T.C.
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İLETİŞİM SOSYOLOJİSİ ANABİLİM DALI
YÜKSEK LİSANS TEZİ
BEDEN-İKTİDAR EKSENİNDE MEDYA
SÖYLEMLERİ: HABERLERDE AİLE VE
SOSYAL POLİTİKALAR BAKANLIĞI VE KADIN
Ege ÖZTOKAT
2501160314
TEZ DANIŞMANI
Prof. Dr. Ali Murat VURAL
İSTANBUL – 2018
ÖZ
BEDEN-İKTİDAR EKSENİNDE MEDYA SÖYLEMLERİ: HABERLERDE
AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANLIĞI VE KADIN
Ege ÖZTOKAT
Tezde beden ve iktidar arasındaki ilişki bağlamında medya söylemlerinin yeri ve
anlamı değerlendirilmektedir. Tezin amacı insan bedeninin ve yaşamının yönetimini
biyopolitika ve biyoiktidar kavramları üzerinden tartışarak medya söylemlerinin
önemini ve işlevini saptamaktır. Bu nedenle tezde medyanın iktidar dinamikleri
doğrultusunda kadın bedeni ve yaşamına yönelik söylem oluşturma biçimleri
yorumlanmaktadır. Bu çerçevede 2011 yılında Türkiye Cumhuriyeti Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanlığı’nın kurulmasının biyopolitik boyutu ve kuruluşunun ana akım
medya tarafından haberleştirilmesinde kullanılan söylemler incelenmektedir.
Tezin araştırma evreni Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın kurulduğu dönem olan
2011 yılının Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarında ana akım medyada yer alan
haberlerdir. Habertürk ve Hürriyet gazetelerinin basılmış günlük sayılarındaki, Posta
ve Sabah gazetelerinin internet sitelerindeki haberler araştırmanın evreni olarak
seçilmiştir. İçerik çözümlemesi aracılığıyla Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı
hakkındaki haber metinlerinin başlıkları, tarihleri, haber kategorileri ve sayfa sayıları
listelenmiştir. Söz konusu metinlerin içerdiği anlamları ele almak amacıyla
göstergebilimsel söylem çözümlemesine başvurulmuş ve metinlerde yer alan
sözcükler taranarak ve anlambirimcikler ortaya konularak tekrar eden kavram alanları
saptanmış, Algirdas Julien Greimas’ın yerdeşlik kavramı doğrultusunda haber
söylemlerinin yüzey yapıları ve derin yapıları incelenmiştir. Bulgular sonucunda bir
biyoiktidar odağı olarak Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın biyopolitik
uygulamaları ve görevleri değerlendirilmiştir, medyanın kadına yönelik biyopolitik
söylem üretme biçimlerine yönelik açıklamalar ve yorumlar sunulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Beden, Medya Söylemi, Biyopolitika, Biyoiktidar, Cinsiyet
iii
ABSTRACT
MEDIA DISCOURSES IN THE PIVOT OF BODY AND POWER: MINISTRY
OF FAMILY AND SOCIAL POLICIES AND WOMEN IN THE NEWS
Ege ÖZTOKAT
The thesis evaluates the position and meaning of media discourses in the context of
the relationship between body and power. The thesis aims to determine the importance
and function of media discourses with regard to women through a discussion of the
government of body and life through the concepts of biopolitics and biopower.
Concordantly, the biopolitical dimension of the media discourses used in the
mainstream news coverage of the founding of the Republic of Turkey Ministry of
Family and Social Policies is analyzed.
The sample of research consists of the mainstream media news from the months of
June, July and August of 2011 when the Ministry of Family and Social Policies was
founded. News in the printed daily issues of Habertürk and Hürriyet newspapers and
the websites of Posta and Sabah newspapers are chosen as the sample of the research.
The news headlines, dates, categories and page numbers concerning the sample are
gathered and listed through content analysis. Semiological discourse analysis is
applied to texts of the news in order to evaluate the meanings incorporated in said texts
through scanning of the words and detection of repetitive conceptual fields. Following
Algirdas Julien Greimas’s concept of isotopy, the surface structures and deep
structures of meaning are studied. Based on the findings, the appointment of the
Ministry of Family and Social Policies as a focal point of biopower and its biopolitical
practices are determined, explanations and commentary are presented regarding
media’s creation of biopolitical discourse directed at women.
Keywords: Body, Media Discourse, Biopolitics, Biopower, Sex
iv
ÖNSÖZ
İletişim araştırmaları bağlamında düşündüğümüzde içinde yaşadığımız beden ilk
bakışta gözlerimizle okuyor, kulaklarımızla işitiyor ve ağzımızla konuşuyor
olduğumuz gerçeğinden ileri bir anlama sahip görünmemektedir. Ancak içinde
yaşadığımız beden; onu yaşamımız, kültürümüz, toplumumuz, iletişim kurma
biçimlerimiz, bizimle iletişim kurulma biçimleri bağlamında düşünme geleneğine
sahip olmasak da dünyayı deneyimleme aracımız ve biçimimizdir.
İletilerini yaşamımızın tüm evrelerinde aldığımız medya söylemlerinin ve
yaşamlarımızı başladığı andan itibaren yöneten çeşitli iktidar odaklarının
bedenlerimize nasıl yaklaştığı önem taşıyan, ancak cinsiyet ve toplumsal cinsiyet
bağlamında yoğun olarak çalışılmamış bir alandır. Bu nedenle medya söylemlerinin
beden-iktidar eksenindeki konumu kadınlar açısından önem taşımaktadır.
Yalnızca bu karmaşık konuyu anlamlandırmaya çalıştığım tez çalışmamda değil,
yükseköğrenimim boyunca bana birçok olanak ve içten yardımlarını sunan değerli
hocam ve tez danışmanım Prof. Dr. Ali Murat Vural’a minnet ve teşekkürlerimi
sunarım.
Sonsuz manevi ve akademik desteğini yaşamımın ve eğitimimin her evresinde
sevgiyle paylaşan annem Prof. Dr. Nedret Öztokat Kılıçeri’ye teşekkür ederim.
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde beni destekleyen değerli hocalarıma ve
Basın Müzesi’nde bulunan Kütüphane, Arşiv, Belge ve Bilgi Merkezi’ndeki
kaynaklarını benimle paylaşarak çalışmamı destekleyen Türkiye Gazeteciler
Cemiyeti’ne teşekkür ederim.
Ege ÖZTOKAT
İSTANBUL, 2018
v
İÇİNDEKİLER
ÖZ......................................................................................................................iii
ABSTRACT......................................................................................................iv
ÖNSÖZ..............................................................................................................v
İÇİNDEKİLER................................................................................................vi
TABLOLAR LİSTESİ.....................................................................................ix
ŞEKİLLER LİSTESİ.......................................................................................x
KISALTMALAR LİSTESİ.............................................................................xi
GİRİŞ.................................................................................................................1
BİRİNCİ BÖLÜM
BEDEN-İKTİDAR EKSENİ
1.1. Tarihsel Süreçte Unutulan ve Dışlanan İnsan Bedeni...................................5
1.2. Cinsiyetli Bedene Karşı Cinsiyetlendirilmiş Beden......................................8
1.3. Beden ve Politika: Biyopolitik Bakış Açıları...............................................13
1.3.1. Biyopolitika Kavramının Tarihçesi...............................................14
1.3.2. Biyopolitikanın Doğuşu.................................................................16
1.3.3. Biyopolitikanın Doğuşu ve Kadın.................................................20
1.4. Biyopolitika ve Biyoiktidar..........................................................................34
1.5. Biyolojik Modernlik Eşiği............................................................................41
1.5.1. Biyolojik Modernlik Eşiğinde Irksal Ayrım ve Cinsiyet
Ayrımı......................................................................................................48
vi
1.5.2. Bedenin Denetimi ve Disiplin Bağlamında Cinsiyet, Toplumsal
Cinsiyet...................................................................................................53
İKİNCİ BÖLÜM
MEDYA SÖYLEMLERİ BAĞLAMINDA İKTİDAR DİNAMİKLERİ VE
KADIN
2.1. Medya Söylemlerinin Bağlamı.....................................................................60
2.2. Aile Kurumunun Biyopolitik Yapısı............................................................65
2.3. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın Biyopolitik Temelleri..................67
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
HABERLERDE AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANLIĞI VE
KADIN
3.1. Problem.........................................................................................................70
3.2. Amaç.............................................................................................................70
3.3. Önem.............................................................................................................71
3.4. Varsayımlar...................................................................................................72
3.5. Evren ve Sınırlılıklar.....................................................................................72
3.6. Yöntem..........................................................................................................73
3.6.1. İçerik Çözümlemesi........................................................................74
3.6.2. Göstergebilimsel Söylem Çözümlemesi.........................................75
3.7. Bulgular.........................................................................................................79
3.7.1. İçerik Çözümlemesi........................................................................79
3.7.1.1. Habertürk.........................................................................80
3.7.1.2. Hürriyet............................................................................82
vii
3.7.1.3. Sabah..............................................................................83
3.7.1.4. Posta...............................................................................86
3.7.2. Göstergebilimsel Söylem Çözümlemesi.......................................86
3.7.2.1. Kavram Alanı: Edim......................................................87
3.7.2.2. Kavram Alanı: Aile........................................................93
3.7.2.3. Kavram Alanı: Şiddet.....................................................95
3.7.2.4. Kavram Alanı: İnsan......................................................97
3.7.2.5. Kavram Alanı: Hukuk...................................................100
3.7.2.6. Kavram Alanı: Sosyal Politika......................................101
3.7.2.7. Kavram Alanı: Çatışma.................................................102
SONUÇ VE ÖNERİLER.................................................................................105
KAYNAKÇA....................................................................................................113
EKLER.............................................................................................................119
viii
TABLOLAR LİSTESİ
Tablo 3.1: Edim kavram alanı.............................................................................87
Tablo 3.2: Aile kavram alanı...............................................................................93
Tablo 3.3: Şiddet kavram alanı...........................................................................95
Tablo 3.4: İnsan kavram alanı............................................................................97
Tablo 3.5: Hukuk kavram alanı..........................................................................100
Tablo 3.6: Sosyal politika kavram alanı.............................................................101
Tablo 3.7: Çatışma kavram alanı.......................................................................103
ix
ŞEKİLLER LİSTESİ
Şekil 1.............................................................................................................108
x
KISALTMALAR LİSTESİ
ASP
Aile ve Sosyal Politikalar
ASPB
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı
s.
Sayfa
v.d.
Ve diğerleri
xi
GİRİŞ
Beden, insanlık tarihi boyunca insan yaşamını etkilemiştir. İktidar ve yaygın
söylemlerin beden ile kurduğu ilişki, günlük yaşamın fark edilmeyen, hatta sonuçları
ilk bakışta doğal görünen bir boyutudur. Beden-iktidar eksenini incelemek, yaşamın
yönetimini ve bedenin denetimini çözümlemek anlamına gelmektedir. Bu ekseni
tanımlamak ve medyanın bu eksen üzerindeki konumunu saptamak amacıyla yola
çıkan bu yüksek lisans tezi, bedenin ve cinsiyetin toplumsal boyutlarını
anlamlandırmak amacıyla bedenin tarihsel sürecini ve günümüzdeki konumunu
değerlendiren bir çalışmadır.
Beden, düşünce tarihinde yüzyıllarca görmezden gelinen, araştırılmasının gerekli
olmadığı yaygın olarak kabul edilen bir alan olarak kalmıştır. Ancak içinde yaşanılan
bedenin önemi, ona insanların yönetilmesinin alanı olarak yaklaşıldığında ortaya
çıkmıştır. İnsanların bedenleri aracılığıyla yönetildiği düşüncesi sonuçları kadına
şiddete, ırkçılığa, hatta soykırımlara varabilen politik eğilimlerin temelindeki
toplumsal bedeni düzenleme çabasının sorgulanmasını gerektirmiştir. İktidarların
bedenleri neden ve nasıl düzenlediği, denetlediği, yönettiği çok boyutlu ve karmaşık
bir sorudur.
Bedenler hem gözlemlenebilen politik olaylarla hem de belirli disiplinler tarafından
söylemsel olarak doğallaştırılarak fark edilmesi zorlaştırılan çeşitli iktidar
mekanizmalarıyla donatılmış karmaşık bağlamlarda varlığını sürdürmektedir. Bu
karmaşık bağlamda beden ile iktidar arasındaki ilişkiyi kuran en önemli
mekanizmalardan biri medyadır. Özellikle günümüz teknolojileri, medya söylemlerini
yaşamın sürekli ve sabit bir parçası hâline getirmektedir.
Medya söylemleri ve beden üzerinde kurulan iktidar arasında karşılıklı bir ilişki vardır.
Medya söylemleri yaşama ilişkin süreçler üzerinde kurulan iktidar açısından, beden ve
yaşam süreçlerinin düzenlenmesi, denetimi, toplumsallaşmadaki yeri bakımından
önemli bir role sahiptir. İktidar söylemleri ve medya söylemleri belirli disiplinler,
araçlar ve yöntemler aracılığıyla yaşam ve beden üzerindeki iktidarı doğallaştırmakta,
doğrulamakta, aynı zamanda söylemi ve bilgiyi ortaya koyan iktidar ilişkilerini
görünmez kılmaktadır.
1
Kadın bedeni politik bir alandır. Kadın bedeninin devlet, sermaye ve medya tarafından
konumlandırılışı bir yandan söylemsel ve kurgusal bir inşadır, bir yandan da kadınların
içinde yaşadığı durumun gerçekliğidir. Kadın bedeninin salt doğası ve politik kurgusu
arasında sınırlar çizmek bu nedenle neredeyse olanaksızdır.
Cinsiyet iktidar-beden ekseninin en önemli dinamiklerindendir. Çünkü iktidar bedene
biyoloji disiplinine dayanan bir cinsiyet atayarak onu cinsiyetlendirmektedir,
sonrasında ise kültüre ve toplumsal değerlere dayanarak belirli anlamlar, değerler ve
roller yükleyen toplumsal cinsiyeti üretmektedir. Ancak cinsiyet ve toplumsal cinsiyet
akademik alanda iktidarın yaşam ve bedenle ilişkisi kapsamında bu çalışma alanının
öteki boyutlarına göre henüz daha az incelenmiş konulardır. Bu nedenle bu tez,
cinsiyetlendirilmiş
beden
anlayışlarını
beden-iktidar
ekseni
çerçevesinde
değerlendirmeyi, cinsiyet ve toplumsal cinsiyet aracılığıyla kadını kurgulayan
söylemleri ve kadının bireysel ve toplumsal varlığını yöneten politikaları incelemeyi
amaçlamaktadır.
Beden üzerinde iktidar kurulmasını sağlayan politika anlamına gelen biyopolitika
kavramı ve nüfusun biyolojik, ekonomik, toplumsal ve kültürel yaşam süreçlerini
düzenleyen, yöneten iktidar anlamına gelen biyoiktidar kavramı tezde önem taşıyan
kavramlardır. Tez, iktidar ve beden arasında aracılık görevine sahip olan medyanın,
biyoiktidar söylemlerinin de aracılığını üstlenerek yaşamı yönetmeyi olanaklı kıldığını
öne sürmektedir.
Kadının biyoiktidar ve biyopolitika bağlamında Türkiye’de nasıl bir konumu olduğu,
Türkiye’de kadın üzerinde biyoiktidar kurulup kurulmadığı, kuruluyorsa ana akım
medya söylemlerinin bu süreçteki rolünün ne olduğu tezin temel araştırma sorularıdır.
Bu nedenle, 2011’de kadın sorunları ve kadının yaşamı ile ilgilenen bir devlet kurumu
olan Türkiye Cumhuriyeti Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı'nın kapatılması
ve Türkiye Cumhuriyeti Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın kurulması önemli bir
olaydır. Türkiye’de kadın ve iktidar ilişkisini düşünmek için, kadın ile ilgilenen bir
devlet kurumu olan Türkiye Cumhuriyeti Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın
kurulması ve politikaları önem taşımaktadır.
2
Medya söylemlerinin bu kurumun kuruluşunu nasıl haberleştirdiğini ve özellikle ilk
dönemlerinde politikalarını nasıl aktardığını incelemek, medya söylemlerinin bedeniktidar eksenindeki rolünü kavramak için önemli bulgular ortaya koyma potansiyeline
sahiptir. Bu nedenle tezde geleneksel basından iki gazete Habertürk ve Hürriyet’in ve
yeni medyadan iki haber sitesi Sabah ve Posta’nın ASPB’nin kurulduğu 2011 yılının
Haziran ayında ve kurulmasını takip eden Temmuz ve Ağustos aylarında ASPB
hakkındaki haberlerinin söylemleri, bu söylemlerin kadına yaklaşımı ve biyopolitik
yönleri çözümlenmiştir.
3
BİRİNCİ BÖLÜM
BEDEN-İKTİDAR EKSENİ
Beden-iktidar ekseni çeşitli dinamiklerden etkilenen politik, tarihsel ve söylemsel bir
eksendir. İnsan bedeni, insan doğası, dış doğa, yaşam biçimleri ve yaşamın kendisi,
hem kontrol edilemediği için politik alana çekilerek üzerinde iktidar kurulmaya
çalışılan, hem de iktidar ilişkilerinin politik alanı olarak doğallaştırılmaya çalışılan
alanlardır. Tarihsel süreçte özellikle ekonomi politiğin etkisi altında doğa
politikleştirilmiş, politika doğallaştırılmıştır. Bu nedenle insan yaşamına yönelik bir
doğa-politika sınırı çizmek olanaksız hâle gelmiştir.
Beden, Batı düşüncesinde uzun süre Platon ve Aristoteles’in düşüncelerinde olduğu
gibi aklın karşıtı olarak ona engel olan, akıl tarafından düzenlenmesi gerektiği
düşünülen bir kavram olarak kalmıştır. Platon’dan başlayarak yüzyıllarca akıl/beden
ikiliğinin aşağı kutbu olarak düşünsel alanda önemsiz görülen ve incelenmeyen
bedenin önemi Benedictus de Spinoza’ya dek kavranmamıştır. İnsanın bedeni içinde
ve bedeni aracılığıyla var olduğu düşüncesi, bedenin ve doğanın önemi üzerinde
düşünmenin önemini vurgulamıştır.
Bedenin, doğanın ve yaşamın politik ve toplumsal boyutları üzerinde ise 1920’lerden
itibaren biyopolitika kavramı aracılığıyla düşünülmüştür. Bu dönemlerde nüfusun,
toplumun bedenini düzenlemeye yönelik ırkçı düşünme biçimlerince başvurulan ilk
biyopolitika kavramsallaştırmaları yerini günümüzde Michel Foucault’nun izinden
giderek bedeni bir iktidar alanı olarak kabul eden tarihsel ve eleştirel tezlere
bırakmıştır. Bu araştırmalar farklı disiplinler ve yönetim biçimleri tarafından bedenin,
doğanın, nüfusun, toplumsal ve biyolojik yaşamın ekonomi politik tarafından
güdülenerek düzenlediğini ortaya koymuştur.
Bu düşünceler doğrultusunda bu bölümde bedenin tarihsel kavramsallaştırmaları
özetlenmiş, beden, politika ve iktidar ilişkisine biyopolitika ve biyoiktidar bağlamında
yaklaşılmıştır. Bu nedenle biyopolitikanın, ya da Foucault’ya göre biyopolitikanın bir
önceki evresi olarak ona ortam hazırlayan anatomo-politikanın, Avrupa’da büyük bir
nüfus krizi yaşandığı ve feodal düzenden kapitalizme geçiş dönemi olarak görülen 16.
ve 17. yüzyılda geçirdiği dönüşümler, kadın üzerindeki etkilerine değinilerek
4
incelenmiştir. Özellikle 16. ve 17. yüzyılda Avrupa’daki yoksul kadınların durumu,
ekonomik ve toplumsal kriz dönemlerinde kadına şiddetin ve kadının toplumsal
alandan dışlanması ile ilgili olan toplumsal ve politik kadın sorunlarının ekonomi
politik ile ilişkisinin açık bir örneğini oluşturmakta, aynı zamanda iktidar-beden
ekseninin kadınlar açısından önemini göstermektedir.
Modern çağ ve sonrasında ise ırk, cinsiyet, cinsellik bağlamında bedenin denetimi,
disiplini, kontrolü amaçlarıyla biyoiktidar mekanizmaları genişlemiştir, biyopolitik
kurum ve disiplinlerin kapsamları gelişen teknoloji aracılığıyla farklı boyutlara
ulaşmıştır. 16. yüzyıldan günümüze dönüşerek ve gelişerek varlığını sürdüren
biyoiktidar, günümüzde yaşanan belirli toplumsal sorunları açıklama potansiyeline
sahip olan karmaşık, her an ve her yerde işleyen bir yönetimsellik biçimidir; ekonomi
politiktir, bilgidir, bilimsel disiplinlerdir, devlettir ve söylemdir. Yalnızca bu
öğelerden biri ya da her zaman hepsinin bir birleşimi değildir, günümüz toplumsal
yaşamının paradigmasıdır.
1.1. Tarihsel Süreçte Unutulan ve Dışlanan İnsan Bedeni
Beden bireysel deneyim ve toplumsal yaşamın önemli bir öğesi olmasına rağmen uzun
süre felsefe, sosyoloji, iletişim gibi alanlarda araştırılmayan bir konu olarak kalmıştır.
Bedenin göz ardı edilmesinin izi Antik Yunan’a, Platon’un düşüncelerine kadar
sürülebilmektedir. Batı felsefe geleneğini önemli derecede şekillendirmiş olan Platon
idealist yaklaşımında akıl/beden ikiliğini ortaya koymuş, bedeni düşüncenin önünde
bir engel olarak görmüştür (Ejder, 2013: 63). Platon’un etkisinde insan ve yaşam
hakkında düşünürken akla yönelme ve bedeni önemsiz görme eğilimi uzun süre
geçerliliğini korumuştur.
Akıl/beden ikiliği içinde beden uzun süre aşağı kutup olarak değerlendirilmiştir. Batı
felsefe geleneğinin temelindeki düalist felsefeyi sistemleştiren Platon’a göre ruh
maddesel olmayan, değişmez ve gerçek evren olan idealar evrenine aittir. Beden ise
fiziksel ihtiyaçları ve etkileşimleriyle geçici, istikrarsız ve ölümlü maddesel dünyaya
aittir (Berktay, 2016a: 131).
Modern akıl kavrayışı da akıl/beden ikiliğini düşünür René Descartes’ın
düşüncelerinin etkisi altında sürdürmüştür. Descartes’ın akıl ve bedeni birbirine
5
indirgenemez iki ayrı töz* olarak nitelemesinin bir sonucu olarak “zihin ve beden
arasında açılan derin yarık … kapsayıcılık ve belirleyiciliğiyle hâlâ geçerliliğini
korumaktadır” (Özkan, 2013: 17). Modern özne Descartes’ın ruh ve beden olarak
belirlediği iki tözden yalnızca biridir ve ruh üzerinden tanımlanmıştır (Özkan, 2013:
18). Bu düşüncelerin sonucu olarak felsefe tarihinde beden, düşüncenin önündeki bir
engel olarak görmezden gelinmiştir.
Platon’dan itibaren felsefi alanda konumunu sürdüren bu ikilik düşünür Benedictus de
Spinoza’nın ortaya koyduğu düşünceler sayesinde bir kırılma yaşamıştır. Spinoza tanrı
ve doğa arasında bir özdeşlik kurmuştur, doğaya ait olanın nesnel zorunluluğunu
tanrıya atfetmiştir (Ejder, 2013: 64). Spinoza doğanın yetkinliği ve gerçekliğini açığa
çıkarmayı akılsal olanla değil, bedensel olanla ilişkilendirmiştir.
Spinoza bedeni yer kaplayan varlık olarak düşünülen “Tanrı’nın ya da Doğa’nın özünü
ifade eden bir varolma biçimi” olarak kavramlaştırmıştır (Şiray, 2013: 10). Spinoza’ya
göre duygular duygulanışlardan, bedenin etkilenişlerinden kaynaklanarak ortaya
çıkmaktadır, böylelikle beden ve düşünce varlığın eşit ifadeleri olarak ilkece aynı
düzene bağlanmaktadır (Şiray, 2013: 11).
Bedenin aşağı konumu uzun süre politik ve kültürel düzene, ahlak sistemlerine
yansırken, Spinoza’nın düşüncesi bedenin yeniden değerlendirilmesine sebep
olmuştur. Sosyolog Ulus Baker, Spinoza’nın “bedeni, filozoflara ‘ne düşündüklerini
ve nasıl düşündüklerini’ anlamak için bir ‘model’ olarak” önerdiğini söylemiştir ve bu
önermeyi bedenin ruha boyun eğmesini gerektiren ahlak sistemlerine ve kendinden
önce gelen düşünürlere yöneltilmiş bir protesto olarak değerlendirmiştir (1997). Baker
Spinoza’dan yola çıkarak bedenin model olarak alınmasının önemini açıklamıştır:
“Beden nasıl bir model olabilir? Spinoza'nın bu modeli sunuşundaki mantık
silsilesi o kadar sağlamdır ki, onu takip etmekten başka yapacak bir şey kalmıyor
geriye: Bizde bir tarafta dış şeyleri temsil eden, dolayısıyla ‘nesnel gerçekliğe
sahip’ fikirler, öte tarafta da bu fikirlerin ‘belirlediği’ ‘ruhsal haller’, yani
‘duygular’ (affectus) var. Günlük yaşam önce fikirlerin bir akışı, bir
kovalamacası, bir çağrışımlar silsilesidir --tıpkı şiir okurken imgelerin birbiri
adına ruhumuzu sarması gibi... ikinci olarak nasıl bir fikirler silsilesi varsa,
hayatımız ‘duyguların’ birbirini takip edişiyle, birbirlerini yerlerinden söküp
atmasıyla, birbirlerini kovalamalarıyla geçer. Bu durum, hem ‘sokakta’ hem
*
Töz: Varlığı başka bir şeye ihtiyaç duymayan dayanak.
6
‘tarihte’ hem de Spinoza'nın Ethica'sının ‘geometrisinde’ eş ölçüde geçerlidir.
Ama ‘duyguları’ belirleyecek olan fikirler gökten zembille inmezler --onlarla
sokakta karşılaşırız, onlarla kitaplarda karşılaşırız, filmlerde, otobüs duraklarında
beklerken, reklam tabelalarını seyrederken karşılaşırız --bu karşılaşmaların
‘bedensel’ karşılaşmalar olmadığını söylemek budalalık değilse nedir?” (1997).
Dünyanın beden ile algılandığını savunan sosyolog Anthony D. Smith de dünyayı
algılamanın bedenin dünyaya çoktan uyum sağlamış olması ile mümkün olduğunu,
kişinin bedeni zaten dünyanın bir parçası olduğu için dünyadan etkilendiğini “Beden
bizim için ... dünyayı açıklayandır: dünyanın canlı yorumcusudur” sözleri ile
açıklamıştır (2013: 43). Bu düşünceye göre varoluş, “dünya içinde” varoluştur (Smith,
2013: 44).
Düşünür Maurice Merleau-Ponty ise “bedensel-özne” olarak ifade edilebilecek bir
kavrayışla insanın bilme faaliyetine girişmeden önceki, hatta tüm bilme faaliyetlerine
zemin sağlayan varoluşsal durumun varlığı üzerine düşünmüştür (Özkan, 2013: 22).
Merleau-Ponty’nin savı algılamanın beden aracılığıyla gerçekleştiğidir çünkü insan
her zaman “dünya-içinde-varlık”tır (Özkan, 2013: 23). İnsanın dünyayı deneyimleyişi,
kendisinden kopuk bir nesne dünyasına yönelik olarak gerçekleşmemektedir, özne
dünyayı bedeni aracılığıyla bir bütünsellik olarak deneyimlemektedir. İnsanın
varoluşu modern anlamda insanın dünyada oluş biçimidir, bu nedenle fiziksel ve
toplumsal durumları deneyimlemesi dünya görüşüne dönüşmektedir (Merleau-Ponty,
1991: 72).
Merleau-Ponty’nin belirttiği üzere beden fiziksel bir çevrede ve toplum içinde
yaşamaktadır. Toplum içinde yaşamaları bedenlerin toplumsallaştığı; aile, topluluk,
okul, tıp ve politikadan etkilendiği, onlar tarafından üretildiği anlamına gelmektedir.
Akıl/beden ikiliğinde bedenin aşağı görülmesi ve ona yönelik olanın bastırılması
gerektiğinin düşülmesine benzer olarak günümüzde beden üzerinde denetimler farklı
politik, toplumsal bağlamlarda sürmektedir. Toplumun işlediği, eğittiği, yetiştirdiği ve
değiştirdiği bedenler söz konusudur. Toplum içinde bedenler “toplumun kültürü,
alışkanlıkları, değerleri, normları, yasakları, ödülleri ve cezaları ile” hareket etmekte
ve böylelikle “toplumsal ilişkileri, kurumları ve toplumsal yapıyı meydana getiren esas
öğelerden birini temsil eden gövdelere, toplumsal bedenlere dönüştürülmektedir”
(Bingöl, 2017: 88).
7
Fatmagül Berktay bedenin toplum ve kültür ile ilişkisini şu şekilde açıklamıştır:
“İnsanlar bu dünyaya bedenli olarak gelirler ve başkalarıyla bu bedenselliğin belli
özelliklerini (et, kan, kemikler; hastalıklara açık oluş; yaşlanma; ölüm vb.)
paylaşırlar. Ne var ki, bedenin anlamını belirleyen, doğal ve dolayısıyla evrensel
özellikler değildir. Çünkü aynı özellikler, her yerde aynı derecede vurgulanmaz.
Bedenler, toplumun ve kültürün dışında varolmazlar. Ve her kültür insan
bedenselliğinin bazı yönlerini vurgularken, diğer bazı yönlerini de gözardı eder.
Bu anlamda beden bir kültür aracıdır; ne yediğimiz, nasıl giyindiğimiz,
bedenlerimize ‘bakmakla’ ilgili ritüellerin tümü esas olarak kültür tarafından
belirlenir. Beden, çok güçlü bir sembolik form; bir kültürün merkezi kurallarının,
hiyerarşilerinin ve hatta metafizik bağlılıklarının ‘yazılı’ olduğu yüzeydir. Ancak
beden yalnızca bir kültür ‘metni’ olmakla kalmaz, aynı zamanda, Pierre Bourdieu
ve Michel Foucault’nun belirttikleri gibi, toplumsal denetimin pratik odağıdır”
(2016a: 130-131).
1.2. Cinsiyetli Bedene Karşı Cinsiyetlendirilmiş Beden
İnsanın dünyayı deneyimlemesinin önemli bir boyutu olan beden, tarih boyunca
cinsiyetli ya da cinsiyetlendirilmiş olarak değerlendirilmiştir. Cinsiyetli ya da
cinsiyetlendirilmiş bedenler kişilerarası iletişimi, toplumsal yaşamı, kültürü, iktidarı
deneyimlemenin önemli biçimleridirler.
Bedenin antik dönemden beri kadın ve erkek olarak ikili ve heteronormatif kabulü,
insanların dünyayı deneyimleme biçimleri ve yaşamları üzerinde doğrudan etkilere
sahiptir. Berktay kadın ve erkek kavramlarının kurgusallığına dikkat çekmiştir:
“Aristoteles’in ‘eksik kalmış erkek’ olan kadını ve Kutsal Kitap’ın ‘ilk günah’tan ve
insanın cennetten kovulmasından sorumlu olan Havvası’yla birlikte, insana ilişkin iki
farklı simgesel kurgunun; özleri, işlevleri ve potansiyelleri açısından hiyerarşik bir
biçimde farklı olan ‘kadın’ ve ‘erkek’ kurgularının ortaya çıktığını görüyoruz” (2016a:
130).
Aristoteles’in düşüncelerine göre “Ruh beden üzerinde; Akıl duygu üzerinde; Erkek
kadın üzerinde egemendir” (Berktay, 2016a: 132). Aristoteles için otorite hükmeden
kişiye aittir ve Aristoteles bu otoritenin tiranlık ya da monarşide olduğu gibi
gelenekten ya da erkeğin kadın üzerindeki otoritesinde olduğu gibi “doğadan”
geldiğini savunmuştur (Berktay, 2016a: 87). Aristoteles erkeklerin kadınlar, köleler ve
çocuklardan farklı olarak eksiksiz bir muhakeme yetisine sahip olduğunu iddia
ettmiştir, “bu fikirler Hıristiyan teolojisinin kadına ilişkin dogmatik anlayışının
8
tartışılmaz temeli olmuş ve Batı düşüncesinde etkileri bugün bile izlenebilecek
biçimde yer etmiştir” (Berktay, 2016a: 87).
Berktay Platon ve Aristoteles’in yarattığı insan değerine ilişkin hiyerarşiyi ve
düşüncelerinin cinsiyet ile ilişkisini açıklamıştır:
“Platon ve Aristoteles’in düalist rasyonalizmi, bir toplumun egemenlerinin ve
onların statükoyu sürdürme isteklerinin, o toplumun en derin düşünürlerinin
kavrayışını bile nasıl sınırlandırıp çarpıttığına iyi bir örnektir. İnsan değerine
ilişkin bir hiyerarşinin yaratılması ve bunun eşitsiz toplumsal ve ekonomik
ilişkileri meşrulaştırmak için ‘doğal’ sayılması, tarihin her döneminde
karşılaşılan bir durumdur ve egemen ideolojinin temel işlevine işaret eder. Kadın
ile erkek arasında, kadınların üreme kapasitelerine dayandırılan ‘doğal’ farklılık
söylemi, cinslerin doğasına ilişkin dikotominin çerçevesini oluşturur ve erkeğin
üstünlüğü ile kadının ikincil konumu bu dikotomi aracılığıyla meşrulaştırılır.
Böylece, bir üstün erkekler evreni yaratılmış olur; ne var ki bu evren, gene de,
kadının ‘doğal’ evrenine bağımlı kalır. Belki de, kadınları denetim altına alma
gereğini ortaya çıkaran da, bu bağımlılık karşısında duyulan korkudur” (2016a:
133).
Feminist düşünür Simone de Beauvoir’ın ünlü sözü “İNSAN kadın doğmaz: sonradan
olur” (1993: 231) toplumsal cinsiyetin inşa edildiğini, bir kurgu olduğunu
aktarmaktadır. Kadın çalışmaları uzun bir süre toplumsal cinsiyetin, cinsiyete dayanan
toplumsal, kültürel, ideolojik bir kurgu olduğu düşüncesine odaklanmıştır. Ancak,
cinsiyet – toplumsal cinsiyetin kendini doğrulamak için dayandığı biyoloji – de
toplumsal, kültürel ve politik ideolojilere dayanmaktadır. Bedene yönelik
cinsiyetlendirme; kadın ya da erkek cinsiyetin doğumda kişiye atanması süreci söz
konusudur. Biyoloji ve doğa da toplum ve kültür gibi birer tarihe sahiptir. Biyoloji ve
doğa, toplumsal ve kültürel olanın maddesel dayanağı olarak kabul edilmiştir.
Feminist kuramcı Judith Butler biyolojik cinsiyet sınıflamasının kültürel yapılar için
bir çıkış noktası olduğunu açıklamış, bu doğrultuda bedenin maddeleşmesi üzerine şu
şekilde düşünmüştür:
“Biyolojik cinsiyetin bu maddesel açıdan indirgenmezliği varsayımı, çeşitli
türlerin toplumsal açıdan cinsiyet analizinin yanı sıra feminist epistemoloji ve
etiğini de temellendirip [bu analiz, epistemoloji ve etiğe] onay vermiş gibi
görünmektedir. Bu tartışmadaki terimleri yerlerinden etme çabasıyla, nasıl ve
niçin [bu] ‘maddeselliğin’ indirgenememe işareti haline geldiğini sormak
istiyorum; yani, biyolojik cinsiyetin maddeselliği nasıl sadece kültürel yapıları
taşıyan ve böylece bir yapı olmayan [bir olgu] olarak anlaşılır?” (2013: 70)
9
Butler’a göre maddesellik “onsuz hiçbir şey yapamayacağımız bir şey” olma
olasılığına sahip bir kavramdır (2013: 71). Bedenin maddesel algılanmasında madde
“yansılanmaları ve çelişkilerinde cinsel farklılığın yeni başlayan oyununu yasallaştıran
bir gösterge” olarak okunmalıdır (Butler, 2013: 90). Madde, “farklılıklara dayanarak”
cinsiyetlenmiştir, bu yüzden “kendisini bir kararsızlık alanı, eril biçimde beden
olmayan bir beden, dişil biçimde beden olmayan bir madde olarak” temsil etmektedir
(Butler, 2013: 91).
Butler’a göre beden “ruhun ya da maddi olmayan bir istemin aracı” değildir ve
“cinsiyetlenme, ırksallaşma, bir sınıfa ait olma” dışında anlam ifade eden bir varoluşa
sahip değildir (Direk, 2015: 83). Beden cinsiyet, ırk, sınıf işaretlerini performatif* bir
biçimde kazanarak beden olmaktadır.
Butler toplumsal cinsiyeti zamanla inşa edilen, bir dizi eylemin tekrar edilmesi
aracılığıyla dış bir alanda kurulan bir kimlik olarak tanımlamıştır (2007: 191).
Toplumsal cinsiyetin inşa edilmiş olması, doğanın salt doğa anlamının dışına
çıkarılması ve bedenin bu doğaya göre cinsiyetlendirilmesi onun anlamsız olduğu, bir
yalan olduğu anlamına gelmemektedir. Çünkü bedenler tarihsel ve toplumsal
gerçekliklerdir.
Sosyolog R.W. Connell “doğallaştırma” sürecinin, “biyolojik bilimin neyi
açıklayabildiği veya açıklayamadığına ilişkin naif bir hata” olmadığını, doğanın
“açıklamadan çok, haklı çıkarmak için kanıt” olarak öne sürüldüğünü açıklamıştır
(1998:
322).
Doğallaştırma
sürecinin
güdülediği
cinsiyet,
toplumsal
cinsiyetlendirmenin bir varsayımıdır ve işlemesinin temel koşuludur. Kişinin
“biyolojide bir varolanı varolan olarak” tecrübe etmesi için onun varlığını önceden bir
biçimde anlamış olması gerekmektedir (Direk, 2015: 73). Bu nedenle temelde el
değmeden kalmış, iktidar ve tarih dışı, doğal bir cinsiyetten bahsetmek imkansızdır
(Direk, 2015: 73).
Butler için önemli başka bir kavram anlaşılırlıktır. Kadın ve erkeğe yönelik
biyolojinin, doğanın toplumsal yaşamda bir karşılığının olması, onlara bir anlaşılırlık
Performatif: Normun veya normların, eylemin ya da eylemlerin belirli şekilde yinelenmesi ile ortaya
çıkan, tekrar ve ritüel ile kültürel olarak sürdürülen, doğal değil zamansal olan.
*
10
yüklenmesi, onların bir açıklamasının yapılmasını gerektirmektedir. Bedene
anlaşılırlık ilkesi yüklenmesi “biyolojik bir mantıklı dişil gelişimi açıklayan doğal bir
teoloji stratejisi”dir (Butler, 2013: 75). Anlaşılırlığa dayanarak kadınların “üreme
alanıyla sınırlandırılmış belli sosyal görevleri yerine getirmekle yükümlü oldukları ve
diğer görevleri yerine getirmekle aslında yükümlü olmadıkları iddia edilmiştir”
(Butler, 2013: 75). Örneğin bedeninin doğurganlığı, geleneksel söylemde annelik
içgüdüsü fikri ortaya atılarak kadının özel alanla sınırlandırılması, emeğinin
değersizleştirilmesi ve iş gücünden dışlanması gibi durumların dayanağı olarak
kullanılmıştır.
Bütün kültürlerde kadın ve erkek bedeni arasında ayrım yapılmakta ve bu iki tür
bedene farklı anlamlar yüklenmektedir. Kadın bedeni, bedenselliğin en somut ifadesi
olarak görülmektedir çünkü “kadın, doğurganlığı ve üremede oynadığı rol nedeniyle
varoluşun fiziksel yönleriyle daha fazla donanmış” kabul edilmekte ve “bu nedenle
doğayla ve dolayısıyla da bedenle” özdeşleştirilmektedir (Berktay, 2016a: 148).
Butler’ın düşüncesine göre günümüzün iktidar rejimleri içinde bir toplumsal cinsiyetle
özdeşleşmek bir dizi normu üstlenmeyi ve onlarla özdeşleşmeyi gerektirmektedir.
Ancak cinsel kimlik kazanmak için bir bedel ödenmekte, başka özdeşleşme dizileri
kaybedilmekte, ya da kişinin seçmediği, onu seçmiş olan ve onu belirlemekte
bütünüyle başarısız kalacak bir normla zoraki bir yakınlaşma içinde kalınmaktadır
(Direk, 2015: 83).
Beden toplumsal ve söylemsel bir nesnedir (Pettmann, 2000: 59). Güç, iktidar
bedenleri şekillendirmekte, onların devamlılığını sağlamakta, onları ayakta tutmakta
ve şekillendirmektedir. Maddeleşme süreci söylem ve iktidarın bedeni kuşatması
olarak incelendiğinde bu iktidarın üretken boyutları dikkat çekmektedir. Düşünür ve
araştırmacı Michel Foucault ruh, birey gibi modern kavramların ve modern insan
bilimlerinin iktidarın insan bedenini kuşatmak için geliştirdiği söylemin ürünü
olduğunu öne sürmüştür (Canpolat, 2005: 106).
Beden, söylem içinde ve iktidar ilişkileri bağlamında cinsiyetli bir varlık ve böylece
toplumsal cinsiyet normlarına uyması gereken, disiplin edilmesi gereken bir varlık
anlamı kazanmaktadır. Foucault’ya göre beden ona doğal bir cinsiyet fikri yükleyen
11
bir söylem tarafından belirlenmeden önce cinsiyetli bir varlık değildir; bu söylem
cinsellik söylemidir. Foucault “bedenin ve nüfusun buluşma yeri”nin cinsellik
olduğunu öne sürmüştür (2018: 257). Bu nedenle cinsellik bir disiplin ve düzenleme
alanıdır (Foucault, 2018: 258).
Beden maddeselleşen bir varlık olarak ele alınmaktadır, bu maddeselleşmeyi
toplumsal cinsiyetlendirme mekanizmaları düzenlemektedir (Direk, 2015: 75). Butler
bedenin yasayla maddeleştiği tezini savunmuştur. Butler’a göre iktidar bireyi
sınırlandırmakta, denetlemekte, düzenlemekte, ona yasalar koymakta ve onu
korumaktadır. İktidar aynı zamanda kendi yapılarına tabi olanı biçimlendirmekte ve
oluşturmaktadır. Özneler politik sistem tarafından söylemsel bir biçimde
kurulmaktadır. İktidar kendi yapılarına tâbi olanları, özneleri üretmektedir ve “ürettiği
öznenin eril olduğunu” varsaymaktadır (Direk, 2017: 78). Direk Butler’ın üretkenlik
hakkındaki düşüncelerini şu şekilde aktarmıştır:
“Judith Butler tarihi bir abjection (dışa atma) tarihi olarak okur … Tarihi
abjection tarihi olarak okumak, söylemin bedenleri incittiğini, bazı bedenleri
eldeki varlık bilimlerin, anlaşılırlık şemaların sınırlarına yerleştirdiğini öne
sürmektir. Öyleyse abjection tarihi olarak tarih sorunu, toplumsal
cinsiyetlendirme pratiğiyle doğrudan bir biçimde ilişkilidir. Toplumsal
cinsiyetlendirme cinsiyetin maddeleşmesini üreten normatif ve zorlayıcı bir
pratiktir. Toplumsal cinsiyet normları yalnızca düzenleyici (regülatif) değildir;
onlar sayesinde işleyen toplumsal cinsiyetlendirmenin bedenin maddeleşmesini
‘üretici’ nitelikte olduğu Butler tarafından sürekli bir biçimde vurgulanacaktır”
(2015: 78).
Özetle maddeleşme, toplumsal cinsiyet normlarını yineleyen iktidarın bir sonucudur.
Butler maddeyi dinamik bir biçimde maddeleşme süreci olarak ele almıştır.
Düzenleyici iktidar bedeni maddeleştirmekte, maddeleşmeyi üretmektedir (Direk,
2015: 80).
Cinsiyetlendirme tezine odaklanarak ve bedenin cinsiyetli olduğunu kanıtlayan
biyolojinin aslında bedenin cinsiyetli olduğunu öne sürerken cinsiyeti ürettiği göz
önüne alınarak, beden üzerindeki iktidarı anlamlandırmaya bir adım daha
yaklaşılmıştır. İktidarın bedeni düzenlerken göz önüne aldığı el değmemiş, salt bir
doğadan söz etmek, özellikle de günümüzde imkansızdır. Beden ve toplumsal cinsiyet
bağlamında iktidarın doğayı yalnızca kendini ve söylemlerini doğrulamak için dışsal
bir dayanak olarak ele alması mümkün değildir. Çünkü söz konusu doğa, iktidar
12
dinamiklerinin söylemsel olarak yöneldiği doğadır. İki cinsiyetin heteroseksüel ve natrans* kadın ve na-trans erkek olduğu yıllarca doğal, biyolojik bir gerçeklik olarak
savunulmuş, bu biyoloji ve doğadan yola çıkarak kadınlık ve erkeklik tanımlanmış,
toplumsal yaşamda, ekonomik yaşamda ve özel alanda onlara belirli roller biçilmiş,
özellikler yüklenmiştir. Politikanın bedenlere yüklediği toplumsal anlamları
kavramak, üzerinde kurduğu iktidarı anlamlandırmak aslında bu bedenleri üretiyor
olduğunu anlamaktan geçmektedir.
İktidar, öznesini doğduğunda anlaşılır kılmakta, maddeleştirmektedir. Doğumda, hatta
21. yüzyılda biyoteknolojiler aracılığıyla doğumdan önce, öznesine bir cinsiyet
atamaktadır. Belirli toplumsal cinsiyet normlarına göre yetişmesi için, öznenin önce
bir cinsiyeti olmalıdır. Bu işlem ne kadar bilimsel ve tarafsız görünürse görünsün, bir
özneye cinsiyet atandığında, cinsiyet üretilmiştir. Kısacası beden yaşamaya başladığı
anda iktidar tarafından üretilmektedir. Beden-iktidar ekseninde insanın yaşam
boyunca doğrudan bir iktidar öznesi olması, bedenin bir iktidar alanı olması bu
aşamada başlamaktadır.
1.3. Beden ve Politika: Biyopolitik Bakış Açıları
Biyopolitika sözcüğü, yaşam (bíos) ile uğraşan politika (politikos) anlamına
gelmektedir (Lemke, 2016: 16). Yüz yıllık bir tarihi olan biyopolitika kavramının
ortaya çıkışı, genel tarihsel ve kuramsal bir kümelenmeden kaynaklanmıştır:
“19. yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde Lebensphilosophie (hayat felsefesi)
bağımsız bir felsefi eğilim olarak çoktan gün yüzüne çıkmıştı; Almanya’daki
kurucuları Arthur Schopenhauer ve Friedrich Nietzsche’yken Fransa’da ise Henri
Bergson’du. Bireysel Lebensphilosophen (hayat filozofları) oldukça farklı
kuramsal pozisyonları temsil ediyordu. Buna karşın ‘hayat’ın yeniden
değerlendirilmesi; hayatın sağlık, iyi ve doğrunun normatif ölçütü olması ve
temel bir kategori olarak benimsenmesi konularındaki görüşleri ortaktı. Hayat bedensel bir olgu ya da organik bir varoluş; içgüdü, sezi, duygu veya ‘deneyim’
(Erlebnis) olarak anlaşıldığında- ‘soyut’ kavramlar, ‘soğuk’ mantık ve ruhsuz
‘tin’ tarafından temsil edilen, ‘ölüm’ün ve ‘taşlaşma’nın karşıtıydı” (Lemke,
2016: 25).
*
Na-trans: Trans olmayan, cisgender.
13
1.3.1. Biyopolitika Kavramının Tarihçesi
20. yüzyılın başında biyopolitika kavramını ilk olarak siyaset bilimci Rudolf Kjellén
kullanmıştır (Lemke, 2016: 26). Biyopolitika kavramı ortaya çıktığı 1920’li yıllardan
günümüze önemli bir dönüşüm geçirmiştir ve beden, yaşam ve doğanın politik
bağlamlarını inceleyen çalışmalarda farklı anlamlarda kullanılmıştır. Biyopolitika
yaşam ve politikanın ilişkisini, yaşam üzerinde kurulan iktidarı ve bedenlerin
denetimini anlatmaktadır.
Biyopolitika kavramı hakkında ortaya çıkan ilk yaklaşımlar, yaşamı politikanın temeli
olarak gören doğalcı yaklaşımlar ve yaşam süreçlerini politikanın nesnesi olarak gören
politika odaklı politisist yaklaşımlar olmuştur (Lemke, 2016: 17). Doğalcı yaklaşımlar
devlet hakkındaki organik kavrayışlara, Nasyonal Sosyalizm’de de görülmüş olan
ırkçı akıl yürütme biçimlerine ve güncel siyaset bilimindeki biyoloji temelli görüşlere
dayanan farklı kavrayışlardan oluşan geniş bir yelpazedir. Politisist düşünceler ise
biyopolitikaya bir uygulama alanı olarak ya da yaşam sürecinin yönetilmesi ve
düzenlenmesini amaçlayan politikanın bir alt disiplini olarak yaklaşmıştır.
Sosyolog Thomas Lemke’nin Biyopolitika başlıklı eserinde ortaya koyduğu temel sav,
bu iki yorum hattının da biyopolitik süreçlerin temel boyutlarını kavramakta başarısız
olduğudur. Bu iki yaklaşım da yaşam ve politika arasında dışsal bir ilişki ve değişmez
bir hiyerarşi olduğunu varsaymaktadır. Lemke’ye göre ise yaşam ve politika yalıtılmış
fenomenler olarak görülmemeli, ilişkisellikleri ve tarihsellikleri bağlamında
incelenmelidirler (2016: 19).
Yaşamın ve politikanın belirli sınırlar ile ayrılmış olduğu düşüncesi beden ve politika
ilişkisini tarihsel ve toplumsal bağlamları ile değerlendirmeyi zorlaştırmaktadır. Doğa
toplumsal ilişkilerinin bir parçası olarak görülmelidir çünkü yaşam tek başına sabit bir
referans noktası değildir (Lemke, 2016: 19). Aynı zamanda biyoteknolojik yeniliklerin
etkisi yaşam süreçlerinin dönüştürülebilir ve denetim altına alınabilir olduğunu
kanıtlamaktadır, bu düşünce “insanın dokunmadığı bakir doğa” düşüncesinin terk
edilmesini sağlamıştır (Lemke, 2016: 19).
14
Biyopolitika kavramını ilk kullanan kişi olan Kjellén, devlete karşı organikçi bir
görüşe sahiptir ve yaşamı politikanın temeli olarak ele almıştır. Kjellén için devletin
doğal biçimi bir etnik bireylik ifade eden ulus devlettir (Lemke, 2016: 26). Organikçi
yaklaşımın çerçevesi çoğunluğu Almanca olan bir dizi denemeden oluşmaktadır; Karl
Binding, Eberhard Dennert ve Edward Hahn gibi yazarların 1920’lerde yazdıkları
denemeler devlet hakkında yaşamsal bir anlayışına sahiptir (Esposito, 2008: 16).
Organikçi görüşün temel varsayımı “tüm toplumsal, politik ve hukuki bağların canlı
bir bütüne dayandığıdır”, bu bakış açısına göre politika kendisine “yalnızca biyolojik
yasalara göre” yön vermekte ve bu yasaları “meşru kabul edip gerçekliğe uygun
saydığı bir ilke” olarak ele almaktadır (Lemke, 2016: 27). Organikçi devlet görüşü,
muhafazakâr ve demokrasi karşıtı bir karakter ile Nasyonal Sosyalizm tarafından
benimsenmiştir ve ırkçı eğilimleri doğrulamak amacı ile kullanılmıştır. Bu dönemde
hiyerarşik bir toplumsal yapılanma ve ırksal homojenlik savunulmuştur.
Lemke kavramın gelişiminde iki önemli yorum hattı saptamıştır (2016). İlk çizgide
bulunan ekolojik biyopolitika, korunan ve savunulan amaçları takip etmiştir; politikayı
doğal çevrenin korunması ile ilişkilendirmiştir. 1960’lardan itibaren politik aktivizm
ve toplumsal hareketler küresel çevre krizi bağlamında ekolojiye odaklanmıştır. Doğal
kaynakların kısıtlılığı ve nüfus artışının sonuçları ile ortaya çıkan endişeler gündeme
gelmiştir (Lemke, 2016: 41-42). Biyopolitika kavramı bu bağlamda politika hakkında
yeni bir alanın gelişimi ve insanlığın doğal çevresini korumak amacı ile hareket eden
politik eylem anlamına gelmeye başlamıştır. Bu çerçevede artan dünya nüfusu, açlık,
hava ve su kirliliği, doğal kaynakların tükenmesi ve enerji kaynaklarının azalması
sonuçlarını ortaya çıkaran politik ve toplumsal sorunlar değerlendirilmiştir.
İkinci yorum hattı ise dinamik bir gelişimi ve üretimciliği savunmaya odaklanan,
biyopolitikanın teknik bir okumasını yapan, biyopolitikayı tıbbi ve bilimsel bilginin
ve biyoteknolojik uygulamaların bir sonucu olarak ortaya çıkmış yeni bir politika alanı
olarak tanımlayan görüştür (Lemke, 2016: 18). Yaşamın dünyadaki doğal temellerini
korumaya ve kollamaya odaklanan biyopolitika düşüncesi teknik merkezli
biyopolitika olarak isimlendirilmiş farklı bir düşünme biçiminin de ortaya çıkmasına
yol açmıştır. 1970’lerde geliştirilen DNA transferi, fetüsün görüntülenmesi, tüp bebek
gibi biyoteknolojik yenilikler, genetik ve üreme teknolojileri, bilimsel süreçlerin
15
denetimi ve düzenlenmesine ilişkin kaygılara sebep olmuştur (Lemke, 2016: 44-45).
Bu dönemde biyoetiğe ilişkin düşünceler ve kaygılar, biyopolitika kavramının tartışma
alanı olmuştur ve bu yenilikler politikanın alanını genişletmiştir.
1973’te Uluslararası Siyaset Bilimi Birliği’nin (International Political Science
Association) biyoloji ve politika üzerine araştırmalara başlaması ile biyopolitika
çalışmaları (Esposito, 2008: 21) kavramın gelişmesine ve zamanla günümüzde
kullanılan anlamına yaklaşmasına katkı sağlamıştır. 1975’te Paris, Bellagio, Varşova,
Chicago ve New York’ta uluslararası kongreler düzenlenmiştir, 1983’te Politika ve
Yaşam Bilimleri Birliği (The Association for Politics and the Life Sciences), iki yıl
sonra ise Politika ve Yaşam Bilimleri (Politics and Life Sciences) ve Biyopolitika
Araştırmaları (Research in Biopolitics) dergileri kurulmuştur (Esposito, 2008: 21).
Biyopolitika kavramının birbiri ile çelişen pek çok bakış açısından incelenmiş olması,
aslında yaşam ve politika arasındaki ilişkinin karmaşıklığını ve önemini ortaya
koymaktadır. Tam da bu karmaşıklık ve önemi kavrayan Michel Foucault, Giorgio
Agamben, Michael Hardt ve Antonio Negri’nin biyopolitika yaklaşımları tarihsel ve
ilişkisel biyopolitika anlayışları yansıtmaktadır. Tezde biyopolitika kavramı bu
yazarların ortaya koyduğu düşüncelerden yola çıkarak yaşamı ve bedeni yöneten, onlar
üzerinde iktidar kurulmasını sağlayan politika ve bu politikanın aygıtları, biçimleri ve
süreçleri anlamında kullanılmaktadır.
Bedenin ve yaşamın iktidar süreçlerince nasıl yönetildiği, beden ve yaşamın iktidar
süreçlerini nasıl etkilediği, onlara yönelik politikaların neler olduğu ve nasıl işlediği
biyopolitikanın işleyebileceği, biyoiktidarın kurulabileceği ortamın hazırlandığı 16. ve
17. yüzyıldan başlayan ve günümüze uzanan tarihsel süreç içinde ortaya çıkmaktadır.
1.3.2. Biyopolitikanın Doğuşu
Biyopolitika ve biyoiktidar hakkında derin bir tarihsel ve ilişkisel çözümlemeyi ilk
geliştiren kişi Michel Foucault’dur. Foucault 1970’lerde istatistik, demografi, biyoloji
gibi disiplinlere ve özel bir politik bilginin ortaya çıkışına gönderme yapan bir
biyopolitika kavramı ortaya koymuştur. Bu disiplinler “yaşama ilişkin süreçleri nüfus
düzeyinde çözümlemeyi ve cezalandırma, dışlama, normalleştirme, disiplin, sağaltım
ile en uygun hâle getirme pratikleri” aracılığıyla toplulukları ve bireyleri yönetmeyi
16
olanaklı kılmaktadır (Lemke, 2016: 20). Bu yönetme olanaklılığı aynı zamanda
biyopolitikanın detaylı olarak incelenmemiş boyutları olan cinsiyete ve toplumsal
cinsiyete de uzanmaktadır. Foucault canlı varlıkların yönetimine vurgu yapmıştır
çünkü biyopolitika bağlamında doğa yönetim uygulamalarına bağlı bir alandır.
Bedeninin doğası da kadın-erkek ikiliği aracılığıyla bölünerek cinsiyetlendirilmekte,
yönetim uygulamaları içinde ve iktidar ile ilişkili olarak inşa edilmekte ve
yönetilmektedir.
Foucault biyopolitika kavramını üç farklı biçimde kullanmıştır (Lemke, 2016: 54). İlk
olarak, biyopolitika egemen gücün yeni bir ifadesiyle nitelenmiş olan politik düşünüş
ve uygulamada tarihsel bir kopuş anlamına gelmektedir. Kavramın ikinci anlamı,
biyopolitika mekanizmalarının modern ırkçılığın yükselişindeki merkezî rolüdür.
Üçüncü anlam ise tarihsel olarak bireyin kendini yönetmesinin ve toplumsal
düzenlemenin liberal biçimleriyle birlikte ortaya çıkan ayrıksı bir yönetim sanatıdır
(Lemke, 2016: 54).
Foucault’nun biyopolitikanın doğuşu olarak adlandırdığı süreçte yönetim sanatı ve
devlet aklı kavramları önemlidir. Yönetim sanatı yöneticilerin fiilî yönetme biçimleri
değil, bizatihi yönetim sanatıdır. Foucault bu kavram ile “olabilecek en iyi
yönetimdeki düşünümü ve bununla beraber aynı zamanda da en iyi yönetim şekli
hakkındaki düşünümü” anlatmakta, kavrama “politik hükümranlığın icrasında
yönetim pratiğinin akılsallaştırılmasının incelenmesi” anlamını yüklemektedir (2015:
4). Foucault’ya göre yönetim sanatı kendi kurallarını belirlemeli ve “devletin ‘olması
gereken’den ‘olan’a gelmesi amacıyla yöntemlerini akılsallaştırması gerekmektedir”
(2015: 6).
Devlet aklı ilkesine göre yönetmek, devletin kalıcı kılınması, zenginleştirilmesi ve
kendi varlığına tehditler karşısında güçlendirilmesidir. Foucault’nun aşağı yukarı 16.
yüzyılda ortaya çıktığını söylediği devlet aklının temel özelliği “devleti hem özgül
hem özerk, ya da en azından kısmen özerk olarak” tanımlanması olmuştur (2015: 6).
O zamana kadar devleti yönetenlerin uyması gereken belirli ilke ve ilahî, ahlaki ya da
doğal kurallar varken artık devlet yalnızca kendi için vardır ve yalnızca kendisine
gönderme yaparak var olmaktadır. Bu yüzden Foucault’nun devlet tanımı devletin bir
17
özü olmadığı ilkesine dayanmaktadır. Devlet bir evrensel değildir, bizatihi bir iktidar
kaynağı değildir; “finans kaynaklarını, yatırım biçimlerini, karar mercilerini,
denetleme biçim ve yöntemlerini, merkezî otorite ve yerel güçler arasındaki ilişkileri
değiştiren sayısız işlemlerin daimî olarak devletleştirilmesinin, devletleştirilmelerinin
sonucundan, profilinden, hareketli kesiminden ibarettir” (Foucault, 2015: 65).
Foucault biyopolitikanın doğuşunu hazırlayan dönem olan 16. ve 17. yüzyılda sürekli
olarak yönetimi kısıtlama çabası görüldüğünü açıklamıştır. 17. yüzyılda yasalar
devletin öncesinde gelmiştir ve hukuk, devlet aklının dışında kalarak onu sınırlamıştır,
18. yüzyılda ise yönetim akılsallığının içeriden düzenlenmesi, kısıtlanması söz konusu
olmuştur (Foucault, 2015: 12). Bu dönemde yönetimin temel ilkesi önceki dönemlerde
olduğu gibi dinî olarak belirlenmiş doğal haklara değil, yönetimin amaçlarına
dayanmaktadır (Foucault, 2015: 12). Hukuk ilkesi, önceden hükümrana ve onun
yapabileceklerine sınırlar çizerek devlet aklını haricî olarak dengelerken, artık
akılsallık “nasıl fazla yönetilmez sorusu”na odaklanmıştır (Foucault, 2015: 14).
18. yüzyılın ortalarına gelindiğinde artık yönetimin aşırılığına karşı konulmaktadır.
Ancak yönetim aklının kendini kısıtlaması toplumsal adalet ya da yönetilenlerin
yönetene karşı korunması ilkesi ile değil, ekonomi politik aracılığıyla ortaya çıkmıştır.
Aşırı yönetime karşı çıkan kapitalizme geçiş döneminden itibaren kendi yasalarını
getirerek iktidar yapılarını düzenleyen sermayedir.
Ekonomi politik devlet aklını kısıtlamak için değil, onun amaçlarının bir sonucu olarak
ortaya çıkmıştır (Foucault, 2015: 15). Foucault’ya göre ekonomi politiğin amaçları
“Devletin zenginleşmesi, bir taraftan halkın, diğer taraftan da yaşam için zorunlu
kaynakların, birbiriyle paralel, bağlantılı ve düzgün ayarlanmış bir şekilde
genişletilmesidir” (2015: 15).
Foucault yönetim pratiğinin kendine özgü bir tür doğallık keşfettiğini ileri sürmüştür
(2015: 17). Yönetim eyleminin ve öznelerinin özgün doğası mantığına göre doğa,
ekonomi politik bağlamında iktidarın dokunduğu anda gayrimeşru olacağı, korunmuş
ve kökensel bir alan değildir. Doğa yönetimselliğin uygulanmasının bir alanına
dönüşmüştür:
18
“Yöneticilerin eylemlerinin görünen yüzü olduğu bir şeyin öteki yüzüdür … Arka
plan değil de, sonsuz bir bağdaşlık. Bu bağlamda ekonomistler, mesela halkın
yüksek maaşlara yönelmesini, veya yaşamsal ürünlere yüksek fiyatlar biçen
gümrük vergilerin kaçınılmaz olarak kıtlığa sebep olabilmesini birer doğa kanunu
olarak açıklar” (Foucault, 2015: 17).
Yönetimselliğin ve konularının, işleyişlerinin kendilerine özgü birer doğası olduğu
düşüncesinden yola çıkarak yönetim eyleminin temel ölçütü artık “meşruluk ya da
gayrimeşruluk değil, başarı ya da başarısızlık” olarak kabul edilmiştir (Foucault, 2015:
17). Böylelikle devlet ve yönetim felsefi, ahlaki açılardan değil, ekonomi açısından
sorgulanmaya başlamıştır. Foucault’ya göre yönetim sanatında adil denge ya da
önceden hükümdarın bilgeliğini gerektiren tarafsız adalet kavramının yerini “azamiagari” ilkesi almıştır (2015: 18). Yönetim aklının kendi kendini kısıtladığı bu
“akılsallık” türü liberalizmdir (Foucault, 2015: 21).
Foucault yaşam üzerindeki iktidarın 17. yüzyıldan itibaren iki biçimde geliştiğini
söylemiştir. Birincisi insan bedeninin anatomo-politikasıdır. Merkezde bir makine
olarak ele alınan bedenin eğitimi, yeteneklerinin artırılması, güçlerinin ortaya
çıkarılması, yararlılığının ve itaatkârlığının üretilmesi, ekonomik denetim sistemleri
ile bütünleşmesi çeşitli iktidar yöntemleriyle sağlanmıştır. 18. yüzyılın ortasında
ortaya çıkan ikinci gelişme ise nüfus süreçlerinin temeli olarak görülen bedenin
merkeze alınmasıdır: “Bollaşma, doğum ve ölüm oranları, sağlık düzeyi, yaşam süresi
ve bunları etkileyebilecek tüm koşullar önem kazanmıştır; bunların sorumluluğunun
yüklenilmesi bir dizi müdahale ve düzenleyici denetim yoluyla gerçekleşir: Bu da
nüfusun biyo-politikasıdır” (Foucault, 2016: 99).
Foucault çalışmalarında bedenin yönetilmesini tekil insanları ve bedenlerini
düzenleyen anatomo-politika ve nüfusu düzenleyen ve ekonomi politik tarafından
belirlenmiş bir doğa ilkesine göre yöneten biyopolitika olarak ayırmıştır. Ancak tezde
benimsenen biyopolitika yaklaşımında insan bedenleri üzerinde doğrudan kurulan,
Foucault’nun anatomo-politika ismini verdiği olgu, biyopolitikadan ayrı bir süreç
değildir, onun ilk evresidir ve günümüzde nüfuslar üzerinde genel olarak kurulan
biyoiktidarı, doğanın ekonomi politik tarafından dönüştürülmüş biçimini ortaya
çıkaran evresi olmuştur. 16. ve 17. yüzyılda yaşanan kapitalizme geçiş döneminde
19
saptanan süreçler, liberal doğanın ve 18. yüzyılın ortalarından günümüze liberal
doğayı yaşayacak toplumların, dünya nüfuslarının temelini atmıştır.
Foucault’nun biyopolitika anlayışı biyopolitikanın nesnelerinin nüfus düzeyinde
ölçülebilen
ve
gruplandırılabilen
biyolojik
özellikleri
olduğu
düşüncesine
dayanmaktadır. Belirli normlar, yerleşik standartlar ve ortalama değerler bu özellikleri
düzenleyerek kurulmaktadır. Bu süreçte yaşama nesnel ve ölçülebilir bir nitelik
verilmektedir, böylelikle “… somut canlı varlıkların ve bireysel deneyimin tekilliğinin
epistemolojik ve pratik açıdan birbirinden ayrılabileceği kolektif bir gerçeklik” ortaya
çıkmaktadır (Lemke, 2016: 20).
1.3.3. Biyopolitikanın Doğuşu ve Kadın
Tarih boyunca iktidar sahipleri politik eylem ve söylemleri aracılığıyla toplumsal ve
politik yaşamı düzenlemiş, güçlerini belirli şekillerde doğrulamışlardır. Araştırmacı
Susan Kingsley Kent bu durumu şu şekilde açıklamıştır: “Neredeyse baktığımız her
yerde, Antik Yunan ya da Roma, Orta Çağ Çin’i ya da Avrupa’sı, Rönesans İtalya’sı,
sömürgecilik öncesi Afrika, coğrafi keşifler öncesi Kuzey Amerika, erken dönem
modern İngiltere, ya da devrim dönemi Amerika’sı ya da Fransa’sında, politik elitler
kendilerine ve öznelerine, oy verenlerine toplumlarının nasıl ortaya çıktığı, güç
kullanma ve yasa koyma hakkının nasıl kendilerine düştüğü hakkında öyküler
anlatmışlardır” (2004: 86). İktidarlar kendi üzerlerine düşen sorumluluğu doğrulamak
için kanıt gösterdikleri dayanaklara uygun olarak yaşamı düzenlemişlerdir.
Cinsel yönelimde heteroseksüelliğin, cinsiyet kimliğinde na-trans kadınlık ve na-trans
erkekliğin norm sayılması ve onlara belirli toplumsal roller yüklenmesi, cinsiyetatanmış cinsiyet ayrımının çok yakın zamana dek yaygınlaşmaması, interseks
cinsiyetin ve transseksüelliğin uzun bir süre resmi olarak kabul görmemesi, feminist
düşünürlerin bile önemli bir kısmının cinsiyet-toplumsal cinsiyet ayrımı söylemlerinde
cinsiyet farklılığını derinleştirmesi tarihsel olarak ikili cinsiyet düzenine ve onun
politik, söylemsel, ekonomik ve toplumsal olarak kurulmasına bağlıdır. Beden/ruh,
özel/kamusal, doğa/kültür ikilikleri gibi kadın/erkek ikiliği de insanlık tarihinde belirli
normlara göre bedenleri düzenlemiştir. İktidarlar bu ikiliği üretirken belirli dayanaklar
20
ortaya koyarak kültürden yasaya pek çok sürecin yardımı ile cinsiyet ve cinsellik
öyküleri yaratmıştır.
Foucault’nun biyopolitikanın doğuşunu hazırladığını söylediği 16. ve 17. yüzyıllarda
saptadığı yönetimsel dönüşümlerin toplumsal yaşama yansımaları cinsiyetin
düzenlenmesi açısından kadınlar özelinde açıkça incelenebilmektedir. Biyopolitikanın
kadınlık, kadının yaşamı ve kadının bedeni üzerinde nasıl iktidar kurduğu, bu
dönemlerde ekonomik dönüşümün kadınlar üzerindeki yansımaları üzerinden
okunabilmekte, kadının beden-iktidar ekseninde günümüzdeki konumuna yönelik
anlamlı iletiler taşımaktadır.
Kişiler üzerinde doğrudan iktidar kuran, Foucault’nun anatomo-politika kavramı ile
biyopolitikadan ayırdığı yönetim biçimlerinin Foucault’nun biyopolitika olarak
kavramsallaştırdığı ve günümüzde sürmekte olan yönetim biçimlerinin ortaya çıkışını
nasıl hazırladığı, tekil insan bedeni üzerinde kurulan iktidarın genel nüfus süreçleri ile
ilişkisinin ne kadar güçlü olduğu, kadınların 16. ve 17. yüzyılda yaşadıkları
incelendiğinde açıkça gözlemlenebilmektedir.
Tarihçi David Edward Underdown (2007) ve feminist akademisyen Silvia Federici
(2017) gibi araştırmacılar toplumsal düzenin çöküş dönemlerinde ataerkil aile yapısı
ve kadın bedeni üzerinde belirli politikalar uygulandığını saptamış, erken modern
dönemde İngiltere ve Kıta Avrupası’nda yaşananları bu çerçevede incelemişlerdir.
Beden ve yaşam üzerindeki iktidar, özellikle kadınlar üzerinde önemli etkilere sahiptir.
16. ve 17. yüzyıllarda biyopolitika şekillenirken ve kapitalizm yaygınlaşırken kadınlar
üzerindeki iktidar uygulamaları, bunların nedenleri ve sonuçları dönemin ekonomik
ve toplumsal dönüşümleri bağlamında okunduğunda günümüzü etkilemekte olan
önemli biyopolitik süreçleri açıklamaktadır.
Bedenin kadınlığın tanımlayıcı etkinlik alanı hâline geldiği toplumsal ve tarihsel
koşulları inceleyen Federici, Caliban ve Cadı eserinde “Kapitalist toplumda fabrika
ücretli erkek işçiler için ne ise bedenin de kadınlar için aynı şey olduğunu”
açıklamıştır: “Kadın bedeni, devlet ve erkekler tarafından temellük edildiği ve emeğin
yeniden üretimi ile birikimin bir aracı olarak işlev görmeye zorlandığı oranda,
kadınların sömürülmelerinin ve direnişlerinin esas zeminidir” (2017: 29).
21
Kadınlar üzerinde kurulan iktidarın dayanakları ekonomi politik ile yakından
ilişkilidir. Kapitalizmin gelişim döneminden beri nüfusun, üretim ve yeniden üretimin
devletin gücü olarak görülmesi, nüfusun azaldığı dönemlerde doğum kontrol yasakları,
kadınların işgücünden dışlanması gibi kadının temel işlevini annelik olarak
içselleştirmesini ve yaşamını aile ve özel alan ile kısıtlamasını amaçlayan söylemleri,
politikaları ve yasaları açıklamaktadır.
1580’lerde Batı Avrupa nüfusu azalmaya başlamış, 17. yüzyıla kadar düşük nüfus
durumu sürmüştür. 1620’lerde ve 1630’larda büyük bir demografik ve ekonomik
krizin doruğu yaşanmıştır (Federici, 2017: 127). İlk uluslararası kriz bu dönemde
Avrupa’da ve sömürgelerinde pazarların küçülmesi, ticaretin durması, işsizliğin
yaygınlaşması ve gelişmekte olan kapitalist ekonominin çökme noktasına gelmesinin
sonucu olarak yaşanmıştır (Federici, 2017: 127). Federici bu krizi kadının işgücünün
yeniden
üreticisi
olarak
ailedeki
konumu
üzerinden
baskılanması,
emeği
değersizleştirilerek ekonomik olarak ikincil konuma düşürülmesi, doğum kontrolde
özerkliğinin elinden alınması, itaatsizlik ya da cadılık gibi suçlardan yargılanması
bağlamında incelemiştir. Federici biyoiktidar bağlamında bu durumdan yola çıkarak
emek, nüfus ve servet birikimi arasındaki ilişkinin bir nüfus politikası ve biyoiktidar
rejiminin ilk unsurlarını üretecek şekilde ortaya çıktığını, “Üremeyi ve nüfus artışını
devlet meselesi ve aynı zamanda entelektüel söylemin esas meselesi hâline getiren
şeyin” 16. ve 17. yüzyıllardaki nüfus krizi olduğunu ve kadınların bu dönemde cadılık,
itaatsizlik, doğum kontrolü gibi çeşitli suçlardan topluca öldürülmesinin bu kriz ile
bağlantılı olduğunu savunmuştur (2017: 128).
Vatandaşların sayısının ulusun gücünü ve zenginliğini belirlediği düşüncesi 16.
yüzyılın ortalarında toplumsal bir aksiyom hâline gelmiştir (Federici, 2017: 128),
nüfus artışı politik ve dinî alanlarda önem kazanmıştır (Federici, 2017: 129).
Ekonomik yaşamda emeğin merkezîliğini vurgulayan bir ideolojinin geliştiği ve
nüfusun dönüştüğü bu dönemde Avrupa yasalarında üreme suçlarından yargılanan
kadınlara karşı ağır cezalar yer almaya başlamıştır (Federici, 2017: 128).
Düşünür Roberto Esposito doğum ve biyopolitika ilişkisini Nasyonal Sosyalizm
örneği ile açıklamıştır: Naziler Almanların üreme kapasitesini sergilemek,
22
Yahudilerinkini ise engellemek amacıyla doğumu ve yaşamı kontrol etmeye
çalışmıştır (Esposito, 2008: 169). Esposito doğum ve millet kavramlarının bağlantılı
olduğunu, Latince kökenli dillerde millet (İngilizce ve Fransızca nation) sözcüğünün
Latince doğurmak anlamına gelen nascor fiilinin isim hâli olan natio sözcüğünden
türediğini vurgulamıştır (Esposito, 2008: 170). Millet kavramı etimolojik, kültürel,
ideolojik açılardan bedene keskin göndermeler yapmaktadır.
İşgücünün yeniden üretimi ilkesine göre kapitalist politika yaşına ve durumuna
bakmaksızın her bireyden azami iş çıkarmayı amaçlamaktadır. 16. ve 17. yüzyılda
Fransa ve İngiltere’de evlenenlere maddi yardım yapılması gibi politikalar aracılığıyla
kapitalist yeniden üretim politikasının çekirdeğini oluşturan, işgücünün yeniden
üretiminin temel kurumu olan aile öne çıkarılmıştır (Federici, 2017: 130). Bu dönemde
nüfus sayımları başlamış, devlet cinselliği, doğurganlığı ve aile yaşamını denetlemiştir
(Federici, 2017: 130).
Bu dönemde tüm Avrupa devletleri doğum kontrole, kürtaja ve bebeklerin
öldürülmesine idam cezası getirmiştir ve hamile kadınların hamileliklerine son
vermelerini engellemek amacıyla yeni denetim yöntemleri uygulamaya başlamıştır.
Örneğin 1556’da Fransa’da bir kraliyet emri ile kadınların her hamileliklerinin kayda
geçirmesi zorunlu kılınmıştır ve doğduğunu gizledikleri çocukları vaftizden önce ölen
kadınlar, herhangi bir suçları kanıtlanmaksızın ölüm cezasına çarptırılmıştır (Federici,
2017: 131). İngiltere ve İskoçya’da 1624 ve 1690 yılları arasında evli olmayan
kadınlara yönelik casusluk sistemleri kurulmuş, evli olmayan hamile bir kadına ev
sahipliği yapmak dahi yasadışı ilan edilmiştir (Federici, 2017: 131).
16. ve 17. yüzyılda Avrupa’da kadınların yaşamları ve bedenleri üzerinde kurulan
iktidarın nüfus artışı ve aileye verdiği önemin sonucu olarak merkezinde üreme
normlarının çiğnenmesi olan cadılık suçlamaları ile çok sayıda kadın idam edilmiştir
(Federici, 2017: 131). Ebelerden şüphe duyulmaya başlanmış, doğum sırasında yetki
erkek doktorlara verilmiştir (Federici, 2017: 132). Ebelerin marjinalleştirilmesi ve
tıbbın erilleştirilmesi ile kadınların doğum üzerindeki denetimleri azalmıştır:
“Kadınların işlevi çocuğu taşımak gibi pasif bir göreve indirgenirken erkek
doktorlar asıl ‘hayat veren’ … olarak görülmeye başlandı. Bununla birlikte acil
23
bir durumda ceninin hayatını anneninkine tercih eden yeni bir tıbbi uygulama
ortaya çıktı” (Federici, 2017: 132).
Fransa ve Almanya örneklerinde ebeler işlerine devam etmek için devlet casusu
olmaya mecbur bırakılmıştır ve onlara bütün doğumları kayda almak, nikahsız doğan
çocukların babalarını bulmak, gizli doğum yaptığından şüphelenilen kadınları ortaya
çıkarmak gibi sorumluluklar yüklenmiştir ve aynı iş birliği akrabalar ve komşulardan
da beklenmiştir (Federici, 2017: 132). Almanya’da kadınlar doğum sırasında
“yeterince çaba göstermezlerse” ya da “evlatlarını sevinçle karşılamazlarsa”
cezalandırılmaya başlamıştır (Rublack 1996 aktaran Federici 2017: 132).
16. ve 17. yüzyılda uygulanan bu politikalar kadınların bedenleri “erkeklerin ve
devletin kontrolü altındaki bir kamusal alan hâline” getirilerek “doğurma doğrudan
kapitalist birikimin hizmetine” sunulmuştur (Federici, 2017: 133). Doğum kontrol
uygulamaları ve kürtaj aynı zamanda cadılıkla bağdaştırılmıştır (Federici, 2017: 258).
Bu dönemde artan yoksulluk ve yetersiz beslenme sonucunda gerçekleşen çocuk
ölümlerinden cadılar sorumlu tutulmuştur (Federici, 2017: 258).
Bu dönemde yaşam politikaları, kadının ölümü politikalarına denk olmuştur. Nüfusun
yaşamını artırmaya yönelik politikalar, yasalar ve onlar aracılığıyla yaratılan
toplumsal düzenler ve özel yaşam üzerindeki disiplin, norma uymayanlara karşı dinî
inanç, ahlak ve korkuya dayanan ideolojiler ile desteklenerek cadı avına dönüşmüş,
cadı avını doğrulayacak genel bir ortam oluşturmuş, ona katkı sağlamıştır. Federici
aileye verilen önemin ve devletin aile yaşamını denetlemesinin cadı avına dönüşen
ideolojik yönünü şu şekilde açıklamıştır:
“Ancak devletin arzu edilen nüfus oranını sağlamak için attığı temel adım,
kadınlara karşı, açıkça onların kendi bedenleri ve yeniden üretimleri üzerindeki
kontrolünü kırmayı amaçlayan gerçek bir savaş açmaktı. … bu savaş, esas olarak
cadı avı aracılığıyla yürütülmüştür. Cadı avı, bir yandan kadınları çocuklarını
şeytana kurban etmekle suçlarken, diğer yandan her çeşit doğum kontrolünü ve
çoğalma amacı gütmeyen cinselliği şeytanlaştırıyordu. Ama aynı zamanda üreme
suçunun yeninden tanımlanmasına dayanıyordu” (Federici, 2017: 130).
Doğum kontrolün suç hâline getirilmesi ile, kadın bedeni nüfus artışı ile emek gücünün
üretimi ve birikiminin hizmetindeki bir araç olarak konumlandırılmıştır (Federici,
2017: 259). Cadı bir ebe, doğurmaktan sakınan bir kadın, komşusundan ekmek ya da
odun çalan yoksul bir kadın olabileceği gibi aynı zamanda üreme amaçlı olmayan
24
cinsel ilişkiye giren, evlilik bağları dışında yaşayan bir kadın olarak da algılanmıştır
(Federici, 2017: 262-263).
Ekonomi politiğin ve iktidarın çıkar ilkesine göre bir doğa kurulmasını Federici doğum
özelinde şu şekilde açıklamıştır:
“Gerçekte doğurma ve nüfus değişimleri otomatik ya da ‘doğal’ olmaktan
öylesine uzaktır ki kapitalist gelişimin her evresinde devlet, işgücünü artırmak ya
da azaltmak için düzenlemelere ya da baskıya başvurmak zorunda kalmıştır. Bu,
işçilerin kaslarının ve kemiklerinin temel üretim aracı olduğu kapitalizmin
başlangıç dönemi için özellikle geçerliydi. Ancak daha sonraları bile -günümüze
kadar- devlet, yeniden üretimin denetimini kadınların elinden almak ve hangi
çocuğun, ne zaman, nerede, ne sayıda doğması gerektiğine karar vermek
çabasından hiç vazgeçmemiştir” (Federici, 2017: 135).
Kadınların kendi bedenlerini denetlemelerinin yasaklanması, anneliği zorunlu emek
olarak dayatmıştır ve cinsiyete dayalı iş bölümünün önemli bir temeli olmuştur
(Federici, 2017: 136). Sonuç olarak 17. yüzyıla gelindiğinde kadınlar işsizdir. Ev
dışında çalışmamaları ve yalnızca eşlerine yardımcı olmak için üretimle ilgilenmeleri
gerektiği varsayımı yasalarda, vergi kayıtlarında, lonca tüzüklerinde kabul görmüştür.
Kadınların evde yaptıkları dikiş, temizlik gibi işler ev dışında yapıldığında dahi iş
sayılmamıştır ve piyasa için değersiz görülerek “ev idaresi” olarak tanımlanmaya
başlamıştır (Federici, 2017: 138). Çalışan işçi kadınlar düşük statülü işlerle
sınırlandırılmıştır ve erkeklere göre daha az, geçimlerini sağlamayan ücretler
almışlardır, böylelikle evliliğin “kadınların asıl kariyeri” olarak görüldüğü bir anlayış
gelişmiştir (Federici, 2017: 138).
15. yüzyılın sonundan itibaren İtalya, Fransa, Almanya gibi ülkelerde erkek zanaat
işçileri kadın işçileri atölyelerden uzaklaştırmak için kampanyalar başlatmış, şehir
otoriteleri
ile
iş
birliği
kurarak
kadın
emeğinin
itibarsızlaştırılması
ve
değersizleştirilmesinin temellerini atmışlardır (Federici, 2017: 140). Loncalar ve şehir
otoriteleri arasındaki iş birliği ve toprak özelleştirmeleri ile cinsiyete dayalı yeni bir iş
bölümü oluşturulmuştur ve kadınlar “erkeklere kadın bedenine ve emeğine,
çocuklarının bedeni ve emeğine serbestçe erişebilme imkanı sağlayacak şekilde anne,
eş, kız ya da dul olarak” tanımlanmıştır (Federici, 2017: 142).
25
Akademisyen ve yazar Şirin Tekeli, kapitalizm altında kadının yaşadığı ezilmenin
“onun kapitalist toplumda ikili bir rol oynamasından” kaynaklandığını söylemiştir
(2017: 9). Kadınlar ekonomik açıdan sermayenin gereksinimlerine tabi durumdadır,
“hem ‘ev işi emekçisidir’ ve bu açıdan ‘emek gücünün’ korunması ve
yetiştirilmesinden birinci derecede o sorumludur; hem de ‘yedek işçi ordusunu’
besler” (Tekeli, 2017: 9). Yedek işçi ordusu olarak kadınlar savaş dönemlerinde
üretime katılmakta, bu dönemler bittiğinde ise yeniden yedek konumuna düşmektedir
ya da ağırlıklı olarak yarı zamanlı çalışma koşulları ile üretime katılmaktadır. Kadının
bu ikili rolü “birbirlerini karşılıklı olarak belirleme, yeniden üretme durumundadır”
(Tekeli, 2017: 9).
Kadın emeğinin ikili yapısı ekonomi politiğin şekillendirdiği sınıflı toplumun
başlangıcı ile doğrudan ilişkilidir. Kadın emeği, sosyal üretime girdiği zaman bile
doğrudan sosyal emek olma niteliğini yitirmiştir, ev işi de önceden sosyal bir niteliğe
sahipken özel bir hizmete dönüşmüştür (Tekeli, 2017: 10). Kapitalizmin amacı değeri
genişletmek için emek gücü satın almaktır, bu sebeple kapitalist kârın kaynağı olan
değer emekçiden alınmaktadır (Tekeli, 2017: 11). Böylelikle kadın emeğinin değersiz
görülmesinin yolu açılmaktadır, “kadınların emeklerini ev işine tahsis eden grup
olarak görevlendirilmeleri, sosyal üretimde de ikinci planda bir yer tutmalarına” yol
açmaktadır (Tekeli, 2017: 12). Ev işi ve sosyal üretimdeki rolleri karşılıklı olarak
birbirini belirlemektedir: “Kadının özel bir biçimde ezilmesi olgusu sermayenin kadını
sürekli olarak sömürülmeye hazır bir emek gücü olarak tutmasına bağlıdır” (Tekeli,
2017: 12).
Kapitalizme geçiş dönemi olan 16. ve 17. yüzyıllarda yeni burjuva ailesinde “kocanın
‘kendisine bağlı sınıfların’ disiplin altına alınması ve denetlenmesiyle görevli bir
devlet temsilcisi” olduğu kabul edilmiştir (Federici, 2017: 144). Üst sınıfta mülkiyet,
işçi sınıfta ise kadınların ücretten dışlanması aracılığıyla erkek eşi ve çocukları
üzerinde iktidar kazanmıştır (Federici, 2017: 144). 17. yüzyılda kadınlar eşleri ile
birlikte çalışsalar da ücretlerini eşleri almıştır (Federici, 2017: 144), kadınlar tek
başlarına ekonomik faaliyet yapma haklarını kaybetmişler, hukuki olarak “çocuk
yerine” konmuşlardır; örneğin Almanya’da kadınların yalnız başlarına ya da başka
kadınlarla birlikte, hatta yoksullarsa aileleriyle birlikte yaşamaları, denetlenmeleri zor
26
olacağı düşünüldüğü için yasaklanmıştır (Federici, 2017: 148). Kadınlar ve erkekler
arasındaki iktidar farkı ve “kadınların karşılığı ödenmeyen emeğinin doğal bir aşağılık
kisvesi altında gizlenmesi” aracılığıyla ekonomik düzen karşılığı ödenmeyen işgücünü
genişletmiştir (Federici, 2017: 171).
16. ve 17. yüzyılda işçiler yeni çalışma şartlarına boyun eğmeye zorlanmıştır ve
disiplin altına alınmış bir işgücü üretilmeye çalışılmıştır (Federici, 2017: 195). Batı
Avrupa’da işçilerin yeni koşullara direnmesi cezaların ağırlaştırılması, idam
cezalarının yaygınlaşması gibi yaptırımlarla sonuçlanmıştır (Federici, 2017: 196). Bu
dönemde sıkı bir iş disiplinin sağlanmasına fayda sağlamayacak tüm davranışları
ortadan kaldırmak amacıyla “kişinin radikal bir şekilde dönüşümü” amaçlanmıştır
(Federici, 2017: 196). 16. yüzyıl ortalarında İngiltere ve Fransa’da şans oyunlarının
yasaklanması,
tavernaların
kapatılması,
“üretken
olmayan”
cinsellik
ve
toplumsallaşma biçimlerinin, çıplaklığın, içki içmenin, küfrün ve lanet okumanın
yasaklanması gibi uygulamalar bu durumu örneklemektedir (Federici, 2017: 196). Bu
süreçler geniş bir toplumsal mühendislik sürecinde yeni bir beden kavramı ve bedene
ilişkin yeni bir politika oluşturulmasının başlangıcı olarak yorumlanabilmektedir.
Beden aynı zamanda hem “tüm kötülüklerin kaynağı olarak bir saldırı odağı” hâline
gelmiş, hem de bilimsel olarak “bir çalışma konusu” olarak ortaya çıkmıştır (Federici,
2017: 196).
Federici kapitalizmin gelişimi ve ataerkil iktidarın ilişkisini açıklamıştır:
“… kadınları erkek işgücünün hizmetçileri hâline getiren yeni bir patriyarkal
düzenin kuruluşu, kapitalist gelişimin temel yanlarından biriydi.
Bu gelişimin temelinde, yalnızca kadınların ve erkeklerin yerine getirmesi
gereken görevleri değil, aynı zamanda deneyimlerini, hayatlarını, sermayeyle ve
işçi sınıfının diğer sektörleriyle olan ilişkilerini de birbirinden ayıran yeni bir
işbölümü uygulanabildi. Dolayısıyla cinsiyete dayalı işbölümü her şeyden önce,
en az uluslararası işbölümü kadar, bir iktidar ilişkisi, işgücü içindeki bir bölünme
ve aynı zamanda kapitalist birikim açısından devasa bir itici güçtü” (Federici,
2017: 170)
Federici’ye göre cadı avı kapitalist toplumun gelişimi ve modern işçi sınıfın
doğuşunda en önemli olaylardan biridir çünkü toplumsal yaşamın her alanı üzerinde
devlet kontrolünün genişlemesinin sonucudur: “Cadı avı erkeklere kadınların
güçlerinden korkmayı öğreterek, kadın erkek ayrımını derinleştirmiş ve kapitalist iş
27
disipliniyle uyuşmayan pratikler, inançlar ve toplumsal özneler dünyasını yok ederek
toplumsal yeniden üretimin esas unsurlarını yeniden tanımlamıştı” (Federici, 2017:
236). Aydınlanma Çağı’nda ortaya atılan görüşün aksine cadı avı “feodal dünyanın
son bir kıvılcımı” değildir çünkü Orta Çağ’da cadılar kitlesel olarak yargılanmamış,
toplu idamlar yaşanmamıştır (Federici, 2017: 236).
Cadılık, büyücülük 15. yüzyılın ortalarında halk ayaklanmaları ve salgınların yaygın
olduğu, başlamakta olan feodal kriz döneminde tehdit olarak görülmeye başlamıştır.
Metafizik ve ideolojik temelini Roma Katolik Kilisesi’nin attığı cadı avı, yalnızca dinî
sebeplerle yaşanmamıştır. 16. yüzyılın ortalarından itibaren cadı olarak yargılanan
kadınların sayısı artmıştır, cezalandırma yetkisi cadı avının en yoğun yaşandığı
dönemlerde dinî kurumlardan alınarak seküler mahkemelere verilmiştir (Federici,
2017: 237- 242). Kilise ve devlet arasında bir iş birliği söz konusu olmuştur.
Cadılık, özellikle cadı avının en yoğun olduğu 1550-1650 yılları arasında ağırlıklı
olarak kadın suçu sayılmıştır. Önceden erkekler suçlananların yüzde kırkını
oluştururken, bu dönemde cadılık suçundan yargılanan ve idam edilenlerin yüzde
sekseninden çoğu kadındır (Federici, 2017: 256). Cadının kadın olduğu demonologlar
da vurgulamıştır (Federici, 2017: 256). Jüriler, yargıçlar, avukatlar, devlet çalışanları,
otorite sahibi yetkililer, demonologlar, rahipler, kilisenin görevlendirdiği kişiler,
sanatçılar, düşünürler ve gazeteler aracılığıyla, 16. yüzyılın sonuna gelindiğinde cadı
avı standartlaşmış, doğrulanmış ve sistemleşerek bürokratik bir şekilde ilerlemeye
başlamıştır (Federici, 2017: 240-241).
Cadı avı kadın bedeninin, emeğinin, cinselliğinin, yeniden üretim yetilerinin devlet
kontrolü altına alındığı ve ekonomik kaynaklara dönüştürüldüğü yeni ataerkil düzenin
kuruluşunun aracılığını yapmıştır. Cadı avcıları aslında yasal bir süreç yönetmemiş,
hoş görmedikleri ve toplumda var olmasını istemedikleri davranışları ortadan
kaldırmıştır. Bu dönemde cadılıkla suçlanan kişiler, bir suçları kanıtlanmasa ya da
kişilere ve şeylere zarar vermemiş olsalar da ağır cezalara çarptırılmışlardır.
Bu
dönemlerde
sosyoekonomik
olarak
Avrupa’ya
benzemeyen
Osmanlı
İmparatorluğu’nda ise Avrupa’dakine benzer, kadını şiddet aracılığıyla düzenlemek ve
yönetmek amacı ile körüklenen bir cadı korkusu yaşanmamıştır. Osmanlı’da halk
28
arasındaki inanca göre cadı itaatsiz, toplum kurallarına uymayan, doğum kontrol
suçları işleyen, şifacı ya da ebe kadın değildir; Batı’daki vampir kavramına benzeyen,
öldükten sonra mezarlarından dirilen ve canlılarla beslenen bir yaratıktır (Aycibin,
2008). 1833’te resmi bir yayın olan Takvîm-i Vekâyi’de Bulgaristan’ın Tırnova
kazasında yaşanan bir cadı olayı haber konusu edilmiştir (Aycibin, 2008). Tırnova
olayında şüphelenilen iki yeniçerinin mezarları kazılarak cesetleri yakılmıştır. Bu
olayın Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması üzerinden çok zaman geçmeden yaşanmış
olması ve bu olayın resmi bir gazetede yer alması yüzünden tarihçiler hükümetin
yeniçeriliği karalamak için cadılık kavramını kullanmış olabileceği düşüncesini ortaya
koymuştur (Aycibin, 2008).
Tarihçilerin Osmanlı’da cadılık konusunda saptadığı olaylar sınırlıdır ve bu olayların
içerikleri Avrupa’dakilerden çok farklıdır. Osmanlı’da 1836-1839 yılları arasında
“ücretleri devlet tarafından ödenen ve her nerede bir cadı vakası çıkarca oraya gidip
cadıyı yok eden görevliler” olan üç kişinin kaydı bulunmaktadır (Aycibin, 2008).
Cadı avı, Osmanlı’da nüfusu kontrol etmeye yönelik çabaların bir parçası olmamıştır.
Aynı zamanda Avrupa’da nüfus krizi yaşandığı dönemler, Osmanlı’nın nüfusunun
arttığı dönemlere denk gelmiştir. İlk kapsamlı nüfus sayımları 16. yüzyıl boyunca
gerçekleştirilmiştir. 16. yüzyıl boyunca Osmanlı nüfusunun arttığı tahmin
edilmektedir (Elibol, 2007). 17. ve 18. yüzyılda nüfus artışının durağanlık gösterdiği
tarihçiler tarafından kabul edilmektedir. Düzenli sayımlar 17. ve 18. yüzyılda azalmış,
19. yüzyılda ise güvenilir ve ayrıntılı sayımlar yapılmaya başlanmıştır (Elibol, 2007).
Bu sebeple Osmanlı’da nüfus artışına yönelik politikalar 19. yüzyıla kadar ortaya
çıkmamıştır. Osmanlı Devleti 1838 sonrası nüfus artışına yönelik politikalar
geliştirmiş, kürtajın yasaklanması bu politikalardan önemli bir tanesi olmuştur
(Balsoy, 2012: 38).
Tarihçi Gülhan Balsoy, Osmanlı Toplumunda Kürtajın Yasaklanması başlıklı
makalesinde kadın bedeninin politik bir alana dönüşümünün Osmanlı’nın nüfus
artışına odaklandığı 19. yüzyılda kürtaj yasaklarıyla gerçekleştiğini söylemiştir
(2012). Osmanlı Devleti’nin 1838’den itibaren kürtajı ve çocuk düşürmeyi yasaklama
çabaları ve nüfus artışını sağlamaya yönelik politikaları bu bağlamda Osmanlı’da
29
kadınlar açısından önemlidir. 19. yüzyıl Türkçesinde kürtaj sözcüğünün karşılığı
“ıskat-ı cenin”dir; bu terim hem hamileliğin herhangi bir tıbbi sorun nedeniyle düşükle
sonuçlanması, hem de hamile kadının bilerek hamileliğini sonlandırması anlamına
gelmektedir (Balsoy, 2012: 39).
İslam’ın ıskat-ı cenin kavramına yaklaşımı ise zaman içinde ve olayların bağlamına
göre değişiklik göstermiştir. Kasıtlı kürtaj konusu çok öne çıkmamıştır ancak İslam
hukukunda her zaman önemsenen ve cezalandırılan bir konu olmuştur (Balsoy, 2012:
39). Ancak Osmanlı hukuk siteminde temel alınan Hanefi hukukunda annenin
yaşamının tehlikede olduğu durumlarda hamileliğin ilk 120 günü içinde
sonlandırılması günah sayılmamıştır (Balsoy, 2012: 39). Konuda gelişmiş olan çeşitli
İslami düşünce biçimlerinin ortak noktası öne “Hıristiyanlık’tan farklı olarak doğacak
çocuğu değil annenin hayatını alması, yaşamın anneden devam edeceği varsayımına
dayanmasıdır” (Balsoy, 2012: 39).
Sonuç olarak, devlet kürtaj konusunu nüfus artışına yöneldiği 1838 yılından itibaren
ele almıştır. Balsoy bu dönemdeki çabaları şöyle açıklamıştır:
“1838 öncesinde de kürtajı yasaklamaya yönelik bazı adımlar atılmışsa da
kapsamlı ve bütünlüklü politikalar ancak bu tarihten sonra formüle edilmiştir.
1838’in son aylarında Meclis-i Umûr-u Nâfia, Dâr-Şûra-yı Bâb-ı Âli ve Meclis-i
Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye gibi kurumlar hem karşılıklı fikir alışverişinde bulunmuş
hem de kürtaj karşıtı politikanın ana hatlarını çizmiştir. Meclis-i Umûr-u Nâfia
hazırladığı ve kürtajın yasaklanmasında öncü olan layihasında ‘bir devletin
tezâyüz-i miknet ü kuvveti ve tevâfür-i şevket ve saltanatı’nı nüfusun
büyüklüğüyle özdeşleştirir. … Bu bakış açısına göre çocuk doğurmak, neredeyse
milli bir vazife olarak görülmektedir” (2012: 39).
Müslüman Osmanlı kadınlarının bu “görevi” yerine getirmemelerinin sebebi Meclis-i
Umûr-u Nâfia’ya göre ya “sefahatten vazgeçemedikleri için” ya da “sefalet
yüzünden”dir (Balsoy, 2012: 40). Konu yoksullukla ilişkilendirildiği için aile refahı
politikaları bağlamında aile yardımları gündeme gelmiştir. Kürtajın yaygın olduğunu
belirten ve bunu engellemeyi amaçlayan politikaların ilk aşamasında “ebe, eczacı ve
tabiplerin bağlı bulundukları inanca göre hahambaşı, patrik ya da İstanbul kadısı
huzurunda kadınlara çocuk düşürücü ilaçlar satmayacaklarına dair yemin” ettirilmesi
uygulaması başlatılmıştır (Balsoy, 2012: 40). Bu uygulamayı yürürlüğe koyan ferman
kısa sürede farklı bölgelere de gönderilmiştir. Erken belgelerde dinî temalar
30
vurgulanmıştır. Ebe, tabip ve eczacıları hedefleyen uygulamaların sürgünle
sonuçlandığı örnekler görülmüştür (Balsoy, 2012: 40).
1858 Ceza Yasası’nın 192. ve 193. maddeleri kürtajı önlemek amacıyla yasak ve
yaptırımlar içermektedir (Balsoy, 2012: 40). Bu dönemde Cemiyet-i Tıbbiye-i Şahane
kürtaj ve düşüğün nüfusun azalmasının en önemli nedenlerinden biri olduğunu, her
sınıf ve her kesimde çok yaygın olduğunu öne sürmüştür ve kadınların terbiye ve
ahlaklarına dikkat edilmesi, kürtaj ya da düşük yapan kadınların cezalandırılması,
çocuk doğuran yoksul ailelere yardım gibi somut politikalar önermiştir (Balsoy, 2012:
40-41).
Osmanlı’da 16., 17. ve 18. yüzyılda Batı’da nüfus artışına yönelik yürütülen ölüm
politikalarının yaşanmamış olması yalnızca Osmanlı’nın dinî yapısına ya da bu
dönemlerde devletin güç kaynağı olarak görülen nüfus konusunda ciddi görülen bir
sorun olmaması ile ilgili değildir. Osmanlı’nın ekonomik yapısı Avrupa’nınkinden
farklı bir gelişim sürecinden geçmiştir. Bu nedenle Avrupa’da 15. yüzyılda başlayan
kapitalizme geçiş sürecinin yol açtığı olayların Osmanlı’da doğrudan tarihsel bir
karşılığı yoktur.
Osmanlı’nın aynı dönemdeki ekonomik ve toplumsal yapısı Avrupa’nınkinden çok
farklıdır. Avrupa’da nüfusu artırmak için kadınların baskılanmasında kırsal
kapitalizmin yaygınlaşmasının belirleyici bir unsur olduğunu Federici öne sürmüştür.
Avrupa’da kadınların idamıyla sonuçlanan cadılık, itaatsizlik ya da norm dışı cinsel
davranış suçlarıyla yargılananlarının çoğunun çiftçiler, ücretli işçiler gibi yoksul köylü
kadınlar olması, suçlayanların ise genelde bu kadınların işverenleri ya da toprak sahibi
gibi yerel iktidarın bir parçası olan ve merkezî iktidar ile ilişki içinde olan, toplumun
zengin ve prestijli üyelerinden olması ile kanıtlamıştır (Federici, 2017: 245-246).
İngiltere’de çalışamayan güçsüz ve yaşlı kadınlar ya da dilenen kadınlar, çoğunluğu
dul ya da yalnız yaşayan kadınlar (Federici, 2017: 246), çalışmayan kadınlar, eşlerine
direnen, “huzur bozan” kadınlar (Underdown, 2007: 119) cadılıkla suçlananların
çoğunluğunu oluşturmuştur. Bunların nedeni Avrupa’da cadı avını ortaya çıkaran
ortamın sınıf mücadelesi gerektiren bir düzene geçiş dönemi olmasıdır.
31
Liberalizm doğanın sınırlarını yıkarak ve bedenin sınırlarını aşarak işgücünü
genişletmiştir, Federici bu durumun “‘doğa durumu’nun üstesinden gelme” çabası
olduğunu söylemiştir (2017: 194). Yeni iş disiplini “bedenini en yüksek fiyatı verene
sunulacak bir sermaye olarak gören işçi imgesi”ni yaramıştır ve kapitalist üretim
biçimin
dayattığı
koşulların
işçilerce
“doğanın
apaçık
yasaları”
olarak
kabullenilmesini amaçlamıştır (Federici, 2017: 194).
Büyü anlayışının öngörülemezliği, doğal unsurlara verdiği değer ve onlarla kurduğu
ilişki, genelleştirilerek sömürülemeyen güçlerin varlığına olan inanç doğayı kontrol
altına almayı amaçlayan kapitalist iş örgütlenmesini tehdit etmiştir (Federici, 2017:
249). Cadılık güçsüzlerin topluluklarından dışlandığı ve “iyi komşuluk” bağlarının
çözüldüğü bir dönemde “toplumsal ve cinsel baskıya bir cevaptır” (Underdown, 2007:
119). Kısacası “Tahakküm altına alınabilmesi için dünyanın önce ‘büyüsünün
bozulması’” gerekmiştir (Federici, 2017: 249).
“Doğanın sırlarını kendine mal etmek ve onun güçlerini insan iradesine tabi kılmak”
bu dönemde önem kazanmıştır (Federici, 2017: 204). Bu dönemde doğa gibi bedenin
de fethedilebilir, davranışları hesaplanabilir, düzenlenebilir, teknik olarak ele alınarak
güç ilişkileriyle kuşatılabilir olduğu düşüncesi hâkim olmuştur. Bedenin iş makinesi
olarak görülmesi, burjuva ruhunun etkisinde ortaya çıkmıştır. Bedenin makine olduğu
“bilgi”si devlet müdahalesi ile “iktidar”a dönüşmüştür (Federici, 2017: 202). Bedensel
davranışların bu bağlamda düzenlenmesi, kapitalizm öncesi inançların ve
uygulamaların ortadan kaldırılması aracılığıyla gerçekleşmiştir (Federici, 2017: 203).
Ekonomik büyüme dönemi, yeni üretici ve toplumsal güçler, yeni egemen ve bağımlı
ekonomik sınıfların ortaya çıkmasına sebep olmuştur (Berktay, 2016a: 145). Önceki
feodal ve köleci toplumların cinsiyet ve ırk egemenliği gibi toplumsal baskı biçimleri,
yeni yönetici elitin egemenliği tarafından uyarlanmıştır.
18. yüzyılda cadı avının batıl Orta Çağ inançlarının bir ürünü olduğu söylenmiştir
ancak kadınların cadılıkla suçlanması ve cezalandırılması tamamen kesilmemiştir. 19.
yüzyılda, 1871’de Paris burjuvazisi kadın komüncüleri cadılıkla suçlamıştır,
gazetelerde ihbar edilen yüzlerce kadın idam edilmiştir. 1840’larda Batı Hindistan’da
bir cadı yakma dalgası ortaya çıkmıştır. Nijerya ve Güney Afrika gibi birçok ülkede
32
cadı avları günümüzde devam etmektedir. Çünkü neoliberal gündemin yoğunlaşması
ile cadı avı birlikte hareket etmektedir.
1980’lerde ve 1990’larda Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası tarafından
yürütülen yapısal dönüşüm politikaları ile aynı dönemde Kenya, Nijerya ve
Kamerun’da cadı avları yaşanmıştır (Federici, 2017: 330). Günümüzde Hindistan’ın
kırsal bölgelerinde cadı avı sürmektedir (Ahuja, 2018). 2000’lerde Afrika, Pasifik
ülkeleri, Latin Amerika’da yaklaşık bin kişinin cadılık şüphesi ile öldürüldüğü, şiddet
ve dışlanma vakalarının ise milyonlara çıktığı bilinmektedir (Horowitz, 2014).
Federici tüm bu örneklerin benzer ekonomik koşullarda ortaya çıkmasının tesadüf
olmadığını savunmuştur. Ekonomi politik, kültür, dinî sebepler ve batıl inançlar
kadınların cadılık ile suçlanmasında önemli etkenlerdir. Ancak kriz dönemlerinde
kadınların gördüğü şiddet artışının, kadın bedeninin düzenlenmesinin ekonomi politik
ile ilişkisinin, kadın üzerindeki iktidarın kadının toplumsal ve özel yaşamı üzerindeki
etkisinin önemli bir örneğidir.
Görüldüğü üzere batıl inançlarla birleştiğinde cadı avına dönüşen kadına şiddet,
ekonomik ve toplumsal olarak olumsuz koşulların ve kapsamlı dönüşümlerin
yaşandığı bölgelerde daha yoğundur. Aynı zamanda kadına şiddetin sebeplerinden biri
sınıf çatışması olduğu için aynı ülke içinde ekonomik durumu iyi olmayan, alt sınıf
olarak gruplandırılan kadınlar şiddetten daha yoğun olarak etkilenmektedir
(Underdown, 2007: 120). Yaşamı, bedeni, doğayı dolaylı olarak ve doğrudan yöneten
ekonomi politik, toplumsal dönüşümde aile, doğum, yaşam biçimi gibi konularda
kadını doğrudan etkilemektedir.
16. yüzyıldan günümüze, cadı avından aileye, kadının biyoiktidardan, biyopolitikadan
aldığı pay ekonomik sistemde yerleşik niteliktedir. Şüphesiz bu durum yalnızca
kapitalizmle açıklanabilecek bir niteliğe sahip değildir; ekonomi politik, din, kültür,
toplumsal yaşam, çıkar ilkesi, devlet aklı, politika ve daha birçok karmaşık alanın
birlikte işlediği bir süreçtir. Ancak kapitalizmin ataerki ile olan ilişkisi açısından,
beden-iktidar ekseninde kadın açısından önemli bir süreçtir. Tekeli bu sürecin politik
alana yansımasını şu şekilde açıklamıştır:
“… işgücüne katılsalar bile, asıl rolleri ekonomi dışındadır. … ‘ev işinin’
sosyalleştirilmemesi/sosyalleştirilememesi kadının toplum içindeki yerinin esas
33
olarak ailesine bağlı olarak edinmesiyle, yaşantısının ailesi çevresinde
örülmesine yol açmaktadır. Kadınların, batı parlamentolarında ‘simgesel’ bir
düzeyde kalan politik katılımları, hem bu durumun kaçınılmaz bir sonucu, hem
de en açık kanıtıdır” (Tekeli, 2017: 32).
Connell’a göre küresel ticaret ilişkilerinin ve iktidar yapılarının temelinde cinsiyetli
anlamlar ve imgeler vardır çünkü emperyalizm cinsiyete dayalı iş bölümünü beyaz
erkek iktidarına dayanarak küreselleştirmiştir (1998: 210-213). Küresel cinsiyetler
düzeni iki cinsiyet arasında, Birinci Dünya ve Üçüncü Dünya ülkeleri arasında iş
bölümü yaratmakta, kendi söylemlerini yerel kültürlere uyarlayarak bu kültürleri
ekonomi politiği destekleyecek şekilde etkilemektedir. Ataerkil tahakküm kendini
kurumsallaştırarak eşitsizliği sistemleştirmektedir. Akademisyen ve antropolog Sibel
Özbudun ataerkinin eşitsizliklerle kurumsallaşmasını şu şekilde açıklamıştır:
“Toplum içinde eşitsizliğin kurumsallaştığı, alt sınıflardan ‘üsttekiler’e değer
aktarımının söz konusu olduğu ve iktidar yapılarının biçimlendiği her yerde,
kadınların konumlarının ikincilleştiğini söyleyebiliriz. Bu nedenledir ki, ‘iktidar,
ancak ataerki desteğinde kurumsallaşabildiği için, başından itibaren erildir’
denilebilir gönül rahatlığıyla” (Özbudun, 2007: 22).
Tekeli tezin biyopolitika olarak değerlendirdiği süreçlerin kadın üzerinde kurduğu
iktidarın karmaşıklığını şu şekilde açıklamıştır: “Siyasal müdahale kadınların sırtından
yapılıyor. Çünkü mesele aslında doğrudan kadınların meselesi olduğu halde, kimse
onlara fikrini sormuyor”. Tekeli kadınları “... nesneleştiren, sözde liberallere karşı
çıkan İslamcı muhafazakârlar”ın “gerçekte kadın haklarını tanımazken ‘manevi’
değerleri koruma adına” hareket ettiğini söylemiştir. (2017: 235).
1.4. Biyopolitika ve Biyoiktidar
Biyopolitika yaşamı ve bedeni yöneten, onlar üzerinde iktidar kuran süreçler, politika
biçimleri ve politik aygıtlarıdır, doğrudan insan bedenlerini ya da genel nüfus
süreçlerini belirli amaçlarla yöneten biyoiktidarı kuran yönetim ve söylem biçimidir.
Esposito biyopolitikayı yaşam hakkındaki politika, biyoiktidarı ise politikanın
egemenliğine giren yaşam olarak tanımlamıştır (2008: 15).
İktidar tekil alanlarla değil, tüm uzantılarıyla dünya ile ilgili yaşam ve ölüm soruları
ile ilgilenmektedir. Hukuk ya da politikanın herhangi bir konuda geleneksel dilin
dışına çıkan herhangi bir şeyi doğrudan kapsadığı, onu kavramsal aygıtlarının dışında
34
olan bir boyuta çektiği görülecektir. Esposito’ya göre bu “şey” (“bu öğe ve bu madde,
bu alt tabaka ve bu kargaşa”) tam olarak biyopolitikanın konusudur (2008: 14).
Yunanca sözcük dağarcığı açısından açıklandığında biyopolitika “yaşamın niteliği” ya
da “yaşam biçimi” anlamına gelen bíos’tansa, yaşamın yalnız biyolojik durumu
anlamına gelen zōē’nin boyutuna, ya da bíos’un zōē’ye maruz kaldığı birleşme
eksenine işaret etmektedir (Esposito, 2008: 14). Esposito’ya göre çıplak yaşam, doğal
yaşam olarak zōē tanımı yapmak özellikle günümüzde zordur çünkü beden
teknolojiden etkilenmektedir. Bedeni etkileyen bağlamlar teknoloji, ekonomi politik,
kültür, din gibi karmaşık alanlardır. Tüm bu alanlarla karşılıklı ilişkisi olan politika
yaşamın içine girmektedir ve yaşam böylelikle dönüşmektedir.
İktidarın sahip olduğu öldürme hakkı biyoiktidarın doğuşuyla yaşatma hakkına
dönüşmüştür. Foucault “eski öldürtme ya da yaşamasına izin verme hakkının yerini
yaşatma ve ölüme atma gücü”nün aldığını söylemiştir (2016: 98). Yaşam ve ölüm
üzerindeki hak, biçimsel olarak Romalı ailenin erkeğine eşi olan kadının, çocuklarının
ve kölelerinin yaşamını kullanma hakkı verilen eski patria potestas’tan (baba gücü)
türemiştir; baba yaşam hakkı vermektedir ve onu geri alma yetkisine sahiptir
(Foucault, 2016: 96). Bu hak hükümdar tarafından da kendi varlığını savunmak için
kullanılmıştır. Hükümdarın dış tehditlere karşı savaş açması ve uyruklarından devletin
savunmasında yer almalarını istemesi, “onların ‘doğrudan ölümlerini’ talep etmeden
‘yaşamlarını tehlikeye sokma’sı kurallara uygundur; bu anlamda uyrukları üzerinde
‘dolaylı’ bir yaşam ve ölüm hakkına sahiptir” (Foucault, 2016: 96).
19. yüzyıldan itibaren ise hükümdara tanınan hakların ekonomi politik etkisinde
geçirdiği dönüşüm sonucu yaşamın yönetimine odaklanılmıştır. İktidarın yaşam
üzerindeki hakkı 19. yüzyılda artık “yaşatma ya da ölüme bırakma hakkı” hâlini
almıştır ve bu, önceki öldürme ya da yaşamasına izin verme hakkının yerini
almaktansa, onu tamamlamakta, onun içine işlemekte ve onu ters yönde
değiştirmektedir (Foucault, 2018: 246-247). İktidar giderek daha az öldürme hakkına
sahip olmakta ve giderek daha çok, “yaşatmak için müdahale etme ve yaşama
biçimine, yaşamın ‘nasıl’ına müdahale etme hakkına dönüşmektedir” (Foucault, 2018:
253).
35
19. yüzyılda yaşamın “nasıl”ını yönetmek için yeni iktidar biçimleri “bedenlerin
bakımının üstlenilmesine, işe yarar güçlerinin alıştırma, terbiye vesaireyle
yükseltilmesi” amacına hizmet etmeye başlamıştır (Foucault, 2018: 248). Gözetleme,
hiyerarşi, teftiş, yazı, tutanak sistemleri ile, “disiplinci iş teknolojisi” olarak
adlandırılabilecek teknoloji aracılığıyla iktidar ekonomi ve akılsallaştırma tekniklerine
yönelmiştir (Foucault, 2018: 248). 18. yüzyıl boyunca yerleşen bu teknikler, 19.
yüzyılda “disiplinci tekniği dışlamayan, ama onu içine alan” ve uygulama alanı beden
ve insanların yaşamı olan yeni bir iktidar teknolojisini geliştirmiştir (Foucault, 2018:
248).
Foucault bu yeni teknolojinin yaşama özgü doğum, ölüm, üretim, hastalık gibi toplu
süreçlerden etkilenen küresel bir kitle oluşturduğu için insanların çokluğu ile
ilgilendiğini söylemiştir. Böylelikle bireyselleştirme yöntemi ile beden üzerinde
iktidar kurulmakta, sonrasında ise yığınlaştırıcı bir iktidar kurulmaktadır (Foucault,
2018: 248). Bu Foucault’nun terimleri ile anatomo-politikadan biyopolikaya geçiştir.
Disiplinci bir teknik olan bireyselleştirme bedene yoğunlaşmakta, bedenleri yararlı ve
uysal kılmak amacıyla manipüle etmekte, cadı avı örneğinde görüldüğü gibi yararlı ve
uysal kılamadığını yok etmektedir; yaşama odaklanan teknoloji ise nüfusa özgü kitle
etmenlerini bir araya getiren, canlı bir kitlede meydana gelebilecek olan olayları
denetlemektedir (Foucault, 2018: 255).
Egemen iktidarın biyopolitik iktidarla birleşmesi tarihsel dönüşümlerin bir sonucu
olarak ortaya çıkmaktadır. Biyoiktidar, kapitalizmin gelişmesinin vazgeçilmez bir
öğesi olmuştur çünkü kapitalizm bedenlerin denetimli bir biçimde üretim aygıtına
sokulması ve nüfus olaylarının ekonomik süreçlere göre ayarlanması ile güvence altına
alınmıştır. Bu yüzden yaşamı artıracak ama aynı zamanda onları bağımlı kılmayı
zorlaştırmayacak iktidar yöntemlerine ihtiyaç duyulmuştur:
“İktidar kurumları olarak büyük devlet aygıtlarının gelişmesi üretim ilişkilerinin
sürekliliğini sağladıysa, toplumsal bünyenin her düzeyinde mevcut olan ve çok
farklı kurumlar tarafından (aile, ordu, okul, polis, bireysel tıp ya da yerel
yönetimler) kullanılan iktidar teknikleri olarak 17. yüzyılda icat edilen anatomo
ve biyo-politikanın temel özellikleri de; iktisadi süreçler, bunların akışı, onların
içinde yer alan ve destek olan güçler düzeyinde etkilerini gösterdi. Ama bunlar
aynı zamanda çeşitli kesimlerin karşılıklı güçleri üzerinde etki yaparak,
egemenlik ilişkileri ve hegemonya etkileri sağlayarak birer ayrım ve toplumsal
hiyerarşi etkeni olarak işlev gördüler” (Foucault, 2016: 100-101).
36
Bu noktada biyopolitika ile liberalizmin ilişkisi öne çıkmaktadır. Foucault’nun
insanların yönetilmesine yönelik özel bir sanat olarak tanımladığı liberalizm,
“emrivaki özgürlükten ziyade özgürlük koşullarının idare edilip düzenlenmesi
anlamına geldiği için, liberal pratiğin merkezinde özgürlüğün üretilmesi ve üretilirken
kısıtlanması, hatta yok edilmesi arasında değişken ve hareketli bir sorun ilişkisi” ortaya
çıkmaktadır (Foucault, 2015: 55). Liberalizmin temelinde bir “üretme-yoketme
ilişkisi” vardır: “Bir eliyle özgürlüğü üretmesi” gerekmekte, “fakat tam da bu hareketin
sonucu olarak diğer eliyle kısıtlamalar, denetim, baskı, tehdide dayalı hükümlülükler”
getirmektedir (Foucault, 2015: 55).
Özgürlük üretirken baskılaması, yaşatırken öldürmesi, liberal doğa paradoksu ile
tutarlıdır. Liberal doğa mantığının paradoksu doğaya göre hareket etmesi ancak doğayı
terk etmeyi olanaklı hâle getirmesidir. Foucault liberalizm öncesi kutsal ya da
değiştirilemez olarak düşünülen doğa kavrayışının bitirildiğini şu şekilde açıklamıştır:
“Liberaller için doğa, müdahalenin olanaksız ya da ilkece yasaklanmış olduğu
özerk bir alan değildir. Doğa, yönetimsel pratiklerin yalnızca uygulandığı değil,
aynı zamanda kalıcı bağlantı kurulduğu maddi bir töz de değildir. Burada,
toplumsal olguların doğasının da hesaba katılması gerektiğinden devlet
müdahalesinin ‘doğal’ bir sınırı olduğu doğrudur. Buna karşın söz konusu ayırıcı
çizgi negatif bir sınır değildir; çünkü şimdiye dek bilinmeyen bir dizi müdahale
olanağını ortaya çıkaran tam da nüfusun doğasıdır. Söz konusu müdahaleler
yasak ya da düzenleme biçiminde olmak zorunda değildir: Tahakküm altına alma,
emretme ve buyurmadan ziyade … teşvik etme, kışkırtma” (Lemke, 2016: 69).
Liberal düşüncenin merkezindeki şimdiye dek bilinmeyen doğadır, yaşamın ve
üretimin radikal bir biçimde dönüşmüş ilişkilerinin tarihsel sonucudur: “Evrimleşen
sivil toplumun ’ikinci doğa’sı” (Lemke, 2016: 68). Lemke Adam Smith, David Hume
ve Adam Ferguson gibi ekonomistlerin yönetim uygulamalarına özgü bir doğa
olduğunu öne sürdüğünü ve hükümetlerin eylemlerinde bu doğaya uyacağını
varsaydığını aktarmıştır (Lemke, 2016: 68). Böylelikle yönetim içsel bir düzenlemeye
dönmüştür ve ekonomik bir yönetim aracılığıyla işlemeye başlamıştır.
Foucault Amerikalı ekonomistlerin piyasa ile ilgili olmayan tutum ve davranış
alanlarına da ekonomik analizi uygulamış olduklarını açıklamıştır. Neoliberal
kavrayışlarda ekonomik analizi evliliğe, çocukların eğitimine veya suça uygulama
girişimleri ortaya çıkmıştır ve bu ekonomik modelin uygulamalarında meşruiyet
37
sorunları homo economicus (ekonomik insan) kavramı etrafında açıklanmıştır
(Foucault, 2015: 219). Foucault bu modelin doğrudan ekonomik olmayan alanlara
uygulanmasını şu şekilde açıklamıştır:
“Bunların en önemlisi kuşkusuz ekonomik analiz nesnesinin, kıt kaynakların
azami ölçüde alternatif amaçlara aktarılmasını içeren tüm davranışlarla
özdeşleştirilmesi – ki bu, neo-klasik ekolün, ekonomik analizin nesnesi için
yaptığı genel tanımın ta kendisi. Fakat bu özdeşleştirmenin arkasında, ekonomik
nesnenin, kısıtlı olanakları herhangi bir amaç uğruna kullanan tüm davranışları
kapsayacak şekilde genişletilmesi ihtimali yatıyor” (Foucault, 2015: 220).
Böylelikle ekonomi politik tüm yaşamı ve bedenleri kapsamaya, yönetmeye,
düzenlenmeye başlamıştır. Yaşamın iktidar tarafından göz önüne alınmasının 19.
yüzyılın en önemli olaylarından biri olduğunu söyleyen Foucault, “bir anlamda, canlı
varlık olarak insan üzerinde bir iktidar kurma, biyolojik olanın devletleştirilmesi”
eğiliminin ortaya çıkığını söylemiştir (2018: 246).
Foucault’ya göre yaşam üzerindeki iktidar, beden disiplinleri ve nüfus düzenlemeleri
etrafında kurulmaktadır. Böylelikle 19. yüzyıl öncesinde egemen iktidarın simgelediği
öldürme gücü, yerini artık titizlikle bedenlerin yönetimine ve yaşamın hesaplı bir
biçimde işletilmesine bırakmaktadır. Böylece bedenlerin boyun eğmesini ve nüfusların
denetimini sağlamak üzere çeşitli ve çok sayıda teknik ortaya çıkmıştır; dil, okullar,
kolejler, kışlalar, atölyeler gibi farklı disiplinler, aynı zamanda politik uygulamalar ve
iktisadi gözlemler alanında doğurganlık, uzun yaşama, kamu sağlığı, konut, göç
sorunları ortaya çıkmıştır. Foucault biyoiktidar çağını bu gelişmelerle açıklamaktadır
(Foucault, 2016: 100).
Osmanlı İmparatorluğu’nda ise 17. ve 18. yüzyılda toplumsal ve ekonomik
değişiklikler ortaya çıkmış, merkezî yönetimin taşra üzerindeki egemenliği
zayıflamıştır. 17. yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı Devleti’nde iç göçler
yoğunlaşmış, savaşlar ve bozgunlarla göçe sebep olacak şekilde can ve mal
güvenliğinin azaldığı bir dönem yaşanmıştır (Aycibin, 2008). 19. yüzyıla gelindiğinde
Osmanlı İmparatorluğu’nda devletin doğası değişikliğe uğramış, devlet ve toplum
arasındaki ilişki yeniden tanımlanmış, devlet yeni işlevler kazanmıştır. Balsoy bu
değişikliklerin beden üzerindeki iktidar ile ilişkisini açıklamıştır: “Devletin değişen
işlevleri; vergi toplama, askere alma, zorunlu eğitim gibi yeni haklar ve sorumluluklar
38
nüfusu bilme, tanımlama, yeniden tasnif etme ihtiyaçlarını da beraberinde getirmiştir”
(Balsoy, 2012: 38).
19. yüzyılda Osmanlı’da adalet ve mahkeme sistemi dönüşüme uğramıştır. Devletin
yeni işlevleri çerçevesinde hastaneler, okullar, yollar, köprüler, polis merkezleri,
hapishaneler, akıl hastaneleri inşa edilmiştir (Balsoy, 2012: 38). Nüfus hakkında
sayısal bilgiler edinmek ve demografik değişimleri kontrol etmek devletin ilgi alanına
girmiştir. 19. yüzyılda devletin toplumla yaptığı sözleşme yeniden tanımlanmıştır
(Balsoy, 2012: 39). Osmanlı’nın kürtaj yasaklarının yalnızca Müslüman kadınları
hedeflemesi örneğinde de görüldüğü gibi, Osmanlı’nın nüfusunu olduğu gibi
korumaya değil Müslüman nüfusu artırmaya yönelik girişimler, iktidar yetkisinin
nüfusun yalnızca sayısal büyüklüğü değil, niteliği ile de ilgili olduğunu
göstermektedir.
Foucault için biyoiktidar, kapitalizmin bedenleri üretim süreçleri içine dahil etmesi ve
nüfus olgusunun iktisadi süreçlere göre ayarlanması ile mümkün olmuştur.
Biyoiktidarın iki temel bileşeni insan bedeni ve nüfus iktisadıdır (biyokapitalizm)
(Canpolat, 2005: 102). Nüfusun biyopolitiği ve bedenin anatomo-politiği bu şekilde
ortaya çıkmaktadır. Nüfusun biyopolitiği insan türünün biyolojik süreçlerinin zemini
olarak hizmet eden bedene odaklanmaktadır. Üreme, doğum ve ölüm, sağlık düzeyi,
ölüm yaşı ortalaması, yerleşim, göç gibi konular biyopolikanın ilgilendiği
sorunsallardır. Bedenin anatomo-politiği “Bedenin disipline edilişi, yeteneklerinin
optimum hâle getirilişi ve iktisadi denetim sistemleriyle bütünleştirilmesi” anlamına
gelmektedir (Canpolat, 2005: 103).
Beden üzerindeki disiplinin izini 16. ve 17. yüzyılın cadı avlarında süren Federici bu
dönemlerde kişi üzerine söylemin “daha geniş kapsamlı bir toplumsal reformasyon
sürecinin” bir parçası olduğunu, bedene karşı açılan savaşın “yeni bir birey türü
yaratma çabası”nın bir parçası olduğunu söylemiştir (2017: 194). Bu dönemlerde
temelleri atılan insan bedeninden cinselliğe, aileye, okula, orduya, fabrikalara kadar
uzanan iktidar ağları dizisi 18. yüzyıldan itibaren yerleşmiştir.
Biyoiktidar Foucault’ya göre 19. yüzyılda ayrışmış iki yönde gelişmiştir. Disiplin
konusunda, ordu ya da okul gibi kurumlar ve öğrenme, eğitim, toplumların düzeni
39
üzerine düşünceler belirmiştir. Nüfus düzenlemeleri yönünde ise demografi, kaynaklar
ile nüfus arasındaki orantıya ilişkin tahminler, zenginlikler ve zenginliklerinin
dolaşımı, yaşam ve yaşam süreleri çizelgelere geçmeye, ölçülmeye başlamıştır. 19.
yüzyılın büyük iktidar teknolojisini oluşturan soyut düzenlemeler bu tekniklerin
eklemlenmesi ile oluşmuştur (Foucault, 2016: 100). Cinsiyetin ve cinselliğin
düzenlenmesi de bu iktidar teknolojisinin soyut düzenlemeleri arasında en önemlileri
olmuştur.
Beden bir iktidar ilişkileri ağında yer almaktadır çünkü üretim biçimi gereği beden
emek gücüne dönüştürülmeli, üretim gücü olarak kullanılmalıdır. Bunun için gereken
itaatkârlık ise iktidarın bedeni kuşatması aracılığıyla üretilmektedir. Bu bağlamda
disiplin bedeni denetim altına almayı mümkün kılan ve onun sürekli itaatini sağlayan
yöntemler aracılığıyla işlemektedir. Bu yöntemlerin ürettiği iktidar biçimleri farklı,
küçük ve dağınık biçimlerde ortaya çıkmaktadır: “Bu modern çağın bireyini üreten
disiplinci iktidarın itaat ettirme biçimidir” (Canpolat, 2005: 103).
Edebiyat kuramcısı Michael Hardt ve düşünür Antonio Negri Foucault’nun
biyopolitika kavramında bir değişiklik yaparak toplumda refahın yaratılmasının
biyopolitik üretim olarak isimlendirdikleri – ekonomik, politik ve kültürel olanın
giderek daha fazla birbiriyle örtüştüğü ve birbirini geliştirdiği – bir üretim biçimi
şeklinde gerçekleştiğini söylemişlerdir (2018: 17). Biyoiktidar, sermaye altındaki
toplumun baskılanma biçimi anlamına gelmektedir.
Hardt ve Negri her yerde olan ve her şeyi kuşatan bir biyoiktidar düşüncesi geliştirmiş,
biyopolitikanın toplumsal ilişkilere, insanların bilincine ve bedenine derinlemesine
işleyen bir denetim biçimi olduğunu söylemişlerdir (2018: 18). Hardt ve Negri’ye göre
biyopolitika toplumsal yaşama yönelmekte ve aynı zamanda bireylerin gündelik
yaşamlarının “en mahrem detaylarını” da kapsamaktadır (Lemke, 2016: 95). Yönetim
için uygun toplumsal bütünleşme ve dışlama davranışları, öznelerde içselleşmektedir.
İktidar artık doğrudan beyinleri ve bedenleri “otonom bir yabancılaşma durumuna
getirerek örgütleyen mekanizmayla” çalışmaktadır (Hardt, Negri, 2018: 44). Hardt ve
Negri kontrol toplumu kavramı ile ortak ve gündelik uygulamaların içsel olarak
canlandırıldığı
normalleştirici
disiplin
aygıtlarının
güçlendirilmesi
ve
40
genelleştirilmesini ifade etmişlerdir (2018: 44). Bu kontrol mekanizması esnek ve
değişken ağlar aracılığıyla kurumların alanının dışına uzanmaktadır.
Biyoiktidar, toplumsal yaşamı izleyerek, yorumlayarak, içine çekerek ve yeniden
eklemleyerek içeriden düzenleyen bir iktidar biçimidir ve iktidar konusunda asıl konu
bizatihi yaşamın üretimi ve yeniden üretimidir (Hardt, Negri, 2018: 45).
1.5. Biyolojik Modernlik Eşiği
Biyopolitika politik egemenliğin kavramlarını yeniden biçimlendirmesi ve politik
bilginin yeni biçimlerini denetim altına alması bakımından politikanın özünde bir
dönüşümdür. Bu dönüşüm modernlik ile birlikte ortaya çıkmıştır ve erken modern
dönemlerden günümüze ekonomi politiğin etkisiyle farklı biçimlerde dönüşerek
varlığını sürdürmüştür.
Foucault “politikanın tarihdışı yasaları ve temelleri olduğunu varsaymak yerine politik
pratikteki tarihsel bir kopuşu, bir süreksizliği” saptamıştır, bu bağlamda “biyopolitika,
iktidarın uygulanmasının özel bir modern biçimine” işaret etmektedir (Lemke, 2016:
53). Biyopolitika “modern insan ile doğa bilimleri ve bu bilimlerden ortaya çıkan
politik eylem ile amaçlarını belirleyen normatif kavramların bir araya gelişini”
simgelemektedir (Lemke, 2016: 53-54). Bu yüzden Foucault için biyoiktidar modern
bir eşiktir: “Tarihte kuşkusuz ilk kez biyolojik olan siyasal olanda yansıma bulur”
(2016: 101). Bu eşiğin aşılması ile yaşam olgusu artık bilginin denetimi ve iktidarın
müdahale alanı içine girmiştir. İktidara ölüm tehdidinden çok yaşam sorumluluğu
yüklenmesi onun artık hukuksal öznelere değil canlı varlıklara hitap etmesine sebep
olmuş, yetkisini genişletmiştir.
Foucault insan türünün üzerinde konuşulan bir konu olarak kendi politik stratejileri
içinde yer almaya başladığında toplumun “biyolojik modernlik eşiği”nin oluştuğunu
söylemiştir: “İnsan binlerce yıl boyunca Aristoteles için neyse o olmuştur; yani
yaşayan ve buna ek olarak siyasal bir varlık olma yeteneğine sahip olan bir hayvan;
modern insan, bir canlı varlık olarak yaşamını kendi siyaseti dahilinde söz konusu eden
bir hayvandır” (2016: 102).
41
Yaşam ve politika ilişkisinin modern bağlamını değerlendiren bir başka düşünür,
sosyolog Anthony Giddens’dır. Giddens 1990’larda Foucault’nun biyopolitika
anlayışına gönderme yapmadan kendi yaşam politikası kavramını geliştirmiştir.
Giddens 20. yüzyılın son yıllarında modernliğin geç modernlik olan yeni bir aşamaya
girdiğini gözlemlemiştir. “Ontolojik güvenlik” sorununu merkeze aldığı düşüncesinde
tehlikede olma ve belirsizlik durumlarını tartışmış ve bunların modernliğin bir getirisi
olduğunu savunmuştur (Lemke, 2016: 111).
Giddens Modernliğin Sonuçları başlıklı eserinde modernite kavramını Avrupa’da 17.
yüzyıl civarında ortaya çıkmış ve etkileri tüm dünyaya yayılmış olan toplumsal yaşam
ya da düzen biçimleri olarak tanımlamıştır (1996: 1). Giddens eserini yazdığı dönemde
modernitenin radikal ve evrensel sonuçlarının deneyimlendiğini savunmuştur (1996:
3). Geleneksel ve modern arasında süreklilikler olsa da, modernite ile ortaya çıkan
yaşam biçimleri geleneksel toplum düzenlerinin yerini almıştır (1996: 4).
Modernitenin gelişimi ile düşünce ve eylem yeniden üretim sistemi içinde
dönüşmekte, kırılmakta, birbirine karışmaktadır ve günlük yaşam rutinleştirilmektedir.
Modern toplumsal yaşamda toplumsal uygulamalar sürekli olarak incelenmekte, yeni
bilgilere uygun olarak yeniden biçimlendirilmektedir (Giddens, 1996: 38).
Modernitenin önemli bir özelliği yeniyi yeni olduğu için kabullenme davranışıdır
(Giddens, 1996: 38). Giddens’ın yaşam politikası herkes için yaşamın yeni tatmin edici
ve doyurucu olanaklarının arandığı radikal sözleşmelerdir (1996: 39). Bu dönemde
yaşam politikası yaşam biçimine ilişkin bir politikadır.
Modernite bilgiyi dönüştürmekte, bilgiyi kesinliği ve doğruluğu yerine yeniliği
üzerinde durarak kurgulamaktadır (Giddens, 1996: 40). Bilginin dönüşümü ve
toplumsal yaşama ilişkin sistematik bilginin üretimi yeniden üretim sisteminin önemli
bir parçasıdır ve toplumsal yaşamı geleneğin sabitliğinden uzaklaştırmaktadır
(Giddens, 1996: 53).
Toplumsal yaşamın ve ona ilişkin bilginin bu modern dönüşümünün önemli bir
getirisi, uzmanlığa ve modern kurumların soyut sistemlerine duyulan güvendir.
Modernitenin küreselleşmesinin önemli yönlerinden biri, kimsenin modern
kurumların soyut sistemlerinden tamamen çıkma seçeneğine sahip olmamasıdır
42
(Giddens, 1996: 84). Modern öncesi ortamlarda insanlar rahiplerin, bilgelerin
otoritelerine karşı koyarak günlük yaşamlarını sürdürme olanağına sahipken, modern
dünyada bilgi alanında bu mümkün değildir. Soyut sistemlerin temsilcilerine güven
duyulması gerekmektedir (Giddens, 1996: 85). Günlük yaşamın rutinleri hastaneler,
banka sistemleri, ulaşım sistemleri gibi kişinin yaşamını sürdürmesi için güven
duyması gereken soyut sistemlere bağlıdır. Kişinin benliğini oluşturmasının, özel
ilişkileri modernitenin sürekli yeniden yaratım ve belirli sistemlere teslim olma
projesinin bir parçası hâline geldiğini öne süren Giddens “mahremiyetin dönüşümü”
kavramını bu bağlamda kullanmıştır (1996: 112). Özel alan, modern sosyoekonomik
koşullara uyacak şekilde dönüştürülmektedir.
Yaşamı akışkan modernite bağlamında değerlendiren sosyolog ve düşünür Zygmunt
Bauman ise yaşamı bir sanat yapıtı olarak kavramsallaştırmıştır. Bu anlayışa göre
insan yaşamı irade ve seçme özgürlüğüyle donatılmış bir varlığın yaşamı olduğu için
sanat yapıtıdır. Ancak “Yapacağım” ifadesinin yerine “Yapmalıyım”ı dayatan,
tercihleri daraltan dış güçlerin baskısı, irade ve seçimin varlığını yadsımaya ve gücünü
gizlemeye yönelik çabalara rağmen, irade ve seçim yaşam biçimini etkilemektedir
(Bauman, 2017: 74).
Bauman akışkan modern çağın çıkmazlar ve ikilemlerle herkesin temel amacı olan
mutluluğu hazır reçetelerle ulaşılabilecek bir şeye, yaşamı ise metaya indirgediğini
söylemiştir. İnsan yaşamı, dış koşullar ile yaratıcıların tasarıları arasındaki çatışmadan
oluşmaktadır (2017: 75). Yaşam sanatı günümüzde Bauman’a göre:
“… ‘bütün amacı’ ya da ‘nihai hedefi’nin ve aynı zamanda yaşamın seyri ve art
arda gelen her yaşam döneminin anlamı, günümüzde kendin yap tarzı işler olarak
görülüyor; hatta bu işler IKEA tarzı teçhizatlı uygun modüler mobilya tipi seçimi
ve montesinden oluşsa bile böyledir bu. Yaşayan herkesin, tıpkı sanatçılar gibi,
işin sonuçlarının sorumluluğunu üstlenmesi ve bu sonuçlar dolayısıyla övülmesi
ya da suçlanması bekleniyor. Tekrar edeyim: Bugünlerde her insan kendi
seçimleri olduğu için değil, deyim yerindeyse, evrensel talih öyle buyurduğu için
birer sanatçıdır” (Bauman, 2017: 78-79).
Bauman kişinin yaşamının sanat yapıtı hâline gelmesinin akışkan modern dünyada
kesintisiz bir dönüşüm durumu, kişinin sürekli kendini yeniden tanımlaması anlamına
geldiğini savunmuştur. Kendini tanımlama ve kendini kanıtlama her gün uygulanması
gereken yaratıcı yıkıcılıktır (Bauman, 2017: 101).
43
Bauman’a göre tüketim toplumunda “son piyasa arzlarınca tavsiye edilen ve ücretli
veya gönüllü piyasa sözcülerince övülen yaşam tarzını kopya etme arzusu” artık dışsal
ve saldırgan bir baskıyla ilişkilendirilmemekte, kişisel özgürlüğün dışavurumları
olarak algılanmaktadır (2017: 105). Bu toplumda kişiler özgürlüklerinin ne kadar
sınırlı olduğunu, onları belirleyen güçleri fark etmemektedir:
“Yaşam rotalarını belirten yol işaretleri pek haber vermeden belirir ve kaybolur.
İleride geçilmesi muhtemel bölgelerle ilişkin haritaların neredeyse günlük olarak
güncellenmesi gerekir ki düzensiz ve habersiz de olsa güncellenir zaten. Haritalar
birçok yayıncı tarafından basılıp satışa çıkarılır ve bayilerde çokça bulunur.
Ancak, hiçbiri güvenilir şekilde geleceği kontrol ettiği iddiasında bulunan bir
makam tarafından ‘onaylanmamıştır’. Hareketlerinizi hangi haritaya göre
yönlendirirseniz yönlendirin, risk ve sorumluluk sizdedir. Kısacası, kimlik
arayıcıları/kurucu-ları/reformcularının yaşamı beladan kurtulmaz; özgül yaşam
sanatları çok para, bitip tükenmeyen bir gayret ve pek çok durumda da çelik gibi
sinirler gerektirir” (Bauman, 2017: 106).
Düşünür Giorgio Agamben de biyopolitika ile modernlik arasında bağlantı kurmuştur
ve Kutsal İnsan (2017) başlıklı çalışmasında Nazi döneminin toplama kamplarını
Batı’nın günümüzü etkilemekte olan biyopolitika paradigması olarak ele almıştır
(2017: 215). Agamben günümüzün politik sistemlerinin kökenlerinin Antik Yunan’a
uzandığını söylemiştir ve Nazi toplama kamplarını bu politik geleneğin felakete varan
sınırları olarak okumuştur. Agamben’e göre kamp “gerçek ile hukuku, kural ile
uygulamayı, istisna ile kuralı birbirinden ayırmanın asla mümkün olmadığı; ama buna
rağmen bu ikisini sürekli birbirinden ayıran bir mekândır” (2017: 207). Agamben
kampın özü “istisna durumunun somutlaştırılmasına” ve çıplak yaşam ile “hukuk
kuralının bir belirsizlik eşiğine girdiği bir mekânın yaratılmasına” dayandığı için bu
yapının kurulduğu her yerde bir kamptan söz edilebileceğini söylemiştir (2017: 208).
Agamben’e göre (Kutsal İnsan eserinde Türkçe’ye “biyosiyaset” olarak çevrilmiş
olan) biyopolitika, iktidarın egemen pratiğinin özünü şekillendirmektedir ve egemen
iktidarın oluşumu biyopolitik bir bedenin yaratılmasına neden olmaktadır: “Egemen
iktidarın ortaya koyduğu ilk etkinlik, biyosiyasal bir beden yaratmaktır” (2017: 15).
Giorgio Agamben hukuki bir iktidar kavrayışına odaklandığı için biyopolitik
sorunsalın sosyoekonomik boyutları ile ilgilenmemiştir. Ancak çıplak yaşam (zōē) ile
politik varlık (bíos) arasındaki ayrımın antik dönemlerden beri Batı politik geleneğini
belirlediğini ve bu ayrımın politikadaki merkezî konumunu sürdürdüğünü açıklamıştır.
44
Agamben’e göre varoluş biçiminin biyolojik işlevlere indirgenmesi olan çıplak yaşam
ile politik varoluş arasındaki temel ayrım, antik dönemden bu yana Batı politik
düşüncesinin temel ikiliğidir (2017: 17). Agamben çıplak yaşamın politikleştirilmesi
gerektiğini ve bu sürecin aslında “yaşayan insanın insanlığına” karar vermek olduğunu
söylemiştir (2017: 16-17). Bu düşüncede politik topluma katılmak için hukuki statüsü
reddedilmiş insanların dışlanması gerekmektedir. Agamben’e göre politikada “bütün
istisnaların kural olması sonucunu veren” bir süreç söz konusudur, “çıplak yaşamı aynı
anda hem siyasal düzenden dışlayan hem de bu düzenin içine hapseden söz konusu
istisna durumudur” (2017: 18).
Agamben biyopolitikanın çıplak yaşamı aynı anda dışlayan ve yöneten düzeninin
dayandığı istisna durumunu şu şekilde tanımlamıştır:
“İstisna [exception] bir tür dışlamadır [exclusion]. Genel kuraldan dışlanan şey,
münferit/tekil bir durumdur. Fakat istisnanın en kendine-has niteliği şudur:
İstisna olarak dışlanan şey, dışlandığından dolayı kuralla hiçbir ilişkisi kalmayan
bir şey değildir. Tam tersine, istisna olarak dışlanan şey, kuralla olan ilişkisini,
kuralın askıya alınması biçiminde devam ettiriyor … İstisna … tamamen dışarıya
terk edilen bir şey değil, dışarıda tutulan (ex-capare) bir şeydir” (2017: 28).
Agamben doğa ile hukuk arasında bir belirsizlik bölgesi olan egemen istisnanın
hukukun askıya alınmış biçiminin kabulü olduğunu savunmuştur (2017: 32). Bu
yüzden Agamben’e göre normların yalnızca istisnalar ile var olduğunu ve yaşamın
başından beri hukukun istisnası olduğunu söylemek mümkündür (2017: 39).
Agamben parlamenter demokrasiler ile totaliter diktatörlükler, liberal anayasal
devletler ile otoriter düzenler arasında keskin bir ayrım olmadığını düşünmüştür
(Lemke, 2016: 80). Toplama kamplarının “modernliğin politik uzamının gizli
paradigması” olduğunu söyleyen Agamben kampın çıplak yaşamın sistematik olarak
üretildiği her yer olduğunu, istisnanın kamp hâlinin kurala dönüştüğünde başlayan yer
olduğunu söylemiştir (2017: 183). Sonuç olarak çıplak yaşam hâlâ modern politikanın
merkezinde yer almaktadır (2017: 183).
Düşünür Hannah Arendt’in yaşam ve politika düşüncesi de toplama kamplarını ve
çıplak yaşamı değerlendirmiştir. Ona göre “Kamp sakinleri, anonim bir ölümle
ölmezden çok önce, ruh ölümünü yaşamışlar, ‘yaşayan cesetler’ hâline gelerek
insanlıktan çıkarılmışlardı” (Berktay, 2016b: 75). Naziler iktidara geldikten sonra
45
temel hakları askıya aldıklarında “’kuraldışı’nı ‘kural’a çevirerek” sürekli kılmışlardır
(Berktay, 2016b: 77).
Agamben’in Nazi kamplarını modern toplumun paradigması olarak görmesine benzer
bir şekilde Federici’de cadı avları günümüzün ekonomik ve toplumsal düzenleri içinde
kadın ve beden hakkındaki süreçlerin paradigması olarak ortaya çıkmaktadır.
Kapitalizme geçiş döneminde olduğu gibi günümüzde de geniş çaplı şiddet ve esaret
gündemdedir, Federici’ye göre geçiş döneminin “fetihçiler”i günümüzün Dünya
Bankası ve Uluslararası Para Fonu memurlarıdırlar (2017: 31). Cadı avlarına benzer
bir biçimde “zincirlerinden boşanan şiddet kadınlara karşı yönlendirilmiştir, çünkü bu
bilgisayar çağında kadın bedeninin fethi hâlâ, kadınların her zamankinden daha güçlü
bir şekilde dölyatağına indirgeyen yeni üretim teknolojilerinin gelişimine yapılan
kurumsal yatırımların da gösterdiği gibi, emeğin ve zenginliğin birikiminin
önkoşuludur” (Federici 2017: 31).
Agamben demokrasi ile totalitarizm arasında içsel bir bağlantı olduğunu ve totaliter
devletin temel karakterinin yaşamın biyopolitikleştirilmesi olduğunu savunmuştur
(2017: 145). Totalitarizm üzerinde çalışmış başka bir düşünür olan Arendt de modern
dünyanın anlam krizinin kökenini Antik Yunan’a dönerek aramıştır. Arendt Antik
Yunan’da Atina kent devleti olan polis’i Batı politika geleneğinin başlangıç noktası
olarak düşünmüştür (Berktay, 2016b: 44). Polis, “üç insani faaliyet alanı arasındaki
ilişkilerin doğru ele alınması üzerine” kurulmuştur: “emek, iş ve eylem” (Berktay,
2016b: 47). Polis’te bu öğeler arasındaki ilişkinin kurulması hanenin doğal
zorunluluklar dünyasını ifade eden özel alanı ile kentin politik yaşamı (bios politikos)
arasında bir ayrım yapılmasını sağlamıştır (Berktay, 2016b: 47).
Arendt modern dünyada ise faydanın ve tüketimin egemen olduğu sosyal alanın
yükseldiğini, iş ve emeğin birleşiminde dengenin yitirilmesi sonucunda “gerçek bir
kamusal alan ve gerçek bir özel alan için gerekli koşulların” yok olma tehlikesi altında
olduğunu, bu durumun “modern dünyada yaşanan anlam krizinin esas sorumlusu”
olduğunu açıklamıştır (Berktay, 2016b: 49). Arendt’e göre “Modern koşullarda yıkımı
anlatan kelime yok etmek değil, tersine muhafaza etmektir” (2018: 363).
46
Berktay, Dünyayı Bugünde Sevmek (2016b) eserinde Arendt’in düzen ve istikrar
kaybı ortamında totaliter ideolojilerin doğanın yasalarına uyduklarını öne sürerek
kitlelere sahte bir güven ve istikrar duygusu verdiği düşüncesini aktarmıştır. Kişiler
yaşanan
zorlukları
basitçe
üst
sınıflara,
Yahudilere
ya
da
kapitalizme
bağlayabilecekleri indirgemeci ve kuşatıcı fikirlere açık hâle gelmişlerdir (Berktay,
2016b: 80). Çünkü ideoloji, rejimin kurmaca dünyasını gündelik yaşamın gerçekliği
olarak kabul ettirmektedir. Böylelikle insanlar ideolojinin buyruklarına uyarak tarihin
ya da doğanın yasalarına uyduklarını düşünmektedirler.
Kamusal alanın aşındığı modern çağda radikal yabancılık, yalnızlık ve köksüzlük
insanlara dünyada yerlerinin olmadığı duygusunu vermekte, aynı zamanda onları
kimlikten ve ortak duyudan, dünyaya karşı sorumluluk duygusundan yoksun
bırakmaktadır. Canlı ve istikrarlı bir kamusal alan ortadan kalktığı için başka insanlarla
ve çevredeki gerçekle bağ kopmakta, bağımsız düşünme ve eylemde bulunma yetisi
yitirilmektedir (Berktay, 2016b: 81).
Hardt ve Negri de biyopolitikanın modernite ile ilişkisi üzerine düşünmüşlerdir, ancak
onlara göre biyopolitika ekonomi ile politika arasındaki sınırların yok olması ile
karakterini bulan kapitalizmin yeni bir aşamasıdır ve postmodern biyopolitikaya
dönüşmüştür (Lemke, 2016: 21, 91).
Hardt ve Negri İmparatorluk (2018) başlıklı çalışmalarında biyopolitik üretim
kavramını geliştirmişlerdir. İmparatorluk egemenliğin yeni bir biçimi ve küresel bir
tahakküm sistemi anlamına gelmektedir. İmparatorluk’ta ortaya çıktığına inandıkları
yeni bir dünya düzenini, ekonomik yapıların hukuki-politik düzenlemelerle sıkı bir
biçimde birbirine kenetlenmesiyle şekillenen yeni bir düzeni betimlemişlerdir (Lemke,
2016: 92). Onlara göre Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği gibi ulus-üstü kurumların
önem kazanması ve sivil toplum kuruluşlarının öneminin artması ile düzenleyici
iktidar ve ulus devlet, otoritelerini kaybetme olasılığı ile karşı karşıya kalmaktadır.
Hardt ve Negri’nin düşüncesinde “Küresel piyasa ve küresel üretim ile birlikte bir
küresel düzen, yeni bir yönetim mantığı ve yapısı, kısacası yeni bir egemenlik biçimi”
ortaya çıkmıştır, İmparatorluk “bu küresel mübadeleyi etkin bir şekilde düzenleyen
politik özne, dünyayı yöneten egemen güçtür” (2018: 15). İmparatorluk, ulus47
devletlerin egemenliğinin azaldığı ve “giderek ekonomik ve kültürel mübadeleleri
düzenlemekten âciz hâle” geldiği çağda “merkezsiz ve yersizyurtsuzlaşmış”tır ve
sınırlar yok olmuştur (2018: 16-18). Böylelikle sermaye “yeni ve karmaşık
farklılaşma, homojenleşme, yersizyurtsuzlaşma ve yeniden yurt edinme rejimleriyle”
tanımlanan yeni bir dünya yaratmıştır (Hardt, Negri, 2018: 17).
Bu yeni küresel akışlar, Hardt ve Negri’nin “küresel ekonominin postmodernleşmesi”
olarak tanımladığı süreçte servet yaratımı “biyopolitik üretim” adlı bir üretim tarzına
dönüşmüştür (2018: 17). Biyopolitik üretim ekonomik, politik ve kültürel alanların
giderek örtüştüğü ve birbirini sardığı bizatihi toplumsal yaşamın üretimine
yönelmektedir. Hardt ve Negri bu kavramlarını “İmparatorluk yönetiminin ucu bucağı
yoktur … ‘uygar’ dünyaya hükmeden bir rejim demektir” sözleri ile tanımlamışlardır
(2018: 18). Onlara göre imparatorluk yönetiminin nesnesi tüm toplumsal yaşamdır.
1.5.1. Biyolojik Modernlik Eşiğinde Irk ve Cinsiyet
Biyoiktidar günümüzde yaşatma politikaları aracılığıyla yaşamı yönetmektedir. Ancak
Foucault’nun modern politikanın giderek biyopolitikleştiği savı ölüm üzerindeki
iktidarın bittiği anlamına gelmemektedir. Yaşamı yöneten iktidar ölüm hakkına da
sahiptir. Ölüm üzerindeki iktidar, yaşama hizmet ettiği varsayımından dolayı
sınırlanmalara tabi değildir. Başka bir deyişle, yaşam politikalarının ölüm
politikalarına da ihtiyacı vardır.
Foucault 18. yüzyılda şekillenen yönetim sanatını “çok sayıda içsel ve karışık
mekanizmanın bir araya gelmesiyle” tanımlamaktadır (2015: 25). Foucault bu
dönemde başlayan ve çalışmalarını yaptığı 1970’lerin sonunda sürmekte olduğunu
söylediği bu dönemin “genişleyen, yoğun, olumsuz sonuçlar doğuran, direniş ve
başkaldırılarla karşılaşan, kendisine tutumlu dediği ve öyle de gördüğü halde aşırıya
kaçan bir yönetim türüne” tanıklık ettiğini söylemiştir (2015: 26). Yönetim tutumlu
olduğunu iddia etmekte ama aynı zamanda genişlemeye ve yoğunluğunu arttırmaya
devam etmektedir. Foucault’ya göre yönetimin tutumluluğu sorunu, liberalizmin
sorunu anlamına gelmektedir. Bu dönemde tutumlu yönetim, devlet aklı ve devlet
aklının hesapları ile kuramsal ifadesini ekonomi politikte bulan bir doğrulama
sisteminin birbirine bağlanması temeldir.
48
18. yüzyıla kadar piyasa düzeninin amacı adil dağıtımı sağlamak ve hırsızlığı,
dolandırıcılığı engellemek iken bu dönemden sonra yargılama sahası olmaktan çıkarak
“doğal” mekanizmalara uyma yükümlülüğünü üstlenmiştir: “… Piyasa doğal
mekanizmalar yaratmakla kalmamış, bu mekanizmalar da serbestçe işledikleri
takdirde … üretimin maliyetiyle talebin genişliği arasında makul bir ilişki kuran doğal,
doğru, ya da normal, belli bir fiyatın ortaya çıkmasını mümkün kılmıştır” (Foucault,
2015: 28-29). Piyasanın bir tür “hakikat”in yansıması olması gereklidir (Foucault,
2015: 29). Böylece yönetimin yetki alanı fayda ile ölçülmeye, yetki alanının sınırı
yönetim müdahalelerinin faydasının sınırlarına göre çizilmeye başlamıştır (Foucault,
2015: 37). Yönetim aklının uyması gereken ilke çıkar ilkesidir. Foucault çıkar ilkesini
şu sözlerle açıklamıştır:
“bireysel çıkarlar ve müşterek çıkarlardan, toplumsal fayda ve ekonomik kârdan,
piyasa dengesi ve kamusal güç düzeninden oluşan karmaşık bir oyundur. Temel
haklar ve yönetilenlerin bağımsızlığı arasında oynanan karmaşık bir oyundur”
(2015: 41).
Yönetimin bireyler, eylemler, sözler, zenginlikler, kaynaklar, mülkiyet, haklar
üzerinde etki sahibi olmasını çıkarlar sağlamaktadır. Yönetim çıkarlar doğrultusunda
müdahale etmesini sağlayacak meşruiyete sahip olabilmektedir, aynı zamanda
çıkarları manipüle edendir (Foucault, 2015: 41).
Bu sebeple antropolog ve sosyolog Didier Fassin biyoiktidardansa biyomeşruiyet
kavramının düşünülmesi gerektiğini savunmuştur (2006: 45). Biyomeşruiyet, yaşamın
meşruiyeti ve biyolojik yaşamın üstün olarak tanınması anlamına gelmektedir. Fassin
bu bağlamda biyopolitikanın ahlaki boyutu üzerinde düşünmüştür. Fassin’e göre
“çıplak yaşam ve toplumsal yaşamın sınırlarında yaşayanın ve yaşanmışın, biyolojinin
politika ile karşılaştığı” yeni bir araştırma biçiminde “tarihsel ve coğrafi bir bağlamda
normların, değerlerin, iyi ve kötüyü, adil ve adil olmayanı, gerçek ve yalanı ayıran
çizgilerin” incelenmesi gerekmektedir (2006, 40-41). Fassin ahlakı tarihsel ve coğrafi
çerçevelerde gelişen normlar olarak ele almıştır (Lemke, 2016: 117).
Fassin’e göre tahmini yaşam süresi, sağlık, hastalık gibi yaşam ile ilgili konular
toplumsal eşitsizlik ile bağlantılıdır. Bu düşünceden yola çıkan Fassin küresel düzeyde
49
kolektif seçimlerin yaşamları belirlediğini, sağlık gibi yaşamsal konularda toplumsal
eşitsizliğin önemli olduğunu öne sürmüştür:
“… Fransa’da yaşayan otuz beş yaşındaki bir işçinin yaşam süresi ortalaması aynı
yaştaki bir mühendis ya da profesörden dokuz yıl azdır. Bu … yalnızca bir sağlık
sorununun etkilerinden kaynaklanmamaktadır, ama toplumsal adalet
politikalarının sonuçlarından kaynaklanmaktadır” (2006: 42).
Fassin’e göre bu seçimlerin üzeri örtülmektedir çünkü günümüzde demokratik
yönetimlerin “bazılarının ötekilerden daha kısa süre yaşamalarına karar verdiğini,
bazılarını kurtarmak için ötekileri kurban ettiği”ni halka açıklaması nadirdir (2006:
42). Bedenler göze çarpmayan yöntemler aracılığıyla yönetilmektedir. Bedensel
işlevler toplumsal alanda politik meşruiyetin nihai otoritesi hâline gelmektedir,
böylelikle biyomeşruiyet üretilmektedir.
Fassin’in biyomeşruiyet üzerinden düşündüğü belirli sınıflar için ötekilerin kurban
edilmesi durumunu Foucault ırkçılık üzerinden yorumlamıştır. Ona göre ırkçılık
toplumsal alanda ilksel olarak homojen bir biyolojik bütün olduğu kurgusunu kabul
etmeyi sağlayan bölünmelere izin veren çatlaklar yaratmakta, iyi ile kötü, yüksek ile
düşük, artan ile azalan ırklar arasında bir ayrım üretmeyi mümkün kılmakta ve kimin
yaşayacağı, kimin öleceği arasında ayırıcı bir çizgi kurmayı doğrulamaktadır. Burada
ölüm yalnızca fiziksel öldürme değil, toplumsal ve politik biçimler ile de ilgilidir.
Modern dönemde yönetimler, yaşatma amacını bazı toplumsal kesimleri ötekilerin
yaşamı pahasına ölüme bırakarak sürdürmektedir. Bu sebeple ırkçılık, cinsiyetçilik
gibi konular bu bağlam içinde değerlendirilebilmektedir. Foucault, egemen iktidarın
biyoiktidara dönüşmesinin, politik-askeri söylemin ırkçı-biyolojik söyleme doğru bir
kaymaya neden olduğunu açıklamıştır (Lemke, 2016: 61). Irkçılığın işlevi “sağlıklı”
ve “hasta”, “yaşamaya değer” ile “yaşamaya değmez” arasındaki ayırıcı çizgiyi
kurmakla sınırlı değildir; bir kişinin yaşamı ile bir başkasının ölümü arasındaki
dinamik ilişkiyi kolaylaştırmaktadır (Lemke: 2016: 63).
Biyoiktidarın dayandığı liberal doğanın kuruluşunda belirli ırkların yaşama hakkı
olmadığını ima eden bir “doğa yasası”, bu ırkları yok etmeyi doğrulamaktadır; belirli
sınıfların yok olmakta olduğunu iddia eden bir “tarih yasası” bu sınıfların ortadan
50
kaldırılmasının zorunlu olduğu sonucuna varmaktadır (Berktay, 2016b: 89). Doğa ya
da tarih yasalarını bilen ve aktaran ise liderdir (Berktay, 2016b: 91).
Doğa ve tarih yasasına dayanarak insan doğasını yöneten, değiştiren uygulamalar
totaliter rejimler ve ideolojilerde görülen terör üzerinden açıkça örneklenmektedir
(Berktay, 2016b: 93). Totaliter rejimde yaşayan yurttaş, gerçek anlamda eylemde
bulunamamaktadır ve doğru ile yanlış, olgu ile kurgu arasındaki ayrımın farkında
değildir. Bu nedenle “kendi fuzuliliğini her an yaşanan bir gerçeklik olarak hissettiği
bir dünyaya fırlatıldığında biricikliğini yitirir ve totalitarizmin insan doğasını
değiştirme amacının somut örneğine dönüşür” (Berktay, 2016b: 95).
Totaliter rejimlerde belirli sınıfların fuzuli olduklarını içselleştirmeleri ile sonuçlanan
süreçler, kadınlar özelinde gözlemlenebilen ve kadınların ataerkil kadınlık normlarına
göre
davranması
anlamına
gelen
içselleştirilmiş
ataerkiye
benzemektedir.
Cinsiyetçilik ve ırkçılık kişinin bedenine ve yaşamına ilişkin kurallar koyan
biyopolitika aracılığıyla devlet mekanizmalarına girmektedir.
Foucault ırkçılığın devlet mekanizmalarına girmesini biyoiktidarın bir sonucu olarak
görmüştür (2018: 260). Foucault’ya göre yaşamı geliştirmek adına ötekinin kimliğini
saptama, onunla mücadele etme, onu sınır dışı etme ve hatta öldürmenin ideolojik
temelleri yaşamaya değer olanlar hiyerarşisinde ırkçılık ile sağlanmaktadır (Lemke,
2016: 63). Biyolojik türden ırkçılık, ölümü doğrulamaktır. Irklar hakkındaki söylemler
biyoiktidarın nüfus içindeki grupları birbirine göre ayarlamasının yollarıdır (Canpolat,
2005: 104).
Cinsiyetçilik de ırkçılık ile aynı bağlamda yorumlanabilecek bir niteliğe sahiptir çünkü
cinsiyet ayrımı ve ırk ayrımı benzer biyopolitik süreçler bağlamında birey ve yaşam
üzerinde iktidar kurmaktadır. Yalnızca kadının politik ve ekonomik alanlardan
sistematik dışlanması değil, kadına şiddet suçlarına verilen iyi hâl indirimleri,
kadınların şikayetlerinin devlet kurumlarınca takip edilmemesi, kadınların nefsi
müdafaadan aldıkları cezaların erkeklerin tecavüz suçundan aldıklarından daha ağır
olması gibi uygulamalar biyopolitika bağlamında kadına şiddet suçları işleyen erkeğin
yaşaması için kadını ölüme bırakma olarak yorumlanabilmektedir.
51
Nüfusa odaklanan yaşamı çoğaltma söylemi insanları bedensel özelliklerine
indirgediği için kadını nesneleştirmekte ve erkeğin objesi, milletin namusu olarak
görülmesini
ve
özgürlüğünün
kısıtlanmasını
doğrulamaktadır.
Biyoiktidarın
politikaları, söylemleri ve politik eylemleri yaşamı iyileştirmek üzerine kurulmaktadır
ama bireylerin yaşamlarına bu şekilde yansımamaktadır. Toplumsal beden ve bireysel
beden farkı bu noktada önem kazanmaktadır. Toplumsal beden için iyi olan kadın ya
da LGBTI (Lezbiyen Gey Biseksüel Trans ve İnterseks) bedeni için kötü olarak
kurgulanmaktadır. Biyoiktidar açısından toplumsal beden kadın bedeni ya da LGBTI
bedeni ile ters düştüğü noktalarda onlar tarafından tehdit edilmektedir. Heteronormatif
aile normlarına uymayan, toplumsal yaşamın kabul edilen biçimlerinin dışında
yaşayanlar, devletin nüfus artışı için engel sayılmaktadır. Bu durum düşünürler ve
akademisyenler tarafından doğrudan biyopolitika çerçevesinde detaylı olarak
değerlendirilmemiş bir noktadır ancak biyopolitika bağlamında okunmasını gerekli
kılan niteliklere sahip bir konudur.
Araştırmacı ve akademisyen Zeynep Direk, cinsiyet farklılığının toplumsal olarak
düzenlenmesinin cinsellikten ve ırksal farklılığın düzenlenmesinden ayrı olmayan bir
iktidar alanı oluşturduğunu söylemiştir. Direk bu konuyu ırkçılığı, homofobiyi, kadın
düşmanlığını “paralel ya da analojik olan iktidar ilişkileri gibi ortaya koyan modele
direnmek” gerektiğini söylemiş, bunların soyut düzlemde yapısal bir eşdeğerliğinin
“özgül tarihlerini gözden kaçırmaya” sebep olacağını açıklamıştır (2015: 67-68). Irk
ve cinsiyet “inşa edilmiş olsa bile yaşanan” şeylerdir, “karmaşık mesajları
varlığımızda içerilmiştir” (Direk, 2015: 67-68).
Direk, söz konusu inşa sürecini Butler’ın Maddeleşen Bedenler başlıklı eseri
hakkındaki çalışmasında şu şekilde açıklamıştır:
“Kurucu bir kurgudan, harekete geçirici bir kurgudan söz ediyoruz sonuç olarak.
İşte Judith Butler’ın Maddeleşen/Dert Olan Bedenler adlı eserinin belki de en
önemli yanı, cinsiyetin inşa edilmiş olmasını, onun varlığımıza işlenmiş, yaşanan,
harekete geçirici bir kurgu olduğunu hesaba katarak ırksal farklılıkla kesişimi
içinde göz önüne alarak düşünmeyi hedeflemesidir. Irkı kısmen ırkçılık, cinsiyeti
cinsiyetçilik, eşcinselliği de homofobi inşa etmiştir. Tarih bir abjection (dışa
atma) tarihidir. Tarih norm olan bedenleri inşa ettiği gibi, birtakım bedenleri de
dışa atar; onları anlaşılırlığın sınırında konumlandırır” (Direk, 2015, 68).
52
Kadının biyopolitika bağlamındaki konumunu aile ve cinsellik etkilemektedir.
Cinsiyetlendirme, cinselliğin düzenlenmesi ve yönetilmesi süreçleri, tarihsel olarak
kadını ekonomik anlamda sınırlandırmış olan, ona devletin gücü olan nüfusun yeniden
üretimi için annelik görevini vermiş, normlara itaatsizliğini cezalandırmış olan
biyopolitika ve biyoiktidar bağlamında önemli bir yere sahiptir.
1.5.2. Bedenin Denetimi ve Disiplin Bağlamında Cinsiyet, Toplumsal
Cinsiyet
Bedenin yönetilmesi, politik alana çekilmesi ve üzerinde iktidar kurulması süreci
cinsiyet ve toplumsal cinsiyetten yararlanmaktadır. Foucault’ya göre birey ve kitle iki
ayrı uç değildir, insanı hem beden hem de tür olarak denetim altına almayı amaçlayan
küresel politik teknolojinin iki yüzüdür (2018: 248).
Foucault biyopolitikanın doğuşunu açıklarken bedenler üzerindeki denetime ve
düzenlemelere odaklanmıştır. Monarşilerde, izleyicileri korkutan bir şiddet gösterisi
olarak suçlunun bedenine halka açık işkence ve öldürme gibi doğrudan müdahaleler
yapılmıştır. 16. ve 17. yüzyılda cadılık ile suçlanan kadınlar cinsel sadizme varan
bedensel işkencelere maruz bırakılmışlardır (soyulma, saçları ve kaşları tıraşlama,
iğneler batırma, tecavüz, etlerini kesme, kızgın demir sandalyeye oturtma, kafesler
içinde nehre batırıp çıkarma, kemiklerini kırma, asma ve yakma) ve idam, suçlanan
kadının çocuklarına, özellikle kız çocuklarına zorla izletilen kamusal olaylar olarak
gerçekleşmiştir, hatta idam edilenlerin çocukları “bazen annelerinin diri diri yandığı
kazıkların önünde” kırbaçlanmıştır (Federici, 2017: 264).
18. yüzyılın sonuna gelindiğinde cezalandırma işlevleri, kuralları, teknikleri açısından
değişmiştir: “Cezanın müdahale amacı artık suçun hakikatini ortaya çıkarmak ve
hükümranın iktidarına verilen zararı, izleyenlerin önünde bedensel azapla onarmaktan
çıkmıştır” ve artık müdahale alanı ıslah edilmeye çalışılan davranış biçimleri haline
gelmiştir (Canpolat, 2005: 101). Kişilerin bedenlerine uygulanan müdahale araçlarının
(darağaçları, kızgın kerpetenler, kaynar yağlar vb.) yerini 19. yüzyıldan itibaren
düzenli etkinlikler, sessizlik, saygı ve iyi alışkanlıklar almıştır. Foucault için bu
değişimin nedeni 18. yüzyıldan itibaren Batı toplumlarında yeni, olumlu, üretken ve
yaşamın desteklenmesine yönelik bir iktidar biçiminin üretilmesidir (Canpolat, 2005:
53
102). Yeni müdahale biçimleri itaatkâr, kurallara, düzene ve kendini kuşatan otoriteye
boyun eğmiş ve bu otoriteyi içselleştirmiş bireyler yaratmayı amaçlamaktadır
(Canpolat, 2005: 125).
18. yüzyılın ikinci yarısında ölüm ve doğum oranları, sağlık düzeyi, yaşam süresi ve
refahın üretimi gibi süreçler tarafından şekillendirilen bir toplumsal beden tanımı
yapılmıştır. Foucault’ya göre “… global nüfusu içerisinde, bir denge kuracak, bir
ortalama tutturacak bir homeostazi* kuracak, denklikler sağlayacak dengeleyici
mekanizmalar” kurulmaktadır (2018: 252).
Ekonomi politik ile şekillenen yönetim sanatının liberal doğa kavrayışında güvenlik
teknolojisi kavramı önem kazanmıştır. Çünkü güvenlik mekanizmaları tehlike altında
olan nüfusun doğallığının, özgürlüklerinin kendiliğinden düzenlenmesini sağlamayı
amaçlamaktadır. Bu nedenle Foucault hukuki düzenlemeler, disiplin mekanizmaları
ve güvenlik teknolojilerini birbirinden ayırmıştır. Hukuk normları sistemleştiren
yasalar aracılığıyla işlerken, disiplin normal ile anormal arasında ayrım yapan
hiyerarşik farklılıkları kurmaktadır. Bireyleri belirli standartlara uygun hâle getirecek,
alıştıracak teknikler ve yöntemler kullanılmaktadır. Yönetim, iktidar ve bilgi
yöntemlerini yaşam süreçlerine karşı sorumluluk alarak denetlemeye ve dönüştürmeye
girişmektedir (Lemke, 2016: 56).
Liberalizm tarafından şekillendirilen yeni yönetim sanatında özgürlükleri üretmek
onları aynı zamanda denetlemektir. Bu yüzden özgürlükleri daha fazla denetlemek ve
müdahale etmek amacıyla üreten, onları canlandırmayı ve artırmayı amaçlayan
mekanizmalar ortaya çıkmıştır:
“Yani denetim, panoptizmde olduğu gibi özgürlüğün zorunlu bir karşı
kuvvetinden ibaret değildir. Onun öncü, taşıyıcı ilkesidir” (Foucault, 2015: 59).
Biyopolitikanın söz konusu olduğu toplumlarda bireyi normalleştiren ve üretim
süreçlerine uygun kılan kurumlar hapishane, okul, aile, ordu ve akıl hastanesidir
(Canpolat, 2005: 104). Bedensel şiddetin dışlanması ile hükümlüyü itaatkâr ve üretken
Homeostazi: Canlılarda fizyolojik değişmezleri sabit tutma ya da bozulduğunda yeniden yerine
getirme eğilimi.
*
54
hâle getiren yapı ortaya çıkmıştır. Bu nedenle bireyin biyolojik yaşamı ve onun
yönetimine merkezî bir önem verilmiştir.
Biyopolitika tarihsel süreçte koşullara göre dönüşerek ilerlemiştir. 16. ve 17. yüzyılda
sisteme uymayanları öldürerek yok etmiş ya da bedensel olarak cezalandırmış, 18. ve
19. yüzyılda yaşamlarını nasıl yaşayacaklarını disiplin aracılığıyla belirlemiştir. Hardt
ve Negri artık disiplin toplumundan kontrol toplumuna geçildiğini ve bu paradigmayı
toplumu biyoiktidar alanı olarak gören teknolojilerin saptadığını öne sürmüşlerdir
(2018: 45). Onlara göre disiplin toplumunda biyopolitik teknolojilerin etkileri
“disiplinin görece kapalı, geometrik ve nicel mantıklara göre sağlanması” anlamında
“kısmi” olduğunu, disiplinin bireyleri kurumlar içinde sabitlediği, ama onları üretim
uygulamaları
ve
üretici
toplumsallaşma
içinde
tamamen
kuşatamadığını
açıklamışlardır (2018: 45).
Günümüzde ise biyopolitika iktidar mekanizmasının bütün toplumsal bünyeyi
tasarlamasını sağlamaktadır. İktidar böylelikle insan bilincinin ve bedeninin, aynı
zamanda toplumsal ilişkilerin derinliklerine kadar işleyen bir kontrol mekanizmasına
dönüşmektedir (Hardt, Negri, 2018: 44-45). Kontrol toplumu ve biyoiktidar, Hardt ve
Negri’nin İmparatorluk kavramsallaştırmasında merkezî özelliklerdir. İmparatorluk
öznelerin “her-yönlülüğü”nün anlaşılması için gerekli çerçeveyi sunmaktadır (2018:
47).
Özerklik ve özgürlük hakkındaki liberal kavrayışlar, bedenleri araştırmaya yönelik
biyolojik kavramlarla yakından ilişkilidir. Lemke bu yüzden ekonomi politik ve
nüfusun modern biyolojinin ortaya çıkışından ayrı düşünülmemesi gereğini
açıklamıştır:
“1800’lerde hayat bilimi olarak ortaya çıkan biyoloji, herhangi bir temel ya da
değişmez program olmaksızın hayatın olumsallığını açıklayan organizasyona
ilişkin basit bir ilkeyi varsayar. Hayatın ötesindeki ok daha yüksek bir otoritenin
planlarına tekabül eden dışsal düzen düşüncesi, bütün organizmalarda ortak olan
soyut bir ilke ve bir dinamik olarak yaşam işlevleri vasıtasıyla yerini içsel bir
organizasyon kavramına bırakır” (2016: 70).
Ancak toplumun biliminin öteki toplumsal süreçlerden, ideolojiden ve iktidardan
bağımsız, özerk bir alan olmadığını unutmamak gerekmektedir. Esposito “Yasanın
biyolojikleştirilmesi yaşamın yargısallaştırılmasına sebep olmaktadır” yazmıştır
55
(2008: 183). Bedenlerin doğası ve yaşam bilimsel disiplinlerin bulgularına dayanarak
yasal olarak düzenlenmeye başlamıştır.
Bu durum delilik örneğinde görülmektedir. Bilimin, tıbbın deliliği araştırmaya
başlamasının, ekonomi politiğin toplumu dönüştürdüğü dönemde iş gücüne
katılamayan insanlar üzerinde denetim kurulması ile aynı zamana denk gelmesi
biyolojinin ve bilimin toplumsal süreçlerle ilişkisini örneklemektedir. Foucault’ya
göre deliliği, cinselliği üreten iktidardır. Örneğin bekarlar, eşcinseller ve
transseksüeller cinsellik ve ailenin düzenlenmesinde iktidarın amaçladığı toplumsal
yeniden üretimin dışında kalmaktadırlar. Aynı anda insan faaliyetinin tüm alanlarının
(1. Çalışma veya ekonomik üretim, 2. Cinsellik, aile, toplumun yeniden üretimi, 3. Dil,
söz, 4. Ayinler ve bayramlar gibi oyunsal faaliyetler) (Canpolat, 2005: 118) dışında
kalan kişiler ise deli olarak kategorize edilmektedir.
17. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar deli olarak nitelendirilen kişinin sorumluluğu ailesinde
iken, 19. yüzyıldan itibaren onlar üzerindeki hak ve yetkiler hekimlere verilmiştir.
Delinin kapatılması aile üyesi olarak sorumluluk ve haklarını, hatta yurttaşlığını
kaybetmesi anlamına gelmektedir (Canpolat, 2005: 120). 19. yüzyıldan itibaren
“mastürbasyon,
eşcinsellik,
nemfomani
gibi
cinsel
pratikler”
de
delilikle
özdeşleştirilmiş, “Avrupa burjuva ailesine uyum yeteneği” olmadığı için bilimsel
tanımlar ile denetimleri doğrulamıştır (Canpolat, 2005: 120). 19. yüzyıl başından
itibaren sanayileşmenin hızlanması, kapitalizmin iş gücüne ihtiyaç duyması ile iş
gücüne katılamayacak olanlar hastalıklı kabul edilerek kurumlara kapatılmışlardır
(Canpolat, 2005: 120-121).
Günümüzde kadınların hâlâ toplumun hem fiziksel olarak yeniden üreticileri hem de
manevi olarak çocukların yetiştiricileri olarak görülmesi sebebiyle özellikle sağ
eğilimli politikalar içinde kadın bedenleri öne çıkmaktadır (Pettman 2000: 57).
Kadınların toplumsal ve cinsel ilişkileri sınırlandırılmaktadır. İktidar kadın, aile,
cinsellik ve bedeni maddeleştirmekte, politikalarını kültür ya da din ile
doğrulamaktadır (Pettman, 2000: 57).
Kadınlar ve bedenleri üzerindeki ataerkil kontrol stratejik olarak önemlidir. Özbudun,
kadınlar üzerindeki tahakkümün, ataerkinin toplumların içindeki eşitsizliklere
56
eşzamanlı olarak kurumsallaştığını ve bu ikisi arasında nedensellik ilişkileri olduğunu
açıklamıştır: “[…] ‘iktidar, ancak ataerki desteğinde kurumsallaşabildiği için,
başından itibaren erildir’ denilebilir gönül rahatlığıyla” (2007a: 22). Ataerki bir
tahakküm biçimi, bir iktidar biçimi olarak sömürüye dayanmaktadır ve yüksek ölçüde
esnek ve uyarlanabilirdir. Bu sebeple farklı tarihsel dönemlerde, farklı coğrafyalarda
ortaya çıkmaktadır “Çünkü getirisi, yalnızca kadınların erkekler tarafından baskı ve
denetim altında tutulması değildir; ‘muktedirler’in genel olarak ‘güçsüzler/zayıflar’
üzerindeki baskı ve denetimini meşrulaştıran bir dizi zihniyete, bir dizi simgesel
örüntüye de kaynaklık etmektedir” (Özbudun, 2007a: 23).
Foucault’ya göre 19. yüzyılda “cinsellik tertibatı” hegemonyacı bir odaktan yola
çıkarak gerçekleşmiştir (2016: 93). İmge Oranlı “kadın doğası” söyleminin beden
üzerinden şekillendiğini açıklamıştır:
“Kadınların doğurganlığının yüceltildiği, kısırlığın anormallik kabul edildiği
Viktoryen dönemde evli kadın kategorisi dışında kalan kadınlar ‘saf’ ve
‘ahlaksız’ ikiliğinde değerlendiriliyordu. […] ‘Saf’ ve ‘ahlaksız’ kadın ayrımının
temelinde bir ‘kadın doğası’ söylemi yatıyordu. […] Kadının ‘doğası’ hem
‘ruhunu’ hem de ‘bedenini’ etkiliyordu. Bu ‘doğa’ tasvirinde bir taraftan ruhbeden ayrımı varsayılırken, diğer taraftan da aralarındaki doğrudan ilişki
vurgulanıyordu. Böylece kadının saflığı ya da ahlaksızlığı doğrudan bedeni ile de
ilişkilendiriliyordu. Örneğin fahişeliğin akıl sağlığını etkilediği düşünülüyordu.
Ondokuzuncu yüzyıl Avrupası'nın bilimsel söylemi, beden ile akıl arasında
parallelik kuruyor, bedensel farklılığın aklın farklılığını temsil ettiğini ya da
bedensel deformasyonun aklı deforme edeceğini ileri sürüyordu, bunun tam tersi
de geçerliydi” (2009: 340-341).
Cinselliğin 19. yüzyılda bilimsel ve biyopolitik söylemin konusu hâline gelmesi gibi,
20. yüzyılın ortalarında ve 21. yüzyılın başlarında toplumsal cinsiyet temel cinsellik
söylemi olmuştur (Repo, 2015 :1). Toplumsal cinsiyet, cinselliğin söylemsel bir
etkinliğidir (Repo, 2015: 2).
Toplumsal cinsiyet cinselliği normalleştirme, disiplin altına alma ve yönetme
mekanizmasıdır (Repo, 2015: 3). Kadın bedeni cadı avlarından günümüze “eril
tahakkümün simgeleriyle yüklü bir alan” olarak kalmıştır:
“Her simgesel alan gibi, alıcılarına kolay algılanıp kabul edilmesi için
standartlaşmış olması beklenir ondan: örtünmüş ya da açık, tombul ya da zayıf,
boyalı ya da boyasız. Ve tüm simgelerde olduğu gibi, çatışan tarafların savaş alanı
olmaya açıktır: özel-kamusal, laik-dindar, geleneksel-modern, kırsal-kentsel”
(Özbudun, 2007b: 136).
57
Araştırmacı Jemima Repo cinselliğin toplumsal, politik ve ekonomik yaşamı
yönetmeyi amaçlayan liberal ve biyopolitik yönetim biçimlerinin, yaşayan canlılardan
– bedenler ve nüfuslardan – ayrılamayacağını söylemiştir (Repo, 2015: 16). 19.
yüzyılın sonunda biyopolitikanın stratejik araçlarından biri olan cinsellik düzenlemesi,
bedenlerin
disiplini
ve
yeniden
üretiminde,
nüfusun
yaşam
süreçlerinin
düzenlenmesinde önemli bir noktaya ulaşmıştır.
Repo, günümüzde toplumsal cinsiyetin politik alanda cinsiyet eşitliği söylemleri
aracılığıyla düzenlendiğini söylemiştir (2015: 3). 1990’lar ve 2000’lerin başında
cinsiyet eşitliği politikalarının endüstrileşmiş Batı toplumlarında doğum oranlarının
düşmesinin bir sonucu olarak ortaya çıktığını aktarmıştır. Avrupa Birliği’nde
ekonominin yavaşlamasını engellemek için “ev ve aile yaşamının uzlaşması”, politik
alanda cinsiyet eşitliği olarak ortaya çıkmıştır (Repo, 2015: 3). Repo toplumsal
cinsiyet eşitliği politikalarının kapital ve iş gücü üretmek amacı ile neoliberal
yönetimin biyopolitik araçları olarak kullanılmaya başladığını savunmuştur (2015: 3).
Bu bağlamda toplumsal cinsiyet kavramı neoliberal amaçlar ile cinsellik bağlamında
kullanılmıştır. Neoliberal iktidarlar bu nedenle feminist düşünceleri dönüştürerek
ekonomik üretkenlik, rekabet, verimlilik gibi amaçları doğrultusunda kullanmakla
suçlanmaktadır (Repo, 2015: 3).
Avrupa Birliği’nin üretken ve dinamik bir nüfusa ulaşmak için izlediği politika,
kadınların emekli olan erkek işgücünün yerini almasını, aynı zamanda da yeniden
üretimi gerçekleştirmesini ve işgücünün yeni jenerasyonlarını doğurmasını
sağlamaktır (Repo, 2015: 154). Toplumsal cinsiyet eşitliği nüfusun yaşamının çeşitli
alanlarında bu amaca ulaşmak için söylemsel bir araç olarak kullanılmıştır.
Simgesel alanlar olarak bedenler, günümüzün küresel ortamında neoliberal politikalar
tarafından iktidar altında tutulmaktadır. 20. yüzyılın sonundan itibaren uluslararası
şirketler ve finans kurumları dünyanın tamamında insanların günlük yaşamları,
bedenleri üzerinde iktidar kurmaktadır (Wiesner-Hanks, 2011: 161). Cinsiyet eşitliği
söylemini vurgulayan politikalar da aslında cinsiyet ayrımını vurgulayan politikalar ile
aynı amaçlara yönelik olduğu için aslında onlara benzer bir şekilde bedenleri,
davranışları ve uygulamaları yönetmektedir.
58
İnterseks cinsiyetin kabul edilmemesi, transseksüelliğin görmezden gelinmesi ve
cinsiyet-atanmış cinsiyet ayrımının çok yakın zamana dek yaygınlaşmaması, cinsiyet
düzeninin önemli sorunları olmuştur. Beden/ruh, özel/kamusal, doğa/kültür ikilikleri
gibi kadın/erkek ikiliği tarih boyunca bu genel tanımlara göre bedenleri düzenlemiştir.
Kadınlık ve erkeklik kategorilerine göre gerçekleşen toplumsallaşma sürecinde
bedenler disiplin altında tutulmaktadır.
Özetle biyoiktidar günümüzde bireyi yaşatmakta, yaşatırken nasıl yaşayacağını
kontrol etmekte, amaçlarına uymayan yaşam biçimlerini ölüme bırakmaktadır.
Bilimsel disiplinler ve kurumlar, iktidar kurumları, politikalar, ekonomi politik
söylemsel olarak bilgiyi ve gerçekliği üretmekte, medya ise bu politikaların iktidardan
bireylere ulaşmasını, bilgilerin doğrulanması ve içselleştirmesini gerçekleştirmektedir.
Bu karmaşık süreçte cinsiyet ve toplumsal cinsiyet, beden-iktidar ekseninde kadını,
kadınlığı, kadın bedenini, kadın yaşamını üreten ve kontrol eden kavramlardır. Bu
nedenle kadın hakkında yürütülen politikalar ve üretilen politik ya da medyatik
söylemler, kadının biyoiktidarın amaçladığı biçiminin üretilmesini sağlamaktadır.
59
İKİNCİ BÖLÜM
MEDYA SÖYLEMLERİ BAĞLAMINDA İKTİDAR
DİNAMİKLERİ VE KADIN
İktidar dinamikleri ve medya söylemleri, önceki bölümlerde anlatıldığı üzere karşılıklı
bir ilişki içindedir. Medya söylemlerinin toplumsal boyutları iktidar dinamiklerinden
etkilenmektedir. Bu nedenle kadının ve kadınla ilgilenen devlet kurumlarının medya
söylemleri tarafından konumlandırılma biçimleri medyanın bağlamı ile doğrudan
ilişkilidir. Bu nedenle kadının aile içinde konumlandırılmasının arkasındaki nedenlerin
medyaya yansıması ve sonuç olarak Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın (ASPB)
medya söylemlerine yansıma biçimleri kadın üzerindeki iktidar hakkında öneme
sahiptir.
2.1. Medya Söylemlerinin Bağlamı
Beden-iktidar ekseninde önemli bir konuma sahip olan cinsiyet hakkında üretken
söylemlerden bahsetmek mümkündür. Bu üretken, kurucu söylemlerin en önemli
türlerinden biri de cinsiyetlendirilen birey ile onu cinsiyetlendiren mekanizmalar
arasındaki ilişkinin önemli bir parçası olan medya söylemleridir. Medya ve iktidarın
önceki bölümlerde incelenen dinamiklerinin ilişkisi, medya söylemlerinin toplumsal
yaşama yansımasını ve politik alandaki önemini kavramak için önemlidir. Çünkü
söylemi anlamak için söylemin bağlamını anlamak gerekmektedir (Van Dijk, 2009:
1). Bağlam genel çerçevede coğrafi, tarihsel, politik “durum”, “ortam” ya da “arka
plan” anlamına gelmektedir (Van Dijk, 2009: 2).
Medya ve dil çerçevesinde bağlam, dil kullanımının genel “toplumsal durumu”na ya
da bir metin ya da söz kesitinin belirli bir durumuna yönelik bir kavramdır (Van Dijk,
2009: 2). Dilbilimci Teun A. Van Dijk’a göre medya bağlam ve metin arasında aracılık
yapmaktadır (2009: 150).
Foucault söylemi iktidar, ideoloji, toplumsal oluşum, sınıf gibi kavramları kapsayacak
şekilde kuramsallaştırmıştır (Canpolat, 2005: 105). Foucault’nun düşüncesinde
söylem gerçekliği, bilgiyi ve gücü düzenlemektedir. Bilgi, söylemlerin içine
kazınmıştır ve söylem dışında var olamamaktadır. Söylemin üretimi, birikimi,
60
dolaşımı
ve
işleyişi
olmadan
iktidar
ilişkileri
yerleştirilememekte,
güçlendirilememekte, üretilememektedir (Canpolat, 2005: 106).
Foucault’ya göre bilgi ve gerçekliği ideoloji üretmektedir. Her toplumun doğru olarak
kabul ettiği ve işlev yüklediği belirli söylem türleri vardır (Canpolat, 2005: 111).
Foucault için söylemler zaten iktidar olduğu için üretim şeklindeki gibi maddi
güçlerini başka bir yerden almaya gereksinim duymamaktadır (Canpolat, 2005: 112).
Giddens ise geç modernliğin özelliği olarak tanımladığı bilgi biçimlerindeki ve
müdahale olanaklarındaki artışın yaşam biçimlerini kolaylıkla ayarlanabilir hâle
getirdiğini açıklamıştır (Lemke, 2016: 112). Yaşam politikası öz-bilinç ve kendini
gerçekleştirme çabası tarafından harekete geçirilmektedir ve politik programlardansa
kişisel ahlaka dayanmaktadır. Giddens’a göre beden ve benlik gittikçe daha esnek ve
değiştirilebilir olarak görülmeye başlamıştır, bunlar aynı zamanda bilginin üretilme
süreçlerine tabidir (Lemke, 2016: 113). Geleneksel sonrası toplumda bireysel beden,
toplumsal kimliğin şekillenmesi için bir referans noktası hâline gelmiştir (Lemke,
2016: 113)
Günümüze yaklaştıkça kitle basınının, kitle kültürü ürünlerinin yaygınlaşması ve
teknolojinin gelişimi, modern toplumsal sistemlerin yaşanan gerçekliği alternatifsiz bir
gerçeklik olarak göstermesini sağlamıştır. Beden sürekli olarak medya iletileri ve
iktidar söylemleri ile karşılaşmaktadır. Akademisyen Nesrin Canpolat kitlesel üretim
ve kitlesel tüketimin yaşam ve beden üzerindeki etkisini şu şekilde açıklamıştır:
“Günümüze baktığımızda, nasıl giyineceğimiz, nasıl eğleneceğimiz, neyin bizim
için ideal olacağı, bireye hangi model arabanın yakışacağı, hangi siyasal ve
ideoloji karşısında nasıl tavır takınılacağı, tavrın nasıl ifade edileceği, güzelliğin
ve cinsel mutluluğun sırlarının ne olacağı; yerimizin ve konumuzun ne olacağı,
nelere gereksinim duyacaksınız, kimsiniz ve kim olacaksınız gibi… Kısaca
evinizi, bedeninizi, yemeğinizi, sofranızı, hayatınızı nasıl düzenleyeceksiniz.
Bütün bu sorulara cevap vermek için sizin düşünmenize gerek yoktur, cevaplar
hazırdır” (2005: 135-136).
Gazeteler, televizyon, sinema, bilgisayarlar aracılığıyla dünyanın birçok yerine aynı
sorulara
aynı
cevaplar
verilmektedir,
aynı
yaşamlar
ve
aynı
bedenler
pazarlanmaktadır. Yeni medya cep telefonları, tabletler ve gittikçe artan çeşitli diğer
mobil iletişim teknolojileri aracılığıyla bireyi sürekli olarak bilgi ve ileti akışının
61
etkisinde bırakmaktadır. Canpolat bu nedenle kişilerin “tüketilen ben” olmaya
başladığını ve bunun “Foucaultvari bir panoptizmde yaşadığımız”ın göstergesi
olduğunu söylemiştir (2005: 137).
Beden, yaşam ve doğa söylem üretimi ve iktidar ilişkileri içinde önemli bir konuma
sahiptir. İktidarı bedene, kişinin günlük yaşamına taşıyan yeni iletişim teknolojileri ve
medyadır. Modern dünya sisteminin ideolojik bilişimsel altyapısı çok uluslu
şirketlerdir, onlar aracılığıyla “kapitalizmin doğallığı” vurgulanarak tahakküm
altındakilerin belirli iletileri alması sağlanmaktadır (Tekinalp, Uzun, 2009: 163).
Önemli bir iktidar ağı olan sermayeye bağlı önemli bir iktidar odağı ana akım
medyadır ve günümüzde onların yeni iletişim teknolojilerine uyum sağlayan uzantıları
aracılığıyla söylem bedenleri yaşamları boyunca üretmekte ve yeniden üretmektedir.
Kişiler yaşamlarını biçimlendirecek olan bilgiyi ve eğlence içeriğini medyadan
almaktadır. Bilgi, güncel olaylar, yenilikler ve bunlar hakkındaki düşünceler
geleneksel ya da yeni medyadan; sosyal medyadan, haber sitelerinin haberlerinden,
bloglardan öğrenilmektedir.
Gazeteci ve akademisyen Ben H. Bagdikian’a göre medya dünyasında haber, eğlence
ve politika programları “ürün” anlamına gelmektedir (2004: 6). Günümüzde büyük
küresel medya kuruluşları güçlüdür. Bu nedenle kitleler ana akım medyanın
aktardıklarının norm olduğuna, değişmez olduğuna inanmaktadır (Bagdikian, 2004:
25). Bagdikian medya gücünün politik güç olduğunu öne sürmüştür (2004: 25). Büyük
medya kuruluşları bu gücü sermayenin değerlerini yaymak, iktidarın uygulamalarını
normalleştirmek için kullanmaktadır. Hangi haberlerin basılacağı, yayınlanacağı
konusunda verilen kararlar, içeriğin dengesizliği ve kullanılacak söylemin seçimi bu
gücün kullanılma biçimleridir (Bagdikian, 2004: 25).
Medya, toplumsal bilgiyi oluşturma ve şekillendirmede etkin bir role ve güce sahiptir.
Özellikle ana akım medya, statükonun ideolojisini benimsemekte ve yansıtmaktadır,
bu da medya kuruluşlarının hâkim söylemleri tekrar tekrar aktarması biçiminde
belirmektedir. Toplumsal bilgiyi şekillendirerek yayan medya, cinsiyete yönelik
yaygın anlayışların da hegemonyanın kabul ettiği şeklini tekrar tekrar üretmektedir.
Medya bunu farklı şekillerde yapmaktadır; ataerkil beden politikalarını yücelten
62
iktidar söylemleri kullanmak, kadını belirlenmiş cinsiyet normları çerçevesinde
konumlandırmak, belirli bağlamlar dışında temsil etmemek gibi.
Medyanın cinsiyet söylemleri toplumda yerleşik olarak var olan cinsiyetçi yargılardan
etkilenmekte, aynı zamanda onları üretmektedir. Kadın fiziksel görünümü
vurgulanarak, tek boyutlu bir biçimde ve erkeğe göre konumu (cinselliğin ya da
şiddetin nesnesi, aile içinde eş ya da anne gibi) vurgulanarak medyada
konumlandırılmaktadır. Kadın özelinde bir yorum içermemesine rağmen Frankfurt
Okulu düşünürlerinin kitle kültürü, sahte ihtiyaçlar, tek boyutlu düşünce ve tek boyutlu
dil kavramları bu bağlamda önemlidir.
Frankfurt Okulu düşünürlerinin üretilen kültürel veya sanatsal ürünlerin kapitalist
birikim ve kâr elde etme amacı güdülerek kitlesel tüketim için hazırlandığını öne
sürdüğü sistemde tek boyutlu düşünce ve davranışlar biçimlenmektedir. Bu sistemde
birey tüketicidir ve tüketmesi gerektiğini söyleyen bir dünya görüşüne uygun olarak
şartlandırılmaktadır. Frankfurt Okulu düşünürleri Theodor W. Adorno ve Max
Horkheimer Aydınlanmanın Diyalektiği eserlerinde birey üzerindeki bu baskıyı
açıklamışlardır:
“Herkes için uygun bir şey öngörülür ve böylece bu işlemlerden kimse kaçamaz.
Ayrımlar zihinlere kazılır ve yaygınlaştırılır. İzleyicilere dizi hâlinde nitelikler
hiyerarşisi ulaştırılması, bunu bütünüyle niceliğe dökmekten başka bir işe
yaramaz. Herkes kendiliğinden, önceden birtakım göstergelere göre belirlenmiş
‘level’ına [düzeyine] uygun davranmalı ve kendi tipi için üretilmiş seri üretim
kategorisini seçmelidir. Tüketiciler, araştırma kuruluşları tarafından çizilen ve
propaganda için kullanılanlardan ayırt edilemeyen haritalarda […] birer istatistik
malzemesine dönüşür” (2010: 166).
Sahte ihtiyaçlar yaratılmakta, bunlar insanları belirli amaçlarla sınıflandırmakta ve
yönlendirmektedir. Reklamlara uygun olarak davranmak ve tüketmek, ötekilerin
sevdiğini sevmek, nefret ettiğinden nefret etmek gibi davranışlar, bireyin ait olduğu
sahte ihtiyaç kategorisine göre davranmasıdır (Marcuse, 2007: 7). Bu ihtiyaçlar kişinin
kontrolü dışındadır ve dış güçlerin belirlediği toplumsal işlevlere sahiptir (Marcuse,
2007: 7). Kişi toplum içinde bu ihtiyaçları içselleştirmeli, onlarla özdeşleşmelidir.
Frankfurt Okulu düşünürlerinin üzerinde durmadıkları cinsiyet ve toplumsal cinsiyet
de bu ayrımların ve hiyerarşinin bir ürünüdür ve bu süreç kadınların nüfus bağlamında
bir sınıf olarak istatistik bir kategoriye dönüştüğü durumda da geçerlidir. Kadınlardan
63
annelik rolünü, nüfusun yeniden üreticisi konumunu, ekonomik bağımlılığı, şiddet ya
da cinsellik nesnesi olma durumunu, kısacası ataerkil düzeni içselleştirmeleri
beklenmektedir.
Adorno ve Horkheimer kültürün her şeye benzerlik bulaştırdığını, film, radyo ve
dergilerin bir sistem oluşturduğunu bu sistemin her bölümünün “kendi içinde ve hep
birlikte söz birliği” içinde olduğunu aktarmışlardır (2010: 162). Yöneten ve yönetilen
arasındaki aracı medyadır, aygıtları tek boyutlu davranışın, tek boyutlu düşüncenin
yaratıldığı iletişim evrenini oluşturmaktadır (Marcuse, 2007: 88).
Özerklik, kanıtlama ve eleştiri yerini sava ve taklide bırakmaktadır, böylelikle olgular
dilsel temsillerini kaybetmektedir (Marcuse, 2007: 89). Tek boyutlu düşünce,
Marcuse’nin “kapalı dil” olarak adlandırdığı dilin manipüle edici kullanımından ortaya
çıkmaktadır (2007: 105). Kapalı dil kanıtlama ve açıklama yapmamaktadır, karar ve
emir iletmektedir; tanımlamaları sorgulanamaz doğrular ve yanlışlar kurgulamaktadır
(Marcuse, 2007: 105).
Medya söyleminde kadın hakkındaki iletiler, medyanın bu bağlamından etkilenerek
üretilmektedir. Türkiye’de söylemsel cinsiyet ayrımı yalnızca “kötücül temsiller
üzerinden değil, bir yok sayma mantığı üzerinden de” işlemektedir (Oranlı, 2009: 346).
Örneğin, ana akım medya “Türkiye’nin tek dil, tek din, tek milletli bir yapısı olduğu
varsayımıyla” yayın yapmaktadır, bu yok sayma gündelik uygulamalar içinde yeniden
üretilmektedir (Oranlı, 2009: 346-347).
Türkiye’de medyanın kadına yaklaşımı ve kadına yönelik söylemleri karmaşık ve
birbiri ile ilişkili pek çok bileşenden oluşmaktadır. Ekonomi politik ve genel
muhafazakâr eğilim haberlere söylemlerin kadının aile içinde konumlandırılması
olarak yansımaktadır. Güncel ve yaygın bir toplumsal olgu olduğu için haberlerde yer
bulan şiddet, toplumsal değil özel yönleri ile, dehşet öyküleri olarak metalaştırılarak
aktarılmaktadır. Gazetelerin ilk sayfalarının üst köşelerinde, magazin sayfalarında,
internet haber sitelerinin galerili haberlerinde cinsellik vurgusu taşıyan görseller süs
olarak kullanılmaktadır.
Medya söylemlerinde kadınlık ağırlıklı olarak aile içindeki anne ya da eş konumu ile,
şiddetin ya da cinselliğin nesnesi olarak ikincil bir konum ile özdeşleştirilerek
64
üretilmektedir. Kadını aile içinde konumlandıran, kadına şiddeti belirli bağlamlarda
ölüme bırakma politikalarının söylemleri ile doğrulayan, cinselliğini ve cinsiyetini
heteronormatif ve bir ötekinin nesnesi olarak kurgulayan ataerkil düzen, medya
söylemleri ile doğrudan ve karşılıklı bir etkileşim içindedir.
2.2. Aile Kurumunun Biyopolitik Yapısı
Aile kurumunun toplumun yeniden üretimi aşamasında nüfusun güç kaynağı olarak
önem
kazanması
kadınları
doğrudan
etkilemektedir.
Kadının
aile
içinde
konumlandırılması, özel alanla sınırlandırılması, emeğinin değersizleştirilmesi ve
ücretsiz ev emeğine dönüştürülmesi önceki bölümlerde tarihsel bağlamları ile
incelenmiştir.
Araştırmacı Gillian Youngs kamusal alanın politik ve ekonomik güç, karar verme ve
etki, kimlik olarak erkeklik; özel alanın ise toplumsal yeniden üretim, ev ve aile, kimlik
olarak kadınlık ile ilişkilendirildiğini söylemiştir (2000: 19). Youngs’a göre ataerkil
iktidar özel ve kamusal alanlar üzerinde bu temellerde kurulmaktadır, toplumsal ve
tarihsel
olarak
tanımlanmış
olan
cinsiyetler
arası
ilişkileri
bu
sayede
şekillendirmektedir (2000:19). Cinsiyetli gerçeklikler belirli uygulamalar ve söylemler
aracılığıyla oluşturulmakta ve deneyimlenmektedir. Günümüzde kişisel olan politik ve
ekonomiktir; kamusal özelde, özel kamusal içindedir (Youngs, 2000: 19). Ancak
erkekler iki alan arasında gidip gelirken, kadınlar tarihsel olarak özel alanla
sınırlandırılmıştır (Hooper, 2000: 31).
Felsefe, ahlak, din, eğitim, edebiyat ve iletişim aygıtları kadının temel görevinin
ailesine karşı olmasını sağlamak amacıyla merkezinde annelik olan ideolojik bir yapı
kurmakta, kadınların durumu içselleştirmesini sağlayacak inançlar yaratmakta ve
yaymaktadır (Tekeli, 2017: 6). İçinde yaşayanlara neredeyse doğal görünen aile,
cinsiyet ve cinsellik aslında belirli politik, toplumsal, ekonomik ve kültürel koşullar
içinde şekillenmektedir. Bu nedenle, özellikle aile temel alınarak kurulmuş yasal ya
da politik düzen ile toplumsal yaşam kişilerin yaşamları ve bedenleri için cinsiyete
göre değişen etkilere sahiptir (Kingsley Kent, 2004: 87).
Aile modern anlamını yüz binlerce kadının doğum kontrolü, ebelik, yalnız sokakta
dolaşma, itaatsizlik, cadılık gibi suçlarla öldürüldüğü 16. ve 17. yüzyılda kazanmaya
65
başlamıştır. Aile kamusal alandan keskin sınırlar ile ayrılmıştır ve işgücünün yeniden
üretiminin temeli hâline gelmiştir. Kapitalist disiplin ve ataerkil düzenin yayılmasının
aracı olarak aile, kadın bedeninin üretiminin ve denetiminin en önemli kurumlarından
biri olmuştur (Federici, 2017: 143). Özel alanda kurulan çerçeve, kadının kamusal
alandaki durumunu belirlemektedir.
Bu sebeple toplum “tüm insanlar için geçerli tek bir ahlak kodu değil cinsiyete, sınıfa,
etnik kimliğe göre ‘ayrı bir ahlak kodu’” geliştirmektedir; kadın her açıdan eşit
sayıldığında bile onun özerk olması, kendi yaşamının tüm sorumluluğunu üstlenmesi
tedirginlik yaratmaktadır ve onu bağımlı kılmak istenmektedir (Tekeli, 2017: 4).
Tekeli bu durumu şu şekilde açıklamıştır:
“Kadın olarak dünyaya gelmiş olmak, bir insanın yaşantısını her yönüyle
olumsuz etkileyebiliyor. Ekonomide, üretim sürecinde kadın emeği daha fazla
‘sömürülüyor’. Toplum yaşantısında asıl yerinin ‘ailesi, evi’ olduğu görüşü
yüzünden, eğitim olanaklarından daha sınırlı yararlanıyor, meslek seçim alanı,
çalışma olanakları daralıyor; her şeye rağmen çalışma hayatına katılabildiği
zaman ne ücret ve diğer hakları açısından ne de ilerleme olanakları açısından eşit
koşullardan yararlanabiliyor. Durumu düzeltmenin yolunun politikadan geçtiğini
düşünse, ‘politika erkek işidir’ deniyor ve bir köşeye itiliyor” (2017: 3).
Türkiye’de kadınlar üzerindeki iktidar ekonomi politik ve ataerkil aile yapısından
olduğu kadar, dinden de etkilenmektedir. İslam’da bedene ilişkin hareketler ve
bunların dışa vurulma biçimleri belirlenmiştir. Berktay kişinin bedenini nasıl
taşıdığının Müslüman olduğunun göstergeleri olduğunu belirtmiştir (2016a: 148) ve
söylemin bu durumdaki rolünü şu sözlerle açıklamıştır:
“[…] her söylem, dünyayı kendi öncelik ve amaçlarına uygun olarak yeniden
‘yaratır’ ve biçimlendirir. Bu bağlamda, her söylem, kadın ve erkek bedenlerini
de kendi amaçları doğrultusunda yeniden ‘yaratıp’ biçimlendirir. Beden ise,
Foucault’nun belirttiği gibi, güç ilişkilerini ve hiyerarşiyi bağrında taşıyan
toplumsal, tarihsel ve imgesel bir uzamdır” (2016a: 149).
Söylem sözü ve eylemi içine alan kamusal bir tasarıdır ve güç ilişkilerini
kapsamaktadır. İslami dinsel söylem, hem genel olarak bedenleri ve bedensel arzuyu,
hem de özel olarak kadın bedenini yönlendirme ve denetleme amacı gütmektedir:
“İslam’da kamusal söylemler erkekler tarafından üretilir, çünkü kamusal alana onlar
egemendir”, söylemin temeli ise Kuran, Sünnet ve Hadislerden oluşmaktadır (Berktay,
2016a: 149). Ortodoks İslami söylem kendini bir hukuk söylemi olarak tanımlamakta
66
ve kadının yeri, bedenin niteliği ve işlevi, arzusunun denetim altına alınması ve
manipülasyonu konusunda yasal/hukuksal bir söylem oluşturmaktadır (Berktay,
2016a: 149).
Türkiye’nin karmaşık yapısının bu öğeleri beden-iktidar eksenini etkilemektedir. Bu
nedenle hem resmî bir devlet kurumu olan hem de aileyi düzenlediği için özel alanla
ilgili olan ASPB’nin kuruluşu hakkındaki medya söylemleri, beden-iktidar ekseninin
ve medyanın bu karmaşık bağlamda kadını, bedeni ve yaşamı nasıl konumlandırdığını
açıklama olanağı sunmaktadır.
2.3. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın Biyopolitik Temelleri
Ailenin biyopolitik yapısı ve biyoiktidar bağlamındaki rolü göz önünde
bulundurulduğunda, ASPB’nin biyopolitika ve biyoiktidar bağlamında önemli bir
devlet kurumu olduğu açıktır. Bu yüzden beden-iktidar ekseninde önemli bir konuma
sahip medya söylemlerinin ASPB hakkındaki iletileri kadın üzerinde kurulan iktidarı
anlamak için önemlidir.
08.06.2011 tarihli Resmî Gazete’de yayınlanan 633 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname ile Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı kapatılmış ve Aile ve
Sosyal Politikalar Bakanlığı kurulmuştur (Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, 2014).
Söz konusu Kanun Hükmünde Kararname’de ASPB’nin görevleri “sosyal hizmetler
ve yardımlara ilişkin ulusal düzeyde politika ve stratejiler geliştirmek, uygulamak”,
“Sosyal ve kültürel dokudaki aşınmalara karşı aile yapısının ve değerlerinin korunarak
gelecek nesillere sağlıklı biçimde aktarılmasını sağlamak üzere; ulusal politika ve
stratejilerin belirlenmesini koordine etmek, aile bütünlüğünün korunması ve aile
refahının artırılmasına yönelik sosyal hizmet ve yardım faaliyetlerini yürütmek, bu
alanda ilgili kamu kurum ve kuruluşları ile gönüllü kuruluşlar arasında işbirliği ve
koordinasyonu sağlamak”, çocukların “her türlü ihmal ve istismardan” korunmasını
sağlamak, “kadınlara karşı ayrımcılığı önleme, kadının insan haklarını korumak ve
geliştirmek, kadınların toplumsal hayatın tüm alanlarında hak, fırsat ve imkânlardan
eşit biçimde yararlanmalarını sağlamak üzere; ulusal politika ve stratejilerin
belirlenmesini koordine etmek, kadınlara yönelik sosyal hizmet ve yardım
faaliyetlerini yürütmek, bu alanda ilgili kamu kurum ve kuruluşları ile gönüllü
67
kuruluşlar arasında işbirliği ve koordinasyonu sağlamak” olarak tanımlanmıştır
(Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü, 2014).
ASPB’nin görevleri içinde engellilere, yaşlılara, şehit yakınlarına ve gazilere sosyal
hizmetler sunmak, “yoksullukla mücadeleye ilişkin ulusal politika ve strateji”
üretmek, “çocuğun aile içinde yetiştirilmesi ve desteklenmesi amacıyla aileyi eğitim,
danışmanlık ve sosyal yardımlarda güçlendirmek”, “ailenin bütünlüğünü korumak,
parçalanmış ailelerin korunmaya, yardıma ve bakıma muhtaç fertleriyle çocuklarına
her türlü maddî, manevî ve sosyal destek sağlamak” gibi maddeler sıralanmıştır
Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü, 2014).
Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sının 41. maddesi "Ailenin Korunması" başlığı altında
şu hükümleri sıralamaktadır: "Aile Türk toplumunun temelidir. Devlet, ailenin huzur
ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi
ile uygulamasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar" (Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanlığı, 2014).
Bugün ASPB’nin misyonu “Birey, aile ve toplum refahını artırmak amacıyla
dezavantajlı kesimler öncelikli olmak üzere tüm toplumu hedefleyen katılımcı
anlayışla, adil ve arz odaklı bütüncül sosyal politikalar üretmek, uygulamak ve
izlemek”, vizyonu ise “... mutlu birey ve güçlü ailelerden oluşan müreffeh bir toplum
için, zamanın ruhunu yakalayan, değişimi yönetebilen ve buna yönelik dönüşümü
gerçekleştiren, sosyal riskleri önleyici sosyal politikalar geliştiren ve uygulayan bir
bakanlık olmak” olarak belirtilmektedir (Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, 2014)
Ailenin toplumun temeli olduğu görüşü ve devlet gücünün nüfustan geldiği
varsayımının ASPB’nin yapılandırışında sahip olduğu önem, ASPB hakkında
yukarıda sıralanan bilgilerde gözlemlenebilmektedir. Bu nedenle ASPB’nin ailenin,
özel yaşamın yönetimini örnekleyen bir resmî kurum olduğu sonucuna varılmaktadır.
Türkiye’de kadının aile içindeki rolü, ev emeği ve özel alanla sınırlandırıldığı önceki
bölümlerde açıklandığı üzere bilinmektedir. Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği
verilerine göre çalışan kadınların dörtte biri ücretsiz ev işçisi olarak çalışmaktadır,
çalışan 100 kadından 44’ü bir sosyal güvenlik kurumuna bağlı değildir, 100 erkek
işverene karşılık 1 kadın işveren vardır (Tuna, 2018). Aynı zamanda Türkiye’de bir
68
kadın günlük ortalama 1 dolar kazanırken, bir erkek günlük ortalama 2,27 dolar
kazanmaktadır (Bianet, 2017). Başka bir deyişle, Türkiye’de erkeğin kazandığı 1
dolara karşılık kadın 44 sent kazanmaktadır.
Hürriyet’in 8 Mart 2018 Özel Eki’ne göre “Ev kadınlarının oranı %66”, “çamaşır
yıkayan erkek oranı %6”, “TBMM’deki kadın vekil oranı %14”, “Kadın valilerin oranı
%2.4”tür (Tuna, 2018). Haber içeriklerinde 2017’de kadınlarla ilgili haberlerin %70’i
şiddet içerikli, %30’u kadınların başarılarıyla ilgili olduğu ve gazete künyelerinin
yalnızca %19’unun kadın olduğu saptanmıştır (Tuna, 2018). Türkiye toplumsal
cinsiyet eşitliğinde 140 ülke arasında 131. sırada (Tuna, 2018) ve ücret eşitliğinde 145
ülke arasında 98. sırada (Bianet, 2017) yer almaktadır.
Bu verilerden yola çıkarak Türkiye’de kadının ekonomi politik ve biyoiktidar
ilişkisinin önceki bölümlerde açıklanan etkilerine açık olduğu anlaşılmaktadır. Bu
yüzden 2011’de ASPB’nin kurulması, kadının biyopolitika bağlamında konumunu
değerlendirmek için önemli bir olaydır. ASPB’nin kuruluşu, ilk aylarındaki
politikaları, ilk ASP Bakanı Fatma Şahin hakkındaki olayların nasıl haberleştirildiği,
medya söylemlerinin beden-iktidar eksenindeki rolü, işlevleri, kullandığı yöntemler
açısından aydınlatıcı bir kaynak sunmaktadır.
69
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
HABERLERDE AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANLIĞI
VE KADIN
Tezde beden-iktidar ekseninde medya söylemleri, kadın bedeni ve kadın üzerindeki
iktidar vurgulanarak incelenmektedir. Bu nedenle politik öznesi kadınlar olan Aile ve
Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın haberleştirilmesi aracılığıyla medya söylemlerinin
kadın hakkında taşıdığı iletiler çözümlenmektedir.
3.1. Problem
Medya söylemleri ve beden üzerinde kurulan iktidar arasında karşılıklı bir ilişki vardır.
Yaşam süreçleri üzerinde kurulan iktidar, bedenin ve yaşamın düzenlenmesi, denetimi,
toplumsallaşmadaki yeri bağlamında medya söylemleri önemli bir role sahiptir. İktidar
söylemleri ve medya söylemleri belirli disiplinler, araçlar ve yöntemler aracılığıyla
iktidarı doğrulamakta, söylemi ve bilgiyi ortaya koyan iktidar ilişkilerini görünmez
kılmaktadır.
Bedenin düzenlenmesi çerçevesinde kadın bedeni politik bir alandır. Kadın bedeninin
devletler, sermaye ve medya tarafından konumlandırılışı bir yandan söylemsel bir
kurgu, bir yandan da kadınların içinde yaşadığı durumun gerçekliğidir. Beden üzerinde
kurulan iktidarın görünmez yapısı ve doğal olduğu vurgusu kadın bedeninin
biyopolitik bağlamda değerlendirilmesini önemli kılmaktadır.
3.2. Amaç
Tezin amacı, beden-iktidar ekseninde medya söylemlerinin konumunu ve anlamını
değerlendirmektir. Tezde insan bedeni ve yaşamı üzerinde iktidar kuran politikaların
medyadan nasıl yararlandığı, medya söylemlerinin biyopolitika ve biyoiktidar
bağlamında taşıdığı önemi betimlemek ve anlamlandırmak amaçlanmaktadır. Medya
kuruluşlarının biyopolitikayı aktarma, benimsetme ve biyoiktidarı sürdürmeye yönelik
uygulamaları incelenmektedir. Beden ve iktidar arasında kurulan ilişki kapsamında
medyanın söylemlerinde bulunan iletiler, kadın bedeni ve ASPB bağlamında
araştırılacaktır.
70
Tez, insan bedeni ve insan yaşamı üzerinde kurulan iktidar dinamiklerini incelemeyi
amaçlamaktadır. Medya söylemlerinin iktidar söylemlerini aktarma biçimlerini, insan
bedeni ve toplumsal beden üzerinde kurulan iktidarları beden ve toplumsal cinsiyet
hakkında yapılmış olan çalışmaların yardımıyla yorumlamak amaçlanmaktadır. Bu
bağlamda 2011 yılında Türkiye Cumhuriyeti Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet
Bakanlığı'nın kapatılması, yerine Türkiye Cumhuriyeti ASPB’nin kurulması ve bu
konuların ana akım medyada haberleştirilmesinde kullanılmış olan medya söylemleri
incelenmiştir.
3.3. Önem
İktidar tartışmalarında beden ve yaşam biyopolitika alanında değerlendirilmektedir,
ancak bu çalışmaların büyük bir kısmı cinsiyet bağlamında kadın bedenini
incelememiştir. Tezin önemi, cinsiyetlendirilmiş beden anlayışlarını biyopolitika ve
biyoiktidar bağlamında yorumlama amacından kaynaklanmaktadır. Bedenin politik
bağlamlarını inceleyen biyopolitika çalışmaları bedenin iktidar karşısındaki
durumunda cinsiyet, toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim, cinsel kimlik gibi
bağlamlarını göz ardı etmiştir. Hâlbuki bu cinsiyetli beden, beden üzerinde kurulan
iktidarın önemli bir koludur.
İktidarın söylemini insanlara ulaştıran haberlerin üretimi yaşam ve bedenin, özellikle
de cinsiyetli bedenin yönetilmesinin aracılığını yaptığı için derinlemesine incelenmesi
gereken bir alandır. Beden-iktidar ekseninde medyanın rolünü incelemek için
medyanın ve haber üretiminin karmaşık yapısını göz önünde bulundurmak
gerekmektedir.
Gazete haberleri öncelikle gazetecilerin hangi haberin kamuoyuna ulaştırılacağı
konusunda haber seçimini yapan eşikbekçilerinin (White, 1950) ürünüdür. Haber
ikinci olarak etik, tarafsızlık gibi gazeteciliğin mesleki değerleri ve kurallarına bağlı
olarak üretilmektedir. Haber üretimini üçüncü olarak medya kuruluşunun kurumsal
yapısı etkilemektedir. Haber üreten pek çok medya kuruluşu, ekonomi politik içinde
belirli roller ile ortaya çıkmaktadır ve sermayenin öteki kurumları ile doğrudan ilişki
içindedir. Haber üretimi, medyanın sermaye ile ilişkisine göre şekillenmektedir
(Richardson, 2005: 99-100). Aynı zamanda gazetecilik ve kültür arasındaki etkileşim
71
haber seçimini etkilemektedir. Kısacası, medya içeriğini farklı biçimlerde, farklı
oranlarda etkileyen bir dizi dinamik vardır.
Kültür, toplumsal süreçler, sermaye, devlet ile medya karşılıklı olarak birbirlerinden
etkilenmektedir. Tüm bu süreçler biyopolitikanın alanıdır, ancak medya bu süreçleri
topluma yansıtan, toplumsallaşma sürecinde bireyleri etkileyen bilgiyi aktaran ve bir
derecede üreten, iktidar ile politik özneleri arasında bağlantı kuran alandır. Bu nedenle
biyopolitika ve biyoiktidar bağlamında medya söylemleri beden-iktidar ekseninde
önemli bir role sahiptir.
3.4. Varsayımlar
Tezde Türkiye’de biyopolitikanın kadın bedeni üzerinde iktidar kurduğu, kadın bedeni
ve kadınların yaşamının yönetildiği varsayılmaktadır. Tez, medya söylemlerinin beden
üzerinde kurulan iktidarı doğruladığını, biyoiktidarı aktardığını, belirli değer ve yaşam
biçimlerini
okurların
içselleştirmesini
amaçlayan
söylemler
oluşturduğunu
varsaymaktadır.
Tez, Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı'nın kapatılması ve ASPB’nin
kurulmasının Türkiye’de özellikle toplumsal cinsiyet anlamında öneme sahip
biyopolitik bir olay olduğunu ve ASPB’nin biyopolitik bir kurum olduğunu
varsaymaktadır. Bu nedenle bu olayın ve kurumun haberleştirilmesinin medya
söylemlerinin biyopolitik boyutunu yorumlamak için önemli bulgular sağlayacak bir
alan olduğu öngörülmüştür.
Biyopolitik bir kurum olarak ASPB’nin kuruluşu ve kurulduğu dönemdeki politikaları
hakkında yapılan haberlerin medya söylemlerinin biyoiktidar ve politik özneler
arasında ilişki kurduğu varsayımı için bir örnek olması amaçlanmıştır.
3.5. Evren ve Sınırlılıklar
Tezin araştırma evreni 2011 yılında ASPB’nin kurulması hakkında ana akım medyada
çıkan haberlerdir. ASPB’nin kurulduğu Haziran ayı ve bakanlığın ilk aylarındaki
gelişmeleri aktaran haberlerin söylemlerini çözümlemek amacıyla Temmuz ve
Ağustos aylarındaki haber metinleri ele alınmıştır.
72
Tezde inceleme alanı olarak 2011 yılının Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarında
ASPB hakkında ana akım medyada yayınlanan haberler seçilmiştir. Medya
söylemlerine kapsamlı bir bakış açısı sunması amacıyla geleneksel basını örneklemek
için iki günlük gazetenin bu dönemde çıkmış olan sayıları ve yeni medyayı örneklemek
için internette yayın yapan iki haber sitesi seçilmiştir. Habertürk ve Hürriyet
gazetelerinin bu üç aylık dönemde basılmış olan sayıları Türkiye Gazeteciler Cemiyeti
Basın Müzesi Kütüphane, Arşiv, Belge ve Bilgi Merkezi’nde taranmıştır. Sabah ve
Posta gazetelerinin internet sitelerinde çıkan haberlere www.sabah.com.tr ve
www.posta.com.tr adreslerinde bulunan arama motorlarından “Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanlığı”, “Fatma Şahin” ve “aile” sözcükleri aratılarak ulaşılmıştır.
Gazetelerin ve internet sitelerinin seçimi, ulaşılabilen en yüksek tirajlı gazeteler
arasından yapılmıştır. 2011 yılı gazete tirajlarında Haziran, Temmuz ve Ağustos
aylarında Türkiye gazeteleri sıralamasında Posta gazetesi 2., Hürriyet gazetesi 3.,
Sabah 4., Habertürk 6. sıradadır (Medyatava, 2011).
Tezin önemli bir sınırlılığı, 2011 yılının Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarında
internet sitelerinde çıkan içeriğin 2011’den bu yana geçen sürede çıktıkları günkü
hallerinin korunup korunmadığının kontrol edilememesidir. Tezin bir diğer sınırlılığı
çözümleme için kullanılan içerik çözümlemesi ve göstergebilimsel söylem
çözümlemesi yöntemlerinin medya söylemlerinin toplumsal alandaki etkilerini
ölçecek bulgular ortaya koymamasıdır. İçerik çözümlemesi ve göstergebilimsel
söylem çözümlemesi, varsayımlar bağlamında medya söylemlerine odaklanmaktadır.
3.6. Yöntem
Toplumla ilgili konularda geçmişin ya da bugünün basını çok önemli bir araştırma
konusu ve kaynağıdır (Ringoot, 2014: 3). Gazetenin yayın kimliği, yayın ilkeleri ve
yazım kuralları kullandığı söylem türlerini etkilemektedir. Söylemsel mekanizmalar
bu
özelliklerin
incelenmesi
aracılığıyla
gözlemlenmekte
ve
betimlenerek
yorumlanmaktadır (Ringoot, 2014: 4). Gazete metinleri rastlantısal değildir, söylemsel
özellikleri yayın kimliği ile ilişkili olarak okunmalıdır (Ringoot, 2014: 5).
İktidar ile birey arasında aracılık işlevine sahip olan gazeteciliğin söylemsel kimliği
kamusal alanda kullanılan öteki söylemlerle doğrudan bağlantılıdır. Bilginin
73
filtrelenmesi, biçimlendirilmesi ve çerçevelenmesi süreçleri gazete ve okur arasındaki
etkileşimde önemli araçlardır. Bilgi eşikbekçiliği aracılığıyla onlarca aşamadan
geçerek şekillenmekte, gazete söylemi farklı kararlardan etkilenerek okura
ulaşmaktadır.
Her söylem kamuoyunu şekillendirmektedir ancak gazetecilik söylemini öteki
söylemlerden ayıran kendine özgü bir meşruluğu vardır (Ringoot, 2014: 9). Bu nedenle
gazete içeriklerinin ve söylemlerinin çözümlenmesi, amaçları ve işlevlerini incelemek
açısından önem taşımaktadır.
3.6.1. İçerik Çözümlemesi
İçerik çözümlemesi, araştırma evreninin içeriğinin sayısal değerlerinin ortaya
konmasıdır. İçerik çözümlemesi yöntemi, kitle iletişim araçlarının içeriğine yönelik
kullanılan bir yöntem olarak nicel betimlemeden yararlanmaktadır (Geray, 2014: 136).
İletişim araştırmaları içinde içerik çözümlemesinde gazeteler birincil kaynak olarak
kabul edilmekte, doğrudan gözlem yaklaşımı için kullanılmaktadırlar (Geray, 2014:
135).
İçerik çözümlemesinin birimleri varsayımlar doğrultusunda seçilmelidir (Riffe v.d.
2014: 52). Bu nedenle araştırma evreni haberler olan tezde çözümleme birimi olarak,
“dilsel birimlerin başında” gelen sözcükler seçilmiştir (Geray, 2014: 138). Tezin amacı
ve varsayımları doğrultusunda bulgulara ulaşmak için haber metinleri “konu
kategorileri”ne ayrılmıştır (Geray, 2014: 138). Bu kategoriler içinde tekrarlayan,
konuyla doğrudan ilgili olan sözcükler saptanmış ve göstergebilimsel söylem
çözümlemesine kaynaklık yapmak için sayısal değerleri saptanmıştır.
Bu doğrultuda araştırma evreninde belirtildiği üzere Hürriyet ve Habertürk
gazetelerindeki, Sabah ve Posta gazetelerinin internet sitelerindeki haberler
taranmıştır. Hürriyet ve Habertürk’ün geleneksel gazete formatındaki günlük sayıları
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Müzesi Kütüphane, Arşiv, Belge ve Bilgi
Merkezi’nde
incelenmiştir.
Sabah
ve
Posta’nın
internet
haberlerine
ise
“https://www.sabah.com.tr/” ve “http://www.posta.com.tr/” adreslerindeki arama
motorlarında tarih filtreleri kullanılarak anahtar kelimelerin aratılması aracılığıyla
74
ulaşılmıştır. Ulaşılan haber metinlerinin başlıkları, tarihleri, haber kategorileri ve sayfa
sayıları içerik çözümlemesi aşamasında listelenerek değerlendirilmiştir. İçerik
çözümlemesinde konu kategorilerine ayrılan haber metinlerinin içerikleri ve dilsel
özellikleri, aşağıda açıklandığı üzere göstergebilimsel söylem çözümlemesi
aşamasında anlambirimcik çözümlemesi aracılığıyla yürütülmüştür.
3.6.2. Göstergebilimsel Söylem Çözümlemesi
Tezde göstergebilimsel söylem çözümlemesi çerçevesinde araştırma evrenini
oluşturan haber metinlerinin dilsel yapıları içinde yoğun olarak ortaya çıkan
anlambirimcikler saptanarak bunların kavram alanları belirlenmiş ve metinlerde
beliren anlamsal yerdeşlikler incelenmiştir.
Yapısalcı dilbilim ve ardından yapısal göstergebilim anlayışının kurucusu olarak kabul
edilen dilbilimci Ferdinand de Saussure’ün Genel Dilbilim Dersleri (1972) başlığıyla
kitaplaştırılan ders notlarında dil olgusunun gözlemlenebilir toplumsal bir kurum
olduğu, bireylerin dilsel/sözel edimleriyle ifade bulduğu ve göstergelerin bir araya
gelmesiyle oluşan bir dizge niteliği taşıdığı açıklanmıştır. Modern dilbilim ve
göstergebilimde ortak olarak kabul edilmiş olan temel ilke, dilin toplumsal ve bireysel
olmak üzere iki temel özelliğinin bulunduğudur; bunlar sırasıyla dil (langue) ve söz
(parole) olarak adlandırılmaktadır (Saussure, 1972: 29-30)
Dil ve söz ikiliğini 1960’lı yıllarda dilbilimci Émile Benveniste yeniden ele alarak
geliştirmiştir ve söylemin (discours) temel yapısı ve işleyiş biçimi (fonctionnement)
hakkında temel kuramsal bilgiler sunmuştur. Söylem kavramı ilk aşamada
Saussure’ün söz kavramsallaştırmasına benzemektedir ancak Benveniste temel olarak
göstergenin anlamlama (signification) dizgesi içinde yer aldığı gerçeği ile
ilgilenmiştir. Benveniste’e göre “Her gösterge kendi anlamlama biçimini diğer
göstergeler bütünü arasında her zaman açıkça belirtmek durumundadır” (1995: 126).
Söylem anlamın oluşum, var olma ve ortaya çıkış (belirim) düzlemidir; kaçınılmaz
olarak kendi varlığını kesin kılan bir öznenin dilsel edimini, bakış açısını, dünya
görüşünü yansıtmaktadır.
75
Göstergebilimci
göstergebilimin
Jacques
yerini
Fontanille
“söylem
1980-1990
göstergebilimi”ne
arası
dönemde
bıraktığını
yapısalcı
belirtmiş,
dil
çalışmalarının artık söylem özelliklerine, söylemin gerisinde, berisinde ve içinde yer
alan algılama, bakış açısı, duygusal durum gibi, yapısalcı yaklaşımda fazla yer
almamış olan, öznellik taşıyan verilerin devreye girdiği bir söylem göstergebilimine
dönüştüğünü vurgulamıştır (1998: 12). Böylelikle gösterge olarak isimlendirilen
anlamlı öğelerin bir araya geldiği zemin olan söylem, onu oluşturan toplumsal ve
bireysel bakış açılarının, kendini ve değer dizgelerini dile getirmek için gerekli olan
sözel uzamın göz önüne alınmasıyla incelenecek bir anlamlı bütün olarak kabul
edilmiştir. Söylem, bir öznenin dil içinde yer alması aracılığıyla, başka bir deyişle dili
üstlenmesiyle, kendine ait kılmasıyla gerçekleşmektedir. Her söylemin “ben” diyen bir
öznesi vardır, “şimdi” ve “burada” dil mekanizmalarını üstlenmektedir (Tanyolaç
Öztokat 2005: 83).
Anlam olgusunun analizi söylem boyutunda ele alınmaktadır çünkü bireysel ve öznel
bir edim olarak dilin kullanımı ile gerçekleşmektedir. Ancak toplumsal bir kimlikle
biçimlenmekte ve alıcıya ulaşmaktadır. Saussure ve Benveniste’in dilin işleyişi,
göstergelerin yapısı ve anlam üretme olanağı üzerinde geliştirdiği kuramsal
yaklaşımlar, göstergebilimci Algirdas Julien Greimas’ın anlamlama ve anlamın temel
yapısına odaklanan inceleme modeliyle yetkinleştirilmiştir. Böylece söylemin anlam
boyutuna ilişkin, modern çerçevede en kapsamlı bakış dilbilim çıkışlı bir disiplin olan
göstergebilim tarafından geliştirilmiştir. Greimas’ın anlambilim doğrultusunda
geliştirdiği bu bilimsel yaklaşım, günümüzde Paris Göstergebilim Okulu adıyla
anılmaktadır. Kuramsal model olarak Saussure gibi, Greimas da dilde anlam
olgusunun ya da göstergenin değerinin “farklılıklar”ın algılanmasıyla ilişkili olduğunu
belirtmiştir (1966: 19).
Söylem dilin belirim (manifestation) düzeyidir; duyulan, okunan, sözün kâğıt üzerinde
ya da konuşma zemininde algılanan hâlidir. Dilin söze dökülmesi sözcelem
(énonciation) edimiyle gerçekleşmektedir. Dili kendi ihtiyacı, amacı ya da bireysel
koşulları doğrultusunda kullanmak ve kurgulamak söz üretme edimidir. Sözcelem ise
gündelik gerçeklikte söylem biçiminde ortaya çıkmaktadır. Greimas söylemi
“iletişimin gerçekleştiği, bilgi ve anlamlamaların biricik kaynağı” olarak tanımlamıştır
76
(1966: 39). Göstergebilim, söylemin taşıdığı anlamları anlambirimcik çözümlemesiyle
(analyse sémique) ortaya koymaktadır.
Anlamı sağlayan öğe, tek başına sözcük değildir. Sözcüğü, ya da bilimsel terimle dilsel
göstergeyi oluşturan daha küçük ve temel birimler vardır ve bunlara anlambirimcik
(sème) denmektedir (Greimas, 1966: 23). Anlambirimcikler bir araya gelerek sözcüğü
oluşturmaktadır. Örneğin “anne” sözcüğü dişil + yetişkin + çocuklu gibi
anlambirimciklerin toplamı olarak tanımlanabilmektedir. Anlambirimciklerin bir
araya gelme koşulları dildeki anlamsal olanaklarla belirlenmektedir, dilin neyi nasıl
söyleyeceğiyle ilgilidirler (1996: 26). Bir söylemde yer alan sözcüklerin anlamsal
içeriklerini belirleyen anlambirimcikler aslında o söylemin hem açık hem de gizli
içeriğini sunmaktadırlar. Bu nedenle anlambirimcik söylem çözümlemelerinin önemli
bir kavramıdır.
Anlambirimcikler yer aldıkları söylem içinde, insanın dünyayla ilişkisini, deneyimini
dile getirmekte işlev gören temel kavramlar olarak da ortaya çıkmaktadır. Bu öğelerin
birbirleriyle bir araya gelme koşulları Saussure’ün gösterge kuramında geliştirdiği
kavramsallaştırmaya
göre
“dizge”ye
(1973:
116),
daha
sonra
kullanılan
kavramsallaştırmalarda geçtiği ismiyle “yapı”ya bağlanmaktadır (1966: 18). Dilsel
göstergeler rastlantısal bir biçimde bir araya gelmemekte, bir dizge (système) içinde
işlemekte, anlam da bu dizge ya da yapı içinde ortaya çıkmakta ve yorumlanmaktadır.
Bir sözcüğün anlambirimcikleri söylemsel bağlama göre gerçekleşme özelliğine
sahiptir.
Her sözcük, tek başına alındığında kavram alanı adıyla anılan bir kümeye gönderme
yapmaktadır. Belirli üyelerden oluşan kümedeki üyelerin hepsi belirli ortak nitelikler
taşımaktadır (Erkman Akerson, 2016: 113). Kümenin adını taşıyan sözcük, yalnızca
bir değil, birden fazla ortak niteliğe gönderme yapmaktadır. Küme adı olan sözcük
sayesinde zihinde oluşan kavram yalın değil, karmaşıktır (Erkman Akerson, 2016:
113). Sözcükler kullanılırken bağlama göre belirli anlambirimcikler dışlanmakta,
belirli anlambirimcikler ise vurgulanmaktadır.
Örneğin “aile” sözcüğü insansal + kan bağı olan + toplumsal + çoğul + ilişkisel +
birlik + yakınlık anlambirimciklerinin toplamıdır. Ancak “Ural Altay dil ailesi” terimi
77
kullanıldığında insansal ve kan bağı olan anlambirimcikleri düşmektedir ve dilsel +
coğrafi anlambirimcikleri ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle gerçekleşen söylemin
bağlamı içinde düşen ve ortaya çıkan anlambirimciklerin varlığı ya da eksikliği
sayesinde sözcükler birbirleri ile karıştırılmamaktadır.
Tezde araştırma evrenini oluşturan haber metinlerinde edim, aile, şiddet, insan, hukuk,
sosyal politika, çatışma anlambirimciklerini gerçekleştiren sözcüklerin tekrar ettiği
saptanmıştır. Buradan yola çıkarak tezde öncelikli olarak şiddet anlambirimciğini
içinde bulunduran sözcükler şiddet kavram alanı; aile anlambirimciğini bulunduran
sözcükler aile kavram alanı; haber metni bağlamında insan, çatışma, hukuk, sosyal
politika anlambirimciklerini gerçekleştiren sözcükler sırasıyla insan kavram alanı,
çatışma kavram alanı, hukuk kavram alanı, sosyal politika kavram alanı olarak
kategorize edilmiştir. Sözlüksel olarak şiddet ve çatışma anlambirimciklerini bir arada
bulunduran, aile ve insan anlambirimciklerini bir arada bulunduran sözcükler
bağlamları göz önüne alınarak kategorilere ayrılmıştır. Bir edim, eylem bildiren ve bu
edimleri, eylemleri niteleme özelliği taşıyan sözcükler ise edim kavram alanı olarak
kategorize edilmiştir.
Haber metinlerinin göstergebilimsel söylem çözümlemesi için anlambirimciklerin
saptanması aracılığıyla yukarıda sıralanmış olan kavram alanları incelenmiştir. Daha
sonra, bu kavram alanları içinde öne çıkan yerdeşlikler saptanmıştır ve söylemin yüzey
yapısının ve derin yapısının incelenmesi aracılığıyla çözümleme yapılmıştır.
Greimas ve Joseph Courtés’e göre her anlamlı bütün (söylem, metin, anlatı, makale,
haber gibi) iki temel yapıdan oluşmaktadır: yüzey yapı ve derin yapı. Söylemin yüzey
yapısı, diğer bir deyişle belirim düzlemi söylemde gözlemlenen dilsel birimleri
göstermektedir. Söylemin derin ya da içkin yapısı ise “içeriğin anlamı”dır (Greimas,
Courtés, 1993: 69).
Söylemin yüzey yapısı dilsel ya da biçimsel seçimler, söylemsel özellikler, üslup,
tonlamalar gibi dilsel öğelerden oluşmaktadır. Anlamın belirim düzleminde söylemsel
özellikler incelenmektedir. Derin yapıda ise bu birimlerin bağlandığı kategoriler
saptanmaktadır. Derin yapı genel olarak yüzey yapının bağlandığı kavramsal bir
zemindir. Yüzey yapıları, haber metinlerinde olduğu gibi, genellikle gözlemlenebilir
78
niteliktedir. Ancak derin yapılar sözcenin ötesinde, derininde yer almaktadır (Greimas,
Courtés, 1993: 146). Anlamın üreme süreci derinden yüzeye doğru bir sıra izlemekte,
çözümleme süreci ise yüzeyden derine inen bir çizgi izlemektedir (Tanyolaç Öztokat,
2005: 30).
Derin yapıda bir mesajın/iletinin kapsayabileceği anlam çoğulluğu içinde
homojenliğini sağlayan, görünüşte karışık gibi durduğunda dahi anlamsal
homojenliğin tutarlılığını veren, derin yapının yerdeşliğidir (isotopie) (Greimas, 1993:
69). İletinin çoğul anlamlar arasından birine yönelmesi onu anlaşılır kılmaktadır; bu
da bir söylem içinde aynı ya da benzer nitelikli anlambirimciğin yinelenmesi ve
belirginleşmesi ile, söylemin heterojen yapısında homojen bir anlam katmanı
yaratması ile gerçekleşmektedir. Bu homojen anlam katmanına yerdeşlik adı
verilmiştir (Greimas, Courtés, 1993: 70).
Bir söylemin, metnin, bildirinin, görsel ya da işitsel iletinin anlaşılabilirliğini sağlayan
yerdeşlik, genel anlamıyla hem içerik hem anlatım düzleminde dil öğelerinin
yinelenmesi ile oluşan sözel uyumdur. Bir söylem çerçevesinde anlamsal tutarlılık,
bildirinin bir anlam bütünü olarak kavranması, tek yönlü anlaşmayı sağlayan; aynı
düzlemdeki öğelerin oluşturduğu, çokanlamlılığı engelleyen ve anlambirimcik
yinelenmelerinden doğan uyumluluktur (Güz v.d. 1988: 232). Bir söylemin
anlaşılması, açıkça ya da örtülü olarak sunduğu içeriğin kavranması ve
yorumlanmasında bir inceleme kavramı olarak başvurulan anlamsal yerdeşlik
(isotopie sémantique) kavramı medya söylemlerinin anlamsal içeriğinin nesnel bir
biçimde yorumlanmasına olanak vermektedir.
3.7. Bulgular
3.7.1. İçerik Çözümlemesi
İçerik çözümlemesinde araştırma evreni içinde taranan haber metinlerinde dört konu
kategorisi saptanmıştır: ASPB’nin politikaları, ASP Bakanı Fatma Şahin’in bakanlık
politikalarından bağımsız olan açıklamaları ve eylemleri, ASPB’nin kuruluşunu
bildiren haberler ve ASPB’nin kuruluşu hakkında yorum içeren haberler.
79
ASPB hakkında Habertürk Gazetesi’nde 33, Hürriyet Gazetesi’nde 23, Sabah
Gazetesi’nin internet sitesi www.sabah.com.tr’de 45, Posta Gazetesi’nin internet sitesi
www.posta.com.tr’de 7 olmak üzere toplam 108 haber saptanmıştır. Haberler
konularına göre ASPB’nin kuruluşunu bildiren ve kuruluş aşaması hakkında bilgi
veren 30, ASPB’nin politikaları hakkında olan 32, ASP Bakanı Fatma Şahin’in
yaptıklarını aktaran 38 ve ASPB hakkında kurum ve uzman görüşlerini ve yorumlarını
aktaran haberler 8 adettir. Köşe yazıları dikkate alınmamıştır. Bu haberler içinden 33’ü
şiddet hakkındadır ve 9’u şehit haberleridir.
3.7.1.1. Habertürk
Habertürk Gazetesi’nde 33 haber saptanmıştır. Bu haberlerin 6’sı ASPB’nin
politikaları, 16’sı Bakan Fatma Şahin’in yaptıkları, 8’i ASPB’nin kuruluşu hakkında,
3’ü ASPB hakkında yorum aktaran haberlerdir.
ASPB’nin politikaları hakkında 6 haber saptanmıştır. Haberlerin 3’ü “güncel”, 2’si
“toplum”, 1’i “olay” konu başlıklı sayfalarda yer almıştır. Bu haberlerin tarihleri, yer
aldıkları sayfa numaraları, sayfa içerikleri ve başlıkları sıralanmıştır:
⎯ 20.07.2011, 12.s., güncel
Bu dönemin ilk yasası dayakçı erkeğe ekelepçe olacak
⎯ 25.07.2011, 6.s., toplum
Sığınma evlerine yeni mevzuat
⎯ 02.08.2011, 4.s., olay
6 ayda 7 bin kadından ‘şiddet’ başvurusu
⎯ 05.08.2011, 6.s., toplum
‘Her aileye bir sosyal destek uzmanı’
⎯ 11.08.2011, 13.s., güncel
ARINÇ’TAN ‘İZDİVAÇ’
PROGRAMLARINA TEPKİ ‘Kusmak
istiyorum’
⎯ 28.08.2011, 12.s., güncel
‘Somalili Evlat’ İçin Yeşil Işık
Bakan Fatma Şahin’in yaptıklarını aktaran 3 “gündem”, 3 “birinci sayfa”, 3 “politika”,
2 “insan”, 1 “toplum”, 1 “güncel”, 1 “olay”, 1 “aile” sayfasında olmak üzere 16 haber
saptanmıştır:
⎯ 09.07.2011, 17.s., gündem
Şahin’den Akşit’e başarı dileği
⎯ 16.07.2011, 12-13.s. (kategorisiz)
İşte kalbimize gömdüğümüz aslanlar
80
⎯ 19.07.2011, 14.s., politika
Bakanlar Kurulu’nda esrarengiz paket
⎯ 26.07.2011, 14.s., politika
Oy oğlum, kuzum ciğerim...
⎯ 27.07.2011, 1.s.
180 günde 149 intihar
⎯ 27.07.2011, 12.s., güncel
Son 6 aydaki 149 intihar vakası, Bakan’ı
şoke etti
⎯ 29.07.2011, 4.s., olay
Bakan Şahin: Başka Güldünya’lar ve
Ceylan’lar ölmesin
⎯ 30.07.2011, 6.s., toplum
Twitter’lı isyana bakan el koydu
⎯ 31.07.2011, 5.s., insan
Gözaltına alınan tacizci hastanelik
⎯ 02.08.2011, 20.s., aile
‘Şiddetin kaynağı iletişimsizlik’
⎯ 04.08.2011, 17.s., gündem
Hakkâri’de kadın bakan
⎯ 10.08.2011, 1.s.
Erdoğan açlık çeken Somali’ye
⎯ 10.08.2011, 15.s., politika
Başbakan Somali yolcusu
⎯ 13.08.2011, 1.s.
Koruması verildi
⎯ 13.08.2011, 5.s., insan
Alman Döndü’ye Bakan’dan koruma
⎯ 27.08.2011, 16.s., gündem
TBMM’de pantolon izni
ASPB’nin kuruluşu hakkında 2 “birinci sayfa”, 3 “politika”, 1 “gündem”, 1 “güncel”,
1 “günün kadını” başlıklı sayfada olmak üzere 8 haber saptanmıştır:
⎯ 09.06.2011, 1.s.
Kabineye Fransız modeli
⎯ 12.06.2011, 17.s., politika
2 bin bürokrat ‘iş’siz kalacak
⎯ 14.06.2011, 14.s., politika
Türel, Bayraktar, Şükür ve Avcı’ya
bakanlık yolu
⎯ 14.06.2011, 14.s., politika
‘Kadın temsili sıçradı’
⎯ 07.07.2011, 1. s.
Şampiyon Takımı Bozmadı
⎯ 07.07.2011, 9.s., günün kadını
‘R’ harfini söyleyemeyen sempatik vekil
artık bakan
⎯ 07.07.2011, 12-13.s., güncel
‘Ustalık kabinesi’nde 6 yeni isim
⎯ 19.08.2011, 17.s., gündem
Kadın bakanlığına erkek müsteşar
ASPB hakkında yorum aktaran 3 haber saptanmıştır. Haberler “gündem”, “güncel” ve
“insan” sayfalarında yer almıştır ve 1’i negatif, 1’i pozitif, 1’i tarafsız yorum olmuştur:
81
⎯ 08.07.2011, 18.s., gündem
Bilgehan’dan Şahin’e başarı dileği
⎯ 04.08.2011, 10.s., güncel
‘Tek tuş’ tahrik eder!
⎯ 15.08.2011, s.5, insan
Şiddet mağduru kadınların çığlıklarını
kim duyacak?
Habertürk’ün bu dört kategorideki toplam 33 haberinin 11’i şiddet hakkında, 2’si
şehitler hakkında haberlerdir.
3.7.1.2. Hürriyet
Hürriyet Gazetesi’nde 23 haber saptanmıştır. ASPB’nin politikaları hakkında 7, Bakan
Fatma Şahin’in yaptıkları hakkında 3, ASPB’nin kuruluşu hakkında 10, ASPB
hakkında yorum ve görüş aktaran 3 haber yer almıştır.
ASPB’nin politikaları hakkında 3 “birinci sayfa”, 2 “gündem”, 1 “insan”, 1 “toplum”
sayfasında olmak üzere 7 haber saptanmıştır:
⎯ 20.07.2011, 1.s.
Eşine şiddet uygulayana Elektronik
Kelepçe
⎯ 20.07.2011, gündem, 23.s.
Dayağa elektronik kelepçe
⎯ 02.08.2011, 4.s., insan
Şahin: Şiddet çaresizlik göstergesi
⎯ 04.08.2011, 1.s.
Fuhuş Mağduruna Sığınmaevi
⎯ 04.08.2011, 5.s., toplum
Sığınmaevine ‘ŞAHİN’ AYARI
⎯ 07.08.2011, 1.s.
Bakımevlerine Yeni Düzen
⎯ 07.08.2011, gündem, 4.s.
Kimsesiz çocuklar havalara fırladı
Bakan Fatma Şahin’in yaptıkları hakkında tümü “gündem” sayfasında olmak üzere 3
haber yer almıştır:
⎯ 17.07.2011, s., 21, gündem
Ağabeyleri gibi yetiştireceğim
⎯ 27.07.2011, s., 18, gündem
Şarkı Söyledi
⎯ 27.07.2011, s., 18, gündem
Pantolon Meclis’te
ASPB’nin kuruluşu hakkında “gündem” sayfalarında 6, “birinci sayfa”da 3,
“ekonomi” sayfalarında 1 haber olmak üzere toplam 10 haber yer almıştır:
82
⎯ 09.06.2011, 1.s.
‘Ustalık Dönemi’ Kabinesi
⎯ 09.06.2011, 11.s., ekonomi
Koç’u, Sabancı’yı gösterdi ilkokul
mezununa bakan yardımcılığı kapısı açtı
⎯ 07.07.2011, 1.s.
Yola Devam Kabinesi
⎯ 07.07.2011, 22-23. s., gündem
‘Ustalık’ dönemi
⎯ 07.07.2011, 24.s., gündem
Proje Kabine
⎯ 08.07.2011, 1.s.
Baklavalı devir teslim
⎯ 08.07.2011, 18.s., gündem
Bu bakanlık kadının bakanlığı
⎯ 08.07.2011, 20.s., gündem
İlk toplantı karşılaması
⎯ 09.07.2011, gündem
Yeni Bakan’ın maratonu
⎯ 23.07.2011, 1.s., 22.s., gündem
Alfabetik Oturum
ASPB hakkında yorum aktaran 3 haber saptanmıştır. 1’i “gündem”, 1’i “toplum”, 1’i
“ekonomi” sayfasında yer almıştır:
⎯ 11.06.2011, 23.s., gündem
“Kadın bakanlığının kaldırılması eşitlik
çabalarına darbe”
⎯ 05.07.2011, 5.s., toplum
Bakanlığımızın adı ‘Kadın ve
Sosyal Politikalar’ olsun
⎯ 17.07.2011, 8.s., ekonomi
Şirketler ‘Fırsat Eşitliği’ sertifikası
alacak, daha fazla kadın iş bulabilecek
Hürriyet’te çıkan haberlerin 5’i şiddet konulu haberdir, 1’i şehit haberidir. ASPB
konulu haberlerin çoğunluğu “gündem” sayfalarında yer almıştır.
3.7.1.3. Sabah
Sabah Gazetesi’nin internet sitesinde 45 haber saptanmıştır. Bu haberlerin 17’si
ASPB’nin politikaları hakkında, 17’si Bakan Fatma Şahin’in yaptıkları hakkında, 10’u
ASPB’nin kuruluşu hakkında, 1’i yorum bildiren haberlerdir.
ASPB’nin politikaları hakkındaki 17 haberden 8’i “yaşam”, 7’si “gündem”, 1’i
“teknoloji”, 1’i “ekonomi” sayfasında yer almıştır:
⎯ 20.7.2011, yaşam
Dayak atan eşlere elektronik kelepçe
83
⎯ 22.7.2011, yaşam
Şiddet gören kadına 'panik butonu'
⎯ 27.7.2011, yaşam
Mağdur kadına panik kolyesi
⎯ 28.7.2011, yaşam
Çocuk istismarına 12 tecavüze 20 yıl
hapis
⎯ 30.7.2011, ekonomi
TİM, rekabetçi ekonomi önerilerini
hükümete sundu
⎯ 31.7.2011, yaşam
Kadına şiddete doktor şefkati
⎯ 02.08.2011, yaşam
'Panik kolyesi' Ankara'da başladı
⎯ 04.08.2011, gündem
Valiliklere sığınma evi kurma görevi
⎯ 04.08.2011, gündem
Şahin il ziyaretlerine Hakkâri'den başladı
⎯ 05.08.2011, yaşam
Filtre hem ertelendi hem daraltıldı
⎯ 06.08.2011, gündem
'Topyekûn mücadele gerekiyor'
⎯ 07.08.2011, gündem
Alzheimer'lıya özel huzurevi
⎯ 11.08.2011, gündem
Bakan Şahin söz verdi toplu mezar
açılıyor
⎯ 11.08.2011, teknoloji
Güvenli internette test süreci başlıyor
⎯ 12.08.2011, yaşam
'Mutlu aile' formülü
⎯ 28.08.2011, gündem
Evlat edinmenin yolu açılacak
⎯ 30.08.2011, gündem
Kadına yönelik şiddete her bölge için ayrı
reçete
Bakan Fatma Şahin’in yaptıkları hakkında 17 haber saptanmıştır. Haberlerin 9’u
“gündem”, 3’ü “yaşam”, 2’si “spor”, 1’i “eğitim”, 1’i “kültür sanat”, 1’i “dünya”
sayfasında geçmiştir:
⎯ 15.07.2011, gündem
Şehit evinde gözyaşlarını tutamadı
⎯ 16.07.2011, gündem
Şehitlere son veda
⎯ 24.07.2011, eğitim
Yök Başkanı: Temiz sınav oldu
⎯ 25.07.2011, gündem
"Ben şehit annesiyim ağlamayacağım"
⎯ 26.07.2011, gündem
Şehitlere veda
⎯ 28.07.2011, spor
Acılı Antep!
⎯ 28.07.2011, yaşam
Bakan Şahin, acılı anneye gidiyor
84
⎯ 29.07.2011, spor
35 derece bayılttı
⎯ 29.07.2011, gündem
Bakan Şahin: Zihniyet devrimi
yapmalıyız
⎯ 02.08.2011, gündem
Bakan Şahin'den YAŞ açıklaması
⎯ 08.08.2011, yaşam
Kadına şiddetin en minik mağduru
⎯ 09.08.2011, yaşam
'Kurşun bebek' ağlattı
⎯ 12.08.2011, gündem
Gül, şehit ve gaziler onuruna iftar verdi
⎯ 15.08.2011, gündem
Şırnak pususunda köstebek şüphesi
⎯ 19.08.2011, dünya
Başbakan Somali'de
⎯ 23.08.2011, gündem
Başbakan'dan bir müjde daha
⎯ 26.08.2011, kültür sanat
Birleşmiş Milletler'de konser verecek
ASPB’nin kuruluşu hakkında 8’i “gündem”, 2’si ekonomi sayfasında olmak üzere 10
haber saptanmıştır:
⎯ 08.06.2011, gündem
Devlet bakanlığı tarih oldu
⎯ 09.06.2011, ekonomi
Hangi bakanlığa kaç kişi?
⎯ 09.06.2011, ekonomi
Kabineye ustalık ayarı
⎯ 14.06.2011, gündem
Kadın sayısında rekor artış
⎯ 06.07.2011, gündem
Kabineye altı yeni isim
⎯ 07.07.2011, gündem
Kabine notları
⎯ 07.07.2011, gündem
Ustalık döneminin ustalık kabinesi
⎯ 08.07.2011, gündem
Başbakan Erdoğan açıkladı
⎯ 08.07.2011, gündem
Erdoğan'dan ilk talimat: Çok çalışın
⎯ 09.07.2011, gündem
Şahin'in kadına şiddet hassasiyeti
ASPB hakkında yorum aktaran 1 pozitif yorum “yaşam” kategorisinde yer almıştır:
⎯ 16.08.2011, yaşam
4 bin kadına 13 bin kez şiddet
ASPB politikaları ağırlıklı olarak “yaşam” kategorisi içinde haberleştirilmiştir.
Hürriyet’te geçen 15 haber şiddet ve kadına şiddet hakkında, 6’sı şehit cenazeleri
hakkındadır.
85
3.7.1.4. Posta
Posta Gazetesi’nin internet sitesinde 7 haber saptanmıştır: 2’si ASPB’nin politikaları
hakkında, 2’si Bakan Fatma Şahin’in yaptıkları hakkında, 2’si ASPB’nin kuruluşu
hakkında, 1’i ASPB hakkında yorum bildiren haberlerdir.
ASPB’nin politikaları hakkındaki 2 haberin 1’i “yaşam”, 1’i “gündem” kategorisinde
yer almıştır:
⎯ 12.07.2011, yaşam
'Mutlu aile' formülü
⎯ 27.07.2011, gündem
Kadına şiddete 'panik butonu’
Bakan Fatma Şahin’in yaptıkları hakkında 2 haber, “siyaset” kategorisinde yer
almıştır:
⎯ 07.08.2011, siyaset
Vali, halkı Bakan'a şikâyet etti!
⎯ 08.08.2011, siyaset
Tunceli Valisi: Anlık dost sitemiydi
ASPB’nin kuruluşu hakkında “siyaset” kategorisinde 2 haber yer almıştır:
⎯ 13.06.2011, siyaset
'Ustalık' döneminde beklenen kabine
⎯ 30.06.2011, siyaset
Kabineye 10 yeni isim
ASPB hakkında yorum aktaran 1 haber “yaşam” kategorisi içinde haberleştirilen
negatif yorumdur:
⎯ 27.08.2011, yaşam
“Korunacak Aile Değerleri Kimin İçin?”
Posta’da yer alan haberlerin 2’si şiddet konuludur.
3.7.2. Göstergebilimsel Söylem Çözümlemesi
İçerik çözümlemesinde araştırılan haber metinleri içinde edim, aile, şiddet, insan,
hukuk, sosyal politika ve çatışma kavram alanlarına gönderme yapan sözcüklerinin sık
kullanıldığı saptanmıştır. ASPB’nin politikaları hakkındaki haberlerin sayısı A harfi
ile, Bakan Fatma Şahin’in yaptığı ve politika alanına girmeyen eylemler B harfi ile,
ASPB’nin kuruluşu hakkında bilgi veren içerikler C harfi ile, ASPB ya da politikaları
hakkında görüş bildiren haberler D harfi ile gösterilmiştir, bu haberlerden ASPB’ye
86
karşı negatif tutumu olanlar içindeki sözcükler Dn, pozitif olanlar içindekiler Dp,
tarafsız olanlar içindekiler Dt olarak belirtilmiştir. Bakan Fatma Şahin’den doğrudan
yapılan alıntılar içinde geçen sözcük sayısı E harfi ile parantez içinde gösterilmiştir.
Metinlerde karşılaşılan kavramsal alanlar, haber metninin içinde yer aldığı gazete ve
haber kategorisi göz önünde bulundurularak tablolar oluşturulmuştur.
Haber metinlerinin söylem düzeyinde kullandığı sözcükler, terimler, deyimler gibi
üslup özellikleri, söylemlerin anlamsal derin yapısında barındırdığı anlam özellikleri
aracılığıyla söylemin örtülü ya da baskın bakış açılarını alıcıya sunmaktadır. Her bakış
açısı belirli bir değerler dizgesine bağlanmaktadır. Söylemlerin derin yapısında
bulunan anlamsal yerdeşlik düzeyleri bu yapıların nasıl algılandığını ya da nasıl bir
algı oluşturmayı amaçladığını, nasıl çerçevelendiğini saptamak için olanak
sağlamaktadır. Çözümlemede kavram alanları italik ile, yerdeşlikler ise iki eğik çizgi
arasında gösterilmiştir. Çözümlemede kavram alanları, kendilerine gönderme yapan
sözcük sayısı metinler içinde en çok tekrarlanandan en az tekrarlanana doğru
sıralanmıştır.
3.7.2.1. Kavram Alanı: Edim
Yapılan, gerçekleştirilen, insan davranışları ve insanlar hakkındaki durumlara ilişkin
eylem ya da durum bildiren ya da eylemleri ve durumları niteleyen sözcükler
çözümlemede edim kavram alanını oluşturmaktadır. Edim kavram alanı içinde 1121
sözcük saptanmıştır. İncelemede en çok tekrarlanan kavram alanı edim bildiren
sözcüklerden oluşmuştur. Bunlar fiil, fiil grubu, ad, zarf, sıfat gibi dilbilgisi
kategorilerine ait sözcüklerdir.
Sayısal Sözcükler
Değer
Habertürk 206
Korumak 36 (5A 3B 3C 2E) (Koruma 6A 11B 3Dt)
(Koruyucu 2A 1E), Çalışmak 22 (1A 4B 2C 1E) (Çalışma
4A 4B 1C 1Dn 4E), Yeni 13 (3A 10C), Görev 11 (1A 3B
7C), Devam etmek 10 (1A 5B 1Dt 1E) (Devam 2B),
Getirmek 9 (2A 2B 3C 2Dp), Değiştirmek 7 (1A 2C)
(Değişim 1B) (Değişmek 1C) (Değişiklik 1B 1C), Tedbir 7
(4A 1Dn 2E), Birlikte 5 (2B 3C), Güç 5 (1Bn1E)
(Güçlendirmek 1A 1B 2E), Hazırlamak 5 (2A 2B 1C),
Model 5 (2A 1C 2E), Temsil 5 (4C 1E), Uygulama 5 (1A 1B
Gazete
87
Hürriyet
207
Posta
109
3Dn), Güvenlik 4 (1A 1Dt 2E) (Sosyal güvenlik 1A), İcraat
4 (1A 1B 1C) (İcra 1C), Kurmak 4 (1B 2C 1E) (Kuruluş 1E),
Takip 4 (1B 3E), Düzenlemek 3 (1B) (Düzenleme 1A 1B),
Hayata geçirmek 3 (1A 1B 1E), Sunmak 3 (1B 2C),
Oluşturmak 3 (1A 2E), Önlem 3 (2A) (Önleyici 1E),
Sağlamak 3 (1A 1C 1E), Uzman 3 (2A, 1E), Başlamak 2 (1B
1E), İş birliği 2 (1A 1E), Ortaya çıkmak 2 (2B), Yanında
olmak 2 (2E), Acil 1 (1A), Açmak 1 (1E), Başarmak 1 (1C),
Bir araya gelmek 1 (1E), Çözmek 1 (1E), Derhal 1 (1A),
Görüşmek 1 (1A), Harekete geçmek 1 (1B), Hazır olmak 1
(1E), İncelemek 1 (1B), Kaldırmak 1 (1E), Müdahale 1
(1Dn), Oluşmak 1 (1E), Ortaya koymak 1 (1C), Seferber 1
(1E), Yüz yüze 1 (1A)
Yeni 21 (6A 11C 1Dn 3E), Değişmek 15 (1C 1Dn 4E)
(Değiştirmek 1B 3E) (Değişiklik 1A 1B 2E), Uygulamak 15
(6A 1Dn 3E) (Uygulama 1A, 4E), Takip 10 (2A 1C 1Dp 6E),
Çalışmak 8 (2A 1E) (Çalışma 3B 2E), Görev 8 (7C 1E),
Açmak 6 (6E), Korumak 6 (2E) (Korunmasız 1Dn)
(Korunma 1Dn 1E) (Koruyucu 1B), Model 6 (1A 5E),
Oluşmak 6 (1E) (Oluşturmak 1C 1Dt 3E), Proje 6 (2A 1B
2C 1Dp), İhtiyaç 5 (5E), Karar 5 (1A 3E) (Kararlı 1Dn),
Standart (getirmek) 5 (1A 4E), Getirmek 4 (1A 1C 2E),
Devam 4 (2C 2E) (yola devam 2C) (devam etmek2E),
Düzen 4 (1A) (Düzenleme 1Dp 2E), Söz vermek 4 (1C 3E),
Yapı 4 (2C) (aile yapısı 21E), Çözmek 3 (1E) (Çözüm 2E),
Denetim 3 (3E), Güç 3 (1E) (Güçlendirmek 1E) (Güçlü 1E),
Hayata geçirmek 3 (3E), Hız 3 (1C) (Hızlı 2E), İncelemek 3
(1A 1B) (İnceleme 1B), Kurmak 3 (2C 1E), Adım 2 (1Dn
1E), Arkasında olmak 2 (1A 1E), Birebir 2 (2E), Birlikte 2
(1Dp 1E), Görüşmek 2 (1A, 1C), Hizmet 2 (2A), Hazır
olmak 2 (2E), Kaldırmak 2 (1C 1Dn), Temsil 2 (1Dt 1Dp),
Yapılandırma 2 (2C), Anında 1 (1A), Başarmak 1 (1E),
Başlamak 1 (1C), Bir araya gelmek 1 (1E), Derhal 1 (1A),
Düzeltmek 1 (1E), Etkin 1 (1Dp), Gereğini Yapmak 1 (1E),
Güvenmek 1 (1E), İcraat 1 (1A), İhtisaslaşma 1 (1E), Kapı
açmak 1 (1C), Ortaya çıkarmak 1 (1E), Ortaya koymak 1
(1E), Önleyici 1 (1E), Performans 1 (1C), Sağlamak 1 (1C),
Seferber 1 (1E), Sunmak 1 (1A), Tedbir 1 (1E), Tek tek 1
(1K), Üstlenmek 1 (1C), Verim 1 (1C), Yürütmek 1 (1Dp)
Korumak 13 (13Dn), Çalışmak 11 (3FŞ 1Dn) (Çalışma 2A
3Dn 2E), Takip etmek 9 (2E) (takip 2A 5E), Hazırlamak 7
(4A 2E) (Hazır olmak 1E), Yapı 7 (2A 1C 2Dn 2E) (Aile
yapısı 2A 2Dn), Yeni 6 (6C), Danışman 5 (5A) (sosyal
danışman 1A, aile danışmanı 1A), Oluşturmak 5 (3A 2E),
Kurmak 4 (1A 3C), Çözmek 3 (3E), Getirmek 3 (1A 2C),
Görüşme 3 (3A), Önlemek 3 (3A), Adım 2 (2A) (büyük
adım 1, dev adım 1 A), Başlamak 2 (1A 1C), Birebir 2 (2A),
88
Değişim 2 (2Dn), Görev 2 (1A 4C), Güçlü 2 (1A)
(Güçlendirmek 1A), İncelemek 2 (2E), Tasarı 2 (2E),
Uygulama 2 (1A 1E), Uzman 2 (1Dn) (Uzmanlık 1A), Yüz
yüze 2 (2A), Başarmak 1 (1E), Beraber 1 (1E), Devam
etmek 1 (1Dn), Hayata geçirmek 1 (1E), İş birliği 1 (1E),
Kapı açmak 1 (1A), Kuvvetlendirmek 1 (1A), Taslak 1 (1E)
Sabah
599
Hizmet 47 (37A 8C 2E), Çalışmak 43 (3A 10B 9C 2E)
(çalışma 7A 2B 2C 1Dp 7E), Yeni 35 (7A 24C) (yeniden 1A
1C 1E) (yenilemek 1A), Uygulamak 28 (6A 2C 4E 1Dp)
(uygulama 13A 1E), Başlamak 27 (16A 5B 2C 4E),
Korumak 25 (6A 5B 1C 2E) (Koruma 5A 5B), Getirmek 24
(13A 6B 4C 1Dp), Yapı 23 (13A 5C 5E) (aile yapısı 1C, 1E,
2A), Oluşturmak 23 (1E 4C 10A) (oluşmak 5A 3C), Kurmak
19 (11A 2B 4C 2E), Görev 17 (3A 2B 11C 1E), Görüşmek
17 (7A 5B 4Dp 1E), Düzenlemek 16 (4B 1C) (düzenleme
9A 1C 1E), Hazırlamak 16 (16A), Açmak 15 (13A 2E) (yolu
açılmak 1A, yol açmak 1A, kapı açmak 1A), Desteklemek
15 (2C) (Destek 7A 3E 3B) (sosyal destek 5A 1E), Sunmak
15 (12A 3C), Takip 15 (4A 1B 1C 9E), Değişim 12 (2A)
(değiştirmek 1A 4C 1E) (değişiklik 4A), Güç 11 (2E 2A)
(güçlük 2B) (güçlendirmek 2A 2C 1E), Uzman 11 (6A 5E),
Proje 11 (9A 1C 1E), Sağlamak 10 (6A 1B 3C), Devam
etmek 9 (5A 4E) (okula devam etmek 2E), Kaldırmak 9 (5A
1B 3C), Birlik 8 (2E) (birlikte 2A 4B), Model 8 (4A 4E),
Hız 6 (1A) (hızlı 2A 2C 1E), Standart 6 (6A), Yürütmek 5
(1A 1B 2C 1Dp), Adım 4 (3A 1Dp) (dev adım 1A), Birebir
4 (1A 3E), İhtisaslaşma 4 (4E), Ortaya çıkmak 4 (1B 1Dp)
(ortaya çıkarmak 2A), Tedbir 4 (2A 1B 1E), Yüz yüze 4 (2A
2Dp), Bir araya gelmek 3 (2A 1B), Çözüm 3 (3B), Harekete
geçmek 3 (2A 1B), Önlem 3 (1A 1C 1E), Beraber 2 (1A 1C),
Denetim 2 (2A), Elden geçirmek 2 (1E 1A), Etkin 2 (2C),
Güvenlik 2 (2A), Hayata geçirmek 2 (2E), İş birliği 2 (1A
1E), Geliştirmek 2 (1A 1C), Kalkan olmak 2 (2E),
Kavuşmak 2 (1A 1C), Kuvvet 2 (1E) (kuvvetlendirmek 1A),
Söz vermek 2 (2A), Verimli 2 (2C), Acil 1 (1E), Anında 1
(1A), Düzeltmek 1 (1C), Etkili 1 (1A), İnceleme 1 (1B),
Kucaklamak 1 (1E), Kurtarmak 1 (1B), Tek tek 1 (1A),
Üstlenmek 1 (1C), Yanında olmak 1 (1E), Yapıcı 1 (1A)
Tablo 3.1: Edim kavram alanı
Edim kavram alanı içinde kullanılan sözcüklerin sıklıklarına bakıldığında /iktidar/,
/etki/, /ivedilik/, /hizmet/, /samimiyet/ ve /güvenlik/ anlamsal yerdeşliklerinin
varlığına işaret eden bir söylem içeriği görülmektedir.
89
“Güç”, “güçlendirme”, “kuvvet”, “kuvvetlendirme” gibi sözcüklerin yoğun kullanımı
derin yapıda /iktidar/ yerdeşliğinin baskın bir anlamsal varlığı olduğunu
göstermektedir. “Güç” yoğun olarak aile bağlamında, ailenin ve kadının
güçlendirilmesi anlamını taşıyacak biçimde kullanılmıştır. /İktidar/ yerdeşliğinin aile
ve kadına yönelik bağlamlarda kullanılması derin yapıda yeni kurulan bakanlığın aile
ve kadın üzerindeki iktidarını ifade etmektedir.
Sabah’ın “Başbakan Erdoğan açıkladı” başlıklı haberinde geçen “Önümüzdeki
dönemde ailenin korunması ve güçlendirilmesi, sosyal politikalarımızın merkezinde
olacaktır'' alıntısı, Posta’nın “‘Mutlu aile’ formülü” başlıklı haberinde geçen “Aile ve
Sosyal Politikalar Bakanlığı'ndan aile yapısını güçlendirmek için dev adım...” ifadesi,
Habertürk’ün “Bu dönemin ilk yasası dayakçı erkeğe e-kelepçe olacak” haberinde
geçen “Ailenin korunmasına dair kanunun içeriğine ilişkin yapılan düzenlemelerle,
şiddet uygulayan erkeğin evden uzaklaştırıldığı sistemin daha da güçlendirileceğini
vurgulayan
Bakan
Şahin”
ifadesi
“güçlendirmek”
sözcüğünün
kullanımını
örneklemektedir. Aile, kadın ya da bir sistemin güçlendirilmesi anlamları aracılığıyla,
ASPB güçlendirme yetkisi ve yetisi olan, politik öznelerine güç verme hakkına sahip
bir kurum olarak konumlandırılmıştır. ASPB’nin kuruluşu hakkındaki bu ifadeler
iktidar ve ailenin, yönetim ve özel alanının yoğun bağını yansıtmakta, derin yapıda
haberlerin söylemleri aile bağlamında üretici ve olumlu bir iktidarı betimlemektedir.
Ailenin toplumun temeli olduğu ve nüfusun devletin gücü olması gerektiği gibi
düşünceler ailenin yönetimi ve güçlendirilmesi bağlamında kullanılan sözcük
seçimleri aracılığıyla söylemin derin yapısında /iktidar/ yerdeşliği aracılığıyla
vurgulanmaktadır. Hürriyet’in “Dayağa elektronik kelepçe” başlıklı haberinde Bakan
Fatma Şahin’den yapılan “Kadını, canı koruyacak şekilde bütün gücümüzü seferber
edeceğiz” alıntısı, iktidarın politik özneyi yaşatma politikası yürüttüğü vurgusunu
kapsamaktadır.
“Etkin”, “etkili” sözcüklerinin kullanımı anlamın derin yapısında /etki/ yerdeşliğine
gönderme yapmaktadır. ASPB’nin kuruluşu hakkındaki haberlerde bakanlığın kuruluş
amacında etki faktörünün vurgulandığı gözlemlenmektedir. Sabah’ın “Başbakan
Erdoğan açıkladı” başlıklı haberinde geçen “Erdoğan, vatandaşlara daha hızlı, etkin ve
90
verimli hizmet sunmak amacıyla sosyal yardım ve hizmet alanında bütün kurum ve
kuruluşların Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı adı altında birleştirerek tek çatı
altında topladıklarını belirterek, böylece ülkedeki tüm sosyal yardım ve hizmetlerin
tek elden ve etkin şekilde yürütülmesini sağlayacaklarını anlattı” ifadesinde bakanlığın
kuruluş amacı derin yapıda /etki/ yerdeşliğine bağlanmaktadır. Böylece bakanlığın aile
ve nüfus üzerindeki etkisi vurgulanmıştır.
Etki anlam öğesi /ivedilik/ yerdeşliğinde de ortaya çıkmaktadır. “Acil”, “anında”,
“hız”, “hızlı”, “derhâl” gibi sözcüklerin ASPB’nin politikalarını nitelemek için
kullanılması, derin yapıda /ivedilik/ yerdeşliğine bağlanmaktadır. Bu bağ, söylemin
yüzey yapısında politikaların etkin olma niteliğinin farklı bir boyutuna işaret ederken,
anlamın derin yapısında /etki/ ve /ivedilik/ yerdeşlikleri birbirlerine gönderme
yapmakta, ASPB’nin vizyonuna ve misyonuna yönelik bir betimleme içermektedir.
Politik bağlamda olumluluk taşıyan iki önemli değeri vurgulayan /etki/ ve /ivedilik/
yerdeşlikleri söz konusu söylemlerin içeriğinde ASPB’nin politikaları ve ASPB’nin
politik konumu hakkında önemli bir anlam vurgusuna sahiptir. Edim kavram alanında
en yoğun biçimde ortaya çıkan yerdeşlik /hizmet/tir. “Açmak”, “başlamak”, “çalışma”,
“çalışmak”, “çözmek”, “çözüm”, “düzeltmek”, “düzenlemek”, “elden geçirmek”,
“geliştirmek”, “gereğini yapmak”, “getirmek”, “görev”, “harekete geçmek”, “hayata
geçirmek”, “hazırlamak”, “hizmet”, “icra”, “icraat”, “ihtisaslaşma”, “kapı açmak”,
“kurmak”, “oluşturmak”, “ortaya çıkarmak”, “ortaya koymak”, “performans”, “proje”,
“sağlamak”,
“standart
(getirmek)”,
“sunmak”,
“uygulama”,
“uygulamak”,
“üstlenmek”, “yapılandırma”, “yürütmek” sözcükleri ASPB’nin hizmetlerini ifade
eden bağlamlarda kullanılmıştır. “Açmak”, “çalışmak”, “hizmet” gibi tarafsız
sözcükler ile “çözmek”, “düzeltmek”, “gereğini yapmak”, “kapı açmak”, “sunmak”
gibi olumlu çağrışımlara sahip sözcükler birlikte kullanılmıştır. Sözcüklerin yoğun
olarak /hizmet/ yerdeşliğine bağlanması, bakanlığın kuruluşu ve politikalarında haber
söyleminin bakanlığın hizmetlerine odaklandığını göstermektedir.
Sabah’ın “Mağdur kadına panik kolyesi” başlıklı haberinde geçen “Merkezi
bilgisayardaki çağrıyı gören çağrı merkezi sorumluları emniyeti uyaracak ve hızla
müdahale sağlanacak” ifadesinde görüldüğü gibi, ASPB’nin hizmetlerinin teknik
91
yönlerine odaklanan ifadelerde /ivedilik/ ve /hizmet/ yerdeşlikleri saptanmıştır.
Hürriyet’in “‘Ustalık Dönemi’ Kabinesi” haberinde ara başlık olarak kullanılan “Yeni
yapı ‘ustalık’ döneminde verim ve hız sağlayacak” ifadesi, olumlu yan anlamlara sahip
“verim” ve “sağlamak” sözcüklerini kullanmış, /ivedilik/ yerdeşliğine bağlanan “hız”
sözcüğünü bu olumlu bakış açısını sürdürmek için vurgulamıştır.
ASPB’nin hizmetleri ve Bakan Şahin’den yapılan aktarmalarda geçen “arkasında
olmak”, “beraber”, “bir araya gelmek”, “birebir”, “birlikte”, “güvenmek”, “iş birliği”,
“seferber”, “tek tek”, “yanında olmak”, “yüz yüze” sözcükleri /samimiyet/
yerdeşliğine gönderme yapmaktadır. Özellikle Bakan Şahin’in yaptıkları ve
söylediklerinin aktarımında beliren /samimiyet/ yerdeşliği, derin yapıda kadın ve aile
ile ASPB arasında duygusal bir yakınlık kurulduğunu göstermektedir. Haber
söyleminde ASPB ile ASPB politikalarının özneleri arasında yakınlık kurulmaktadır.
Habertürk’ün “Her aileye bir sosyal destek uzmanı” başlıklı haberinde Bakan Fatma
Şahin’den yapılan alıntı (“Amacımız, her aileye dokunmak, sosyal devlet olarak onun
yanında olmaktır”) söylemin kurduğu bu yakınlık ilişkisini örneklemektedir.
Benzer bir bağlamda bu söylemlerde vurgulanan anlam olarak /güvenlik/ yerdeşliği
saptanmıştır. “Güvenlik”, “sosyal güvenlik”, “koruma”, “korumak”, “korunma”,
“koruyucu”, “önlemek”, “önleyici”, “takip”, “tedbir” sözcükleri /güvenlik/
yerdeşliğine gönderme yapmaktadır. Söylemin yüzey yapısında yer aldığı biçimiyle,
ASPB’nin politikalarını niteleyen bu güvenceye alma, koruma vurgusu, söylemin
derin yapısında anlamsal olarak politikaların özneleri ile ASPB arasında ilişki
kurmaktadır.
/Güvenlik/ yerdeşliğini kapsayan edim kavram alanına ait sözcükler, aynı zamanda
/şiddet/ yerdeşliğine gönderme yapmaktadır. Sabah’ın “Çocuk istismarına 12 tecavüze
20 yıl hapis” başlıklı haberinde geçen “Fatma Şahin'in ilk işlerinden biri çocuklara
yönelik cinsel taciz ve tecavüz olaylarının önlenmesi için çalışma başlatmak oldu”
ifadesinde görüldüğü üzere “önlemek” sözcüğü, “cinsel taciz ve tecavüz”e gönderme
yapmaktadır. /Güvenlik/ yerdeşliği anlamsal olarak /şiddet/ yerdeşliğinin karşıtıdır.
Ancak aynı anlam ekseninde yer alan bu iki kavram karşılıklı olarak birbirine
gönderme yapmakta, aynı zamanda birbirini varsaymaktadır.
92
3.7.2.2. Kavram Alanı: Aile
Aile kavram alanı içinde incelenen sözcükler aile, evlilik, kan bağına dayanan yakınlık
ve insanlar arasındaki ilişkiler için kullanılan sözcüklerdir. En sık tekrarlayan ikinci
kavram alanı 544 sözcük ile aile kavram alanıdır.
Sayısal Sözcükler
Değer
Habertürk 91
Aile 28 (3A 8B 3Dn 14E) (ailenin korunması 1A, aile içi
şiddet 1B, aile birliği 1Dn), Evlilik 8 (2A 2B 2Dn) (Evli 1B
1C), Anne 7 (4B 3E), Çocuk 7 (1A 4B 1C 1E), Eş 6 (1A 3C
1Dt 1E), Kız 5 (2B 1Dt 2E), Sevgili 4 (4B), Koca 3 (1A 2B),
Yakın 3 (1A 2B) (akraba 2B) (ilişki 1A), Evlat edinmek 2
(2A), Evlenmek 2 (2B), Sevgisizlik 2 (2B), Ağabey 1 (1B),
Akraba 1 (1B), Baba 1 (1E), Bebek 1 (1B), Beraberlik 1
(1A), Birlik 1 (1A), Boşanmak 1 (1A), Doğmak 1 (1K),
Doğurmak 1 (1B), Nişanlı 1 (1A), Nişanlılık 1 (1A), Oğul 1
(1B), Sevgi 1 (1B), Yeğen 1 (1B)
Hürriyet
32
Çocuk 13 (4A 2B 1C 6E) (kimsesiz çocuk 2A 1E), Aile 5
(1Dn 4E), Eş 4 (3A 1E), Anne 2 (1B 1E), Ağabey 2 (1B)
(Abi 1E), Evlat 2 (2E), Baba 1 (1E), Dede 1 (1B), Kız kardeş
1 (1B), Yakın 1 (1B)
Posta
81
Aile 49 (14A 13Dn) (aile değerleri 15Dn, aile yapısı 2A
2Dn, aile birliği 1Dn, aile sistemi 1Dn, Türk ailesi 1A),
Çocuk 8 (8Dn) (kız çocuk 1Dn) (çocuk sahibi olmak 1Dn),
Eş 7 (7A), Evlilik 6 (3A 3Dn), Boşanma 2 (1Dn 1A), Çift 2
(2A), Evlenmek 2 (2A) (evlenecek çift 1A), Koca 2 (2A),
Ağabey 1 (1B), Akrabalık 1 (1Dn), Ebeveyn 1 (1Dn)
Sabah
340
Aile 63 (41A 8B 10C 1Dp 3E) (aile yapısı 1C 2E, ailenin
korunması 1C, aile içi şiddet 1A 1E, riskli aile 5A, Türk
ailesi 1A, şehit ailesi 3B), Çocuk 56 (33A 12B 1C 10E),
Anne 51 (2A 47B 2E), Baba 25 (3A 21B 1Dp), Eş 23 (14A
8B 1E), Bebek 22 (22B), Evlenmek 20 (9A 7B 2C 2Dp) (evli
1B) (evlilik 4A) (evlenecek çift 2A 1C), Kız 11 (1A 10B)
(kız kardeş 2B), Koca 11 (5A 6B), Oğul 11 (11B), Yakın 9
(3A 5B 1C), Yavru 9 (8B 1E), Kardeş 8 (4A 3B 1C) (kız
kardeş 2B), Doğurmak 7 (3B) (Doğum 4B), Evlat 5 (2B)
(evlat edinmek 3A), Ağabey 2 (1B 1Dp), Nişanlılık 2 (1A)
(nişanlı 1A), Beraberlik 1 (1A), Boşanmak 1 (1A), Dede 1
(1B), Ebeveyn 1 (1A), Kız çocuk 1 (1E)
Tablo 3.2: Aile kavram alanı
Gazete
“Aile içi şiddet”, “riskli aile”, “ailenin korunması” gibi vurgular haber metinlerinde
sıkça kullanılmıştır. Bu sözcükler /şiddet/ yerdeşliğine aile vurgusu aracılığıyla
93
gönderme yapmaktadır. Habertürk’ün “‘Her aileye bir sosyal destek uzmanı’” başlıklı
haberinde (“Amacımız, her aileye dokunmak, sosyal devlet olarak onun yanında
olmaktır. Bugün birçok yaşadığımız sorunların arkasına baktığımızda, parçalanmış
aileler geliyor. Amacımız, aileleri parçalamadan iri ve diri tutmak. Çünkü toplumun
temeli aile. Onun için de bu çalışmaları önemsiyoruz”) Bakan Fatma Şahin’den
yapılan doğrudan alıntı bu vurguyu örneklemektedir. Yüzey yapıda aile hakkında
üretilen ifadeler, anlamın derin yapısında /toplumsal/ yerdeşliği ve /şiddet/
yerdeşliğine gönderme yapmaktadır.
Edim kavram alanında saptanan /şiddet/ ve /güvenlik/ yerdeşliklerine göndermeler aile
kavram alanında da ortaya çıkmaktadır. ASPB’nin politik özneleri ile olan ilişkisinde
güvenlik ve koruma vurguları Hürriyet’in “Bu bakanlık kadının bakanlığı” başlıklı
haberinde Bakan Fatma Şahin’den yapılan doğrudan alıntıda (“Boynu bükük bir evlat
varsa onun boynunu düzeltmek bu ekibin görevidir. Yaşlılarımızın evladı,
çocuklarımızın anası, babası olacağız”) örneklenmiştir. Başlık ve metin içeriği
arasındaki ilişki, ASPB’nin politik öznesi olarak aile bireylerini konumlandırmıştır.
Bu örnekte görüldüğü üzere, derin yapıda kadın ASPB’nin politik öznesi olarak aile
içindeki konumu ile değerlendirilmiştir.
Aile kavram alanı içinde /evlilik/ yerdeşliği “eş”, “evlenecek”, “evlenmek”, “evli”,
“evlilik”, “koca”, “nişanlı”, “nişanlılık” sözcüklerinde tekrarlanmıştır. /Annelik/
yerdeşliği ise aile kavram alanı içinde kullanılmış olan “anne”, “bebek”, “çocuk”,
“doğum”, “evlat”, “doğurmak”, “kız”, “oğul” sözcükleri tarafından ortaya
çıkarılmıştır. Habertürk’ün “Başbakan Somali yolcusu” başlıklı ve “2 yetmez; devam”
ara başlıklı haberinde “... ev ziyaretlerinde bulunan Başbakan, Yüksektepe’ye geçti, 2
bebeği kucağına alıp sevdi. 6 aylık Eylül’ün annesi Düriye Zengin’e ‘Kaçıncı?’ diye
soran Erdoğan, ‘İki’ yanıtını alınca: ‘Devam’ dedi” haberinde doğum ve anneliğe
yapılan vurgu örneklenmiştir.
“Anne” sözcüğü ASPB politikalarında kadının aile içindeki konumu yanında ve “şehit
annesi” anlamında, Bakan Fatma Şahin’in şehit cenazelerine katıldığını anlatan
haberlerde kullanılmıştır. Sabah’ın “Bakan Şahin, acılı anneye gidiyor” başlıklı ve
“Ben şehit ailesiyim ağlamayacağım” başlıklı haberleri /anne/ yerdeşliğinin /şiddet/
94
yerdeşliği içinde şehit haberlerinde yoğun olarak kullanılan anlamsal vurgusunu ortaya
koymaktadır.
3.7.2.3. Kavram Alanı: Şiddet
Kaba güç ve zarar verici hareket bildiren anlambirimcikler içeren sözcükler şiddet
kavram alanını oluşturmaktadır. Şiddet kavram alanı içinde 370 sözcük kullanılmıştır.
Üçüncü en sık kullanılan kavram alanı şiddettir.
Sayısal Sözcükler
Değer
Habertürk 80
Şiddet 27 (18A 4B 2Dn 1Dt 2E), Taciz 11 (11B),
Uygulamak 8 (8A) (şiddet uygulayan erkek 2A, şiddet
uygulayan kişi 6A), Ölmek 7 (2B 2Dn 1E) (Ölüm 1B 1E),
Mağdur 6 (5A 1Dt), Zarar vermek 4 (1A 3Dn), Dayak 3
(1Dt) (Dayakçı 1A 1B), Dövmek 3 (3B), Cenaze 2 (2B),
Cinayet 2 (1A 1E), Kıtır kıtır kesmek 2 (2E), Kurban 2 (2B),
Şehit 2 (2B), Tecavüz 1 (1A)
Hürriyet
30
Şiddet 20 (12A 2Dp 6E), Mağdur 4 (4A), Cenaze 2 (2B),
Cinayet 2 (2E), Dayak 1 (1A), Şehit 1 (1B)
Posta
24
Şiddet 11 (6A 2Dn 3E) (kadına şiddet 4A 1Dn, çocuğa
şiddet 1Dn), Ensest 2 (2Dn), Ölmek 2 (2B), Cenaze 1 (1B),
Dayak 1 (1Dn), Dövmek 1 (1Dn), İtip kakmak 1 (1A),
Mağdur 1 (1Dn), Maruz kalmak 1 (1E), Mezar 1 (1B), Suç
(cinsel) 1 (1Dn), Zarar vermek 1 (1Dn)
Sabah
236
Şiddet 63 (34A 9B 1C 15Dp 4E), Şehit 54 (53B 1C), Cenaze
19 (2A 17B), Kurşun 13 (11B) (Kurşun yağdırmak 1B)
(kurşunlanmak 1B), Maruz kalmak 10 (3A 2B 5Dp), Ölmek
9 (6B 1E) (öldürmek 1A 1B), Tecavüz 9 (8A 1PY), Cinayet
8 (3A 3B 1C 1E), Dayak 8 (7A 1B), Mezarlık 8 (1A 7B),
Taciz 8 (8A), Mağdur 7 (3A 2B 1Dp) (mağduriyet 1E),
Dövmek 4 (1A 3B), İstismar 4 (4A), Hayatını kaybetmek 3
(3B), Tehdit 2 (2A), Ensest 1 (1Dp), İtip kakmak 1 (1A),
Kurban 1 (1B), Vefat 1 (1E), Gazi 1 (1B), Tokat vurmak 1
(1A), Zarar 1 (1B)
Tablo 3.3: Şiddet kavram alanı
Gazete
Şiddet kavram alanında öncelikle “kurban”, “mağdur”, “maruz kalmak” gibi
sözcüklerin kullanımı ile belirtilen /mağduriyet/ yerdeşliği saptanmıştır. Söz konusu
sözcükler ağırlıklı olarak kadınlar hakkında kullanıldığı için /kadın/ yerdeşliği ve
/mağduriyet/ yerdeşliği söylemin derin yapısında birleşmektedir. Aynı şekilde kadınlar
hakkında ve genel olarak “kadın” sözcüğüyle birlikte kullanılmış olan “dayak”,
95
“dayakçı”, “dövmek”, “itip kakmak”, “kıtır kıtır kesmek”, “kurşun yağdırmak”,
“kurşunlanmak”, “tokat vurmak”, “zarar vermek” sözcükleri şiddetin kapsamını
/fiziksel şiddet/ yerdeşliğine oturtmaktadır. “Taciz”, “tecavüz”, “istismar”, “ensest”
gibi sözcüklerin gönderme yaptığı /cinsel şiddet/ yerdeşliği çok az kullanılan, nadir bir
yerdeşlik olmuştur ve çocuklara karşı işlenen suçlar bağlamında kullanılmışlardır.
“Kıtır kıtır kesmek”, “dayakçı”, “kurşun yağdırmak” gibi ifadeler yüzey yapıda
şiddete gönderme yapmaktadır. Ancak günlük konuşma diline ait, argoya varan bu
ifadeler derin yapıda sorunların kapsamını daraltmakta, ifade ettiği konuları hafife alan
bir söyleme işaret etmektedir.
Sabah’ın “Dayak atan eşlere elektronik kelepçe” haberi, Habertürk’ün “Bu dönemin
ilk yasası dayakçı erkeğe e-kelepçe olacak” haberi, Hürriyet’in “Dayağa elektronik
kelepçe” haberi bu yaklaşımı örneklemektedir. Farklı gazetelerin aynı politika
hakkında aynı terimi kullanarak yazdığı bu üç başlığın “kadına şiddet” ya da “erkek
şiddeti” terimleri yerine “dayak” sözcüğünü seçmesi, /şiddet/ yerdeşliğinin anlamsal
vurgusunun yüzey yapıda günlük konuşma dili ifadeleriyle verdiğini göstermektedir.
Habertürk’ün “‘R’ harfini söyleyemeyen sempatik vekil artık bakan” haberinde geçen
“Bakan Şahin’in ‘r’ harfini söyleyememesi onun başka bir artısı oldu. Şahin’in, AK
Parti’nin kapalı bir grup toplantısında kürsüden söylediği, ‘Sayın Başbakanım siz
olmasanız bu eykekley (erkekler) bizi kıtıy kıtıy keseyley’ sözü tüm vekilleri
kahkahaya boğdu” ifadesi bu konuyu örneklemektedir. Bakan Fatma Şahin’den
yapılan alıntının seçimi ve çerçevelenmesi şiddet konusuna mizahi bir biçimde
yaklaşırken derin yapıda şiddeti hafife almakta, aynı zamanda haberin söylemsel
özellikleri derin yapıda Bakan’ın makamına getirilmesini “sempatik” olması gibi
politika alanı dışında, kişisel bir özelliğinin etkilediği ima edilmiştir. Bu ima derin
yapıda ASPB kurumunu ve kurumun başına getirilen Bakan’ın politik alandaki rolünü
hafife alan bir göndermedir.
Hürriyet’in “Şahin: Şiddet çaresizlik göstergesi” başlıklı haberinde Bakan Fatma
Şahin’den yapılan alıntıda geçen “Ailelerin köyden kente geçişinde, geleneksel aile
yapısından modern aile yapısına geçişte aile içi iletişimi yönetememeden kaynaklanan
şiddet, bir çaresizlik göstergesidir. Şiddete gerek kalmadan insanların kendi içinde
96
iletişimle sorunlarının çözebilecek koruyucu ve önleyici tedbirleri de hayata geçirmek
bizim topyekün mücadele alanımızdır” ifadesi şiddetin “modern aile yapısının” bir
getirisi olarak “çaresizlik”ten kaynaklandığını öne sürmüştür. /Şiddet/ yerdeşliği, bu
haber söyleminde /çatışma/ yerdeşliği ile birlikte kullanılmıştır. “Şiddete gerek
kalmak” ifadesi derin yapıda şiddeti normalleştirmekte, açıklamaktadır ve belirli
koşullar altında ortaya çıkan bir sonuç olarak normalleştiren, neredeyse doğrulayan bir
sözcük seçimidir.
Şiddet kavram alanında öne çıkan /ölüm/ yerdeşliği “cenaze”, “cinayet”, “hayatını
kaybetmek”, “ölmek”, “ölüm”, “vefat” sözcükleri ile vurgulanmaktadır. Bu yerdeşlik,
Bakan Fatma Şahin’in öldürülen kadınların ve şehitlerin ailelerine yaptığı ziyaretleri
aktaran haberlerde yoğun olarak ortaya çıkmaktadır (Habertürk’ün “Oy oğlum, kuzum
ciğerim…” ve “Bakan Şahin: Başka Güldünya’lar ve Ceylan’lar ölmesin” haberleri
gibi). “Şehit” sözcüğünün bu kavram alanında ve bu yerdeşlik içinde en sık tekrarlayan
sözcüklerden biri olmasının nedeni budur. Söylem içinde ASPB’nin şiddet hakkındaki
görev kapsamı şehit aileleri, kadınlar ve aileler olarak tanımlanmıştır.
3.7.2.4. Kavram Alanı: İnsan
Cinsiyet, bedensel özellikler, yaş gibi insan nitelikleri insan kavram alanı içinde
çözümlenmiştir. İnsan kavram alanı içinde 282 sözcük saptanmıştır. En sık tekrarlayan
dördüncü kavram alanı insan kavram alanıdır.
Sayısal Sözcükler
Değer
Habertürk 68
Kadın 53 (10A 17B 28C 1Dn 4Dt 5E) (kadın milletvekili 9C
1B 1E, kadın bakan 4B 2C 1B, kadın temsili 2C 1E, kadın
hakları 1C, kadına şiddet 1A 1B), Erkek 14 (4A 2B 6C 2E),
Özürlü 1 (1E)
Hürriyet
65
Kadın 52 (10A 2B 8C 17Dn 15E) (Kadın bakan 5C 4Dp,
kadının/kadınların bakanlığı 2C 3E, Kadın hakları 1C 2Dn,
Kadın hareketi 1C, Kadınların mücadelesi 3E 2A, Türk
kadını 1Dn, fuhuş yapan, şiddet gören veya ekonomik
güçlüğü olan kadın 3E 2A, kadına yönelik şiddet 1A 1Dp,
şiddete uğrayan kadın 1E), Yaşlı 5 (3E 2A), Engelli 3 (1B
1A) (Özürlü 1E), Erkek 3 (2A 1E), Genç 1 (1B), Hasta 1
(1E)
Gazete
97
Kadın 10 (5A 5Dn) (kadın hakları 1Dn, Kadına şiddet 5A),
Eşcinsel 6 (4Dn) (eşcinsellik 2Dn), LGBT 6 (6Dn),
Heteroseksüellik 2 (2Dn), Yaşlı 2 (2E), Erkek 1 (1Dn)
Sabah
122
Kadın 98 (39A 29B 20C 10E) (kadın milletvekili 2C 1A,
kadın bakan 2C, kadınların bakanlığı 1C, kadına şiddet 1C,
kadın cinayeti 1C, kadına şiddet 9A 3B 1Dp), Erkek 11 (2C
6A 2E 1B), Engelli 6 (3C 2A 1B), Hastalık 3 (2A) (hasta
1E), Genç 2 (2A), Ataerkil 1 (1A), Özürlülük 1 (1C)
Tablo 3.4: İnsan kavram alanı
Posta
27
İnsan kavram alanında en yoğun olarak gönderme yapılan yerdeşlik /kadın/dır.
ASPB’nin Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’nın yerine kurulmasının
ardından ASPB’nin isminde kadın sözcüğünün olmamasının bakanlığın kadın
sorunları ile ilgilenmeyeceği anlamına gelmediği, haberlerin pek çoğunda ve Bakan
Fatma
Şahin’den
yapılan
aktarmalar
aracılığıyla
vurgulanmıştır.
Sabah’ın
“Erdoğan’dan ilk talimat: Çok çalışın” başlıklı haberinde (“Şahin, isimleri Aile ve
Sosyal Politikalar Bakanlığı olsa bile kadınların bakanlığı olacaklarını söyledi”),
Hürriyet’in “Baklavalı devir teslim” başlıklı haberinde (“Şahin törende ‘Bu bakanlık
kadınların bakanlığı olacaktır. Hak aramada kadınların birebir mücadelesini ekip
arkadaşlarımla takip edeceğime söz veriyorum’ diye konuştu”) örneklendiği üzere
ASPB’nin kurumsal söyleminin, ASPB hakkındaki haberlerin söyleminin (Posta’nın
“Kadına şiddete 'panik butonu'”, Hürriyet’in “Fuhuş Mağduruna Sığınmaevi”)
kadınlara yönelmesi söz konusudur.
Söylemin derin yapısında /kadın/ yerdeşliği yoğun olarak /aile/ ve /şiddet/ yerdeşlikleri
ile ilişkilendirilmiştir. Hürriyet’in “Dayağa elektronik kelepçe” başlıklı haberinde
“Şahin, eşine şiddet uygulayan ve evden uzaklaştırma cezası alan erkeğin elektronik
kelepçe ile takip edileceğini söyledi. ‘Kadının yalnızca ‘sorunmuş’ veya ‘cinayetmiş’
gibi algılanmasını doğru bulmuyorum. Çok güçlü kadınlar var ve bu kadınların
yukarıya çıkacağı, görünür olacağı iyi rol modellerini, bütüncül bir bakış açısını,
vizyonunu ve eylem planını ortaya koymamız lazım. Bunu da birlikte başaracağız’
dedi” ifadesinin örneklediği üzere anlamın yüzey yapısında kadının yalnızca şiddet
bağlamında değerlendirilmeyeceği ifade edilmektedir. Ancak haber “Kadını, canı
koruyacak şekilde bütün gücümüzü seferber edeceğiz” ifadesi ile devam etmektedir.
Yüzey yapıda kadının güçlendirilmesi ve sosyoekonomik olarak desteklenmesinden
98
söz edilmektedir ancak kadının kamusal alandaki yeri, sosyoekonomik konumu
hakkında derin yapıda anlamsal bir vurgu yapılmamıştır.
Söylemin yüzey yapısında (“Baklavalı devir teslim” haberinde aktarıldığı üzere)
politik özne olarak ve toplumdaki yeri açısından “kadın” sözcüğü ve kadın hakkında
bir kavram bildiren sözcükler yoğun olarak tekrarlanmıştır. Ancak bu sözcüklerin
kullanımı söylemin derin yapısında /aile/ yerdeşliği ile bağdaştırılmıştır. “Kadınların
mücadelesi” ifadesi yüzey yapıda kadının insan haklarına, kadının sosyoekonomik
özgürleşmesine, eğitimine gönderme yaparken, derin yapıda aile içi şiddete karşı bir
mücadele olarak sınırlandırılmıştır.
Örneğin Hürriyet’in Meclis’te kadınların yalnızca etek değil, pantolon da giyebilmesi
amacıyla içtüzüğün değiştirilmesi tasarısını aktaran “Pantolon Meclis’te” haberinde,
kadınların etek giyme zorunluluğunun kalkması eşitlik vurgusu ile değil, protez bacağı
olan Şafak Pavey’in o dönemde milletvekili olarak Meclis’e girmesi ile
ilişkilendirilerek aktarılmıştır. Bu düzenleme kadınlar adına önemli bir gelişme olarak
değil, Milletvekili Şafak Pavey için yapılan özel bir düzenleme olarak
konumlandırılmıştır (... Meclis’te pantolon giymesi ile ilgili sorusunu da yanıtlayan
Şahin, şunları söyledi: “‘Başbakan’ın talimatı ile biz komisyon olarak çalışmayı
bitirdik. Pantolonlu olan kısım doğrudur. ... O şekilde milletvekilimizin devam etmesi
hiç birimizin içine sinmez’”).
İncelenen haberlerde yüzey yapıda kullanılmış olan “kadınların mücadelesi”, derin
yapıda /aile/ yerdeşliğine gönderme yapmaktadır. Sabah’ın “Şahin'in kadına şiddet
hassasiyeti” başlıklı haberinde “AİLE ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin son
iki yılda kadın cinayetlerinde meydana gelen artışı gündemine aldı. ‘En acil konumuz
aile içi şiddetle mücadele’ dedi” ifadesinde başlıkta “kadına şiddet” sözcükleri
kullanılmıştır, alıntı içinde ise “aile içi şiddet” sözcükleri geçmektedir. Böylece kadına
şiddet ve aile içi şiddet eşanlamlı olarak konumlandırılmıştır.
Habertürk’ün “Bakan Şahin: Başka Güldünya’lar ve Ceylan’lar ölmesin” haberinde
geçen “Bakan Şahin, ziyaretin ardından basın mensuplarının sorusu üzerine yaptığı
açıklamada, olayın ardından 4 ailenin dağılmış olduğunu belirterek, ‘Başka Ceylan’lar
ve Güldünya’lar ölmesin, kızlarımız bu şekilde acı çekmesin istiyoruz. Kazananı
99
olmayan bir zihniyet bu’ dedi” ifadesi bu bağlantıyı en açıkça örnekleyen
ifadelerdendir.
Yüzey yapıda ortaya çıkan “kadınların mücadelesi” derin yapıda “kadına şiddet ile
mücadele”ye denk gelmekte, “kadına şiddet ile mücadele” ise “ailenin dağılması”na
karşı bir çaba olarak değerlendirilmektedir. Kadın söylemin derin yapısında şiddetin
odağı, özel olarak aile içi şiddetin odağı olarak kurgulanmıştır. Yüzey yapıda beliren
kadının korunması konusu, derin yapıda “anne” ya da “eş”in korunmasına
dönüşmektedir; yüzey yapıda vurgulanan “kadın”, derin yapıda “anne” ya da “eş”
olarak betimlenmiştir.
/Cinsel yönelim/ yerdeşliğine yalnızca bir haber içinde gönderme yapılmıştır, o haber
ise ASPB’nin kuruluşu hakkında görüş bildiren feministler, aktivistler ve
akademisyenlerden alınan görüşleri aktaran bir haberdir. /Cinsel yönelim/
yerdeşliğinin eleştiri aktaran bir haber dışında anlamsal olarak vurgulanmaması,
heteroseksüelliğin bir anlambirimcik olarak kadın sözcüğünün bir parçası olduğu
varsayımına işaret etmektedir.
3.7.2.5. Kavram Alanı: Hukuk
Hukuksal düzenlemeler ve yasalara gönderme yapan anlambirimcikler içeren 209
sözcük hukuk kavram alanına gönderme yapmaktadır.
Sayısal Sözcükler
Değer
Habertürk 51
Polis 9 (6B 2Dn 1Dt), Yasa 9 (4A 1E) (Yasal 1A 1B 2E),
Karar 6 (5A 1B), Mahkeme 6 (4B 2E) (Aile mahkemesi 2E),
Yetki 4 (1A 3E), Kanun 3 (2A, 1B), Ceza 2 (2A), Duruşma
2 (2A), Hak 2 (1C 1Dp) (kadın hakları 1C), Mevzuat 2 (2A),
Cezaevi 1 (1B), Hapis 1 (1A), Suç 1 (1A), Tasarı 1 (1A),
Taslak 1 (1A), Yasakçı 1 (1E)
Hürriyet
49
Yasa 12 (1Dn 5E) (Yasal 6 1A 5E), Polis 11 (9A 2E), Hak
10 (2A 1C 4Dn 3E) (İnsan hakları 2Dn, Kadın hakları 1C
2Dn), Ceza 3 (2A, 1E), Eşitlik 3 (3D) (cinsiyet eşitliği 2Dn,
fırsat eşitliği 1Dt), Kural 3 (3E), Mahkeme 2 (2E), Haksızlık
2 (1A 1E), Yetki 2 (2E), Taslak 1 (1Dn)
Posta
19
Hak 12 (1A 11Dn) (insan hakları 8Dn, kadın hakları 1Dn,
LGBT hakları 1Dn), Karar 3 (3Dn), Hukuki 2 (1A 1Dn),
Kararname 1 (1C), Yetki 1 (1C)
Gazete
100
Sabah
90
Karar 15 (8A 1B 1C 2E) (kararname 3C), Ceza 13 (12A)
(cezaevi 1A), Taslak 9 (9A), Hapis 8 (7A), (hapishane 1A),
Kanun 6 (3A 3E), Yasal 6 (3A 3E), Hak 5 (2A 3E) (yaşam
hakkı 2E, insan hakları 1E), Mahkeme 5 (2A 1C 2E) (aile
mahkemesi 1C 2E), Tasarı 5 (5A), Yasa 4 (3A 1E), Yetki 4
(2C 2E), Hukuki 2 (2A), Polis 2 (2A), Suç 2 (2A), Yasak 2
(2A), Kural 1 (1A), Yasama 1 (1A)
Tablo 3.5: Hukuk kavram alanı
İncelenen söylem içinde /ceza/ yerdeşliği hukuk kavram alanında en sık vurgulanan
yerdeşliktir. “Ceza”, “cezaevi”, “duruşma”, “hapis”, “hapishane”, “mahkeme”, “suç”,
“yasak” gibi sözcükler sık kullanılarak aile içi şiddete karşı önlemler olarak
vurgulanmışlardır. Bu yerdeşliğin /hak/ ya da /eşitlik/ yerdeşliklerinden daha yoğun
olarak vurgulanması, ASPB’nin politikalarının cezalandırma ve yaptırıma yönelik
olduğunu aktarmaktadır.
/Hak/ yerdeşliğine gönderme yapan terimlerden “yaşam hakkı” Bakan Fatma Şahin
tarafından, “kadın hakları”, “insan hakları”, “LGBT hakları” ifadeleri ise genellikle
ASPB hakkında görüş ve eleştiri bildiren haberler içinde kullanılmıştır. Sabah’ın
“Şiddet gören kadına 'panik butonu'” ve “Şahin il ziyaretlerine Hakkâri'den başladı”
başlıklı haberlerinde Bakan Fatma Şahin’den yapılmış olan alıntılar (“Devlet olarak
kadının önce yaşam hakkını korumaya çalışıyoruz", “Kovuşturma boyutunda,
öncelikle kadının yaşam hakkını koruyacak tedbirleri almaya devam edeceğiz”)
“yaşam hakkı”na odaklanarak, /ceza/ yerdeşliğinde olduğu gibi /hak/ yerdeşliği ile
birlikte
/şiddet/
yerdeşliğine
gönderme
yapan
sözcüklerin
kullanıldığını
göstermektedir.
3.7.2.6. Kavram Alanı: Sosyal Politika
Sosyal politikanın kapsamına giren sosyal kamu hizmetleri bağlamında sosyal politika
kavram alanına gönderme yapan sözcükler 183 kez kullanılmıştır.
Sayısal Sözcükler
Değer
Habertürk 29
Destek 9 (4A 2B 3E) (sosyal destek 2A 1E, ekonomik destek
2A 2E), Yardım 7 (2A 5B) (maddi yardım 7), Eğitim 5 (3C,
2E), İhtiyaç 4 (1A 1B 2E), Sığınma evi 3 (3A), Sosyal devlet
1 (1E)
Gazete
101
Hürriyet
Sığınma evi 19 (7A 12E), Yardım 4 (3A 1E), Huzurevi 3
(2A 1E), Üniversite 3 (1A 2E), Nüfus 2 (2E), Yuva 2 (1A,
1Dp) (çocuk) (kreş 1E), Bakımevi 2 (1A 1E), Dershane 1
(1E), Meslek kursu 1 (1E), Yurt 1 (1E)
Posta
5
Eğitim 4 (4A), Sosyal politika 1 (1E)
Sabah
111
Yardım 23 (7A 3B 13C) (sosyal yardım 12C, yardım eli
uzatmak 1A), Eğitim 13 (4A 1B 1C 7E), Sığınma evi 12
(12A), Yoksulluk 10 (4C), (yoksul 1A 5C), Gelir 9 (3A 6C),
Danışman 6 (sosyal danışman 1, aile danışmanı 1)
(danışmanlık 1C), İhtiyaç 5 (1A 2B 2E), Nüfus 5 (2A 3C),
Huzurevi 4 (4A), Okul 4 (4E), Yurt 4 (4A), Mesleki eğitim
3 (1C 2E), Tedavi 3 (3A), Terapi 3 (3A) (aile terapisi 1A,
evlilik terapisi 1A), Üniversite 3 (1A 2E), Bakım evi 2 (2E),
Sosyal Politika 2 (2C)
Tablo 3.6: Sosyal politika kavram alanı
38
Sosyal politika kavram alanında /yardım/, /destek/, /eğitim/ ve /tedavi/ yerdeşlikleri
saptanmıştır. /Yardım/ yerdeşliği /aile/ yerdeşliği ile aynı çerçevede kullanılmıştır.
ASPB’nin yaptığı yardımlar, derin yapıda ailelere yapılan yardım anlamına gelecek
biçimde haberleştirilmiştir. “Danışman”, “sosyal danışman”, “aile danışmanı”,
“destek”, “sosyal destek”, “ekonomik destek” /destek/ yerdeşliğine, “yardım”, “maddi
yardım”, “bakım evi”, “huzurevi”, “ihtiyaç”, “sığınma evi” /yardım/ yerdeşliğine
gönderme yapmaktadır. “Sığınma evi” /şiddet/ yerdeşliği ile bağlantılı olarak
kullanılmış, öteki sözcükler ailelere yapılacak olan ekonomik ve sosyal yardım
bağlamında kullanılmıştır. Benzer biçimde “tedavi”, “terapi”, “aile terapisi”, “evlilik
terapisi” gibi /tedavi/ yerdeşliğine gönderme yapan sözcüklerin tamamı /aile/
yerdeşliğine de gönderme yapmış, aile bağlamında kullanılmıştır.
/Eğitim/ yerdeşliğine gönderme yapan “dershane”, “eğitim”, “meslek kursu”,
“üniversite”, “yurt”, “yuva” sözcükleri çoğunlukla Bakan Fatma Şahin’den yapılan
doğrudan aktarmalarda geçmiş, ASPB’nin politikalarını aktaran haberlerde yer
almamıştır.
3.7.2.7. Kavram Alanı: Çatışma
Şiddet kavram alanına gönderme yapmadan çatışma, sorun anlamı taşıyan sözcükler
çatışma kavram alanı içinde değerlendirilmiştir. 122 sözcük doğrudan şiddet ile ilgili
olmadan, toplumsal ve politik bağlamda çatışma belirtmektedir.
102
Sayısal Sözcükler
Değer
Habertürk 20
Sorun 7 (4B 3E), Mücadele 5 (1Dn 4E) (topyekûn mücadele
1E), Çare 3 (1B) (Çaresiz 1B) (Çaresizlik 1E), Mesele 3
(1Dn 2E) (Kadın meselesi 1E), Sıkıntı 1 (1E), Tehlikeli 1
(1B)
Hürriyet
21
Ayrım yapmak 5 (3A 1E) (Ayrımcılık 1A), Güçlük 5 (2A
3E), Mücadele 5 (1C 4E) (kadınların mücadelesi 3E 1C),
Sorun 4 (4E), Müdahale 1 (1A), Risk 1 (1A)
Posta
27
Mücadele 6 (6E) (topyekün mücadele 1E, topyekün ve
toplumsal mücadele 1E), Mesele 5 (2Dn 3E), Sorun 5 (2A
1Dn) (sorunlu 2A), Tartışmak 4 (1Dn 1A) (tartışma 2A),
Terapi 3 (3A) (aile terapisi 1A, evlilik terapisi 1A), Problem
2 (1A) (problemli 1Dn), Sıkıntı 1 (1A), Tehdit 1 (1Dn)
Sabah
54
Sorun 13 (3B 1C 4E) (sorunlu 5A), Saldırmak 12 (1B)
(saldırı 11B), Mücadele 7 (4A 2C 1E) (2 yoksullukla
mücadele 2C, şiddetle mücadele 1E 2A, topyekûn mücadele
2A), Riskli 6 (1A) (riskli aile 5A), Tartışmak 6 (2A)
(Tartışma 4A), Tehlike 4 (3A 1B), Mesele 2 (2C), Müdahale
2 (1A 1B), Problem 1 (1A), Sıkıntı 1 (1A)
Tablo 3.7: Çatışma kavram alanı
Gazete
/Güvenlik/ yerdeşliği “çare”, “güçlük”, “mesele”, “mücadele”, “müdahale”,
“problem”, “risk”, “riskli”, “sıkıntı”, “sorun”, “sorunlu” sözcüklerinin tekrarlanan
kullanımlarında saptanmıştır. Bu yerdeşlik yüzey yapıda ASPB’nin güvenlik
hakkındaki çalışmalarını, derin yapıda ASPB’nin politik yetki alanını aktarmaktadır.
Haber söylemi bu sözcükleri kullanırken yalnızca var olan “sorun”u göstermemekte,
anlamsal olarak “sorun”un ne olduğunu belirterek tanımını yapmaktadır, “mücadele”
sözcüğünü kullanırken “mücadele”nin alanını belirlemektedir.
Haberürk’ün “Şiddetin kaynağı iletişimsizlik” başlıklı haberinde geçen “Aile ve
Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, aile içi şiddetin iletişim eksikliğinden
kaynaklandığını belirterek, ‘Şiddete karşı tedbirleri hayata geçirmek bizim topyekûn
mücadele alanımızdır’ dedi” ifadesi, söz konusu “mücadele alanı”nı “aile içi şiddet”
olarak tanımlamaktadır.
Posta’nın “‘Mutlu aile' formülü” haberinde “Bakanlığın atadığı bin 50 danışman,
sorunlu aileler ve evlenecek çiftlerle birebir yüz yüze görüşmeler yapacak” yazılmıştır.
Bu uygulama için hazırlanan “Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü'nce
hazırlanan eğitim kitapları”ndan aktarma yapılmıştır: “10 dakika sohbet edin.
103
Televizyonu kapatın. Eşiniz de bir çiçek gibidir; ilk günkü gibi hoş kokulu kalmasını
istiyorsanız ona özen gösterin. Evliliğinizi sürsün istiyorsanız, eski defterleri açmayın.
Eşinizin kişiliğine değil, sadece probleme odaklanın. Sürekli şikayet etmeyin”. Bu
alıntıda görüldüğü üzere, yüzey yapıda kullanılan “risk” sözcüğü, derin yapıda
“boşanma riski” olarak konumlandırılmıştır. Haberde kullanılan öteki alıntılarda
yoksulluk ve şiddet risk faktörleri olarak vurgulanmıştır.
Sabah’ın “Kadına şiddete doktor şefkati” haberinde geçen “Kadına şiddete şefkat eli,
doktorlardan uzanacak. Sağlık Bakanı Recep Akdağ, hükümetin kadına şiddeti de
kapsayan Aile Sosyal Destek Projesi'ni (ASDEK) ilk kez SABAH'a açıkladı. Akdağ,
aile hekimleri vasıtasıyla Türkiye'deki riskli aileleri tek tek belirleyeceklerini ve sosyal
desteği sistematik hâle getireceklerini belirterek, ‘Sadece para yardımı değil. Dayak
yiyen kadın, alkolik, uyuşturucu, kumar bağımlısı kocanın olduğu aile, riskli aile
sayılacak. Kalacak yeri yoksa TOKİ ev sağlayacak, gıda yardımı yapılacak, dayak atan
kocanın tedavisi yapılacak’ dedi” ifadesi ise “risk” ve “sorun”u aile içi şiddet, alkol,
uyuşturucu ya da kumar bağımlılığı ve yoksulluk olarak tanımlamıştır.
Kullanılan “müdahale”, “problem” gibi sözcükler söylemin derin yapısında /şiddet/
yerdeşliğine işaret etmektedir. Doğrudan şiddeti tanımlamayan sözcüklerden oluşan
çatışma kavram alanında kullanılan sözcüklerin çoğunda şiddet kavram alanına
doğrudan gönderme yapan anlambirimcikler öncelikli olarak vurgulanmamasına
rağmen /şiddet/ yerdeşliği söylemin derin yapısında her kavram alanında olduğu gibi
vurgulanmıştır.
104
SONUÇ VE ÖNERİLER
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı hakkında yapılan haberler, iktidar ve medya
söylemlerinin ilişkisini aktarmaktadır. Bulgular medya söylemlerinin biyopolitik
olayları aktarırken biyoiktidar anlayışına yakın bir söylem kullandığını ortaya
koymaktadır. Medya söylemleri kadının politik özne olarak bedeni ve yaşamına
yönelik bilgiler aktarırken çeşitli yöntemlere başvurmaktadır.
Öncelikle, iktidar-beden ekseninde medya söylemlerinin iktidarı doğrulayıcı
söylemler kullandığı saptanmıştır. Tezde incelenen medya söylemleri kadın ve ASPB
arasında ilişki kurmakta ve ASPB’nin yetki alanını kadınlar olarak belirlemektedir.
Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’nın kapatılması ile “kadın” sözcüğünün
kurumun isminden çıkarılması yalnızca ASPB hakkında olumsuz görüş bildiren
haberlerde vurgulanmıştır. Buna karşın ASPB’nin kadınlar ile ilgileneceği tüm haber
kategorilerinde belirtilmiştir. ASPB’nin yetkileri yasal metinlere göre çocuk, yaşlı,
gazi ve şehitleri kapsamaktadır, ancak medya söylemleri neredeyse yalnızca kadınlar
üzerindeki iktidarı doğrulamaya odaklanmıştır.
Doğrulamanın ilk aşaması, ASPB’nin kuruluşu hakkında yazılan haberlerde
görülmektedir. ASPB’nin kurulacağı, kurulduğu, ASP Bakanı’nın atanması gibi
gelişmeleri aktaran haberler edimlere, hareketlere, hizmetlere odaklanmıştır. Yeni bir
bakanlığın kurulduğunu aktaran metinler, rutin haberleri aktaran metinlere benzer
söylemsel özellikler göstermektedir. Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’nın
neden kapatıldığı, ASPB’nin neden kurulduğu, bu iki bakanlık arasındaki farkların
neler olacağı, yeni bakanlığın yetkilerinin neler olacağı, nasıl bir yapılanmaya sahip
olacağı neredeyse hiç aktarılmamıştır. Kuruluşu hakkında bu bilgilerin verilmemesi,
kuruluşuna karşı sorgulayıcı bir yaklaşımı engellemektedir ve okurun bu değişikliği
doğrudan kabul etmesi, normal ve doğru bulması amaçlanmıştır. ASPB’nin
kurulacağını aktaran ilk haberler dahi kurumun kuruluşuna değil, etkin ve verimli
olacağına, hizmetlerinin getireceği katkılara odaklanmıştır.
Bulgulardan yola çıkarak medya söylemlerinin ASPB’nin politik öznelerini kadınlar
olarak, yetki alanını kadın bedeni olarak konumlandırdığı sonucuna varılmaktadır.
Samimiyet, güvenlik ve koruma kavramları üzerindeki vurgu, bakanlık ve kadın
105
arasında duygusal bir bağ kurmuş, bir güven ilişkisi olduğunu belirtmiştir. İncelenen
söylem kadını toplumsal şiddetin nesnesi, ASPB’yi ise kadını şiddetten koruyucu
niteliği olan bir kurum olarak konumlandırmıştır.
Medya söylemleri yaşam ve beden hakkındaki ASPB politikalarının yaşatma politikası
özelliği gösterdiğini ortaya koymuştur. Şiddet vurgusunun bulgularda incelenen her
kavram alanında yapılmış olması, ASPB ve medya söylemleri tarafından kadının
yaşatılmasına, şiddetten korunmasına öncelik verildiğini göstermektedir. Anne, evli
ya da bir erkekle ilişkisi olan kadın vurgusunun söylem içindeki baskın konumu
incelendiğinde, Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’ndan ASPB’ye geçiş
sırasında politik alanda söylemsel olarak kadının aile içindeki konumunun öne çıktığı,
aynı anlamın medya söylemlerine yansıdığı gözlemlenmektedir.
Söylem içinde kadınlar üzerinde kurulan iktidarın biçimi, yaşatma politikaları olarak
ortaya çıkmıştır. Ancak yaşatılacağı vurgulanan kadın, aile çerçevesinde ele alınmıştır.
Bulgularda pek çok örnekte “kadın mücadelesi”nin “kadının şiddetten korunması”
anlamında kullanıldığı, “kadınların şiddetten korunması”nın ise “aile içi şiddet”
bağlamında kullanıldığı saptanmıştır. Yaşayacak kadının aile içinde, özel alan içindeki
kadın olarak kurgulandığı bu ifade biçimleri, yaşatılacak olan kadın öznenin nasıl
yaşaması gerektiği hakkında iletilere sahiptir.
Bulgularda da incelendiği üzere ASPB’nin görevleri ve yetkileri hakkında haber
yapılmamış, medya söylemleri bu görevleri ve yetkileri haber ve sözcük seçimleri
aracılığıyla tanımlamıştır. ASPB’nin kadınlardan, ailelerden, şehit ailelerinden ve
yoksullardan sorumlu olduğu aktarılmıştır. Ancak en yoğun vurgu şiddet kavramı
üzerindedir ve kadına yöneliktir. ASPB’nin söylemce kadınlar özelinde önemli olduğu
vurgulanan
yetkileri,
söylemin
yüzey
yapısında
kadının
güçlendirilmesi,
sosyoekonomik olarak desteklenmesi, şiddete karşı korunmasıdır. Ancak politikaların
güçlendirme ve sosyoekonomik destek boyutları hakkındaki ifadeler yine şiddet,
özellikle de aile içi şiddet kavramlarına bağlanan biçimlerde kullanılmıştır. Kadına
şiddete karşı çabaların ailelerin dağılmasına karşı çabalar olduğu, kadına şiddetin aile
içi şiddet ile aynı anlama geldiği, bulgularda saptandığı üzere tekrar tekrar ifade
edilmiştir.
106
ASPB’nin kurulduğu 2011 yılında kadın sözcüğünün bakanlık isminden çıkarılmasına,
Türkiye’de cinsiyet eşitsizliğinin boyutları açısından, kadının politik temsiline zarar
vereceği kaygısıyla tepki gösterilmiştir. Ancak biyopolitika ve biyoiktidar açısından
bu eleştiriler önem taşımamaktadır çünkü Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı
da ASPB gibi doğrudan kadın bedenini ve yaşamını politik olarak düzenleyen bir
kurumdur. Ancak bu eleştirilerde vurgulanan, kadının öncelikli olarak aile içindeki
konumu ile değerlendirileceği, cinsel yönelim ve cinsel kimlikler için zarar verici bir
eğilimin ortaya çıkacağı öngörüsü medya söylemlerinde kadının aile içinde
konumlandırılmasında karşılık bulmuştur.
Medya söylemlerinin her alanda şiddeti vurguladığı bulgulara göre açıktır. Ancak
şiddet kavramı etrafında oluşturduğu anlamlarda, şiddetin aile içi şiddetle
ilişkilendirilmesinde olduğu gibi, konuların toplumsal yönüne öncelik vermeyen bir
yaklaşım gözlemlenmektedir. Kadına şiddetin yoğun olarak aile içi şiddet anlamında
kullanılması hem kadını hem şiddeti özel alanda konumlandırarak şiddetin toplumsal
bir sorun olduğunu aktarmamaktadır.
Bulgularda “kıtır kıtır kesmek”, “dayakçı”, “kurşun yağdırmak” gibi ifadeler
üzerinden saptanan argoya varan günlük konuşma dili kullanımları kadın sorunlarının
ve şiddetin kapsamını daraltmakta, haberleştirilen konuları neredeyse hafife alan bir
yaklaşım göstermektedir. ASPB’nin politikaları hakkındaki haberler ve şiddet
haberlerinin önemli bir kısmının “yaşam” haber kategorisinde yer alması bu yaklaşımı
desteklemektedir. Bakan Fatma Şahin’den “Kadın Bakan” olarak bahseden iki haber
ve Bakan’ın “sempatik” olduğunu ve bunun makama getirilmesinde önemli olduğunu
ima eden haber de bu açıdan önemli örneklerdir. Üçü de Habertürk’te geçen bu
örneklerde kullanılan ifadeler hem kadınlara hem de ASPB’ye ve Bakan Fatma
Şahin’e yönelik sınırlayıcı bir yaklaşım olduğunu örneklemektedir.
Aşağıdaki örnek görsel, Hürriyet’in 4 Ağustos 2011 tarihli sayısının birinci
sayfasından alınmıştır ve medyanın bulgularda incelenen kadın yaklaşımını özetleyen
bir niteliktedir. “Fuhuş Mağduruna Sığınmaevi” başlığı, seks işçiliğine zorlandığı için
mağdur olan kadınlara sığınma evi açılacağını ima etmektedir. Ancak haber metni
107
okunduğunda, aslında yeniliğin “sığınmaevlerine kabulde, fuhuş yapan, şiddet gören
veya ekonomik güçlüğü olan kadın ayrımı” yapılmayacağı olduğu anlaşılmaktadır.
Şekil 1
(Hürriyet, 2011)
Öncelikle, bu cümleden yalnızca “fuhuş” sözcüğünün seçilerek başlığa taşınması,
dikkat çekmek amacıyla cinselliğe odaklanarak mezenformasyon yapıldığı anlamına
gelmektedir. “Mağdur” sözcüğünün seçimi ise kadını şiddet nesnesi olarak yansıtan
habercilik geleneğini sürdürmektedir. Sığınma evlerine yapılacak olan düzenlemeyi
108
aktaran haberde, yapılan düzenleme yerine düzenlemeden yararlanacak olan kadının
mağduriyet durumu vurgulanmıştır. Bu haberin hemen altında bulunan “1 kurşun
nişanlıya 1 kurşun kendine” başlıklı haberde, kadının şiddet nesnesi konumu
sürdürülmüş, “Ayrılık dehşeti” ifadesi ile şiddete gerekçe sunularak şiddet neredeyse
doğrulanmıştır. Yanında bulunan köpek saldırısına uğrayan bir çocuk hakkındaki
“Nazlıcan 10 bıçak darbesiyle kurtuldu” haberinde, mağduriyet söylemi sürmüştür.
Kadın ve çocuk, şiddetin nesnesi ve dehşet öykülerinin öğesi olarak kullanılmıştır.
Bakan Şahin’in “Fatma Şahin Hakkâri’de girdiği bir kuyumcuda altın gerdanlık takıp
fiyatını sordu” açıklamasıyla verilen fotoğrafı sığınma evlerinin düzenlenmesi
hakkındaki haberde, arada anlamsal bir bağlantı olmadan haber fotoğrafı olarak
kullanılmıştır. Bu haber kümesinin ortasında ise “Normal doğumu teşvik için
kampanya” başlığı, büyük harf kullanımı ve kırmızı arka plan rengi seçimi ile telaş
verici bir ton yaratan “SEZARYEN YÜZE 40’A ÇIKTI” üst başlığı ile verilen Sağlık
Bakanlığı kampanyası hakkında bir haber vardır.
Medya söylemleri bir yandan kadınları şiddet nesnesi olarak temsil etmekte, onları
kasıtlı olarak yanlış bilgilendirmekte, Bakan dahi olsalar haber fotoğraflarında renk
olarak, henüz çocuk dahi olsalar dehşet öykülerinde korkutucu bir ton için süs olarak
görüntülerini kullanmaktadır. Aynı zamanda kadınların nasıl doğurmaları gerektiği
gibi beden ve yaşama yönelik süreçler hakkında belirli normlar dikte eden biyopolitik
uygulamaları aktarmakta, bu uygulamaları çeşitli söylemsel yöntemler aracılığıyla
doğrulamaktadır.
ASPB’nin politikaları yaşatma politikaları olarak nitelendirilebilmektedir. Çocukların,
yoksulların, yaşlıların, ama söylemde yoğun olarak vurgulandığı üzere kadınların,
özellikle de anne ve eş olan kadınların yaşamlarını sürdürmeye yönelik politikalar
üretilmektedir. ASPB’nin tek başına biyoiktidar kuran bir kurum olduğunu ya da
medyanın bağımsız hareket ederek biyopolitik söylem ürettiğini önermek hatalı ve
eksik olacaktır. Ancak ASPB’nin kadın bağlamında yaşatma hakkını uygulayan bir
biyoiktidar odağı olduğu saptanmıştır. Yaşatılan kadının nasıl yaşayacağını belirtmek
ve bedenini düzenlemek ise öteki iktidar odakları ile paylaştığı bir görevdir.
109
Biyoiktidarın üretici olma özelliklerini taşıyan ASPB, kadına şiddete karşı önlemler
getirirken, aslında aile içi şiddete odaklanarak kadını aile içindeki konumuyla ve
toplumsal alandaki ikincilliğiyle politik özne kabul etmektedir. ASPB’nin anne ve eş
olarak koruduğu kadının kaç çocuk doğuracağını Başbakanlık, nasıl doğuracağını
Sağlık Bakanlığı, ne tüketeceğini sermaye düzenlemektedir. Medya ise kadının tüm
bunları içselleştirmesini amaçlayarak bu iktidar dengesini sürdürmeye yönelik
söylemler üretmektedir.
Bu kurumlar, söylemler ve süreçler sonucunda kadın şiddetin ya da cinselliğin nesnesi
olarak, anne ya da eş rolü yaşamının temel öğesi olarak kurgulandığı ve yaşam alanı
özel alan olarak çizildiği için kadın bedeni, yaşamın her alanında baskılanmaktadır.
Kadınların yaşamını desteklemek ve kadın sorunlarında bir ilerleme kaydetmek için
tez öncelikle yaşam biçimi ve değer odaklı yaşatma politikalarının sınırlandırılması
gerektiğini ve medyanın kadın yaşamını yönetmeyen tarafsız söylemler kullanması
gerektiğini öne sürmektedir.
Kadının yaşamını gerçekten desteklemek için, iktidar odakları tüm yaşam biçimlerini
desteklemelidir. Bu nedenle kadına yönelik politikaların yalnızca aileye ve şiddete
yönelik olması yetersizdir. Aileyi destekleyen ahlaki ve ekonomik değerler odaklı dil,
evrensel insan hakları ve eşitlik değerleri odaklı bir dil ile değiştirilmelidir. Bunun
gerçekleştirilmesi için genel politika kapsamında haklar kişinin cinsiyet kimliğinden,
cinsel yöneliminden, medeni hâlinden, sosyoekonomik durumundan, engellilik
durumundan, yaşından ve yaşam biçiminden bağımsız olarak savunulmalıdır. Her
kadının yaşam hakkının savunulması, kadınlar arasında sınıflandırma yapılmaması,
kadınların sosyoekonomik anlamda desteklenmesi ve özgürleşmesi amaçlanmalıdır.
Bu amaca ulaşmak için tez politik kurumlar ve medya kuruluşlarına yönelik aşağıdaki
önerileri örnek olarak sunmaktadır:
-
Kadına şiddete karşı yürütülen politikalar kadını özel alan ile sınırlandırmayan
bir kapsamda tasarlanmalı ve her kadını kapsayacak biçimde uygulanmalıdır.
Kadının kamusal alandaki güvenliğini sağlayacak, kamusal alanda gerçekleşen
şiddet olayları da politikaların gündeminde olmalıdır. Yürürlükte olan yasalar
herhangi bir ayrımcılık yapılmadan her vatandaş için eşit olarak
110
uygulanmalıdır. ASPB’nin kadına karşı işlenen suçlarda “tahrik” gerekçesine
dayandırılarak verilen iyi hâl indirimlerinin kaldırılmasını ve şiddet henüz
ölüm ile sonlanmadan koruma olanakları sunabilecek yasal süreçlerin
işleyebilmesi için kadının beyanının esas alınması ilkesini desteklemesi
kadının yaşama hakkını güvenceye alacak adımlara örneklerdir.
-
ASPB, T.C. Ekonomi Bakanlığı ve ilgili diğer resmî kurumların iş birliğiyle
ekonomik güçlendirme kampanyaları yürütülmelidir. Fırsat eşitliği ve ücret
eşitliğinin sağlanması için özel sektörlerde cinsiyet ayrımına karşı caydırıcı
yaptırımlar ve cinsiyet ve cinsiyet kimliği eşitliği için teşvik programları fırsat
ve ücret eşitliğinin sağlanmasını destekleyecek düzenlemelerdir.
-
Kadın, LGBTI, engelli ve çocukların insan hakları için çalışan sivil toplum
kuruluşları ile ortak çalışmalar yapılmalı, bu kuruluşlar desteklenmeli, bu
kuruluşların resmî kurumlar ve medya kuruluşlarına düzenli olarak eğitimler
vereceği programlar düzenlenmelidir. Medya kuruluşlarına cinsiyet, cinsiyet
kimliği, cinsel yönelim, din, ırk, etnik kimlik konularında duyarlılık eğitimleri
verilerek nefret söylemi ve şiddeti doğrulayan dilin yaygınlığının azaltılması
için ilgili STK’ler ve ilgili konularda çalışan araştırmacıların desteğiyle düzenli
eğitimler verilmelidir.
-
LGBTI hakları gündeme alınmalı, kişi olarak tüm haklarını kullanabilmeleri
sağlanmalıdır. Onlara karşı uygulanan şiddet suçlarının cezalandırılma
süreçleri kontrol edilmelidir. Eşcinsel evliliğin yasallaştırılması, transların
kimlik değiştirme süreçlerindeki yasal zorlukların kaldırılması, psikolojik ve
maddi yardım programları yürütecek ekipler kurulması gibi uygulamalar
kişilerin cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim sınıflandırmaları yüzünden
haklarını kullanmalarının engellenmesini ve ayrımcılığı durduracak çabalara
örneklerdir.
-
ASPB, T.C. Millî Eğitim Bakanlığı ve ilgili diğer resmî kurumların iş birliğiyle
eğitim ve öğretimin her derecesinin müfredatlarındaki ders içerikleri ortaklaşa
kurulacak, toplumsal cinsiyet araştırmaları konusunda çalışan uzmanlar,
akademisyenler, sivil toplum kuruluşu çalışanları ve bakanlık görevlilerinden
oluşacak bir komisyon tarafından incelenerek içlerinden ayrımcı söylemler
içeren ifadeler kaldırılmalı, eşitlikçi bir dil kullanılması sağlanmalıdır.
111
Eğitimcilere yönelik toplumsal cinsiyet eğitimleri düzenlenmeli, öğrencilere
eşitlik ve evrensel insan hakları konulu eğitimler verilmelidir.
-
Kadının politik katılımı desteklenmelidir. Çeşitli mevkiler için aday olan
kadınları politik parti gözetmeden destekleyecek ve onlara yardımcı olacak
parti üstü merkezlerin kurulması, resmî süreçleri açıklayan broşür, poster gibi
malzemeler hazırlanarak partilerin kadın kollarına ulaştırılması gibi
uygulamalar politik katılımı destekleyecek adımlara örneklerdir.
112
KAYNAKÇA
ADORNO,
T.W.,
HORKHEIME
R, M.: 2010
Aydınlanmanın Diyalektiği, Çev.: Nihat Ülner, Elif Öztarhan
Karadoğan, Kabalcı Yayınevi.
AGAMBEN,
G.: 2017
Kutsal İnsan, Çev.: İsmail Türkmen, 3. bs., İstanbul, Ayrıntı
Yayınları.
AHUJA, M.:
2018
“The Horror of Being the Target of a Witch Hunt in India”,
Broadly, (Çevrimiçi)
https://broadly.vice.com/en_us/article/zmw4nw/women-inindia-modern-witch-hunts, 10.02.2018.
AKERSON,
F.E.: 2016
Göstergebilime Giriş, İstanbul, Bilge Kültür Sanat.
ARENDT, H.:
2018
İnsanlık Durumu, Çev.: Bahadır Sina Şener, 9. bsk., İstanbul,
İletişim Yayınları.
ARISTOTELE
S: 2003
De Anima, ii, 412b15 Çev.: Christopher Shields, Oxford,
Clarendon Press.
AYCİBİN, Z.:
2008
“Osmanlı Devleti’nde Cadılar Üzerine Bir Değerlendirme”,
Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi,
(Çevrimiçi)
http://www.korotonomedya.net/kor/index.php?id=8,80,0,0,1,0.
BAGDIKIAN,
B.H.: 2004
The New Media Monopoly, Boston, Beacon Press.
BAKER, U.:
1997
Spinoza:
Hayatın
Geometrisi,
(Çevrimiçi)
http://www.korotonomedya.net/kor/index.php?id=8,80,0,0,1,0.
BALSOY, G.:
2012
“Politik bir Alan Olarak Kadın Bedeni, Osmanlı Toplumunda
Kürtajın Yasaklanması”, Toplumsal Tarih Dergisi 223, s.38-43.
BEAUVOIR,
S.: 1993
Kadın ‘İkinci Cins’ I, Genç Kızlık Çağı, Çev.: Bertan Onaran,
7. bs., İstanbul, Payel Yayınları.
BENVENISTE,
E.: 1995
Genel Dilbilim Sorunları, Çev.: Erdim Öztokat, İstanbul Yapı
Kredi Yayınları.
BERKTAY, F.:
2016a
Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın, 6. Basım, İstanbul, Metis
Yayınları.
113
BERKTAY,
F.:2016b
Dünyayı Bugünde Sevmek Hannah Arendt’in Politika
Anlayışı, Metis Yayınları, İstanbul, 2. bs.
BİNGÖL, O.:
2017
“Bedenin Sosyolojisi: Nasıl? Niçin”, Mavi Atlas, 5/1, s. 86-96.
DOİ: 10.18795-gumusmaviatlas.305898.
BUTLER, J.:
2013
“Sorunsallaşan Bedenler”, Çev.: Özgü Ayvaz, Felsefelogos,
51/4, s. 69-95.
CANPOLAT,
N.: 2005
“Bilginin Arkeoloğu Michel Foucault”, Kadife Karanlık, Yay.
Haz.: Nurdoğan Rigel, Gül Batuş, Güleda Yücedoğan, Barış
Çoban, 2.bsk, s.75-138.
CONNELL,
R.W.: 1998
Toplumsal Cinsiyet ve İktidar Toplum, Kişi ve Cinsel
Politika, Çev. Cem Soydemir, İstanbul, Ayrıntı Yayınları.
DİREK, Z.:
2015
“Judith Butler: Toplumsal Cinsiyet ve Bedenin Maddeleşmesi”,
Cinsiyetli Olmak, Der.: Zeynep Direk, 5.bsk., İstanbul, Yapı
Kredi Yayınları, s. 67-84.
EJDER, Ö.:
2013
““Bir beden ne yapabilir” sorusu üzerine”, Felsefelogos, 51/4, s.
61-68.
ELİBOL, N.:
2007
Osmanlı İmparatorluğu’nda Nüfus Meselesi ve Demografi
Araştırmaları
(Çevrimiçi)
http://dergipark.gov.tr/download/article-file/194818..
ESPOSITO, R.:
2008
Bios Biopolitics and Philosophy, Çev.: Timothy Campbell,
Minneapolis, University of Minnesota Press.
FASSIN, D.:
2006
La biopolitique n’est pas une politique de la vie, (Çevrimiçi)
https://www.erudit.org/fr/revues/socsoc/2006-v38-n2socsoc1813/016371ar.pd.
FEDERICI, S.:
2017
Caliban ve Cadı, Çev.: Öznür Karakaş, 3. bsk., İstanbul,
Otonom Yayıncılık.
FONTANILLE,
J.: 1998
Sémiotique du dicours, Limoges, Presses Universitaires de
Limoges.
FOUCAULT,
M.: 2015
Biyopolitikanın Doğuşu (1978-1979), Çev.: Alican Tayla,
İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
FOUCAULT,
M.: 2016
Cinselliğin Tarihi, Çev.: Hülya Uğur Tanrıöver, 7.bs., İstanbul,
Ayrıntı Yayınları.
114
FOUCAULT,
M.: 2018
Toplumu Savunmak Gerekir, Çev.: Şehsuvar Aktaş, 8. bsk.,
İstanbul, Yapı Kredi Yayınları.
GERAY, H.:
2014
Toplumsal Araştırmalarda Nicel ve Nitel Yöntemlere Giriş,
Kocaeli, Umuttepe Yayınları.
GIDDENS, A.:
1996
The Consequences of Modernity, 6. bsk, Cambridge, Polity
Pres.
GREIMAS,
A.J.,
COURTES, J.:
1993
Sémiotique. Dictionnaire raisonné de la théorie du langage,
3.bs., Paris, Hachette.
GREIMAS,
A.J.: 1966
Sémantique structurale, Paris, Larousse.
GÜZ, N.,
ÖZTOKAT, E.,
SENEMOĞLU,
E., SÖZER, E.:
1988
Açıklamalı Dilbilim Terimleri Sözlüğü, Yay. Haz.: Berke
Vardar, İstanbul, ABC Kitabevi.
HARDT, M.,
NEGRI, A.:
2018
İmparatorluk, Çev.: Abdullah Yılmaz, 9. bs., İstanbul, Ayrıntı
Yayınları.
HOOPER, C.:
2000
“Disembodiment, Embodiment and the Construction of
Hegemonic Masculinity”, Political Economy, Power and the
Body Global Perspectives, Ed. Gillian Youngs, Londra,
Palgrave Macmillan, s. 31-51.
HOROWITZ,
M.: 2014
“The Persecution of Witches, 21st-Century Style”, The New
York
Times
(Çevrimiçi)
https://www.nytimes.com/2014/07/05/opinion/the-persecutionof-witches-21st-century-style.html?_r=1, 04.07.2014.
İNCEOĞLU,
Y., KAR, A.:
2016
Kadın ve Bedeni, 2. bs, İstanbul, Ayrıntı Yayınları
KINGSLEY
KENT, S.: 2004
“Gender Rules: Law and Politics”, A Companion to Gender
History, Ed.: Teresa A. Meade, Merry E. Wiesner-Hanks,
Malden, Blackwell Publishing, s.86-109.
LEMKE, T.:
2016
Biyopolitika, Çev.: Utku Özmakas, İstanbul, İletişim Yayınları
115
MARCUSE, H.: One-Dimensional Man, Routledge, ISBN 978-0-415-28976-4
2007
MERLEAUPONTY, M.:
1991
Sense and Nonsense, Çev.: Hubert L. Dreyfus, Patricia Allen
Dreyfus.Northwestern University Studies in Phenomenology and
Existential Philosophy, 6. bs.
ORANLI, İ.:
2009
“Ondokuzuncu Yüzyıl Avrupası'nda Irkçılık ve Cinsiyetçilik”,
Cogito Dergisi, 58, Yapı Kredi Yayınları, s.339-349.
ÖZBUDUN, S.:
2007a
“Neo-Liberalizm ile Ataerkinin ‘Dansı’”, Küreselleşme, Kadın
ve ‘Yeni’ Ataerki, Özbudun, S., Sarı, C., ve Demirer, T, içinde.
Ankara, Ütopya Yayınevi, s. 13-28.
ÖZBUDUN, S.:
2007b
“Bir Egemenlik Alanı Olarak Kadın Bedeni”, Küreselleşme,
Kadın ve ‘Yeni’ Ataerki, Özbudun, S., Sarı, C., ve Demirer, T,
içinde. Ankara, Ütopya Yayınevi, s. 126-136.
ÖZKAN, K.:
2013
“Yeni bir özne anlayışının imkânı olarak beden”, Felsefelogos,
51/4, s. 17-40.
PETTMAN,
J.J.: 2000
“Writing the Body: Transnational Sex, Political Economy”,
Political Economy, Power and the Body Global Perspectives,
Ed. Gillian Youngs, Londra, Palgrave Macmillan, s. 52-71.
PLATON: 1989
Phaidon, Çev.: Suut Yetkin, Hamdi R. Atademir, Milli Eğitim
Bakanlığı Yayınları.
REPO, J.: 2015
The Biopolitics of Gender, Oxford, Oxford University Press.
RICHARDSON
, J.E.: 2005
“Hierarchy of influences”, Key Concepts in Journalism
Studies, Bob Franklin, Martin Hamer, Mark Hanna, Marie
Kinsey, John E. Richardson, Londra, Sage Publications, s. 99100.
RIFFE, D.,
LACY, S.,
FICO, F.: 2014
Analyzing Media Messages, 3. bsk, New York, Routledge.
RINGOOT, R.:
2014
Analyser le discours de presse, Paris, Armand Colin.
SAUSSURE,
F.: 1973
Cours de Linguistique Générale, 3. bs., Paris, Payot, 1973.
116
SMITH, A.D.:
2013
“Algının teni: merleau-ponty ve husserl”, Çev.: Sercan Öztekin,
Felsefelogos, 51/4, s. 41-59.
ŞİRAY, M.:
2013
“Benedictus spinoza’da olumlayıcı bir güç olarak beden
düşüncesi”, Felsefelogos, 51/4, s.7-15.
TANYOLAÇ
ÖZTOKAT, N.:
2005
Yazınsal Metin Çözümlemesinde Kuramsal Yaklaşımlar,
İstanbul, Multilingual.
TEKELİ, Ş.:
2017
Feminizmi Düşünmek, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi
Yayınları.
TEKİNALP, Ş.,
UZUN, R.:
2009
İletişim Araştırmaları ve Kuramları, 4. bsk., İstanbul, Beta
Basım Yayım.
TUNA, B.:
2018
“Kadın-Erkek Eşitliğinin Anayasası”, Hürriyet Gazetesi, Pazar
Eki, 11.03.2018.
UNDERDOWN “The Taming of the Scold: The Enforcement of Partiarchal
, D.E.:2007
Authority in Early Modern England”, Order and Disorder in
Early Modern England, Ed. Anthony Fletcher, John Stevenson,
dijital bsk, Cambridge University Press, s. 116-136.
VAN DIJK,
T.A.: 2009
Society and Discourse, Cambridge University Press, e-kitap
ISBN-13 978-0-511-50817-2.
WHITE, D.M.:
1950
“The ‘Gate Keeper’: A Case Study In the Selection of News”,
Journalism & Mass Communication Quarterly, 27/4, s.: 383390,
1950,
(Çevrimiçi)
http://journals.sagepub.com/doi/pdf/10.1177/107769905002700
403
WIESNERHANKS, M.E.:
2011
Gender in History, 2. Bsk., West Sussex, Wiley-Blackwell.
YOUNGS, G.:
2000
“Embodied Political Economy or an Escape from Disembodied
Knowledge”, Political Economy, Power and the Body Global
Perspectives, Ed. Gillian Youngs, Londra, Palgrave Macmillan,
s.11-30.
2011:
Hürriyet Gazetesi,
04.07.2011, s.1
“Fuhuş
Mağduruna
Sığınmaevi”,
117
2011:
Medyatava, “11 Temmuz 2011 - 17 Temmuz 2011 haftası Tiraj
Tablosu”, (Çevrimiçi) http://www.medyatava.com/tiraj/201107-11, t.y.
2014:
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, “Hakkımızda”,
(Çevrimiçi) http://www.aile.gov.tr/hakkimizda, 02.09.2014.
2014:
Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü, “Kanun
Hükmünde
Kararname”,
(Çevrimiçi)
https://eyh.aile.gov.tr/mevzuat/ulusal-mevzuat/kanunhukmunde-kararnameler/aile-ve-sosyal-politikalar-bakanligininteskilat-ve-gorevleri-hakkinda-kanun-hukmunde-kararname,
24.10.2014.
2017:
Bianet, “Kadınlar Daha Çok Çalışıyor, Daha Az Kazanıyor”
(Çevrimiçi)
http://bianet.org/bianet/kadin/184255-kadinlardaha-cok-calisiyor-daha-az-kazaniyor, 07.03.2017.
118
EKLER
1. TABLOLAR
Tablo 3.1: Edim kavram alanı
Sayısal Sözcükler
Değer
Habertürk 206
Korumak 36 (5A 3B 3C 2E) (Koruma 6A 11B 3Dt)
(Koruyucu 2A 1E), Çalışmak 22 (1A 4B 2C 1E) (Çalışma
4A 4B 1C 1Dn 4E), Yeni 13 (3A 10C), Görev 11 (1A 3B
7C), Devam etmek 10 (1A 5B 1Dt 1E) (Devam 2B),
Getirmek 9 (2A 2B 3C 2Dp), Değiştirmek 7 (1A 2C)
(Değişim 1B) (Değişmek 1C) (Değişiklik 1B 1C), Tedbir 7
(4A 1Dn 2E), Birlikte 5 (2B 3C), Güç 5 (1Bn1E)
(Güçlendirmek 1A 1B 2E), Hazırlamak 5 (2A 2B 1C),
Model 5 (2A 1C 2E), Temsil 5 (4C 1E), Uygulama 5 (1A 1B
3Dn), Güvenlik 4 (1A 1Dt 2E) (Sosyal güvenlik 1A), İcraat
4 (1A 1B 1C) (İcra 1C), Kurmak 4 (1B 2C 1E) (Kuruluş 1E),
Takip 4 (1B 3E), Düzenlemek 3 (1B) (Düzenleme 1A 1B),
Hayata geçirmek 3 (1A 1B 1E), Sunmak 3 (1B 2C),
Oluşturmak 3 (1A 2E), Önlem 3 (2A) (Önleyici 1E),
Sağlamak 3 (1A 1C 1E), Uzman 3 (2A, 1E), Başlamak 2 (1B
1E), İş birliği 2 (1A 1E), Ortaya çıkmak 2 (2B), Yanında
olmak 2 (2E), Acil 1 (1A), Açmak 1 (1E), Başarmak 1 (1C),
Bir araya gelmek 1 (1E), Çözmek 1 (1E), Derhal 1 (1A),
Görüşmek 1 (1A), Harekete geçmek 1 (1B), Hazır olmak 1
(1E), İncelemek 1 (1B), Kaldırmak 1 (1E), Müdahale 1
(1Dn), Oluşmak 1 (1E), Ortaya koymak 1 (1C), Seferber 1
(1E), Yüz yüze 1 (1A)
Hürriyet
207
Yeni 21 (6A 11C 1Dn 3E), Değişmek 15 (1C 1Dn 4E)
(Değiştirmek 1B 3E) (Değişiklik 1A 1B 2E), Uygulamak 15
(6A 1Dn 3E) (Uygulama 1A, 4E), Takip 10 (2A 1C 1Dp 6E),
Çalışmak 8 (2A 1E) (Çalışma 3B 2E), Görev 8 (7C 1E),
Açmak 6 (6E), Korumak 6 (2E) (Korunmasız 1Dn)
(Korunma 1Dn 1E) (Koruyucu 1B), Model 6 (1A 5E),
Oluşmak 6 (1E) (Oluşturmak 1C 1Dt 3E), Proje 6 (2A 1B
2C 1Dp), İhtiyaç 5 (5E), Karar 5 (1A 3E) (Kararlı 1Dn),
Standart (getirmek) 5 (1A 4E), Getirmek 4 (1A 1C 2E),
Devam 4 (2C 2E) (yola devam 2C) (devam etmek2E),
Düzen 4 (1A) (Düzenleme 1Dp 2E), Söz vermek 4 (1C 3E),
Yapı 4 (2C) (aile yapısı 21E), Çözmek 3 (1E) (Çözüm 2E),
Denetim 3 (3E), Güç 3 (1E) (Güçlendirmek 1E) (Güçlü 1E),
Hayata geçirmek 3 (3E), Hız 3 (1C) (Hızlı 2E), İncelemek 3
(1A 1B) (İnceleme 1B), Kurmak 3 (2C 1E), Adım 2 (1Dn
1E), Arkasında olmak 2 (1A 1E), Birebir 2 (2E), Birlikte 2
Gazete
119
Posta
109
Sabah
599
(1Dp 1E), Görüşmek 2 (1A, 1C), Hizmet 2 (2A), Hazır
olmak 2 (2E), Kaldırmak 2 (1C 1Dn), Temsil 2 (1Dt 1Dp),
Yapılandırma 2 (2C), Anında 1 (1A), Başarmak 1 (1E),
Başlamak 1 (1C), Bir araya gelmek 1 (1E), Derhâl 1 (1A),
Düzeltmek 1 (1E), Etkin 1 (1Dp), Gereğini Yapmak 1 (1E),
Güvenmek 1 (1E), İcraat 1 (1A), İhtisaslaşma 1 (1E), Kapı
açmak 1 (1C), Ortaya çıkarmak 1 (1E), Ortaya koymak 1
(1E), Önleyici 1 (1E), Performans 1 (1C), Sağlamak 1 (1C),
Seferber 1 (1E), Sunmak 1 (1A), Tedbir 1 (1E), Tek tek 1
(1K), Üstlenmek 1 (1C), Verim 1 (1C), Yürütmek 1 (1Dp)
Korumak 13 (13Dn), Çalışmak 11 (3FŞ 1Dn) (Çalışma 2A
3Dn 2E), Takip etmek 9 (2E) (takip 2A 5E), Hazırlamak 7
(4A 2E) (Hazır olmak 1E), Yapı 7 (2A 1C 2Dn 2E) (Aile
yapısı 2A 2Dn), Yeni 6 (6C), Danışman 5 (5A) (sosyal
danışman 1A, aile danışmanı 1A), Oluşturmak 5 (3A 2E),
Kurmak 4 (1A 3C), Çözmek 3 (3E), Getirmek 3 (1A 2C),
Görüşme 3 (3A), Önlemek 3 (3A), Adım 2 (2A) (büyük
adım 1, dev adım 1 A), Başlamak 2 (1A 1C), Birebir 2 (2A),
Değişim 2 (2Dn), Görev 2 (1A 4C), Güçlü 2 (1A)
(Güçlendirmek 1A), İncelemek 2 (2E), Tasarı 2 (2E),
Uygulama 2 (1A 1E), Uzman 2 (1Dn) (Uzmanlık 1A), Yüz
yüze 2 (2A), Başarmak 1 (1E), Beraber 1 (1E), Devam
etmek 1 (1Dn), Hayata geçirmek 1 (1E), İş birliği 1 (1E),
Kapı açmak 1 (1A), Kuvvetlendirmek 1 (1A), Taslak 1 (1E)
Hizmet 47 (37A 8C 2E), Çalışmak 43 (3A 10B 9C 2E)
(çalışma 7A 2B 2C 1Dp 7E), Yeni 35 (7A 24C) (yeniden 1A
1C 1E) (yenilemek 1A), Uygulamak 28 (6A 2C 4E 1Dp)
(uygulama 13A 1E), Başlamak 27 (16A 5B 2C 4E),
Korumak 25 (6A 5B 1C 2E) (Koruma 5A 5B), Getirmek 24
(13A 6B 4C 1Dp), Yapı 23 (13A 5C 5E) (aile yapısı 1C, 1E,
2A), Oluşturmak 23 (1E 4C 10A) (oluşmak 5A 3C), Kurmak
19 (11A 2B 4C 2E), Görev 17 (3A 2B 11C 1E), Görüşmek
17 (7A 5B 4Dp 1E), Düzenlemek 16 (4B 1C) (düzenleme
9A 1C 1E), Hazırlamak 16 (16A), Açmak 15 (13A 2E) (yolu
açılmak 1A, yol açmak 1A, kapı açmak 1A), Desteklemek
15 (2C) (Destek 7A 3E 3B) (sosyal destek 5A 1E), Sunmak
15 (12A 3C), Takip 15 (4A 1B 1C 9E), Değişim 12 (2A)
(değiştirmek 1A 4C 1E) (değişiklik 4A), Güç 11 (2E 2A)
(güçlük 2B) (güçlendirmek 2A 2C 1E), Uzman 11 (6A 5E),
Proje 11 (9A 1C 1E), Sağlamak 10 (6A 1B 3C), Devam
etmek 9 (5A 4E) (okula devam etmek 2E), Kaldırmak 9 (5A
1B 3C), Birlik 8 (2E) (birlikte 2A 4B), Model 8 (4A 4E),
Hız 6 (1A) (hızlı 2A 2C 1E), Standart 6 (6A), Yürütmek 5
(1A 1B 2C 1Dp), Adım 4 (3A 1Dp) (dev adım 1A), Birebir
4 (1A 3E), İhtisaslaşma 4 (4E), Ortaya çıkmak 4 (1B 1Dp)
(ortaya çıkarmak 2A), Tedbir 4 (2A 1B 1E), Yüz yüze 4 (2A
2Dp), Bir araya gelmek 3 (2A 1B), Çözüm 3 (3B), Harekete
120
geçmek 3 (2A 1B), Önlem 3 (1A 1C 1E), Beraber 2 (1A 1C),
Denetim 2 (2A), Elden geçirmek 2 (1E 1A), Etkin 2 (2C),
Güvenlik 2 (2A), Hayata geçirmek 2 (2E), İş birliği 2 (1A
1E), Geliştirmek 2 (1A 1C), Kalkan olmak 2 (2E),
Kavuşmak 2 (1A 1C), Kuvvet 2 (1E) (kuvvetlendirmek 1A),
Söz vermek 2 (2A), Verimli 2 (2C), Acil 1 (1E), Anında 1
(1A), Düzeltmek 1 (1C), Etkili 1 (1A), İnceleme 1 (1B),
Kucaklamak 1 (1E), Kurtarmak 1 (1B), Tek tek 1 (1A),
Üstlenmek 1 (1C), Yanında olmak 1 (1E), Yapıcı 1 (1A)
Tablo 3.2: Aile kavram alanı
Sayısal Sözcükler
Değer
Habertürk 91
Aile 28 (3A 8B 3Dn 14E) (ailenin korunması 1A, aile içi
şiddet 1B, aile birliği 1Dn), Evlilik 8 (2A 2B 2Dn) (Evli 1B
1C), Anne 7 (4B 3E), Çocuk 7 (1A 4B 1C 1E), Eş 6 (1A 3C
1Dt 1E), Kız 5 (2B 1Dt 2E), Sevgili 4 (4B), Koca 3 (1A 2B),
Yakın 3 (1A 2B) (akraba 2B) (ilişki 1A), Evlat edinmek 2
(2A), Evlenmek 2 (2B), Sevgisizlik 2 (2B), Ağabey 1 (1B),
Akraba 1 (1B), Baba 1 (1E), Bebek 1 (1B), Beraberlik 1
(1A), Birlik 1 (1A), Boşanmak 1 (1A), Doğmak 1 (1K),
Doğurmak 1 (1B), Nişanlı 1 (1A), Nişanlılık 1 (1A), Oğul 1
(1B), Sevgi 1 (1B), Yeğen 1 (1B)
Hürriyet
32
Çocuk 13 (4A 2B 1C 6E) (kimsesiz çocuk 2A 1E), Aile 5
(1Dn 4E), Eş 4 (3A 1E), Anne 2 (1B 1E), Ağabey 2 (1B)
(Abi 1E), Evlat 2 (2E), Baba 1 (1E), Dede 1 (1B), Kız kardeş
1 (1B), Yakın 1 (1B)
Posta
81
Aile 49 (14A 13Dn) (aile değerleri 15Dn, aile yapısı 2A
2Dn, aile birliği 1Dn, aile sistemi 1Dn, Türk ailesi 1A),
Çocuk 8 (8Dn) (kız çocuk 1Dn) (çocuk sahibi olmak 1Dn),
Eş 7 (7A), Evlilik 6 (3A 3Dn), Boşanma 2 (1Dn 1A), Çift 2
(2A), Evlenmek 2 (2A) (evlenecek çift 1A), Koca 2 (2A),
Ağabey 1 (1B), Akrabalık 1 (1Dn), Ebeveyn 1 (1Dn)
Sabah
340
Aile 63 (41A 8B 10C 1Dp 3E) (aile yapısı 1C 2E, ailenin
korunması 1C, aile içi şiddet 1A 1E, riskli aile 5A, Türk
ailesi 1A, şehit ailesi 3B), Çocuk 56 (33A 12B 1C 10E),
Anne 51 (2A 47B 2E), Baba 25 (3A 21B 1Dp), Eş 23 (14A
8B 1E), Bebek 22 (22B), Evlenmek 20 (9A 7B 2C 2Dp) (evli
1B) (evlilik 4A) (evlenecek çift 2A 1C), Kız 11 (1A 10B)
(kız kardeş 2B), Koca 11 (5A 6B), Oğul 11 (11B), Yakın 9
(3A 5B 1C), Yavru 9 (8B 1E), Kardeş 8 (4A 3B 1C) (kız
kardeş 2B), Doğurmak 7 (3B) (Doğum 4B), Evlat 5 (2B)
(evlat edinmek 3A), Ağabey 2 (1B 1Dp), Nişanlılık 2 (1A)
(nişanlı 1A), Beraberlik 1 (1A), Boşanmak 1 (1A), Dede 1
(1B), Ebeveyn 1 (1A), Kız çocuk 1 (1E)
Gazete
121
Tablo 3.3: Şiddet kavram alanı
Sayısal Sözcükler
Değer
Habertürk 80
Şiddet 27 (18A 4B 2Dn 1Dt 2E), Taciz 11 (11B),
Uygulamak 8 (8A) (şiddet uygulayan erkek 2A, şiddet
uygulayan kişi 6A), Ölmek 7 (2B 2Dn 1E) (Ölüm 1B 1E),
Mağdur 6 (5A 1Dt), Zarar vermek 4 (1A 3Dn), Dayak 3
(1Dt) (Dayakçı 1A 1B), Dövmek 3 (3B), Cenaze 2 (2B),
Cinayet 2 (1A 1E), Kıtır kıtır kesmek 2 (2E), Kurban 2 (2B),
Şehit 2 (2B), Tecavüz 1 (1A)
Hürriyet
30
Şiddet 20 (12A 2Dp 6E), Mağdur 4 (4A), Cenaze 2 (2B),
Cinayet 2 (2E), Dayak 1 (1A), Şehit 1 (1B)
Posta
24
Şiddet 11 (6A 2Dn 3E) (kadına şiddet 4A 1Dn, çocuğa
şiddet 1Dn), Ensest 2 (2Dn), Ölmek 2 (2B), Cenaze 1 (1B),
Dayak 1 (1Dn), Dövmek 1 (1Dn), İtip kakmak 1 (1A),
Mağdur 1 (1Dn), Maruz kalmak 1 (1E), Mezar 1 (1B), Suç
(cinsel) 1 (1Dn), Zarar vermek 1 (1Dn)
Sabah
236
Şiddet 63 (34A 9B 1C 15Dp 4E), Şehit 54 (53B 1C), Cenaze
19 (2A 17B), Kurşun 13 (11B) (Kurşun yağdırmak 1B)
(kurşunlanmak 1B), Maruz kalmak 10 (3A 2B 5Dp), Ölmek
9 (6B 1E) (öldürmek 1A 1B), Tecavüz 9 (8A 1PY), Cinayet
8 (3A 3B 1C 1E), Dayak 8 (7A 1B), Mezarlık 8 (1A 7B),
Taciz 8 (8A), Mağdur 7 (3A 2B 1Dp) (mağduriyet 1E),
Dövmek 4 (1A 3B), İstismar 4 (4A), Hayatını kaybetmek 3
(3B), Tehdit 2 (2A), Ensest 1 (1Dp), İtip kakmak 1 (1A),
Kurban 1 (1B), Vefat 1 (1E), Gazi 1 (1B), Tokat vurmak 1
(1A), Zarar 1 (1B)
Gazete
Tablo 3.4: İnsan kavram alanı
Sayısal Sözcükler
Değer
Habertürk 68
Kadın 53 (10A 17B 28C 1Dn 4Dt 5E) (kadın milletvekili 9C
1B 1E, kadın bakan 4B 2C 1B, kadın temsili 2C 1E, kadın
hakları 1C, kadına şiddet 1A 1B), Erkek 14 (4A 2B 6C 2E),
Özürlü 1 (1E)
Hürriyet
65
Kadın 52 (10A 2B 8C 17Dn 15E) (Kadın bakan 5C 4Dp,
kadının/kadınların bakanlığı 2C 3E, Kadın hakları 1C 2Dn,
Kadın hareketi 1C, Kadınların mücadelesi 3E 2A, Türk
kadını 1Dn, fuhuş yapan, şiddet gören veya ekonomik
Gazete
122
Posta
27
Sabah
122
güçlüğü olan kadın 3E 2A, kadına yönelik şiddet 1A 1Dp,
şiddete uğrayan kadın 1E), Yaşlı 5 (3E 2A), Engelli 3 (1B
1A) (Özürlü 1E), Erkek 3 (2A 1E), Genç 1 (1B), Hasta 1
(1E)
Kadın 10 (5A 5Dn) (kadın hakları 1Dn, Kadına şiddet 5A),
Eşcinsel 6 (4Dn) (eşcinsellik 2Dn), LGBT 6 (6Dn),
Heteroseksüellik 2 (2Dn), Yaşlı 2 (2E), Erkek 1 (1Dn)
Kadın 98 (39A 29B 20C 10E) (kadın milletvekili 2C 1A,
kadın bakan 2C, kadınların bakanlığı 1C, kadına şiddet 1C,
kadın cinayeti 1C, kadına şiddet 9A 3B 1Dp), Erkek 11 (2C
6A 2E 1B), Engelli 6 (3C 2A 1B), Hastalık 3 (2A) (hasta
1E), Genç 2 (2A), Ataerkil 1 (1A), Özürlülük 1 (1C)
Tablo 3.5: Hukuk kavram alanı
Sayısal Sözcükler
Değer
Habertürk 51
Polis 9 (6B 2Dn 1Dt), Yasa 9 (4A 1E) (Yasal 1A 1B 2E),
Karar 6 (5A 1B), Mahkeme 6 (4B 2E) (Aile mahkemesi 2E),
Yetki 4 (1A 3E), Kanun 3 (2A, 1B), Ceza 2 (2A), Duruşma
2 (2A), Hak 2 (1C 1Dp) (kadın hakları 1C), Mevzuat 2 (2A),
Cezaevi 1 (1B), Hapis 1 (1A), Suç 1 (1A), Tasarı 1 (1A),
Taslak 1 (1A), Yasakçı 1 (1E)
Hürriyet
49
Yasa 12 (1Dn 5E) (Yasal 6 1A 5E), Polis 11 (9A 2E), Hak
10 (2A 1C 4Dn 3E) (İnsan hakları 2Dn, Kadın hakları 1C
2Dn), Ceza 3 (2A, 1E), Eşitlik 3 (3D) (cinsiyet eşitliği 2Dn,
fırsat eşitliği 1Dt), Kural 3 (3E), Mahkeme 2 (2E), Haksızlık
2 (1A 1E), Yetki 2 (2E), Taslak 1 (1Dn)
Posta
19
Hak 12 (1A 11Dn) (insan hakları 8Dn, kadın hakları 1Dn,
LGBT hakları 1Dn), Karar 3 (3Dn), Hukuki 2 (1A 1Dn),
Kararname 1 (1C), Yetki 1 (1C)
Sabah
90
Karar 15 (8A 1B 1C 2E) (kararname 3C), Ceza 13 (12A)
(cezaevi 1A), Taslak 9 (9A), Hapis 8 (7A), (hapishane 1A),
Kanun 6 (3A 3E), Yasal 6 (3A 3E), Hak 5 (2A 3E) (yaşam
hakkı 2E, insan hakları 1E), Mahkeme 5 (2A 1C 2E) (aile
mahkemesi 1C 2E), Tasarı 5 (5A), Yasa 4 (3A 1E), Yetki 4
(2C 2E), Hukuki 2 (2A), Polis 2 (2A), Suç 2 (2A), Yasak 2
(2A), Kural 1 (1A), Yasama 1 (1A)
Gazete
Tablo 3.6: Sosyal politika kavram alanı
Gazete
Sayısal Sözcükler
Değer
123
Habertürk 29
Hürriyet
38
Posta
Sabah
5
111
Destek 9 (4A 2B 3E) (sosyal destek 2A 1E, ekonomik destek
2A 2E), Yardım 7 (2A 5B) (maddi yardım 7), Eğitim 5 (3C,
2E), İhtiyaç 4 (1A 1B 2E), Sığınma evi 3 (3A), Sosyal devlet
1 (1E)
Sığınma evi 19 (7A 12E), Yardım 4 (3A 1E), Huzurevi 3
(2A 1E), Üniversite 3 (1A 2E), Nüfus 2 (2E), Yuva 2 (1A,
1Dp) (çocuk) (kreş 1E), Bakımevi 2 (1A 1E), Dershane 1
(1E), Meslek kursu 1 (1E), Yurt 1 (1E)
Eğitim 4 (4A), Sosyal politika 1 (1E)
Yardım 23 (7A 3B 13C) (sosyal yardım 12C, yardım eli
uzatmak 1A), Eğitim 13 (4A 1B 1C 7E), Sığınma evi 12
(12A), Yoksulluk 10 (4C), (yoksul 1A 5C), Gelir 9 (3A 6C),
Danışman 6 (sosyal danışman 1, aile danışmanı 1)
(danışmanlık 1C), İhtiyaç 5 (1A 2B 2E), Nüfus 5 (2A 3C),
Huzurevi 4 (4A), Okul 4 (4E), Yurt 4 (4A), Mesleki eğitim
3 (1C 2E), Tedavi 3 (3A), Terapi 3 (3A) (aile terapisi 1A,
evlilik terapisi 1A), Üniversite 3 (1A 2E), Bakım evi 2 (2E),
Sosyal Politika 2 (2C)
Tablo 3.7: Çatışma kavram alanı
Sayısal Sözcükler
Değer
Habertürk 20
Sorun 7 (4B 3E), Mücadele 5 (1Dn 4E) (topyekûn mücadele
1E), Çare 3 (1B) (Çaresiz 1B) (Çaresizlik 1E), Mesele 3
(1Dn 2E) (Kadın meselesi 1E), Sıkıntı 1 (1E), Tehlikeli 1
(1B)
Hürriyet
21
Ayrım yapmak 5 (3A 1E) (Ayrımcılık 1A), Güçlük 5 (2A
3E), Mücadele 5 (1C 4E) (kadınların mücadelesi 3E 1C),
Sorun 4 (4E), Müdahale 1 (1A), Risk 1 (1A)
Posta
27
Mücadele 6 (6E) (topyekün mücadele 1E, topyekün ve
toplumsal mücadele 1E), Mesele 5 (2Dn 3E), Sorun 5 (2A
1Dn) (sorunlu 2A), Tartışmak 4 (1Dn 1A) (tartışma 2A),
Terapi 3 (3A) (aile terapisi 1A, evlilik terapisi 1A), Problem
2 (1A) (problemli 1Dn), Sıkıntı 1 (1A), Tehdit 1 (1Dn)
Sabah
54
Sorun 13 (3B 1C 4E) (sorunlu 5A), Saldırmak 12 (1B)
(saldırı 11B), Mücadele 7 (4A 2C 1E) (2 yoksullukla
mücadele 2C, şiddetle mücadele 1E 2A, topyekûn mücadele
2A), Riskli 6 (1A) (riskli aile 5A), Tartışmak 6 (2A)
(Tartışma 4A), Tehlike 4 (3A 1B), Mesele 2 (2C), Müdahale
2 (1A 1B), Problem 1 (1A), Sıkıntı 1 (1A)
Gazete
124
2. ŞEKİLLER
Şekil 1 (Hürriyet, 2011)
125