadın üzerinde kurduğu iktidarın karmaşıklığını şu şekilde açıklamıştır: “Siyasal müdahale kadınların sırtından yapılıyor. Çünkü mesele aslında doğrudan kadınların meselesi olduğu halde, kimse onlara fikrini sormuyor”. Tekeli kadınları “... nesneleştiren, sözde liberallere karşı çıkan İslamcı muhafazakârlar”ın “gerçekte kadın haklarını tanımazken ‘manevi’ değerleri koruma adına” hareket ettiğini söylemiştir. (2017: 235). 1.4. Biyopolitika ve Biyoiktidar Biyopolitika yaşamı ve bedeni yöneten, onlar üzerinde iktidar kuran süreçler, politika biçimleri ve politik aygıtlarıdır, doğrudan insan bedenlerini ya da genel nüfus süreçlerini belirli amaçlarla yöneten biyoiktidarı kuran yönetim ve söylem biçimidir. Esposito biyopolitikayı yaşam hakkındaki politika, biyoiktidarı ise politikanın egemenliğine giren yaşam olarak tanımlamıştır (2008: 15). İktidar tekil alanlarla değil, tüm uzantılarıyla dünya ile ilgili yaşam ve ölüm soruları ile ilgilenmektedir. Hukuk ya da politikanın herhangi bir konuda geleneksel dilin dışına çıkan herhangi bir şeyi doğrudan kapsadığı, onu kavramsal aygıtlarının dışında 34 olan bir boyuta çektiği görülecektir. Esposito’ya göre bu “şey” (“bu öğe ve bu madde, bu alt tabaka ve bu kargaşa”) tam olarak biyopolitikanın konusudur (2008: 14). Yunanca sözcük dağarcığı açısından açıklandığında biyopolitika “yaşamın niteliği” ya da “yaşam biçimi” anlamına gelen bíos’tansa, yaşamın yalnız biyolojik durumu anlamına gelen zōē’nin boyutuna, ya da bíos’un zōē’ye maruz kaldığı birleşme eksenine işaret etmektedir (Esposito, 2008: 14). Esposito’ya göre çıplak yaşam, doğal yaşam olarak zōē tanımı yapmak özellikle günümüzde zordur çünkü beden teknolojiden etkilenmektedir. Bedeni etkileyen bağlamlar teknoloji, ekonomi politik, kültür, din gibi karmaşık alanlardır. Tüm bu alanlarla karşılıklı ilişkisi olan politika yaşamın içine girmektedir ve yaşam böylelikle dönüşmektedir. İktidarın sahip olduğu öldürme hakkı biyoiktidarın doğuşuyla yaşatma hakkına dönüşmüştür. Foucault “eski öldürtme ya da yaşamasına izin verme hakkının yerini yaşatma ve ölüme atma gücü”nün aldığını söylemiştir (2016: 98). Yaşam ve ölüm üzerindeki hak, biçimsel olarak Romalı ailenin erkeğine eşi olan kadının, çocuklarının ve kölelerinin yaşamını kullanma hakkı verilen eski patria potestas’tan (baba gücü) türemiştir; baba yaşam hakkı vermektedir ve onu geri alma yetkisine sahiptir (Foucault, 2016: 96). Bu hak hükümdar tarafından da kendi varlığını savunmak için kullanılmıştır. Hükümdarın dış tehditlere karşı savaş açması ve uyruklarından devletin savunmasında yer almalarını istemesi, “onların ‘doğrudan ölümlerini’ talep etmeden ‘yaşamlarını tehlikeye sokma’sı kurallara uygundur; bu anlamda uyrukları üzerinde ‘dolaylı’ bir yaşam ve ölüm hakkına sahiptir” (Foucault, 2016: 96). 19. yüzyıldan itibaren ise hükümdara tanınan hakların ekonomi politik etkisinde geçirdiği dönüşüm sonucu yaşamın yönetimine odaklanılmıştır. İktidarın yaşam üzerindeki hakkı 19. yüzyılda artık “yaşatma ya da ölüme bırakma hakkı” hâlini almıştır ve bu, önceki öldürme ya da yaşamasına izin verme hakkının yerini almaktansa, onu tamamlamakta, onun içine işlemekte ve onu ters yönde değiştirmektedir (Foucault, 2018: 246-247). İktidar giderek daha az öldürme hakkına sahip olmakta ve giderek daha çok, “yaşatmak için müdahale etme ve yaşama biçimine, yaşamın ‘nasıl’ına müdahale etme hakkına dönüşmektedir” (Foucault, 2018: 253). 35 19. yüzyılda yaşamın “nasıl”ını yönetmek için yeni iktidar biçimleri “bedenlerin bakımının üstlenilmesine, işe yarar güçlerinin alıştırma, terbiye vesaireyle yükseltilmesi” amacına hizmet etmeye başlamıştır (Foucault, 2018: 248). Gözetleme, hiyerarşi, teftiş, yazı, tutanak sistemleri ile, “disiplinci iş teknolojisi” olarak adlandırılabilecek teknoloji aracılığıyla iktidar ekonomi ve akılsallaştırma tekniklerine yönelmiştir (Foucault, 2018: 248). 18. yüzyıl boyunca yerleşen bu teknikler, 19. yüzyılda “disiplinci tekniği dışlamayan, ama onu içine alan” ve uygulama alanı beden ve insanların yaşamı olan yeni bir iktidar teknolojisini geliştirmiştir (Foucault, 2018: 248). Foucault bu yeni teknolojinin yaşama özgü doğum, ölüm, üretim, hastalık gibi toplu süreçlerden etkilenen küresel bir kitle oluşturduğu için insanların çokluğu ile ilgilendiğini söylemiştir. Böylelikle bireyselleştirme yöntemi ile beden üzerinde iktidar kurulmakta, sonrasında ise yığınlaştırıcı bir iktidar kurulmaktadır (Foucault, 2018: 248). Bu Foucault’nun terimleri ile anatomo-politikadan biyopolikaya geçiştir. Disiplinci bir teknik olan bireyselleştirme bedene yoğunlaşmakta, bedenleri yararlı ve uysal kılmak amacıyla manipüle etmekte, cadı avı örneğinde görüldüğü gibi yararlı ve uysal kılamadığını yok etmektedir; yaşama odaklanan teknoloji ise nüfusa özgü kitle etmenlerini bir araya getiren, canlı bir kitlede meydana gelebilecek olan olayları denetlemektedir (Foucault, 2018: 255). Egemen iktidarın biyopolitik iktidarla birleşmesi tarihsel dönüşümlerin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Biyoiktidar, kapitalizmin gelişmesinin vazgeçilmez bir öğesi olmuştur çünkü kapitalizm bedenlerin denetimli bir biçimde üretim aygıtına sokulması ve nüfus olaylarının ekonomik süreçlere göre ayarlanması ile güvence altına alınmıştır. Bu yüzden yaşamı artıracak ama aynı zamanda onları bağımlı kılmayı zorlaştırmayacak iktidar yöntemlerine ihtiyaç duyulmuştur: “İktidar kurumları olarak büyük devlet aygıtlarının gelişmesi üretim ilişkilerinin sürekliliğini sağladıysa, toplumsal bünyenin her düzeyinde mevcut olan ve çok farklı kurumlar tarafından (aile, ordu, okul, polis, bireysel tıp ya da yerel yönetimler) kullanılan iktidar teknikleri olarak 17. yüzyılda icat edilen anatomo ve biyo-politikanın temel özellikleri de; iktisadi süreçler, bunların akışı, onların içinde yer alan ve destek olan güçler düzeyinde etkilerini gösterdi. Ama bunlar aynı zamanda çeşitli kesimlerin karşılıklı güçleri üzerinde etki yaparak, egemenlik ilişkileri ve hegemonya etkileri sağlayarak birer ayrım ve toplumsal hiyerarşi etkeni olarak işlev gördüler” (Foucault, 2016: 100-101). 36 Bu noktada biyopolitika ile liberalizmin ilişkisi öne çıkmaktadır. Foucault’nun insanların yönetilmesine yönelik özel bir sanat olarak tanımladığı liberalizm, “emrivaki özgürlükten ziyade özgürlük koşullarının idare edilip düzenlenmesi anlamına geldiği için, liberal pratiğin merkezinde özgürlüğün üretilmesi ve üretilirken kısıtlanması, hatta yok edilmesi arasında değişken ve hareketli bir sorun ilişkisi” ortaya çıkmaktadır (Foucault, 2015: 55). Liberalizmin temelinde bir “üretme-yoketme ilişkisi” vardır: “Bir eliyle özgürlüğü üretmesi” gerekmekte, “fakat tam da bu hareketin sonucu olarak diğer eliyle kısıtlamalar, denetim, baskı, tehdide dayalı hükümlülükler” getirmektedir (Foucault, 2015: 55). Özgürlük üretirken baskılaması, yaşatırken öldürmesi, liberal doğa paradoksu ile tutarlıdır. Liberal doğa mantığının paradoksu doğaya göre hareket etmesi ancak doğayı terk etmeyi olanaklı hâle getirmesidir. Foucault liberalizm öncesi kutsal ya da değiştirilemez olarak düşünülen doğa kavrayışının bitirildiğini şu şekilde açıklamıştır: “Liberaller için doğa, müdahalenin olanaksız ya da ilkece yasaklanmış olduğu özerk bir alan değildir. Doğa, yönetimsel pratiklerin yalnızca uygulandığı değil, aynı zamanda kalıcı bağlantı kurulduğu maddi bir töz de değildir. Burada, toplumsal olguların doğasının da hesaba katılması gerektiğinden devlet müdahalesinin ‘doğal’ bir sınırı olduğu doğrudur. Buna karşın söz konusu ayırıcı çizgi negatif bir sınır değildir; çünkü şimdiye dek bilinmeyen bir dizi müdahale olanağını ortaya çıkaran tam da nüfusun doğasıdır. Söz konusu müdahaleler yasak ya da düzenleme biçiminde olmak zorunda değildir: Tahakküm altına alma, emretme ve buyurmadan ziyade … teşvik etme, kışkırtma” (Lemke, 2016: 69). Liberal düşüncenin merkezindeki şimdiye dek bilinmeyen doğadır, yaşamın ve üretimin radikal bir biçimde dönüşmüş ilişkilerinin tarihsel sonucudur: “Evrimleşen sivil toplumun ’ikinci doğa’sı” (Lemke, 2016: 68). Lemke Adam Smith, David Hume ve Adam Ferguson gibi ekonomistlerin yönetim uygulamalarına özgü bir doğa olduğunu öne sürdüğünü ve hükümetlerin eylemlerinde bu doğaya uyacağını varsaydığını aktarmıştır (Lemke, 2016: 68). Böylelikle yönetim içsel bir düzenlemeye dönmüştür ve ekonomik bir yönetim aracılığıyla işlemeye başlamıştır. Foucault Amerikalı ekonomistlerin piyasa ile ilgili olmayan tutum ve davranış alanlarına da ekonomik analizi uygulamış olduklarını açıklamıştır. Neoliberal kavrayışlarda ekonomik analizi evliliğe, çocukların eğitimine veya suça uygulama girişimleri ortaya çıkmıştır ve bu ekonomik modelin uygulamalarında meşruiyet 37 sorunları homo economicus (ekonomik insan) kavramı etrafında açıklanmıştır (Foucault, 2015: 219). Foucault bu modelin doğrudan ekonomik olmayan alanlara uygulanmasını şu şekilde açıklamıştır: “Bunların en önemlisi kuşkusuz ekonomik analiz nesnesinin, kıt kaynakların azami ölçüde alternatif amaçlara aktarılmasını içeren tüm davranışlarla özdeşleştirilmesi – ki bu, neo-klasik ekolün, ekonomik analizin nesnesi için yaptığı genel tanımın ta kendisi. Fakat bu özdeşleştirmenin arkasında, ekonomik nesnenin, kısıtlı olanakları herhangi bir amaç uğruna kullanan tüm davranışları kapsayacak şekilde genişletilmesi ihtimali yatıyor” (Foucault, 2015: 220). Böylelikle ekonomi politik tüm yaşamı ve bedenleri kapsamaya, yönetmeye, düzenlenmeye başlamıştır. Yaşamın iktidar tarafından göz önüne alınmasının 19. yüzyılın en önemli olaylarından biri olduğunu söyleyen Foucault, “bir anlamda, canlı varlık olarak insan üzerinde bir iktidar kurma, biyolojik olanın devletleştirilmesi” eğiliminin ortaya çıkığını söylemiştir (2018: 246). Foucault’ya göre yaşam üzerindeki iktidar, beden disiplinleri ve nüfus düzenlemeleri etrafında kurulmaktadır. Böylelikle 19. yüzyıl öncesinde egemen iktidarın simgelediği öldürme gücü, yerini artık titizlikle bedenlerin yönetimine ve yaşamın hesaplı bir biçimde işletilmesine bırakmaktadır. Böylece bedenlerin boyun eğmesini ve nüfusların denetimini sağlamak üzere çeşitli ve çok sayıda teknik ortaya çıkmıştır; dil, okullar, kolejler, kışlalar, atölyeler gibi farklı disiplinler, aynı zamanda politik uygulamalar ve iktisadi gözlemler alanında doğurganlık, uzun yaşama, kamu sağlığı, konut, göç sorunları ortaya çıkmıştır. Foucault biyoiktidar çağını bu gelişmelerle açıklamaktadır (Foucault, 2016: 100). Osmanlı İmparatorluğu’nda ise 17. ve 18. yüzyılda toplumsal ve ekonomik değişiklikler ortaya çıkmış, merkezî yönetimin taşra üzerindeki egemenliği zayıflamıştır. 17. yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı Devleti’nde iç göçler yoğunlaşmış, savaşlar ve bozgunlarla göçe sebep olacak şekilde can ve mal güvenliğinin azaldığı bir dönem yaşanmıştır (Aycibin, 2008). 19. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı İmparatorluğu’nda devletin doğası değişikliğe uğramış, devlet ve toplum arasındaki ilişki yeniden tanımlanmış, devlet yeni işlevler kazanmıştır. Balsoy bu değişikliklerin beden üzerindeki iktidar ile ilişkisini açıklamıştır: “Devletin değişen işlevleri; vergi toplama, askere alma, zorunlu eğitim gibi yeni haklar ve sorumluluklar 38 nüfusu bilme, tanımlama, yeniden tasnif etme ihtiyaçlarını da beraberinde getirmiştir” (Balsoy, 2012: 38). 19. yüzyılda Osmanlı’da adalet ve mahkeme sistemi dönüşüme uğramıştır. Devletin yeni işlevleri çerçevesinde hastaneler, okullar, yollar, köprüler, polis merkezleri, hapishaneler, akıl hastaneleri inşa edilmiştir (Balsoy, 2012: 38). Nüfus hakkında sayısal bilgiler edinmek ve demografik değişimleri kontrol etmek devletin ilgi alanına girmiştir. 19. yüzyılda devletin toplumla yaptığı sözleşme yeniden tanımlanmıştır (Balsoy, 2012: 39). Osmanlı’nın kürtaj yasaklarının yalnızca Müslüman kadınları hedeflemesi örneğinde de görüldüğü gibi, Osmanlı’nın nüfusunu olduğu gibi korumaya değil Müslüman nüfusu artırmaya yönelik girişimler, iktidar yetkisinin nüfusun yalnızca sayısal büyüklüğü değil, niteliği ile de ilgili olduğunu göstermektedir. Foucault için biyoiktidar, kapitalizmin bedenleri üretim süreçleri içine dahil etmesi ve nüfus olgusunun iktisadi süreçlere göre ayarlanması ile mümkün olmuştur. Biyoiktidarın iki temel bileşeni insan bedeni ve nüfus iktisadıdır (biyokapitalizm) (Canpolat, 2005: 102). Nüfusun biyopolitiği ve bedenin anatomo-politiği bu şekilde ortaya çıkmaktadır. Nüfusun biyopolitiği insan türünün biyolojik süreçlerinin zemini olarak hizmet eden bedene odaklanmaktadır. Üreme, doğum ve ölüm, sağlık düzeyi, ölüm yaşı ortalaması, yerleşim, göç gibi konular biyopolikanın ilgilendiği sorunsallardır. Bedenin anatomo-politiği “Bedenin disipline edilişi, yeteneklerinin optimum hâle getirilişi ve iktisadi denetim sistemleriyle bütünleştirilmesi” anlamına gelmektedir (Canpolat, 2005: 103). Beden üzerindeki disiplinin izini 16. ve 17. yüzyılın cadı avlarında süren Federici bu dönemlerde kişi üzerine söylemin “daha geniş kapsamlı bir toplumsal reformasyon sürecinin” bir parçası olduğunu, bedene karşı açılan savaşın “yeni bir birey türü yaratma çabası”nın bir parçası olduğunu söylemiştir (2017: 194). Bu dönemlerde temelleri atılan insan bedeninden cinselliğe, aileye, okula, orduya, fabrikalara kadar uzanan iktidar ağları dizisi 18. yüzyıldan itibaren yerleşmiştir. Biyoiktidar Foucault’ya göre 19. yüzyılda ayrışmış iki yönde gelişmiştir. Disiplin konusunda, ordu ya da okul gibi kurumlar ve öğrenme, eğitim, toplumların düzeni 39 üzerine düşünceler belirmiştir. Nüfus düzenlemeleri yönünde ise demografi, kaynaklar ile nüfus arasındaki orantıya ilişkin tahminler, zenginlikler ve zenginliklerinin dolaşımı, yaşam ve yaşam süreleri çizelgelere geçmeye, ölçülmeye başlamıştır. 19. yüzyılın büyük iktidar teknolojisini oluşturan soyut düzenlemeler bu tekniklerin eklemlenmesi ile oluşmuştur (Foucault, 2016: 100). Cinsiyetin ve cinselliğin düzenlenmesi de bu iktidar teknolojisinin soyut düzenlemeleri arasında en önemlileri olmuştur. Beden bir iktidar ilişkileri ağında yer almaktadır çünkü üretim biçimi gereği beden emek gücüne dönüştürülmeli, üretim gücü olarak kullanılmalıdır. Bunun için gereken itaatkârlık ise iktidarın bedeni kuşatması aracılığıyla üretilmektedir. Bu bağlamda disiplin bedeni denetim altına almayı mümkün kılan ve onun sürekli itaatini sağlayan yöntemler aracılığıyla işlemektedir. Bu yöntemlerin ürettiği iktidar biçimleri farklı, küçük ve dağınık biçimlerde ortaya çıkmaktadır: “Bu modern çağın bireyini üreten disiplinci iktidarın itaat ettirme biçimidir” (Canpolat, 2005: 103). Edebiyat kuramcısı Michael Hardt ve düşünür Antonio Negri Foucault’nun biyopolitika kavramında bir değişiklik yaparak toplumda refahın yaratılmasının biyopolitik üretim olarak isimlendirdikleri – ekonomik, politik ve kültürel olanın giderek daha fazla birbiriyle örtüştüğü ve birbirini geliştirdiği – bir üretim biçimi şeklinde gerçekleştiğini söylemişlerdir (2018: 17). Biyoiktidar, sermaye altındaki toplumun baskılanma biçimi anlamına gelmektedir. Hardt ve Negri her yerde olan ve her şeyi kuşatan bir biyoiktidar düşüncesi geliştirmiş, biyopolitikanın toplumsal ilişkilere, insanların bilincine ve bedenine derinlemesine işleyen bir denetim biçimi olduğunu söylemişlerdir (2018: 18). Hardt ve Negri’ye göre biyopolitika toplumsal yaşama yönelmekte ve aynı zamanda bireylerin gündelik yaşamlarının “en mahrem detaylarını” da kapsamaktadır (Lemke, 2016: 95). Yönetim için uygun toplumsal bütünleşme ve dışlama davranışları, öznelerde içselleşmektedir. İktidar artık doğrudan beyinleri ve bedenleri “otonom bir yabancılaşma durumuna getirerek örgütleyen mekanizmayla” çalışmaktadır (Hardt, Negri, 2018: 44). Hardt ve Negri kontrol toplumu kavramı ile ortak ve gündelik uygulamaların içsel olarak canlandırıldığı normalleştirici disiplin aygıtlarının güçlendirilmesi ve 40 genelleştirilmesini ifade etmişlerdir (2018: 44). Bu kontrol mekanizması esnek ve değişken ağlar aracılığıyla kurumların alanının dışına uzanmaktadır. Biyoiktidar, toplumsal yaşamı izleyerek, yorumlayarak, içine çekerek ve yeniden eklemleyerek içeriden düzenleyen bir iktidar biçimidir ve iktidar konusunda asıl konu bizatihi yaşamın üretimi ve yeniden üretimidir (Hardt, Negri, 2018: 45). 1.5. Biyolojik Modernlik Eşiği Biyopolitika politik egemenliğin kavramlarını yeniden biçimlendirmesi ve politik bilginin yeni biçimlerini denetim altına alması bakımından politikanın özünde bir dönüşümdür. Bu dönüşüm modernlik ile birlikte ortaya çıkmıştır ve erken modern dönemlerden günümüze ekonomi politiğin etkisiyle farklı biçimlerde dönüşerek varlığını sürdürmüştür. Foucault “politikanın tarihdışı yasaları ve temelleri olduğunu varsaymak yerine politik pratikteki tarihsel bir kopuşu, bir süreksizliği” saptamıştır, bu bağlamda “biyopolitika, iktidarın uygulanmasının özel bir modern biçimine” işaret etmektedir (Lemke, 2016: 53). Biyopolitika “modern insan ile doğa bilimleri ve bu bilimlerden ortaya çıkan politik eylem ile amaçlarını belirleyen normatif kavramların bir araya gelişini” simgelemektedir (Lemke, 2016: 53-54). Bu yüzden Foucault için biyoiktidar modern bir eşiktir: “Tarihte kuşkusuz ilk kez biyolojik olan siyasal olanda yansıma bulur” (2016: 101). Bu eşiğin aşılması ile yaşam olgusu artık bilginin denetimi ve iktidarın müdahale alanı içine girmiştir. İktidara ölüm tehdidinden çok yaşam sorumluluğu yüklenmesi onun artık hukuksal öznelere değil canlı varlıklara hitap etmesine sebep olmuş, yetkisini genişletmiştir. Foucault insan türünün üzerinde konuşulan bir konu olarak kendi politik stratejileri içinde yer almaya başladığında toplumun “biyolojik modernlik eşiği”nin oluştuğunu söylemiştir: “İnsan binlerce yıl boyunca Aristoteles için neyse o olmuştur; yani yaşayan ve buna ek olarak siyasal bir varlık olma yeteneğine sahip olan bir hayvan; modern insan, bir canlı varlık olarak yaşamını kendi siyaseti dahilinde söz konusu eden bir hayvandır” (2016: 102). 41 Yaşam ve politika ilişkisinin modern bağlamını değerlendiren bir başka düşünür, sosyolog Anthony Giddens’dır. Giddens 1990’larda Foucault’nun biyopolitika anlayışına gönderme yapmadan kendi yaşam politikası kavramını geliştirmiştir. Giddens 20. yüzyılın son yıllarında modernliğin geç modernlik olan yeni bir aşamaya girdiğini gözlemlemiştir. “Ontolojik güvenlik” sorununu merkeze aldığı düşüncesinde tehlikede olma ve belirsizlik durumlarını tartışmış ve bunların modernliğin bir getirisi olduğunu savunmuştur (Lemke, 2016: 111). Giddens Modernliğin Sonuçları başlıklı eserinde modernite kavramını Avrupa’da 17. yüzyıl civarında ortaya çıkmış ve etkileri tüm dünyaya yayılmış olan toplumsal yaşam ya da düzen biçimleri olarak tanımlamıştır (1996: 1). Giddens eserini yazdığı dönemde modernitenin radikal ve evrensel sonuçlarının deneyimlendiğini savunmuştur (1996: 3). Geleneksel ve modern arasında süreklilikler olsa da, modernite ile ortaya çıkan yaşam biçimleri geleneksel toplum düzenlerinin yerini almıştır (1996: 4). Modernitenin gelişimi ile düşünce ve eylem yeniden üretim sistemi içinde dönüşmekte, kırılmakta, birbirine karışmaktadır ve günlük yaşam rutinleştirilmektedir. Modern toplumsal yaşamda toplumsal uygulamalar sürekli olarak incelenmekte, yeni bilgilere uygun olarak yeniden biçimlendirilmektedir (Giddens, 1996: 38). Modernitenin önemli bir özelliği yeniyi yeni olduğu için kabullenme davranışıdır (Giddens, 1996: 38). Giddens’ın yaşam politikası herkes için yaşamın yeni tatmin edici ve doyurucu olanaklarının arandığı radikal sözleşmelerdir (1996: 39). Bu dönemde yaşam politikası yaşam biçimine ilişkin bir politikadır. Modernite bilgiyi dönüştürmekte, bilgiyi kesinliği ve doğruluğu yerine yeniliği üzerinde durarak kurgulamaktadır (Giddens, 1996: 40). Bilginin dönüşümü ve toplumsal yaşama ilişkin sistematik bilginin üretimi yeniden üretim sisteminin önemli bir parçasıdır ve toplumsal yaşamı geleneğin sabitliğinden uzaklaştırmaktadır (Giddens, 1996: 53). Toplumsal yaşamın ve ona ilişkin bilginin bu modern dönüşümünün önemli bir getirisi, uzmanlığa ve modern kurumların soyut sistemlerine duyulan güvendir. Modernitenin küreselleşmesinin önemli yönlerinden biri, kimsenin modern kurumların soyut sistemlerinden tamamen çıkma seçeneğine sahip olmamasıdır 42 (Giddens, 1996: 84). Modern öncesi ortamlarda insanlar rahiplerin, bilgelerin otoritelerine karşı koyarak günlük yaşamlarını sürdürme olanağına sahipken, modern dünyada bilgi alanında bu mümkün değildir. Soyut sistemlerin temsilcilerine güven duyulması gerekmektedir (Giddens, 1996: 85). Günlük yaşamın rutinleri hastaneler, banka sistemleri, ulaşım sistemleri gibi kişinin yaşamını sürdürmesi için güven duyması gereken soyut sistemlere bağlıdır. Kişinin benliğini oluşturmasının, özel ilişkileri modernitenin sürekli yeniden yaratım ve belirli sistemlere teslim olma projesinin bir parçası hâline geldiğini öne süren Giddens “mahremiyetin dönüşümü” kavramını bu bağlamda kullanmıştır (1996: 112). Özel alan, modern sosyoekonomik koşullara uyacak şekilde dönüştürülmektedir. Yaşamı akışkan modernite bağlamında değerlendiren sosyolog ve düşünür Zygmunt Bauman ise yaşamı bir sanat yapıtı olarak kavramsallaştırmıştır. Bu anlayışa göre insan yaşamı irade ve seçme özgürlüğüyle donatılmış bir varlığın yaşamı olduğu için sanat yapıtıdır. Ancak “Yapacağım” ifadesinin yerine “Yapmalıyım”ı dayatan, tercihleri daraltan dış güçlerin baskısı, irade ve seçimin varlığını yadsımaya ve gücünü gizlemeye yönelik çabalara rağmen, irade ve seçim yaşam biçimini etkilemektedir (Bauman, 2017: 74). Bauman akışkan modern çağın çıkmazlar ve ikilemlerle herkesin temel amacı olan mutluluğu hazır reçetelerle ulaşılabilecek bir şeye, yaşamı ise metaya indirgediğini söylemiştir. İnsan yaşamı, dış koşullar ile yaratıcıların tasarıları arasındaki çatışmadan oluşmaktadır (2017: 75). Yaşam sanatı günümüzde Bauman’a göre: “… ‘bütün amacı’ ya da ‘nihai hedefi’nin ve aynı zamanda yaşamın seyri ve art arda gelen her yaşam döneminin anlamı, günümüzde kendin yap tarzı işler olarak görülüyor; hatta bu işler IKEA tarzı teçhizatlı uygun modüler mobilya tipi seçimi ve montesinden oluşsa bile böyledir bu. Yaşayan herkesin, tıpkı sanatçılar gibi, işin sonuçlarının sorumluluğunu üstlenmesi ve bu sonuçlar dolayısıyla övülmesi ya da suçlanması bekleniyor. Tekrar edeyim: Bugünlerde her insan kendi seçimleri olduğu için değil, deyim yerindeyse, evrensel talih öyle buyurduğu için birer sanatçıdır” (Bauman, 2017: 78-79). Bauman kişinin yaşamının sanat yapıtı hâline gelmesinin akışkan modern dünyada kesintisiz bir dönüşüm durumu, kişinin sürekli kendini yeniden tanımlaması anlamına geldiğini savunmuştur. Kendini tanımlama ve kendini kanıtlama her gün uygulanması gereken yaratıcı yıkıcılıktır (Bauman, 2017: 101). 43 Bauman’a göre tüketim toplumunda “son piyasa arzlarınca tavsiye edilen ve ücretli veya gönüllü piyasa sözcülerince övülen yaşam tarzını kopya etme arzusu” artık dışsal ve saldırgan bir baskıyla ilişkilendirilmemekte, kişisel özgürlüğün dışavurumları olarak algılanmaktadır (2017: 105). Bu toplumda kişiler özgürlüklerinin ne kadar sınırlı olduğunu, onları belirleyen güçleri fark etmemektedir: “Yaşam rotalarını belirten yol işaretleri pek haber vermeden belirir ve kaybolur. İleride geçilmesi muhtemel bölgelerle ilişkin haritaların neredeyse günlük olarak güncellenmesi gerekir ki düzensiz ve habersiz de olsa güncellenir zaten. Haritalar birçok yayıncı tarafından basılıp satışa çıkarılır ve bayilerde çokça bulunur. Ancak, hiçbiri güvenilir şekilde geleceği kontrol ettiği iddiasında bulunan bir makam tarafından ‘onaylanmamıştır’. Hareketlerinizi hangi haritaya göre yönlendirirseniz yönlendirin, risk ve sorumluluk sizdedir. Kısacası, kimlik arayıcıları/kurucu-ları/reformcularının yaşamı beladan kurtulmaz; özgül yaşam sanatları çok para, bitip tükenmeyen bir gayret ve pek çok durumda da çelik gibi sinirler gerektirir” (Bauman, 2017: 106). Düşünür Giorgio Agamben de biyopolitika ile modernlik arasında bağlantı kurmuştur ve Kutsal İnsan (2017) başlıklı çalışmasında Nazi döneminin toplama kamplarını Batı’nın günümüzü etkilemekte olan biyopolitika paradigması olarak ele almıştır (2017: 215). Agamben günümüzün politik sistemlerinin kökenlerinin Antik Yunan’a uzandığını söylemiştir ve Nazi toplama kamplarını bu politik geleneğin felakete varan sınırları olarak okumuştur. Agamben’e göre kamp “gerçek ile hukuku, kural ile uygulamayı, istisna ile kuralı birbirinden ayırmanın asla mümkün olmadığı; ama buna rağmen bu ikisini sürekli birbirinden ayıran bir mekândır” (2017: 207). Agamben kampın özü “istisna durumunun somutlaştırılmasına” ve çıplak yaşam ile “hukuk kuralının bir belirsizlik eşiğine girdiği bir mekânın yaratılmasına” dayandığı için bu yapının kurulduğu her yerde bir kamptan söz edilebileceğini söylemiştir (2017: 208). Agamben’e göre (Kutsal İnsan eserinde Türkçe’ye “biyosiyaset” olarak çevrilmiş olan) biyopolitika, iktidarın egemen pratiğinin özünü şekillendirmektedir ve egemen iktidarın oluşumu biyopolitik bir bedenin yaratılmasına neden olmaktadır: “Egemen iktidarın ortaya koyduğu ilk etkinlik, biyosiyasal bir beden yaratmaktır” (2017: 15). Giorgio Agamben hukuki bir iktidar kavrayışına odaklandığı için biyopolitik sorunsalın sosyoekonomik boyutları ile ilgilenmemiştir. Ancak çıplak yaşam (zōē) ile politik varlık (bíos) arasındaki ayrımın antik dönemlerden beri Batı politik geleneğini belirlediğini ve bu ayrımın politikadaki merkezî konumunu sürdürdüğünü açıklamıştır. 44 Agamben’e göre varoluş biçiminin biyolojik işlevlere indirgenmesi olan çıplak yaşam ile politik varoluş arasındaki temel ayrım, antik dönemden bu yana Batı politik düşüncesinin temel ikiliğidir (2017: 17). Agamben çıplak yaşamın politikleştirilmesi gerektiğini ve bu sürecin aslında “yaşayan insanın insanlığına” karar vermek olduğunu söylemiştir (2017: 16-17). Bu düşüncede politik topluma katılmak için hukuki statüsü reddedilmiş insanların dışlanması gerekmektedir. Agamben’e göre politikada “bütün istisnaların kural olması sonucunu veren” bir süreç söz konusudur, “çıplak yaşamı aynı anda hem siyasal düzenden dışlayan hem de bu düzenin içine hapseden söz konusu istisna durumudur” (2017: 18). Agamben biyopolitikanın çıplak yaşamı aynı anda dışlayan ve yöneten düzeninin dayandığı istisna durumunu şu şekilde tanımlamıştır: “İstisna [exception] bir tür dışlamadır [exclusion]. Genel kuraldan dışlanan şey, münferit/tekil bir durumdur. Fakat istisnanın en kendine-has niteliği şudur: İstisna olarak dışlanan şey, dışlandığından dolayı kuralla hiçbir ilişkisi kalmayan bir şey değildir. Tam tersine, istisna olarak dışlanan şey, kuralla olan ilişkisini, kuralın askıya alınması biçiminde devam ettiriyor … İstisna … tamamen dışarıya terk edilen bir şey değil, dışarıda tutulan (ex-capare) bir şeydir” (2017: 28). Agamben doğa ile hukuk arasında bir belirsizlik bölgesi olan egemen istisnanın hukukun askıya alınmış biçiminin kabulü olduğunu savunmuştur (2017: 32). Bu yüzden Agamben’e göre normların yalnızca istisnalar ile var olduğunu ve yaşamın başından beri hukukun istisnası olduğunu söylemek mümkündür (2017: 39). Agamben parlamenter demokrasiler ile totaliter diktatörlükler, liberal anayasal devletler ile otoriter düzenler arasında keskin bir ayrım olmadığını düşünmüştür (Lemke, 2016: 80). Toplama kamplarının “modernliğin politik uzamının gizli paradigması” olduğunu söyleyen Agamben kampın çıplak yaşamın sistematik olarak üretildiği her yer olduğunu, istisnanın kamp hâlinin kurala dönüştüğünde başlayan yer olduğunu söylemiştir (2017: 183). Sonuç olarak çıplak yaşam hâlâ modern politikanın merkezinde yer almaktadır (2017: 183). Düşünür Hannah Arendt’in yaşam ve politika düşüncesi de toplama kamplarını ve çıplak yaşamı değerlendirmiştir. Ona göre “Kamp sakinleri, anonim bir ölümle ölmezden çok önce, ruh ölümünü yaşamışlar, ‘yaşayan cesetler’ hâline gelerek insanlıktan çıkarılmışlardı” (Berktay, 2016b: 75). Naziler iktidara geldikten sonra 45 temel hakları askıya aldıklarında “’kuraldışı’nı ‘kural’a çevirerek” sürekli kılmışlardır (Berktay, 2016b: 77). Agamben’in Nazi kamplarını modern toplumun paradigması olarak görmesine benzer bir şekilde Federici’de cadı avları günümüzün ekonomik ve toplumsal düzenleri içinde kadın ve beden hakkındaki süreçlerin paradigması olarak ortaya çıkmaktadır. Kapitalizme geçiş döneminde olduğu gibi günümüzde de geniş çaplı şiddet ve esaret gündemdedir, Federici’ye göre geçiş döneminin “fetihçiler”i günümüzün Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu memurlarıdırlar (2017: 31). Cadı avlarına benzer bir biçimde “zincirlerinden boşanan şiddet kadınlara karşı yönlendirilmiştir, çünkü bu bilgisayar çağında kadın bedeninin fethi hâlâ, kadınların her zamankinden daha güçlü bir şekilde dölyatağına indirgeyen yeni üretim teknolojilerinin gelişimine yapılan kurumsal yatırımların da gösterdiği gibi, emeğin ve zenginliğin birikiminin önkoşuludur” (Federici 2017: 31). Agamben demokrasi ile totalitarizm arasında içsel bir bağlantı olduğunu ve totaliter devletin temel karakterinin yaşamın biyopolitikleştirilmesi olduğunu savunmuştur (2017: 145). Totalitarizm üzerinde çalışmış başka bir düşünür olan Arendt de modern dünyanın anlam krizinin kökenini Antik Yunan’a dönerek aramıştır. Arendt Antik Yunan’da Atina kent devleti olan polis’i Batı politika geleneğinin başlangıç noktası olarak düşünmüştür (Berktay, 2016b: 44). Polis, “üç insani faaliyet alanı arasındaki ilişkilerin doğru ele alınması üzerine” kurulmuştur: “emek, iş ve eylem” (Berktay, 2016b: 47). Polis’te bu öğeler arasındaki ilişkinin kurulması hanenin doğal zorunluluklar dünyasını ifade eden özel alanı ile kentin politik yaşamı (bios politikos) arasında bir ayrım yapılmasını sağlamıştır (Berktay, 2016b: 47). Arendt modern dünyada ise faydanın ve tüketimin egemen olduğu sosyal alanın yükseldiğini, iş ve emeğin birleşiminde dengenin yitirilmesi sonucunda “gerçek bir kamusal alan ve gerçek bir özel alan için gerekli koşulların” yok olma tehlikesi altında olduğunu, bu durumun “modern dünyada yaşanan anlam krizinin esas sorumlusu” olduğunu açıklamıştır (Berktay, 2016b: 49). Arendt’e göre “Modern koşullarda yıkımı anlatan kelime yok etmek değil, tersine muhafaza etmektir” (2018: 363). 46 Berktay, Dünyayı Bugünde Sevmek (2016b) eserinde Arendt’in düzen ve istikrar kaybı ortamında totaliter ideolojilerin doğanın yasalarına uyduklarını öne sürerek kitlelere sahte bir güven ve istikrar duygusu verdiği düşüncesini aktarmıştır. Kişiler yaşanan zorlukları basitçe üst sınıflara, Yahudilere ya da kapitalizme bağlayabilecekleri indirgemeci ve kuşatıcı fikirlere açık hâle gelmişlerdir (Berktay, 2016b: 80). Çünkü ideoloji, rejimin kurmaca dünyasını gündelik yaşamın gerçekliği olarak kabul ettirmektedir. Böylelikle insanlar ideolojinin buyruklarına uyarak tarihin ya da doğanın yasalarına uyduklarını düşünmektedirler. Kamusal alanın aşındığı modern çağda radikal yabancılık, yalnızlık ve köksüzlük insanlara dünyada yerlerinin olmadığı duygusunu vermekte, aynı zamanda onları kimlikten ve ortak duyudan, dünyaya karşı sorumluluk duygusundan yoksun bırakmaktadır. Canlı ve istikrarlı bir kamusal alan ortadan kalktığı için başka insanlarla ve çevredeki gerçekle bağ kopmakta, bağımsız düşünme ve eylemde bulunma yetisi yitirilmektedir (Berktay, 2016b: 81). Hardt ve Negri de biyopolitikanın modernite ile ilişkisi üzerine düşünmüşlerdir, ancak onlara göre biyopolitika ekonomi ile politika arasındaki sınırların yok olması ile karakterini bulan kapitalizmin yeni bir aşamasıdır ve postmodern biyopolitikaya dönüşmüştür (Lemke, 2016: 21, 91). Hardt ve Negri İmparatorluk (2018) başlıklı çalışmalarında biyopolitik üretim kavramını geliştirmişlerdir. İmparatorluk egemenliğin yeni bir biçimi ve küresel bir tahakküm sistemi anlamına gelmektedir. İmparatorluk’ta ortaya çıktığına inandıkları yeni bir dünya düzenini, ekonomik yapıların hukuki-politik düzenlemelerle sıkı bir biçimde birbirine kenetlenmesiyle şekillenen yeni bir düzeni betimlemişlerdir (Lemke, 2016: 92). Onlara göre Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği gibi ulus-üstü kurumların önem kazanması ve sivil toplum kuruluşlarının öneminin artması ile düzenleyici iktidar ve ulus devlet, otoritelerini kaybetme olasılığı ile karşı karşıya kalmaktadır. Hardt ve Negri’nin düşüncesinde “Küresel piyasa ve küresel üretim ile birlikte bir küresel düzen, yeni bir yönetim mantığı ve yapısı, kısacası yeni bir egemenlik biçimi” ortaya çıkmıştır, İmparatorluk “bu küresel mübadeleyi etkin bir şekilde düzenleyen politik özne, dünyayı yöneten egemen güçtür” (2018: 15). İmparatorluk, ulus47 devletlerin egemenliğinin azaldığı ve “giderek ekonomik ve kültürel mübadeleleri düzenlemekten âciz hâle” geldiği çağda “merkezsiz ve yersizyurtsuzlaşmış”tır ve sınırlar yok olmuştur (2018: 16-18). Böylelikle sermaye “yeni ve karmaşık farklılaşma, homojenleşme, yersizyurtsuzlaşma ve yeniden yurt edinme rejimleriyle” tanımlanan yeni bir dünya yaratmıştır (Hardt, Negri, 2018: 17). Bu yeni küresel akışlar, Hardt ve Negri’nin “küresel ekonominin postmodernleşmesi” olarak tanımladığı süreçte servet yaratımı “biyopolitik üretim” adlı bir üretim tarzına dönüşmüştür (2018: 17). Biyopolitik üretim ekonomik, politik ve kültürel alanların giderek örtüştüğü ve birbirini sardığı bizatihi toplumsal yaşamın üretimine yönelmektedir. Hardt ve Negri bu kavramlarını “İmparatorluk yönetiminin ucu bucağı yoktur … ‘uygar’ dünyaya hükmeden bir rejim demektir” sözleri ile tanımlamışlardır (2018: 18). Onlara göre imparatorluk yönetiminin nesnesi tüm toplumsal yaşamdır. 1.5.1. Biyolojik Modernlik Eşiğinde Irk ve Cinsiyet Biyoiktidar günümüzde yaşatma politikaları aracılığıyla yaşamı yönetmektedir. Ancak Foucault’nun modern politikanın giderek biyopolitikleştiği savı ölüm üzerindeki iktidarın bittiği anlamına gelmemektedir. Yaşamı yöneten iktidar ölüm hakkına da sahiptir. Ölüm üzerindeki iktidar, yaşama hizmet ettiği varsayımından dolayı sınırlanmalara tabi değildir. Başka bir deyişle, yaşam politikalarının ölüm politikalarına da ihtiyacı vardır. Foucault 18. yüzyılda şekillenen yönetim sanatını “çok sayıda içsel ve karışık mekanizmanın bir araya gelmesiyle” tanımlamaktadır (2015: 25). Foucault bu dönemde başlayan ve çalışmalarını yaptığı 1970’lerin sonunda sürmekte olduğunu söylediği bu dönemin “genişleyen, yoğun, olumsuz sonuçlar doğuran, direniş ve başkaldırılarla karşılaşan, kendisine tutumlu dediği ve öyle de gördüğü halde aşırıya kaçan bir yönetim türüne” tanıklık ettiğini söylemiştir (2015: 26). Yönetim tutumlu olduğunu iddia etmekte ama aynı zamanda genişlemeye ve yoğunluğunu arttırmaya devam etmektedir. Foucault’ya göre yönetimin tutumluluğu sorunu, liberalizmin sorunu anlamına gelmektedir. Bu dönemde tutumlu yönetim, devlet aklı ve devlet aklının hesapları ile kuramsal ifadesini ekonomi politikte bulan bir doğrulama sisteminin birbirine bağlanması temeldir. 48 18. yüzyıla kadar piyasa düzeninin amacı adil dağıtımı sağlamak ve hırsızlığı, dolandırıcılığı engellemek iken bu dönemden sonra yargılama sahası olmaktan çıkarak “doğal” mekanizmalara uyma yükümlülüğünü üstlenmiştir: “… Piyasa doğal mekanizmalar yaratmakla kalmamış, bu mekanizmalar da serbestçe işledikleri takdirde … üretimin maliyetiyle talebin genişliği arasında makul bir ilişki kuran doğal, doğru, ya da normal, belli bir fiyatın ortaya çıkmasını mümkün kılmıştır” (Foucault, 2015: 28-29). Piyasanın bir tür “hakikat”in yansıması olması gereklidir (Foucault, 2015: 29). Böylece yönetimin yetki alanı fayda ile ölçülmeye, yetki alanının sınırı yönetim müdahalelerinin faydasının sınırlarına göre çizilmeye başlamıştır (Foucault, 2015: 37). Yönetim aklının uyması gereken ilke çıkar ilkesidir. Foucault çıkar ilkesini şu sözlerle açıklamıştır: “bireysel çıkarlar ve müşterek çıkarlardan, toplumsal fayda ve ekonomik kârdan, piyasa dengesi ve kamusal güç düzeninden oluşan karmaşık bir oyundur. Temel haklar ve yönetilenlerin bağımsızlığı arasında oynanan karmaşık bir oyundur” (2015: 41). Yönetimin bireyler, eylemler, sözler, zenginlikler, kaynaklar, mülkiyet, haklar üzerinde etki sahibi olmasını çıkarlar sağlamaktadır. Yönetim çıkarlar doğrultusunda müdahale etmesini sağlayacak meşruiyete sahip olabilmektedir, aynı zamanda çıkarları manipüle edendir (Foucault, 2015: 41). Bu sebeple antropolog ve sosyolog Didier Fassin biyoiktidardansa biyomeşruiyet kavramının düşünülmesi gerektiğini savunmuştur (2006: 45). Biyomeşruiyet, yaşamın meşruiyeti ve biyolojik yaşamın üstün olarak tanınması anlamına gelmektedir. Fassin bu bağlamda biyopolitikanın ahlaki boyutu üzerinde düşünmüştür. Fassin’e göre “çıplak yaşam ve toplumsal yaşamın sınırlarında yaşayanın ve yaşanmışın, biyolojinin politika ile karşılaştığı” yeni bir araştırma biçiminde “tarihsel ve coğrafi bir bağlamda normların, değerlerin, iyi ve kötüyü, adil ve adil olmayanı, gerçek ve yalanı ayıran çizgilerin” incelenmesi gerekmektedir (2006, 40-41). Fassin ahlakı tarihsel ve coğrafi çerçevelerde gelişen normlar olarak ele almıştır (Lemke, 2016: 117). Fassin’e göre tahmini yaşam süresi, sağlık, hastalık gibi yaşam ile ilgili konular toplumsal eşitsizlik ile bağlantılıdır. Bu düşünceden yola çıkan Fassin küresel düzeyde 49 kolektif seçimlerin yaşamları belirlediğini, sağlık gibi yaşamsal konularda toplumsal eşitsizliğin önemli olduğunu öne sürmüştür: “… Fransa’da yaşayan otuz beş yaşındaki bir işçinin yaşam süresi ortalaması aynı yaştaki bir mühendis ya da profesörden dokuz yıl azdır. Bu … yalnızca bir sağlık sorununun etkilerinden kaynaklanmamaktadır, ama toplumsal adalet politikalarının sonuçlarından kaynaklanmaktadır” (2006: 42). Fassin’e göre bu seçimlerin üzeri örtülmektedir çünkü günümüzde demokratik yönetimlerin “bazılarının ötekilerden daha kısa süre yaşamalarına karar verdiğini, bazılarını kurtarmak için ötekileri kurban ettiği”ni halka açıklaması nadirdir (2006: 42). Bedenler göze çarpmayan yöntemler aracılığıyla yönetilmektedir. Bedensel işlevler toplumsal alanda politik meşruiyetin nihai otoritesi hâline gelmektedir, böylelikle biyomeşruiyet üretilmektedir. Fassin’in biyomeşruiyet üzerinden düşündüğü belirli sınıflar için ötekilerin kurban edilmesi durumunu Foucault ırkçılık üzerinden yorumlamıştır. Ona göre ırkçılık toplumsal alanda ilksel olarak homojen bir biyolojik bütün olduğu kurgusunu kabul etmeyi sağlayan bölünmelere izin veren çatlaklar yaratmakta, iyi ile kötü, yüksek ile düşük, artan ile azalan ırklar arasında bir ayrım üretmeyi mümkün kılmakta ve kimin yaşayacağı, kimin öleceği arasında ayırıcı bir çizgi kurmayı doğrulamaktadır. Burada ölüm yalnızca fiziksel öldürme değil, toplumsal ve politik biçimler ile de ilgilidir. Modern dönemde yönetimler, yaşatma amacını bazı toplumsal kesimleri ötekilerin yaşamı pahasına ölüme bırakarak sürdürmektedir. Bu sebeple ırkçılık, cinsiyetçilik gibi konular bu bağlam içinde değerlendirilebilmektedir. Foucault, egemen iktidarın biyoiktidara dönüşmesinin, politik-askeri söylemin ırkçı-biyolojik söyleme doğru bir kaymaya neden olduğunu açıklamıştır (Lemke, 2016: 61). Irkçılığın işlevi “sağlıklı” ve “hasta”, “yaşamaya değer” ile “yaşamaya değmez” arasındaki ayırıcı çizgiyi kurmakla sınırlı değildir; bir kişinin yaşamı ile bir başkasının ölümü arasındaki dinamik ilişkiyi kolaylaştırmaktadır (Lemke: 2016: 63). Biyoiktidarın dayandığı liberal doğanın kuruluşunda belirli ırkların yaşama hakkı olmadığını ima eden bir “doğa yasası”, bu ırkları yok etmeyi doğrulamaktadır; belirli sınıfların yok olmakta olduğunu iddia eden bir “tarih yasası” bu sınıfların ortadan 50 kaldırılmasının zorunlu olduğu sonucuna varmaktadır (Berktay, 2016b: 89). Doğa ya da tarih yasalarını bilen ve aktaran ise liderdir (Berktay, 2016b: 91). Doğa ve tarih yasasına dayanarak insan doğasını yöneten, değiştiren uygulamalar totaliter rejimler ve ideolojilerde görülen terör üzerinden açıkça örneklenmektedir (Berktay, 2016b: 93). Totaliter rejimde yaşayan yurttaş, gerçek anlamda eylemde bulunamamaktadır ve doğru ile yanlış, olgu ile kurgu arasındaki ayrımın farkında değildir. Bu nedenle “kendi fuzuliliğini her an yaşanan bir gerçeklik olarak hissettiği bir dünyaya fırlatıldığında biricikliğini yitirir ve totalitarizmin insan doğasını değiştirme amacının somut örneğine dönüşür” (Berktay, 2016b: 95). Totaliter rejimlerde belirli sınıfların fuzuli olduklarını içselleştirmeleri ile sonuçlanan süreçler, kadınlar özelinde gözlemlenebilen ve kadınların ataerkil kadınlık normlarına göre davranması anlamına gelen içselleştirilmiş ataerkiye benzemektedir. Cinsiyetçilik ve ırkçılık kişinin bedenine ve yaşamına ilişkin kurallar koyan biyopolitika aracılığıyla devlet mekanizmalarına girmektedir. Foucault ırkçılığın devlet mekanizmalarına girmesini biyoiktidarın bir sonucu olarak görmüştür (2018: 260). Foucault’ya göre yaşamı geliştirmek adına ötekinin kimliğini saptama, onunla mücadele etme, onu sınır dışı etme ve hatta öldürmenin ideolojik temelleri yaşamaya değer olanlar hiyerarşisinde ırkçılık ile sağlanmaktadır (Lemke, 2016: 63). Biyolojik türden ırkçılık, ölümü doğrulamaktır. Irklar hakkındaki söylemler biyoiktidarın nüfus içindeki grupları birbirine göre ayarlamasının yollarıdır (Canpolat, 2005: 104). Cinsiyetçilik de ırkçılık ile aynı bağlamda yorumlanabilecek bir niteliğe sahiptir çünkü cinsiyet ayrımı ve ırk ayrımı benzer biyopolitik süreçler bağlamında birey ve yaşam üzerinde iktidar kurmaktadır. Yalnızca kadının politik ve ekonomik alanlardan sistematik dışlanması değil, kadına şiddet suçlarına verilen iyi hâl indirimleri, kadınların şikayetlerinin devlet kurumlarınca takip edilmemesi, kadınların nefsi müdafaadan aldıkları cezaların erkeklerin tecavüz suçundan aldıklarından daha ağır olması gibi uygulamalar biyopolitika bağlamında kadına şiddet suçları işleyen erkeğin yaşaması için kadını ölüme bırakma olarak yorumlanabilmektedir. 51 Nüfusa odaklanan yaşamı çoğaltma söylemi insanları bedensel özelliklerine indirgediği için kadını nesneleştirmekte ve erkeğin objesi, milletin namusu olarak görülmesini ve özgürlüğünün kısıtlanmasını doğrulamaktadır. Biyoiktidarın politikaları, söylemleri ve politik eylemleri yaşamı iyileştirmek üzerine kurulmaktadır ama bireylerin yaşamlarına bu şekilde yansımamaktadır. Toplumsal beden ve bireysel beden farkı bu noktada önem kazanmaktadır. Toplumsal beden için iyi olan kadın ya da LGBTI (Lezbiyen Gey Biseksüel Trans ve İnterseks) bedeni için kötü olarak kurgulanmaktadır. Biyoiktidar açısından toplumsal beden kadın bedeni ya da LGBTI bedeni ile ters düştüğü noktalarda onlar tarafından tehdit edilmektedir. Heteronormatif aile normlarına uymayan, toplumsal yaşamın kabul edilen biçimlerinin dışında yaşayanlar, devletin nüfus artışı için engel sayılmaktadır. Bu durum düşünürler ve akademisyenler tarafından doğrudan biyopolitika çerçevesinde detaylı olarak değerlendirilmemiş bir noktadır ancak biyopolitika bağlamında okunmasını gerekli kılan niteliklere sahip bir konudur. Araştırmacı ve akademisyen Zeynep Direk, cinsiyet farklılığının toplumsal olarak düzenlenmesinin cinsellikten ve ırksal farklılığın düzenlenmesinden ayrı olmayan bir iktidar alanı oluşturduğunu söylemiştir. Direk bu konuyu ırkçılığı, homofobiyi, kadın düşmanlığını “paralel ya da analojik olan iktidar ilişkileri gibi ortaya koyan modele direnmek” gerektiğini söylemiş, bunların soyut düzlemde yapısal bir eşdeğerliğinin “özgül tarihlerini gözden kaçırmaya” sebep olacağını açıklamıştır (2015: 67-68). Irk ve cinsiyet “inşa edilmiş olsa bile yaşanan” şeylerdir, “karmaşık mesajları varlığımızda içerilmiştir” (Direk, 2015: 67-68). Direk, söz konusu inşa sürecini Butler’ın Maddeleşen Bedenler başlıklı eseri hakkındaki çalışmasında şu şekilde açıklamıştır: “Kurucu bir kurgudan, harekete geçirici bir kurgudan söz ediyoruz sonuç olarak. İşte Judith Butler’ın Maddeleşen/Dert Olan Bedenler adlı eserinin belki de en önemli yanı, cinsiyetin inşa edilmiş olmasını, onun varlığımıza işlenmiş, yaşanan, harekete geçirici bir kurgu olduğunu hesaba katarak ırksal farklılıkla kesişimi içinde göz önüne alarak düşünmeyi hedeflemesidir. Irkı kısmen ırkçılık, cinsiyeti cinsiyetçilik, eşcinselliği de homofobi inşa etmiştir. Tarih bir abjection (dışa atma) tarihidir. Tarih norm olan bedenleri inşa ettiği gibi, birtakım bedenleri de dışa atar; onları anlaşılırlığın sınırında konumlandırır” (Direk, 2015, 68). 52 Kadının biyopolitika bağlamındaki konumunu aile ve cinsellik etkilemektedir. Cinsiyetlendirme, cinselliğin düzenlenmesi ve yönetilmesi süreçleri, tarihsel olarak kadını ekonomik anlamda sınırlandırmış olan, ona devletin gücü olan nüfusun yeniden üretimi için annelik görevini vermiş, normlara itaatsizliğini cezalandırmış olan biyopolitika ve biyoiktidar bağlamında önemli bir yere sahiptir. 1.5.2. Bedenin Denetimi ve Disiplin Bağlamında Cinsiyet, Toplumsal Cinsiyet Bedenin yönetilmesi, politik alana çekilmesi ve üzerinde iktidar kurulması süreci cinsiyet ve toplumsal cinsiyetten yararlanmaktadır. Foucault’ya göre birey ve kitle iki ayrı uç değildir, insanı hem beden hem de tür olarak denetim altına almayı amaçlayan küresel politik teknolojinin iki yüzüdür (2018: 248). Foucault biyopolitikanın doğuşunu açıklarken bedenler üzerindeki denetime ve düzenlemelere odaklanmıştır. Monarşilerde, izleyicileri korkutan bir şiddet gösterisi olarak suçlunun bedenine halka açık işkence ve öldürme gibi doğrudan müdahaleler yapılmıştır. 16. ve 17. yüzyılda cadılık ile suçlanan kadınlar cinsel sadizme varan bedensel işkencelere maruz bırakılmışlardır (soyulma, saçları ve kaşları tıraşlama, iğneler batırma, tecavüz, etlerini kesme, kızgın demir sandalyeye oturtma, kafesler içinde nehre batırıp çıkarma, kemiklerini kırma, asma ve yakma) ve idam, suçlanan kadının çocuklarına, özellikle kız çocuklarına zorla izletilen kamusal olaylar olarak gerçekleşmiştir, hatta idam edilenlerin çocukları “bazen annelerinin diri diri yandığı kazıkların önünde” kırbaçlanmıştır (Federici, 2017: 264). 18. yüzyılın sonuna gelindiğinde cezalandırma işlevleri, kuralları, teknikleri açısından değişmiştir: “Cezanın müdahale amacı artık suçun hakikatini ortaya çıkarmak ve hükümranın iktidarına verilen zararı, izleyenlerin önünde bedensel azapla onarmaktan çıkmıştır” ve artık müdahale alanı ıslah edilmeye çalışılan davranış biçimleri haline gelmiştir (Canpolat, 2005: 101). Kişilerin bedenlerine uygulanan müdahale araçlarının (darağaçları, kızgın kerpetenler, kaynar yağlar vb.) yerini 19. yüzyıldan itibaren düzenli etkinlikler, sessizlik, saygı ve iyi alışkanlıklar almıştır. Foucault için bu değişimin nedeni 18. yüzyıldan itibaren Batı toplumlarında yeni, olumlu, üretken ve yaşamın desteklenmesine yönelik bir iktidar biçiminin üretilmesidir (Canpolat, 2005: 53 102). Yeni müdahale biçimleri itaatkâr, kurallara, düzene ve kendini kuşatan otoriteye boyun eğmiş ve bu otoriteyi içselleştirmiş bireyler yaratmayı amaçlamaktadır (Canpolat, 2005: 125). 18. yüzyılın ikinci yarısında ölüm ve doğum oranları, sağlık düzeyi, yaşam süresi ve refahın üretimi gibi süreçler tarafından şekillendirilen bir toplumsal beden tanımı yapılmıştır. Foucault’ya göre “… global nüfusu içerisinde, bir denge kuracak, bir ortalama tutturacak bir homeostazi* kuracak, denklikler sağlayacak dengeleyici mekanizmalar” kurulmaktadır (2018: 252). Ekonomi politik ile şekillenen yönetim sanatının liberal doğa kavrayışında güvenlik teknolojisi kavramı önem kazanmıştır. Çünkü güvenlik mekanizmaları tehlike altında olan nüfusun doğallığının, özgürlüklerinin kendiliğinden düzenlenmesini sağlamayı amaçlamaktadır. Bu nedenle Foucault hukuki düzenlemeler, disiplin mekanizmaları ve güvenlik teknolojilerini birbirinden ayırmıştır. Hukuk normları sistemleştiren yasalar aracılığıyla işlerken, disiplin normal ile anormal arasında ayrım yapan hiyerarşik farklılıkları kurmaktadır. Bireyleri belirli standartlara uygun hâle getirecek, alıştıracak teknikler ve yöntemler kullanılmaktadır. Yönetim, iktidar ve bilgi yöntemlerini yaşam süreçlerine karşı sorumluluk alarak denetlemeye ve dönüştürmeye girişmektedir (Lemke, 2016: 56). Liberalizm tarafından şekillendirilen yeni yönetim sanatında özgürlükleri üretmek onları aynı zamanda denetlemektir. Bu yüzden özgürlükleri daha fazla denetlemek ve müdahale etmek amacıyla üreten, onları canlandırmayı ve artırmayı amaçlayan mekanizmalar ortaya çıkmıştır: “Yani denetim, panoptizmde olduğu gibi özgürlüğün zorunlu bir karşı kuvvetinden ibaret değildir. Onun öncü, taşıyıcı ilkesidir” (Foucault, 2015: 59). Biyopolitikanın söz konusu olduğu toplumlarda bireyi normalleştiren ve üretim süreçlerine uygun kılan kurumlar hapishane, okul, aile, ordu ve akıl hastanesidir (Canpolat, 2005: 104). Bedensel şiddetin dışlanması ile hükümlüyü itaatkâr ve üretken Homeostazi: Canlılarda fizyolojik değişmezleri sabit tutma ya da bozulduğunda yeniden yerine getirme eğilimi. * 54 hâle getiren yapı ortaya çıkmıştır. Bu nedenle bireyin biyolojik yaşamı ve onun yönetimine merkezî bir önem verilmiştir. Biyopolitika tarihsel süreçte koşullara göre dönüşerek ilerlemiştir. 16. ve 17. yüzyılda sisteme uymayanları öldürerek yok etmiş ya da bedensel olarak cezalandırmış, 18. ve 19. yüzyılda yaşamlarını nasıl yaşayacaklarını disiplin aracılığıyla belirlemiştir. Hardt ve Negri artık disiplin toplumundan kontrol toplumuna geçildiğini ve bu paradigmayı toplumu biyoiktidar alanı olarak gören teknolojilerin saptadığını öne sürmüşlerdir (2018: 45). Onlara göre disiplin toplumunda biyopolitik teknolojilerin etkileri “disiplinin görece kapalı, geometrik ve nicel mantıklara göre sağlanması” anlamında “kısmi” olduğunu, disiplinin bireyleri kurumlar içinde sabitlediği, ama onları üretim uygulamaları ve üretici toplumsallaşma içinde tamamen kuşatamadığını açıklamışlardır (2018: 45). Günümüzde ise biyopolitika iktidar mekanizmasının bütün toplumsal bünyeyi tasarlamasını sağlamaktadır. İktidar böylelikle insan bilincinin ve bedeninin, aynı zamanda toplumsal ilişkilerin derinliklerine kadar işleyen bir kontrol mekanizmasına dönüşmektedir (Hardt, Negri, 2018: 44-45). Kontrol toplumu ve biyoiktidar, Hardt ve Negri’nin İmparatorluk kavramsallaştırmasında merkezî özelliklerdir. İmparatorluk öznelerin “her-yönlülüğü”nün anlaşılması için gerekli çerçeveyi sunmaktadır (2018: 47). Özerklik ve özgürlük hakkındaki liberal kavrayışlar, bedenleri araştırmaya yönelik biyolojik kavramlarla yakından ilişkilidir. Lemke bu yüzden ekonomi politik ve nüfusun modern biyolojinin ortaya çıkışından ayrı düşünülmemesi gereğini açıklamıştır: “1800’lerde hayat bilimi olarak ortaya çıkan biyoloji, herhangi bir temel ya da değişmez program olmaksızın hayatın olumsallığını açıklayan organizasyona ilişkin basit bir ilkeyi varsayar. Hayatın ötesindeki ok daha yüksek bir otoritenin planlarına tekabül eden dışsal düzen düşüncesi, bütün organizmalarda ortak olan soyut bir ilke ve bir dinamik olarak yaşam işlevleri vasıtasıyla yerini içsel bir organizasyon kavramına bırakır” (2016: 70). Ancak toplumun biliminin öteki toplumsal süreçlerden, ideolojiden ve iktidardan bağımsız, özerk bir alan olmadığını unutmamak gerekmektedir. Esposito “Yasanın biyolojikleştirilmesi yaşamın yargısallaştırılmasına sebep olmaktadır” yazmıştır 55 (2008: 183). Bedenlerin doğası ve yaşam bilimsel disiplinlerin bulgularına dayanarak yasal olarak düzenlenmeye başlamıştır. Bu durum delilik örneğinde görülmektedir. Bilimin, tıbbın deliliği araştırmaya başlamasının, ekonomi politiğin toplumu dönüştürdüğü dönemde iş gücüne katılamayan insanlar üzerinde denetim kurulması ile aynı zamana denk gelmesi biyolojinin ve bilimin toplumsal süreçlerle ilişkisini örneklemektedir. Foucault’ya göre deliliği, cinselliği üreten iktidardır. Örneğin bekarlar, eşcinseller ve transseksüeller cinsellik ve ailenin düzenlenmesinde iktidarın amaçladığı toplumsal yeniden üretimin dışında kalmaktadırlar. Aynı anda insan faaliyetinin tüm alanlarının (1. Çalışma veya ekonomik üretim, 2. Cinsellik, aile, toplumun yeniden üretimi, 3. Dil, söz, 4. Ayinler ve bayramlar gibi oyunsal faaliyetler) (Canpolat, 2005: 118) dışında kalan kişiler ise deli olarak kategorize edilmektedir. 17. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar deli olarak nitelendirilen kişinin sorumluluğu ailesinde iken, 19. yüzyıldan itibaren onlar üzerindeki hak ve yetkiler hekimlere verilmiştir. Delinin kapatılması aile üyesi olarak sorumluluk ve haklarını, hatta yurttaşlığını kaybetmesi anlamına gelmektedir (Canpolat, 2005: 120). 19. yüzyıldan itibaren “mastürbasyon, eşcinsellik, nemfomani gibi cinsel pratikler” de delilikle özdeşleştirilmiş, “Avrupa burjuva ailesine uyum yeteneği” olmadığı için bilimsel tanımlar ile denetimleri doğrulamıştır (Canpolat, 2005: 120). 19. yüzyıl başından itibaren sanayileşmenin hızlanması, kapitalizmin iş gücüne ihtiyaç duyması ile iş gücüne katılamayacak olanlar hastalıklı kabul edilerek kurumlara kapatılmışlardır (Canpolat, 2005: 120-121). Günümüzde kadınların hâlâ toplumun hem fiziksel olarak yeniden üreticileri hem de manevi olarak çocukların yetiştiricileri olarak görülmesi sebebiyle özellikle sağ eğilimli politikalar içinde kadın bedenleri öne çıkmaktadır (Pettman 2000: 57). Kadınların toplumsal ve cinsel ilişkileri sınırlandırılmaktadır. İktidar kadın, aile, cinsellik ve bedeni maddeleştirmekte, politikalarını kültür ya da din ile doğrulamaktadır (Pettman, 2000: 57). Kadınlar ve bedenleri üzerindeki ataerkil kontrol stratejik olarak önemlidir. Özbudun, kadınlar üzerindeki tahakkümün, ataerkinin toplumların içindeki eşitsizliklere 56 eşzamanlı olarak kurumsallaştığını ve bu ikisi arasında nedensellik ilişkileri olduğunu açıklamıştır: “[…] ‘iktidar, ancak ataerki desteğinde kurumsallaşabildiği için, başından itibaren erildir’ denilebilir gönül rahatlığıyla” (2007a: 22). Ataerki bir tahakküm biçimi, bir iktidar biçimi olarak sömürüye dayanmaktadır ve yüksek ölçüde esnek ve uyarlanabilirdir. Bu sebeple farklı tarihsel dönemlerde, farklı coğrafyalarda ortaya çıkmaktadır “Çünkü getirisi, yalnızca kadınların erkekler tarafından baskı ve denetim altında tutulması değildir; ‘muktedirler’in genel olarak ‘güçsüzler/zayıflar’ üzerindeki baskı ve denetimini meşrulaştıran bir dizi zihniyete, bir dizi simgesel örüntüye de kaynaklık etmektedir” (Özbudun, 2007a: 23). Foucault’ya göre 19. yüzyılda “cinsellik tertibatı” hegemonyacı bir odaktan yola çıkarak gerçekleşmiştir (2016: 93). İmge Oranlı “kadın doğası” söyleminin beden üzerinden şekillendiğini açıklamıştır: “Kadınların doğurganlığının yüceltildiği, kısırlığın anormallik kabul edildiği Viktoryen dönemde evli kadın kategorisi dışında kalan kadınlar ‘saf’ ve ‘ahlaksız’ ikiliğinde değerlendiriliyordu. […] ‘Saf’ ve ‘ahlaksız’ kadın ayrımının temelinde bir ‘kadın doğası’ söylemi yatıyordu. […] Kadının ‘doğası’ hem ‘ruhunu’ hem de ‘bedenini’ etkiliyordu. Bu ‘doğa’ tasvirinde bir taraftan ruhbeden ayrımı varsayılırken, diğer taraftan da aralarındaki doğrudan ilişki vurgulanıyordu. Böylece kadının saflığı ya da ahlaksızlığı doğrudan bedeni ile de ilişkilendiriliyordu. Örneğin fahişeliğin akıl sağlığını etkilediği düşünülüyordu. Ondokuzuncu yüzyıl Avrupası'nın bilimsel söylemi, beden ile akıl arasında parallelik kuruyor, bedensel farklılığın aklın farklılığını temsil ettiğini ya da bedensel deformasyonun aklı deforme edeceğini ileri sürüyordu, bunun tam tersi de geçerliydi” (2009: 340-341). Cinselliğin 19. yüzyılda bilimsel ve biyopolitik söylemin konusu hâline gelmesi gibi, 20. yüzyılın ortalarında ve 21. yüzyılın başlarında toplumsal cinsiyet temel cinsellik söylemi olmuştur (Repo, 2015 :1). Toplumsal cinsiyet, cinselliğin söylemsel bir etkinliğidir (Repo, 2015: 2). Toplumsal cinsiyet cinselliği normalleştirme, disiplin altına alma ve yönetme mekanizmasıdır (Repo, 2015: 3). Kadın bedeni cadı avlarından günümüze “eril tahakkümün simgeleriyle yüklü bir alan” olarak kalmıştır: “Her simgesel alan gibi, alıcılarına kolay algılanıp kabul edilmesi için standartlaşmış olması beklenir ondan: örtünmüş ya da açık, tombul ya da zayıf, boyalı ya da boyasız. Ve tüm simgelerde olduğu gibi, çatışan tarafların savaş alanı olmaya açıktır: özel-kamusal, laik-dindar, geleneksel-modern, kırsal-kentsel” (Özbudun, 2007b: 136). 57 Araştırmacı Jemima Repo cinselliğin toplumsal, politik ve ekonomik yaşamı yönetmeyi amaçlayan liberal ve biyopolitik yönetim biçimlerinin, yaşayan canlılardan – bedenler ve nüfuslardan – ayrılamayacağını söylemiştir (Repo, 2015: 16). 19. yüzyılın sonunda biyopolitikanın stratejik araçlarından biri olan cinsellik düzenlemesi, bedenlerin disiplini ve yeniden üretiminde, nüfusun yaşam süreçlerinin düzenlenmesinde önemli bir noktaya ulaşmıştır. Repo, günümüzde toplumsal cinsiyetin politik alanda cinsiyet eşitliği söylemleri aracılığıyla düzenlendiğini söylemiştir (2015: 3). 1990’lar ve 2000’lerin başında cinsiyet eşitliği politikalarının endüstrileşmiş Batı toplumlarında doğum oranlarının düşmesinin bir sonucu olarak ortaya çıktığını aktarmıştır. Avrupa Birliği’nde ekonominin yavaşlamasını engellemek için “ev ve aile yaşamının uzlaşması”, politik alanda cinsiyet eşitliği olarak ortaya çıkmıştır (Repo, 2015: 3). Repo toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarının kapital ve iş gücü üretmek amacı ile neoliberal yönetimin biyopolitik araçları olarak kullanılmaya başladığını savunmuştur (2015: 3). Bu bağlamda toplumsal cinsiyet kavramı neoliberal amaçlar ile cinsellik bağlamında kullanılmıştır. Neoliberal iktidarlar bu nedenle feminist düşünceleri dönüştürerek ekonomik üretkenlik, rekabet, verimlilik gibi amaçları doğrultusunda kullanmakla suçlanmaktadır (Repo, 2015: 3). Avrupa Birliği’nin üretken ve dinamik bir nüfusa ulaşmak için izlediği politika, kadınların emekli olan erkek işgücünün yerini almasını, aynı zamanda da yeniden üretimi gerçekleştirmesini ve işgücünün yeni jenerasyonlarını doğurmasını sağlamaktır (Repo, 2015: 154). Toplumsal cinsiyet eşitliği nüfusun yaşamının çeşitli alanlarında bu amaca ulaşmak için söylemsel bir araç olarak kullanılmıştır. Simgesel alanlar olarak bedenler, günümüzün küresel ortamında neoliberal politikalar tarafından iktidar altında tutulmaktadır. 20. yüzyılın sonundan itibaren uluslararası şirketler ve finans kurumları dünyanın tamamında insanların günlük yaşamları, bedenleri üzerinde iktidar kurmaktadır (Wiesner-Hanks, 2011: 161). Cinsiyet eşitliği söylemini vurgulayan politikalar da aslında cinsiyet ayrımını vurgulayan politikalar ile aynı amaçlara yönelik olduğu için aslında onlara benzer bir şekilde bedenleri, davranışları ve uygulamaları yönetmektedir. 58 İnterseks cinsiyetin kabul edilmemesi, transseksüelliğin görmezden gelinmesi ve cinsiyet-atanmış cinsiyet ayrımının çok yakın zamana dek yaygınlaşmaması, cinsiyet düzeninin önemli sorunları olmuştur. Beden/ruh, özel/kamusal, doğa/kültür ikilikleri gibi kadın/erkek ikiliği tarih boyunca bu genel tanımlara göre bedenleri düzenlemiştir. Kadınlık ve erkeklik kategorilerine göre gerçekleşen toplumsallaşma sürecinde bedenler disiplin altında tutulmaktadır. Özetle biyoiktidar günümüzde bireyi yaşatmakta, yaşatırken nasıl yaşayacağını kontrol etmekte, amaçlarına uymayan yaşam biçimlerini ölüme bırakmaktadır. Bilimsel disiplinler ve kurumlar, iktidar kurumları, politikalar, ekonomi politik söylemsel olarak bilgiyi ve gerçekliği üretmekte, medya ise bu politikaların iktidardan bireylere ulaşmasını, bilgilerin doğrulanması ve içselleştirmesini gerçekleştirmektedir. Bu karmaşık süreçte cinsiyet ve toplumsal cinsiyet, beden-iktidar ekseninde kadını, kadınlığı, kadın bedenini, kadın yaşamını üreten ve kontrol eden kavramlardır. Bu nedenle kadın hakkında yürütülen politikalar ve üretilen politik ya da medyatik söylemler, kadının biyoiktidarın amaçladığı biçiminin üretilmesini sağlamaktadır. 59 İKİNCİ BÖLÜM MEDYA SÖYLEMLERİ BAĞLAMINDA İKTİDAR DİNAMİKLERİ VE KADIN İktidar dinamikleri ve medya söylemleri, önceki bölümlerde anlatıldığı üzere karşılıklı bir ilişki içindedir. Medya söylemlerinin toplumsal boyutları iktidar dinamiklerinden etkilenmektedir. Bu nedenle kadının ve kadınla ilgilenen devlet kurumlarının medya söylemleri tarafından konumlandırılma biçimleri medyanın bağlamı ile doğrudan ilişkilidir. Bu nedenle kadının aile içinde konumlandırılmasının arkasındaki nedenlerin medyaya yansıması ve sonuç olarak Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın (ASPB) medya söylemlerine yansıma biçimleri kadın üzerindeki iktidar hakkında öneme sahiptir. 2.1. Medya Söylemlerinin Bağlamı Beden-iktidar ekseninde önemli bir konuma sahip olan cinsiyet hakkında üretken söylemlerden bahsetmek mümkündür. Bu üretken, kurucu söylemlerin en önemli türlerinden biri de cinsiyetlendirilen birey ile onu cinsiyetlendiren mekanizmalar arasındaki ilişkinin önemli bir parçası olan medya söylemleridir. Medya ve iktidarın önceki bölümlerde incelenen dinamiklerinin ilişkisi, medya söylemlerinin toplumsal yaşama yansımasını ve politik alandaki önemini kavramak için önemlidir. Çünkü söylemi anlamak için söylemin bağlamını anlamak gerekmektedir (Van Dijk, 2009: 1). Bağlam genel çerçevede coğrafi, tarihsel, politik “durum”, “ortam” ya da “arka plan” anlamına gelmektedir (Van Dijk, 2009: 2). Medya ve dil çerçevesinde bağlam, dil kullanımının genel “toplumsal durumu”na ya da bir metin ya da söz kesitinin belirli bir durumuna yönelik bir kavramdır (Van Dijk, 2009: 2). Dilbilimci Teun A. Van Dijk’a göre medya bağlam ve metin arasında aracılık yapmaktadır (2009: 150). Foucault söylemi iktidar, ideoloji, toplumsal oluşum, sınıf gibi kavramları kapsayacak şekilde kuramsallaştırmıştır (Canpolat, 2005: 105). Foucault’nun düşüncesinde söylem gerçekliği, bilgiyi ve gücü düzenlemektedir. Bilgi, söylemlerin içine kazınmıştır ve söylem dışında var olamamaktadır. Söylemin üretimi, birikimi, 60 dolaşımı ve işleyişi olmadan iktidar ilişkileri yerleştirilememekte, güçlendirilememekte, üretilememektedir (Canpolat, 2005: 106). Foucault’ya göre bilgi ve gerçekliği ideoloji üretmektedir. Her toplumun doğru olarak kabul ettiği ve işlev yüklediği belirli söylem türleri vardır (Canpolat, 2005: 111). Foucault için söylemler zaten iktidar olduğu için üretim şeklindeki gibi maddi güçlerini başka bir yerden almaya gereksinim duymamaktadır (Canpolat, 2005: 112). Giddens ise geç modernliğin özelliği olarak tanımladığı bilgi biçimlerindeki ve müdahale olanaklarındaki artışın yaşam biçimlerini kolaylıkla ayarlanabilir hâle getirdiğini açıklamıştır (Lemke, 2016: 112). Yaşam politikası öz-bilinç ve kendini gerçekleştirme çabası tarafından harekete geçirilmektedir ve politik programlardansa kişisel ahlaka dayanmaktadır. Giddens’a göre beden ve benlik gittikçe daha esnek ve değiştirilebilir olarak görülmeye başlamıştır, bunlar aynı zamanda bilginin üretilme süreçlerine tabidir (Lemke, 2016: 113). Geleneksel sonrası toplumda bireysel beden, toplumsal kimliğin şekillenmesi için bir referans noktası hâline gelmiştir (Lemke, 2016: 113) Günümüze yaklaştıkça kitle basınının, kitle kültürü ürünlerinin yaygınlaşması ve teknolojinin gelişimi, modern toplumsal sistemlerin yaşanan gerçekliği alternatifsiz bir gerçeklik olarak göstermesini sağlamıştır. Beden sürekli olarak medya iletileri ve iktidar söylemleri ile karşılaşmaktadır. Akademisyen Nesrin Canpolat kitlesel üretim ve kitlesel tüketimin yaşam ve beden üzerindeki etkisini şu şekilde açıklamıştır: “Günümüze baktığımızda, nasıl giyineceğimiz, nasıl eğleneceğimiz, neyin bizim için ideal olacağı, bireye hangi model arabanın yakışacağı, hangi siyasal ve ideoloji karşısında nasıl tavır takınılacağı, tavrın nasıl ifade edileceği, güzelliğin ve cinsel mutluluğun sırlarının ne olacağı; yerimizin ve konumuzun ne olacağı, nelere gereksinim duyacaksınız, kimsiniz ve kim olacaksınız gibi… Kısaca evinizi, bedeninizi, yemeğinizi, sofranızı, hayatınızı nasıl düzenleyeceksiniz. Bütün bu sorulara cevap vermek için sizin düşünmenize gerek yoktur, cevaplar hazırdır” (2005: 135-136). Gazeteler, televizyon, sinema, bilgisayarlar aracılığıyla dünyanın birçok yerine aynı sorulara aynı cevaplar verilmektedir, aynı yaşamlar ve aynı bedenler pazarlanmaktadır. Yeni medya cep telefonları, tabletler ve gittikçe artan çeşitli diğer mobil iletişim teknolojileri aracılığıyla bireyi sürekli olarak bilgi ve ileti akışının 61 etkisinde bırakmaktadır. Canpolat bu nedenle kişilerin “tüketilen ben” olmaya başladığını ve bunun “Foucaultvari bir panoptizmde yaşadığımız”ın göstergesi olduğunu söylemiştir (2005: 137). Beden, yaşam ve doğa söylem üretimi ve iktidar ilişkileri içinde önemli bir konuma sahiptir. İktidarı bedene, kişinin günlük yaşamına taşıyan yeni iletişim teknolojileri ve medyadır. Modern dünya sisteminin ideolojik bilişimsel altyapısı çok uluslu şirketlerdir, onlar aracılığıyla “kapitalizmin doğallığı” vurgulanarak tahakküm altındakilerin belirli iletileri alması sağlanmaktadır (Tekinalp, Uzun, 2009: 163). Önemli bir iktidar ağı olan sermayeye bağlı önemli bir iktidar odağı ana akım medyadır ve günümüzde onların yeni iletişim teknolojilerine uyum sağlayan uzantıları aracılığıyla söylem bedenleri yaşamları boyunca üretmekte ve yeniden üretmektedir. Kişiler yaşamlarını biçimlendirecek olan bilgiyi ve eğlence içeriğini medyadan almaktadır. Bilgi, güncel olaylar, yenilikler ve bunlar hakkındaki düşünceler geleneksel ya da yeni medyadan; sosyal medyadan, haber sitelerinin haberlerinden, bloglardan öğrenilmektedir. Gazeteci ve akademisyen Ben H. Bagdikian’a göre medya dünyasında haber, eğlence ve politika programları “ürün” anlamına gelmektedir (2004: 6). Günümüzde büyük küresel medya kuruluşları güçlüdür. Bu nedenle kitleler ana akım medyanın aktardıklarının norm olduğuna, değişmez olduğuna inanmaktadır (Bagdikian, 2004: 25). Bagdikian medya gücünün politik güç olduğunu öne sürmüştür (2004: 25). Büyük medya kuruluşları bu gücü sermayenin değerlerini yaymak, iktidarın uygulamalarını normalleştirmek için kullanmaktadır. Hangi haberlerin basılacağı, yayınlanacağı konusunda verilen kararlar, içeriğin dengesizliği ve kullanılacak söylemin seçimi bu gücün kullanılma biçimleridir (Bagdikian, 2004: 25). Medya, toplumsal bilgiyi oluşturma ve şekillendirmede etkin bir role ve güce sahiptir. Özellikle ana akım medya, statükonun ideolojisini benimsemekte ve yansıtmaktadır, bu da medya kuruluşlarının hâkim söylemleri tekrar tekrar aktarması biçiminde belirmektedir. Toplumsal bilgiyi şekillendirerek yayan medya, cinsiyete yönelik yaygın anlayışların da hegemonyanın kabul ettiği şeklini tekrar tekrar üretmektedir. Medya bunu farklı şekillerde yapmaktadır; ataerkil beden politikalarını yücelten 62 iktidar söylemleri kullanmak, kadını belirlenmiş cinsiyet normları çerçevesinde konumlandırmak, belirli bağlamlar dışında temsil etmemek gibi. Medyanın cinsiyet söylemleri toplumda yerleşik olarak var olan cinsiyetçi yargılardan etkilenmekte, aynı zamanda onları üretmektedir. Kadın fiziksel görünümü vurgulanarak, tek boyutlu bir biçimde ve erkeğe göre konumu (cinselliğin ya da şiddetin nesnesi, aile içinde eş ya da anne gibi) vurgulanarak medyada konumlandırılmaktadır. Kadın özelinde bir yorum içermemesine rağmen Frankfurt Okulu düşünürlerinin kitle kültürü, sahte ihtiyaçlar, tek boyutlu düşünce ve tek boyutlu dil kavramları bu bağlamda önemlidir. Frankfurt Okulu düşünürlerinin üretilen kültürel veya sanatsal ürünlerin kapitalist birikim ve kâr elde etme amacı güdülerek kitlesel tüketim için hazırlandığını öne sürdüğü sistemde tek boyutlu düşünce ve davranışlar biçimlenmektedir. Bu sistemde birey tüketicidir ve tüketmesi gerektiğini söyleyen bir dünya görüşüne uygun olarak şartlandırılmaktadır. Frankfurt Okulu düşünürleri Theodor W. Adorno ve Max Horkheimer Aydınlanmanın Diyalektiği eserlerinde birey üzerindeki bu baskıyı açıklamışlardır: “Herkes için uygun bir şey öngörülür ve böylece bu işlemlerden kimse kaçamaz. Ayrımlar zihinlere kazılır ve yaygınlaştırılır. İzleyicilere dizi hâlinde nitelikler hiyerarşisi ulaştırılması, bunu bütünüyle niceliğe dökmekten başka bir işe yaramaz. Herkes kendiliğinden, önceden birtakım göstergelere göre belirlenmiş ‘level’ına [düzeyine] uygun davranmalı ve kendi tipi için üretilmiş seri üretim kategorisini seçmelidir. Tüketiciler, araştırma kuruluşları tarafından çizilen ve propaganda için kullanılanlardan ayırt edilemeyen haritalarda […] birer istatistik malzemesine dönüşür” (2010: 166). Sahte ihtiyaçlar yaratılmakta, bunlar insanları belirli amaçlarla sınıflandırmakta ve yönlendirmektedir. Reklamlara uygun olarak davranmak ve tüketmek, ötekilerin sevdiğini sevmek, nefret ettiğinden nefret etmek gibi davranışlar, bireyin ait olduğu sahte ihtiyaç kategorisine göre davranmasıdır (Marcuse, 2007: 7). Bu ihtiyaçlar kişinin kontrolü dışındadır ve dış güçlerin belirlediği toplumsal işlevlere sahiptir (Marcuse, 2007: 7). Kişi toplum içinde bu ihtiyaçları içselleştirmeli, onlarla özdeşleşmelidir. Frankfurt Okulu düşünürlerinin üzerinde durmadıkları cinsiyet ve toplumsal cinsiyet de bu ayrımların ve hiyerarşinin bir ürünüdür ve bu süreç kadınların nüfus bağlamında bir sınıf olarak istatistik bir kategoriye dönüştüğü durumda da geçerlidir. Kadınlardan 63 annelik rolünü, nüfusun yeniden üreticisi konumunu, ekonomik bağımlılığı, şiddet ya da cinsellik nesnesi olma durumunu, kısacası ataerkil düzeni içselleştirmeleri beklenmektedir. Adorno ve Horkheimer kültürün her şeye benzerlik bulaştırdığını, film, radyo ve dergilerin bir sistem oluşturduğunu bu sistemin her bölümünün “kendi içinde ve hep birlikte söz birliği” içinde olduğunu aktarmışlardır (2010: 162). Yöneten ve yönetilen arasındaki aracı medyadır, aygıtları tek boyutlu davranışın, tek boyutlu düşüncenin yaratıldığı iletişim evrenini oluşturmaktadır (Marcuse, 2007: 88). Özerklik, kanıtlama ve eleştiri yerini sava ve taklide bırakmaktadır, böylelikle olgular dilsel temsillerini kaybetmektedir (Marcuse, 2007: 89). Tek boyutlu düşünce, Marcuse’nin “kapalı dil” olarak adlandırdığı dilin manipüle edici kullanımından ortaya çıkmaktadır (2007: 105). Kapalı dil kanıtlama ve açıklama yapmamaktadır, karar ve emir iletmektedir; tanımlamaları sorgulanamaz doğrular ve yanlışlar kurgulamaktadır (Marcuse, 2007: 105). Medya söyleminde kadın hakkındaki iletiler, medyanın bu bağlamından etkilenerek üretilmektedir. Türkiye’de söylemsel cinsiyet ayrımı yalnızca “kötücül temsiller üzerinden değil, bir yok sayma mantığı üzerinden de” işlemektedir (Oranlı, 2009: 346). Örneğin, ana akım medya “Türkiye’nin tek dil, tek din, tek milletli bir yapısı olduğu varsayımıyla” yayın yapmaktadır, bu yok sayma gündelik uygulamalar içinde yeniden üretilmektedir (Oranlı, 2009: 346-347). Türkiye’de medyanın kadına yaklaşımı ve kadına yönelik söylemleri karmaşık ve birbiri ile ilişkili pek çok bileşenden oluşmaktadır. Ekonomi politik ve genel muhafazakâr eğilim haberlere söylemlerin kadının aile içinde konumlandırılması olarak yansımaktadır. Güncel ve yaygın bir toplumsal olgu olduğu için haberlerde yer bulan şiddet, toplumsal değil özel yönleri ile, dehşet öyküleri olarak metalaştırılarak aktarılmaktadır. Gazetelerin ilk sayfalarının üst köşelerinde, magazin sayfalarında, internet haber sitelerinin galerili haberlerinde cinsellik vurgusu taşıyan görseller süs olarak kullanılmaktadır. Medya söylemlerinde kadınlık ağırlıklı olarak aile içindeki anne ya da eş konumu ile, şiddetin ya da cinselliğin nesnesi olarak ikincil bir konum ile özdeşleştirilerek 64 üretilmektedir. Kadını aile içinde konumlandıran, kadına şiddeti belirli bağlamlarda ölüme bırakma politikalarının söylemleri ile doğrulayan, cinselliğini ve cinsiyetini heteronormatif ve bir ötekinin nesnesi olarak kurgulayan ataerkil düzen, medya söylemleri ile doğrudan ve karşılıklı bir etkileşim içindedir. 2.2. Aile Kurumunun Biyopolitik Yapısı Aile kurumunun toplumun yeniden üretimi aşamasında nüfusun güç kaynağı olarak önem kazanması kadınları doğrudan etkilemektedir. Kadının aile içinde konumlandırılması, özel alanla sınırlandırılması, emeğinin değersizleştirilmesi ve ücretsiz ev emeğine dönüştürülmesi önceki bölümlerde tarihsel bağlamları ile incelenmiştir. Araştırmacı Gillian Youngs kamusal alanın politik ve ekonomik güç, karar verme ve etki, kimlik olarak erkeklik; özel alanın ise toplumsal yeniden üretim, ev ve aile, kimlik olarak kadınlık ile ilişkilendirildiğini söylemiştir (2000: 19). Youngs’a göre ataerkil iktidar özel ve kamusal alanlar üzerinde bu temellerde kurulmaktadır, toplumsal ve tarihsel olarak tanımlanmış olan cinsiyetler arası ilişkileri bu sayede şekillendirmektedir (2000:19). Cinsiyetli gerçeklikler belirli uygulamalar ve söylemler aracılığıyla oluşturulmakta ve deneyimlenmektedir. Günümüzde kişisel olan politik ve ekonomiktir; kamusal özelde, özel kamusal içindedir (Youngs, 2000: 19). Ancak erkekler iki alan arasında gidip gelirken, kadınlar tarihsel olarak özel alanla sınırlandırılmıştır (Hooper, 2000: 31). Felsefe, ahlak, din, eğitim, edebiyat ve iletişim aygıtları kadının temel görevinin ailesine karşı olmasını sağlamak amacıyla merkezinde annelik olan ideolojik bir yapı kurmakta, kadınların durumu içselleştirmesini sağlayacak inançlar yaratmakta ve yaymaktadır (Tekeli, 2017: 6). İçinde yaşayanlara neredeyse doğal görünen aile, cinsiyet ve cinsellik aslında belirli politik, toplumsal, ekonomik ve kültürel koşullar içinde şekillenmektedir. Bu nedenle, özellikle aile temel alınarak kurulmuş yasal ya da politik düzen ile toplumsal yaşam kişilerin yaşamları ve bedenleri için cinsiyete göre değişen etkilere sahiptir (Kingsley Kent, 2004: 87). Aile modern anlamını yüz binlerce kadının doğum kontrolü, ebelik, yalnız sokakta dolaşma, itaatsizlik, cadılık gibi suçlarla öldürüldüğü 16. ve 17. yüzyılda kazanmaya 65 başlamıştır. Aile kamusal alandan keskin sınırlar ile ayrılmıştır ve işgücünün yeniden üretiminin temeli hâline gelmiştir. Kapitalist disiplin ve ataerkil düzenin yayılmasının aracı olarak aile, kadın bedeninin üretiminin ve denetiminin en önemli kurumlarından biri olmuştur (Federici, 2017: 143). Özel alanda kurulan çerçeve, kadının kamusal alandaki durumunu belirlemektedir. Bu sebeple toplum “tüm insanlar için geçerli tek bir ahlak kodu değil cinsiyete, sınıfa, etnik kimliğe göre ‘ayrı bir ahlak kodu’” geliştirmektedir; kadın her açıdan eşit sayıldığında bile onun özerk olması, kendi yaşamının tüm sorumluluğunu üstlenmesi tedirginlik yaratmaktadır ve onu bağımlı kılmak istenmektedir (Tekeli, 2017: 4). Tekeli bu durumu şu şekilde açıklamıştır: “Kadın olarak dünyaya gelmiş olmak, bir insanın yaşantısını her yönüyle olumsuz etkileyebiliyor. Ekonomide, üretim sürecinde kadın emeği daha fazla ‘sömürülüyor’. Toplum yaşantısında asıl yerinin ‘ailesi, evi’ olduğu görüşü yüzünden, eğitim olanaklarından daha sınırlı yararlanıyor, meslek seçim alanı, çalışma olanakları daralıyor; her şeye rağmen çalışma hayatına katılabildiği zaman ne ücret ve diğer hakları açısından ne de ilerleme olanakları açısından eşit koşullardan yararlanabiliyor. Durumu düzeltmenin yolunun politikadan geçtiğini düşünse, ‘politika erkek işidir’ deniyor ve bir köşeye itiliyor” (2017: 3). Türkiye’de kadınlar üzerindeki iktidar ekonomi politik ve ataerkil aile yapısından olduğu kadar, dinden de etkilenmektedir. İslam’da bedene ilişkin hareketler ve bunların dışa vurulma biçimleri belirlenmiştir. Berktay kişinin bedenini nasıl taşıdığının Müslüman olduğunun göstergeleri olduğunu belirtmiştir (2016a: 148) ve söylemin bu durumdaki rolünü şu sözlerle açıklamıştır: “[…] her söylem, dünyayı kendi öncelik ve amaçlarına uygun olarak yeniden ‘yaratır’ ve biçimlendirir. Bu bağlamda, her söylem, kadın ve erkek bedenlerini de kendi amaçları doğrultusunda yeniden ‘yaratıp’ biçimlendirir. Beden ise, Foucault’nun belirttiği gibi, güç ilişkilerini ve hiyerarşiyi bağrında taşıyan toplumsal, tarihsel ve imgesel bir uzamdır” (2016a: 149). Söylem sözü ve eylemi içine alan kamusal bir tasarıdır ve güç ilişkilerini kapsamaktadır. İslami dinsel söylem, hem genel olarak bedenleri ve bedensel arzuyu, hem de özel olarak kadın bedenini yönlendirme ve denetleme amacı gütmektedir: “İslam’da kamusal söylemler erkekler tarafından üretilir, çünkü kamusal alana onlar egemendir”, söylemin temeli ise Kuran, Sünnet ve Hadislerden oluşmaktadır (Berktay, 2016a: 149). Ortodoks İslami söylem kendini bir hukuk söylemi olarak tanımlamakta 66 ve kadının yeri, bedenin niteliği ve işlevi, arzusunun denetim altına alınması ve manipülasyonu konusunda yasal/hukuksal bir söylem oluşturmaktadır (Berktay, 2016a: 149). Türkiye’nin karmaşık yapısının bu öğeleri beden-iktidar eksenini etkilemektedir. Bu nedenle hem resmî bir devlet kurumu olan hem de aileyi düzenlediği için özel alanla ilgili olan ASPB’nin kuruluşu hakkındaki medya söylemleri, beden-iktidar ekseninin ve medyanın bu karmaşık bağlamda kadını, bedeni ve yaşamı nasıl konumlandırdığını açıklama olanağı sunmaktadır. 2.3. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın Biyopolitik Temelleri Ailenin biyopolitik yapısı ve biyoiktidar bağlamındaki rolü göz önünde bulundurulduğunda, ASPB’nin biyopolitika ve biyoiktidar bağlamında önemli bir devlet kurumu olduğu açıktır. Bu yüzden beden-iktidar ekseninde önemli bir konuma sahip medya söylemlerinin ASPB hakkındaki iletileri kadın üzerinde kurulan iktidarı anlamak için önemlidir. 08.06.2011 tarihli Resmî Gazete’de yayınlanan 633 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı kapatılmış ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı kurulmuştur (Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, 2014). Söz konusu Kanun Hükmünde Kararname’de ASPB’nin görevleri “sosyal hizmetler ve yardımlara ilişkin ulusal düzeyde politika ve stratejiler geliştirmek, uygulamak”, “Sosyal ve kültürel dokudaki aşınmalara karşı aile yapısının ve değerlerinin korunarak gelecek nesillere sağlıklı biçimde aktarılmasını sağlamak üzere; ulusal politika ve stratejilerin belirlenmesini koordine etmek, aile bütünlüğünün korunması ve aile refahının artırılmasına yönelik sosyal hizmet ve yardım faaliyetlerini yürütmek, bu alanda ilgili kamu kurum ve kuruluşları ile gönüllü kuruluşlar arasında işbirliği ve koordinasyonu sağlamak”, çocukların “her türlü ihmal ve istismardan” korunmasını sağlamak, “kadınlara karşı ayrımcılığı önleme, kadının insan haklarını korumak ve geliştirmek, kadınların toplumsal hayatın tüm alanlarında hak, fırsat ve imkânlardan eşit biçimde yararlanmalarını sağlamak üzere; ulusal politika ve stratejilerin belirlenmesini koordine etmek, kadınlara yönelik sosyal hizmet ve yardım faaliyetlerini yürütmek, bu alanda ilgili kamu kurum ve kuruluşları ile gönüllü 67 kuruluşlar arasında işbirliği ve koordinasyonu sağlamak” olarak tanımlanmıştır (Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü, 2014). ASPB’nin görevleri içinde engellilere, yaşlılara, şehit yakınlarına ve gazilere sosyal hizmetler sunmak, “yoksullukla mücadeleye ilişkin ulusal politika ve strateji” üretmek, “çocuğun aile içinde yetiştirilmesi ve desteklenmesi amacıyla aileyi eğitim, danışmanlık ve sosyal yardımlarda güçlendirmek”, “ailenin bütünlüğünü korumak, parçalanmış ailelerin korunmaya, yardıma ve bakıma muhtaç fertleriyle çocuklarına her türlü maddî, manevî ve sosyal destek sağlamak” gibi maddeler sıralanmıştır Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü, 2014). Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sının 41. maddesi "Ailenin Korunması" başlığı altında şu hükümleri sıralamaktadır: "Aile Türk toplumunun temelidir. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulamasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar" (Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, 2014). Bugün ASPB’nin misyonu “Birey, aile ve toplum refahını artırmak amacıyla dezavantajlı kesimler öncelikli olmak üzere tüm toplumu hedefleyen katılımcı anlayışla, adil ve arz odaklı bütüncül sosyal politikalar üretmek, uygulamak ve izlemek”, vizyonu ise “... mutlu birey ve güçlü ailelerden oluşan müreffeh bir toplum için, zamanın ruhunu yakalayan, değişimi yönetebilen ve buna yönelik dönüşümü gerçekleştiren, sosyal riskleri önleyici sosyal politikalar geliştiren ve uygulayan bir bakanlık olmak” olarak belirtilmektedir (Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, 2014) Ailenin toplumun temeli olduğu görüşü ve devlet gücünün nüfustan geldiği varsayımının ASPB’nin yapılandırışında sahip olduğu önem, ASPB hakkında yukarıda sıralanan bilgilerde gözlemlenebilmektedir. Bu nedenle ASPB’nin ailenin, özel yaşamın yönetimini örnekleyen bir resmî kurum olduğu sonucuna varılmaktadır. Türkiye’de kadının aile içindeki rolü, ev emeği ve özel alanla sınırlandırıldığı önceki bölümlerde açıklandığı üzere bilinmektedir. Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği verilerine göre çalışan kadınların dörtte biri ücretsiz ev işçisi olarak çalışmaktadır, çalışan 100 kadından 44’ü bir sosyal güvenlik kurumuna bağlı değildir, 100 erkek işverene karşılık 1 kadın işveren vardır (Tuna, 2018). Aynı zamanda Türkiye’de bir 68 kadın günlük ortalama 1 dolar kazanırken, bir erkek günlük ortalama 2,27 dolar kazanmaktadır (Bianet, 2017). Başka bir deyişle, Türkiye’de erkeğin kazandığı 1 dolara karşılık kadın 44 sent kazanmaktadır. Hürriyet’in 8 Mart 2018 Özel Eki’ne göre “Ev kadınlarının oranı %66”, “çamaşır yıkayan erkek oranı %6”, “TBMM’deki kadın vekil oranı %14”, “Kadın valilerin oranı %2.4”tür (Tuna, 2018). Haber içeriklerinde 2017’de kadınlarla ilgili haberlerin %70’i şiddet içerikli, %30’u kadınların başarılarıyla ilgili olduğu ve gazete künyelerinin yalnızca %19’unun kadın olduğu saptanmıştır (Tuna, 2018). Türkiye toplumsal cinsiyet eşitliğinde 140 ülke arasında 131. sırada (Tuna, 2018) ve ücret eşitliğinde 145 ülke arasında 98. sırada (Bianet, 2017) yer almaktadır. Bu verilerden yola çıkarak Türkiye’de kadının ekonomi politik ve biyoiktidar ilişkisinin önceki bölümlerde açıklanan etkilerine açık olduğu anlaşılmaktadır. Bu yüzden 2011’de ASPB’nin kurulması, kadının biyopolitika bağlamında konumunu değerlendirmek için önemli bir olaydır. ASPB’nin kuruluşu, ilk aylarındaki politikaları, ilk ASP Bakanı Fatma Şahin hakkındaki olayların nasıl haberleştirildiği, medya söylemlerinin beden-iktidar eksenindeki rolü, işlevleri, kullandığı yöntemler açısından aydınlatıcı bir kaynak sunmaktadır. 69 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM HABERLERDE AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANLIĞI VE KADIN Tezde beden-iktidar ekseninde medya söylemleri, kadın bedeni ve kadın üzerindeki iktidar vurgulanarak incelenmektedir. Bu nedenle politik öznesi kadınlar olan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın haberleştirilmesi aracılığıyla medya söylemlerinin kadın hakkında taşıdığı iletiler çözümlenmektedir. 3.1. Problem Medya söylemleri ve beden üzerinde kurulan iktidar arasında karşılıklı bir ilişki vardır. Yaşam süreçleri üzerinde kurulan iktidar, bedenin ve yaşamın düzenlenmesi, denetimi, toplumsallaşmadaki yeri bağlamında medya söylemleri önemli bir role sahiptir. İktidar söylemleri ve medya söylemleri belirli disiplinler, araçlar ve yöntemler aracılığıyla iktidarı doğrulamakta, söylemi ve bilgiyi ortaya koyan iktidar ilişkilerini görünmez kılmaktadır. Bedenin düzenlenmesi çerçevesinde kadın bedeni politik bir alandır. Kadın bedeninin devletler, sermaye ve medya tarafından konumlandırılışı bir yandan söylemsel bir kurgu, bir yandan da kadınların içinde yaşadığı durumun gerçekliğidir. Beden üzerinde kurulan iktidarın görünmez yapısı ve doğal olduğu vurgusu kadın bedeninin biyopolitik bağlamda değerlendirilmesini önemli kılmaktadır. 3.2. Amaç Tezin amacı, beden-iktidar ekseninde medya söylemlerinin konumunu ve anlamını değerlendirmektir. Tezde insan bedeni ve yaşamı üzerinde iktidar kuran politikaların medyadan nasıl yararlandığı, medya söylemlerinin biyopolitika ve biyoiktidar bağlamında taşıdığı önemi betimlemek ve anlamlandırmak amaçlanmaktadır. Medya kuruluşlarının biyopolitikayı aktarma, benimsetme ve biyoiktidarı sürdürmeye yönelik uygulamaları incelenmektedir. Beden ve iktidar arasında kurulan ilişki kapsamında medyanın söylemlerinde bulunan iletiler, kadın bedeni ve ASPB bağlamında araştırılacaktır. 70 Tez, insan bedeni ve insan yaşamı üzerinde kurulan iktidar dinamiklerini incelemeyi amaçlamaktadır. Medya söylemlerinin iktidar söylemlerini aktarma biçimlerini, insan bedeni ve toplumsal beden üzerinde kurulan iktidarları beden ve toplumsal cinsiyet hakkında yapılmış olan çalışmaların yardımıyla yorumlamak amaçlanmaktadır. Bu bağlamda 2011 yılında Türkiye Cumhuriyeti Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı'nın kapatılması, yerine Türkiye Cumhuriyeti ASPB’nin kurulması ve bu konuların ana akım medyada haberleştirilmesinde kullanılmış olan medya söylemleri incelenmiştir. 3.3. Önem İktidar tartışmalarında beden ve yaşam biyopolitika alanında değerlendirilmektedir, ancak bu çalışmaların büyük bir kısmı cinsiyet bağlamında kadın bedenini incelememiştir. Tezin önemi, cinsiyetlendirilmiş beden anlayışlarını biyopolitika ve biyoiktidar bağlamında yorumlama amacından kaynaklanmaktadır. Bedenin politik bağlamlarını inceleyen biyopolitika çalışmaları bedenin iktidar karşısındaki durumunda cinsiyet, toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim, cinsel kimlik gibi bağlamlarını göz ardı etmiştir. Hâlbuki bu cinsiyetli beden, beden üzerinde kurulan iktidarın önemli bir koludur. İktidarın söylemini insanlara ulaştıran haberlerin üretimi yaşam ve bedenin, özellikle de cinsiyetli bedenin yönetilmesinin aracılığını yaptığı için derinlemesine incelenmesi gereken bir alandır. Beden-iktidar ekseninde medyanın rolünü incelemek için medyanın ve haber üretiminin karmaşık yapısını göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Gazete haberleri öncelikle gazetecilerin hangi haberin kamuoyuna ulaştırılacağı konusunda haber seçimini yapan eşikbekçilerinin (White, 1950) ürünüdür. Haber ikinci olarak etik, tarafsızlık gibi gazeteciliğin mesleki değerleri ve kurallarına bağlı olarak üretilmektedir. Haber üretimini üçüncü olarak medya kuruluşunun kurumsal yapısı etkilemektedir. Haber üreten pek çok medya kuruluşu, ekonomi politik içinde belirli roller ile ortaya çıkmaktadır ve sermayenin öteki kurumları ile doğrudan ilişki içindedir. Haber üretimi, medyanın sermaye ile ilişkisine göre şekillenmektedir (Richardson, 2005: 99-100). Aynı zamanda gazetecilik ve kültür arasındaki etkileşim 71 haber seçimini etkilemektedir. Kısacası, medya içeriğini farklı biçimlerde, farklı oranlarda etkileyen bir dizi dinamik vardır. Kültür, toplumsal süreçler, sermaye, devlet ile medya karşılıklı olarak birbirlerinden etkilenmektedir. Tüm bu süreçler biyopolitikanın alanıdır, ancak medya bu süreçleri topluma yansıtan, toplumsallaşma sürecinde bireyleri etkileyen bilgiyi aktaran ve bir derecede üreten, iktidar ile politik özneleri arasında bağlantı kuran alandır. Bu nedenle biyopolitika ve biyoiktidar bağlamında medya söylemleri beden-iktidar ekseninde önemli bir role sahiptir. 3.4. Varsayımlar Tezde Türkiye’de biyopolitikanın kadın bedeni üzerinde iktidar kurduğu, kadın bedeni ve kadınların yaşamının yönetildiği varsayılmaktadır. Tez, medya söylemlerinin beden üzerinde kurulan iktidarı doğruladığını, biyoiktidarı aktardığını, belirli değer ve yaşam biçimlerini okurların içselleştirmesini amaçlayan söylemler oluşturduğunu varsaymaktadır. Tez, Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı'nın kapatılması ve ASPB’nin kurulmasının Türkiye’de özellikle toplumsal cinsiyet anlamında öneme sahip biyopolitik bir olay olduğunu ve ASPB’nin biyopolitik bir kurum olduğunu varsaymaktadır. Bu nedenle bu olayın ve kurumun haberleştirilmesinin medya söylemlerinin biyopolitik boyutunu yorumlamak için önemli bulgular sağlayacak bir alan olduğu öngörülmüştür. Biyopolitik bir kurum olarak ASPB’nin kuruluşu ve kurulduğu dönemdeki politikaları hakkında yapılan haberlerin medya söylemlerinin biyoiktidar ve politik özneler arasında ilişki kurduğu varsayımı için bir örnek olması amaçlanmıştır. 3.5. Evren ve Sınırlılıklar Tezin araştırma evreni 2011 yılında ASPB’nin kurulması hakkında ana akım medyada çıkan haberlerdir. ASPB’nin kurulduğu Haziran ayı ve bakanlığın ilk aylarındaki gelişmeleri aktaran haberlerin söylemlerini çözümlemek amacıyla Temmuz ve Ağustos aylarındaki haber metinleri ele alınmıştır. 72 Tezde inceleme alanı olarak 2011 yılının Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarında ASPB hakkında ana akım medyada yayınlanan haberler seçilmiştir. Medya söylemlerine kapsamlı bir bakış açısı sunması amacıyla geleneksel basını örneklemek için iki günlük gazetenin bu dönemde çıkmış olan sayıları ve yeni medyayı örneklemek için internette yayın yapan iki haber sitesi seçilmiştir. Habertürk ve Hürriyet gazetelerinin bu üç aylık dönemde basılmış olan sayıları Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Müzesi Kütüphane, Arşiv, Belge ve Bilgi Merkezi’nde taranmıştır. Sabah ve Posta gazetelerinin internet sitelerinde çıkan haberlere www.sabah.com.tr ve www.posta.com.tr adreslerinde bulunan arama motorlarından “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı”, “Fatma Şahin” ve “aile” sözcükleri aratılarak ulaşılmıştır. Gazetelerin ve internet sitelerinin seçimi, ulaşılabilen en yüksek tirajlı gazeteler arasından yapılmıştır. 2011 yılı gazete tirajlarında Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarında Türkiye gazeteleri sıralamasında Posta gazetesi 2., Hürriyet gazetesi 3., Sabah 4., Habertürk 6. sıradadır (Medyatava, 2011). Tezin önemli bir sınırlılığı, 2011 yılının Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarında internet sitelerinde çıkan içeriğin 2011’den bu yana geçen sürede çıktıkları günkü hallerinin korunup korunmadığının kontrol edilememesidir. Tezin bir diğer sınırlılığı çözümleme için kullanılan içerik çözümlemesi ve göstergebilimsel söylem çözümlemesi yöntemlerinin medya söylemlerinin toplumsal alandaki etkilerini ölçecek bulgular ortaya koymamasıdır. İçerik çözümlemesi ve göstergebilimsel söylem çözümlemesi, varsayımlar bağlamında medya söylemlerine odaklanmaktadır. 3.6. Yöntem Toplumla ilgili konularda geçmişin ya da bugünün basını çok önemli bir araştırma konusu ve kaynağıdır (Ringoot, 2014: 3). Gazetenin yayın kimliği, yayın ilkeleri ve yazım kuralları kullandığı söylem türlerini etkilemektedir. Söylemsel mekanizmalar bu özelliklerin incelenmesi aracılığıyla gözlemlenmekte ve betimlenerek yorumlanmaktadır (Ringoot, 2014: 4). Gazete metinleri rastlantısal değildir, söylemsel özellikleri yayın kimliği ile ilişkili olarak okunmalıdır (Ringoot, 2014: 5). İktidar ile birey arasında aracılık işlevine sahip olan gazeteciliğin söylemsel kimliği kamusal alanda kullanılan öteki söylemlerle doğrudan bağlantılıdır. Bilginin 73 filtrelenmesi, biçimlendirilmesi ve çerçevelenmesi süreçleri gazete ve okur arasındaki etkileşimde önemli araçlardır. Bilgi eşikbekçiliği aracılığıyla onlarca aşamadan geçerek şekillenmekte, gazete söylemi farklı kararlardan etkilenerek okura ulaşmaktadır. Her söylem kamuoyunu şekillendirmektedir ancak gazetecilik söylemini öteki söylemlerden ayıran kendine özgü bir meşruluğu vardır (Ringoot, 2014: 9). Bu nedenle gazete içeriklerinin ve söylemlerinin çözümlenmesi, amaçları ve işlevlerini incelemek açısından önem taşımaktadır. 3.6.1. İçerik Çözümlemesi İçerik çözümlemesi, araştırma evreninin içeriğinin sayısal değerlerinin ortaya konmasıdır. İçerik çözümlemesi yöntemi, kitle iletişim araçlarının içeriğine yönelik kullanılan bir yöntem olarak nicel betimlemeden yararlanmaktadır (Geray, 2014: 136). İletişim araştırmaları içinde içerik çözümlemesinde gazeteler birincil kaynak olarak kabul edilmekte, doğrudan gözlem yaklaşımı için kullanılmaktadırlar (Geray, 2014: 135). İçerik çözümlemesinin birimleri varsayımlar doğrultusunda seçilmelidir (Riffe v.d. 2014: 52). Bu nedenle araştırma evreni haberler olan tezde çözümleme birimi olarak, “dilsel birimlerin başında” gelen sözcükler seçilmiştir (Geray, 2014: 138). Tezin amacı ve varsayımları doğrultusunda bulgulara ulaşmak için haber metinleri “konu kategorileri”ne ayrılmıştır (Geray, 2014: 138). Bu kategoriler içinde tekrarlayan, konuyla doğrudan ilgili olan sözcükler saptanmış ve göstergebilimsel söylem çözümlemesine kaynaklık yapmak için sayısal değerleri saptanmıştır. Bu doğrultuda araştırma evreninde belirtildiği üzere Hürriyet ve Habertürk gazetelerindeki, Sabah ve Posta gazetelerinin internet sitelerindeki haberler taranmıştır. Hürriyet ve Habertürk’ün geleneksel gazete formatındaki günlük sayıları Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Müzesi Kütüphane, Arşiv, Belge ve Bilgi Merkezi’nde incelenmiştir. Sabah ve Posta’nın internet haberlerine ise “https://www.sabah.com.tr/” ve “http://www.posta.com.tr/” adreslerindeki arama motorlarında tarih filtreleri kullanılarak anahtar kelimelerin aratılması aracılığıyla 74 ulaşılmıştır. Ulaşılan haber metinlerinin başlıkları, tarihleri, haber kategorileri ve sayfa sayıları içerik çözümlemesi aşamasında listelenerek değerlendirilmiştir. İçerik çözümlemesinde konu kategorilerine ayrılan haber metinlerinin içerikleri ve dilsel özellikleri, aşağıda açıklandığı üzere göstergebilimsel söylem çözümlemesi aşamasında anlambirimcik çözümlemesi aracılığıyla yürütülmüştür. 3.6.2. Göstergebilimsel Söylem Çözümlemesi Tezde göstergebilimsel söylem çözümlemesi çerçevesinde araştırma evrenini oluşturan haber metinlerinin dilsel yapıları içinde yoğun olarak ortaya çıkan anlambirimcikler saptanarak bunların kavram alanları belirlenmiş ve metinlerde beliren anlamsal yerdeşlikler incelenmiştir. Yapısalcı dilbilim ve ardından yapısal göstergebilim anlayışının kurucusu olarak kabul edilen dilbilimci Ferdinand de Saussure’ün Genel Dilbilim Dersleri (1972) başlığıyla kitaplaştırılan ders notlarında dil olgusunun gözlemlenebilir toplumsal bir kurum olduğu, bireylerin dilsel/sözel edimleriyle ifade bulduğu ve göstergelerin bir araya gelmesiyle oluşan bir dizge niteliği taşıdığı açıklanmıştır. Modern dilbilim ve göstergebilimde ortak olarak kabul edilmiş olan temel ilke, dilin toplumsal ve bireysel olmak üzere iki temel özelliğinin bulunduğudur; bunlar sırasıyla dil (langue) ve söz (parole) olarak adlandırılmaktadır (Saussure, 1972: 29-30) Dil ve söz ikiliğini 1960’lı yıllarda dilbilimci Émile Benveniste yeniden ele alarak geliştirmiştir ve söylemin (discours) temel yapısı ve işleyiş biçimi (fonctionnement) hakkında temel kuramsal bilgiler sunmuştur. Söylem kavramı ilk aşamada Saussure’ün söz kavramsallaştırmasına benzemektedir ancak Benveniste temel olarak göstergenin anlamlama (signification) dizgesi içinde yer aldığı gerçeği ile ilgilenmiştir. Benveniste’e göre “Her gösterge kendi anlamlama biçimini diğer göstergeler bütünü arasında her zaman açıkça belirtmek durumundadır” (1995: 126). Söylem anlamın oluşum, var olma ve ortaya çıkış (belirim) düzlemidir; kaçınılmaz olarak kendi varlığını kesin kılan bir öznenin dilsel edimini, bakış açısını, dünya görüşünü yansıtmaktadır. 75 Göstergebilimci göstergebilimin Jacques yerini Fontanille “söylem 1980-1990 göstergebilimi”ne arası dönemde bıraktığını yapısalcı belirtmiş, dil çalışmalarının artık söylem özelliklerine, söylemin gerisinde, berisinde ve içinde yer alan algılama, bakış açısı, duygusal durum gibi, yapısalcı yaklaşımda fazla yer almamış olan, öznellik taşıyan verilerin devreye girdiği bir söylem göstergebilimine dönüştüğünü vurgulamıştır (1998: 12). Böylelikle gösterge olarak isimlendirilen anlamlı öğelerin bir araya geldiği zemin olan söylem, onu oluşturan toplumsal ve bireysel bakış açılarının, kendini ve değer dizgelerini dile getirmek için gerekli olan sözel uzamın göz önüne alınmasıyla incelenecek bir anlamlı bütün olarak kabul edilmiştir. Söylem, bir öznenin dil içinde yer alması aracılığıyla, başka bir deyişle dili üstlenmesiyle, kendine ait kılmasıyla gerçekleşmektedir. Her söylemin “ben” diyen bir öznesi vardır, “şimdi” ve “burada” dil mekanizmalarını üstlenmektedir (Tanyolaç Öztokat 2005: 83). Anlam olgusunun analizi söylem boyutunda ele alınmaktadır çünkü bireysel ve öznel bir edim olarak dilin kullanımı ile gerçekleşmektedir. Ancak toplumsal bir kimlikle biçimlenmekte ve alıcıya ulaşmaktadır. Saussure ve Benveniste’in dilin işleyişi, göstergelerin yapısı ve anlam üretme olanağı üzerinde geliştirdiği kuramsal yaklaşımlar, göstergebilimci Algirdas Julien Greimas’ın anlamlama ve anlamın temel yapısına odaklanan inceleme modeliyle yetkinleştirilmiştir. Böylece söylemin anlam boyutuna ilişkin, modern çerçevede en kapsamlı bakış dilbilim çıkışlı bir disiplin olan göstergebilim tarafından geliştirilmiştir. Greimas’ın anlambilim doğrultusunda geliştirdiği bu bilimsel yaklaşım, günümüzde Paris Göstergebilim Okulu adıyla anılmaktadır. Kuramsal model olarak Saussure gibi, Greimas da dilde anlam olgusunun ya da göstergenin değerinin “farklılıklar”ın algılanmasıyla ilişkili olduğunu belirtmiştir (1966: 19). Söylem dilin belirim (manifestation) düzeyidir; duyulan, okunan, sözün kâğıt üzerinde ya da konuşma zemininde algılanan hâlidir. Dilin söze dökülmesi sözcelem (énonciation) edimiyle gerçekleşmektedir. Dili kendi ihtiyacı, amacı ya da bireysel koşulları doğrultusunda kullanmak ve kurgulamak söz üretme edimidir. Sözcelem ise gündelik gerçeklikte söylem biçiminde ortaya çıkmaktadır. Greimas söylemi “iletişimin gerçekleştiği, bilgi ve anlamlamaların biricik kaynağı” olarak tanımlamıştır 76 (1966: 39). Göstergebilim, söylemin taşıdığı anlamları anlambirimcik çözümlemesiyle (analyse sémique) ortaya koymaktadır. Anlamı sağlayan öğe, tek başına sözcük değildir. Sözcüğü, ya da bilimsel terimle dilsel göstergeyi oluşturan daha küçük ve temel birimler vardır ve bunlara anlambirimcik (sème) denmektedir (Greimas, 1966: 23). Anlambirimcikler bir araya gelerek sözcüğü oluşturmaktadır. Örneğin “anne” sözcüğü dişil + yetişkin + çocuklu gibi anlambirimciklerin toplamı olarak tanımlanabilmektedir. Anlambirimciklerin bir araya gelme koşulları dildeki anlamsal olanaklarla belirlenmektedir, dilin neyi nasıl söyleyeceğiyle ilgilidirler (1996: 26). Bir söylemde yer alan sözcüklerin anlamsal içeriklerini belirleyen anlambirimcikler aslında o söylemin hem açık hem de gizli içeriğini sunmaktadırlar. Bu nedenle anlambirimcik söylem çözümlemelerinin önemli bir kavramıdır. Anlambirimcikler yer aldıkları söylem içinde, insanın dünyayla ilişkisini, deneyimini dile getirmekte işlev gören temel kavramlar olarak da ortaya çıkmaktadır. Bu öğelerin birbirleriyle bir araya gelme koşulları Saussure’ün gösterge kuramında geliştirdiği kavramsallaştırmaya göre “dizge”ye (1973: 116), daha sonra kullanılan kavramsallaştırmalarda geçtiği ismiyle “yapı”ya bağlanmaktadır (1966: 18). Dilsel göstergeler rastlantısal bir biçimde bir araya gelmemekte, bir dizge (système) içinde işlemekte, anlam da bu dizge ya da yapı içinde ortaya çıkmakta ve yorumlanmaktadır. Bir sözcüğün anlambirimcikleri söylemsel bağlama göre gerçekleşme özelliğine sahiptir. Her sözcük, tek başına alındığında kavram alanı adıyla anılan bir kümeye gönderme yapmaktadır. Belirli üyelerden oluşan kümedeki üyelerin hepsi belirli ortak nitelikler taşımaktadır (Erkman Akerson, 2016: 113). Kümenin adını taşıyan sözcük, yalnızca bir değil, birden fazla ortak niteliğe gönderme yapmaktadır. Küme adı olan sözcük sayesinde zihinde oluşan kavram yalın değil, karmaşıktır (Erkman Akerson, 2016: 113). Sözcükler kullanılırken bağlama göre belirli anlambirimcikler dışlanmakta, belirli anlambirimcikler ise vurgulanmaktadır. Örneğin “aile” sözcüğü insansal + kan bağı olan + toplumsal + çoğul + ilişkisel + birlik + yakınlık anlambirimciklerinin toplamıdır. Ancak “Ural Altay dil ailesi” terimi 77 kullanıldığında insansal ve kan bağı olan anlambirimcikleri düşmektedir ve dilsel + coğrafi anlambirimcikleri ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle gerçekleşen söylemin bağlamı içinde düşen ve ortaya çıkan anlambirimciklerin varlığı ya da eksikliği sayesinde sözcükler birbirleri ile karıştırılmamaktadır. Tezde araştırma evrenini oluşturan haber metinlerinde edim, aile, şiddet, insan, hukuk, sosyal politika, çatışma anlambirimciklerini gerçekleştiren sözcüklerin tekrar ettiği saptanmıştır. Buradan yola çıkarak tezde öncelikli olarak şiddet anlambirimciğini içinde bulunduran sözcükler şiddet kavram alanı; aile anlambirimciğini bulunduran sözcükler aile kavram alanı; haber metni bağlamında insan, çatışma, hukuk, sosyal politika anlambirimciklerini gerçekleştiren sözcükler sırasıyla insan kavram alanı, çatışma kavram alanı, hukuk kavram alanı, sosyal politika kavram alanı olarak kategorize edilmiştir. Sözlüksel olarak şiddet ve çatışma anlambirimciklerini bir arada bulunduran, aile ve insan anlambirimciklerini bir arada bulunduran sözcükler bağlamları göz önüne alınarak kategorilere ayrılmıştır. Bir edim, eylem bildiren ve bu edimleri, eylemleri niteleme özelliği taşıyan sözcükler ise edim kavram alanı olarak kategorize edilmiştir. Haber metinlerinin göstergebilimsel söylem çözümlemesi için anlambirimciklerin saptanması aracılığıyla yukarıda sıralanmış olan kavram alanları incelenmiştir. Daha sonra, bu kavram alanları içinde öne çıkan yerdeşlikler saptanmıştır ve söylemin yüzey yapısının ve derin yapısının incelenmesi aracılığıyla çözümleme yapılmıştır. Greimas ve Joseph Courtés’e göre her anlamlı bütün (söylem, metin, anlatı, makale, haber gibi) iki temel yapıdan oluşmaktadır: yüzey yapı ve derin yapı. Söylemin yüzey yapısı, diğer bir deyişle belirim düzlemi söylemde gözlemlenen dilsel birimleri göstermektedir. Söylemin derin ya da içkin yapısı ise “içeriğin anlamı”dır (Greimas, Courtés, 1993: 69). Söylemin yüzey yapısı dilsel ya da biçimsel seçimler, söylemsel özellikler, üslup, tonlamalar gibi dilsel öğelerden oluşmaktadır. Anlamın belirim düzleminde söylemsel özellikler incelenmektedir. Derin yapıda ise bu birimlerin bağlandığı kategoriler saptanmaktadır. Derin yapı genel olarak yüzey yapının bağlandığı kavramsal bir zemindir. Yüzey yapıları, haber metinlerinde olduğu gibi, genellikle gözlemlenebilir 78 niteliktedir. Ancak derin yapılar sözcenin ötesinde, derininde yer almaktadır (Greimas, Courtés, 1993: 146). Anlamın üreme süreci derinden yüzeye doğru bir sıra izlemekte, çözümleme süreci ise yüzeyden derine inen bir çizgi izlemektedir (Tanyolaç Öztokat, 2005: 30). Derin yapıda bir mesajın/iletinin kapsayabileceği anlam çoğulluğu içinde homojenliğini sağlayan, görünüşte karışık gibi durduğunda dahi anlamsal homojenliğin tutarlılığını veren, derin yapının yerdeşliğidir (isotopie) (Greimas, 1993: 69). İletinin çoğul anlamlar arasından birine yönelmesi onu anlaşılır kılmaktadır; bu da bir söylem içinde aynı ya da benzer nitelikli anlambirimciğin yinelenmesi ve belirginleşmesi ile, söylemin heterojen yapısında homojen bir anlam katmanı yaratması ile gerçekleşmektedir. Bu homojen anlam katmanına yerdeşlik adı verilmiştir (Greimas, Courtés, 1993: 70). Bir söylemin, metnin, bildirinin, görsel ya da işitsel iletinin anlaşılabilirliğini sağlayan yerdeşlik, genel anlamıyla hem içerik hem anlatım düzleminde dil öğelerinin yinelenmesi ile oluşan sözel uyumdur. Bir söylem çerçevesinde anlamsal tutarlılık, bildirinin bir anlam bütünü olarak kavranması, tek yönlü anlaşmayı sağlayan; aynı düzlemdeki öğelerin oluşturduğu, çokanlamlılığı engelleyen ve anlambirimcik yinelenmelerinden doğan uyumluluktur (Güz v.d. 1988: 232). Bir söylemin anlaşılması, açıkça ya da örtülü olarak sunduğu içeriğin kavranması ve yorumlanmasında bir inceleme kavramı olarak başvurulan anlamsal yerdeşlik (isotopie sémantique) kavramı medya söylemlerinin anlamsal içeriğinin nesnel bir biçimde yorumlanmasına olanak vermektedir. 3.7. Bulgular 3.7.1. İçerik Çözümlemesi İçerik çözümlemesinde araştırma evreni içinde taranan haber metinlerinde dört konu kategorisi saptanmıştır: ASPB’nin politikaları, ASP Bakanı Fatma Şahin’in bakanlık politikalarından bağımsız olan açıklamaları ve eylemleri, ASPB’nin kuruluşunu bildiren haberler ve ASPB’nin kuruluşu hakkında yorum içeren haberler. 79 ASPB hakkında Habertürk Gazetesi’nde 33, Hürriyet Gazetesi’nde 23, Sabah Gazetesi’nin internet sitesi www.sabah.com.tr’de 45, Posta Gazetesi’nin internet sitesi www.posta.com.tr’de 7 olmak üzere toplam 108 haber saptanmıştır. Haberler konularına göre ASPB’nin kuruluşunu bildiren ve kuruluş aşaması hakkında bilgi veren 30, ASPB’nin politikaları hakkında olan 32, ASP Bakanı Fatma Şahin’in yaptıklarını aktaran 38 ve ASPB hakkında kurum ve uzman görüşlerini ve yorumlarını aktaran haberler 8 adettir. Köşe yazıları dikkate alınmamıştır. Bu haberler içinden 33’ü şiddet hakkındadır ve 9’u şehit haberleridir. 3.7.1.1. Habertürk Habertürk Gazetesi’nde 33 haber saptanmıştır. Bu haberlerin 6’sı ASPB’nin politikaları, 16’sı Bakan Fatma Şahin’in yaptıkları, 8’i ASPB’nin kuruluşu hakkında, 3’ü ASPB hakkında yorum aktaran haberlerdir. ASPB’nin politikaları hakkında 6 haber saptanmıştır. Haberlerin 3’ü “güncel”, 2’si “toplum”, 1’i “olay” konu başlıklı sayfalarda yer almıştır. Bu haberlerin tarihleri, yer aldıkları sayfa numaraları, sayfa içerikleri ve başlıkları sıralanmıştır: ⎯ 20.07.2011, 12.s., güncel Bu dönemin ilk yasası dayakçı erkeğe ekelepçe olacak ⎯ 25.07.2011, 6.s., toplum Sığınma evlerine yeni mevzuat ⎯ 02.08.2011, 4.s., olay 6 ayda 7 bin kadından ‘şiddet’ başvurusu ⎯ 05.08.2011, 6.s., toplum ‘Her aileye bir sosyal destek uzmanı’ ⎯ 11.08.2011, 13.s., güncel ARINÇ’TAN ‘İZDİVAÇ’ PROGRAMLARINA TEPKİ ‘Kusmak istiyorum’ ⎯ 28.08.2011, 12.s., güncel ‘Somalili Evlat’ İçin Yeşil Işık Bakan Fatma Şahin’in yaptıklarını aktaran 3 “gündem”, 3 “birinci sayfa”, 3 “politika”, 2 “insan”, 1 “toplum”, 1 “güncel”, 1 “olay”, 1 “aile” sayfasında olmak üzere 16 haber saptanmıştır: ⎯ 09.07.2011, 17.s., gündem Şahin’den Akşit’e başarı dileği ⎯ 16.07.2011, 12-13.s. (kategorisiz) İşte kalbimize gömdüğümüz aslanlar 80 ⎯ 19.07.2011, 14.s., politika Bakanlar Kurulu’nda esrarengiz paket ⎯ 26.07.2011, 14.s., politika Oy oğlum, kuzum ciğerim... ⎯ 27.07.2011, 1.s. 180 günde 149 intihar ⎯ 27.07.2011, 12.s., güncel Son 6 aydaki 149 intihar vakası, Bakan’ı şoke etti ⎯ 29.07.2011, 4.s., olay Bakan Şahin: Başka Güldünya’lar ve Ceylan’lar ölmesin ⎯ 30.07.2011, 6.s., toplum Twitter’lı isyana bakan el koydu ⎯ 31.07.2011, 5.s., insan Gözaltına alınan tacizci hastanelik ⎯ 02.08.2011, 20.s., aile ‘Şiddetin kaynağı iletişimsizlik’ ⎯ 04.08.2011, 17.s., gündem Hakkâri’de kadın bakan ⎯ 10.08.2011, 1.s. Erdoğan açlık çeken Somali’ye ⎯ 10.08.2011, 15.s., politika Başbakan Somali yolcusu ⎯ 13.08.2011, 1.s. Koruması verildi ⎯ 13.08.2011, 5.s., insan Alman Döndü’ye Bakan’dan koruma ⎯ 27.08.2011, 16.s., gündem TBMM’de pantolon izni ASPB’nin kuruluşu hakkında 2 “birinci sayfa”, 3 “politika”, 1 “gündem”, 1 “güncel”, 1 “günün kadını” başlıklı sayfada olmak üzere 8 haber saptanmıştır: ⎯ 09.06.2011, 1.s. Kabineye Fransız modeli ⎯ 12.06.2011, 17.s., politika 2 bin bürokrat ‘iş’siz kalacak ⎯ 14.06.2011, 14.s., politika Türel, Bayraktar, Şükür ve Avcı’ya bakanlık yolu ⎯ 14.06.2011, 14.s., politika ‘Kadın temsili sıçradı’ ⎯ 07.07.2011, 1. s. Şampiyon Takımı Bozmadı ⎯ 07.07.2011, 9.s., günün kadını ‘R’ harfini söyleyemeyen sempatik vekil artık bakan ⎯ 07.07.2011, 12-13.s., güncel ‘Ustalık kabinesi’nde 6 yeni isim ⎯ 19.08.2011, 17.s., gündem Kadın bakanlığına erkek müsteşar ASPB hakkında yorum aktaran 3 haber saptanmıştır. Haberler “gündem”, “güncel” ve “insan” sayfalarında yer almıştır ve 1’i negatif, 1’i pozitif, 1’i tarafsız yorum olmuştur: 81 ⎯ 08.07.2011, 18.s., gündem Bilgehan’dan Şahin’e başarı dileği ⎯ 04.08.2011, 10.s., güncel ‘Tek tuş’ tahrik eder! ⎯ 15.08.2011, s.5, insan Şiddet mağduru kadınların çığlıklarını kim duyacak? Habertürk’ün bu dört kategorideki toplam 33 haberinin 11’i şiddet hakkında, 2’si şehitler hakkında haberlerdir. 3.7.1.2. Hürriyet Hürriyet Gazetesi’nde 23 haber saptanmıştır. ASPB’nin politikaları hakkında 7, Bakan Fatma Şahin’in yaptıkları hakkında 3, ASPB’nin kuruluşu hakkında 10, ASPB hakkında yorum ve görüş aktaran 3 haber yer almıştır. ASPB’nin politikaları hakkında 3 “birinci sayfa”, 2 “gündem”, 1 “insan”, 1 “toplum” sayfasında olmak üzere 7 haber saptanmıştır: ⎯ 20.07.2011, 1.s. Eşine şiddet uygulayana Elektronik Kelepçe ⎯ 20.07.2011, gündem, 23.s. Dayağa elektronik kelepçe ⎯ 02.08.2011, 4.s., insan Şahin: Şiddet çaresizlik göstergesi ⎯ 04.08.2011, 1.s. Fuhuş Mağduruna Sığınmaevi ⎯ 04.08.2011, 5.s., toplum Sığınmaevine ‘ŞAHİN’ AYARI ⎯ 07.08.2011, 1.s. Bakımevlerine Yeni Düzen ⎯ 07.08.2011, gündem, 4.s. Kimsesiz çocuklar havalara fırladı Bakan Fatma Şahin’in yaptıkları hakkında tümü “gündem” sayfasında olmak üzere 3 haber yer almıştır: ⎯ 17.07.2011, s., 21, gündem Ağabeyleri gibi yetiştireceğim ⎯ 27.07.2011, s., 18, gündem Şarkı Söyledi ⎯ 27.07.2011, s., 18, gündem Pantolon Meclis’te ASPB’nin kuruluşu hakkında “gündem” sayfalarında 6, “birinci sayfa”da 3, “ekonomi” sayfalarında 1 haber olmak üzere toplam 10 haber yer almıştır: 82 ⎯ 09.06.2011, 1.s. ‘Ustalık Dönemi’ Kabinesi ⎯ 09.06.2011, 11.s., ekonomi Koç’u, Sabancı’yı gösterdi ilkokul mezununa bakan yardımcılığı kapısı açtı ⎯ 07.07.2011, 1.s. Yola Devam Kabinesi ⎯ 07.07.2011, 22-23. s., gündem ‘Ustalık’ dönemi ⎯ 07.07.2011, 24.s., gündem Proje Kabine ⎯ 08.07.2011, 1.s. Baklavalı devir teslim ⎯ 08.07.2011, 18.s., gündem Bu bakanlık kadının bakanlığı ⎯ 08.07.2011, 20.s., gündem İlk toplantı karşılaması ⎯ 09.07.2011, gündem Yeni Bakan’ın maratonu ⎯ 23.07.2011, 1.s., 22.s., gündem Alfabetik Oturum ASPB hakkında yorum aktaran 3 haber saptanmıştır. 1’i “gündem”, 1’i “toplum”, 1’i “ekonomi” sayfasında yer almıştır: ⎯ 11.06.2011, 23.s., gündem “Kadın bakanlığının kaldırılması eşitlik çabalarına darbe” ⎯ 05.07.2011, 5.s., toplum Bakanlığımızın adı ‘Kadın ve Sosyal Politikalar’ olsun ⎯ 17.07.2011, 8.s., ekonomi Şirketler ‘Fırsat Eşitliği’ sertifikası alacak, daha fazla kadın iş bulabilecek Hürriyet’te çıkan haberlerin 5’i şiddet konulu haberdir, 1’i şehit haberidir. ASPB konulu haberlerin çoğunluğu “gündem” sayfalarında yer almıştır. 3.7.1.3. Sabah Sabah Gazetesi’nin internet sitesinde 45 haber saptanmıştır. Bu haberlerin 17’si ASPB’nin politikaları hakkında, 17’si Bakan Fatma Şahin’in yaptıkları hakkında, 10’u ASPB’nin kuruluşu hakkında, 1’i yorum bildiren haberlerdir. ASPB’nin politikaları hakkındaki 17 haberden 8’i “yaşam”, 7’si “gündem”, 1’i “teknoloji”, 1’i “ekonomi” sayfasında yer almıştır: ⎯ 20.7.2011, yaşam Dayak atan eşlere elektronik kelepçe 83 ⎯ 22.7.2011, yaşam Şiddet gören kadına 'panik butonu' ⎯ 27.7.2011, yaşam Mağdur kadına panik kolyesi ⎯ 28.7.2011, yaşam Çocuk istismarına 12 tecavüze 20 yıl hapis ⎯ 30.7.2011, ekonomi TİM, rekabetçi ekonomi önerilerini hükümete sundu ⎯ 31.7.2011, yaşam Kadına şiddete doktor şefkati ⎯ 02.08.2011, yaşam 'Panik kolyesi' Ankara'da başladı ⎯ 04.08.2011, gündem Valiliklere sığınma evi kurma görevi ⎯ 04.08.2011, gündem Şahin il ziyaretlerine Hakkâri'den başladı ⎯ 05.08.2011, yaşam Filtre hem ertelendi hem daraltıldı ⎯ 06.08.2011, gündem 'Topyekûn mücadele gerekiyor' ⎯ 07.08.2011, gündem Alzheimer'lıya özel huzurevi ⎯ 11.08.2011, gündem Bakan Şahin söz verdi toplu mezar açılıyor ⎯ 11.08.2011, teknoloji Güvenli internette test süreci başlıyor ⎯ 12.08.2011, yaşam 'Mutlu aile' formülü ⎯ 28.08.2011, gündem Evlat edinmenin yolu açılacak ⎯ 30.08.2011, gündem Kadına yönelik şiddete her bölge için ayrı reçete Bakan Fatma Şahin’in yaptıkları hakkında 17 haber saptanmıştır. Haberlerin 9’u “gündem”, 3’ü “yaşam”, 2’si “spor”, 1’i “eğitim”, 1’i “kültür sanat”, 1’i “dünya” sayfasında geçmiştir: ⎯ 15.07.2011, gündem Şehit evinde gözyaşlarını tutamadı ⎯ 16.07.2011, gündem Şehitlere son veda ⎯ 24.07.2011, eğitim Yök Başkanı: Temiz sınav oldu ⎯ 25.07.2011, gündem "Ben şehit annesiyim ağlamayacağım" ⎯ 26.07.2011, gündem Şehitlere veda ⎯ 28.07.2011, spor Acılı Antep! ⎯ 28.07.2011, yaşam Bakan Şahin, acılı anneye gidiyor 84 ⎯ 29.07.2011, spor 35 derece bayılttı ⎯ 29.07.2011, gündem Bakan Şahin: Zihniyet devrimi yapmalıyız ⎯ 02.08.2011, gündem Bakan Şahin'den YAŞ açıklaması ⎯ 08.08.2011, yaşam Kadına şiddetin en minik mağduru ⎯ 09.08.2011, yaşam 'Kurşun bebek' ağlattı ⎯ 12.08.2011, gündem Gül, şehit ve gaziler onuruna iftar verdi ⎯ 15.08.2011, gündem Şırnak pususunda köstebek şüphesi ⎯ 19.08.2011, dünya Başbakan Somali'de ⎯ 23.08.2011, gündem Başbakan'dan bir müjde daha ⎯ 26.08.2011, kültür sanat Birleşmiş Milletler'de konser verecek ASPB’nin kuruluşu hakkında 8’i “gündem”, 2’si ekonomi sayfasında olmak üzere 10 haber saptanmıştır: ⎯ 08.06.2011, gündem Devlet bakanlığı tarih oldu ⎯ 09.06.2011, ekonomi Hangi bakanlığa kaç kişi? ⎯ 09.06.2011, ekonomi Kabineye ustalık ayarı ⎯ 14.06.2011, gündem Kadın sayısında rekor artış ⎯ 06.07.2011, gündem Kabineye altı yeni isim ⎯ 07.07.2011, gündem Kabine notları ⎯ 07.07.2011, gündem Ustalık döneminin ustalık kabinesi ⎯ 08.07.2011, gündem Başbakan Erdoğan açıkladı ⎯ 08.07.2011, gündem Erdoğan'dan ilk talimat: Çok çalışın ⎯ 09.07.2011, gündem Şahin'in kadına şiddet hassasiyeti ASPB hakkında yorum aktaran 1 pozitif yorum “yaşam” kategorisinde yer almıştır: ⎯ 16.08.2011, yaşam 4 bin kadına 13 bin kez şiddet ASPB politikaları ağırlıklı olarak “yaşam” kategorisi içinde haberleştirilmiştir. Hürriyet’te geçen 15 haber şiddet ve kadına şiddet hakkında, 6’sı şehit cenazeleri hakkındadır. 85 3.7.1.4. Posta Posta Gazetesi’nin internet sitesinde 7 haber saptanmıştır: 2’si ASPB’nin politikaları hakkında, 2’si Bakan Fatma Şahin’in yaptıkları hakkında, 2’si ASPB’nin kuruluşu hakkında, 1’i ASPB hakkında yorum bildiren haberlerdir. ASPB’nin politikaları hakkındaki 2 haberin 1’i “yaşam”, 1’i “gündem” kategorisinde yer almıştır: ⎯ 12.07.2011, yaşam 'Mutlu aile' formülü ⎯ 27.07.2011, gündem Kadına şiddete 'panik butonu’ Bakan Fatma Şahin’in yaptıkları hakkında 2 haber, “siyaset” kategorisinde yer almıştır: ⎯ 07.08.2011, siyaset Vali, halkı Bakan'a şikâyet etti! ⎯ 08.08.2011, siyaset Tunceli Valisi: Anlık dost sitemiydi ASPB’nin kuruluşu hakkında “siyaset” kategorisinde 2 haber yer almıştır: ⎯ 13.06.2011, siyaset 'Ustalık' döneminde beklenen kabine ⎯ 30.06.2011, siyaset Kabineye 10 yeni isim ASPB hakkında yorum aktaran 1 haber “yaşam” kategorisi içinde haberleştirilen negatif yorumdur: ⎯ 27.08.2011, yaşam “Korunacak Aile Değerleri Kimin İçin?” Posta’da yer alan haberlerin 2’si şiddet konuludur. 3.7.2. Göstergebilimsel Söylem Çözümlemesi İçerik çözümlemesinde araştırılan haber metinleri içinde edim, aile, şiddet, insan, hukuk, sosyal politika ve çatışma kavram alanlarına gönderme yapan sözcüklerinin sık kullanıldığı saptanmıştır. ASPB’nin politikaları hakkındaki haberlerin sayısı A harfi ile, Bakan Fatma Şahin’in yaptığı ve politika alanına girmeyen eylemler B harfi ile, ASPB’nin kuruluşu hakkında bilgi veren içerikler C harfi ile, ASPB ya da politikaları hakkında görüş bildiren haberler D harfi ile gösterilmiştir, bu haberlerden ASPB’ye 86 karşı negatif tutumu olanlar içindeki sözcükler Dn, pozitif olanlar içindekiler Dp, tarafsız olanlar içindekiler Dt olarak belirtilmiştir. Bakan Fatma Şahin’den doğrudan yapılan alıntılar içinde geçen sözcük sayısı E harfi ile parantez içinde gösterilmiştir. Metinlerde karşılaşılan kavramsal alanlar, haber metninin içinde yer aldığı gazete ve haber kategorisi göz önünde bulundurularak tablolar oluşturulmuştur. Haber metinlerinin söylem düzeyinde kullandığı sözcükler, terimler, deyimler gibi üslup özellikleri, söylemlerin anlamsal derin yapısında barındırdığı anlam özellikleri aracılığıyla söylemin örtülü ya da baskın bakış açılarını alıcıya sunmaktadır. Her bakış açısı belirli bir değerler dizgesine bağlanmaktadır. Söylemlerin derin yapısında bulunan anlamsal yerdeşlik düzeyleri bu yapıların nasıl algılandığını ya da nasıl bir algı oluşturmayı amaçladığını, nasıl çerçevelendiğini saptamak için olanak sağlamaktadır. Çözümlemede kavram alanları italik ile, yerdeşlikler ise iki eğik çizgi arasında gösterilmiştir. Çözümlemede kavram alanları, kendilerine gönderme yapan sözcük sayısı metinler içinde en çok tekrarlanandan en az tekrarlanana doğru sıralanmıştır. 3.7.2.1. Kavram Alanı: Edim Yapılan, gerçekleştirilen, insan davranışları ve insanlar hakkındaki durumlara ilişkin eylem ya da durum bildiren ya da eylemleri ve durumları niteleyen sözcükler çözümlemede edim kavram alanını oluşturmaktadır. Edim kavram alanı içinde 1121 sözcük saptanmıştır. İncelemede en çok tekrarlanan kavram alanı edim bildiren sözcüklerden oluşmuştur. Bunlar fiil, fiil grubu, ad, zarf, sıfat gibi dilbilgisi kategorilerine ait sözcüklerdir. Sayısal Sözcükler Değer Habertürk 206 Korumak 36 (5A 3B 3C 2E) (Koruma 6A 11B 3Dt) (Koruyucu 2A 1E), Çalışmak 22 (1A 4B 2C 1E) (Çalışma 4A 4B 1C 1Dn 4E), Yeni 13 (3A 10C), Görev 11 (1A 3B 7C), Devam etmek 10 (1A 5B 1Dt 1E) (Devam 2B), Getirmek 9 (2A 2B 3C 2Dp), Değiştirmek 7 (1A 2C) (Değişim 1B) (Değişmek 1C) (Değişiklik 1B 1C), Tedbir 7 (4A 1Dn 2E), Birlikte 5 (2B 3C), Güç 5 (1Bn1E) (Güçlendirmek 1A 1B 2E), Hazırlamak 5 (2A 2B 1C), Model 5 (2A 1C 2E), Temsil 5 (4C 1E), Uygulama 5 (1A 1B Gazete 87 Hürriyet 207 Posta 109 3Dn), Güvenlik 4 (1A 1Dt 2E) (Sosyal güvenlik 1A), İcraat 4 (1A 1B 1C) (İcra 1C), Kurmak 4 (1B 2C 1E) (Kuruluş 1E), Takip 4 (1B 3E), Düzenlemek 3 (1B) (Düzenleme 1A 1B), Hayata geçirmek 3 (1A 1B 1E), Sunmak 3 (1B 2C), Oluşturmak 3 (1A 2E), Önlem 3 (2A) (Önleyici 1E), Sağlamak 3 (1A 1C 1E), Uzman 3 (2A, 1E), Başlamak 2 (1B 1E), İş birliği 2 (1A 1E), Ortaya çıkmak 2 (2B), Yanında olmak 2 (2E), Acil 1 (1A), Açmak 1 (1E), Başarmak 1 (1C), Bir araya gelmek 1 (1E), Çözmek 1 (1E), Derhal 1 (1A), Görüşmek 1 (1A), Harekete geçmek 1 (1B), Hazır olmak 1 (1E), İncelemek 1 (1B), Kaldırmak 1 (1E), Müdahale 1 (1Dn), Oluşmak 1 (1E), Ortaya koymak 1 (1C), Seferber 1 (1E), Yüz yüze 1 (1A) Yeni 21 (6A 11C 1Dn 3E), Değişmek 15 (1C 1Dn 4E) (Değiştirmek 1B 3E) (Değişiklik 1A 1B 2E), Uygulamak 15 (6A 1Dn 3E) (Uygulama 1A, 4E), Takip 10 (2A 1C 1Dp 6E), Çalışmak 8 (2A 1E) (Çalışma 3B 2E), Görev 8 (7C 1E), Açmak 6 (6E), Korumak 6 (2E) (Korunmasız 1Dn) (Korunma 1Dn 1E) (Koruyucu 1B), Model 6 (1A 5E), Oluşmak 6 (1E) (Oluşturmak 1C 1Dt 3E), Proje 6 (2A 1B 2C 1Dp), İhtiyaç 5 (5E), Karar 5 (1A 3E) (Kararlı 1Dn), Standart (getirmek) 5 (1A 4E), Getirmek 4 (1A 1C 2E), Devam 4 (2C 2E) (yola devam 2C) (devam etmek2E), Düzen 4 (1A) (Düzenleme 1Dp 2E), Söz vermek 4 (1C 3E), Yapı 4 (2C) (aile yapısı 21E), Çözmek 3 (1E) (Çözüm 2E), Denetim 3 (3E), Güç 3 (1E) (Güçlendirmek 1E) (Güçlü 1E), Hayata geçirmek 3 (3E), Hız 3 (1C) (Hızlı 2E), İncelemek 3 (1A 1B) (İnceleme 1B), Kurmak 3 (2C 1E), Adım 2 (1Dn 1E), Arkasında olmak 2 (1A 1E), Birebir 2 (2E), Birlikte 2 (1Dp 1E), Görüşmek 2 (1A, 1C), Hizmet 2 (2A), Hazır olmak 2 (2E), Kaldırmak 2 (1C 1Dn), Temsil 2 (1Dt 1Dp), Yapılandırma 2 (2C), Anında 1 (1A), Başarmak 1 (1E), Başlamak 1 (1C), Bir araya gelmek 1 (1E), Derhal 1 (1A), Düzeltmek 1 (1E), Etkin 1 (1Dp), Gereğini Yapmak 1 (1E), Güvenmek 1 (1E), İcraat 1 (1A), İhtisaslaşma 1 (1E), Kapı açmak 1 (1C), Ortaya çıkarmak 1 (1E), Ortaya koymak 1 (1E), Önleyici 1 (1E), Performans 1 (1C), Sağlamak 1 (1C), Seferber 1 (1E), Sunmak 1 (1A), Tedbir 1 (1E), Tek tek 1 (1K), Üstlenmek 1 (1C), Verim 1 (1C), Yürütmek 1 (1Dp) Korumak 13 (13Dn), Çalışmak 11 (3FŞ 1Dn) (Çalışma 2A 3Dn 2E), Takip etmek 9 (2E) (takip 2A 5E), Hazırlamak 7 (4A 2E) (Hazır olmak 1E), Yapı 7 (2A 1C 2Dn 2E) (Aile yapısı 2A 2Dn), Yeni 6 (6C), Danışman 5 (5A) (sosyal danışman 1A, aile danışmanı 1A), Oluşturmak 5 (3A 2E), Kurmak 4 (1A 3C), Çözmek 3 (3E), Getirmek 3 (1A 2C), Görüşme 3 (3A), Önlemek 3 (3A), Adım 2 (2A) (büyük adım 1, dev adım 1 A), Başlamak 2 (1A 1C), Birebir 2 (2A), 88 Değişim 2 (2Dn), Görev 2 (1A 4C), Güçlü 2 (1A) (Güçlendirmek 1A), İncelemek 2 (2E), Tasarı 2 (2E), Uygulama 2 (1A 1E), Uzman 2 (1Dn) (Uzmanlık 1A), Yüz yüze 2 (2A), Başarmak 1 (1E), Beraber 1 (1E), Devam etmek 1 (1Dn), Hayata geçirmek 1 (1E), İş birliği 1 (1E), Kapı açmak 1 (1A), Kuvvetlendirmek 1 (1A), Taslak 1 (1E) Sabah 599 Hizmet 47 (37A 8C 2E), Çalışmak 43 (3A 10B 9C 2E) (çalışma 7A 2B 2C 1Dp 7E), Yeni 35 (7A 24C) (yeniden 1A 1C 1E) (yenilemek 1A), Uygulamak 28 (6A 2C 4E 1Dp) (uygulama 13A 1E), Başlamak 27 (16A 5B 2C 4E), Korumak 25 (6A 5B 1C 2E) (Koruma 5A 5B), Getirmek 24 (13A 6B 4C 1Dp), Yapı 23 (13A 5C 5E) (aile yapısı 1C, 1E, 2A), Oluşturmak 23 (1E 4C 10A) (oluşmak 5A 3C), Kurmak 19 (11A 2B 4C 2E), Görev 17 (3A 2B 11C 1E), Görüşmek 17 (7A 5B 4Dp 1E), Düzenlemek 16 (4B 1C) (düzenleme 9A 1C 1E), Hazırlamak 16 (16A), Açmak 15 (13A 2E) (yolu açılmak 1A, yol açmak 1A, kapı açmak 1A), Desteklemek 15 (2C) (Destek 7A 3E 3B) (sosyal destek 5A 1E), Sunmak 15 (12A 3C), Takip 15 (4A 1B 1C 9E), Değişim 12 (2A) (değiştirmek 1A 4C 1E) (değişiklik 4A), Güç 11 (2E 2A) (güçlük 2B) (güçlendirmek 2A 2C 1E), Uzman 11 (6A 5E), Proje 11 (9A 1C 1E), Sağlamak 10 (6A 1B 3C), Devam etmek 9 (5A 4E) (okula devam etmek 2E), Kaldırmak 9 (5A 1B 3C), Birlik 8 (2E) (birlikte 2A 4B), Model 8 (4A 4E), Hız 6 (1A) (hızlı 2A 2C 1E), Standart 6 (6A), Yürütmek 5 (1A 1B 2C 1Dp), Adım 4 (3A 1Dp) (dev adım 1A), Birebir 4 (1A 3E), İhtisaslaşma 4 (4E), Ortaya çıkmak 4 (1B 1Dp) (ortaya çıkarmak 2A), Tedbir 4 (2A 1B 1E), Yüz yüze 4 (2A 2Dp), Bir araya gelmek 3 (2A 1B), Çözüm 3 (3B), Harekete geçmek 3 (2A 1B), Önlem 3 (1A 1C 1E), Beraber 2 (1A 1C), Denetim 2 (2A), Elden geçirmek 2 (1E 1A), Etkin 2 (2C), Güvenlik 2 (2A), Hayata geçirmek 2 (2E), İş birliği 2 (1A 1E), Geliştirmek 2 (1A 1C), Kalkan olmak 2 (2E), Kavuşmak 2 (1A 1C), Kuvvet 2 (1E) (kuvvetlendirmek 1A), Söz vermek 2 (2A), Verimli 2 (2C), Acil 1 (1E), Anında 1 (1A), Düzeltmek 1 (1C), Etkili 1 (1A), İnceleme 1 (1B), Kucaklamak 1 (1E), Kurtarmak 1 (1B), Tek tek 1 (1A), Üstlenmek 1 (1C), Yanında olmak 1 (1E), Yapıcı 1 (1A) Tablo 3.1: Edim kavram alanı Edim kavram alanı içinde kullanılan sözcüklerin sıklıklarına bakıldığında /iktidar/, /etki/, /ivedilik/, /hizmet/, /samimiyet/ ve /güvenlik/ anlamsal yerdeşliklerinin varlığına işaret eden bir söylem içeriği görülmektedir. 89 “Güç”, “güçlendirme”, “kuvvet”, “kuvvetlendirme” gibi sözcüklerin yoğun kullanımı derin yapıda /iktidar/ yerdeşliğinin baskın bir anlamsal varlığı olduğunu göstermektedir. “Güç” yoğun olarak aile bağlamında, ailenin ve kadının güçlendirilmesi anlamını taşıyacak biçimde kullanılmıştır. /İktidar/ yerdeşliğinin aile ve kadına yönelik bağlamlarda kullanılması derin yapıda yeni kurulan bakanlığın aile ve kadın üzerindeki iktidarını ifade etmektedir. Sabah’ın “Başbakan Erdoğan açıkladı” başlıklı haberinde geçen “Önümüzdeki dönemde ailenin korunması ve güçlendirilmesi, sosyal politikalarımızın merkezinde olacaktır'' alıntısı, Posta’nın “‘Mutlu aile’ formülü” başlıklı haberinde geçen “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'ndan aile yapısını güçlendirmek için dev adım...” ifadesi, Habertürk’ün “Bu dönemin ilk yasası dayakçı erkeğe e-kelepçe olacak” haberinde geçen “Ailenin korunmasına dair kanunun içeriğine ilişkin yapılan düzenlemelerle, şiddet uygulayan erkeğin evden uzaklaştırıldığı sistemin daha da güçlendirileceğini vurgulayan Bakan Şahin” ifadesi “güçlendirmek” sözcüğünün kullanımını örneklemektedir. Aile, kadın ya da bir sistemin güçlendirilmesi anlamları aracılığıyla, ASPB güçlendirme yetkisi ve yetisi olan, politik öznelerine güç verme hakkına sahip bir kurum olarak konumlandırılmıştır. ASPB’nin kuruluşu hakkındaki bu ifadeler iktidar ve ailenin, yönetim ve özel alanının yoğun bağını yansıtmakta, derin yapıda haberlerin söylemleri aile bağlamında üretici ve olumlu bir iktidarı betimlemektedir. Ailenin toplumun temeli olduğu ve nüfusun devletin gücü olması gerektiği gibi düşünceler ailenin yönetimi ve güçlendirilmesi bağlamında kullanılan sözcük seçimleri aracılığıyla söylemin derin yapısında /iktidar/ yerdeşliği aracılığıyla vurgulanmaktadır. Hürriyet’in “Dayağa elektronik kelepçe” başlıklı haberinde Bakan Fatma Şahin’den yapılan “Kadını, canı koruyacak şekilde bütün gücümüzü seferber edeceğiz” alıntısı, iktidarın politik özneyi yaşatma politikası yürüttüğü vurgusunu kapsamaktadır. “Etkin”, “etkili” sözcüklerinin kullanımı anlamın derin yapısında /etki/ yerdeşliğine gönderme yapmaktadır. ASPB’nin kuruluşu hakkındaki haberlerde bakanlığın kuruluş amacında etki faktörünün vurgulandığı gözlemlenmektedir. Sabah’ın “Başbakan Erdoğan açıkladı” başlıklı haberinde geçen “Erdoğan, vatandaşlara daha hızlı, etkin ve 90 verimli hizmet sunmak amacıyla sosyal yardım ve hizmet alanında bütün kurum ve kuruluşların Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı adı altında birleştirerek tek çatı altında topladıklarını belirterek, böylece ülkedeki tüm sosyal yardım ve hizmetlerin tek elden ve etkin şekilde yürütülmesini sağlayacaklarını anlattı” ifadesinde bakanlığın kuruluş amacı derin yapıda /etki/ yerdeşliğine bağlanmaktadır. Böylece bakanlığın aile ve nüfus üzerindeki etkisi vurgulanmıştır. Etki anlam öğesi /ivedilik/ yerdeşliğinde de ortaya çıkmaktadır. “Acil”, “anında”, “hız”, “hızlı”, “derhâl” gibi sözcüklerin ASPB’nin politikalarını nitelemek için kullanılması, derin yapıda /ivedilik/ yerdeşliğine bağlanmaktadır. Bu bağ, söylemin yüzey yapısında politikaların etkin olma niteliğinin farklı bir boyutuna işaret ederken, anlamın derin yapısında /etki/ ve /ivedilik/ yerdeşlikleri birbirlerine gönderme yapmakta, ASPB’nin vizyonuna ve misyonuna yönelik bir betimleme içermektedir. Politik bağlamda olumluluk taşıyan iki önemli değeri vurgulayan /etki/ ve /ivedilik/ yerdeşlikleri söz konusu söylemlerin içeriğinde ASPB’nin politikaları ve ASPB’nin politik konumu hakkında önemli bir anlam vurgusuna sahiptir. Edim kavram alanında en yoğun biçimde ortaya çıkan yerdeşlik /hizmet/tir. “Açmak”, “başlamak”, “çalışma”, “çalışmak”, “çözmek”, “çözüm”, “düzeltmek”, “düzenlemek”, “elden geçirmek”, “geliştirmek”, “gereğini yapmak”, “getirmek”, “görev”, “harekete geçmek”, “hayata geçirmek”, “hazırlamak”, “hizmet”, “icra”, “icraat”, “ihtisaslaşma”, “kapı açmak”, “kurmak”, “oluşturmak”, “ortaya çıkarmak”, “ortaya koymak”, “performans”, “proje”, “sağlamak”, “standart (getirmek)”, “sunmak”, “uygulama”, “uygulamak”, “üstlenmek”, “yapılandırma”, “yürütmek” sözcükleri ASPB’nin hizmetlerini ifade eden bağlamlarda kullanılmıştır. “Açmak”, “çalışmak”, “hizmet” gibi tarafsız sözcükler ile “çözmek”, “düzeltmek”, “gereğini yapmak”, “kapı açmak”, “sunmak” gibi olumlu çağrışımlara sahip sözcükler birlikte kullanılmıştır. Sözcüklerin yoğun olarak /hizmet/ yerdeşliğine bağlanması, bakanlığın kuruluşu ve politikalarında haber söyleminin bakanlığın hizmetlerine odaklandığını göstermektedir. Sabah’ın “Mağdur kadına panik kolyesi” başlıklı haberinde geçen “Merkezi bilgisayardaki çağrıyı gören çağrı merkezi sorumluları emniyeti uyaracak ve hızla müdahale sağlanacak” ifadesinde görüldüğü gibi, ASPB’nin hizmetlerinin teknik 91 yönlerine odaklanan ifadelerde /ivedilik/ ve /hizmet/ yerdeşlikleri saptanmıştır. Hürriyet’in “‘Ustalık Dönemi’ Kabinesi” haberinde ara başlık olarak kullanılan “Yeni yapı ‘ustalık’ döneminde verim ve hız sağlayacak” ifadesi, olumlu yan anlamlara sahip “verim” ve “sağlamak” sözcüklerini kullanmış, /ivedilik/ yerdeşliğine bağlanan “hız” sözcüğünü bu olumlu bakış açısını sürdürmek için vurgulamıştır. ASPB’nin hizmetleri ve Bakan Şahin’den yapılan aktarmalarda geçen “arkasında olmak”, “beraber”, “bir araya gelmek”, “birebir”, “birlikte”, “güvenmek”, “iş birliği”, “seferber”, “tek tek”, “yanında olmak”, “yüz yüze” sözcükleri /samimiyet/ yerdeşliğine gönderme yapmaktadır. Özellikle Bakan Şahin’in yaptıkları ve söylediklerinin aktarımında beliren /samimiyet/ yerdeşliği, derin yapıda kadın ve aile ile ASPB arasında duygusal bir yakınlık kurulduğunu göstermektedir. Haber söyleminde ASPB ile ASPB politikalarının özneleri arasında yakınlık kurulmaktadır. Habertürk’ün “Her aileye bir sosyal destek uzmanı” başlıklı haberinde Bakan Fatma Şahin’den yapılan alıntı (“Amacımız, her aileye dokunmak, sosyal devlet olarak onun yanında olmaktır”) söylemin kurduğu bu yakınlık ilişkisini örneklemektedir. Benzer bir bağlamda bu söylemlerde vurgulanan anlam olarak /güvenlik/ yerdeşliği saptanmıştır. “Güvenlik”, “sosyal güvenlik”, “koruma”, “korumak”, “korunma”, “koruyucu”, “önlemek”, “önleyici”, “takip”, “tedbir” sözcükleri /güvenlik/ yerdeşliğine gönderme yapmaktadır. Söylemin yüzey yapısında yer aldığı biçimiyle, ASPB’nin politikalarını niteleyen bu güvenceye alma, koruma vurgusu, söylemin derin yapısında anlamsal olarak politikaların özneleri ile ASPB arasında ilişki kurmaktadır. /Güvenlik/ yerdeşliğini kapsayan edim kavram alanına ait sözcükler, aynı zamanda /şiddet/ yerdeşliğine gönderme yapmaktadır. Sabah’ın “Çocuk istismarına 12 tecavüze 20 yıl hapis” başlıklı haberinde geçen “Fatma Şahin'in ilk işlerinden biri çocuklara yönelik cinsel taciz ve tecavüz olaylarının önlenmesi için çalışma başlatmak oldu” ifadesinde görüldüğü üzere “önlemek” sözcüğü, “cinsel taciz ve tecavüz”e gönderme yapmaktadır. /Güvenlik/ yerdeşliği anlamsal olarak /şiddet/ yerdeşliğinin karşıtıdır. Ancak aynı anlam ekseninde yer alan bu iki kavram karşılıklı olarak birbirine gönderme yapmakta, aynı zamanda birbirini varsaymaktadır. 92 3.7.2.2. Kavram Alanı: Aile Aile kavram alanı içinde incelenen sözcükler aile, evlilik, kan bağına dayanan yakınlık ve insanlar arasındaki ilişkiler için kullanılan sözcüklerdir. En sık tekrarlayan ikinci kavram alanı 544 sözcük ile aile kavram alanıdır. Sayısal Sözcükler Değer Habertürk 91 Aile 28 (3A 8B 3Dn 14E) (ailenin korunması 1A, aile içi şiddet 1B, aile birliği 1Dn), Evlilik 8 (2A 2B 2Dn) (Evli 1B 1C), Anne 7 (4B 3E), Çocuk 7 (1A 4B 1C 1E), Eş 6 (1A 3C 1Dt 1E), Kız 5 (2B 1Dt 2E), Sevgili 4 (4B), Koca 3 (1A 2B), Yakın 3 (1A 2B) (akraba 2B) (ilişki 1A), Evlat edinmek 2 (2A), Evlenmek 2 (2B), Sevgisizlik 2 (2B), Ağabey 1 (1B), Akraba 1 (1B), Baba 1 (1E), Bebek 1 (1B), Beraberlik 1 (1A), Birlik 1 (1A), Boşanmak 1 (1A), Doğmak 1 (1K), Doğurmak 1 (1B), Nişanlı 1 (1A), Nişanlılık 1 (1A), Oğul 1 (1B), Sevgi 1 (1B), Yeğen 1 (1B) Hürriyet 32 Çocuk 13 (4A 2B 1C 6E) (kimsesiz çocuk 2A 1E), Aile 5 (1Dn 4E), Eş 4 (3A 1E), Anne 2 (1B 1E), Ağabey 2 (1B) (Abi 1E), Evlat 2 (2E), Baba 1 (1E), Dede 1 (1B), Kız kardeş 1 (1B), Yakın 1 (1B) Posta 81 Aile 49 (14A 13Dn) (aile değerleri 15Dn, aile yapısı 2A 2Dn, aile birliği 1Dn, aile sistemi 1Dn, Türk ailesi 1A), Çocuk 8 (8Dn) (kız çocuk 1Dn) (çocuk sahibi olmak 1Dn), Eş 7 (7A), Evlilik 6 (3A 3Dn), Boşanma 2 (1Dn 1A), Çift 2 (2A), Evlenmek 2 (2A) (evlenecek çift 1A), Koca 2 (2A), Ağabey 1 (1B), Akrabalık 1 (1Dn), Ebeveyn 1 (1Dn) Sabah 340 Aile 63 (41A 8B 10C 1Dp 3E) (aile yapısı 1C 2E, ailenin korunması 1C, aile içi şiddet 1A 1E, riskli aile 5A, Türk ailesi 1A, şehit ailesi 3B), Çocuk 56 (33A 12B 1C 10E), Anne 51 (2A 47B 2E), Baba 25 (3A 21B 1Dp), Eş 23 (14A 8B 1E), Bebek 22 (22B), Evlenmek 20 (9A 7B 2C 2Dp) (evli 1B) (evlilik 4A) (evlenecek çift 2A 1C), Kız 11 (1A 10B) (kız kardeş 2B), Koca 11 (5A 6B), Oğul 11 (11B), Yakın 9 (3A 5B 1C), Yavru 9 (8B 1E), Kardeş 8 (4A 3B 1C) (kız kardeş 2B), Doğurmak 7 (3B) (Doğum 4B), Evlat 5 (2B) (evlat edinmek 3A), Ağabey 2 (1B 1Dp), Nişanlılık 2 (1A) (nişanlı 1A), Beraberlik 1 (1A), Boşanmak 1 (1A), Dede 1 (1B), Ebeveyn 1 (1A), Kız çocuk 1 (1E) Tablo 3.2: Aile kavram alanı Gazete “Aile içi şiddet”, “riskli aile”, “ailenin korunması” gibi vurgular haber metinlerinde sıkça kullanılmıştır. Bu sözcükler /şiddet/ yerdeşliğine aile vurgusu aracılığıyla 93 gönderme yapmaktadır. Habertürk’ün “‘Her aileye bir sosyal destek uzmanı’” başlıklı haberinde (“Amacımız, her aileye dokunmak, sosyal devlet olarak onun yanında olmaktır. Bugün birçok yaşadığımız sorunların arkasına baktığımızda, parçalanmış aileler geliyor. Amacımız, aileleri parçalamadan iri ve diri tutmak. Çünkü toplumun temeli aile. Onun için de bu çalışmaları önemsiyoruz”) Bakan Fatma Şahin’den yapılan doğrudan alıntı bu vurguyu örneklemektedir. Yüzey yapıda aile hakkında üretilen ifadeler, anlamın derin yapısında /toplumsal/ yerdeşliği ve /şiddet/ yerdeşliğine gönderme yapmaktadır. Edim kavram alanında saptanan /şiddet/ ve /güvenlik/ yerdeşliklerine göndermeler aile kavram alanında da ortaya çıkmaktadır. ASPB’nin politik özneleri ile olan ilişkisinde güvenlik ve koruma vurguları Hürriyet’in “Bu bakanlık kadının bakanlığı” başlıklı haberinde Bakan Fatma Şahin’den yapılan doğrudan alıntıda (“Boynu bükük bir evlat varsa onun boynunu düzeltmek bu ekibin görevidir. Yaşlılarımızın evladı, çocuklarımızın anası, babası olacağız”) örneklenmiştir. Başlık ve metin içeriği arasındaki ilişki, ASPB’nin politik öznesi olarak aile bireylerini konumlandırmıştır. Bu örnekte görüldüğü üzere, derin yapıda kadın ASPB’nin politik öznesi olarak aile içindeki konumu ile değerlendirilmiştir. Aile kavram alanı içinde /evlilik/ yerdeşliği “eş”, “evlenecek”, “evlenmek”, “evli”, “evlilik”, “koca”, “nişanlı”, “nişanlılık” sözcüklerinde tekrarlanmıştır. /Annelik/ yerdeşliği ise aile kavram alanı içinde kullanılmış olan “anne”, “bebek”, “çocuk”, “doğum”, “evlat”, “doğurmak”, “kız”, “oğul” sözcükleri tarafından ortaya çıkarılmıştır. Habertürk’ün “Başbakan Somali yolcusu” başlıklı ve “2 yetmez; devam” ara başlıklı haberinde “... ev ziyaretlerinde bulunan Başbakan, Yüksektepe’ye geçti, 2 bebeği kucağına alıp sevdi. 6 aylık Eylül’ün annesi Düriye Zengin’e ‘Kaçıncı?’ diye soran Erdoğan, ‘İki’ yanıtını alınca: ‘Devam’ dedi” haberinde doğum ve anneliğe yapılan vurgu örneklenmiştir. “Anne” sözcüğü ASPB politikalarında kadının aile içindeki konumu yanında ve “şehit annesi” anlamında, Bakan Fatma Şahin’in şehit cenazelerine katıldığını anlatan haberlerde kullanılmıştır. Sabah’ın “Bakan Şahin, acılı anneye gidiyor” başlıklı ve “Ben şehit ailesiyim ağlamayacağım” başlıklı haberleri /anne/ yerdeşliğinin /şiddet/ 94 yerdeşliği içinde şehit haberlerinde yoğun olarak kullanılan anlamsal vurgusunu ortaya koymaktadır. 3.7.2.3. Kavram Alanı: Şiddet Kaba güç ve zarar verici hareket bildiren anlambirimcikler içeren sözcükler şiddet kavram alanını oluşturmaktadır. Şiddet kavram alanı içinde 370 sözcük kullanılmıştır. Üçüncü en sık kullanılan kavram alanı şiddettir. Sayısal Sözcükler Değer Habertürk 80 Şiddet 27 (18A 4B 2Dn 1Dt 2E), Taciz 11 (11B), Uygulamak 8 (8A) (şiddet uygulayan erkek 2A, şiddet uygulayan kişi 6A), Ölmek 7 (2B 2Dn 1E) (Ölüm 1B 1E), Mağdur 6 (5A 1Dt), Zarar vermek 4 (1A 3Dn), Dayak 3 (1Dt) (Dayakçı 1A 1B), Dövmek 3 (3B), Cenaze 2 (2B), Cinayet 2 (1A 1E), Kıtır kıtır kesmek 2 (2E), Kurban 2 (2B), Şehit 2 (2B), Tecavüz 1 (1A) Hürriyet 30 Şiddet 20 (12A 2Dp 6E), Mağdur 4 (4A), Cenaze 2 (2B), Cinayet 2 (2E), Dayak 1 (1A), Şehit 1 (1B) Posta 24 Şiddet 11 (6A 2Dn 3E) (kadına şiddet 4A 1Dn, çocuğa şiddet 1Dn), Ensest 2 (2Dn), Ölmek 2 (2B), Cenaze 1 (1B), Dayak 1 (1Dn), Dövmek 1 (1Dn), İtip kakmak 1 (1A), Mağdur 1 (1Dn), Maruz kalmak 1 (1E), Mezar 1 (1B), Suç (cinsel) 1 (1Dn), Zarar vermek 1 (1Dn) Sabah 236 Şiddet 63 (34A 9B 1C 15Dp 4E), Şehit 54 (53B 1C), Cenaze 19 (2A 17B), Kurşun 13 (11B) (Kurşun yağdırmak 1B) (kurşunlanmak 1B), Maruz kalmak 10 (3A 2B 5Dp), Ölmek 9 (6B 1E) (öldürmek 1A 1B), Tecavüz 9 (8A 1PY), Cinayet 8 (3A 3B 1C 1E), Dayak 8 (7A 1B), Mezarlık 8 (1A 7B), Taciz 8 (8A), Mağdur 7 (3A 2B 1Dp) (mağduriyet 1E), Dövmek 4 (1A 3B), İstismar 4 (4A), Hayatını kaybetmek 3 (3B), Tehdit 2 (2A), Ensest 1 (1Dp), İtip kakmak 1 (1A), Kurban 1 (1B), Vefat 1 (1E), Gazi 1 (1B), Tokat vurmak 1 (1A), Zarar 1 (1B) Tablo 3.3: Şiddet kavram alanı Gazete Şiddet kavram alanında öncelikle “kurban”, “mağdur”, “maruz kalmak” gibi sözcüklerin kullanımı ile belirtilen /mağduriyet/ yerdeşliği saptanmıştır. Söz konusu sözcükler ağırlıklı olarak kadınlar hakkında kullanıldığı için /kadın/ yerdeşliği ve /mağduriyet/ yerdeşliği söylemin derin yapısında birleşmektedir. Aynı şekilde kadınlar hakkında ve genel olarak “kadın” sözcüğüyle birlikte kullanılmış olan “dayak”, 95 “dayakçı”, “dövmek”, “itip kakmak”, “kıtır kıtır kesmek”, “kurşun yağdırmak”, “kurşunlanmak”, “tokat vurmak”, “zarar vermek” sözcükleri şiddetin kapsamını /fiziksel şiddet/ yerdeşliğine oturtmaktadır. “Taciz”, “tecavüz”, “istismar”, “ensest” gibi sözcüklerin gönderme yaptığı /cinsel şiddet/ yerdeşliği çok az kullanılan, nadir bir yerdeşlik olmuştur ve çocuklara karşı işlenen suçlar bağlamında kullanılmışlardır. “Kıtır kıtır kesmek”, “dayakçı”, “kurşun yağdırmak” gibi ifadeler yüzey yapıda şiddete gönderme yapmaktadır. Ancak günlük konuşma diline ait, argoya varan bu ifadeler derin yapıda sorunların kapsamını daraltmakta, ifade ettiği konuları hafife alan bir söyleme işaret etmektedir. Sabah’ın “Dayak atan eşlere elektronik kelepçe” haberi, Habertürk’ün “Bu dönemin ilk yasası dayakçı erkeğe e-kelepçe olacak” haberi, Hürriyet’in “Dayağa elektronik kelepçe” haberi bu yaklaşımı örneklemektedir. Farklı gazetelerin aynı politika hakkında aynı terimi kullanarak yazdığı bu üç başlığın “kadına şiddet” ya da “erkek şiddeti” terimleri yerine “dayak” sözcüğünü seçmesi, /şiddet/ yerdeşliğinin anlamsal vurgusunun yüzey yapıda günlük konuşma dili ifadeleriyle verdiğini göstermektedir. Habertürk’ün “‘R’ harfini söyleyemeyen sempatik vekil artık bakan” haberinde geçen “Bakan Şahin’in ‘r’ harfini söyleyememesi onun başka bir artısı oldu. Şahin’in, AK Parti’nin kapalı bir grup toplantısında kürsüden söylediği, ‘Sayın Başbakanım siz olmasanız bu eykekley (erkekler) bizi kıtıy kıtıy keseyley’ sözü tüm vekilleri kahkahaya boğdu” ifadesi bu konuyu örneklemektedir. Bakan Fatma Şahin’den yapılan alıntının seçimi ve çerçevelenmesi şiddet konusuna mizahi bir biçimde yaklaşırken derin yapıda şiddeti hafife almakta, aynı zamanda haberin söylemsel özellikleri derin yapıda Bakan’ın makamına getirilmesini “sempatik” olması gibi politika alanı dışında, kişisel bir özelliğinin etkilediği ima edilmiştir. Bu ima derin yapıda ASPB kurumunu ve kurumun başına getirilen Bakan’ın politik alandaki rolünü hafife alan bir göndermedir. Hürriyet’in “Şahin: Şiddet çaresizlik göstergesi” başlıklı haberinde Bakan Fatma Şahin’den yapılan alıntıda geçen “Ailelerin köyden kente geçişinde, geleneksel aile yapısından modern aile yapısına geçişte aile içi iletişimi yönetememeden kaynaklanan şiddet, bir çaresizlik göstergesidir. Şiddete gerek kalmadan insanların kendi içinde 96 iletişimle sorunlarının çözebilecek koruyucu ve önleyici tedbirleri de hayata geçirmek bizim topyekün mücadele alanımızdır” ifadesi şiddetin “modern aile yapısının” bir getirisi olarak “çaresizlik”ten kaynaklandığını öne sürmüştür. /Şiddet/ yerdeşliği, bu haber söyleminde /çatışma/ yerdeşliği ile birlikte kullanılmıştır. “Şiddete gerek kalmak” ifadesi derin yapıda şiddeti normalleştirmekte, açıklamaktadır ve belirli koşullar altında ortaya çıkan bir sonuç olarak normalleştiren, neredeyse doğrulayan bir sözcük seçimidir. Şiddet kavram alanında öne çıkan /ölüm/ yerdeşliği “cenaze”, “cinayet”, “hayatını kaybetmek”, “ölmek”, “ölüm”, “vefat” sözcükleri ile vurgulanmaktadır. Bu yerdeşlik, Bakan Fatma Şahin’in öldürülen kadınların ve şehitlerin ailelerine yaptığı ziyaretleri aktaran haberlerde yoğun olarak ortaya çıkmaktadır (Habertürk’ün “Oy oğlum, kuzum ciğerim…” ve “Bakan Şahin: Başka Güldünya’lar ve Ceylan’lar ölmesin” haberleri gibi). “Şehit” sözcüğünün bu kavram alanında ve bu yerdeşlik içinde en sık tekrarlayan sözcüklerden biri olmasının nedeni budur. Söylem içinde ASPB’nin şiddet hakkındaki görev kapsamı şehit aileleri, kadınlar ve aileler olarak tanımlanmıştır. 3.7.2.4. Kavram Alanı: İnsan Cinsiyet, bedensel özellikler, yaş gibi insan nitelikleri insan kavram alanı içinde çözümlenmiştir. İnsan kavram alanı içinde 282 sözcük saptanmıştır. En sık tekrarlayan dördüncü kavram alanı insan kavram alanıdır. Sayısal Sözcükler Değer Habertürk 68 Kadın 53 (10A 17B 28C 1Dn 4Dt 5E) (kadın milletvekili 9C 1B 1E, kadın bakan 4B 2C 1B, kadın temsili 2C 1E, kadın hakları 1C, kadına şiddet 1A 1B), Erkek 14 (4A 2B 6C 2E), Özürlü 1 (1E) Hürriyet 65 Kadın 52 (10A 2B 8C 17Dn 15E) (Kadın bakan 5C 4Dp, kadının/kadınların bakanlığı 2C 3E, Kadın hakları 1C 2Dn, Kadın hareketi 1C, Kadınların mücadelesi 3E 2A, Türk kadını 1Dn, fuhuş yapan, şiddet gören veya ekonomik güçlüğü olan kadın 3E 2A, kadına yönelik şiddet 1A 1Dp, şiddete uğrayan kadın 1E), Yaşlı 5 (3E 2A), Engelli 3 (1B 1A) (Özürlü 1E), Erkek 3 (2A 1E), Genç 1 (1B), Hasta 1 (1E) Gazete 97 Kadın 10 (5A 5Dn) (kadın hakları 1Dn, Kadına şiddet 5A), Eşcinsel 6 (4Dn) (eşcinsellik 2Dn), LGBT 6 (6Dn), Heteroseksüellik 2 (2Dn), Yaşlı 2 (2E), Erkek 1 (1Dn) Sabah 122 Kadın 98 (39A 29B 20C 10E) (kadın milletvekili 2C 1A, kadın bakan 2C, kadınların bakanlığı 1C, kadına şiddet 1C, kadın cinayeti 1C, kadına şiddet 9A 3B 1Dp), Erkek 11 (2C 6A 2E 1B), Engelli 6 (3C 2A 1B), Hastalık 3 (2A) (hasta 1E), Genç 2 (2A), Ataerkil 1 (1A), Özürlülük 1 (1C) Tablo 3.4: İnsan kavram alanı Posta 27 İnsan kavram alanında en yoğun olarak gönderme yapılan yerdeşlik /kadın/dır. ASPB’nin Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’nın yerine kurulmasının ardından ASPB’nin isminde kadın sözcüğünün olmamasının bakanlığın kadın sorunları ile ilgilenmeyeceği anlamına gelmediği, haberlerin pek çoğunda ve Bakan Fatma Şahin’den yapılan aktarmalar aracılığıyla vurgulanmıştır. Sabah’ın “Erdoğan’dan ilk talimat: Çok çalışın” başlıklı haberinde (“Şahin, isimleri Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olsa bile kadınların bakanlığı olacaklarını söyledi”), Hürriyet’in “Baklavalı devir teslim” başlıklı haberinde (“Şahin törende ‘Bu bakanlık kadınların bakanlığı olacaktır. Hak aramada kadınların birebir mücadelesini ekip arkadaşlarımla takip edeceğime söz veriyorum’ diye konuştu”) örneklendiği üzere ASPB’nin kurumsal söyleminin, ASPB hakkındaki haberlerin söyleminin (Posta’nın “Kadına şiddete 'panik butonu'”, Hürriyet’in “Fuhuş Mağduruna Sığınmaevi”) kadınlara yönelmesi söz konusudur. Söylemin derin yapısında /kadın/ yerdeşliği yoğun olarak /aile/ ve /şiddet/ yerdeşlikleri ile ilişkilendirilmiştir. Hürriyet’in “Dayağa elektronik kelepçe” başlıklı haberinde “Şahin, eşine şiddet uygulayan ve evden uzaklaştırma cezası alan erkeğin elektronik kelepçe ile takip edileceğini söyledi. ‘Kadının yalnızca ‘sorunmuş’ veya ‘cinayetmiş’ gibi algılanmasını doğru bulmuyorum. Çok güçlü kadınlar var ve bu kadınların yukarıya çıkacağı, görünür olacağı iyi rol modellerini, bütüncül bir bakış açısını, vizyonunu ve eylem planını ortaya koymamız lazım. Bunu da birlikte başaracağız’ dedi” ifadesinin örneklediği üzere anlamın yüzey yapısında kadının yalnızca şiddet bağlamında değerlendirilmeyeceği ifade edilmektedir. Ancak haber “Kadını, canı koruyacak şekilde bütün gücümüzü seferber edeceğiz” ifadesi ile devam etmektedir. Yüzey yapıda kadının güçlendirilmesi ve sosyoekonomik olarak desteklenmesinden 98 söz edilmektedir ancak kadının kamusal alandaki yeri, sosyoekonomik konumu hakkında derin yapıda anlamsal bir vurgu yapılmamıştır. Söylemin yüzey yapısında (“Baklavalı devir teslim” haberinde aktarıldığı üzere) politik özne olarak ve toplumdaki yeri açısından “kadın” sözcüğü ve kadın hakkında bir kavram bildiren sözcükler yoğun olarak tekrarlanmıştır. Ancak bu sözcüklerin kullanımı söylemin derin yapısında /aile/ yerdeşliği ile bağdaştırılmıştır. “Kadınların mücadelesi” ifadesi yüzey yapıda kadının insan haklarına, kadının sosyoekonomik özgürleşmesine, eğitimine gönderme yaparken, derin yapıda aile içi şiddete karşı bir mücadele olarak sınırlandırılmıştır. Örneğin Hürriyet’in Meclis’te kadınların yalnızca etek değil, pantolon da giyebilmesi amacıyla içtüzüğün değiştirilmesi tasarısını aktaran “Pantolon Meclis’te” haberinde, kadınların etek giyme zorunluluğunun kalkması eşitlik vurgusu ile değil, protez bacağı olan Şafak Pavey’in o dönemde milletvekili olarak Meclis’e girmesi ile ilişkilendirilerek aktarılmıştır. Bu düzenleme kadınlar adına önemli bir gelişme olarak değil, Milletvekili Şafak Pavey için yapılan özel bir düzenleme olarak konumlandırılmıştır (... Meclis’te pantolon giymesi ile ilgili sorusunu da yanıtlayan Şahin, şunları söyledi: “‘Başbakan’ın talimatı ile biz komisyon olarak çalışmayı bitirdik. Pantolonlu olan kısım doğrudur. ... O şekilde milletvekilimizin devam etmesi hiç birimizin içine sinmez’”). İncelenen haberlerde yüzey yapıda kullanılmış olan “kadınların mücadelesi”, derin yapıda /aile/ yerdeşliğine gönderme yapmaktadır. Sabah’ın “Şahin'in kadına şiddet hassasiyeti” başlıklı haberinde “AİLE ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin son iki yılda kadın cinayetlerinde meydana gelen artışı gündemine aldı. ‘En acil konumuz aile içi şiddetle mücadele’ dedi” ifadesinde başlıkta “kadına şiddet” sözcükleri kullanılmıştır, alıntı içinde ise “aile içi şiddet” sözcükleri geçmektedir. Böylece kadına şiddet ve aile içi şiddet eşanlamlı olarak konumlandırılmıştır. Habertürk’ün “Bakan Şahin: Başka Güldünya’lar ve Ceylan’lar ölmesin” haberinde geçen “Bakan Şahin, ziyaretin ardından basın mensuplarının sorusu üzerine yaptığı açıklamada, olayın ardından 4 ailenin dağılmış olduğunu belirterek, ‘Başka Ceylan’lar ve Güldünya’lar ölmesin, kızlarımız bu şekilde acı çekmesin istiyoruz. Kazananı 99 olmayan bir zihniyet bu’ dedi” ifadesi bu bağlantıyı en açıkça örnekleyen ifadelerdendir. Yüzey yapıda ortaya çıkan “kadınların mücadelesi” derin yapıda “kadına şiddet ile mücadele”ye denk gelmekte, “kadına şiddet ile mücadele” ise “ailenin dağılması”na karşı bir çaba olarak değerlendirilmektedir. Kadın söylemin derin yapısında şiddetin odağı, özel olarak aile içi şiddetin odağı olarak kurgulanmıştır. Yüzey yapıda beliren kadının korunması konusu, derin yapıda “anne” ya da “eş”in korunmasına dönüşmektedir; yüzey yapıda vurgulanan “kadın”, derin yapıda “anne” ya da “eş” olarak betimlenmiştir. /Cinsel yönelim/ yerdeşliğine yalnızca bir haber içinde gönderme yapılmıştır, o haber ise ASPB’nin kuruluşu hakkında görüş bildiren feministler, aktivistler ve akademisyenlerden alınan görüşleri aktaran bir haberdir. /Cinsel yönelim/ yerdeşliğinin eleştiri aktaran bir haber dışında anlamsal olarak vurgulanmaması, heteroseksüelliğin bir anlambirimcik olarak kadın sözcüğünün bir parçası olduğu varsayımına işaret etmektedir. 3.7.2.5. Kavram Alanı: Hukuk Hukuksal düzenlemeler ve yasalara gönderme yapan anlambirimcikler içeren 209 sözcük hukuk kavram alanına gönderme yapmaktadır. Sayısal Sözcükler Değer Habertürk 51 Polis 9 (6B 2Dn 1Dt), Yasa 9 (4A 1E) (Yasal 1A 1B 2E), Karar 6 (5A 1B), Mahkeme 6 (4B 2E) (Aile mahkemesi 2E), Yetki 4 (1A 3E), Kanun 3 (2A, 1B), Ceza 2 (2A), Duruşma 2 (2A), Hak 2 (1C 1Dp) (kadın hakları 1C), Mevzuat 2 (2A), Cezaevi 1 (1B), Hapis 1 (1A), Suç 1 (1A), Tasarı 1 (1A), Taslak 1 (1A), Yasakçı 1 (1E) Hürriyet 49 Yasa 12 (1Dn 5E) (Yasal 6 1A 5E), Polis 11 (9A 2E), Hak 10 (2A 1C 4Dn 3E) (İnsan hakları 2Dn, Kadın hakları 1C 2Dn), Ceza 3 (2A, 1E), Eşitlik 3 (3D) (cinsiyet eşitliği 2Dn, fırsat eşitliği 1Dt), Kural 3 (3E), Mahkeme 2 (2E), Haksızlık 2 (1A 1E), Yetki 2 (2E), Taslak 1 (1Dn) Posta 19 Hak 12 (1A 11Dn) (insan hakları 8Dn, kadın hakları 1Dn, LGBT hakları 1Dn), Karar 3 (3Dn), Hukuki 2 (1A 1Dn), Kararname 1 (1C), Yetki 1 (1C) Gazete 100 Sabah 90 Karar 15 (8A 1B 1C 2E) (kararname 3C), Ceza 13 (12A) (cezaevi 1A), Taslak 9 (9A), Hapis 8 (7A), (hapishane 1A), Kanun 6 (3A 3E), Yasal 6 (3A 3E), Hak 5 (2A 3E) (yaşam hakkı 2E, insan hakları 1E), Mahkeme 5 (2A 1C 2E) (aile mahkemesi 1C 2E), Tasarı 5 (5A), Yasa 4 (3A 1E), Yetki 4 (2C 2E), Hukuki 2 (2A), Polis 2 (2A), Suç 2 (2A), Yasak 2 (2A), Kural 1 (1A), Yasama 1 (1A) Tablo 3.5: Hukuk kavram alanı İncelenen söylem içinde /ceza/ yerdeşliği hukuk kavram alanında en sık vurgulanan yerdeşliktir. “Ceza”, “cezaevi”, “duruşma”, “hapis”, “hapishane”, “mahkeme”, “suç”, “yasak” gibi sözcükler sık kullanılarak aile içi şiddete karşı önlemler olarak vurgulanmışlardır. Bu yerdeşliğin /hak/ ya da /eşitlik/ yerdeşliklerinden daha yoğun olarak vurgulanması, ASPB’nin politikalarının cezalandırma ve yaptırıma yönelik olduğunu aktarmaktadır. /Hak/ yerdeşliğine gönderme yapan terimlerden “yaşam hakkı” Bakan Fatma Şahin tarafından, “kadın hakları”, “insan hakları”, “LGBT hakları” ifadeleri ise genellikle ASPB hakkında görüş ve eleştiri bildiren haberler içinde kullanılmıştır. Sabah’ın “Şiddet gören kadına 'panik butonu'” ve “Şahin il ziyaretlerine Hakkâri'den başladı” başlıklı haberlerinde Bakan Fatma Şahin’den yapılmış olan alıntılar (“Devlet olarak kadının önce yaşam hakkını korumaya çalışıyoruz", “Kovuşturma boyutunda, öncelikle kadının yaşam hakkını koruyacak tedbirleri almaya devam edeceğiz”) “yaşam hakkı”na odaklanarak, /ceza/ yerdeşliğinde olduğu gibi /hak/ yerdeşliği ile birlikte /şiddet/ yerdeşliğine gönderme yapan sözcüklerin kullanıldığını göstermektedir. 3.7.2.6. Kavram Alanı: Sosyal Politika Sosyal politikanın kapsamına giren sosyal kamu hizmetleri bağlamında sosyal politika kavram alanına gönderme yapan sözcükler 183 kez kullanılmıştır. Sayısal Sözcükler Değer Habertürk 29 Destek 9 (4A 2B 3E) (sosyal destek 2A 1E, ekonomik destek 2A 2E), Yardım 7 (2A 5B) (maddi yardım 7), Eğitim 5 (3C, 2E), İhtiyaç 4 (1A 1B 2E), Sığınma evi 3 (3A), Sosyal devlet 1 (1E) Gazete 101 Hürriyet Sığınma evi 19 (7A 12E), Yardım 4 (3A 1E), Huzurevi 3 (2A 1E), Üniversite 3 (1A 2E), Nüfus 2 (2E), Yuva 2 (1A, 1Dp) (çocuk) (kreş 1E), Bakımevi 2 (1A 1E), Dershane 1 (1E), Meslek kursu 1 (1E), Yurt 1 (1E) Posta 5 Eğitim 4 (4A), Sosyal politika 1 (1E) Sabah 111 Yardım 23 (7A 3B 13C) (sosyal yardım 12C, yardım eli uzatmak 1A), Eğitim 13 (4A 1B 1C 7E), Sığınma evi 12 (12A), Yoksulluk 10 (4C), (yoksul 1A 5C), Gelir 9 (3A 6C), Danışman 6 (sosyal danışman 1, aile danışmanı 1) (danışmanlık 1C), İhtiyaç 5 (1A 2B 2E), Nüfus 5 (2A 3C), Huzurevi 4 (4A), Okul 4 (4E), Yurt 4 (4A), Mesleki eğitim 3 (1C 2E), Tedavi 3 (3A), Terapi 3 (3A) (aile terapisi 1A, evlilik terapisi 1A), Üniversite 3 (1A 2E), Bakım evi 2 (2E), Sosyal Politika 2 (2C) Tablo 3.6: Sosyal politika kavram alanı 38 Sosyal politika kavram alanında /yardım/, /destek/, /eğitim/ ve /tedavi/ yerdeşlikleri saptanmıştır. /Yardım/ yerdeşliği /aile/ yerdeşliği ile aynı çerçevede kullanılmıştır. ASPB’nin yaptığı yardımlar, derin yapıda ailelere yapılan yardım anlamına gelecek biçimde haberleştirilmiştir. “Danışman”, “sosyal danışman”, “aile danışmanı”, “destek”, “sosyal destek”, “ekonomik destek” /destek/ yerdeşliğine, “yardım”, “maddi yardım”, “bakım evi”, “huzurevi”, “ihtiyaç”, “sığınma evi” /yardım/ yerdeşliğine gönderme yapmaktadır. “Sığınma evi” /şiddet/ yerdeşliği ile bağlantılı olarak kullanılmış, öteki sözcükler ailelere yapılacak olan ekonomik ve sosyal yardım bağlamında kullanılmıştır. Benzer biçimde “tedavi”, “terapi”, “aile terapisi”, “evlilik terapisi” gibi /tedavi/ yerdeşliğine gönderme yapan sözcüklerin tamamı /aile/ yerdeşliğine de gönderme yapmış, aile bağlamında kullanılmıştır. /Eğitim/ yerdeşliğine gönderme yapan “dershane”, “eğitim”, “meslek kursu”, “üniversite”, “yurt”, “yuva” sözcükleri çoğunlukla Bakan Fatma Şahin’den yapılan doğrudan aktarmalarda geçmiş, ASPB’nin politikalarını aktaran haberlerde yer almamıştır. 3.7.2.7. Kavram Alanı: Çatışma Şiddet kavram alanına gönderme yapmadan çatışma, sorun anlamı taşıyan sözcükler çatışma kavram alanı içinde değerlendirilmiştir. 122 sözcük doğrudan şiddet ile ilgili olmadan, toplumsal ve politik bağlamda çatışma belirtmektedir. 102 Sayısal Sözcükler Değer Habertürk 20 Sorun 7 (4B 3E), Mücadele 5 (1Dn 4E) (topyekûn mücadele 1E), Çare 3 (1B) (Çaresiz 1B) (Çaresizlik 1E), Mesele 3 (1Dn 2E) (Kadın meselesi 1E), Sıkıntı 1 (1E), Tehlikeli 1 (1B) Hürriyet 21 Ayrım yapmak 5 (3A 1E) (Ayrımcılık 1A), Güçlük 5 (2A 3E), Mücadele 5 (1C 4E) (kadınların mücadelesi 3E 1C), Sorun 4 (4E), Müdahale 1 (1A), Risk 1 (1A) Posta 27 Mücadele 6 (6E) (topyekün mücadele 1E, topyekün ve toplumsal mücadele 1E), Mesele 5 (2Dn 3E), Sorun 5 (2A 1Dn) (sorunlu 2A), Tartışmak 4 (1Dn 1A) (tartışma 2A), Terapi 3 (3A) (aile terapisi 1A, evlilik terapisi 1A), Problem 2 (1A) (problemli 1Dn), Sıkıntı 1 (1A), Tehdit 1 (1Dn) Sabah 54 Sorun 13 (3B 1C 4E) (sorunlu 5A), Saldırmak 12 (1B) (saldırı 11B), Mücadele 7 (4A 2C 1E) (2 yoksullukla mücadele 2C, şiddetle mücadele 1E 2A, topyekûn mücadele 2A), Riskli 6 (1A) (riskli aile 5A), Tartışmak 6 (2A) (Tartışma 4A), Tehlike 4 (3A 1B), Mesele 2 (2C), Müdahale 2 (1A 1B), Problem 1 (1A), Sıkıntı 1 (1A) Tablo 3.7: Çatışma kavram alanı Gazete /Güvenlik/ yerdeşliği “çare”, “güçlük”, “mesele”, “mücadele”, “müdahale”, “problem”, “risk”, “riskli”, “sıkıntı”, “sorun”, “sorunlu” sözcüklerinin tekrarlanan kullanımlarında saptanmıştır. Bu yerdeşlik yüzey yapıda ASPB’nin güvenlik hakkındaki çalışmalarını, derin yapıda ASPB’nin politik yetki alanını aktarmaktadır. Haber söylemi bu sözcükleri kullanırken yalnızca var olan “sorun”u göstermemekte, anlamsal olarak “sorun”un ne olduğunu belirterek tanımını yapmaktadır, “mücadele” sözcüğünü kullanırken “mücadele”nin alanını belirlemektedir. Haberürk’ün “Şiddetin kaynağı iletişimsizlik” başlıklı haberinde geçen “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, aile içi şiddetin iletişim eksikliğinden kaynaklandığını belirterek, ‘Şiddete karşı tedbirleri hayata geçirmek bizim topyekûn mücadele alanımızdır’ dedi” ifadesi, söz konusu “mücadele alanı”nı “aile içi şiddet” olarak tanımlamaktadır. Posta’nın “‘Mutlu aile' formülü” haberinde “Bakanlığın atadığı bin 50 danışman, sorunlu aileler ve evlenecek çiftlerle birebir yüz yüze görüşmeler yapacak” yazılmıştır. Bu uygulama için hazırlanan “Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü'nce hazırlanan eğitim kitapları”ndan aktarma yapılmıştır: “10 dakika sohbet edin. 103 Televizyonu kapatın. Eşiniz de bir çiçek gibidir; ilk günkü gibi hoş kokulu kalmasını istiyorsanız ona özen gösterin. Evliliğinizi sürsün istiyorsanız, eski defterleri açmayın. Eşinizin kişiliğine değil, sadece probleme odaklanın. Sürekli şikayet etmeyin”. Bu alıntıda görüldüğü üzere, yüzey yapıda kullanılan “risk” sözcüğü, derin yapıda “boşanma riski” olarak konumlandırılmıştır. Haberde kullanılan öteki alıntılarda yoksulluk ve şiddet risk faktörleri olarak vurgulanmıştır. Sabah’ın “Kadına şiddete doktor şefkati” haberinde geçen “Kadına şiddete şefkat eli, doktorlardan uzanacak. Sağlık Bakanı Recep Akdağ, hükümetin kadına şiddeti de kapsayan Aile Sosyal Destek Projesi'ni (ASDEK) ilk kez SABAH'a açıkladı. Akdağ, aile hekimleri vasıtasıyla Türkiye'deki riskli aileleri tek tek belirleyeceklerini ve sosyal desteği sistematik hâle getireceklerini belirterek, ‘Sadece para yardımı değil. Dayak yiyen kadın, alkolik, uyuşturucu, kumar bağımlısı kocanın olduğu aile, riskli aile sayılacak. Kalacak yeri yoksa TOKİ ev sağlayacak, gıda yardımı yapılacak, dayak atan kocanın tedavisi yapılacak’ dedi” ifadesi ise “risk” ve “sorun”u aile içi şiddet, alkol, uyuşturucu ya da kumar bağımlılığı ve yoksulluk olarak tanımlamıştır. Kullanılan “müdahale”, “problem” gibi sözcükler söylemin derin yapısında /şiddet/ yerdeşliğine işaret etmektedir. Doğrudan şiddeti tanımlamayan sözcüklerden oluşan çatışma kavram alanında kullanılan sözcüklerin çoğunda şiddet kavram alanına doğrudan gönderme yapan anlambirimcikler öncelikli olarak vurgulanmamasına rağmen /şiddet/ yerdeşliği söylemin derin yapısında her kavram alanında olduğu gibi vurgulanmıştır. 104 SONUÇ VE ÖNERİLER Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı hakkında yapılan haberler, iktidar ve medya söylemlerinin ilişkisini aktarmaktadır. Bulgular medya söylemlerinin biyopolitik olayları aktarırken biyoiktidar anlayışına yakın bir söylem kullandığını ortaya koymaktadır. Medya söylemleri kadının politik özne olarak bedeni ve yaşamına yönelik bilgiler aktarırken çeşitli yöntemlere başvurmaktadır. Öncelikle, iktidar-beden ekseninde medya söylemlerinin iktidarı doğrulayıcı söylemler kullandığı saptanmıştır. Tezde incelenen medya söylemleri kadın ve ASPB arasında ilişki kurmakta ve ASPB’nin yetki alanını kadınlar olarak belirlemektedir. Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’nın kapatılması ile “kadın” sözcüğünün kurumun isminden çıkarılması yalnızca ASPB hakkında olumsuz görüş bildiren haberlerde vurgulanmıştır. Buna karşın ASPB’nin kadınlar ile ilgileneceği tüm haber kategorilerinde belirtilmiştir. ASPB’nin yetkileri yasal metinlere göre çocuk, yaşlı, gazi ve şehitleri kapsamaktadır, ancak medya söylemleri neredeyse yalnızca kadınlar üzerindeki iktidarı doğrulamaya odaklanmıştır. Doğrulamanın ilk aşaması, ASPB’nin kuruluşu hakkında yazılan haberlerde görülmektedir. ASPB’nin kurulacağı, kurulduğu, ASP Bakanı’nın atanması gibi gelişmeleri aktaran haberler edimlere, hareketlere, hizmetlere odaklanmıştır. Yeni bir bakanlığın kurulduğunu aktaran metinler, rutin haberleri aktaran metinlere benzer söylemsel özellikler göstermektedir. Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’nın neden kapatıldığı, ASPB’nin neden kurulduğu, bu iki bakanlık arasındaki farkların neler olacağı, yeni bakanlığın yetkilerinin neler olacağı, nasıl bir yapılanmaya sahip olacağı neredeyse hiç aktarılmamıştır. Kuruluşu hakkında bu bilgilerin verilmemesi, kuruluşuna karşı sorgulayıcı bir yaklaşımı engellemektedir ve okurun bu değişikliği doğrudan kabul etmesi, normal ve doğru bulması amaçlanmıştır. ASPB’nin kurulacağını aktaran ilk haberler dahi kurumun kuruluşuna değil, etkin ve verimli olacağına, hizmetlerinin getireceği katkılara odaklanmıştır. Bulgulardan yola çıkarak medya söylemlerinin ASPB’nin politik öznelerini kadınlar olarak, yetki alanını kadın bedeni olarak konumlandırdığı sonucuna varılmaktadır. Samimiyet, güvenlik ve koruma kavramları üzerindeki vurgu, bakanlık ve kadın 105 arasında duygusal bir bağ kurmuş, bir güven ilişkisi olduğunu belirtmiştir. İncelenen söylem kadını toplumsal şiddetin nesnesi, ASPB’yi ise kadını şiddetten koruyucu niteliği olan bir kurum olarak konumlandırmıştır. Medya söylemleri yaşam ve beden hakkındaki ASPB politikalarının yaşatma politikası özelliği gösterdiğini ortaya koymuştur. Şiddet vurgusunun bulgularda incelenen her kavram alanında yapılmış olması, ASPB ve medya söylemleri tarafından kadının yaşatılmasına, şiddetten korunmasına öncelik verildiğini göstermektedir. Anne, evli ya da bir erkekle ilişkisi olan kadın vurgusunun söylem içindeki baskın konumu incelendiğinde, Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’ndan ASPB’ye geçiş sırasında politik alanda söylemsel olarak kadının aile içindeki konumunun öne çıktığı, aynı anlamın medya söylemlerine yansıdığı gözlemlenmektedir. Söylem içinde kadınlar üzerinde kurulan iktidarın biçimi, yaşatma politikaları olarak ortaya çıkmıştır. Ancak yaşatılacağı vurgulanan kadın, aile çerçevesinde ele alınmıştır. Bulgularda pek çok örnekte “kadın mücadelesi”nin “kadının şiddetten korunması” anlamında kullanıldığı, “kadınların şiddetten korunması”nın ise “aile içi şiddet” bağlamında kullanıldığı saptanmıştır. Yaşayacak kadının aile içinde, özel alan içindeki kadın olarak kurgulandığı bu ifade biçimleri, yaşatılacak olan kadın öznenin nasıl yaşaması gerektiği hakkında iletilere sahiptir. Bulgularda da incelendiği üzere ASPB’nin görevleri ve yetkileri hakkında haber yapılmamış, medya söylemleri bu görevleri ve yetkileri haber ve sözcük seçimleri aracılığıyla tanımlamıştır. ASPB’nin kadınlardan, ailelerden, şehit ailelerinden ve yoksullardan sorumlu olduğu aktarılmıştır. Ancak en yoğun vurgu şiddet kavramı üzerindedir ve kadına yöneliktir. ASPB’nin söylemce kadınlar özelinde önemli olduğu vurgulanan yetkileri, söylemin yüzey yapısında kadının güçlendirilmesi, sosyoekonomik olarak desteklenmesi, şiddete karşı korunmasıdır. Ancak politikaların güçlendirme ve sosyoekonomik destek boyutları hakkındaki ifadeler yine şiddet, özellikle de aile içi şiddet kavramlarına bağlanan biçimlerde kullanılmıştır. Kadına şiddete karşı çabaların ailelerin dağılmasına karşı çabalar olduğu, kadına şiddetin aile içi şiddet ile aynı anlama geldiği, bulgularda saptandığı üzere tekrar tekrar ifade edilmiştir. 106 ASPB’nin kurulduğu 2011 yılında kadın sözcüğünün bakanlık isminden çıkarılmasına, Türkiye’de cinsiyet eşitsizliğinin boyutları açısından, kadının politik temsiline zarar vereceği kaygısıyla tepki gösterilmiştir. Ancak biyopolitika ve biyoiktidar açısından bu eleştiriler önem taşımamaktadır çünkü Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı da ASPB gibi doğrudan kadın bedenini ve yaşamını politik olarak düzenleyen bir kurumdur. Ancak bu eleştirilerde vurgulanan, kadının öncelikli olarak aile içindeki konumu ile değerlendirileceği, cinsel yönelim ve cinsel kimlikler için zarar verici bir eğilimin ortaya çıkacağı öngörüsü medya söylemlerinde kadının aile içinde konumlandırılmasında karşılık bulmuştur. Medya söylemlerinin her alanda şiddeti vurguladığı bulgulara göre açıktır. Ancak şiddet kavramı etrafında oluşturduğu anlamlarda, şiddetin aile içi şiddetle ilişkilendirilmesinde olduğu gibi, konuların toplumsal yönüne öncelik vermeyen bir yaklaşım gözlemlenmektedir. Kadına şiddetin yoğun olarak aile içi şiddet anlamında kullanılması hem kadını hem şiddeti özel alanda konumlandırarak şiddetin toplumsal bir sorun olduğunu aktarmamaktadır. Bulgularda “kıtır kıtır kesmek”, “dayakçı”, “kurşun yağdırmak” gibi ifadeler üzerinden saptanan argoya varan günlük konuşma dili kullanımları kadın sorunlarının ve şiddetin kapsamını daraltmakta, haberleştirilen konuları neredeyse hafife alan bir yaklaşım göstermektedir. ASPB’nin politikaları hakkındaki haberler ve şiddet haberlerinin önemli bir kısmının “yaşam” haber kategorisinde yer alması bu yaklaşımı desteklemektedir. Bakan Fatma Şahin’den “Kadın Bakan” olarak bahseden iki haber ve Bakan’ın “sempatik” olduğunu ve bunun makama getirilmesinde önemli olduğunu ima eden haber de bu açıdan önemli örneklerdir. Üçü de Habertürk’te geçen bu örneklerde kullanılan ifadeler hem kadınlara hem de ASPB’ye ve Bakan Fatma Şahin’e yönelik sınırlayıcı bir yaklaşım olduğunu örneklemektedir. Aşağıdaki örnek görsel, Hürriyet’in 4 Ağustos 2011 tarihli sayısının birinci sayfasından alınmıştır ve medyanın bulgularda incelenen kadın yaklaşımını özetleyen bir niteliktedir. “Fuhuş Mağduruna Sığınmaevi” başlığı, seks işçiliğine zorlandığı için mağdur olan kadınlara sığınma evi açılacağını ima etmektedir. Ancak haber metni 107 okunduğunda, aslında yeniliğin “sığınmaevlerine kabulde, fuhuş yapan, şiddet gören veya ekonomik güçlüğü olan kadın ayrımı” yapılmayacağı olduğu anlaşılmaktadır. Şekil 1 (Hürriyet, 2011) Öncelikle, bu cümleden yalnızca “fuhuş” sözcüğünün seçilerek başlığa taşınması, dikkat çekmek amacıyla cinselliğe odaklanarak mezenformasyon yapıldığı anlamına gelmektedir. “Mağdur” sözcüğünün seçimi ise kadını şiddet nesnesi olarak yansıtan habercilik geleneğini sürdürmektedir. Sığınma evlerine yapılacak olan düzenlemeyi 108 aktaran haberde, yapılan düzenleme yerine düzenlemeden yararlanacak olan kadının mağduriyet durumu vurgulanmıştır. Bu haberin hemen altında bulunan “1 kurşun nişanlıya 1 kurşun kendine” başlıklı haberde, kadının şiddet nesnesi konumu sürdürülmüş, “Ayrılık dehşeti” ifadesi ile şiddete gerekçe sunularak şiddet neredeyse doğrulanmıştır. Yanında bulunan köpek saldırısına uğrayan bir çocuk hakkındaki “Nazlıcan 10 bıçak darbesiyle kurtuldu” haberinde, mağduriyet söylemi sürmüştür. Kadın ve çocuk, şiddetin nesnesi ve dehşet öykülerinin öğesi olarak kullanılmıştır. Bakan Şahin’in “Fatma Şahin Hakkâri’de girdiği bir kuyumcuda altın gerdanlık takıp fiyatını sordu” açıklamasıyla verilen fotoğrafı sığınma evlerinin düzenlenmesi hakkındaki haberde, arada anlamsal bir bağlantı olmadan haber fotoğrafı olarak kullanılmıştır. Bu haber kümesinin ortasında ise “Normal doğumu teşvik için kampanya” başlığı, büyük harf kullanımı ve kırmızı arka plan rengi seçimi ile telaş verici bir ton yaratan “SEZARYEN YÜZE 40’A ÇIKTI” üst başlığı ile verilen Sağlık Bakanlığı kampanyası hakkında bir haber vardır. Medya söylemleri bir yandan kadınları şiddet nesnesi olarak temsil etmekte, onları kasıtlı olarak yanlış bilgilendirmekte, Bakan dahi olsalar haber fotoğraflarında renk olarak, henüz çocuk dahi olsalar dehşet öykülerinde korkutucu bir ton için süs olarak görüntülerini kullanmaktadır. Aynı zamanda kadınların nasıl doğurmaları gerektiği gibi beden ve yaşama yönelik süreçler hakkında belirli normlar dikte eden biyopolitik uygulamaları aktarmakta, bu uygulamaları çeşitli söylemsel yöntemler aracılığıyla doğrulamaktadır. ASPB’nin politikaları yaşatma politikaları olarak nitelendirilebilmektedir. Çocukların, yoksulların, yaşlıların, ama söylemde yoğun olarak vurgulandığı üzere kadınların, özellikle de anne ve eş olan kadınların yaşamlarını sürdürmeye yönelik politikalar üretilmektedir. ASPB’nin tek başına biyoiktidar kuran bir kurum olduğunu ya da medyanın bağımsız hareket ederek biyopolitik söylem ürettiğini önermek hatalı ve eksik olacaktır. Ancak ASPB’nin kadın bağlamında yaşatma hakkını uygulayan bir biyoiktidar odağı olduğu saptanmıştır. Yaşatılan kadının nasıl yaşayacağını belirtmek ve bedenini düzenlemek ise öteki iktidar odakları ile paylaştığı bir görevdir. 109 Biyoiktidarın üretici olma özelliklerini taşıyan ASPB, kadına şiddete karşı önlemler getirirken, aslında aile içi şiddete odaklanarak kadını aile içindeki konumuyla ve toplumsal alandaki ikincilliğiyle politik özne kabul etmektedir. ASPB’nin anne ve eş olarak koruduğu kadının kaç çocuk doğuracağını Başbakanlık, nasıl doğuracağını Sağlık Bakanlığı, ne tüketeceğini sermaye düzenlemektedir. Medya ise kadının tüm bunları içselleştirmesini amaçlayarak bu iktidar dengesini sürdürmeye yönelik söylemler üretmektedir. Bu kurumlar, söylemler ve süreçler sonucunda kadın şiddetin ya da cinselliğin nesnesi olarak, anne ya da eş rolü yaşamının temel öğesi olarak kurgulandığı ve yaşam alanı özel alan olarak çizildiği için kadın bedeni, yaşamın her alanında baskılanmaktadır. Kadınların yaşamını desteklemek ve kadın sorunlarında bir ilerleme kaydetmek için tez öncelikle yaşam biçimi ve değer odaklı yaşatma politikalarının sınırlandırılması gerektiğini ve medyanın kadın yaşamını yönetmeyen tarafsız söylemler kullanması gerektiğini öne sürmektedir. Kadının yaşamını gerçekten desteklemek için, iktidar odakları tüm yaşam biçimlerini desteklemelidir. Bu nedenle kadına yönelik politikaların yalnızca aileye ve şiddete yönelik olması yetersizdir. Aileyi destekleyen ahlaki ve ekonomik değerler odaklı dil, evrensel insan hakları ve eşitlik değerleri odaklı bir dil ile değiştirilmelidir. Bunun gerçekleştirilmesi için genel politika kapsamında haklar kişinin cinsiyet kimliğinden, cinsel yöneliminden, medeni hâlinden, sosyoekonomik durumundan, engellilik durumundan, yaşından ve yaşam biçiminden bağımsız olarak savunulmalıdır. Her kadının yaşam hakkının savunulması, kadınlar arasında sınıflandırma yapılmaması, kadınların sosyoekonomik anlamda desteklenmesi ve özgürleşmesi amaçlanmalıdır. Bu amaca ulaşmak için tez politik kurumlar ve medya kuruluşlarına yönelik aşağıdaki önerileri örnek olarak sunmaktadır: - Kadına şiddete karşı yürütülen politikalar kadını özel alan ile sınırlandırmayan bir kapsamda tasarlanmalı ve her kadını kapsayacak biçimde uygulanmalıdır. Kadının kamusal alandaki güvenliğini sağlayacak, kamusal alanda gerçekleşen şiddet olayları da politikaların gündeminde olmalıdır. Yürürlükte olan yasalar herhangi bir ayrımcılık yapılmadan her vatandaş için eşit olarak 110 uygulanmalıdır. ASPB’nin kadına karşı işlenen suçlarda “tahrik” gerekçesine dayandırılarak verilen iyi hâl indirimlerinin kaldırılmasını ve şiddet henüz ölüm ile sonlanmadan koruma olanakları sunabilecek yasal süreçlerin işleyebilmesi için kadının beyanının esas alınması ilkesini desteklemesi kadının yaşama hakkını güvenceye alacak adımlara örneklerdir. - ASPB, T.C. Ekonomi Bakanlığı ve ilgili diğer resmî kurumların iş birliğiyle ekonomik güçlendirme kampanyaları yürütülmelidir. Fırsat eşitliği ve ücret eşitliğinin sağlanması için özel sektörlerde cinsiyet ayrımına karşı caydırıcı yaptırımlar ve cinsiyet ve cinsiyet kimliği eşitliği için teşvik programları fırsat ve ücret eşitliğinin sağlanmasını destekleyecek düzenlemelerdir. - Kadın, LGBTI, engelli ve çocukların insan hakları için çalışan sivil toplum kuruluşları ile ortak çalışmalar yapılmalı, bu kuruluşlar desteklenmeli, bu kuruluşların resmî kurumlar ve medya kuruluşlarına düzenli olarak eğitimler vereceği programlar düzenlenmelidir. Medya kuruluşlarına cinsiyet, cinsiyet kimliği, cinsel yönelim, din, ırk, etnik kimlik konularında duyarlılık eğitimleri verilerek nefret söylemi ve şiddeti doğrulayan dilin yaygınlığının azaltılması için ilgili STK’ler ve ilgili konularda çalışan araştırmacıların desteğiyle düzenli eğitimler verilmelidir. - LGBTI hakları gündeme alınmalı, kişi olarak tüm haklarını kullanabilmeleri sağlanmalıdır. Onlara karşı uygulanan şiddet suçlarının cezalandırılma süreçleri kontrol edilmelidir. Eşcinsel evliliğin yasallaştırılması, transların kimlik değiştirme süreçlerindeki yasal zorlukların kaldırılması, psikolojik ve maddi yardım programları yürütecek ekipler kurulması gibi uygulamalar kişilerin cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim sınıflandırmaları yüzünden haklarını kullanmalarının engellenmesini ve ayrımcılığı durduracak çabalara örneklerdir. - ASPB, T.C. Millî Eğitim Bakanlığı ve ilgili diğer resmî kurumların iş birliğiyle eğitim ve öğretimin her derecesinin müfredatlarındaki ders içerikleri ortaklaşa kurulacak, toplumsal cinsiyet araştırmaları konusunda çalışan uzmanlar, akademisyenler, sivil toplum kuruluşu çalışanları ve bakanlık görevlilerinden oluşacak bir komisyon tarafından incelenerek içlerinden ayrımcı söylemler içeren ifadeler kaldırılmalı, eşitlikçi bir dil kullanılması sağlanmalıdır. 111 Eğitimcilere yönelik toplumsal cinsiyet eğitimleri düzenlenmeli, öğrencilere eşitlik ve evrensel insan hakları konulu eğitimler verilmelidir. - Kadının politik katılımı desteklenmelidir. Çeşitli mevkiler için aday olan kadınları politik parti gözetmeden destekleyecek ve onlara yardımcı olacak parti üstü merkezlerin kurulması, resmî süreçleri açıklayan broşür, poster gibi malzemeler hazırlanarak partilerin kadın kollarına ulaştırılması gibi uygulamalar politik katılımı destekleyecek adımlara örneklerdir. 112 KAYNAKÇA ADORNO, T.W., HORKHEIME R, M.: 2010 Aydınlanmanın Diyalektiği, Çev.: Nihat Ülner, Elif Öztarhan Karadoğan, Kabalcı Yayınevi. AGAMBEN, G.: 2017 Kutsal İnsan, Çev.: İsmail Türkmen, 3. bs., İstanbul, Ayrıntı Yayınları. AHUJA, M.: 2018 “The Horror of Being the Target of a Witch Hunt in India”, Broadly, (Çevrimiçi) https://broadly.vice.com/en_us/article/zmw4nw/women-inindia-modern-witch-hunts, 10.02.2018. AKERSON, F.E.: 2016 Göstergebilime Giriş, İstanbul, Bilge Kültür Sanat. ARENDT, H.: 2018 İnsanlık Durumu, Çev.: Bahadır Sina Şener, 9. bsk., İstanbul, İletişim Yayınları. ARISTOTELE S: 2003 De Anima, ii, 412b15 Çev.: Christopher Shields, Oxford, Clarendon Press. AYCİBİN, Z.: 2008 “Osmanlı Devleti’nde Cadılar Üzerine Bir Değerlendirme”, Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, (Çevrimiçi) http://www.korotonomedya.net/kor/index.php?id=8,80,0,0,1,0. BAGDIKIAN, B.H.: 2004 The New Media Monopoly, Boston, Beacon Press. BAKER, U.: 1997 Spinoza: Hayatın Geometrisi, (Çevrimiçi) http://www.korotonomedya.net/kor/index.php?id=8,80,0,0,1,0. BALSOY, G.: 2012 “Politik bir Alan Olarak Kadın Bedeni, Osmanlı Toplumunda Kürtajın Yasaklanması”, Toplumsal Tarih Dergisi 223, s.38-43. BEAUVOIR, S.: 1993 Kadın ‘İkinci Cins’ I, Genç Kızlık Çağı, Çev.: Bertan Onaran, 7. bs., İstanbul, Payel Yayınları. BENVENISTE, E.: 1995 Genel Dilbilim Sorunları, Çev.: Erdim Öztokat, İstanbul Yapı Kredi Yayınları. BERKTAY, F.: 2016a Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın, 6. Basım, İstanbul, Metis Yayınları. 113 BERKTAY, F.:2016b Dünyayı Bugünde Sevmek Hannah Arendt’in Politika Anlayışı, Metis Yayınları, İstanbul, 2. bs. BİNGÖL, O.: 2017 “Bedenin Sosyolojisi: Nasıl? Niçin”, Mavi Atlas, 5/1, s. 86-96. DOİ: 10.18795-gumusmaviatlas.305898. BUTLER, J.: 2013 “Sorunsallaşan Bedenler”, Çev.: Özgü Ayvaz, Felsefelogos, 51/4, s. 69-95. CANPOLAT, N.: 2005 “Bilginin Arkeoloğu Michel Foucault”, Kadife Karanlık, Yay. Haz.: Nurdoğan Rigel, Gül Batuş, Güleda Yücedoğan, Barış Çoban, 2.bsk, s.75-138. CONNELL, R.W.: 1998 Toplumsal Cinsiyet ve İktidar Toplum, Kişi ve Cinsel Politika, Çev. Cem Soydemir, İstanbul, Ayrıntı Yayınları. DİREK, Z.: 2015 “Judith Butler: Toplumsal Cinsiyet ve Bedenin Maddeleşmesi”, Cinsiyetli Olmak, Der.: Zeynep Direk, 5.bsk., İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, s. 67-84. EJDER, Ö.: 2013 ““Bir beden ne yapabilir” sorusu üzerine”, Felsefelogos, 51/4, s. 61-68. ELİBOL, N.: 2007 Osmanlı İmparatorluğu’nda Nüfus Meselesi ve Demografi Araştırmaları (Çevrimiçi) http://dergipark.gov.tr/download/article-file/194818.. ESPOSITO, R.: 2008 Bios Biopolitics and Philosophy, Çev.: Timothy Campbell, Minneapolis, University of Minnesota Press. FASSIN, D.: 2006 La biopolitique n’est pas une politique de la vie, (Çevrimiçi) https://www.erudit.org/fr/revues/socsoc/2006-v38-n2socsoc1813/016371ar.pd. FEDERICI, S.: 2017 Caliban ve Cadı, Çev.: Öznür Karakaş, 3. bsk., İstanbul, Otonom Yayıncılık. FONTANILLE, J.: 1998 Sémiotique du dicours, Limoges, Presses Universitaires de Limoges. FOUCAULT, M.: 2015 Biyopolitikanın Doğuşu (1978-1979), Çev.: Alican Tayla, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. FOUCAULT, M.: 2016 Cinselliğin Tarihi, Çev.: Hülya Uğur Tanrıöver, 7.bs., İstanbul, Ayrıntı Yayınları. 114 FOUCAULT, M.: 2018 Toplumu Savunmak Gerekir, Çev.: Şehsuvar Aktaş, 8. bsk., İstanbul, Yapı Kredi Yayınları. GERAY, H.: 2014 Toplumsal Araştırmalarda Nicel ve Nitel Yöntemlere Giriş, Kocaeli, Umuttepe Yayınları. GIDDENS, A.: 1996 The Consequences of Modernity, 6. bsk, Cambridge, Polity Pres. GREIMAS, A.J., COURTES, J.: 1993 Sémiotique. Dictionnaire raisonné de la théorie du langage, 3.bs., Paris, Hachette. GREIMAS, A.J.: 1966 Sémantique structurale, Paris, Larousse. GÜZ, N., ÖZTOKAT, E., SENEMOĞLU, E., SÖZER, E.: 1988 Açıklamalı Dilbilim Terimleri Sözlüğü, Yay. Haz.: Berke Vardar, İstanbul, ABC Kitabevi. HARDT, M., NEGRI, A.: 2018 İmparatorluk, Çev.: Abdullah Yılmaz, 9. bs., İstanbul, Ayrıntı Yayınları. HOOPER, C.: 2000 “Disembodiment, Embodiment and the Construction of Hegemonic Masculinity”, Political Economy, Power and the Body Global Perspectives, Ed. Gillian Youngs, Londra, Palgrave Macmillan, s. 31-51. HOROWITZ, M.: 2014 “The Persecution of Witches, 21st-Century Style”, The New York Times (Çevrimiçi) https://www.nytimes.com/2014/07/05/opinion/the-persecutionof-witches-21st-century-style.html?_r=1, 04.07.2014. İNCEOĞLU, Y., KAR, A.: 2016 Kadın ve Bedeni, 2. bs, İstanbul, Ayrıntı Yayınları KINGSLEY KENT, S.: 2004 “Gender Rules: Law and Politics”, A Companion to Gender History, Ed.: Teresa A. Meade, Merry E. Wiesner-Hanks, Malden, Blackwell Publishing, s.86-109. LEMKE, T.: 2016 Biyopolitika, Çev.: Utku Özmakas, İstanbul, İletişim Yayınları 115 MARCUSE, H.: One-Dimensional Man, Routledge, ISBN 978-0-415-28976-4 2007 MERLEAUPONTY, M.: 1991 Sense and Nonsense, Çev.: Hubert L. Dreyfus, Patricia Allen Dreyfus.Northwestern University Studies in Phenomenology and Existential Philosophy, 6. bs. ORANLI, İ.: 2009 “Ondokuzuncu Yüzyıl Avrupası'nda Irkçılık ve Cinsiyetçilik”, Cogito Dergisi, 58, Yapı Kredi Yayınları, s.339-349. ÖZBUDUN, S.: 2007a “Neo-Liberalizm ile Ataerkinin ‘Dansı’”, Küreselleşme, Kadın ve ‘Yeni’ Ataerki, Özbudun, S., Sarı, C., ve Demirer, T, içinde. Ankara, Ütopya Yayınevi, s. 13-28. ÖZBUDUN, S.: 2007b “Bir Egemenlik Alanı Olarak Kadın Bedeni”, Küreselleşme, Kadın ve ‘Yeni’ Ataerki, Özbudun, S., Sarı, C., ve Demirer, T, içinde. Ankara, Ütopya Yayınevi, s. 126-136. ÖZKAN, K.: 2013 “Yeni bir özne anlayışının imkânı olarak beden”, Felsefelogos, 51/4, s. 17-40. PETTMAN, J.J.: 2000 “Writing the Body: Transnational Sex, Political Economy”, Political Economy, Power and the Body Global Perspectives, Ed. Gillian Youngs, Londra, Palgrave Macmillan, s. 52-71. PLATON: 1989 Phaidon, Çev.: Suut Yetkin, Hamdi R. Atademir, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları. REPO, J.: 2015 The Biopolitics of Gender, Oxford, Oxford University Press. RICHARDSON , J.E.: 2005 “Hierarchy of influences”, Key Concepts in Journalism Studies, Bob Franklin, Martin Hamer, Mark Hanna, Marie Kinsey, John E. Richardson, Londra, Sage Publications, s. 99100. RIFFE, D., LACY, S., FICO, F.: 2014 Analyzing Media Messages, 3. bsk, New York, Routledge. RINGOOT, R.: 2014 Analyser le discours de presse, Paris, Armand Colin. SAUSSURE, F.: 1973 Cours de Linguistique Générale, 3. bs., Paris, Payot, 1973. 116 SMITH, A.D.: 2013 “Algının teni: merleau-ponty ve husserl”, Çev.: Sercan Öztekin, Felsefelogos, 51/4, s. 41-59. ŞİRAY, M.: 2013 “Benedictus spinoza’da olumlayıcı bir güç olarak beden düşüncesi”, Felsefelogos, 51/4, s.7-15. TANYOLAÇ ÖZTOKAT, N.: 2005 Yazınsal Metin Çözümlemesinde Kuramsal Yaklaşımlar, İstanbul, Multilingual. TEKELİ, Ş.: 2017 Feminizmi Düşünmek, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. TEKİNALP, Ş., UZUN, R.: 2009 İletişim Araştırmaları ve Kuramları, 4. bsk., İstanbul, Beta Basım Yayım. TUNA, B.: 2018 “Kadın-Erkek Eşitliğinin Anayasası”, Hürriyet Gazetesi, Pazar Eki, 11.03.2018. UNDERDOWN “The Taming of the Scold: The Enforcement of Partiarchal , D.E.:2007 Authority in Early Modern England”, Order and Disorder in Early Modern England, Ed. Anthony Fletcher, John Stevenson, dijital bsk, Cambridge University Press, s. 116-136. VAN DIJK, T.A.: 2009 Society and Discourse, Cambridge University Press, e-kitap ISBN-13 978-0-511-50817-2. WHITE, D.M.: 1950 “The ‘Gate Keeper’: A Case Study In the Selection of News”, Journalism & Mass Communication Quarterly, 27/4, s.: 383390, 1950, (Çevrimiçi) http://journals.sagepub.com/doi/pdf/10.1177/107769905002700 403 WIESNERHANKS, M.E.: 2011 Gender in History, 2. Bsk., West Sussex, Wiley-Blackwell. YOUNGS, G.: 2000 “Embodied Political Economy or an Escape from Disembodied Knowledge”, Political Economy, Power and the Body Global Perspectives, Ed. Gillian Youngs, Londra, Palgrave Macmillan, s.11-30. 2011: Hürriyet Gazetesi, 04.07.2011, s.1 “Fuhuş Mağduruna Sığınmaevi”, 117 2011: Medyatava, “11 Temmuz 2011 - 17 Temmuz 2011 haftası Tiraj Tablosu”, (Çevrimiçi) http://www.medyatava.com/tiraj/201107-11, t.y. 2014: Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, “Hakkımızda”, (Çevrimiçi) http://www.aile.gov.tr/hakkimizda, 02.09.2014. 2014: Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü, “Kanun Hükmünde Kararname”, (Çevrimiçi) https://eyh.aile.gov.tr/mevzuat/ulusal-mevzuat/kanunhukmunde-kararnameler/aile-ve-sosyal-politikalar-bakanligininteskilat-ve-gorevleri-hakkinda-kanun-hukmunde-kararname, 24.10.2014. 2017: Bianet, “Kadınlar Daha Çok Çalışıyor, Daha Az Kazanıyor” (Çevrimiçi) http://bianet.org/bianet/kadin/184255-kadinlardaha-cok-calisiyor-daha-az-kazaniyor, 07.03.2017. 118 EKLER 1. TABLOLAR Tablo 3.1: Edim kavram alanı Sayısal Sözcükler Değer Habertürk 206 Korumak 36 (5A 3B 3C 2E) (Koruma 6A 11B 3Dt) (Koruyucu 2A 1E), Çalışmak 22 (1A 4B 2C 1E) (Çalışma 4A 4B 1C 1Dn 4E), Yeni 13 (3A 10C), Görev 11 (1A 3B 7C), Devam etmek 10 (1A 5B 1Dt 1E) (Devam 2B), Getirmek 9 (2A 2B 3C 2Dp), Değiştirmek 7 (1A 2C) (Değişim 1B) (Değişmek 1C) (Değişiklik 1B 1C), Tedbir 7 (4A 1Dn 2E), Birlikte 5 (2B 3C), Güç 5 (1Bn1E) (Güçlendirmek 1A 1B 2E), Hazırlamak 5 (2A 2B 1C), Model 5 (2A 1C 2E), Temsil 5 (4C 1E), Uygulama 5 (1A 1B 3Dn), Güvenlik 4 (1A 1Dt 2E) (Sosyal güvenlik 1A), İcraat 4 (1A 1B 1C) (İcra 1C), Kurmak 4 (1B 2C 1E) (Kuruluş 1E), Takip 4 (1B 3E), Düzenlemek 3 (1B) (Düzenleme 1A 1B), Hayata geçirmek 3 (1A 1B 1E), Sunmak 3 (1B 2C), Oluşturmak 3 (1A 2E), Önlem 3 (2A) (Önleyici 1E), Sağlamak 3 (1A 1C 1E), Uzman 3 (2A, 1E), Başlamak 2 (1B 1E), İş birliği 2 (1A 1E), Ortaya çıkmak 2 (2B), Yanında olmak 2 (2E), Acil 1 (1A), Açmak 1 (1E), Başarmak 1 (1C), Bir araya gelmek 1 (1E), Çözmek 1 (1E), Derhal 1 (1A), Görüşmek 1 (1A), Harekete geçmek 1 (1B), Hazır olmak 1 (1E), İncelemek 1 (1B), Kaldırmak 1 (1E), Müdahale 1 (1Dn), Oluşmak 1 (1E), Ortaya koymak 1 (1C), Seferber 1 (1E), Yüz yüze 1 (1A) Hürriyet 207 Yeni 21 (6A 11C 1Dn 3E), Değişmek 15 (1C 1Dn 4E) (Değiştirmek 1B 3E) (Değişiklik 1A 1B 2E), Uygulamak 15 (6A 1Dn 3E) (Uygulama 1A, 4E), Takip 10 (2A 1C 1Dp 6E), Çalışmak 8 (2A 1E) (Çalışma 3B 2E), Görev 8 (7C 1E), Açmak 6 (6E), Korumak 6 (2E) (Korunmasız 1Dn) (Korunma 1Dn 1E) (Koruyucu 1B), Model 6 (1A 5E), Oluşmak 6 (1E) (Oluşturmak 1C 1Dt 3E), Proje 6 (2A 1B 2C 1Dp), İhtiyaç 5 (5E), Karar 5 (1A 3E) (Kararlı 1Dn), Standart (getirmek) 5 (1A 4E), Getirmek 4 (1A 1C 2E), Devam 4 (2C 2E) (yola devam 2C) (devam etmek2E), Düzen 4 (1A) (Düzenleme 1Dp 2E), Söz vermek 4 (1C 3E), Yapı 4 (2C) (aile yapısı 21E), Çözmek 3 (1E) (Çözüm 2E), Denetim 3 (3E), Güç 3 (1E) (Güçlendirmek 1E) (Güçlü 1E), Hayata geçirmek 3 (3E), Hız 3 (1C) (Hızlı 2E), İncelemek 3 (1A 1B) (İnceleme 1B), Kurmak 3 (2C 1E), Adım 2 (1Dn 1E), Arkasında olmak 2 (1A 1E), Birebir 2 (2E), Birlikte 2 Gazete 119 Posta 109 Sabah 599 (1Dp 1E), Görüşmek 2 (1A, 1C), Hizmet 2 (2A), Hazır olmak 2 (2E), Kaldırmak 2 (1C 1Dn), Temsil 2 (1Dt 1Dp), Yapılandırma 2 (2C), Anında 1 (1A), Başarmak 1 (1E), Başlamak 1 (1C), Bir araya gelmek 1 (1E), Derhâl 1 (1A), Düzeltmek 1 (1E), Etkin 1 (1Dp), Gereğini Yapmak 1 (1E), Güvenmek 1 (1E), İcraat 1 (1A), İhtisaslaşma 1 (1E), Kapı açmak 1 (1C), Ortaya çıkarmak 1 (1E), Ortaya koymak 1 (1E), Önleyici 1 (1E), Performans 1 (1C), Sağlamak 1 (1C), Seferber 1 (1E), Sunmak 1 (1A), Tedbir 1 (1E), Tek tek 1 (1K), Üstlenmek 1 (1C), Verim 1 (1C), Yürütmek 1 (1Dp) Korumak 13 (13Dn), Çalışmak 11 (3FŞ 1Dn) (Çalışma 2A 3Dn 2E), Takip etmek 9 (2E) (takip 2A 5E), Hazırlamak 7 (4A 2E) (Hazır olmak 1E), Yapı 7 (2A 1C 2Dn 2E) (Aile yapısı 2A 2Dn), Yeni 6 (6C), Danışman 5 (5A) (sosyal danışman 1A, aile danışmanı 1A), Oluşturmak 5 (3A 2E), Kurmak 4 (1A 3C), Çözmek 3 (3E), Getirmek 3 (1A 2C), Görüşme 3 (3A), Önlemek 3 (3A), Adım 2 (2A) (büyük adım 1, dev adım 1 A), Başlamak 2 (1A 1C), Birebir 2 (2A), Değişim 2 (2Dn), Görev 2 (1A 4C), Güçlü 2 (1A) (Güçlendirmek 1A), İncelemek 2 (2E), Tasarı 2 (2E), Uygulama 2 (1A 1E), Uzman 2 (1Dn) (Uzmanlık 1A), Yüz yüze 2 (2A), Başarmak 1 (1E), Beraber 1 (1E), Devam etmek 1 (1Dn), Hayata geçirmek 1 (1E), İş birliği 1 (1E), Kapı açmak 1 (1A), Kuvvetlendirmek 1 (1A), Taslak 1 (1E) Hizmet 47 (37A 8C 2E), Çalışmak 43 (3A 10B 9C 2E) (çalışma 7A 2B 2C 1Dp 7E), Yeni 35 (7A 24C) (yeniden 1A 1C 1E) (yenilemek 1A), Uygulamak 28 (6A 2C 4E 1Dp) (uygulama 13A 1E), Başlamak 27 (16A 5B 2C 4E), Korumak 25 (6A 5B 1C 2E) (Koruma 5A 5B), Getirmek 24 (13A 6B 4C 1Dp), Yapı 23 (13A 5C 5E) (aile yapısı 1C, 1E, 2A), Oluşturmak 23 (1E 4C 10A) (oluşmak 5A 3C), Kurmak 19 (11A 2B 4C 2E), Görev 17 (3A 2B 11C 1E), Görüşmek 17 (7A 5B 4Dp 1E), Düzenlemek 16 (4B 1C) (düzenleme 9A 1C 1E), Hazırlamak 16 (16A), Açmak 15 (13A 2E) (yolu açılmak 1A, yol açmak 1A, kapı açmak 1A), Desteklemek 15 (2C) (Destek 7A 3E 3B) (sosyal destek 5A 1E), Sunmak 15 (12A 3C), Takip 15 (4A 1B 1C 9E), Değişim 12 (2A) (değiştirmek 1A 4C 1E) (değişiklik 4A), Güç 11 (2E 2A) (güçlük 2B) (güçlendirmek 2A 2C 1E), Uzman 11 (6A 5E), Proje 11 (9A 1C 1E), Sağlamak 10 (6A 1B 3C), Devam etmek 9 (5A 4E) (okula devam etmek 2E), Kaldırmak 9 (5A 1B 3C), Birlik 8 (2E) (birlikte 2A 4B), Model 8 (4A 4E), Hız 6 (1A) (hızlı 2A 2C 1E), Standart 6 (6A), Yürütmek 5 (1A 1B 2C 1Dp), Adım 4 (3A 1Dp) (dev adım 1A), Birebir 4 (1A 3E), İhtisaslaşma 4 (4E), Ortaya çıkmak 4 (1B 1Dp) (ortaya çıkarmak 2A), Tedbir 4 (2A 1B 1E), Yüz yüze 4 (2A 2Dp), Bir araya gelmek 3 (2A 1B), Çözüm 3 (3B), Harekete 120 geçmek 3 (2A 1B), Önlem 3 (1A 1C 1E), Beraber 2 (1A 1C), Denetim 2 (2A), Elden geçirmek 2 (1E 1A), Etkin 2 (2C), Güvenlik 2 (2A), Hayata geçirmek 2 (2E), İş birliği 2 (1A 1E), Geliştirmek 2 (1A 1C), Kalkan olmak 2 (2E), Kavuşmak 2 (1A 1C), Kuvvet 2 (1E) (kuvvetlendirmek 1A), Söz vermek 2 (2A), Verimli 2 (2C), Acil 1 (1E), Anında 1 (1A), Düzeltmek 1 (1C), Etkili 1 (1A), İnceleme 1 (1B), Kucaklamak 1 (1E), Kurtarmak 1 (1B), Tek tek 1 (1A), Üstlenmek 1 (1C), Yanında olmak 1 (1E), Yapıcı 1 (1A) Tablo 3.2: Aile kavram alanı Sayısal Sözcükler Değer Habertürk 91 Aile 28 (3A 8B 3Dn 14E) (ailenin korunması 1A, aile içi şiddet 1B, aile birliği 1Dn), Evlilik 8 (2A 2B 2Dn) (Evli 1B 1C), Anne 7 (4B 3E), Çocuk 7 (1A 4B 1C 1E), Eş 6 (1A 3C 1Dt 1E), Kız 5 (2B 1Dt 2E), Sevgili 4 (4B), Koca 3 (1A 2B), Yakın 3 (1A 2B) (akraba 2B) (ilişki 1A), Evlat edinmek 2 (2A), Evlenmek 2 (2B), Sevgisizlik 2 (2B), Ağabey 1 (1B), Akraba 1 (1B), Baba 1 (1E), Bebek 1 (1B), Beraberlik 1 (1A), Birlik 1 (1A), Boşanmak 1 (1A), Doğmak 1 (1K), Doğurmak 1 (1B), Nişanlı 1 (1A), Nişanlılık 1 (1A), Oğul 1 (1B), Sevgi 1 (1B), Yeğen 1 (1B) Hürriyet 32 Çocuk 13 (4A 2B 1C 6E) (kimsesiz çocuk 2A 1E), Aile 5 (1Dn 4E), Eş 4 (3A 1E), Anne 2 (1B 1E), Ağabey 2 (1B) (Abi 1E), Evlat 2 (2E), Baba 1 (1E), Dede 1 (1B), Kız kardeş 1 (1B), Yakın 1 (1B) Posta 81 Aile 49 (14A 13Dn) (aile değerleri 15Dn, aile yapısı 2A 2Dn, aile birliği 1Dn, aile sistemi 1Dn, Türk ailesi 1A), Çocuk 8 (8Dn) (kız çocuk 1Dn) (çocuk sahibi olmak 1Dn), Eş 7 (7A), Evlilik 6 (3A 3Dn), Boşanma 2 (1Dn 1A), Çift 2 (2A), Evlenmek 2 (2A) (evlenecek çift 1A), Koca 2 (2A), Ağabey 1 (1B), Akrabalık 1 (1Dn), Ebeveyn 1 (1Dn) Sabah 340 Aile 63 (41A 8B 10C 1Dp 3E) (aile yapısı 1C 2E, ailenin korunması 1C, aile içi şiddet 1A 1E, riskli aile 5A, Türk ailesi 1A, şehit ailesi 3B), Çocuk 56 (33A 12B 1C 10E), Anne 51 (2A 47B 2E), Baba 25 (3A 21B 1Dp), Eş 23 (14A 8B 1E), Bebek 22 (22B), Evlenmek 20 (9A 7B 2C 2Dp) (evli 1B) (evlilik 4A) (evlenecek çift 2A 1C), Kız 11 (1A 10B) (kız kardeş 2B), Koca 11 (5A 6B), Oğul 11 (11B), Yakın 9 (3A 5B 1C), Yavru 9 (8B 1E), Kardeş 8 (4A 3B 1C) (kız kardeş 2B), Doğurmak 7 (3B) (Doğum 4B), Evlat 5 (2B) (evlat edinmek 3A), Ağabey 2 (1B 1Dp), Nişanlılık 2 (1A) (nişanlı 1A), Beraberlik 1 (1A), Boşanmak 1 (1A), Dede 1 (1B), Ebeveyn 1 (1A), Kız çocuk 1 (1E) Gazete 121 Tablo 3.3: Şiddet kavram alanı Sayısal Sözcükler Değer Habertürk 80 Şiddet 27 (18A 4B 2Dn 1Dt 2E), Taciz 11 (11B), Uygulamak 8 (8A) (şiddet uygulayan erkek 2A, şiddet uygulayan kişi 6A), Ölmek 7 (2B 2Dn 1E) (Ölüm 1B 1E), Mağdur 6 (5A 1Dt), Zarar vermek 4 (1A 3Dn), Dayak 3 (1Dt) (Dayakçı 1A 1B), Dövmek 3 (3B), Cenaze 2 (2B), Cinayet 2 (1A 1E), Kıtır kıtır kesmek 2 (2E), Kurban 2 (2B), Şehit 2 (2B), Tecavüz 1 (1A) Hürriyet 30 Şiddet 20 (12A 2Dp 6E), Mağdur 4 (4A), Cenaze 2 (2B), Cinayet 2 (2E), Dayak 1 (1A), Şehit 1 (1B) Posta 24 Şiddet 11 (6A 2Dn 3E) (kadına şiddet 4A 1Dn, çocuğa şiddet 1Dn), Ensest 2 (2Dn), Ölmek 2 (2B), Cenaze 1 (1B), Dayak 1 (1Dn), Dövmek 1 (1Dn), İtip kakmak 1 (1A), Mağdur 1 (1Dn), Maruz kalmak 1 (1E), Mezar 1 (1B), Suç (cinsel) 1 (1Dn), Zarar vermek 1 (1Dn) Sabah 236 Şiddet 63 (34A 9B 1C 15Dp 4E), Şehit 54 (53B 1C), Cenaze 19 (2A 17B), Kurşun 13 (11B) (Kurşun yağdırmak 1B) (kurşunlanmak 1B), Maruz kalmak 10 (3A 2B 5Dp), Ölmek 9 (6B 1E) (öldürmek 1A 1B), Tecavüz 9 (8A 1PY), Cinayet 8 (3A 3B 1C 1E), Dayak 8 (7A 1B), Mezarlık 8 (1A 7B), Taciz 8 (8A), Mağdur 7 (3A 2B 1Dp) (mağduriyet 1E), Dövmek 4 (1A 3B), İstismar 4 (4A), Hayatını kaybetmek 3 (3B), Tehdit 2 (2A), Ensest 1 (1Dp), İtip kakmak 1 (1A), Kurban 1 (1B), Vefat 1 (1E), Gazi 1 (1B), Tokat vurmak 1 (1A), Zarar 1 (1B) Gazete Tablo 3.4: İnsan kavram alanı Sayısal Sözcükler Değer Habertürk 68 Kadın 53 (10A 17B 28C 1Dn 4Dt 5E) (kadın milletvekili 9C 1B 1E, kadın bakan 4B 2C 1B, kadın temsili 2C 1E, kadın hakları 1C, kadına şiddet 1A 1B), Erkek 14 (4A 2B 6C 2E), Özürlü 1 (1E) Hürriyet 65 Kadın 52 (10A 2B 8C 17Dn 15E) (Kadın bakan 5C 4Dp, kadının/kadınların bakanlığı 2C 3E, Kadın hakları 1C 2Dn, Kadın hareketi 1C, Kadınların mücadelesi 3E 2A, Türk kadını 1Dn, fuhuş yapan, şiddet gören veya ekonomik Gazete 122 Posta 27 Sabah 122 güçlüğü olan kadın 3E 2A, kadına yönelik şiddet 1A 1Dp, şiddete uğrayan kadın 1E), Yaşlı 5 (3E 2A), Engelli 3 (1B 1A) (Özürlü 1E), Erkek 3 (2A 1E), Genç 1 (1B), Hasta 1 (1E) Kadın 10 (5A 5Dn) (kadın hakları 1Dn, Kadına şiddet 5A), Eşcinsel 6 (4Dn) (eşcinsellik 2Dn), LGBT 6 (6Dn), Heteroseksüellik 2 (2Dn), Yaşlı 2 (2E), Erkek 1 (1Dn) Kadın 98 (39A 29B 20C 10E) (kadın milletvekili 2C 1A, kadın bakan 2C, kadınların bakanlığı 1C, kadına şiddet 1C, kadın cinayeti 1C, kadına şiddet 9A 3B 1Dp), Erkek 11 (2C 6A 2E 1B), Engelli 6 (3C 2A 1B), Hastalık 3 (2A) (hasta 1E), Genç 2 (2A), Ataerkil 1 (1A), Özürlülük 1 (1C) Tablo 3.5: Hukuk kavram alanı Sayısal Sözcükler Değer Habertürk 51 Polis 9 (6B 2Dn 1Dt), Yasa 9 (4A 1E) (Yasal 1A 1B 2E), Karar 6 (5A 1B), Mahkeme 6 (4B 2E) (Aile mahkemesi 2E), Yetki 4 (1A 3E), Kanun 3 (2A, 1B), Ceza 2 (2A), Duruşma 2 (2A), Hak 2 (1C 1Dp) (kadın hakları 1C), Mevzuat 2 (2A), Cezaevi 1 (1B), Hapis 1 (1A), Suç 1 (1A), Tasarı 1 (1A), Taslak 1 (1A), Yasakçı 1 (1E) Hürriyet 49 Yasa 12 (1Dn 5E) (Yasal 6 1A 5E), Polis 11 (9A 2E), Hak 10 (2A 1C 4Dn 3E) (İnsan hakları 2Dn, Kadın hakları 1C 2Dn), Ceza 3 (2A, 1E), Eşitlik 3 (3D) (cinsiyet eşitliği 2Dn, fırsat eşitliği 1Dt), Kural 3 (3E), Mahkeme 2 (2E), Haksızlık 2 (1A 1E), Yetki 2 (2E), Taslak 1 (1Dn) Posta 19 Hak 12 (1A 11Dn) (insan hakları 8Dn, kadın hakları 1Dn, LGBT hakları 1Dn), Karar 3 (3Dn), Hukuki 2 (1A 1Dn), Kararname 1 (1C), Yetki 1 (1C) Sabah 90 Karar 15 (8A 1B 1C 2E) (kararname 3C), Ceza 13 (12A) (cezaevi 1A), Taslak 9 (9A), Hapis 8 (7A), (hapishane 1A), Kanun 6 (3A 3E), Yasal 6 (3A 3E), Hak 5 (2A 3E) (yaşam hakkı 2E, insan hakları 1E), Mahkeme 5 (2A 1C 2E) (aile mahkemesi 1C 2E), Tasarı 5 (5A), Yasa 4 (3A 1E), Yetki 4 (2C 2E), Hukuki 2 (2A), Polis 2 (2A), Suç 2 (2A), Yasak 2 (2A), Kural 1 (1A), Yasama 1 (1A) Gazete Tablo 3.6: Sosyal politika kavram alanı Gazete Sayısal Sözcükler Değer 123 Habertürk 29 Hürriyet 38 Posta Sabah 5 111 Destek 9 (4A 2B 3E) (sosyal destek 2A 1E, ekonomik destek 2A 2E), Yardım 7 (2A 5B) (maddi yardım 7), Eğitim 5 (3C, 2E), İhtiyaç 4 (1A 1B 2E), Sığınma evi 3 (3A), Sosyal devlet 1 (1E) Sığınma evi 19 (7A 12E), Yardım 4 (3A 1E), Huzurevi 3 (2A 1E), Üniversite 3 (1A 2E), Nüfus 2 (2E), Yuva 2 (1A, 1Dp) (çocuk) (kreş 1E), Bakımevi 2 (1A 1E), Dershane 1 (1E), Meslek kursu 1 (1E), Yurt 1 (1E) Eğitim 4 (4A), Sosyal politika 1 (1E) Yardım 23 (7A 3B 13C) (sosyal yardım 12C, yardım eli uzatmak 1A), Eğitim 13 (4A 1B 1C 7E), Sığınma evi 12 (12A), Yoksulluk 10 (4C), (yoksul 1A 5C), Gelir 9 (3A 6C), Danışman 6 (sosyal danışman 1, aile danışmanı 1) (danışmanlık 1C), İhtiyaç 5 (1A 2B 2E), Nüfus 5 (2A 3C), Huzurevi 4 (4A), Okul 4 (4E), Yurt 4 (4A), Mesleki eğitim 3 (1C 2E), Tedavi 3 (3A), Terapi 3 (3A) (aile terapisi 1A, evlilik terapisi 1A), Üniversite 3 (1A 2E), Bakım evi 2 (2E), Sosyal Politika 2 (2C) Tablo 3.7: Çatışma kavram alanı Sayısal Sözcükler Değer Habertürk 20 Sorun 7 (4B 3E), Mücadele 5 (1Dn 4E) (topyekûn mücadele 1E), Çare 3 (1B) (Çaresiz 1B) (Çaresizlik 1E), Mesele 3 (1Dn 2E) (Kadın meselesi 1E), Sıkıntı 1 (1E), Tehlikeli 1 (1B) Hürriyet 21 Ayrım yapmak 5 (3A 1E) (Ayrımcılık 1A), Güçlük 5 (2A 3E), Mücadele 5 (1C 4E) (kadınların mücadelesi 3E 1C), Sorun 4 (4E), Müdahale 1 (1A), Risk 1 (1A) Posta 27 Mücadele 6 (6E) (topyekün mücadele 1E, topyekün ve toplumsal mücadele 1E), Mesele 5 (2Dn 3E), Sorun 5 (2A 1Dn) (sorunlu 2A), Tartışmak 4 (1Dn 1A) (tartışma 2A), Terapi 3 (3A) (aile terapisi 1A, evlilik terapisi 1A), Problem 2 (1A) (problemli 1Dn), Sıkıntı 1 (1A), Tehdit 1 (1Dn) Sabah 54 Sorun 13 (3B 1C 4E) (sorunlu 5A), Saldırmak 12 (1B) (saldırı 11B), Mücadele 7 (4A 2C 1E) (2 yoksullukla mücadele 2C, şiddetle mücadele 1E 2A, topyekûn mücadele 2A), Riskli 6 (1A) (riskli aile 5A), Tartışmak 6 (2A) (Tartışma 4A), Tehlike 4 (3A 1B), Mesele 2 (2C), Müdahale 2 (1A 1B), Problem 1 (1A), Sıkıntı 1 (1A) Gazete 124 2. ŞEKİLLER Şekil 1 (Hürriyet, 2011) 125