Nothing Special   »   [go: up one dir, main page]

Academia.eduAcademia.edu

1299 – 1520 YILLARI ARASI OSMANLI DENİZCİLİĞİ

Denizlerdeki ilk temasların ardından genişleyen coğrafya ve siyasi hinterlandın caydırıcı bir kudrete ihtiyacı vardı. Oğuz Türkleri bunu Batı Anadolu’daki gelişmelerin ardından hızla fark etmiş ve denizcilik alanındaki gelişmeleri yakından takip ederek bu gücün önemini benimsemişlerdir. Nitekim Osmanlılar, cihan tarihinin en önemli siyasi ve içtimai teşekkülü olan Devlet-i Aliyye-yi Osmaniye’yi esasen denizlerdeki üstün kazanımları ile yüceltebilmişlerdi. Özellikle Yıldırım Beyazıd ile gelişen Osmanlı deniz gücü II.Mehmet , I.Selim ve I.Süleyman dönemlerinde nitelikli denizcilerin Osmanlı donanmasına kazandırılmasıyla birlikte sınırların genişlemesinde oldukça etkili oldu. Cihan devleti kapsamında Osmanlı deniz gücü Batı’da bir telaşa sebebiyet verdi. Bu kapsamda çalışmamızda Osmanlılar’ın denizlerdeki gelişimi, siyasi ve askeri münasebetleri ve Osmanlı coğrafyasının genişlemesinde deniz gücünün rolü ve niteliği hakkında duracağız.

1299 – 1520 YILLARI ARASI OSMANLI DENİZCİLİĞİ Turgut KILIÇ* ÖZET Denizlerdeki ilk temasların ardından genişleyen coğrafya ve siyasi hinterlandın caydırıcı bir kudrete ihtiyacı vardı. Oğuz Türkleri bunu Batı Anadolu’daki gelişmelerin ardından hızla fark etmiş ve denizcilik alanındaki gelişmeleri yakından takip ederek bu gücün önemini benimsemişlerdir. Nitekim Osmanlılar, cihan tarihinin en önemli siyasi ve içtimai teşekkülü olan Devlet-i Aliyye-yi Osmaniye’yi esasen denizlerdeki üstün kazanımları ile yüceltebilmişlerdi. Özellikle Yıldırım Beyazıd ile gelişen Osmanlı deniz gücü II.Mehmet , I.Selim ve I.Süleyman dönemlerinde nitelikli denizcilerin Osmanlı donanmasına kazandırılmasıyla birlikte sınırların genişlemesinde oldukça etkili oldu. Cihan devleti kapsamında Osmanlı deniz gücü Batı’da bir telaşa sebebiyet verdi. Bu kapsamda çalışmamızda Osmanlılar’ın denizlerdeki gelişimi, siyasi ve askeri münasebetleri ve Osmanlı coğrafyasının genişlemesinde deniz gücünün rolü ve niteliği hakkında duracağız. Anahtar Kelimeler; Osmanlı Deniz Gücü, Osmanlılar, Yükseliş Dönemi Denizcilik Faaliyetleri, Ege Adaları, İstanbul’un Fethi Ve Donanma, Venedik, Hızır Reis, Turgut Reis, Fetret Dönemi Donanma, Türkler Ve Denizcilik. I. I. Osman Gazi Ve Orhan Gazi Dönemi I. I. I. Osman Gazi Dönemi Osmanlılar, Oğuzların Kayı boylarından küçük bir aşirettir. Moğol istilası üzerine Ertuğrul Gazi’nin önderliğinde Türkmenistan’dan batıya, Anadolu'ya doğru gelerek o sırada Anadolu Selçuklular’ın başında olan büyük Türk Hakanı Alâeddin Keykubad’ın sallarında savaşmışlardır. Bu savaşlarda gösterdikleri başarılardan dolayı, bugünkü Eskişehir-Bilecik-Kütahya illerinin birleştiği topraklar, Söğüt’ten Domaniç’e kadar uzanan yayla kendilerine yurt olarak verilmiştir. * Maramara Üniversitesi, Tarih Bölümü, Yeniçağ Tarihi Yüksek Lisans Öğrencisi Yaşar Yücel - Ali Sevim, Türkiye Tarihi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1990, s.168. Başlangıçta Ertuğrul Bey’in aşireti, büyük Uç Beylikleri’ne (sırasıyla Çobanoğulları ve Germiyanoğulları) tabi idi. Ancak Ertuğrul ve Osman Beylerin dehaları ve tarihi fırsatları yakalayabilmeleri sayesinde Osman Bey’in beyliğinin ortalarına doğru Osmanlılar, büyük uç beyliği olmuşlardır. Selçuklu Devleti’nde Uç Beyliklerinin vazifesi, devletin sınırını korumak ve Hıristiyanlara karşı cihat etmekti. Ertuğrul Bey 1281 senesinde vefat etti yerine oğlu Osman Bey geçti. İmparatorluğa ismini veren Osman Bey'in babası Ertuğrul Gazi, Onun babası Gündüz Alp (veya Süleyman Şah) Onun babası Kaya Alp, Onun babası Gündüz Alp'tir. Osman Bey ve Orhan Bey zamanlarında İlhanlılara (Tebriz) ve dolayısıyla Moğol Büyük Kağanına (Pekin) tabi olan Osmanoğulları, daha sonra bağımsızlıklarını kazanmışlar ve 1335 yılında Orhan Bey, Anadolu beylikleri arasında en kudretli ve itibar sahibi Türkmen beyi olarak, büyük Türk Hakanlığı tahtına hak kazanmıştır. Osman Bey döneminde bir devletçikten ibaret olan devlet, Orhan Bey’den itibaren bir devlet, 1.Murat’ın tahta geçmesiyle imparatorluk olmuştur. Yaşar Yücel - Ali Sevim, a.g.e. , s.170. Zamanında beyliğin küçüklüğünden dolayı farkına varılamayan bu küçük aşiretin, Osmanlı İmparatorluğu’na doğru giden yükselişinde; Osmanoğulları’nın, Anadolu topraklarında sahip oldukları stratejik konum yerinin yanı sıra, tarihte hiçbir hanedana nasip olmayan bir seri büyük dahi asker ve devlet adamı yetiştirmesi etkili olmuştur. Yaşar Yücel - Ali Sevim, a.g.e. , s.174. Böylece Oğuzlar, Selçuk Oğulları zamanında büyük Türk hakanlığını eskisinden büyük ve azametli bir cihan devleti haline getirmişler ve dünya tarihinin en büyük hanedanı olan Osmanoğulları, cihan tarihinin en önemli siyasi teşekkülü olan Türk- Osmanlı Devleti’ni kurmuşlardır. Oğuzların Yakın Doğu’ya müdahalesi ve Türkiye Devleti’nin kurulması, dünya tarihini alt üst etmiş ve ona bugünkü şeklini vermiştir. Oğuzların Anadolu’ya ve civar ülkelere (İran, Irak, Suriye, Kafkasya) gelmesi, Orta Asya’yı Oğuz nüfusundan tamamen boşaltmıştır. Kuruluştan Yıldırım Beyazıd hâkimiyetinin sonuna kadar olan dönemde Osmanlı denizciliği büyük bir varlık gösterememiştir. Aslında kara ordusu ağırlıkl olan Osmanlılar, deniz ve denizcilik kültürü içinde yoğrulmadıklarından, 1299 ile 1402 yılları arasında bu Beyliğin gelişmesini sağlayan; cihat (kutsal savaş) ilkelerine dayanan kara harekâtı idi. Özellikle 1354 yılında Gelibolu Yarımadası’na çıkılarak, zengin ve mümbit Rumeli topraklarında yeni kara parçaları fethetmek fırsatına kavuşulması Osmanlıların deniz faaliyetini geciktiren bir sebep olmuştur. 6 Nisan 1326 tarihinde Bursa zapt edildikten sonra Orhan Gazi, dikkatini Bursa gibi, iki mühim yerleşim yeri olan İznik ve İzmit’e çevirmiştir. İznik o devirde Bursa gibi büyük bir sanayi şehri, İzmit de bir ticaret limanı idi. Bu iki şehir alındığı takdirde Osmanlılar önemli şehirlere sahip olacaklar, Bizanslılar da Marmara havzasındaki en kuvvetli dayanak noktalarını kaybedeceklerdi. Bir tatlı su gölü kenarındaki bu sanayi şehri zapt edilmeden önce İzmit Körfezinin güney kıyıları Kara Mürsel Bey tarafından alındı. Yine Kara Mürsel Bey Kartal civarındaki Aydos ve onun kuzeyindeki Şamandıra’yı Osmanlı ülkesine ilave etmişti. Mustafa Cezar, Mufassal Osmanlı Tarihi, C. II, İskit Yayınevi, Ankara 1957, s.184. I. I. I. I. Osmanlıların Denizle İlk Temasları Bugünkü Eskişehir-Bilecik-Kütahya illerinin birleştiği topraklar; Söğüt'ten Domaniç’e kadar uzanan yayla, Osmanlıların ilk yurdu olmuştur. Bu tarihlerde Osmanlı Beyliği güneyinde, Germiyanoğulları, batısında Karasioğulları, doğusunda Candaroğulları; güneydoğusunda Ahi Cumhuriyeti bütün kuzeyinde de Bizans İmparatorluğu vardı. Karesi Devletim alarak Çanakkale’ye erişmek, İznik ile İzmit’i düşürmek, Boğaz’a çıkmak, Marmara’nın, Karadeniz’in ve Ege ile Akdeniz’in iki başını tutmak Osmanlı Devleti için ilk ve en önemli gereklilikti. Arif Büyüktuğrul, Osmanlı Deniz Harp Tarihi, c. I, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, İstanbul 1970, s.241. Ertuğrul Bey’in ölümünden (1281) sonra, ticaret yollarına hâkim olmak maksadıyla Bizans’la mücadeleye başlayan Osman Gazi; 1288 yılında İnegöl’ü, 1299 yılında Bilecik ve Yarhisar’ı almıştır. 1301 yılında ise, İznik Gölü’nün güneyinde Yenişehir kasabasını kurdular. Bu kasabanın kurulması, stratejik bakımdan çok değerli olan İznik Gölü ile İznik şehrinin fethini hazırlayan en önemli adımı teşkil eder. Cezar, a.g.e. , s.156. 1302 yılında Koyunhisar yöresi alınarak, Marmara’ya 15, İznik Gölü’ne 10 km. yaklaşılmıştır 1308 yılında yapılan akınlar sonunda; Lefke (Osmaneli), Gölpazarı, Yenipazar, Geyve, Göynük, Taraklı, Akyazı alınmış, Sakarya’nın Karadeniz’e kadar döküldüğü mevkiin yakınlarına kadar olan topraklar fethedilmiştir. Osman Gazi Hendek'i de alarak, Karadeniz’e 20 km. yaklaşmış, 1321 yılında Mudanya'yı alarak ilk defa Marmara'ya ulaşmıştır. I. I. I. II. İlk Osmanlı Amirali Karamürsel Bey İstanbul ve İzmit Körfezi çevresinde hüküm süren Bizanslılar, Bursa’nın Osmanlıların eline geçmemesi için şehre yardımda bulunmaya başladılar Orhan Gazi gerek Bizanslıların etkinliğini kırmak, gerekse Osmanlı Devleti’nin denizle ilişkisini temin için, babasının arkadaşlarının Kara lakabını verdiği Mürsel Alp’i, daha sonra kendi adını alacak bu bölgeyi zapt etmekle görevlendirdi. Karamürsel Alp, İzmit Körfezi'nin güney sahilinin fethi için görevlendirilmişti. Başarısı halinde münasip bir limanda gemiler inşa edecek, İzmit’in haberleşme ve ulaşımını kesmeye çalışacaktı. Karamürsel Alp verilen bu görevleri yapmayı başardı. Bunun üzerine fethettiği yerler kendi yönetimine verildi. Karamürsel kasabası onun tarafından kurulmuş, yönetim merkezi edinilmişti. Zamanında yapılan küçük gemilere Karamürsel adı verildi. Karamürsel Alp bugünkü Karamürsel yöresini, Osmanlı Devleti topraklarına kattıktan sonra kendisine tımar olarak verilen bu toprakların güney yakasına (bugünkü Pazar köyü) yerleşti. Burada, henüz Bizanslılarm yönetimi altında olan İzmit Körfez’ini kontrol etme görevini sürdürdü. Bir müddet sonra da deniz gücü kurulması konusunda Orhan Gazi'den emir alan Karamürsel Alp, Çanakkale boylarında hüküm süren ve denizcilikle uğraşan Türk Karesi Beyliği’nden getirttiği gemi ustalarıyla, bugünkü Kavak mevkiinde, Osmanlı Devleti’nin ilk tersanesini gizlice kurdu. Bölgede çok yoğun olan ormanlardan istifade ederek, iki yıl içinde Kadırgalardan oluşan ilk hafif donanmayı meydana getirdi. Başlangıçta Karamürsel limanı, 1339 yılından sonra İzmit (İznikmid) Limanı, 1390 yılına kadar Osmanlı Beyliği’nin ilk “Deniz Komutanlığı - Tersane Başkanlığı” olarak kalmıştır. İnalcık, a.g.m. , s.38.İzmit de güzel bir liman olup, civarında birçok ormanlar olduğundan büyük tersane olmaya imkânı vardı. Sultan Orhan’da tersane inşası için emir verdi. Sultan Orhan döneminde, İzmit Tersanesi küçük çapta deniz araçlarının yapımına elverişli hale getirilebildi. Ancak gemi inşasına muktedir ehliyetli insanları yetiştirmek için zamana ihtiyaç vardı. İnşa ettirdiği kadırgalarda görev alacak leventlerin eğitimlerini de üstlenen Karamürsel Alp, Kadırgalara Bizans arması çekerek, İzmit Körfezi ve civarını haraca kesen Bizans Kadırgaları içine sokmayı başardı. Osmanlı Türklerinin deniz gücü bulunduğundan haberi olmayan Bizans Kadırgaları, direklerinde kendi armalarını gördükleri ve tedbirsizce yaklaştıkları Osmanlı Kadırgaları tarafından gafil avlandılar. Büyüktuğrul, a.g.e. , s.246. Meydana getirdiği Karamürsel adı verilen hafif teknelerden mürekkep Osmanlı filosunun komutasının da kendisine verilmesiyle Osmanlı denizciliğinin başına getirilen Kara Mürsel Bey, ilk Osmanlı filosu ile İzmit Körfezimin ağzını Bizans donanmasına kapayarak, İzmit Kalesi’ne deniz yolu ile yapılan yardımı önlemiştir. Daha sonra da Prens Adalarını zapt etmek suretiyle Osmanlı denizciliğini Marmara’da hareketlendirmiştir. Karamürsel Alp, İzmit Körfezi Tiden Marmara Denizime ve Adalara kadar uzanan deniz kordonunu böylece denetim ve emniyet altına almıştır. Karamürsel Alp, Osmanlı Devleti'ne ilk kez deniz yolunu açan ve deniz gücü kazandıran gözü pek bir komutan olması nedeniyle, Osmanlı Devleti’nin ilk Kaptan-ı Deryası olma şerefini kazanmıştır. 1324 yılının sonlarında öldüğü tahmin edilmektedir. Tevfik İnci, Türk Deniz Tarihi ‘’Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Dergisi’’, sy.77, Ankara, 1974. s.91. Karamürsel’in Osmanlılar zamanındaki fethi, bir İznik, bir Bursa kadar önem taşıdı. Beylikten bir devlet, daha sonra da koca bir imparatorluk tesis eden Osmanoğulları’nın dünyaya hâkim olan kollarından birini teşkil eden deniz yolunun ilk açıldığı yerin Karamürsel olması, bu önemi iyice artırmaktadır. I. I. I. III. Kara Ali Bey Kara Mürsel Bey’in ölümü ile Osmanlı denizciliğinin başına Kara Ali Bey (Emir Ali) getirildi. Karamürsel Kayığı denilen süratli, uzun ve hafif teknelerle Mudanya’nın kuzey batısındaki İmralı (Kalolimno) Adası ile Marmara Adası, İnönü Beyi Kara Ali tarafından zapt edilerek, Bizans gemilerini gözetleyen bir üs haline getirildi (1324). Adaya Kara Ali’nin ismine izafeten Emir Ali, İmralı adası denmektedir. Fakat bütün bu faaliyet; bir deniz hareketi olmaktan ziyade, özellikle Bursa’nın alınmasını kolaylaştırmak için denizden gelen Bizans yardımını Marmara kıyılarına tam manasıyla hâkim olarak kesmekten başka bir şeye dayanmıyordu. Orhan Gazi zamanında Derya Kaptanı karşılığında kullanılan Emir-ül Bahir unvanı yerine de İzmit Sancak Beyi tabiri kabul edilmiş, bu makama da Emir Ali’den sonra Yusuf Bey getirilmiştir. I. I. II. Orhan Gazi Dönemi Ve Orhan Gazi’nin Fetihleri Orhan Gazi 1288 yılında doğdu ve Osman Gazi’nin ölümünden (1324/1326) sonra 36 yaşında beyliğin başına geçti Orhan Gazi, babasından kalan küçük ülkeyi büyük bir devlet haline getiren, beylikten hükümdarlığa doğru giden güçlü bir devlet adamıdır. Orhan Bey’in Ağabeyi Alâeddin Paşa, kendisini daha çok ilme, Orhan Bey ise politikaya, devlet işlerine ve savaşa vermişti İki kardeş el ele vererek Osmanlı Devleti’ni sağlam temellerle kurmaya çalıştılar. Orhan Bey, babası Osman Gazi’nin başlamış olduğu fetihlere devam ederek 1325 yılında Orhaneli’yi (Atranos), 6 Nisan 1326 yılında Bursa’yı aldı. 1329 yılında ise Osmanlı Devleti’nin 1077 yılından sonra ilk başkenti İznik şehrini fethetti. İdris Bostan, Osmanlı Denizciliği – Beylikten İmparatorluğa, Kitap Yayınevi, İstanbul 2015, s.24. İznik o zamanlar Bursa’dan önemli bir şehir olup, Bizans’ın İstanbul'dan sonra en büyük ikinci şehri idi. İznik’i geri almak isteyen Bizans İmparatoru ile Mayıs 1329 yılında Gebze-Darıca mevkiinde karşılaşan Orhan Gazi arasında Osmanlı tarihinin ilk önemli muharebesi, Pelekanon Meydan Muharebesi meydana gelmiş ve Boğaziçi’ne 40 km. mesafedeki bu savaştan zaferle çıkılmıştır. Orhan Gazi, fetihten sonra İznik’i, beyliğinin başkenti yapmıştır.1334 yılında Gemlik, 1335 yılında Armutlu fethedilmiştir. Bu fetihlerden sonra ticari etkinlikleriyle ünlü olan İzmit’in fethine sıra gelmişti. 1337 yılında İzmit de şiddetli bir kuşatmaya sonunda fethedildi. 1345 yılında Edremit, Edincik ve Balıkesir bölgesi ile Manyas Gölü ile Kapıdağ Yarımadası da Osmanlılaıa geçti. Böylece Osmanlıların kıyı hâkimiyeti İzmit'ten Edremit'e kadar uzamış oldu. Bostan, a.g.e. , s.27. Osmanlılar Çanakkale Boğazı’nın Anadolu kıyılarına sahip olunca, Ceneviz ve Venedik gibi iki büyük deniz devletiyle 1351 yılında ilk defa karşı karşıya kaldılar. Bu sırada kopan Ceneviz-Venedik savaşında Bizans da Cenevizlilerin safında yer almıştı. Savaşın devam ettiği 1351-1352 yıllarında Venedik filosunun taktik durum icabı olarak Osmanlı Beyliği kıyılarında demirlemiş ve çok uzun süre kalmıştır. Bu durum o dönemde Osmanlıların elinde kendi karasularını kontrol edecek bir filoları dahi olmadığını göstermektedir. Nitekim Venedikliler gibi Cenevizliler de Osmanlı karasularında hiçbir mukavemet ile karşılaşmaksızın demirlemişlerdi. Kumrular, a.g.e. , s. 59. Yalnız Ceneviz Amirali, Venedik Amiralimin aksine Orhan Bey’in yanına giderek hürmetlerini sunmuş ve onunla bir ittifak anlaşması bile yapmıştı. Savaş bittikten sonra da Orhan Bey, Ceneviz Cumhuriyeti’nin dostu olarak kalmıştı. 1352 yılında Marmara Adaları kuşatılarak alınmış, Bizans, Asya’dan ve Marmara’dan Trakya’ya atılmıştır. Bu suretle, Bizans’ın Karadeniz sahilindeki Şile ve Boğaziçi kıyıları hariç olmak üzere, İzmit Körfezi kıyılarında ve Kocaeli Yarım adasının diğer yerlerinde Bizanslıların başka toprağı kalmadı. Bostan, a.g.e. , s.34. Osmanlılar, Karesi Beyliği’nde yerleştikten sonra Çanakkale Boğazının Anadolu kıyısından Gelibolu Yarımadası’na çıkmışlardı. Ancak 1354 yılında sevkiyatın normal olarak gemilerle yapılması gerekirken. Sal ve Kelekler ile yapılması. Osmanlı filosunun yokluğunu bir kere daha göstermek bakımından önemlidir. Ayrıca, 13 yaşındaki Orhan Bey’in oğlu Şehzade Halil, İzmit Körfezi’nde kayıkla gezerken Foçalı Ceneviz Korsanları tarafından kaçırılması ve Bizans İmparatoru V.Johannes onu kurtarmayı üzerine alması Osmanlıların henüz denizde ne kadar zayıf oldukların göstermektedir. Osmanlılar, Ceneviz Korsanlarının karasularında dahi serbestçe dolaşmalarına engel olamıyorlardı. Orhan Gazi döneminde, 1352-1356 yılları arasında Gelibolu’nun tamamı, dolayısıyla Çanakkale Boğazı’nın iki yakası Türklerin eline geçti ve 1357 yılında yarımadanın dışındaki Trakya topraklarının fethine başlandı. O yıl. Bolayır, Şarköy. Malkara ve Keşan ile Çorlu ve Tekirdağ fethedildi. Aynı yıl Lüleburgaz da alınarak Kırklareli ile Edirne’ye giden yollar kapatıldı. Böylece Orhan Gazi Rumeli yarımadasının fethini tamamdı. 33 yıl hükümdarlık yapan Orhan Gazi 1356 yılında öldü. Bostan, a.g.e. , s.38. I. I. III. Orhan Gazi ve Osman Gazi’nin Deniz Siyaseti Çok iyi birer kumandan ve devlet adamı olan Osman ve Orhan Bey’ler ülkenin geleceğinin denizlerde olduğunu görmüştür. Özellikle Osman Bey’in donanma kurmak için Kara Mürsel Alp’i görevlendirmesi ve bugünkü Kavak mevkiinde, Osmanlı Devleti’nin ilk tersanesini kurdurması, onun denizlerdeki vizyonunun genişliğini gösterir. Bostan, a.g.e. , s.45. Osmanlı Beyliği’nin Anadolu ve Rumeli’de gittikçe artan ve Bizans'ı İstanbul surlarının içine sokan kuvveti, Ceneviz ve Venedik gibi büyük deniz devletleriyle münasebetlerin çok erken bir tarihte başlamasına sebep oldu. Bu durum, süratle ve şiddetle güçlü bir donanmaya ihtiyaç olduğunu ortaya çıkardı. Ancak, Osmanlı Devleti kuruluş yıllarında tam teşkilatlı bir donanma kuramamıştır. Bunun en büyük nedeni, Osmanlı fetihlerinin çok hızlı gelişmesi nedeniyle, donanma inşa etmeye yeterli vakit bulamamalarıdır. Ayrıca Osmanlılar denizciliğin tecrübeli ve teknik personel gerektirmesi nedeniyle, çok kısa bir sürede yeterli sayıda denizci personel yetiştiremediler. Selim Sırrı Altıer, Osmanlı Bahriyesinin Yelken Devri Ve Türk Korsanları, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1975, s.144. Anadolu hâkimiyeti mücadelesi yüzünden Ege’deki Kıyı Beyliklerinin Osmanlıları hasını saymaları da, onlara bu beyliklerden dostluk yoluyla kendi bayrakları altında toplayarak denizcilik tecrübelerinden faydalanmak imkânını vermedi. Yalnız Karesi Beyliği'nden bir dereceye kadar istifade edilebilmiştir. Bostan, a.g.e. , s.47. Kuruluş döneminde Osmanlı donanmasının gelişmemesinin diğer bir nedeni de Rumeli’ye çıkış hareketinin süratli ve başarılı olmasıdır. Rumeli’ye çıkış süratli olunca, Rumeli’de tutunabilmek ve fetihlere devanı edebilmek için kara ordusuna daha fazla önem verilmiş, bu yüzden denizde gösterdikleri faaliyet, kara harekâtını destekleyen küçük çapta hareketlerin ilerisine gidememiştir. Eğer Rumeli’ye çıkış süratli olmasaydı o zaman karada gösterilen bu gayretlerin denize yöneleceği ve Osmanlıların da diğer Türk kıyı beylikleri gibi önce Anadolu’nun sahillerini savunmak ve yeni fetihler için güçlü bir donanma inşa etmeye ihtiyaç duyacaklardı. Kumrular, a.g.e. , s.51. Neticede donanma için ilk büyük adını ancak I. Murat döneminde atıldı. Yıldırım Beyazıd döneminde ise, özellikle İstanbul’un zapt edilmesi esnasında, atılan bu adımların yeterliği olmadığı ve deniz kuvvetinin ne kadar önemli olduğu ve ne kadar büyük bir rol oynadığı görüldü. I. II. Murad Hüdavendigar Dönemi (I.Murad) I. II. I. Murad Hüdavendigar Orhan Gazi'nin vefatı üzerine bir süre karışıklık yaşayan Osmanlı Beyliği’nin başına 1362 yılında Murad Hüdavendigar (1326-1369) geçti. Sultan 1. Murad Anadolu'da birliği sağladıktan sonra, Rumeli cihetine yönelerek Osmanlıların, Avrupa'ya sağlam bir şekilde yerleşmesini sağladı. 1362 yılında Edirne fethedildi. Haçlı kuvvetlerine karşı 1364 yılında Sırpsındığı, 1371 yılında Çirmen zaferleri kazanıldı. Bu fetih ve zaferlerin sonunda Osmanlılar kesin olarak Avrupa'ya yerleşmiş oldu. Böylece Osmanlıların tesir sahaları bütün Balkanları içine alacak bir genişliğe erişti. Bulgaristan ve Sırbistan, Osmanlılara tabi olmayı kabul ettiler. Osmanlı kuvvetleri, üç koldan harekâta devamla Kuzey Makedonya, Niş, Manastır, Sofya ve Ohri'yi aldılar. Cezar, a.g.e. , s.291. Murat Hüdavendigar, bir taraftan Anadolu'da Türk birliğinin sağlanması mücadelesine devam ediyordu. Hamidoğuları Beyliğinden Akşehir, Beyşehir, Seydişehir, Yalvaç, Şarkikaraağaç ve Germiyanoğullarından da Kütahya, Tavşanlı, Emet, Simav ve çevresinin Osmanlılara geçmesi, Karaman-Osmanlı ilişkilerini gerginleştirdi. Çok geçmeden de iki devlet arasında savaş çıktı. İki Türk devleti arasında yapılan savaşta Karaman kuvvetleri çok ağır bir bozguna uğradı. Bu sayede Osmanlılar, bir süre bu beylikle olan sınırlarını emniyete aldılar. Diğer taraftan Osmanlıları Balkanlardan atmak üzere, Sırp, Macar, Ulah, Boşnak, Arnavut, Leh ve Çek kuvvetleri büyük bir Haçlı kuvveti oluşturarak, Osmanlıların üzerine yürüdü. 20 Haziran 1389 tarihinde Kosova'da yapılan savaşta Haçlı kuvvetleri büyük bir yenilgiye uğratıldı ancak Osmanlı Devleti sultanını kaybetti. Bu zafer sonunda Sultan Murad’ı Hüdâvendigâr, bir Sırp tarafından şehit edildi. Türk tarihinin çok önemli savaşlarından biri olan Kosova zaferi ile Balkan yarımadası asırlar boyunca Türk hâkimiyeti altında kaldı. I. II. II. Murad Hüdavendigar Döneminde İlk Deniz Teşkilatı Ve Tersaneler 1366 yılında, Mansur Bey, İzmit Sancak Beyliği’ne tayin edilmek suretiyle Osmanlı denizciliğinin başına getirildi. Bu sırada Pençik usulü ile toplanan Hıristiyan çocuklarının muntazam asker olarak yetiştirilmek üzere beyliğin elverişli bölgelerinde kışlalar yapılırken, Gelibolu’da da deniz askeri yetiştirmek için böyle bir kışla yapıldı. Toplanan bu çocukların bir kısmı, deniz askeri yetiştirmek üzere Gelibolu’daki kışlaya verilerek eğitimlerine başlandı. Böylece Osmanlılar’da da ilk defa düzenli deniz sınıfı askeri yetiştirilmeye başlanmış oldu. Bu sınıf askere “Azab” ismi verilmekle beraber, köprücülük ve lağımcılık gibi diğer kara hizmetlerinde kullanılanlardan ayırt edilebilmeleri için onlara “Bahriye Azabları” deniliyordu. Ancak Sultan Murat döneminde, şimdiki anlamda Deniz Piyadeleri demek olan bu kuvvet, Osmanlı donanmasının çekirdeğini teşkil ettiyse de, asıl gemileri idare edecek uzman personel, yani gemici sınıfının organizasyonu henüz yapılamamıştı. Bostan, Osmanlılar ve Deniz - Deniz Politikaları, Teşkilat Ve Gemiler, Küre Yayınları, İstanbul 2007, s.34. Osmanlı Devletimin ilk zamanlarında Karamürsel’de ve Karesi Beyliği’nin Osmanlı topraklarına katılmasından sonra Aydıncık (Edincik)’ta bir Tersane kurulmuştur. Her ne kadar, İzmit’in fethinden sonra burada da bir deniz üssu ve tersane kurulmuş ise de devrin güçlü savaş tekne tipleri yerine küçük ve hafif teknelerden meydana getirilen Osmanlı Armadası, bir savaş filosu hüviyetinden ziyade bir taşıma filosu niteliğine dönüşmüş idi. Osmanlı deniz kuvvetinin esas görevi, iki kıta arasındaki askeri nakliyat idi. Rumeli’de fetihler genişledikçe Çanakkale civarında karşı kıyıya yapılan sevkiyat sıklaşmaktaydı. Gerek bu kuvvetlerin Avrupa Kıtası’na nakliyatı, gerek Rumeli’de yapılan seferlerden sonra geriye dönüş için çok miktarda gemiye ihtiyaç olduğu gibi, bu trafiğin emniyetini sağlamak için de deniz kuvveti lazımdı. Durumu çok iyi kavrayan I.Murad, 1362 yılında Lala Şahin Paşa’ya verdiği bir fermanla gereği kadar gemi yapılmasını istemişti. İşte bu tarihten itibaren İzmit, Gelibolu ve Gemlik’te kurulan tersanelerde gemi yapımına başlandı. Bu gelişme Osmanlıların denizciliğe doğru attıkları ilk büyük adını sayılır ancak bu adım başlarda Osmanlının ihtiyacını karşılayamamıştır. Çünkü Osmanlı 1363 yılından sonra, Türk göçmenini Anadolu’dan Trakya’ya geçirirken Cenevizlilere 60.000 altın navlun ödemek zorunda kalmıştır. Bu durum Osmanlının savaş gemilerinde olduğu gibi deniz taşımacılığında da henüz yeterli seviyeye ulaşmadığının kanıtıdır. Bostan, Osmanlılar ve Deniz - Deniz Politikaları, Teşkilat Ve Gemiler, s.23. Osmanlıların deniz gücündeki bu eksikliği, özellikle 1366 yılında Gelibolu’yu kaybetmelerine yol açtı. Osmanlıların Rumeli’deki büyük fetihlerinin Bizans’ı tehdit ettiğini gören V. Johannes, bir taraftan Papa’ya başvurmuş, öte yandan annesinin yakın akrabası Savoie Kontu VI. Amadeo’nun desteğini temin etmişti. Hammer’a göre bu yaklaşımın doğruluğu tartışılmalıdır. Amadeo’nun desteği annesinin vasıtasıyla değil Osmanlı karşısında VI. Amadeo donanmasının zor durumda kalması buna sebebiyet vermiştir. Bu konu hakkında bk.Ortaçağ Türk Denizciliği ve Ege - Akdeniz Adaları’nın Fethi, Mert Pelindağ, Celal Bayar Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, Manisa 2000. Venedik de Bozcaada’nın kendisine verilmesi şartı ile bu ittifaka birkaç kadırga vermişti. Hristiyan donanması, 23 Ağustos 1366 tarihinde hiçbir mukavemet ile karşılaşmadan Gelibolu’yu ele geçirdi ve burasını Bizans’a devretti. Denizleri ihmal etmenin neticesinde, daha önce Bizanslılardan alınış olduğumuz Gelibolu’yu ancak 10 yıl sonra geri alabildik. Bostan, Osmanlı Denizciliği – Beylikten İmparatorluğa, .s79. I. III. Yıldırım Beyazıt Dönemi I. III. I. Yıldırım Beyazıt Yıldırım Beyazıd, büyük cesareti ile ün yapan ve savaşlardaki benzersiz sürati yüzünden Yıldırım unvanını alan Osmanlı padişahıdır. 1360 yılında Bursa'da doğan Yıldırım Beyazıd, babası Murat Hüdavendigâr'ın şehit düşmesi üzerine, 1389 yılında, Kosova zaferinin kazanıldığı savaş meydanında padişah oldu. Murat döneminde Rumeli yarımadasının fethedilmesi üzerine İstanbul üzerindeki Türk tehlikesi son derece artmıştı. Bu durum. Yıldırım Beyazıd'ın İstanbul üzerindeki hayallerini perçinliyordu ancak Yıldırım Beyazıd’ın İstanbul’a yönelmeden önce Anadolu’da halletmesi gereken meseleler vardı. Kosova seferine iştirak eden Anadolu beylikleri, I. Murat’ın ölmesiyle hakiki çehrelerini göstererek Osmanlıların Anadolu’daki en kuvvetli rakibi Karamanoğullarının liderliğinde bir ittifak meydana getirdiler. Bostan, Osmanlılar ve Deniz - Deniz Politikaları, Teşkilat Ve Gemiler, s.37. Beyliklerin bu hareketi yeni bir şey değildi. Daha 1381 yılında Osmanlı kuvveti beylikler üzerinde hissedilmeye başlamıştı. Bu sırada. Karesi Beyliği hariç Anadolu’da kurulan diğer tüm beylikler bağımsızlıklarını muhafaza ediyorlardı. Osmanlıların Avrupa Kıtası’nda olduğu kadar Anadolu’da da topraklarını genişletmeleri, Anadolu beylikleri için bir tehdit görünümündeydi. Bu yüzden 1386 yılında Karaman Hükümdarı kayınbabası ve Antalya’daki Tekeoğlu Murat’a karşı ayaklanmıştı. Karamanoğlu yenilmiş, fakat akrabalık yüzünden I.Murat tarafından affedilmişti. Teke Bey’i ise, topraklarını tamamıyla bırakarak Antalya Kalesi’ne çekilmişti. Hayati Tezel, Anadolu Türkleri’nin Deniz Tarihi, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Yayınları, İstanbul, 1973, s.73. 1389 yılında ise. Karamanlılar daha geniş bir ittifak meydana getirerek Aydın, Saruhan, Menteşe, Germiyan ve Teke Beylikleri’ni de saflarına katarak Osmanlı topraklarına taarruz ettiler. Bunun üzerine Beyazıd bunların üzerine yürüdü. Karaman ve Germiyanoğulları hariç diğer beylikler deniz ticareti ve korsanlıkla uğraştıklarından ellerinde Osmanlı kara gücüne dayanacak kuvvet yoktu. Bu yüzden bu beylikler 1390 yılında birbiri arkasından ortadan kaldırıldılar. Beyazıd önce Saruhan topraklarını harpsiz denecek bir şeklide zapt etti. Daha sonra Aydınoğulları üzerine yürüdü. Aydın Beyi, İsa Bey mukavemet etmeden teslim oldu. Aydınoğulları’ndan sonra Menteşe Beyliği’nin Palat (Palatia) ve Muğla şubeleri de alındı. Daha sonra Teke Beyliği’nin son tutanak noktası olan Antalya da alındı ve burası Osmanlı Devletimin Akdeniz’deki en önemli limanı oldu. Tezel, a.g.e. , s.80. Osmanlılar, beyliklerin fethi ile tüm Güneybatı Ege ve Akdeniz kıyıları ve bu beyliklerin deniz gücüne sahip olmalarına rağmen kıyı beyliklerin mevcut gemi/denizcilerini teşkilatlandırarak muntazam bir donanma meydana getirmeyi başaramadılar. Ancak Ege'de ve Marmara’da korsan gemileriyle harekât yapmaya devam ettiler. Asıl Osmanlı gemiciliğini kuracak elemanlar Ege kıyılarında değil, Akdeniz, sahillerinden gelen Türkler olacaktı. Tezel, a.g.e. , s.84. I. III. II. Yıldırım Beyazıt’ın Deniz Siyaseti Yıldırım Beyazıd’ın tahta geçmesiyle beraber Osmanlıların yaptığı hızlı fetih hamleleri güçlü bir donanmaya olan ihtiyacı iyice su yüzüne çıkardı. Bu hızlı fetihler Avrupa’da yankılar uyandırdı ve yeni bir Haçlı Seferi üzerinde görüşmeler başladı. Usta denizci olan Latin devletlerinin Osmanlılara karşı ittifakı Osmanlı devletinin yetersiz donanması nedeniyle, devletin Anadolu ve Rumeli atasındaki bağlantıyı kesebilir ve Osmanlı için tehlikeli sonuçlar doğurabilirdi. Bu durumu Yıldırım Beyazıd diplomasi ile çok güzel bir surette geçiştirdi. Beyazıd, bu devletlerin ve milletlerin arasındaki husumetten istifade ederek, onları kızdıracak hareketlerden kaçındı. O yıllarda Avrupa’nın bulunduğu siyasi ve politik durum, Osmanlılara yeni bir diplomatik ve askerî manevra sahası teşkil ediyordu. Papalığın gittikçe azalan nüfuzu Balkanlar’daki Ortodoks milletlerin Katolik Latinlere karşı düşmanlığı, Venedikliler ile Cenevizliler arasında Doğu Akdeniz hâkimiyeti yüzünden patlak veren savaşlar, bu milletlerin Osmanlı’ya karşı ittifaklarını önlemişti, Osmanlılar bu durumdan son derece mahirane manevralarla istifade ettiler ve bazen bir tarafı, bazen diğer tarafı destekleyerek, büyümeyi sürdürdüler. Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi, c.I, Üçdal Neşriyat, İstanbul, 1989, s.321. Öte yandan. Venedikliler ve Cenevizliler Osmanlı Devletine karşı hep ikiyüzlü bir siyaset izleyerek, bütün Haçlı seferlerine donanma ile katıldılar. Zor durumda olmalarından dolayı Cenevizliler, Osmannlılarla, Venediklilerden daha iyi geçindiler. Osmanlılar bu ikiyüzlü siyasete karşı mehter takımının adımları gibi iki ileri bir geri hamle yaparak, bu devletlerin elindeki toprakları mükemmel zamanlamalarla fethederken, bir taraftan da denizcilik alanında atılanlarını hızlandırdılar. Meselâ, Osmanlı akıncılarının hızlarını alamayarak fethettiği Kroya ve İşkodra kentleri Yıldırım Beyazıd tarafından Venediklilere iade edildi Yine bu yüzden; Haçlıların elinde bulunan Aşağı İzmir kalesine ve şehrine dokunulmadı. Batı Anadolu sahillerinin fethedilmesi sık sık bu sahilleri yağmalayan Haçlı korsanları ile problemlere sebep olunca Yıldırım Beyazıd bir dizi uygulama ile denizcilik alanında hamleleri başlattı. Gelibolu’da kadırgalar için bir liman kazıldı ve bir kule inşa edildi. Bu sırada Saruca Paşa komutasına verilen donanma, adalardaki korsan yataklarını vurdu. Yine Yıldırım Beyazıd, bölgedeki korsanlara yaptırım olarak Anadolu’dan adalara hububat ihracını yasakladı. Ali İhsan Gencer, Bahriye’de Yapılan Islahat Hareketler Ve Bahriye Nezaretinin Kuruluşu, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1985, s.184. Fatih’e kadar, mühim bir mesele olmasına rağmen donanmaya yeterince önem verilemedi. Kara savaşları, Bizans’ın fitneleri sonucu çıkan şehzade isyanları, Timur yenilgisi ve denizde alman mağlûbiyetler donanmanın gelişmesini geciktirdi. Düzenli kara ordusunun I. Murad zamanında teşkil edilmesine rağmen, düzenli bir donanma ancak Fatih döneminde oluşturulabildi. Kuruluş devrinde, hatta Fatih zamanında bile donanmada kara ordusu komutanları ve kara askerleri görev yapıyordu. Devlet, II. Beyazıd zamanına kadar denizciliği ve donanmayı kurumlaştıramadı. I. III. III. Yıldırım Beyazıt Zamanında Deniz Savaşları Ve Denizcilik Faaliyetleri I. III. III. I. Ege Adaları’na Sefer Yapılması Beyazıd, 1390 yılında Midilli, Sakız, Limni ve Rodos adasına yapılan hububat ihracını durdurarak bir nevi iktisadi abluka kurdu. Osmanlılar, 1390 yılının sonbaharında Kıyı Beylikleri’ndeki bazı korsan gemilerini bir araya getirerek Sakız Adası’nı bastı. Ardından Saruca Bey komutasındaki 60 gemilik bir filo, 12 Adalar, Eğriboz ve Attika kıyılarını vurdu. Ahmet Rasim Barkınay, Denizde ve Sahilde Bahriye, Deniz Basımevi, İstanbul 1951, s.82. Bu 60 korsan gemisinden oluşan Türk filosu daha sonraki donanma için basamak olamamıştır. Çünkü Türk tekneleri Venedik Donanması ile boy ölçüşebilecek duruma gelmemişti. Deniz muharebesi şöyle dursun, Beyazıd’ın en çok endişe duyduğu husus, Venediklilerin Anadolu ile Rumeli arasındaki geçidi denizden kapayarak Osmanlı Beyliği’nin Avrupa-Asya irtibatını kesmeleri idi. Bunu önlemek için de tıpkı babasının yaptığı gibi Venediklilere Osmanlı topraklarında ticaret imkânları hazırladı. Bostan, Osmanlılar ve Deniz - Deniz Politikaları, Teşkilat Ve Gemiler, s.67. I. III. III. II. Saruca Bey ve Gelibolu Deniz Üssü’nün Kuruluşu Yıldırım Beyazıd devrinin en önemli denizcilerinden biri olan Saruca Bey (?- 1451) Bahriye Beylerbeyliği yapmıştır. Gelibolu’nun stratejik önemi, güçlü bir donanmaya sahip Venedik tehdidi altında idi. Venedikli Kont Amadeo de Savoie’nin Osmanlı’ya karşı yapmış olduğu sefer sonunda denizde kazanmış olduğu başarılar, Gelibolu’nun deniz taarruzları karşısındaki zayıflığını ortaya çıkardı. Bu durum karşısında Yıldırım Beyazıd Gelibolu’da kuvvetli bir kale ve deniz üssü kurmaya karar verdi ve bu iş için Saruca Bey’i görevlendirdi. Büyük bir tersane kurularak faaliyete geçirilerek tersanede küçük çapta bile olsa standart kürek devri gemileri yapılmaya başlandı. Aynı zamanda Beyazıd’ın büyük oğlu Süleyman Çelebi’nin emri üzerine Negro Ailesinden bir Cenevizli de bu Şehzade’nin emrinde çalışarak Gelibolu’nun tam karşısına rastlayan Lâpseki’de de bir Hisar yaptırdı. İnşaatın 1401 yılında bitmesiyle, devletin resmi deniz üssü İzmit’ten Gelibolu’ya alındı. Saruca Bey, Çanakkale Boğazı Muhafızlığı ile Gelibolu Sancak Beyliği’ne atanarak Derya Kaptanlığı unvanını da aldı. Gelibolu Sancağı, bütün yarımadayı kapsadığı gibi, merkezi İzmit olan Kocaeli Sancağı ve Tersane’ye gerekli keresteyi verecek Karesi Sancağı’nı da içine alıyordu. Bu şekilde denizle ilgili Sancaklar bir araya toplanmışlardı. Tevfık İnci, Kadırgalar Devrinin Derya Kaptanları, Hanegah Yayınları, İstanbul 1974, s.154. Gelibolu Deniz Üssii’nün hizmete girmesiyle beraber Kaptan-ı Deryalık devri; de başlamış oldu. Selçukluların Bahriye Teşkilatı’nda; Derya Kaplanı anlamına karşılık olarak, Reis-ül-Bahr, Emir-üs-Sevahil gibi unvanlar kullanılmakta ve bu unvanları taşıyanlar da aynı zamanda sahip oldukları idari ve askeri yetkilerle deniz üslerinin bulunduğu sahil kesimlerinin de Sancak Beyi (Vali) durumunda idiler. Selçuklulardan intikal eden bu geleneğe göre, Orhan Gazi Dönemimde önce Karamürsel, sonra da İzmit, Emir-ül-Bahr/Emaret-üs-Sevahil unvanı ile Amiral Sancağı olarak kabul edilmiştir. İnci, a.g.e. , s.154. Gelibolu’da girişilen bu faaliyet, çok geçmeden tesirlerini göstermeye başlamıştır. Bir kere bu çok önemli stratejik nokta karadan savunulur bir hale getirildiği gibi, boğazı da kontrol edecek duruma gelmiştir. Nitekim 1390’dan önce Çanakkale Boğazı’nda serbestçe seyreden gemiler, muayene edilmeye ve karşı koyanlar tevkif edilmeye başlandı Venediklilerin “Mafgarya” dedikleri boğazı geçme izin kâğıdı bundan sonra yürürlüğe girdi. Ancak bu kurallar sürati fazla ve teçhiz edilmiş büyük gemilere karşı uygulanamıyordu. I. III. III. III. Beyazıt’ın İstanbul’u Kuşatması Ve Savaş Taktiği Yıldırım Beyazıd hükümdar olur olmaz İstanbul’u ele geçirme emellerini gizlememişti. Nitekim V.Johannes, başkentinin surlarını tahkim etmeye başlayınca, Osmanlı sultanının tehdidi karşısında bu tahkimatı derhal bozmak zorunda kalmıştı. İhtiyar Johannes üzüntü içinde ölerek tahtı, oğlu Manuel’e bıraktı. Manuel ile Yıldırım arasındaki iyi münasebetler bir süre sonra yeğeni Johannes’in tahtı ele geçirmek istemesi üzerine bozuldu. Bizans’ta istikrarsızlık yaratmak isteyen Beyazıd, Johannes’i destekliyordu. Tezel, a.g.e. , s.56. Beyazıd, 1394 yılı sonunda Osmanlı sultanı İstanbul’u sıkı bir abluka altına aldı. Bu suretle özellikle deniz yolu ile şehre yapılan hububat ihracatını durdurup İstanbul’un dayanma iradesini kırmayı planlamıştı. Ablukanın başarılı olması için deniz kontrolünü tesis ve idame edecek çok güçlü bir donanamaya ihtiyaç vardı. Yıldırım Beyazıd ise, eldeki donanmanın yetersizliği nedeniyle; bu abluka harekâtında küçük çapta bir filo kullanmıştır Bu nedenle Beyazıd’ın filosu büyük ve süratli İtalyan gemilerinin İstanbul’a yapılan yardımını kesmeyi başaramadı ye, abluka da başarıya ulaşamadı. I. III. III. IV. Osmanlı – Venedik İlişkilerinin Bozulması Ve Niğbolu Savaşı Osmanlı Venedik münasebetleri 1395 yılı sonundan itibaren bozulmaya başladı. Osmanlıların iki Venedik gemisini esir almaları üzerine Venedik Senatosu bir kuvvet gösterisinde bulunma kararını aldı. Senato, bunun için üç tanesi Girit’den olmak üzere on Galya’nın Kürekli bir savaş gemisidir. 25 oturaklı olup her küreğini 4-5 kürekçi çekerdi. Boyları gayet uzun, dar ve son derece süratli gemilerdir. 35 gemici, 196 kürekçi ve 100 savaşçısı vardı. Baş tarafında üç tane olmak üzere 13 topu bulunurdu. teçhiz edilmesine ve Eğıiboz Valisi’nin de Girit’den gelecek bu Galyalar’la birleşerek gemilerini seferber hale getirmesine karar verdi. 1396 yılının Şubat ayı sonunda Venedik’e giden Bizans Elçisi, Macar Kralı Sigismund ile Bizans imparatoru Manuel arasında yapılan antlaşmayı açıkladı Bu anlaşmaya göre kral Türklere karşı Mayıs ayında savaşa girmeye söz vermiş ve Bizans imparatoru kendi masraflarıyla 10 Galya, Sigismund‘da 3 Galya hazırlamak üzere taahhüt etmişlerdi. Bu anlaşmayı Venedik senatosu memnuniyetle karşılamış ve Osmanlıya karşı aldığı savaş kararını uygulamaya koymuştur. Daha sonra Bizans, Venedik, Macar Kralı Sigismund arasında yapılan bu antlaşmayı, Bizans’ın ısrarı neticesinde, Fransızlar ve Cenevizliler de onayladı ve Osmanlı Devletine karşı savaş kararı aldı. Venedik deniz harekâtında bulunmak üzere Tomasso Mocenigo’nun komutasına bir donanma verdi. Müttefik kuvvetleri Tuna vadisi üzerinden yürürken, bu filo da denizden harekete geçecekti. 4 Galya ve 8 gemi ile Ege’ye gelen Mocenigo’ya Rodos’dan da bazı tekneler katıldı. Daha sonra Eğriboz’a giden Venedik Amirali buradan da takviye aldı. Ayrıca Cenevizliler de Midilli’de bulunan gemilerini Mocenigo’ya emrine verdiler. Bu arada Kıbrıs ve Fransız filoları da Mocenigo donanmasına katıldı. Böylece müttefik Hristiyan donanması kendisine katılan büyük ve küçük bu teknelerle toplam 44 harp gemisine ulaştı. Bu büyük donanma karşısında Saruca Bey’in küçük filosu bir şey yapacak durumda olmadığından, Gelibolu Limanına çekildi, Hristiyan gemileri de hiçbir engelle karşılaşmadan Çanakkale ve İstanbul Boğazları’ndan geçip Karadeniz'e seyretti. Ancak denizden yapılan bu yardıma rağmen Yıldırım Beyazıd Niğbolu’da, 28 Eylül 1396 tarihinde çok büyük bir zafer kazandı. Haçlıların kara ordusunun başında bulunan Korkusuz Jean esir düştükten sonra: “Yemin ediyorum ki. bir daha Tiirklere karşı elimi silâhıma atmam’’ Erol Güngör, Tarihte Türkler, İz Yayıncılık, İstanbul 1999, s.103. diyerek Yıldırım Beyazıd’ın ve Türklerin savaş taktiğine ve savaşma arzusuna hayran kaldığını belirtmiştir. Savaş sırasında ve sonunda müttefik Hristiyanların gemileri ve Osmanlı gemileri arasında küçük çapta çarpışmalar oldu ancak herhangi bir netice alınamadı. Hatta Osmanlı donanması Karadeniz’den dönen müttefik gemilerin yollarını Çanakkale Boğazı’nda dahi keserek esir alamadı veya batıramadı. Bu da karada karşısında hiçbir kuvvet duramayan Osmanlının deniz gücünde ne kadar yetersiz olduğunu gösteriyor. I. III. III. V. İstanbul’un Fetih Çalışmaları İstanbul'un fethi arzusuyla yanıp tutuşan Beyazıd, Niğbolu Savaşı’ndan sonra, Bizans İmparatoru’na şehrin anahtarlarını teslim etmesini istedi fakat bu teklif reddedildi. Bunun üzerine, Osmanlılar İstanbul'u yeniden ablukaya aldı. Beyazıd bu ablukada 60 gemi kullanmaktaydı. Venedik de şehrin selameti ve kolonisinin emniyetini sağlamak üzere Ege’de bulunan Amiral Mocenigo’yu İstanbul’a gönderdi. Mocenigo 8 Galya ile Osmanlı deniz ablukasını yararak Haliç’e girmeyi başardı. Bunun üzerine Beyazıd kuşatmayı daha fazla ileri götürmedi. Necmettin Olgaç, Türk Denizciliğine Umumi Bir Bakış, Han Yayıncılık, Ankara 1988, s.78. Beyazıd, İstanbul’u fethi konusundaki bu başarısızlık onu yıldırmadı. Beyazıd, kuşatmalarda edindiği tecrübelerden sonra, İstanbul fethini gerçekleştirebilmek için kuvvetli bir donanmaya ve denizleri kontrol altında bulundurmaya ihtiyaç olduğunu anladı. Bu maksatla, Anadolu-Rumeli geçidinin ve Çanakkale Boğazı’nda geçiş emniyetini sağlamak, Bizans’a Ege Denizimden gelecek yardımı kesmek için Gelibolu Kalesi ve Limanı ile Lapseki Hasarı’nı yaptırdı. 1396 yılı sonu ile 1397 yılı başlarında, Karadeniz’den Bizans’a gelecek yardımı önlemek ve Bizans’ı ablukaya almak amacıyla, Göksu Deresi ağzındaki Jüpiter harabeleri üzerinde Güzelcehisar denen Anadolu Hisarı kalesini yaptırdı Ayrıca, kapasitesini artırmış olduğu Gelibolu Tersanesi’nde donanmasını büyütmek ve güçlendirmek için gemi inşa faaliyetlerini hızlandırdı. Bütün bu çalışmalar, kara stratejisinden deniz stratejisine geçişin başlangıcı oldu. Aslında Yıldırım Beyazıd, kuvvetli bir donanma kurmak yolunda hızla yürüyordu, ancak 1402 yılında Ankara Savaşı’nda Timur’a yenilgi buna engel oldu Bu yenilgi hem Osmanlı Devletimin fetret devrine girmesine hem de osmanlı denizciliğinin bir süre daha duraklamasına neden oldu. Zira Osmanlı Devleti yeniden istikrara kavuşuncaya kadar (1413) meydana gelen iç savaşlar dolayısıyla, Osmanlılar tekrar tam manasıyla kara ordusu hüviyetine büründü. I. III. IV. Ankara Savaşı ve Fetret Döneminde Osmanlı Donanması Kendisini Cengiz'in mirasçısı olarak gören ve Cengiz, İmparatorluğu topraklarının tamamına hâkim bir İslam devleti kurmak isteyen Timur, batıda hızla büyüyen Osmanlı Devleti’nin üzerine yürüdü Timur ve Beyazıd’ın orduları 20 Temmuz 1402 tarihinde Ankara civarında Çubuk Ovası’nda karşılaştılar Timur, Ankara savaşını kazanarak Osmanlı Devleti’ne çok büyük bir darbe vurdu ve Anadolu'yu tekrar parçaladı. Bu yenilginin sebepleri arasında, karşı tarafın da askerlik sanatı ve yiğitlik bakımından bu taraftaki Türke denk olması yanında, Osmanlıların o sırada henüz Anadolu birliğini sağlayamamış olmalarının rolü büyüktü. Yıldırım Beyazıd, Anadolu beyliklerine son vermişse de, beylik yapısını tam olarak ortadan kaldırmamıştı. Bununla beraber, Timur'un devleti onun ölümüyle dağılacak, fakat Osmanlıların kurduğu devlet, aradan on yıl geçtikten sonra, bütün şevket ve azametiyle devam edecektir. Hammer, a.g.e. , s.345. Ankara yenilgisinden sonra elde bulunan Osmanlı gemileri, Timur kuvvetleri tarafından takip edilen Beyazıd’ın büyük oğlu Süleyman Çelebi ile Sadrazam Alı Paşa ve yanındakileri Marmara kıyılarından Rumeli’ye geçmelerini sağladı. Böylece donanma Süleyman Çelebi’nin elinde kaldı. Süleyman Çelebi Edirne’ye yerleşerek Rumeli’de hâkimiyeti sağladı ancak elinde kalan donanmaya pek fazla önem vermedi ve taht mücadelesi esnasında ne nakliye, ne de harp gemisi inşa etti. Süleyman Çelebi donanmasının zayıflığının farkında olduğu için taht mücadelesi esnasında Venedikliler iyi geçinerek anlaşma yaptı. Bu suretle Rumeli kıyılarını Venedik tehlikesinden korudu. Süleyman Çelebi’nin ölümü (1410) sonrası yerine geçen Musa Çelebi’de aynı politikayı güttü. Bu dönemde Osmanlı denizcilik hareketleri tam bir durgunluk devresine girdi. Olgaç, a.g.e. , s.80. Timur kuvvetleri Ege ve Marmara kıyılarına ulaştıklarında Rumeli kıyılarına geçmeleri mümkün olmadı. Çünkü bu büyük kara kuvvetinin elinde gemiler bulunmadığından, Ege ve Marmara suları onlar için tabii bir sınır teşkil etti. Dolayısıyla Timur, Rumeli’ye geçmek gibi bir teşebbüste bulunmayarak Osmanlı Devlet i’ni bölme siyaseti uyguladı. Süleyman Çelebi’nin Rumeli’de hâkimiyetini sağladığı sıralarda Timur da İzmir’in aşağı kalesini zapt etti ve burasını Aydın ili ile birlikte Aydınoğlu Musa Bey’e verdi. Karamanoğlu Mehmet’i memleketine göndererek, beyliğini yeniden kurdurdu ve kendisine Antalya ve Alanya iskelelerini de verdi Diğer yandan Candaroğulları’ndan Sinop Emiri İsfendiyar Bey’in de sınırlarını genişleterek topraklarına Çankırı ve Kastamonu’yu kattı. Ege’deki diğer Türk kıyı beyliklerini de hürriyetlerine kavuşturdu. İlyas Bey’e Menteşe, Hızır Bey’e de Saruhan topraklarını iade etti. Şehabettin Gümüşdağ, Osmanlı Devletini Kuruluşu Hakkında Yeni Görüşler, İstanbul Yayınevi, İstanbul 1970, s.211. Timur’un tekrar oluşturduğu bu Kıyı Beylikleri de XV. yüzyılın ilk yarısında her hangi bir deniz faaliyetinde bulunmadılar. Çünkü beylikler yeni fetih yapmak yerine Osmanlı tahtını ele geçirmek isteyen şehzadelerin mücadelelerine ortak oldular. I. IV. Mehmet Çelebi Dönemi I. IV. I. Mehmet Çelebi Yıldırım Beyazıd'ın Ankara Savaşı’nda esir düşmesi ve çok geçmeden de esaret hayatına dayanamayarak, kederinden vefat etmesi üzerine (Mart 1403), şehzadeleri arasında taht kavgaları başladı. 1403 yılından 1413 yılına kadar devam eden ve Fetret Devri denilen bu süre sonunda, kardeşleri İsa, Musa ve Süleyman çelebilere galip gelen Mehmet Çelebi, Osmanlıları tekrar bir idare altında toplamayı başardı. 1413- 1421 yılları arasında, tek başına Osmanlı tahtım temsil eden Sultan Çelebi Mehmet, giriştiği muharebelere bizzat katılmasıyla meşhur oldu. Bu savaşlarda yara alan padişah, çok azimli, cesaretli ve dirayetli idi. Aydmoğullarını, Candaroğullanı ve Karamanoğullanı itaat altına aldı. Fetret devrinde elden çıkan Rumeli’deki toprakların büyük bölümüne yeniden sahip oldu. O dönemlerde Osmanlı Devleti‘nin birlik ve beraberliği için çok tehlikeleri boyutlara ulaşan Şeyh Bedreddin ve Mustafa Çelebi isyanlarını bastırdı. 35 yaş gibi devletine en verimli olabileceği çağda, kalp krizinden vefat etti (1421). Sultan Çelebi Mehmed oğlu II. Murad'a âdeta yeniden kurarak sağlam temellere oturttuğu bir devlet bıraktı. Bu sebeple kendisi, devletin ikinci kurucusu olarak bilinir. I. IV. II. Mehmet Çelebi Denizcilik Faaliyetleri I. IV. II. I. Venedik - Osmanlı İlişkileri Çelebi Mehmet, Osmanlı devletini yeniden istikrara kavuşturuncaya kadar denizcilik faaliyetlerine ara vermek durumunda kalmıştı. Ancak bu duraklama dönemi geçmişte edinilen tecrübelerle çabuk atlatıldı ve Mehmet Çelebi (1413 - 1421) kuvvetli bir donanma kurmak üzere çok başarılı adımlar attı. Hammer, a.g.e. , s.349. Beyazıd’ın deniz politikasını uygulamaya çalışan Çelebi Mehmet, her ne kadar Çanakkale Boğazı’na denizden de hâkim olmak istediyse de; üstün Venedik Denizciliği karşısında bu amacına ulaşamadı. Mehmet Çelebi, Venedik filolarının İstanbul ve Karadeniz ticaretini yürütmelerine engel olamadı. Ancak uyguladığı strateji ile Venediklilerin deniz gücünün tesirlerini, Osmanlıların kara gücü ile yok ederek bir kuvvet dengesi meydana getirdi. Mehmet Çelebi, o dönemin en büyük deniz gücüne sahip ülkelerinden biri olan Venediklilere olan ilişkilerini geliştirmeye çalıştı. Bu kapsamda, Süleyman ve Musa Çelebiler tarafından Venedik Cumhuriyeti ile yapılan resmi antlaşma, Mehmet Çelebi ve Venedik elçisi arasında yenilendi. Çelebi Mehmet, bu anlaşma ile Rumeli sahillerini ve Türk gemilerini, Venedik gemilerinden korumayı planlamıştı. Ancak Venedik kolonilerinin bu anlaşmayı kısa bir süre sonra bozdu. Venedik senatosunun anlaşmayı bozan kolonilere engel olmaması üzerine Venedik-Osmanlı ilişkileri ters gitmeye başladı ve Osmanlı sultanı Venediklileri baş düşmanı olarak görmeye başladı. Hammer, a.g.e. , s.351. I. IV. II. II. Osmanlı – Venedik Deniz Savaşları Anlaşma hükümlerine sadık kalmayan Ege’deki Venedik kolonileri, zayıf olan Türk gemilerine saldırmaya başladı. Başta Pietro Zeno’nun bulunduğu Naksos Adası (Kiklat Adaları’ndan) dukalığı olmak üzere Venedik kolonileri, sayısı az Türk ticaret gemilerine nefes aldırmıyorlardı. Kolonilerinin Türk gemilerine yaptığı hücumlara Venedik’in göz yumması, bu Cumhuriyeti Mehmet Çelebi’nin nazarında Osmanlı Devleti’nin baş düşmanı yaptı. Bu yüzden Mehmet Çelebi, Venedikliler ile mücadeleye karar verdi. Fuat Carım, Türklerin Denizciliği, Hüsna Yayınları, İstanbul 1965, s.54. Mehmet Çelebi, Gelibolu’da büyük bir gemi inşaatı faaliyetine başladı ve iki yıl içinde 13’ü kadırga ve diğerleri küçük tip teknelerden olmak üzere 112 gemiden oluşan bir donanma meydana getirdi. Kaptan Paşa unvanı ile Çalı Bey komutasına verilen bu donanma, Türk ticaret gemilerine yapılan akınlara misilleme olmak üzere, Ege Denizi’ne açılarak Naksos ve bu dukalığa tabi olan Paros, Melos ve Andros Adaları’nı tahrip ettikten sonra Eğriboz Adası’na da hücum etti. Osmanlıların bu büyük deniz seferi, Venedikliler ile olan politik dostluklara son verdi. Bostan, Osmanlı Denizciliği – Beylikten İmparatorluğa, s.214. Osmanlıların Ege Denizimdeki taarruzları ve Çanakkale Boğazı’m kontrol eder duruma gelmeleri Venedik’te büyük panik yarattı. Pietıo Loredano komutasındaki 15 büyük Kadırgadan oluşan filo 1416 yılının nisan ayında Ege’ye geldi. Venedik donanmasının amacı, çarpışmaktan ziyade Çanakkale Boğazı’nın Venedik ticaret gemilerine açık tutulmasını Osmanlılara kabul ettirmekti. Hatta bunun için Aııdrea Foscolo ve Dolcino Venici adında iki diplomat da getirmişti. Pietro Loredano 28 Mayıs’da Gelibolu açıklarına geldi ve Tomasso adındaki habercisini Çalı Bey’e göndererek maksadını açıkladı. Zaten harp resmen ilan edilmiş olmadığından, o gün çok sakin geçti. Ancak ertesi günü Boğazdan geçiş izni almış bir Ceneviz ticaret gemisi Venediklilerin taarruzuna uğradı. Bu olayın da Türk kara sularında olmasına tahammül edemeyen Çalı Bey, Gelibolu limanından çıkarak Venedik gemilerine doğru yöneldi. Pietro Loredano ise bunu bir harp ilanı sayınca. Osmanlı-Venedik devletleri arasında ikinci büyük deniz savaşı 29 Mavıs 1416 tarihinde başladı. Venedik donanması, Çalı Bey komutasındaki Osmanlı donanmasına karşı büyük bir zafer kazandı. Venediklilerin bu zaferi elde etmelerindeki en büyük neden Venedik gemilerinin Türk gemilerine nazaran üstün özellikte olmasıdır. Toplarla teçhiz edilmiş Venedik gemileri hem daha süratli hem de manevra kabiliyeti Osmanlı gemilerine göre üstündü. Zaferi getiren diğer bir neden de savaşı idare eden personelin gemicilik manevralarında büyük tecrübe sahibi olmalarıdır. Böylece Venedik’in deniz üstünlüğünü tanımak zorunda kalan Mehmet Çelebi, bir takım tavizler vererek barış yapmaya mecbur oldu. I. V. Sultan II. Murad Dönemi I. V. I. Sultan II. Murad Döneminde Denizcilik Faaliyetleri II. Murat 1421-1451 yıllarında hükümdarlık yaptı. Tahta geçmesiyle Ceneviz- Osmanlı ilişkileri daha ileriye gitmeye başladı. Sakız Beyi ve Foça muhafızı Giovanni Adorno, Osmanlı Sultanına ellerindeki bütün imkânlar derecesinde yardımcı olmuşlar ve II. Murat’ın düşmanlarına karşı ona, gereken desteği yapmışlardı. Bostan, Osmanlılar ve Deniz, Küre Yayınları, İstanbul 2007, s.119.142l’de II. Murat’ın Bursa’da Osmanlı tahtına oturmasından pek kısa bir süre sonra, Yıldırım’ın Şehzadelerinden Mustafa Çelebi de Edirne’de tahta oturmuştu. Böylece Anadolu’da genç Padişah II. Murat’a karşılık, Rumeli’de amcası Mustafa Çelebi hükümdar gözüküyordu ve Osmanlı yine taht kavgasına sürüklendi. Bostan, a.g.e. , s.124. Mustafa Çelebi, Marmara’nın Anadolu yakasında tek bir tekne bile bırakmadan, hepsini Gelibolu Deniz Üssü’ne çekmişti. Bu yüzden II. Murat, amcası Mustafa Çelebi ile hesaplaşmak üzere Anadolu ordusunu Rumeli yakasına geçirebilmek için Foça’daki Ceneviz gemilerinden faydalanma kararı aldı. 50.000 Duka altın ödemek suretiyle Ceneviz Podestası Adorno ile anlaşmaya vardı. Ceneviz Podestası, 7 Kadırga ve yeteri kadar nakliye gemisinden kurulu bir filoyu Lâpseki’ye getirdi ve II. Murat, Anadolu ordusu ile Gelibolu’ya bu yabancı filo ile geçti. Gelibolu Kalesi’ni zaptetti. Zaten Venedik filosu ile yapılan Gelibolu Savaşı’nda materyal ve personel bakımından fazlasıyla zayiat vermiş olan Osmanlı bahriyesinin geri kalanları da II. Murat tarafından yok edilmiş oldu. Bu olaydan sonra II. Murat, 1422 yılında Saruca Paşa’yı Derya Kaptanlığı’na getirdi. Bostan, a.g.e. , s.137. II. Murat, 8 Haziran 1422 tarihinde İstanbul’u kuşatmıştı. Bu kuşatma elde kuvvetli bir donanma bulunmamasından dolayı semeresiz kaldı. 1416 yılındaki Osmanlı-Venedik Deniz Savaşı’ndan sonra, Gelibolu Sancak Beyliği’ne atanan Hamza Bey, donanmayı eski durumuna getirememiş, ancak tersanenin tamiri ile meşgul olabilmişti. Böylece kuşatma cephesinin deniz kısmı açık kalmıştı ve Venedik gemileri şehre rahatça ikmal yapabiliyorlardı. İstanbul kuşatmasının netice vermemesi II. Murat’a kuvvetli bir donanmanın meydana getirilmesi gerektiğini bir kere daha göstermişti. İstanbul önünde uğradığı başarısızlıktan dolayı, hem Bizans’ı cesaretlendirmemek, hem de kırılan prestijini düzeltmek için, Osmanlı sultanı; Rum İmparatorluğu’nun ikinci başkenti sayılan Selanik’i kuşatmak teşebbüsüne girişti. Şehir karadan sıkı bir abluka altına alındı, fakat deniz cephesi gene açıkta kaldı. Selanikliler Venediklileri şehri teslim almaya davet ettiler. Selanik’in başında bulunan, hasta ve idarecilikten bıkmış olan Andronikos Paleolog, şehirdeki statü değişikliğine fazla mukavemet göstermeden Selanik’i 50.000 duka karşılığında Venedik Cumhuriyeti’ne sattı. (1423) İdris Bostan - Salih Özbaran, Türk Denizcilik Tarihi, c.2, Boyut Yayıncılık, İstanbul 2009. s.341. Bundan sonra Selanik adeta ikinci bir Venedik haline geldi. Şehirdeki bu değişiklik Osmanlı-Venedik ilişkilerini de büsbütün sertleştirdi. Matta Venedikliler bu değişikliği Osmanlılara zorla kabul ettirmek için bir kuvvet gösterisi bile yaptılar. Pietro Loredaııo komutasındaki bir filo Gelibolu önüne geldi (bu sırada Türk donanmasının ana kuvveti limanda yatan 3 kadırga’dan ibaretti), fakat Çanakkale Boğazımın her iki kıyısı Kara Kuvvetleri tarafından sıkı bir kordon altına alındığı için limandan içeri giremedi. Bunun üzerine Loredatıo Boğazdan çıkmak zorunda kaldı. Özbaran, a.g.e. , s.342. Gelibolu kalesi ve limanı savunulur bir hale getirilmişti. Venedik’in başlıca amacının Osmanlı kuvvetini yok etmek olduğunu anlayan II. Murat, babası Mehmet Çelebi gibi Venedik’i en tehlikeli düşman saymıştı. Osmanlı-Venedik münasebetleri kesilmiş bulunduğundan, Kuzey Ege ve Çanakkale Boğazı Venedik ticaret gemileri için tehlikelerle dolu bir bölge haline gelmişti. Bu yüzden Gelibolu’daki tersanede gemi inşaatı faaliyeti hızlandırılmaya ve Osmanlı kadırgalarının sayısını çoğaltılmaya başlandı. Özbaran, a.g.e. , s.344. IL Murat, 1422 tarihinden beri İzmir ve civarını elinde tutan Cüneyt’e karşı karadan taarruza geçti. Bu kuşatma esnasında, Çanakkale Boğazı’nı ablukaya almış olan Venedik filoları nedeniyle Osmanlı kadırgaları denize açılamadı, İpsdi (Doğanbeyli) Kalesi kuşatmasındaki deniz kuvveti eksikliği. Foça Muhafızı Adorno’nun halefi Percivale Pallacini taralından giderilmiş ve üç Ceneviz kadırgası İpsili’nin denizden irtibatını kesilmişti. Neticede Osmanlı Sultanı’nın büyük düşmanlarından biri daha ortadan kaldırıldı (1425). Diğer taraftan gene aynı yıl içinde Karamanoğlu Mehmet Bey’in elinde bulunan Antalya’da alınarak Akdeniz’de bir kapı açıldı. Bu arada Menteşe toprakları da Osmanlıların eline geçmişti. Kumrular, a.g.e. , s.231. Selanik buhranı uzayıp giderken, Gelibolu Üssü’ndeki Türk donanması da kuvvetleniyordu. Donanma ancak 1427 yılında artık Çanakkale Boğazı’nda karakol görevi yapmak üzere denize açılmaya başlayabildi ve Trabzon ve İstanbul’dan gelen bir Venedik ticaret filosunun yolu Gelibolu önünde kesilmedi ancak bu gemiler Osmanlı Fılosu’nun çemberinden kurtulabildiler. Yine aynı yıl üç Venedik gemisi Gelibolu önünde esir alındı. Bütün bunlara rağmen Venediklilerin İstanbul ve Karadeniz ticaret trafiği önlenememiştir. Kumrular, a.g.e. , s.233. 24 Temmuz 1427 tarihinde Sultan II. Murat istemeyerek de olsa Venedikliler ile Selanik’in statüsünü tanıyan bir barış yaptı. Fakat Sultan Murat’ı bu barış tatmin etmedi. 11. Murat’ın başlıca amacı Selanik’i ele geçirmek olduğundan, yeni kurulan donanmasını 1428 yılında Ege Denizi’ne çıkardı. Tekrar Kaptan Paşalığa getirilen Saruca Paşa, 13 büyük kadırga ve 27 gemilik kuvvetiyle Eğriboz ve Girit sularına kadar açılarak akınlarda bulundu Böylece Osmanlı-Venedik münasebetleri yeniden bozulmuş oldu. Sonunda Selanik’i karadan çeviren II. Murat, harekâtı kendisi idare ederek 29 Mart 1930 tarihinde şehrin sahibi oldu. Ege Denizi’nde Osmanlı-Venedik mücadelesi hüküm sürerken, Ceneviz kolonilerinin Sultanda olan iyi ilişkileri devam ediyordu. 1431 yılında Bozcaada’ya yeniden hâkim olan Venedikliler, burada tahkimat yapmaya başladılar. Bu durum üzerine, 1381 yılındaki Torino Antlaşması’nın ihlal edildiğini ileri süren Ceneviz Cumhuriyeti, II. Murat’a müracaat ederek Bozcaada’daki vatandaşlarının haklarının korunmasını istedi. Bozcaada yüzünden çıkan Ceneviz-Venedik ihtilafı I.Kosova Savaşı arifesinde Osmanlıların işine çok yarayacaktı. Bu sırada Macar Kralı VI. Kadiskıs Türklere karşı harp ilan etti ve kendisini destekleyen Papa da bir haçlı donanması, hazırladı. Bu ittifaka Venedik de katıldı. Hıristiyan kuvvetleri Tuna’yı 20 Eylül’de geçerek Osmanlı topraklarına girdikten sonra, haçlı donanması da Ekim başında Çanakkale Boğazı’nı abluka altına aldı. Saruca Paşa yine ihtiyatı elden bırakmayarak donanmayı Gelibolu’dan dışarı çıkartmadı. Çanakkale Boğazı’ndan geçerek Karadeniz’e çıkmak isteyen bir haçlı filosunun yolu Rumeli ve Anadolu Hisarı mevkii önüne Saruca Paşa tarafından yerleştirilen toplar ile ateş altına alındı. Böylece boğazın en dar yerinde iki taraftan top menziline giren gemiler geri dönmek zorunda kaldılar. Diğer taraftan Osmanlı kuvvetlerini, Bozcaada meselesi yüzünden Venedik’e düşman olan Ceneviz ticaret gemileri ile Anadolu yakasından Rumeli’ye ve Varna’nın güneyine taşıdılar. Palmira Brummett, Osmanlı Denizgücü Keşifler Çağında Osmanlı Denizgücü ve Doğu Akdeniz'de Diplomasi, (Çev: Nazlı Pişkin) Timaş Yayınları, İstanbul 2009, s.137. Kazanılan Varna Zaferi’nden (11 Aralık 1444) sonra Venedik hayal kırıklığına uğradı ve Osmanlılar ile mücadelesinden adeta vazgeçer gibi oldu. 1446 yılında Türkler ile hala harp halinde bulunulduğundan, Venedik senatosu, İstanbul’a giden ticaret gemilerine, bu seyahatlerini kendi sorumlulukları altında yapabileceklerini tebliğ etti. Bu da, Venedikliler ticaret gemilerinin yanma harp gemilerini refakat ettirmek fikrinden caydıklarını gösteriyor. Sonuç olarak kuruluş döneminin donanma faaliyetlerine bakarsak, Osmanlı Devleti’nin hızlı ve görkemli yükselişi yanında pek mühim olmadığı görülmesine rağmen bu durum Osmanlıların denizciliğe önem vermediği anlamına gelmemektedir. Osmanlı yaklaşık 200 yıl içinde o kadar hızlı yükselmiştir ki bu süre zarfında denizci personel yetiştirmeyi bir kenara bırakalım, fethettiği yerlerin kontrolünü sağlamak üzere personel bulmakta dahi zorluk çekiyordu. Osmanlı denizcilikle ilgili ihtiyaçlarını dönemin güçlü denizci ülkeleri Ceneviz ve Venediklilerinden alarak navlun ödemek suretiyle yararlanmışlardır. Osmanlılar hiç bir tecrübeye sahip olmadıkları denizcilik konusunda aldıkları mağlubiyetlerle ve düştükleri zor durumlardan gerek askeri, gerekse siyasi tedbirlerle sıyrılmış büyük bir azim, cesaret ve kararlılıkla bu çetin şartların üstesinden gelerek neticede dünyanın en güçlü donanmalarından birine sahip olmuşlardır. O dönemde Osmanlıların yaşadığı bu süreç siyasî ve askerî tarih açısından fikir verici ve ufuk açıcı mahiyettedir. I. VI. Fatih Sultan Mehmet Dönemi I. VI. I. Fatih Sultan Mehmet Babası II. Murad'ın Edirne’de vefalı üzerine Manisa’dan doludizgin Edirne’ye gelerek 18 Şubat 1451 tarihinde Osmanlı Devleti tahtına çıkan II Mehmet’in doğum tarihi 30 Mart 1432 olarak kabul edilir. Yedi tane yabancı dili bildiği ileri sürülen II. Mehmet, cesur bir kumandan, eşsiz bir idareci ve aynı zamanda iyi bir şair ve âlimdi. Reşad Ekrem Koçu, Osmanlı Padişahları, Ana Yayınları, İstanbul 1960, s. 192 Yapacağı işler hususunda, en yakınlarına bile hiç bir şey sızdırmayan II. Mehmet’in ömrü seferlerde geçmiştir. 1451-1481 yıllarında hükümdarlık yapan II. Mehmet bizzat 25 seferi yönetmiş, iki imparatorluk, dört krallık ve onbir prenslik yıkmış, bu suretle Türk milletinin yetiştirmiş olduğu en büyük en büyük hükümdar ve kumandanlarından birisi olduğunu kanıtlamıştır. Koçu, a.g.e. , s.203. ; İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c.I, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1967, s.102. II. Mehmet, İstanbul’u fethederek yıkılmaz diye bilinen Bizans’ı yıktı. Enez'i, Galata ve Kefe'yi Osmanlı topraklarına dâhil etti. Limni, İmroz, Semendirek, Taşoz, Bozcaada ve Boğdan'ı aldı. Belgrat’ı muhasara ettiği zaman çarpışmaya bizzat katıldı. 1458 yılında Mora'yı kısmen, bir sene sonra da Sırbistan’ı tamamen aldı. 1461 yılında Amasra’yı ve İsfendiyar Oğulları Beyliğini Osmanlı topraklarına dâhil etti. Trabzon-Rum İmparatorluğunu ortadan kaldırdı. 1462 yılında Romariya, Yayçeve Midilli'yi aldı. 1463 senesinde Papa’nın büyük gayretleri ile toplanan ve savaşa katılan herkesin altı aylık günahının affolunacağı ilân edilen 20 devletin katıldığı bir haçlı ittifakı ile 16 sene savaştı. 1463 yılında Bosna’yı fethetti ve Hersek’i de tabiiyeti altına aldı. 1466 yılında Konya ve Karaman’ı aldı. Arnavutloğu tamamen Osmanlı topraklarına kattı. 1470'de Eğriboz'u aldı. Uzun Hasan’ı Otlukbeli savaşında yendi. 1476 yılında Boğdan'ı Osmanlı topraklarına kattı. 900.000 bin kilometrekare olan topraklarını 2.214.000 kilometrekareye çıkardı. Fatih Sultan Mehmet, Venedikliler tarafından tertiplenen tam ondört suikasttan kurtulmayı başardı ancak son suikasttan kurtulamadı. Venedikliler, bu büyük hükümdarı, aslen bir Yahudi olan Maesto Jakopo isimli bir doktor vasıtasıyla zehirleterek öldürmeye muvaffak oldular. Tarihçi Babinger'e göre bu suikastçı doktor Yakup Paşa unvanı ile sarayın doktorları arasında bulunuyordu. Cezar, a.g.e. , s.131. I. VI. II. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u Fethi I. VI. II. I. İstanbul’un Fethi İçin Yapılan Hazırlıklar İstanbul, Rumeli ve Anadolu topraklarının ortasında, Marmara deniziyle Karadeniz'i birleştiren stratejik bir konuma sahip olduğundan Osmanlı Devleti'nin hâlihazır ve gelecekteki durumu ve fetih planlan bakımından önemli bir merkez konumundaydı. İstanbul'un fethi, Anadolu ve Balkanlara yerleşen Osmanlı Devleti’nde, Anadolu ve Rumeli arasında, kuvvetlerin karşılıklı olarak yer değiştirmesi için jeopolitik bir zorunluluktu. İstanbul'un bir başka yönü de, büyük suyolları üzerinde bulunmasıyla, dünya ticareti ve ekonomik bakımdan arz ettiği önemdi. Anadolu'da ve Rumeli'de yapılan fetihler, İstanbul'un zaptını zorunlu hale getirdiği gibi iki yaka arasında bir engel durumu yaratması ile coğrafî ve siyasal bütünlüğü bozduğu için elde bulundurulması elzemdi. Bu nedenle II. Mehmet, kendinden önceki sultanlar gibi İstanbul’un fethine büyük önem veriyordu. Tahta oturduğu günden beri İstanbul fethinin hayali ve arzusuyla yanan II. Mehmet, meclisinin bu konudaki düşüncelerini almak üzere topladı. Bir kısmı İstanbul’un fethedilmeyeceğini söylese de, II Mehmet’in fetih düşüncesi ağır bastı ve meclisten İstanbul'un fethedilmesine dair karar çıktı. İsmail Hami Danişmend. Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c.2, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1971, s.87. II. Mehmet alınan karar üzerine hemen fetih hazırlıklarını başlattı. Öncelikle bu kararı, beylerbeyleri, Sancakbeyleri, Subaşıları ve askerlikle ilgili görevli tüm yetkililere bildirdi ve hazırlıkların bahara kadar tamamlamalarını istedi. Bunun üzerine, Rumeli ile Anadolu'daki Osmanlı şehir ve kasabalarında geceli gündüzlü çalışmalara başlandı. Öncelikle, Beyazıd zamanında başlayan Rumeli Hisarı (Boğazkesen) kalesinin inşasını tamamladı. Gelibolu’daki hazırlıklar ise diğerlerinden biraz farklı idi. İstanbul’un fethi için deniz gücünün önemini anlayan II. Mehmet, Gelibolu tersanesinde yeni gemiler inşa etmeye başladı Aynı zamanda, eskiyen, arızalanan ve zaman aşımı yüzünden tamire muhtaç olan gemileri de tamir ettirdi. Yeni inşa edilen gemilerin bir kısmı zırhlı ve büyüktü. Diğer kısmı ise otuz ve elli çift kürekle çekilen, manevra kabiliyeti yüksek, süratli ve hafif gemiler idi. Süleyman Nutki, Osmanlı Deniz Savaşları, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, İstanbul 1993, s.133. II. Mehmet, gerek yeni gemi inşaatı, gerekse tamir konusunda hiç bir masraftan kaçınmadı. Ayrıca, ülkesinin kıyılarında bulunan gemileri toplayıp onlara komutan, dümenci ve diğer görevlileri yerleştirdi. Gerek savaş, gerekse kuşatma için kara ordusundan çok, deniz kuvvetlerine önem verdiğinden bu ordunun daha iyi ve itinalı seçilmesine gayret etti. II. Mehmet, kısa bir zaman içinde 147 harp gemisinden mürekkep bir donanma meydana getirerek komutasını Gelibolu valisi olan Baltaoğlu Süleyman Bey'e verdi. Donanma, 1453 yılının baharında Gelibolu'dan İstanbul'a doğru hareket etti Donanma, Gelibolu'dan hareket ettiği zaman bunların 12'si çektirme, 80 tanesi çifte güverteli kürekli, 55 tanesi de küçük çaptaki gemilerdi. Bu gemilerin içinde kürekçilerden başka yirmi bin kadar Azab askeri bulunuyordu. Enver Ziya Karal. Osmanlı Tarihi c.5, Türk Tarih Kurumu, İstanbul 2000, s.872. II. Mehmet, Edirne'deki savaş hazırlıklarını ise bizzat kendi yürütüyor, geceli gündüzlü durmadan çalışıyordu. 11. Mehmet, sabahlara kadar İstanbul'un fethi ile meşgul oluyor, şehrin haritasında topların ve muhasara aletlerinin nerelere konması gerektiğini, lağım açılacak yerleri, hendeklerin başlarını ve merdivenlerin surun hangi tarafına konması gerektiğini tespit ediyor ve bu tespitlerini paşalarıyla tartışıyordu. II. Mehmet'in, yakından ilgilendiği diğer önemli bir konu da toplardı. II. Mehmet, bu silahın tahrip gücünün büyüklüğüne inandığı içindir ki, o tarihe kadar görülmeyen sayı ve çapta top yapılmasına önem verdi. Gerçi topun bir harp silahı olarak kullanılması İstanbul'un kuşatılması ile birlikte başlamış değildi. Ancak o tarihe kadar toplar, çapları ve sayıları itibariyle fazla bir şey ifade etmiyorlardı. II. Mehmet, topların en ince teferruatına kadar bütün hesap ve planlarını kendisi yaptığı gibi, resimlerini de bizzat çizmişti. Kendi nezareti altında döktürmüş olduğu toplardan biri çok büyüktü. Büyük emek ve masraflarla yapılan bu toplara "sahi" denmişti. Bu toplarla atılan gülleler, kara deniz sahillerinden getirilen kara bir taştan veyahut yuvarlak hale getirilen mermerlerden yapılıyordu. Bu topun, Edirne'den İstanbul'a kadar getirilebilmesi bile iki ay kadar zaman aldı. Top, otuz araba ve altmış manda ile çekiliyordu. Onun her iki tarafında, ikişer yüz adam bulunduğundan yolda kaymaması sağlanıyordu. Yolların kötü yerlerine tahta döşemek ve köprü yapmak üzere ayrıca elli usta ile ikiyiz amele önden gidiyordu. İstanbul'u kuşatmak üzere hareket eden Türk ordusunda üç büyük top ile on dört batarya top vardı. Şubat başlarında Edirne'de başlayan sevkiyat Mart sonlarına doğru, İstanbul'dan beş mil kadar uzakta bulunan bir yere gelmiş oldu. Bu toplar, İstanbul'un fethinde çok önemli bir rol oynamıştır. Anadolu ve Rumeli'de beylerbeyiler ile sancakbeyleri gerekli miktarda askeri topluyor, teçhiz ediyor ve belirlenen zamanlarda yerlerinde bulunmalarını sağlamak için çalışıyorlardı. Anadolu askerleri, boğazın doğu sahilindeki Beykoz kasabasının üstündeki ormanlıklarda toplandılar II. Mehmet onları karşıya geçirmek üzere Beykoz, Kilyos ve Fenerbahçe'de dalyanları bulunan Rallis Petropulos adındaki Rum'a emir verdi. Petropulos bu emri, iki gemisiyle askerleri ve mühimmatı karsıya geçirmek suretiyle yerine getirdi. Brumett, a.g.e. , s.168. II. Mehmet, sadece askeri gücünü büyütmüyor aynı zamanda, kuşatma boyunca İstanbul'a yapılabilecek bütün yardımlara mani olmak için her çareyi düşünüyor ve her tedbire başvuruyordu. Fâtih, Bizans İmparatoru Constantinos'un, Mora'da hüküm süren kardeşleri Dimitrios ve Thomas’tan yardım istemesi üzerine, Turhan Bey ile oğulları Ahmet ve Ömer Beyleri Mora topraklarına akına gönderdi Bu maksatla, Turhan Bey, 1 Ekim'de sefere çıktı ve Bizans tarafından beklenen yardımın gelmesine engel oldu. Bu arada Şubat 1453 tarihinde hükümdarın emri ile Karaca Bey, İstanbul civarındaki Misivri, Ahyolu, Vize, Ayios, Stefanos, Bigados isimli Rum kasabalarını teker teker ele geçirdi. Karal, a.g.e. , s.883.Hükümdar, savaşla ilgili bütün tedbirleri aldıktan ve bütün hazırlıklarını tamamladıktan sonra 23 Mart 1453 tarihinde Edirne'den hareket etti ve 6 Nisan Cuma günü şehri kuşatma altına aldı. I. VI. II. II. İstanbul’un Fethi 6 Nisan 1453 tarihinde, bütün hazırlıklarını tamamlayan ve ağır toplar ile mevcudu 250 bin kadar olan Türk ordusu ve donanması İstanbul önlerine gelerek şehri kuşattı. İstanbul'un bu defa ki kuşatılmasının öncekilerden farkı, gemilerin de kuşatmada görev almış olmalarıdır. Osmanlı ordusu, Bizans surları önünde kuşatma için mevki alırken, Sultan II. Mehmet, Bizans İmparatoru'na Mehmet Paşa'yı elçi olarak gönderip, şayet teslim olurlarsa, halkın mal ve canlarının güvenlikte bulunacağını, isteyenlerin bütün eşyasıyla birlikte arzuladıkları yere gidebilmekte serbest olacaklarını, aksi takdirde harp hukukunun gerektirdiği şeylerin yapılacağını bildirdi. Bu teklifin reddedilmesi üzerine, kuşatma hareketine hız verildi. 14 bataryalık bir topçu parkı kurularak “Sahi” denilen büyük top, günümüzde Topkapı denilen yerde mevzilendirildi. Böylece topçu parkı oluşturan ilk hükümdar II. Mehmet oldu. Osmanlı ordusunda piyadeler sağlı sollu ayrıldı, arka ve yanlara süvariler kondu. Üç adet büyük hücum fırkası teşkil edilerek 12 Nisan'da şafakla birlikte topçu bataryaları ateşe başlayarak, surlar bombardımana tutuldu. İstanbul denizden gelecek yardımı kontrol altında tutmak maksadıyla Baltaoğlu Süleyman Bey 13 Nisan 1453 tarihinde Büyük Ada (Prinkipos) kalesini ve II. Mehmet’de boğazdaki Tarabya kalesini zapt etti. Tarabya kalesini zaptı müteakip aynı günde Burgaz Adası (Stüdyo) kalesi fethedildi. Uzunçarşılı, a.g.e. , s.480-485. Büyük azim sahibi Sultan II. Mehmet’in sevk ve idaresinde süren kuşatma esnasında ve şehre yapılan hücum harekâtı zor şartlar altında devam ediyordu Şehrin kalbi Haliç denizden kalın bir zincirle kapatılmıştı Limana girmek olanaksız gözüküyordu. II. Mehmet kuşatması esnasında, en büyük sıkıntıyı donanma savaşından sonra yaşadı. Nakliyat gemileriyle beraber büyük, küçük 150 parçadan fazla olan Osmanlı donanması Baltaoğlu Süleyman Bey kumandasında Haliç tarafındaki sular hariç olmak üzere deniz tarafından İstanbul surlarını kuşatmıştı. Balta Limandın üs olarak kullanan Osmanlı donanması gemi itibariyle kalabalık olmasına rağmen denizcilik bakımından zayıflı. Bu zayıflık, kuşatma esnasında kendini gösterdi. Uzunçarşılı. a.g.e. , s.467-475. Çanakkale’den geçip Marmara’ya ulaşan beş büyük kalyondan mürekkep bir Ceneviz filosu, Balta oğlu Süleyman Paşa'nın bütün gayretlerine rağmen, lodos rüzgârı ve boğazdaki akıntı sebebiyle Haliç'e girmeyi başardı. Bu başarı, Bizans'ta büyük bir ümit ve sevinç uyandırdı. Bu gemilerin, batıklar tarafından gönderilen donanmanın öncüleri olduğu şayiası yayıldı. Bir söylentiye göre, II. Mehmet, bu deniz savaşını seyrederken denizcilerinin beceriksizliğine son derece kızmış ve Ceneviz gemilerini kendi yakalamak istiyormuş gibi istemsiz bir heyecan içinde atını denize sürmüştür. Onun bu hamlesi tabiatıyla neticesiz kalınca hıncını Amiral Baltaoğlu Süleyman Bey’den çıkarmış onu ordunun gözü önünde yere serdirerek kendi eliyle kıyasıya dövmüştür. Bu dayak hadisesi masal olsa dahi, II. Mehmet bu olaydan sonra Amiral Baltaoğlu’nu azlederek yerine Hamza Bey’i Donanma Komutanlığı’na tayin etmiştir. Uzunçarşılı, a.g.e. , s.579. Beş adet geminin Haliç’e girmesi, Osmanlı ordusu üzerinde çok olumsuz tesir yapmış, askerler üzerinde İstanbul’un fethedilemeyeceği düşüncesi başlamıştı. Bu beş gemi Bizans halkı üzerinde tam tersi etki yapmış, halk yardım geliyor diye daha azim ve gayretle çalışmaya başlamıştı. Sultan II. Mehmet, askerler üzerindeki bu ümitsiz ve olumsuz etki yaratan tablo üzerine bütün vezir ve komutanlarını bir divanda topladı ve kuşatmaya devam edilip edilmeyeceğini değerlendirdi. Divan’da, bir kısım paşa ve vezirler kuşatmanın sona erdirilmesi fikrini ortaya atsalar da kuşatmaya devam kararı alındı. Bu hadise, güçlü bir donanmanın savaş üzerindeki tesirini ortaya koymaktadır. Bizans'ın, donanma ile Haliç tarafından baskısı için limana girişe mani olan zincirin kırılması denenmişse de başarı sağlanamadı Bunun üzerine II. Mehmet, hafif gemilerden oluşan donanmanın, Haliç'e karadan geçirilmesini istedi. Bunun üzerine, 50-70 kadem uzunluğundaki 15-22 sıra kürekli 70 kadar gemi, 22 Nisan gecesi sabaha kadar Haliç'e geçirildi. Gemiler, “Himmet-i Merdan” ile “Beşiktaş” dedikleri yerden “Kasım Paşa” deresine doğru, gemilerin altına rugan (yağ) ile hazırlanmış tahta kızaklar döşeyip, -bir rivayette yelkenler de kullanılarak- yürütüldü. Bu sevkiyat yapılırken Beyoğlu tepelerine yerleştirilen bataryalarla Haliç'teki Bizans donanması taciz edilip hareketsiz bırakıldığı gibi surların etrafında da bombardımana devam edildi. Bu sayede esas faaliyet, iyi bir şekilde gizlendi. Sabahleyin 70 parça kadar geminin, Haliç'te yelken açtığını gören Bizanslılar, hayret ve dehşetle bu manzarayı seyrettiler. Uzunçarşılı. a.g.e. , s.589-601 O devir için, karadan gemi yürüterek denize indirme tekniği çok büyük bir başarıdır. II. Mehmet, bununla yetinmeyerek, büyük dehâsının yeni bir keşfini de ortaya koydu. Havan topları döktürdü. Onların, balistik hesaplarını bizzat yaparak tecrübelerinde bulundu. Beyoğlu sırtlarından ve Galata surlarından aşırma atışlarla Haliç'teki düşman gemilerini batırmaya başladı. Böylece Bizans Haliç’ten de sıkıştırılmaya ve nefes alamaz duruma getirildi. Bunun üzerine Bizans İmparator'u, II. Mehmet’e elçiler göndererek, en ağır şartları kabul edeceği bir barış teklifinde bulundu. Fakat II. Mehmet, İmparator'un gönderdiği elçilere: "Ya ben Bizans'ı alırım, ya Bizans beni" diyecek kadar, fetih işinde azimli olduğunu ve teslimden başka bir teklifi kabul etmeyeceğini bildirdi. II. Mehmet, gemilerin Haliç'e indirilmesinden sonra Defterdar ile Kumbarahane İskelesi arasında bin kadar duba üzerine, beş askerin yan yana yürümesine imkân verecek ve top geçirilebilecek şekilde muntazam, sağlam döşemeli bir köprü kurdurdu. O dönem tekniğinin bir harikası kabul edilen bu köprü, Rumların ümitlerini ve azimlerini esaslı bir şekilde sarstı. Gcncer, a.g.e. , s.503-505. II. Mehmet’in, muhasara esnasında karşılaştığı ikinci önemli hadise, Mayıs sonlarına doğru kendisini gösterdi. O günlerde Osmanlı ordugâhında, batı hükümdarlarının birleştikleri, Hunyadin şehrini kurtarmak üzere kuvvetli bir ordu ile yolda olduğu ve büyük bir haçlı donanmasının Eğriboz'a veya Sakız Adası'na ulaştığı şayiaları yayılarak büyük bir endişeye sebep oldu. Orduda kuşatmanın başarısız olacağına dair tekrar mırıldanmalar başladı Başından beri kuşatmaya karşı gibi görünen Çandarlı Halil Paşa, haklı çıkacak gibiydi. Gerçekten de, Venedik, 7 Mayıs'ta hazırladığı bir donanmayı G. Loredano komutasında Ege sularına göndermişti. Papa da kendi hesabına beş kadırga teçhiz ettirip yola çıkarmıştı. Öbür tarafta Karamanoğlu, Venediklilere verdiği söz üzerine İstanbul surları önünde herhangi bir gevşeme halinde harekete geçmeye hazır bulunuyordu. Kuvvetli bir casus şebekesine sahip olan II. Mehmet’in bu faaliyet ve hazırlıklardan habersiz kalmasına imkân yoktu Kuşatmanın kısa zamanda netice vermemesi sonucu, çok tehlikeli neticeler doğurma ihtimali vardı. Bunun üzerine, II. Mehmet 27 Mayıs akşamı meclisi toplayarak durumu değerlendirdi. Kuşatma esnasında, Hristiyanların bileşerek Müslüman Türkleri, Balkanlardan atmak için harekete geçmesi durumunda çok tehlikeli bir durumun doğabileceğini değerlendiren bazı paşalar, kuşatmanın kaldırılmasını istedi ancak Sultan II. Mehmet’in görüşü ağır bastığı için meclisten, genel bir hücum kararı çıktı. Gencer, a.g.e. , s.437-442. Sultan II. Mehmet, harp hazırlıklarını tamamladıktan sonra şehre bir elçi göndererek İmparator’a "şehri menkul serveti ve yakınları ile terk edebileceğini" bildiren bir mesaj gönderdi. İmparator bu talebi reddedince II. Mehmet, bütün orduya tellallar çıkararak genel hücumun yapılacağı günü tespit etti. II. Mehmet, yemin ederek askerlere söyle dedi: "Bu muharebede kazanç olarak yalnız şehrin binalarını ve surlarını istiyorum. Şehrin diğer bütün menkul servetini ve mahsurlarını ganimet olarak size bırakıyorum. Gencer; a.g.e. , s.445-451. 29 Mayıs 1453 tarihinde Salı sabahı Türk ordusunun büyük ye tarihî hareketi başladı. Ordu, hem kara, hem de denizden bütün cephelerden harekete geçti. Toplar, hep birden şehir üzerine çevrilerek ateşlendi, etrafı kesif bir duman ve barut kokusu kapladı. İlk hamlede iki bin merdivenle 50 bin yiğit ileri atılmış, harbin en şiddetli anında, askerlere önderlik edip örnek olmuşlardı. 11. Mehmet, Bizzat genç hükümdar dahi, askeri tehyiç edici sözlerle, elinde kılıç ile Topkapı gediğine saldırdı. Bu sırada Ulubatlı Haşan adındaki bir levent, Topkapı suruna çıkarak sancak dikti. Sancağı surlarda gören Türk askerleri daha büyük bir arzu ve istekle savaşarak kısa zamanda şehrin kontrolünü eline aldı. 54 gün süren kuşatmanın sonunda Türkler büyük bir zafer kazanarak İstanbul’u fethettiler. Bövlece Türklerin, asırlardan beri bekleyen hayali gerçekleşti. Bu muhteşem fetihten sonra Sultan II. Mehmet’e "Fatih" unvanı verilerek Fatih Sultan Mehmet olarak anılmaya başlandı. I. VI. III. Fatih Sultan Mehmet’in Deniz Siyaseti Ve Dönemindeki Deniz Savaşları Ege Denizi kıyılarıyla iki önemli Boğazı ele geçiren ve Balkanları da yönetimine alan Osmanlı Devleti, güçlü bir deniz politikasına sahip olması gerektiğini anlamıştır. Donanmanın önemini kavrayanların başında gelen Fatih Sultan Mehmet, güçlü bir donanma meydana getirmek için tüm imkânlarını seferber etmiş, hiçbir masraftan kaçınmamıştır. Biyografi yazarı Kritobulos'a göre, Fatih Sultan Mehmet bizzat eski tarihini inceleyerek deniz kuvvetlerinin savaşta zafer anahtarı olduğunu öğrenmiş, savaş gemileri yapımı emrini vermiştir. Osmanlı Devleti’nde Fatih Sultan Mehmet zamanına kadar denizde yapılan çatışmalar, karadaki kaleleri yakıp yıkmak ve ele geçirmek amacından ibaretti ve henüz deniz seferlerine başlanmamıştı. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’un alınmasından sonra Rumeli ve Anadolu kıyılarında ve Akdeniz adalarında olan kaleleri ele geçirmek için gemi ve donanma oluşturma işlerine başladı. Osmanlı Donanması’nın akın faaliyetinden çıkıp yavaş yavaş deniz aşırı faaliyetler için hazırlanması Fatih Sultan Mehmet zamanında başladı. Fakat yine de Türk donanması istenilen seviyeye gelemedi. Savaş gemileri sayı ve nitelik bakımından denizci devletler seviyesine ulaşamadı. Fatih Sultan Mehmet, Haliç’teki Bizans tersanesinden hemen istifade etmeye başladı. Tersaneyi önce Kadırga Limanı’na, daha sonra da Haliç’e naklettirdi ve tersaneye yeni gemi inşa tezgâhları kurdurarak güçlü bir donanma meydana getirmek için ilk adımlar attı. Fatih Sultan Mehmet, ülkenin çeşitli yerlerinde de tersaneler kurdurdu ancak ağırlığı İstanbul’a kaydırdı. Bostan, Osmanlı Denizciliği – Beylikten İmparatrluğa, s.188. Fatih Sultan Mehmet İstanbul tersanelerinde 3000 tonluk büyük bir gemi yaptırdı ki bu gemi o devrin en büyük gemilerinden biriydi. Ancak bu gemi dengesizliği yüzünden battı. Fatih Sultan Mehmet, deniz üslerinin bir kısmını, düşmana en kısa zamanda en etkin müdahale yapılabilmesi için düşman toprağına yakın yerlerde yaptı. Bu kapsamda Gelibolu ile birlikte Ege, Akdeniz, Marmara ve Karadeniz’de Anadolu Beylikleri tarafından kurulmuş bulunan tersanelerden yararlandı.Fatih Sultan Mehmet öncelikle donanmasına, boğazların ve sahillerin emniyetini sağlamak maksadıyla Çanakkale Boğazı etrafındaki bazı Adalar ile Ege Denizi’ndeki birtakım adaları zapt etme görevi verdi Daha sonra donanmasını, Venedik'in Adriyatik kıyılarına gönderdi. Fatih Sultan Mehmet’in donanmaya gösterdiği hedef Rodos ve Nakşı grup adaları idi. Hamza Bey 1455 yılında 177 gemi ile Ege Denizi’ne çıktı ve Ege Adaları’na akınlar yaptı. Ancak, Fatih Sultan Mehmet’in beklediği muvaffâkiyeti gösteremediği için azledildi. Yerine Fatih Sultan Mehmet’in üçüncü Amirali Has Yunus Bey getirildi. Yunus Bey, sırası ile İstanköy, Sömbeki, Rodos; dönüşte Nisiros, Kalimnos Adalarını fethetti. Abidin Daver, Türk Denizciliği, Varoğlu Yayınları, İstanbul 1932, s.371. 1455 yılında III. Kalikst unvanı ile Papalık tahtına çıkıp Macaristan, Ulalıya ve Arnavutluk ile birleşik ordu ile Balkanlarda başlayan harbin Tuna kısmına, Osmanlı Donanması da iştirak etti. Papa ordusu Rodos'a gelerek Midilli, Limni, Taşoz gibi boğaz önü adalarını aldı. Ancak, Yunus Bey’den sonra 1457 yılında Donanma Kumandanı olan Hadım İsmail Bey, birkaç gemi ile Limni’yi zapt etti. Bu arada 150 gemi ile Karadeniz’e çıkan Sadrazam Mahmut Paşa Amasra, Sinop ve Trabzon’u aldı. İstanbul’un zaptından 7 yıl sonra Mora, 15 yıl sonra da Trabzon Osmanlı Devleti’ne geçmiş oldu. Daver, a.g.e. , s.373. 1458 yılında Osmanlı Donanması Ege sahili boyunca Mora seferine giderken, birçok kale ve yerler zapt etti. 1459 yılında Ege Denizi, tamamen Osmanlı Donanması kontrolü altına girdi. 1460 yılında Mora meselesini halletmek için İsmail Bey de, deniz üssünden denize açıldı. Donanma Mora'nın Venedik idaresinde bulunan birkaç kalesinden başka her tarafı zapt edildi. Bostan, Osmanlı Denizciliği – Beylikten İmparatrluğa, s.194. Fatih Sultan Mehmet’in beşinci Amirali 1458 yılı sonunda göreve gelen Zağanos Mehmet Paşa’dır. Daha sonra yerine Derya Kaptanlığı’na Kazım Bey getirilmiştir. Derya Kaptanı Kazım Bey’in komutasındaki 150 parçadan kurulu Osmanlı Donanması Karadeniz’e açıldı. Sadrazam Mahmut Paşa da Serdar olarak Donanma ile sefere katılmıştı. Bu seferde; Cenevizlilerin hâkimiyetindeki Amasra ve İsfendiyaroğulları’nın elindeki Sinop teslim alındı. Böylece Türk Bahriyesi, devrin en güçlü tersaneleri arasında yer alan Sinop Tersanesi ile beraber denizcilikte yetişmiş personele de sahip oldu. Bundan sonra hedef, Bizans’ın son kalıntısı, Trabzon Rum İmparatorluğu oldu. 150 gemi ile Karadeniz’e çıkan Sadrazam Mahmut Paşa Karadan ve denizden yapılan kuşatma sonunda, Trabzon Rum İmparatoru David Komnen’i teslim aldı. Böylece Karadeniz’in Anadolu kıyıları Türk hâkimiyetine girdi. 26 Ekim 1461 tarihinde Kazım Bey’in Trabzon’a vali ve komutan olarak atanması ile Derya Kaptanlığı’na Yakup Bey getirildi. Bu yıldan itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nun karada olduğu gibi denizde de büyük başarılara imza atmıştır. Daver, a.g.e. , s.348. Osmanlı, Kara ordusu ile doğu cephesinde meşgulken, Donanması ile Balkan ve Ege sahalarında önemli taarruzlar yapmaya başladı. Sadrazam Mahmut Paşa, 1462’de, 175 gemi ile Tuna Nehri’ne girerek linklere zulümde bulunan Eflak Prensi Kazıkli Voyvoda’yı kaçmaya mecbur etti. Daver, a.g.e. , s.351. Fatih Sultan Mehmet, Osmanlı-Venedik Harbi’nin kaçınılmaz olduğu bir sırada, Akdeniz Boğazı’nın yabancı filolara karşı kapalı tutulması için gerekli tahkimatı yapması için Gelibolu Beyi ve Derya Kaplanı Yakup Bey’i görevlendirdi. Yakup Bey, 1462 yılı sonunda başladığı Akdeniz boğazı tahkimatını 1463 yılı sonlarına doğru bitirdi. Anadolu sahilindeki tahkimata; Kala-i Sultaniye, Rumeli sahilindekine; Kilid- ül-Bahir adı verildi. Böylece Akdeniz kapısı emniyete alındı Bu sırada Derya Kaptanlığı’na Ağustos 1463 tarihinde Yavaşça Şahin Mehmet Paşa getirildi. Osmanlı Devleti’nin her gün biraz daha büyüyüp genişlemesi ve Ege’deki Adaları zapt etmesi üzerine Venedik Cumhuriyeti Osmanlı İmparatorluğuma 28 Temmuz 1463’de harp ilan etti ve Osmanlı Devleti ile Venedikliler arasında 16 yıl sürecek olan üçüncü harp başladı Bu maksatla, 14 Mayıs 1464 tarihinde, Yavaşça Şahin Mehmet Paşa üç yıl içinde yapılmış olan 300 gemi ile Sadrazam Mahmut Paşa’nın Serdarlığında Ege Denizi’ne çıktı. Papa ile Macaristan'ı içeren müttefikler Venedik Modona uğradıktan sonra Ege Denizine geçip 3000 kara kuvveti ve 70 gemi ile Midilli üzerine yürüyerek Merkezi Midilli kalesini kuşattı. Yavaşça Şahin Mehmet Paşa Midilli önün geldiği zaman Papa’nın ölmesi üzerine Venedik Amirali, bu kuvvetli donanma ile çarpışmaktan vazgeçerek savaştan kaçtı. Osmanlı-Venedik harbinin üçüncü yılında (1466), Derya Kaptanlığı’na Mahmut Paşa getirildi. 1474 yılında Derya Kaptanlığı’na Gedik Ahmet Paşa getirildi. Fatih Sultan Mehmet cihangirlik düşüncesi ile 1468-1470 yıllarında tersane faaliyetlerini çok arttırdı. Bu olay Venediklileri çok telaşlandırdıysa da bu faaliyetlere engel olamadılar. İstanbul’un zaptından sonra Eğriboz Adası ticari ve askeri bakımdan pek büyük bir önem kazandı. Eğriboz Adasını fethetmek üzere 100 savaş ve 200 taşıma gemisinden oluşan bir Osmanlı Donanması hazırlandı ve donanına 1470 yılındır sefere çıktı. Eğriboz adası çıkarmasına engel olmak isteyen Venedik donanması, Osmanlı donanması karşısına çıktı. Yapılan savaşta Venedik donanması ağır bir yenilgi aldı. 12 Temmuz 1470 tarihinde Türkler Eğriboz adasına çıkarak adayı teslim aldı ve adayı bir deniz sancağı yaptı. Sancak beyliğine deniz komutanlarından Keskin Mehmet Bey atandı. Erdoğan Dümen, Osmanlı İmparatorluğu Kuruluş-Yükselme-Duraklama ve Gerileme Devrinde Deniz Kuvvetlerinin Etkileri ve Deniz Harekâtı, ‘’Pusula Dergisi’’ İstanbul 2013, sy.74, s.13.Böylece Osmanlı donanması, Eğriboz’un yalnız alınmasını değil, asırlarca korunmasını da sağladı. 1472 yılında 47 Venedik, 12 Iskılavun, 19 Papalık, 17 Sicilya ve 2 Rodos hükümetinin olmak üzere 97 kadırga ile oluşan haçlı filosu, ilk hedef olarak Osmanlı gemilerinin sığınağı olan Antalya'yı ele geçirdi. Bu sırada Osmanlı Donanması Azerbaycan üzerine sefer hazırlığı yapıyordu. Haçlı Filosu 1473 yılında ise İzmir’e vahşi bir baskın yaptı. Fakat bu sırada İzmir’e Osmanlı donanması geliyor diye bir şayianın çıkması üzerine haçlı filosu geri çekilmek zorunda kaldı. Böylece Haçlı Seferi de iflas etmiş oldu. Bu durum, Osmanlı Donanmasının artık Avrupa üzerinde korku yaratan ve caydırıcılık sağlayan stratejik güç haline geldiğini göstermektedir. Fatih Sultan Mehmet, 1474-1476 yılları arasında Venedik’le bir anlaşma imzalayarak geçici de olsa Akdeniz ve Ege’deki tüm kıyılarını emniyete aldı. Böylece Fatih Sultan Mehmet’e Karadeniz’i bir Türk gölü haline sokma fırsatı doğdu. Venedik’le barış içinde geçen bu yıllar, Fatih Sultan Mehmet’e Kırım’a sefer yapma fırsatını doğurdu. Fatih Sultan Mehmet, Gelibolu, Haliç, İzmit ve Sinop tersanelerinde yapılan ve donatılan 300'e savaş ve taşıma gemisine, 70.000 asker bindirerek, 1475 yılında Kırım seferine çıktı. Bu filo tam bir baskınla ve en kuvvetli nokta olan, Karadeniz sömürgelerinin merkezi durumunda olan Kefe Kalesine taarruz etti. Kefe, Balıklı Ova gibi yerler, Gedik Ahmet Paşa’nın kumandasındaki donanma ve bu donanmanın getirdiği kuvvetli bir ordu tarafından zapt edildi. Böylece Osmanlı Donanması, Anapa’ya kadar Kırım ve Azak kıyılarında bulunan bütün Ceneviz Kolonileri’ni ortadan kaldırmış oldu. Kefe Kalesi'nin düşmesiyle Kırım ve civarındaki başsız kalan diğer limanlar zapt edildi. Kırını Hanlığına bir sancak yapılarak İstanbul’a bağlı bir muhtariyet verildi. Emrine kara ve deniz askeri verilerek bir filo ile filotilla oluşturuldu. Fatih Sultan Mehmet döneminde görülen ilerleme ve gelişme denizcilik alanında fetihlerle Marmara, Karadeniz hâkimiyetini de ele geçirerek, Osmanlı’nın deniz üstünlüğünü diğer devletlere kabul ettirdi. Fatih Sultan Mehmet'in tahta geçtiği zaman donanma, Gelibolu, İzmit, Haliç ve Sinop tersanelerinde yapılan 30 büyük savaş gemisinden oluşuyordu. Fatih Sultan Mehmet ölümünde ise Osmanlı donanmasına 250 savaş ve 500 nakliye gemisi bıraktı. Dümenci, a.g.m. , s.19. Özelikle İstanbul'un fethi, birçok tarihçiye göre, yeni bir çağın açılmasıdır. Çünkü muhteşem Roma'nın devamı bin yıllık Bizans İmparatorluğu çökmüş ve onun toprakları üzerinde Türk egemenliği hâkim olmuştur. Osmanlı padişahları, bundan böyle kendilerini Roma'nın da varisi saymaya başladılar. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'u ele geçirdikten sonra, Avrupa'dan gelebilecek tehlikeyi düşünerek, stratejik hedeflerini ona göre seçmiş ve sıralamıştı. Kendisini Sırbistan'ın mirasçısı görüyordu. Mora da, sahibi bulunduğu Bizans'ın bir parçasıydı. Bosna-Hersek ve Arnavutluk, imparatorluğun batıya karşı güvenliği için önemliydi. İtalyanlardan ve Macarlardan gelebilecek tehlikeleri, bu hedefleri ele geçirmekle karşılanabilirdi. Ancak bunların büyük bir kısmını gerçekleştirse de hepsini gerçekleştirmeye ömrü yetmedi ve 1481 yılında vefat etti. Fatih Sultan Mehmet, Osmanlı Devleti’nin imparatorluk döneminin başlangıcı olarak da kabul edilir. I. VII. Sultan II. Beyazıd Dönemi I. VII. I. Sultan II. Beyazıd Fatih Sultan Mehmet'in ölümünden sonra 21 Mayıs 1481 tarihinde Osmanlı tahtına çıkan Sultan II. Beyazıd dinine çok bağlı olması nedeniyle "Beyazıd-ı Veli" olarak anılır. Sultan II. Beyazıd'ın 31 yıllık hükümdarlık dönemi (1481-1512) iki bölümde incelenebilir. Sultan Beyazıd, saltanatının ilk 14 yıllık döneminde Şehzade Cem meselesiyle uğraştı ve devletin parçalanması ihtimalini göz önünde tutarak Avrupa'ya karşı büyük seferlere girişmedi. Beyazıd Han, niyetlerini ancak Cem'in ölümünden sonra gerçekleştirmeye çalıştı. Bu düşünce ile Macaristan, Arnavutluk ve Venedik seferleri sonunda, Akkermanı, Modon, Koron, Navarin ve İnebahtı kalelerini devletine kazandırdı. Denizciliğe çok önem verdi. Oğlu Korkut, denizcilerin hamisiydi. Koçu, a.g.e. , s.148-150. II. Beyazıd Hanın son dönemlerinde, Akkoyuıılu Devletini ele geçiren Safeviler, Anadolu için de büyük tehlike arz etmeye başladılar. Bu arada. Padişahın oğulları arasında başlayan taht mücadeleleri Şah İsmail'i cesaretlendirdi ve Osmanlı ülkesine gönderdiği adamları vasıtasıyla, cahiller arasında kendisine pek çok taraftar topladı. Taraftarları vasıtasıyla, Antalya'dan Bursa'ya kadar büyük bir sahada isyanlar çıkarttırdı. Şiî ayaklanmalarının büyümesi ve önlenememesi. Yeniçerilerin de, oğlu Selim'i tahta çıkarması için padişaha baskı yapması neticesinde, Beyazıd Han, oğlu lehine tahttan feragat etti. Bu olay, askerlerin siyasete karışmasının başlangıcı olarak değerlendirilir. Uzunçarşılı, a.g.e. , s.468-485. I. VII. II. Sultan II. Beyazıd’ın Denizcilik Politikası Fatih Sultan Mehmet’ten halef selef olan Sultan II. Beyazıd döneminde, Türk Denizciliği, devlet nüfuzu ve devlet himayesi haricinde oldukça gelişme kaydetti. Antalya’dan İzmir’e kadar uzayan sahillerde oturan birçok Türk yiğit korsanlık yapmak suretiyle Akdeniz’de bir Türk Denizciliği tesis etmişler ve Osmanlılığın karalardaki şöhretine yakın bir şöhret kazanmaya başlamışlardı. Bu korsanlar, II. Beyazıd tarafından devlet hizmetine alınarak bazı harekâtlarda görevlendirdi. Bu suretle Osmanlı Donanması bu korsanların öncülüğünde batıda harekâta hazır hale geldi. Uzunçarşılı, a.g.e. , s.490. II. Beyazıd’ın devlet hizmetine aldığı ünlü korsanların en önemlileri Kemal Reis başta olmak üzere, Burak Reis, Kara Haşan Reis, Arapoğlu Ali Reis, Muslihiddin Reis, Herek Reis, Piri Reis’tir. II. Beyazıd yukarıdaki korsanları devlet hizmetinde kullanarak sayıca Akdeniz’in en kuvvetli donanmasına sahip olan Venedik donanmasını yakalamayı başarmıştır. Akdeniz’i haraca kesen bu Türk Korsanlarının devlet hizmetine girmesiyle beraber Osmanlı denizciliği çok büyük gelişme kaydetmiş ve Osmanlı’nın uzak denizlerde faaliyet göstermesine olanak tanımıştır. Örneğin bu dönemde, Endülüs Müslümanları Osmanlı Devleti’nin yardımını istemiş ve bu yardımı Mısır ile harp eden Osmanlı İmparatorluğu yerine, meşhur Korsan Kemal Reis yapmıştır. Kemal Reis, Endülüs mağdurlarından binlercesini Türk Bayrağı altında Kuzey Afrika’ya taşımakla bu varlığı parlak surette Avrupa’ya tanıtmıştır. Bu dönemde Osmanlı donanması, özellikle Venedik ve müttefikleriyle yapılan ve uzun süren deniz savaşlarından sonra gemi inşa teknolojisinde değişiklikler yaptı. Uzun süredir Venedik gemilerini yakından izleyen Osmanlı denizcileri, Venedik gemileri tarzında “çektiri”, “kalyon” ve “Göke” denilen gemiler inşa ettiler. İspanyol gemileri örnek alınarak yapılan Göke adı verilen gemiler, o çağın en güçlü gemileri olup bunlar hem kürek, hem de yelkenle hareket ediyor ve bordalarında çeşitli çapta toplar taşıyordu. Osmanlı donanması topa büyük önem vererek deniz savaşında topu birinci derecede silah olarak aldı. Zira Kemal Reis, denizlerde Rampa savaşı yerine, uzak mesafeden top ateşiyle zafer kazanılabileceğine inanan ilk denizcidir. Coşkun Güngen, XVI. Yüzyıldaki Gelişmeler İşığında Osmanlı Denizciliği, Karargâh Basımevi, Ankara 1997, s.18-25. Sultan II. Beyazıd, döneminde, İstanbul, Gelibolu, İzmit ve Sinop, Antalya gibi Ege ve Akdeniz'deki değişik yerlerinde üs ve tersane bulundurulmasına önem vermek suretiyle donanmanın harekâtına sürat ve esneklik kazandırmış ve daha az masraf, emek ve zamanla daha etkili görev yapma olanağı sağlamıştır. Osmanlı İmparatorluğunun her bir yanında dönemin gemi yapım olanaklarının bulundurma politikasının, bu dönemde denizciliğin hızla gelişmesine ve daha çok yaygınlaşmasına yardımcı olduğu görülmektedir. I. VII. III. Sultan II. Beyazıd Döneminin Büyük Türk Denizcileri I. VII. III. I. Kemal Reis (1450 - 1511) 1450-1511 yılları arasında yaşayan Kemal Reis’in Gelibolu'da doğduğu sanılır. Bazı Osmanlı kaynaklarında ise Karamanlı bir Türk ailesinden geldiğini yazar. Gençlik yıllarında korsanlık yapan Kemal Reis, daha sonra Gelibolu'da Osmanlı donanmasına azap askeri (deniz piyadesi) olarak girdi ve azaplar reisliğinde bulundu. Eğriboz seferinde Mahmul Paşa kumandasındaki donanmaya katıldı, adanın fethinden sonra (1470) oraya yerleşti. Adadaki korsanların reisliğini üzerine alarak Venediklilerle mücadele etti. Türkler ve Venedikliler arasında ün yarattı. 1487 yılında II. Beyazıd kendisinden yardım isteyen Granada (Gırnata) hükümdarı Haşan'a yardım için bir korsan filosuyla birlikte Kemal Reis’i gönderdi. Kemal Reis Endülüs Müslümanlarının İspanya’da yaptığı savaşta bir İspanyol filosunun bozguna uğrattıktan sonra Malağa şehrini fethetti, yardımı sağladı ve batı Akdeniz'in ele geçirilmesinde etkili oldu. Türk savaş gemilerine dünya denizcilik tarihinde ilk defa uzun menzilli toplar yerleştirerek Türk donanmasını korkulu güç hahne getiren Kemal Reis. Cerbe adasında ve Cezayir'in Becaye (Bogue) limanında Türk donanması için üsler kurdu. Bu üsleri kullanarak İtalya, Fransa, orta ve batı Akdeniz adalarında korsanlık yaptı. Malta adasına yaptığı baskında ada hâkiminin oğlunu esir aldı. Başarıları Kaptan-ı Derya Sinan Bey tarafından padişaha bildirildi ve padişah tarafından mükâfatlandırıldı. Kuzey Afrika kıyılarında mahalli Müslüman emirlerin işlerine karıştı. 1495 yılında padişah tarafından İstanbul'a çağırıldı. Osmanlı donanmasının hizmetine girdi. Bir yıl sonra Çukurova'nın Haremeyn evkafı (Mekke ve Medine'ye tahsis edilen vakıflar) gelirlerini deniz yoluyla İskenderiye'ye götürdü. 28 Temmuz 1499'da İyonya denizinde küçük Sapienza açıklarında Burak Reisin de yardımıyla yaklaşık 200 gemilik Venedik donanmasını perişan ederek 15, yüzyılın en büyük deniz savaşını kazandı. Daver, a.g.e. , s.375. 1500 yılında Kefalonya'yı fethetti, 1501 'de 22 parçalık donanmasıyla Venediklilerle yapılan Navarin Deniz Savaşı’nı kazandı, 1502 yılında Santa Maria adalarını aldı 1503'de Rodos yakınlarında Saint Jean şövalyelerini yenerek Rodos Amiralini esir aldı. I504'de (bazı kaynaklara göre 1507) Rodos adasına asker çıkararak kasaba ve köyleri yağmaladı. Aynı yıl padişahın emriyle Mısır'a giderek Memluk sultanı Kansız Gavri ile görüştü. 1510'da İspanya'ya ikinci bir sefer yaptı ve İspanya kıyılarını yaktı. İspanyol egemenliği altında yaşayan bir kısım Endülüs Araplarını, İspanyollar’ın zulmünden kurtarıp gemileriyle kuzey Afrika'ya taşıdı Bu seferde varanda 35 yaşlarında bulunan yeğeni Piri Reis’de vardı.1511 yılında Adalar denizindeki savaşa giderken yolda yakalandığı bir fırtınada gemisi ile birlikte batarak boğuldu Reisülmücahidin adı verilen Kemal Reis'in ölümü Bütün Akdeniz'de üzüntüyle karşılandı. Denizciliğinin yanı sıra Osmanlı donanmasına getirdiği en önemli yenilik uzun menzilli topları ilk defa kullanmış olmasıdır. Kemal Reis Barbaros kardeşlerin gerçek öncüsüdür. I. VII. III. II. Burak Reis (? – 1499) 1488 yılında Mısır seferinde kadırga reisi olarak görev alan Burak Reis'in doğum yeri ve hayatı hakkında fazla bir bilgi yoktur. II. Beyazıt devrinde gerçekleşen Osmanlı-Venedik savaşında, Kaptan-ı Derya Küçük Davul Paşa idaresinde Kemal Reis ile birlikte İnebahtı (Lepanto) açıklarında yapılan deniz savaşında (Temmuz 1499) bulundu. 1498 yılı Türklerle Venedikliler arasında savaşların başladığı tarihtir. Venediklilerin karşısına iyi hazırlanmış eksiksiz bir donanma gücüyle çıkmak isteyen Osmanlılar 1000'er kişi taşıyabilen, her biri 2500 tonluk iki büyük savaş gemisi yaptırmış ve kaptanlılarına da Burak ve Kemal Reisler getirilmişti. İnci, a.g.e. , s.60. Donanma İnebahtı'ya yaklaştığında, Burak Reis, Venedik amiralleri Alban Armenio ve Pietro Loredano'nun üzerine hücum edip gemisine aborda olmaları sonucunda gemisini teslim etmemek için her iki tarafına rampa etmiş olan Venedik gemileriyle birlikte kendi gemisini ateşe verdi ve şiddetli rüzgârın da yardımıyla alevler kısa zamanda birbiri içine girmiş durumda bulunan her üç gemiyi birden sardı. Burak Reis'in kadırgası (Göke) da diğer iki düşman gemisiyle (karaka) birlikte sulara gömüldü. Burak Reis şehit olurken (28 Temmuz 1499) mürettebatından ancak 90 kadar denizci Brodano (Sapienza) adasına çıkarak kurtulabildi. Buna karşılık düşman en büyük iki gemisini ve en değerli iki amiralini kaybetti Türkler bu savaşın olduğu yerdeki adaya, bu yiğit, vefalı Türk denizcisinin anısına duydukları büyük saygıyı devam ettirmek amacıyla "Burak Reis" adını verdiler. Bu savaşa da daha sonra Burak Adası Deniz Savaşı denildi. I. VII. III. III. Piri Reis (1470 - 1554) Piri Reis eşsiz bir kartograf ve deniz bilimleri üstadı olmasının yanı sıra Osmanlı deniz tarihinde izler bırakmış bir kaptandır. Piri Reis, 1465-1470 dolaylarında, Osmanlıların ünlü bir deniz üssü olan Gelibolu'da doğdu. Asıl adı Muhiddin Piri olan Piri Reis, Karamanlı Hacı Ali Mehmet’in oğlu ve ünlü Osmanlı denizcisi Kemal Reis'in yeğenidir. On yaşlarına geldiğinde, dönemin bütün Akdeniz'de nam salmış ünlü korsanı olan, sonradan devlet hizmetine giren amcası Kemal Reis’in seferlerine katılmaya başladı. Piri ve amcası Kemal Reis, uzun yıllar Akdeniz'de korsanlık yaptılar. 1486'da Granada’nın Osmanlı Devleti'nden yardım istemesi üzerine 1487 1493 yılları arasında Piri ve amcası, gemilerle Gıanadalı Müslümanları İspanya'dan Kuzey Afrika'ya taşıdılar. 1499-1502 yıllarında Osmanlı Donanması'nın Venedik Donanması'na karşı sağlamaya çalıştığı deniz kontrolü mücadelesinde Osmanlı gemi komutanı idi. Piri Reis Akdeniz'de yaptığı seyirler sırasında gördüğü yerleri ve yaşadığı olayları, daha sonra Kitab-ı Bahriye adıyla dünya denizciliğinin de ilk kılavuz kitabı olma özelliğini taşıyacak olan kitabının taslağı olarak kaydetti. Brummett, a.g.e. , s.277. Piri Reis, 151l' de amcasının ölümünden sonra, bir süre için açık denizlere açılmadı ve Gelibolu'ya yerleşti. Burada, önce 1513 tarihli ilk dünya haritasını çizdi. Atlas Okyanusu, İberik Yarımadası, Afrika'nın batısı ile yenidünya Amerika'nın doğu kıyılarını kapsayan üçte birlik parça, işte bu haritanın elde bulunan bölümüdür. Bu haritayı dünya ölçeğinde önemli kılan, Kristof Kolomb'un hala bulunamamış olan Amerika haritasındaki bilgileri içeriyor olmasıdır. Brummett, a.g.e. , s.289. Piri Reis haritasını, Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferi sırasında, 1517'de padişaha sundu. Bazı tarihçilere göre padişah haritaya bakmış ve ‘’Dünya ne kadar küçük’’ demiştir. Sonra da ‘’Biz Doğu tarafını elimizde tutacağız’’ demiştir. Padişah, daha sonra 1929’da bulunacak diğer yarıyı atmıştır. Bazı kaynaklarca, günümüzde bulunamamış olan doğu yarısını, Hint Okyanusu'nun ve onun Baharat yolunun kontrolünü ele geçirmek için Padişahın yapacağı olası bir sefer için kullanmak istediği bile iddia edilmektedir. Piri Reis seferden sonra, tuttuğu notlardan Bahriye için bir kitap yapmak amacıyla Gelibolu'ya döndü Derlediği denizcilik notlarını bir Denizcilik Kitabı (Seyir Kılavuzu) olan Kitab-ı Bahriye'de bir araya getirdi. Kanuni Sultan Süleyman'ın dönemi, büyük fetihler dönemiydi. Piri, 1523’deki Rodos seferi sırasında da Osmanlı Donanması'na katıldı 1524'de Mısır seyrinde kılavuzluğunu yaptığı sadrazam Pergeli İbrahim Paşa'nın takdiri ve desteğini kazanınca, 1526’da gözden geçirdiği Kitab-ı Bahriye'sini Kanuni Sultan Süleyman'a sundu. Piri Reis'in 1526'ya kadar olan yaşamı Kitab-ı Bahriye'den izlenebilir Piri Reis, 1528'de de ikinci dünya haritasını çizdi Bugün elimizde olan Kuzey Amerika haritası bu haritanın bir parçasıdır.109 Sonraki yıllarda. Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1547 yılında Piri Reis’i Hint Kaptan-ı Deryası sıfatı ile Aden’in zaptı ve Umman denizi ile Hint sularından Portekizlilerin tardı ile görevlendirmiştir Sait Talat, Umman ve Hint Denizleri Hâkimiyeti ve Türkler, Deniz Matbaası, İstanbul 1934, s.114. Piri Reis 1549 yılında Mısır’a gelerek Hadım Süleyman Paşa’dan beri ihmal edilmiş olan Süveyş donanmasını tanzim ederek 1550’de Kızıldeniz’e açıldı. İlk olarak Yemene gitti ve 4 günde Aden’i alarak Kızıldeniz ağzının güvenliğini sağladı ve Süveyş’e geri döndü. Piri Reis, 1551 yılında, Umman Denizi’nin Portekizlilerden temizlenerek Hint yolunun açılması maksadıyla, 30 baştarda ve kadırgadan oluşan bir donanmayla tekrar Kızıldeniz’e açıldı. Bu donanma ile Cidde’ye uğradıktan sonra Aden’e gelerek buradan Hadramut sahilindeki Zafar ve Şihar limanlarına uğrayıp Maskat limanına demirledi. Burası Hindistan ile Basra arasındaki deniz yoluna hâkim olduğundan karaya asker ve büyük topluk çıkararak burayı zapt etti. Buradan Keşam adasını alıp Hürmüz civarını yağmaladı. Ardından Hürmüz kalesini kuşattı ise de zapt edemedi. Ünlü tarihçi Hammer kuşatmanın alınan hediyeler karşılığında kaldırıldığını yazmaktadır. Joseph von Hammer, Osmanlı Tarihi. c.II, Milliyet Yayınları, İstanbul 1966, (Çev. Mehmet Ata). s 45. Piri Reis Basra’ya dönüşünde Basra valisi Kubat Paşa ile sorunlar yaşadı. Gemilerdeki kara askerleri Umman denizindeki fırtınalardan yılarak denize çıkmak istemediğinden, sadece 3 gemi donatarak ve geri kalan donanmayı da Basra da bırakarak Süveyş’e doğru yola çıktı. Hammer bu üç gemiye hâzinelerin yüklendiğini yazmaktadır. Hammer, a.g.e. , s.46. Bahreyn açıklarında bir geminin de kayalıklara çarpıp batması sonucu 2 gemi ile Süveyş dönen Piri Reis Kubat Paşanın ardından kendisini Mısır valisine rapor etmesi sonucu Mısır’a döndüğünde filosunu bırakmak ve düşman önünden kaçmak suçlaması ve Kanuni Sultan Süleyman’ın fermanı ile boynu vurulmak suretiyle idam edilmiştir. Hammer, a.g.e. , s 46. Öldüğünde 80 yaşının üzerinde olan Piri Reis'in terekesine devletçe el konuldu. Osmanlı Türklerinde gerçek anlamda haritacılık Piri Reis'le başlar. Bu acemice emekleyen bir görüntünün aksine, mükemmel bir çıkıştır Piri Reis'in Kitab-ı Bahriye adlı kitabı bir Türk'ün meydana getirdiği en önemli denizcilik eseri olarak dünyaca selamlanmıştır. Dünya haritası ve Kuzey Amerika haritasının çizimlerindeki isabet ve projeksiyon sistemindeki mükemmellik, tüm dünyada büyük hayranlık ve hayret uyandırmaktadır. Piri Reis Haritası, Milli Müzeler Müdürü; Halil Ethem Eldem, 1929 yılında Topkapı Sarayı'nın eşsiz hâzinelerinden biri olan Piri Reis haritasını ortaya çıkardı. Harita o sıralar İstanbul'da araştırma yapan Alman Doğubilimci Prof. Paul Kahle tarafından incelenip, 1931 yılında Leiden'de toplanan 18. Doğubilimleri Kongresi'nde dünya bilim çevrelerine sunuldu. İstanbul basınında yer alan yazılardan sonra Ankara'ya taşınan harita, Atatürk ve tarihçileri tarafından incelendi Atatürk'ün özel ilgi ve emirleri ile devlet matbaasında tıpkıbasımı yapıldı Birinci Dünya haritası adı ile anılan ve deve derisi üzerine çizilen, dokuz renkte boyanıp resimlenmiş harita 86 cm. boyundadır. Üst kısmının genişliği öl cm, alt kısmının ise 41cm'dir. Dikkatle bakıldığında, haritanın sağ yanından boydan boya kopmuş olduğu göze çarpar Alt kısmının genişliğinin kısa oluşu derinin olağan yapısaldandır. Bu kopma dolayısıyla Birinci Dünya Haritası’ndan geriye Atlas Okyanusu'nun boydan boya iki kıyısı kalmıştır. İspanya, Fransa, Amerika'nın doğu kısımları ile Florida kıyıları, Antiller, Güney Amerika'nın doğu bölümü bugünkü haritalara yakın doğrulukta çizilmiştir Harita tipik bir deniz haritasıdır. Enlem ve boylam çizgileri yerine rüzgârgülü ve yön çizgileriyle, efsanevi ve gerçekçi resimlerle süslenmiştir Harita üzerinde yer adlarının yanı sıra, keşif tarihi, efsanevi bilgiler, haritanın oluşumu hakkında notlar vardır Harita eşsiz bir tablo güzelliğine sahiptir. Görselliğin bu denli öne çıkması, eserin Osınanlı sultanına sunulacak olmasından kaynaklanmıştır. Haritada bulunan rüzgârgülü sayısı üçü küçük, ikisi büyük olmak üzere beştir. Svat Soucek, Piri Reis ve Kolomb Sonrası Türk Haritacılığı, Boyut Yayıncılık, İstanbul 2013, s.44. Güney Amerika'nın kuzeybatı bölümünde yer alan satırlarda Piri Reis’in imzası açıkça okunur. Güney Amerika üzerinde okunan aşağıdaki satırlarda Piri Reis bilim adamlarına yakışan bir dürüstlükle haritasının kaynaklarını açıkça belirmektedir. Harita üzerinde aşağıdaki cümleler yazmaktadır: "Bu fasıl işbu haritanın ne tarikle telif olunduğunu beyan eder. İşbu harita misalinde harita asır içinde kimsede yoktur. Bu fakirin elinde telif olup şimdi Bünyan oldu. Hususen yirmi miktar halliler ve yappamondotar'dan (Mappa Monde), yani İskender-i Zitlkarneyn zamanında telif olmuş hartidir ki rubu meskûn anın içinde malumdur; Arap taifesi ol har tiye Cafer iye derler anın gibi sekiz Caferiyeden ve bir Arabî Hint hanisinden ve dört Portakalın şimdi telif olmuş hal lilerinden lam Sint ve Hint ve Çin hendese tarihi üzerine ol hartilerin içinde mesturdur ve bir dahi Kolonbo'nım Garp tarafından yazdığı hartiden bir kıyas üzerine istihraç edip hu şekil hâsıl oldu; şöyle ki bu diyarın hartisi bahriler içinde nice sahih ve mıneber ise mezbur hartide dahi yedi derya ile sahih muteberdir. " Bu satırların içinde yer alan bölümde ise Amerika'nın keşfi ile ilgili bilgiler verilmekte ve son cümlesinde "Mezbur hartide olan bu karalar ve cezireler (adalar) kim vardır, Kolonbo'nu hartisindetı yazılmıştır" denmekledir.Haritayı çekici kılan yönlerden biri de budur. Colombus 1492 1504 tarihleri arasında Amerika'ya 4 kez sefer etmiş ve kıyıların haritalarını yapmıştır. Ancak bu haritaların hiçbiri günümüze ulaşmamıştır ve bugün sadece Piri Reis'in haritasının içinde yer alan bölümü ile yaşamaktadır. Colombus'Ia birlikte ikinci yolculuğa kılavuz olarak katılan Juan de la Cosa'nın 1500'de yaptığı dünya haritası, Contarini'nin 1506 tarihli dünya haritası ve Martin Waldseemüller'in 1507 tarihli dünya haritası (ilk defa bu haritada Kuzey ve Güney Amerika Asya'dan ayrı bir şekilde gösterilmiştir) Amerika kıtasının yer aldığı ilk haritalardır. Piri Reis'in haritası bu üç haritadan daha doğru olarak çizilmiştir. Prof. C. Hapgood tarafından yapılan araştırmalar sonucunda, Kahire'yi merkez alan hava fotoğrafları ile inanılmaz benzerlik taşıdığı görülmüştür. Ericlı Von Daeniken ise haritanın uzay gemilerinden çekilen fotoğraflardan yapılabileceği gibi sansasyonel bir görüş ileri sürmektedir. Antarktika dağlarının haritada yer alması ise ayrı bir bilinmezdir. Yüzyıllardır buzullarla kaplı bu dağlar 1951 'de ses yansıtıcı bir sistemle keşfedilmiştir. Kısacası, Colombus'un Amerika'yı keşfinden sonra yapılan haritalar içinde en isabetlisi ve bugünkü modern haritalara uygunu Piri Reis'in haritasıdır. Projeksiyon sistemi şaşırtıcı derecede mükemmeldir. Hammer, a.g.e. , s.96. Piri Reis'in ilk haritasının kayıp parçalarının aranması sırasında, Topkapı Sarayı Müdürü Tahsin Öz tarafından yeni bir harita bulundu. Ceylan derisi üzerine, sekiz renkte boyanmış Osmanlı tarzı süslemelerle bezeli çerçevesiyle göze çarpan bu harita da bir deniz haritasıdır. Piri Reis üslubunun tipik bir örneği olan harita 69-70cm boyutlarındadır. Çerçevenin sadece kuzey ve batı kenarlarında bulunması, üzerindeki notların kenara gelen kısımlarının yarını kalmış olması, bu haritanın da bir kısmının yok olduğunu göstermektedir. Bu nedenle elimizdeki harita Atlas Okyanusu'nun kuzeyini, Kuzey ve Orta Amerika'yı kapsamaktadır. Harita üzerinde hemen göze çarpan ve deniz haritalarının tipik özelliklerinden olan dördü büyük ve süslü, ikisi küçük altı rüzgârgülü ile iki mil ölçeği bulunmaktadır. Haritada iki dikey ölçeğin altındaki dört satır Piri Reis’in imza ketebesidir ve haritanın yapım yılını da ortaya çıkarır: "Bunu 935 (1528) yılında Gelibolu'da Reis Gazi Kemal merhumun birader zadesi diye meşhur olan Hacı Mehmet’in oğlu fakir Piri Reis tamam etti. Bu iş muhakkak onundur.’’ Bu kitabe Arapçadır. Ancak harita üzerindeki diğer notlar duru bir Türkçe ile yazılmıştır. Bu haritanın da ilki gibi bir dünya haritası olduğu öne sürülmektedir. Kitabı Bahriye: Büyük bir denizci olduğu kadar büyük bir haritacı olan Piri Reis, korsanlık günlerinden başlayarak gezip gördüğü yerleri yabancı kaynaklardan da yararlanarak tarihi ve coğrafi özellikleriyle birlikte kitabında anlatmış ve haritalarını çizmiştir. Kitab-ı Bahriye'nin nazımla yazılan ve denizcilikle ilgili tüm bilgilerin toplandığı başlangıç bölümünde, genel açıklamalardan sonra Ege ve Akdeniz adaları tanıtılarak denizle ilgili gözlem ve deneyimin önemi vurgulanır. Fırtına, rüzgâr çeşitleri, pusula ve haritanın tanımından sonra dünyayı kaplayan denizler ve karaların oranı belirtilir. Portekizlilerin denizcilikteki ilerlemeleri ve keşifleri, Çin Denizi, Hint Okyanusu, Akdeniz ve Ege Denizi'ndeki rüzgârlar, Basra Körfezi, Atlas Okyanusu ayrıntılı biçimde anlatılır. Hammer, a.g.e. , s.122. Düz yazı ile anlatımın başladığı haritalı bölüm asıl metni oluşturur. Bu bölümde Çanakkale Boğazı'ndan başlayarak Ege Denizi kıyı ve adaları, Adriyatik denizi kıyıları, Batı İtalya, Güney Fransa, Doğu İspanya kıyılarıyla çevresindeki adalara ilişkin tarihi, coğrafi bilgiler verilerek kuzey Afrika kıyıları, Filistin, Suriye, Kıbrıs ve Anadolu kıyıları izlenerek Marmaris'te tüm Akdeniz'in havzası noktalanır. Hammer, a.g.e. , s.165. Kitabı Bahriye 'de Piri Reis'in Önsözü: Özellikle, güneş gibi parıldayan ve ay ışığı gibi ışıldayan, Arap ve Acem sultanlarının sultanı ve Allah'ın yeryüzündeki gölgesi olan Sultan II. Beyazıd Han'ın oğlu. Sultan Selim (I) Han'ın oğlu Sultan Süleyman (Kanuni Sultan Süleyman) Han ki. "Yüce Allah özellikle kendisinden inayetini esirgemesin, devletini güçlendirsin, ona zaferler versin, dünyanın yıkılacağı kıyamet gününe kadar oğullarına ömürler ve kuvvetler bahşeylesin, Âmin." Bu kitabın yazılış sebebine gelince, cihan padişahı Kanuni Sultan Süleyman'ın yüce devletine ve mutluluklar bahşeden kapısına, zamanın bilgili kişileri, uğurlu Hüdavendigar’ın sonsuz himmetleri ile isim ve şöhret sahibi olabilmek için, çeşitli bilim dallarında eserler vücuda getirmişlerdir. Merhum Kemal Reis'in kardeşinin oğlu olan bu zayıf ve güçsüz Hacı Muhammed'in oğlu Piri Reis de, bu ümitle, padişah hazretlerinin feleğe benzeyen eşiğine, kudretinin yettiği ölçüde "denizcilik ilminden" ve gemicilerin sanatından yadigâr olmak üzere bir kitap yazdım. Çünkü bu ilimde, şimdiye kadar hiç kimse, böyle faydalı bir eser bırakmamıştır. I. VII. III. IV. Oruç Reis (1474 – 1518) En büyük Türk denizcilerinden biri olan Oruç Reis 1474 yılında Midilli'de doğdu Hızır ve İlyas Reis'lerin ağabeyidir. Yunanca, Arapça, İtalyanca, İspanyolca ve Fransızca’yı öğrendi. Kardeşi İlyas Reis ile birlikte deniz ticaretine başladı. Gittiği bir sefer sırasında Rodos şövalyelerine esir oldu Bir fırsatını bularak kaçmayı başaran Oruç Reis, bu hadiseden sonra korsanlığa başladı. Esirlikten kurtulunca Memlüklü Sultanı Kansu Gavri'nin hizmetine girdi ve Mısır ince donanmasının başına getirildi. Mısır donanmasıyla birlikte İskenderun körfezinde bulunduğu sırada Rodosluların saldırısına uğradı Yavuz Sultan Selim'in ağabeyi Sultan Korkut'tan büyük yardım gördü ve Korkut Çelebinin verdiği 18 oturaklı bir gemiyle korsanlığa başladı. Bu gemisi Rodoslular tarafından ele geçirildi. Korkut Çelebi ona 22 oturaklı bir gemi daha verdi. Oruç Reis İtalya kıyılarını yağmalamaya başladı. Yavuz Sultan Selim padişah olunca (1512) Anadolu kıyılarını bırakarak İskenderiye'ye gitti. İskenderiye'den sonra Cerbe Adası’nı kendisine merkez yaptı. Kardeşi Hızır Reis de burada kendisine katıldı. Kısa bir süre içinde Fransa ve İtalya arasındaki sulara hâkim olmayı başardı. Bu durum Avrupa devletlerini büyük bir endişeye düşürdü. İnci, a.g.e. s.67. Tunus Sultanı Mulay Muhammed ele geçirecekleri ganimetten 1/8 pencik ve 1/50 liman vergisi vermeleri şartıyla Oruç Reis'e Halk-üi Vad kalesini verdi Buradan yapılan çıkışlarda İspanyol ve İtalyan gemilerini ele geçirdi, kızıl saçlı ve sakallı olması sebebiyle İtalyan ve İspanvollar tarafından Barbarossa adı verilen Oruç Reis'in ünü bütün Batı Akdeniz'e yayıldı. Bicaye Kalesi’ne sığınan İspanyol gemileriyle yaptığı bir çarpışına sırasında kaleden atılan toplarla kolundan yaralandı. Bu yaralı kolu daha sonra kesildi. Piri Reis’in emrinde 6 gemiyi İstanbul'a yolladı. Piri Reis, Yavuz Sulatan Selim’e Oruç Reis'in gönderdiği hediyeleri sundu. Yavuz Sultan Selim de Oruç Reis'e elmas kabzalı iki kılıç, iki hil’at ve iki gemi gönderdi. Bu sırada Oruç Reis, Cecelli kalesini ele geçirdi. Bicaye Kalesi’ni de ele geçirmek için çatıştıysa da başaramadı. Cicelli'ye geri döndü. Burada Berberi kabileleri arasındaki anlaşmazlıklara karıştı. Berberi reislerinden Abdülaziz ile Kuko Ahmet arasındaki anlaşmazlıkta Abdülaziz tarafını tuttu. Böylece berberiler arasındaki nüfuzu arttı Cezayir şehri halkı kendilerini İspanyollardan kurtarması için Oruç Reis'e başvurdu. Nutki, a.g.e. s.253. Oruç Reis Cezayirlilerin bu çağrısını kabul etti; 21 gemi ve karadan da 500 kişilik birlikle Cezayir üstüne yürüdü (1516) Kısa zamanda şehre hâkim oldu. İspanyollar, Cezayir limanı ağzında bulunan adaya (Penon d'Alger) çekilmek zorunda kaldılar. Cezayir'in Oruç Reis'in eline geçmesini istemeyen İspanyollar Don Diego de Vera kumandasında 180 parçalık donanma ve 15.000 kişilik bir ordu ile şehri almak istedilerse de başaramadılar. Oruç Reis, İspanyolların müttefiki olan yerli kabileleri yendi ve Cezayir’de yönetimi düzenlemek için kardeşleriyle iş bölümü yaptı. Cezayir'in doğu kısmının yönetimini Hızır Reis, batı kısmının yönetimini ise Oruç Reis üstüne aldı. Bütün ülkede nüfus ve arazi sayımı yapıldı. İspanyol nüfuzu altında hükümdarlarına bağlı olan Kal'atül Kıla ve sonra da Tlemsen alındı. Büyüktuğrul, a.g.e. , s.239. İspanyollar Tlemsen'i Oruç Reis'den geri almak ve eski hükümdarı tekrar başa geçirmek için Don Martin d'Argote kumandasındaki bir kuvveti Cezayir'e yolladılar. İspanyollar önce Kal'atül Kıla'yı aldılar. Oruç Reis’in kardeşi İshak İspanyollar tarafından şehit edildi. Daha sonra Marki de Comares komutasındaki bir ordu Tlemsen'i kuşattı. Oruç Reis İspanyolların ve onlarla işbirliği yapan yerlilerin saldırılarına karşı 6 aydan daha fazla bir süre dayandı. Sonra yanında kalan 40 kadar adamıyla kaleden çıktı. İspanyol hatlarını yardı. Arkasından gönderilen Garcia de Tinco kumandasındaki İspanyollar ile Salado ırmağında yapılan son bir savaşta şehit oldu. I. VII. IV. Sultan II. Beyazıd Dönemindeki Denizcilik Faaliyetleri II. Beyazıt zamanında Mesih Ahmet Paşa Gelibolu Sancak Beyi olarak Kaptan-ı Derya olarak görev yapıyordu. 1491 yılında ise bu makama o sırada Anadolu Beylerbeyi bulunan Guveği Sinan Paşa getirildi. Bu devirde Türk Denizciliği, oldukça gelişme kaydetti ve Akdeniz'de en korkulur donanma haline geldi. Türk denizcileri, Osmanlı’nın kara kuvvetinin şöhretine yakın bir şöhret kazanmaya başladı. Deniz gücü olarak zayıflayan Venediklilerin şöhreti artık, Karadeniz, Ege Denizi ve hatta doğu Akdeniz’de Osmanlı İmparatorluğu yanında kaybolmuştur. Diğer taraftan, Hint Okyanusu'ndaki Portekiz, Kızıl Deniz, Umman Denizi'nde boy göstermesine rağmen Doğu Akdeniz’deki harekâtta Osmanlılar’ın karşısında ciddi bir deniz gücü olmamıştır. Gelibolu ve İstanbul tersanelerinde inşa edilen 160 savaş ve taşıma gemisi ile denize açılan Osmanlı filosu, 1480 yılında Rodos Kalesi önüne geldi. Taşıma filosu şehrin batısındaki plaja asker çıkardı, fakat kale tam müdafaaya hazırlanmış olduğu için bu taarruz başarıya ulaşamadı. Ancak, aynı yılda 70 taşıma gemisine asker ve levazım koyup Avlonya’dan denize açılan filo, Otranto ve Avlonya’nın belli başlı kalelerini zapt etti. Nutki, a.g.e. , s.295. Osmanlı İmparatorluğu, 1485 yılında Mısırla savaşa başladı ve harbin ilk üç yılı neticesiz kaldı. 1487 yılında Venediklilerden alınan deniz desteği ile irili ufaklı 100 gemiden oluşan donanma, kara ve deniz kuvvetlerinin müşterek hareketleri ile Adana, Tarsus, Sis, Alanya ve Ayas kalelerini zaptetti. Fakat Mısır ordusu Kayseri'yi kuşattığı için Tunus Kralının aracılığı ile 1491 yılında, 1485 yılının statüsünü muhafazaya dayanan bir barış yapıldı. Memlûklar, Kızıl deniz girişini kontrol edebilecek Sokotra Adası'na sahip olan Portekizlilerle savaşacak yeterlikte donanması olmaması nedeni ile Osmanlılar’dan yardım istedi. Hac ve ticaret yollarının Portekizlilerin etki alanına girmesini önlemek için Sultan IF Beyazıd, Memluklar’a 30 gemilik kereste, 300 top, 150 direk, 3000 kürek ve yelken bezi gibi diğer donanımı gönderdi. Güngen. a.g.e. , s.186. II. Beyazıd, döneminde yapılan önemli deniz savaşlarından biri de 1499 yılı baharında Mora'daki Venedik sömürgelerini ele geçirmek maksadıyla yapılan Burak Adası Deniz Savaşı’dır. Bu savaşta ünlü denizcimiz Burak Reis’in gemisi batmış ve kendisi şehit olmuştur ancak çok önemli bir zafer elde edilmiştir. I. VII. IV. I. Burak Adası Savaşı Mora'nın güneybatısındaki Navarin limanı ile Burak Adası güneyinde Osmanlı donanması ile Venedik filosu arasında 1499 yılında yapılan deniz savaşma Burak Adası Savaşı denir. II. Beyazıd, 1499 yılı baharında Mora'daki Venedik sömürgelerini ele geçirmek maksadıyla kara ve deniz kuvvetleri için İnebahtı (Lepanto) kalesini ilk hedef olarak seçti, İstanbul ve Gelibolu'da gerekli hazırlıklara başladı. Kaptan-ı Derya Küçük Davut Paşa kumandasında 67'si kadırga ve 20'si büyük olmak üzere 270 - 300 parçadan oluşan Osmanlı donanması Gelibolu'dan hareket etti. Donanmada Anadolu ve Rumeli sipahileri ile kapıkulu askerlerinden kurulu 60.000 kişiden fazla bir kara kuvveti de bulunmaktaydı. Dönemin en ünlü denizcilerinden Kemal ve Burak Reislerle, Kara Haşan ve Herek Reis de katıldı. Kemal ve Burak Reislere özel olarak yapılmış 2.500 tonluk birer Göke tipi gemi verildi. Nutki, a.g.e. , s.299. Rodos şövalyeleri, Osmanılı donanmasından çekinerek Fransa kralı XII. Lui'den yardım istemişler, Fransa kralı da şövalyelere 22 kadırga göndermişti. Venedikliler her ihtimale karşılık Mudon limanında amiral Antonio Grimani kumandasında 47'si kadırga olmak üzere yaklaşık 160 gemiden kurulu filoyu hazır bulunduruyorlardı. II. Beyazıd donanmanın hareketinden sonra 1 Haziran 1499'da İstanbul'dan hareket etti. Edirne, Filibe üzerinden Vardar ovasına indi. Burada kendini bekleyen Anadolu ve Rumeli beylerbeylerinin kuvvetlerini yanına aldı. Rumeli beylerbeyi vezir Koca Mustafa Paşa kendi kuvvetleri ile İnebahtı kalesini kuşatmakla görevlendirilmişti. Kilidülbahir - Temaşalık - Benetşe burnu - Koron - Modon rotası ile yoluna devam eden donanma 12 gün fırtına ile mücadele elti Gemilerden 6'sı battı. Bu yüzden kara kuvvetleri ile birleşmekte gecikildi. Kara kuvvetleri İnebahtı'nın kuzeyinde Çatalca vadisine ulaştığı sırada Osmanlı donanması ancak Mudon kalesi önüne gelebildi, Venedikliler’in savunduğu limana giremediğinden güneydeki Sapienza adasına sığınmak zorunda kaldı. Bu arada Venediklilerle ilk çatışma da oldu Fakat günlerce fırtına ile boğuşan Osmanlı donanması adaya çıkarma yapamadı. Adanın Acı Su (Porto Longo) limanında bir süre kaldıktan sonra kuzeye doğru hareket etti. Nutki, a.g.e. , s.302. 160 parçadan kurulu ve amiral Antoni Grimani kumandasındaki düşman donanması, bu sırada Navarin'in l0 mil kadar kuzey batısındaki Brodino (Proti) kanalında yatmakta idi. İnebahtı'ya ulaşmak için Brodino kanalından geçmek gerekiyordu. Kaptan-ı Derya, Davut Paşa, düşman üzerine atılmaya karar verdi. Fakat rüzgâr kuzeyden eserek düşman harekâtını destekliyordu. Grimani idaresindeki düşman donanması Amiral Leonardo’nun Korfu adasından gelen 20 gemisi ile takviye edildi. Yaklaşan Venedik donanmasının rampa yapmasına meydan vermeden uzaktan top ateşi ile karşılanmasına çalışıldı. Herek Reis'in gökesi, savaşın başlangıcında üzerine gelen iki Venedik gökesini şayka toplarıyla batırdı. Burak Reis de bir düşman mavnası ile bir gökesini top ateşi ile batırdı. Fakat düşman öncü grubu kumandanı olan amiral Armenyo ile Korfu valisi olan Amiral Pietro Lorendo kumandasındaki diğer iki gökenin kendine aborda olmasına engel olamadı. Düşmanın her birinde biner kişi bulunan iki karakası ile yine her birinde 500 kişi bulunan diğer iki karakası, Burak Reis'in gökesini ortaya aldı. Göke’ye çengel ve halat bağlayarak güvertesine sıçradılar. Bundan başka irili ufaklı 20 kadar Venedik teknesi de saldırıya başladı. Türk donanması diğer düşman gemileriyle savaşa girişmiş olduğu için Burak Reis’e yardım edemedi. Üstün düşman kuvvetlerinin saldırısı karşısında kalan Burak Reis, başka imkân kalmadığını görünce, son çare olarak, gemisini neft ile tutuşturdu. Yangın şiddetli rüzgârın da etkisiyle çevresindeki gemilere de sıçradı, Burak Reis'in gökesiyle birlikte iki Venedik gökesi de yanarak battı. Burak ve Haşan Reislerle Yenişehir sancakbeyi Kemal Bey şehit oldu. Ünlü Venedik kaptanlarından Amiral Loredano ve Armeniyo da batan gemilerle birlikte öldüler. Burak Reis'in gemisinden kurtulabilen 90 gemici, Brodano (Sapienza) adasına çıktılar ve bu adaya Burak Reis'in adını verdiler. Aralarındaki rekabet nedeniyle amiral Loredano'nun yardımına gelmeyen düşman başkumandanı Amiral Grimani ölümden kurtuldu ve kurtarabildiği gemileri toplayarak Korfu Adası’na çekildi. Böylece İnebahtı yolu açıldı. Öğle vakti başlayan Burak Adası Deniz Savaşı, akşamüzeri düşmanın çekilmesi ile sonuçlandı. Venediklilerin 6'sı göke ve ikisi mavna olmak üzere 12'si bu savaşta batırıldı ve birkaç gemisi zapt edildi. Buna karşılık Osmanlı donanmasında bir göke ve bir yük gemisi yandı. Deniz tabya tekniği ilk defa Türk donanması tarafından, Burak Adası Deniz Savaşında uygulandı. Türk gemilerinin 10 düşman gemisini top ateşiyle batırmaları (diğer ikisi yanarak battı) topun gerçek değerini ortaya koydu. Böylece Burak Adası Deniz Savaşımda top tabiyesinin temeli atıldı. I. VIII. Yavuz Sultan Selim Dönemi I. VIII. I. Yavuz Sultan Selim 1470-1520 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu’nun başında hükümdarlık yapan Yavuz Sultan Selim, Osmanlı’nın dokunzuncu padişahıdır. Büyük bir kumandan, devlet adamı ve şair olan Yavuz Sultan Selim, II.. Beyazıd’ın oğludur. Koçu, a.g.e. , s.247. Yavuz Sultan Selim'in dış siyaset konusunda ana fikri, önce doğuda Şah İsmail'in liderliği altındaki Şii-Safevi İmparatorluğu'nu ortadan kaldırmak, sonra güneyde Memluk Sultanlığı'nı yenerek hilafeti elde etmek, bu suretle Osmanlı Devleti'nin liderliği altında bir imparatorluk kurmak ve daha sonra da batıya dönerek cihangir olmaktı. Yavuz Sultan Selim, bir gün "Dünya bir padişaha yetecek kadar büyük değildir" Uzunçarşılı, a.g.e. , s.487. demek suretiyle bu emelini açığa vurmuştur. Yavuz Sultan Selim, şehzadelik döneminde, II. Beyazıd tarafından Trabzon Sancak beyliğine 1482 yılında tayin edildi. İleri görüşlü bir şehzade olan Selim, diğer şehzadelere göre daha enerjik, sert bir yapıya sahipti. Yapacağı işlerde karar vermeden önce çok düşünür, etrafındakilerle konuşur ve bundan sonra kesin bir karara varırdı. Kararlarını uygulayabilmek için planlı bir şekilde çalışır ve adam seçmesini çok iyi bilirdi. Bütün bunlar, onun, padişah olmasında ve başarılı işler yapmasında birinci derecede rol oynadı. Koçu, a.g.e. , s.249. Yavuz Sultan Selim, tarihî bilgi ve tecrübeler ışığında, hayatta kalan şehzadelerin devamlı olarak devlet için bir problem olduklarını, dış güçlerin, bunların saltanat hırsından devamlı surette yararlandıklarını biliyordu. Bu nedenle devletin bekası ve halkının selâmeti için kardeşlerinin çıkarabileceği taht kavgasına engel olmak için kardeşlerini bütünüyle bertaraf etmek zorundaydı. Bu maksatla Yavuz Sultan Selim, Şehzade Mahmut’un oğulları Kastamonu Beyi Musa ile Orhan ve Emir han, Alemşah’ın oğlu Çankırı Beyi Osman ve Sehinşah'ın oğlu Niğde Beyi Mehmet’i de ortadan kaldırdı. Bu suretle Osmanlı tahtındaki yerini sağlamlaştırdı. Yavuz Sultan Selim, babası ve kardeşleriyle mücadeleden sonra, 1512 yılında tahta oturdu ve vefatına kadar 1520 yılına kadar hükümdarlık yaptı. Yavuz Sultan Selim, sekiz yıla seksen yıllık iş sığdırmış büyük bir padişah olarak anılır. Olağanüstü bir zekâya sahip büyük bir padişahtı. Çoğu zaman halk arasında gezer ve tanınmamak için her defasında elbisesini değiştirirdi. Birçok mahremleri vardı ki, her tarafa girip çıkar ve olup biten şeylerden kendisine haber getirirlerdi. I. VIII. II. Mısır’ın Alınması Yavuz döneminde Güneydoğu’da fethedilen yerlerin elde tutulabilmesi için, İran ile Memlûk Devleti'nin birleşerek Osmanlılara tehdit oluşturmaması için Memlûk Devleti'ne de bir darbe indirilmesi gerekiyordu. Ayrıca, doğu denizlerinde dolaşmaya başlayan Portekizlilerden büyük zararlar görmüş olan Memlûk Devleti, onlara karşı koyacak gücü kendinde bulamıyordu. Portekiz, 1502 yılında Hindistan'a yerleşerek Hindistan ile Avrupa arasındaki bütün ticaretin kendi denetiminde olan Güney Afrika'dan dolaşan deniz yolundan yapılmasını istiyordu. 1507 yılında Aden Körfezi'nde Sokotra, 1508'de de Hürmüz'ün ele geçirilmesiyle bu abluka, daha sıkı bir şekilde uygulanır olmuştu. Böylece Memlûk ekonomisi ile devlet hazinesinde sürekli bir bunalım meydana getirmişlerdi. Bu arada Sah İsmail, henüz yeni eriştiği Iran körfezinin, Avrupalıların tekeline geçmesini istemiyorsa da, Osmanlılara karşı kendisine destek olmaları karşılığında Portekiz gemilerine yardımda bulunmaya hazırdı. Gerçekten de, Doğu Akdeniz'de tam hâkimiyetin temini, Hristiyan dünyasının müşterek hareketine karşı Ortadoğu’nun ve Anadolu’nun emniyetinin sürekli olabilmesi için Mısır seferi zorunlu duruma geldi. Yavuz Sultan Selim, bu gelişme ve değerlendirmeler neticesinde ordusunu hazırlayarak ikinci kez doğu seferine çıktı. Memlûk Sultani Kansu Cîavri, yanında Abbasî Halifesi el-Mütevekkililallah olduğu halde takriben 80.000 kişilik ordusuyla Haleb'den çıkarak Merc-i Dâbik'a gelip karargâhını kurdu. Haluk Dursun, Nil'den Tuna'ya Osmanlı, Timaş Yayınları, İstanbul 2013, s.15. Merci-i Dâbik'a, Memlûk ordusundan sonra gelen Osmanlı ordusunun sağ kolunda, Anadolu Beylerbeyi Zeynel Paşa, Sol kolunda Rumeli Beylerbeyi Küçük Sinan Paşa, merkezde de Kapıkulu askerleriyle Yavuz Sultan Selim yerlerini almış bulunuyorlardı. Ön tarafa da zincirler ile birbirlerine bağlanmış toplar yerleştirilmişti. Osmanlılar, âdetleri üzerine hilâl seklindeki harp nizamlarını burada da uyguladılar. Osmanlıların bu harp düzenine karşılık Memlûk ordusunun sağ kolunda Haleb Nâibu's-saltanasi Hayir Bey, sol kolda Sam Nâibu's-Saltanasi Sibay, merkezde de Sultan Gavri maiyetiyle cephe alınışlardı. 24 Ağustos 1516 tarihinde Merc-i Dâbik'ta başlayan savaşta, Osmanlıların teknik üstünlüklerine dayanamayan Memlûklar, kısa bir zamanda mağlup oldu. Kansu Gavri, yanındaki birkaç kişi ile kaçarken çölde yorgunluk ve bitkinlikten öldü Bu savaş sonunda hilafet Osmanlılara verildi ve günümüz orta doğusu (Suriye, Filistin, vs.) tamamen Osmanlıların kontrolüne geçti ve Mısır yolu Osmanlı kuvvetlerine açıldı. Merc-i Dâbik hezimetinden sonra, Mısır’a kaçabilen bazı Memlûk emirlerinin gayretleriyle Kahire'de Memlûk Devleti'nin başına Tomanbay getirildi. Tomanbay, Osmanlı hükümdarının yanında bulunan Halife el-Mütevekkil yerine el-Müstemsik’in halife olarak tayin edildiğini ilan etti. Bu haber üzerine Yavuz Sultan Selim, Tomanbay'a iki elçi göndererek kendi hâkimiyetini tanımak şartıyla Gazze'den öteye olan Mısır topraklarını Memlûklara bırakabileceğini bildirdi. Ancak Tomanbay, Sultan Selim'in şartlarını kabul etmediği gibi, Osmanlı elçilerini de öldürttü. Elçilerin öldürülmesi, artık Mısır’a yapılacak seferi kaçınılmaz hâle getirdi. Dursun, a.g.e. , s.18. Mısır üzerine yürümek üzere Şam'dan ayrılan Sultan Selim, Kudüs'ü ziyaret ettikten sonra Gazze'de bulunan Osmanlı ordusuna ulaştı. 13 günde çölü kat ederek Kahire'nin kuzey doğusunda ve bu şehrin çok yakınında bulunan Ridâniye önlerine geldi. İskenderiye’de bulunan Venediklilerden ve diğer batıklardan top temin ederek, yaklaşık 50 bin kişilik bir ordu hazırlayan Memlûklar de Ridâniye'de bekliyordu. Dursun, a.g.e. , s.19. Savaş, 22 Ocak 1517 tarihinde Yavuz Sultan Selim'in bizzat yaptığı plana göre başladı. Çok çetin geçen savaşta Memluk’un çiçeği burnunda sultanı kaçmak zorundan kaldı. Böylece Mısır’ın hâkimiyeti ve halifelik Osmanlılara geçti. Bu durum Osmanlı’nın İslam dünyasında saygınlığını artırdı. Karal, a.g.e. , s.838. I. VIII. IV. Yavuz Sultan Selim’in Batı Politikası Yavuz Sultan Selim, Avrupa'daki durumu olduğu gibi muhafaza ederek asıl tehlikenin Doğu’dan geleceğini görmüş bu sebeple gayret ve enerjisini doğuya çevirerek, batı ile mevcut durumu muhafaza etmiştir. Arkasını yani Türklerin çoğunlukla yaşadığı Anadolu’yu emniyete aldıktan sonra Avrupa ve Akdeniz'e açılmayı planlamıştı. Avrupa ve özellikle Papa, Osmanlıları Avrupa ve Anadolu’dan atmayı isteseler de, birbirleriyle uğraşmaktan organize olamıyorlardı. 2 Mart 1513'te papalık makamına oturan Papa X. Leo, kendinden önce bu makamı işgal edenler gibi bütün Bati âlemini Türklere karşı ayaklandırmaya çalıştı Papa X Leo, papalık makamına geçer geçmez, hemen. Alman İmparatoru Maximilian'a, Polonya ve İngiltere krallarına, Rodos Üstat-i A'zami’na ve Liefland'da Alman şövalyeleri reisine gönderdiği birçok mektupta; Eski Yunan topraklarının, barbar saydıkları Müslüman 'kürklerden, kurtarılmasını istiyordu. Uzunçarşılı, a.g.e. , s.593. Papa’nın, birçok Avrupa ülkesine çağrıda bulunarak bir Haçlı seferi düzenlemek istedi ve 16 Mart 1517 tarihinde Laterna’da toplanan ruhanî mecliste (concilium) önemli kararlar aldırdı. Osmanlı Devleti'nin istilası ile ilgili teferruatlı noktaları bile tespit ettirdi ancak, Avrupa’nın kendi içindeki istenilen netice alınamadı. Avrupa’nın içinde bulunduğu karışık duruma iyice vâkıf olan Sultan Selim, bundan faydalanmasını bilmiş, Venedik, Macarlar gibi Avrupalı devletler ile anlaşma yaparak, Avrupalıların kendisine karşı birleşmelerini engellemiştir, Yavuz Sultan Selim bu anlaşmalarla batıyı emniyete almış ve doğunun karışık islerini endişesiz bir şekilde halletmiştir. Yavuz Sultan Selim, Venediklilerle olan ilişkisine özen göstermiş tahta çıkar çıkmaz, Venedik hükümet başkanına bir mektup göndermiş ve bu mektupta II. Beyazıd'ın, kendi isteğiyle hükümdarlıktan ayrıldığını belirtmiştir. Venedikliler bu mektuba ve mektubu götüren elçiye büyük ilgi göstermişlerdir. Tebriklerini ve memnuniyetlerini Antonio Giustiniani adındaki bir elçisini Osmanlılara göndererek Osmanlı sultanına iletmişlerdir. Bu hareketler Venedik-Osmanlı arasındaki iyi diyalogun başlangıcı olmuştur. Dursun, a.g.e. , s.29. Yavuz Sultan Selim’in, Venedikle iyi geçinmesindeki en büyük amaç, şüphesiz Doğu'ya yapacakları seferler esnasında Venedik'ten gelebilecek olan tehlikeleri önlemek, Adriyatik, Ege ve Akdeniz kıyılarındaki topraklarının güvenliğini sağlamaktı. Venedikliler de Osmanlılar ile barış halinde bulunmayı, birçok yönden faydalı görüyorlardı. Çünkü her şeyden önce Santa - Mama önündeki Türk gemileri ile Mustafa Paşa idaresinde Apulya'ya gönderileceği söylenen ve Avlonya'da hazırlanmakta bulunan 110 hafif ve 30 ağır gemiden mürekkep olan filo, onlar için endişe ve korku yaratıyordu. Ayrıca Sultan II. Beyazıd zamanında Osmanlılara karşı giriştiği mücadele, Venedik'i manen ve maddeten o kadar sarsmıştı ki, bundan sonra Osmanlılarla dost kalmayı menfaatlerine daha uygun görüyordu. Karal, a.g.e. , s.842. Yavuz Sultan Selim, Venedikliler ile anlaşma yaparak babası II. Beyazıd zamanında kendileri için tanınmış olan ticarî imtiyazları yeniden geri verdi. Bu dürüm, Venedik için çok iyi olmuştu. Çünkü devamlı savaşlardan dolayı boşalmış olan hazinesini ancak bu suretle doldurabilirlerdi. Bunun haricinde, Osmanlıların her konuda kendilerine yardım edeceklerini umuyorlardı. Nitekim bundan sonra iki devlet arasında Napoli aleyhine olmak üzere çok ilgi çekici müzakereler cereyan etti. Bu arada Venedik de. Şah İsmail’in ısrarla istediği yardımı reddetti. Hatta Papa’nın vaat ettiği büyük ve önemli menfaatleri de dikkate alıp Osmanlılar aleyhine harekete geçmedi. Aksine Çaldıran zaferinden dolayı Yavuz Sultan Selim’i tebrik etti. Böylece, Osmanlılar ile Venedik arasında uzunca bir süre devam edecek olan dostluk münasebetleri geliştirilmiş oldu. Bunun üzerine iki devlet arasında 1517 tarihinde yeni bir anlaşma imzalandı. Dursun, a.g.e. , s.49. Yavuz Sultan Selim Doğu’yu emniyete almak için giriştiği mücadelenin bir Macar tehdidi nedeniyle boşa çıkmaması için Macarlar’la iyi geçinmeye çalıştı. Bu yüzden, Macaristan'la olan siyasî münasebetleri ihlal edecek küçük çapta bazı hudut çekişmeler olduysa da bunlar ciddiye alınmayarak harple sonuçlanacak müdahalelerde bulunulmadı. Bütün bu ufak çatışmalara rağmen Yavuz Sultan Selim, Macaristan’la anlaşma yaparak, gümrük vergisini % 5'e den, % 2'ye indirdi ve bu suretle Macarların Avrupalılarla birleşerek Osmanlıya tehdit oluşturmasını engelledi. I. VIII. V. Yavuz Sultan Selim’in Denizcilik Politikası Yavuz Sultan Selim, kendisine sunulan bir dünya haritasına baktıktan sonra şöyle der: “Bıı dünya bir padişah için ne kadar da küçükmüş’’ Koçu, a.g.e. , s.304. Bu sözlerden anlaşılacağa üzere Yavuz Sultan Selim dünya imparatoru olmayı hedefleyen bir hükümdardır. Dünya hükümdarı olmak için düzenlediği Mısır seferine yardımcı olmak maksadıyla, birtakım Osmanlı filosu Rodos, Kıbrıs ve Girit sularını sıkı bir denetim altında tuttu. Osmanlı filosu aynı zamanda bütün Mısır, Filistin, Suriye ve Adana sahillerinin deniz yollarını kesmek ve muhafaza etmek maksadıyla, 1516 yılında İskenderun’dan hareket ederek Mısırı abluka altına aldı. Türk korsanlarını hizmete alan Osmanlı Donanması bütün doğu Akdeniz'in kontrolünü eline aldı Böylece Mısır, Venediklilerden yeterli yardımı alamadı ve Osmanlı İmparatorluğunun kara ordusu karşısında kudreti kırıldı. Dursun, a.g.e. , s.66. Mısır'ın Suriye kıyısında ileri deniz dayanağı olan Trablus ile Beyrut. Sayda ve diğer birçok kale donanma tarafından alındı. Yavuz Sultan Selim çölü geçerek Salihiyeye vardığı zaman, Nil limanlan alınmıştı ve donanmayı Deltayı zapta hazır buldu.21 Ocak 1517 sabahı başlayan Ridâniye Muharebesi, Osmanlı ordusunun başarısıyla sonuçlandı ve 22 Ocak’ta Kahire fethedildi. Mısır Memluk Sultanlığı’nın ortadan kaldırılması, Osmanlı Devleti'ne Suriye, Filistin, Mezopotamya, Hicaz ve Afrika'da Mısır gibi, çok zengin ülkeyi kazandırdı. Venedikliler, Kıbrıs adasının vergisi olarak Memluk Sultanı'na verdikleri 8.000 duka altını da bundan böyle, Osmanlılara vermeye başladılar. Mısır'ın fethi, ekonomik yönden belirgin yararlar sağladı. Yavuz Sultan Selindin Mısır’ı fethinden sonra Kızıldeniz vasıtasıyla Hint Okyanusuma ulaşan Osmanlılar böylece yeni bir dünyaya açılmış oldular. Karşılarında ise, coğrafi keşifler sonucunda bölgeye gelerek baharatın vatanı olan Hindistan ve Uzakdoğu’ya hâkim olma mücadelesine girişen Portekizliler’i buldular. Osmanlılar, Akdeniz’de ticaretin merkezi haline gelmiş olan Suriye ve Mısır limanlarını ele geçirerek Doğu Akdeniz kıyılarını hâkimiyeti altına aldılar. Kumrular, a.g.e. , s.444. Memlûk Devleti'nin ortadan kaldırıp güneyi ve bir manada cephesini emniyet altına alan Yavuz Sultan Selim, Avrupa işleri ile ilgilenme fırsatı buldu. Papa X. Leo'nun, papalık makamına gelişinden sonra Hristiyanlık âleminin fikir, düşünce ve hareketlerinde, Osmanlılar aleyhinde büyük bir değişiklik meydana geldiğini fark eden Yavuz Sultan Selim, batıda kendi aleyhinde yapılan hareketleri çok yakından takip etmeye başladı. Ülkesinin geniş sahillere sahip olmasından dolayı yapılacak herhangi bir tecavüzü önlemek için çaba gösteren Yavuz Sultan Selim, siyasî çabaları ile haçlı ordusunu durdurmayı çalışıyordu. Ancak bunun yeterli olmadığını biliyordu. Ayrıca, ülke sahillerinin Kızıldeniz’e ulaşması, dönemin güçlü ülkesi Portekiz tehlikesiyle karşı karşıya bırakmıştı. Bu durum karşısında ülkesinin kıyılarını ancak güçlü bir donanma ile koruyabileceğini anlayan Yavuz Sultan Selim, güçlü bir donanma meydana getirmek için hemen harekete geçti. Bu maksatla Yavuz Sultan Selim, Haliç’te eskiden mevcut tersanenin Galata’dan Kâğıthane’ye kadar genişletilmesine ve onlarca gemi inşa tezgâhı kurulması için Piri Paşa’ya emir verdi. Tersanenin genişletilmesiyle alakalı olarak padişah ile sadrazam Piri Paşa arasında şöyle bir konuşma geçmiştir: Koçu, a.g.e. , s.311. Padişah bir gece uykusuz kalarak o sırada bütün bu ahvali tahattur ile Çaldıran muharebesinde vezaret derecesine terfi etmiş Piri Paşa’yı huzuruna çağırır ve şöyle hitap eder: “Eğer bu akrepler (Hıristiyanlar) denizi gemilerle setr ediyorlarsa, eğer Venedik Doju’nun, Papa'nın, Franşa ve İspanya krallarının bayrakları Rumeli sahillerinde temevvüç ediyorsa buna sebep ancak senin bekletin ve benim miisamahamdır. Lakin ben herhalde kuvvetli ve kesretli bir donanma sahibi olmak isterim ” der. Rasim Örnek, Deniz Harp Tarihi, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Yayınları, İstanbul 1966, s.345. Piri Paşa şu cevabı verir : “Padişahını siz bu kulunuzun arz etmek istediğim şeyi benden mukaddem beyan buyurdunuz. Yarın arz içim huzur-ı şahanelerine girdiğim zaman viizerayı ve hususan beni tekdir ediniz. Hemen bir tersane inşası ve kendi masrafımızla beşyiiz harb gemisi teçhizini ferman buyurunuz. Frenkler bu tedarikalı haber alır almaz korkuya düşeceklerdir, Göreceksiniz ki tezgâhların ikmalinden kırk kadırganın denize tenzilinden evvel birbirine sebkatle muahedatm tecdidine ve vergi tediyesine geleceklerdir. Şu suretle bu teçhizat masarifinden kısıni-ı küllisi onların altınlarıyla tediye olunacaktır.’’ Özdirek, a.g.e. , s.346. Sultan Selim’in bu fermanıyla işe koyulan Piri Reis yardımıyla Haliç Tersanesi’ni 500 gemi yapabilecek kadar genişletti ve Galata’dan Hasköy’e varıncaya kadar 160 büyük bina ile Divanhane yaptırdı. 1518 yılında 200'ü kadırga olmak üzere 250 gemi yapılmasını emretti. Bu döneminde İstanbul Tersanesi Venedik Tersanesi ile birlikte dünyanın en büyük sanayi merkezi haline geldi. Yavuz Sultan Selim, donanmayla ilgili hazırlıkları sadece kıyılarını haçlılardan korumak için yapmadı. Cihangir padişahı olma arzusuyla öteden beri batıya büyük bir sefer planlıyordu. Bu seferi de doğuyu emniyete aldıktan sonra yapacaktı. Ancak yapacağı seferi kendinden başka kimse bilmiyordu. Kimi tarihçilere göre bu seteri, Türk gemicilerine ticaret yapma imkânı vermeyen Rodos şövalyeleri üzerine yapacaktı. Kimi tarihçilere göre ise bu sefer Osmanlı için Roma’da organize edilen Haçlı ordusuna karşı hazırlanıyordu. Yavuz Sultan Selim hazırlıklar tamamlanmadan hastalanarak 2 Ağustos 1520 tarihinde vefat etti.