Ünlü, O. (2023). Hattan Nakşa: Atâyî’nin Hamse’sindeki Minyatürlü Hikâyeler. Korkut Ata Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 13,
324-339.
KORKUT ATA TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi
The Journal of International Turkish Language &
Literature Research
║ Sayı/Issue 13 (Aralık/December 2023), s. 324-339.
║ Geliş Tarihi-Received: 22.11.2023
║ Kabul Tarihi-Accepted: 18.12.2023
║ Araştırma Makalesi-Research Article
║ ISSN: 2687-5675
║ DOI: 10.51531/korkutataturkiyat.1394267
Hattan Nakşa: Atâyî’nin Hamse’sindeki Minyatürlü
Hikâyeler
From Calligraphy to Miniature: Miniatured Stories in Atâyî’s Hamse
Osman ÜNLÜ
Öz
Türk sanatında minyatürün ortaya çıkması Orta Asya’da Uygurlar Dönemi’ne rastlamaktadır.
Osmanlı minyatür geleneğine bakıldığında esas olarak Erken Dönem, Yükseliş, Klasik ve
Batılılaşma olarak dört ana dönemden bahsedilebilir. Minyatür konu ve üsluplarına
bakıldığında ise özellikle dinî ve mitolojik konuların yer aldığı görülür. Kısas-ı Enbiyâlar,
Şehnâme ve Acâibü’l-Mahlûkât türü eserlerdeki minyatürler başlıca konulardır. Daha sonra
Nizâmî’nin Hamse’si, Leylâ vü Mecnûn gibi iki kahramanlı aşk hikâyelerini barındıran eserlerin
minyatürlerinin yapıldığı görülür. Bununla birlikte XVII. yüzyıla dek padişah ve saray
etrafında şekillenen minyatürlerin I. Ahmed dönemi ve sonraki dönemlerde günlük hayatı
çeşitli şekillerde nakşettiği daha sık görülmeye başlar.
Eserlerini XVII. yüzyılın ilk yarısında veren Nev’î-zâde Atâyî’nin (öl. 1045/1635) Hamse’sinin
içindeki bazı hikâyelerin, eserin yazılmasından yaklaşık yüz yıl sonra nakkaşlar tarafından
minyatürlenmesi günlük yaşam sahnelerini minyatür örnekleri içine dâhil etmesi açısından
önemlidir. Şimdiye kadar Hamse’nin minyatürlü beş nüshası tespit edilmiştir. Bu nüshalar
çerçevesinde Hamse’nin Sohbetü’l-Ebkâr mesnevisinin 25. Sohbet’i ve Nefhatü’l-Ezhâr ‘ın 14.
Nefha’sında yer alan iki hikâyenin minyatürleriyle birlikte döneminin İstanbul hayatını hem
görsel hem de yazılı metin olarak nasıl yansıttığı incelenmiştir.
Anahtar kelimeler: Nev’î-zâde Atâyî, Hamse, hikâye, minyatür, İstanbul, sosyal hayat.
Abstract
The beginning of miniature in Turkish art coincides with the Uighur period in Central Asia.
There are mainly four periods in the Ottoman miniature tradition: Early Period, Rise, Classical
and Westernisation. When miniature subjects and styles are examined, it is seen that
especially religious and mythological subjects are included. Miniatures in the genres of Kısas-ı
Enbiyâ, Şehnâme and Acâibü'l-mahlûkât are the main examples. Later on, miniatures can be
found in works such as Nizâmî's Hamse and Leylâ vü Mecnûn, which contain love stories with
two protagonists. Along with this, the miniatures that were shaped around the sultan and the
royal palace until the XVIIth century became more frequently seen depicting daily life in
various ways during the reign of Ahmed I and later periods.
Prof. Dr., Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümü, e-posta: osm.unlu@hotmail.com, ORCID: 0000-0003-4729-7342.
** Bu makale 3-5 Mayıs 2019 tarihleri arasında İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi tarafından gerçekleştirilen
Osmanlı İstanbulu VII Sempozyumu’nda sunulan Minyatürlerle Atâyî’nin Hamsesine göre XVII. Yüzyıl İstanbul
Hayatından Sahneler başlıklı bildirinin düzenlenip genişletilmiş halidir.
Osman ÜNLÜ
325
The miniaturization of some of the stories in the Hamse of Nev'î-zâde Atâyî (d. 1045/1635),
who wrote his works in the first half of the 17 th century, by miniaturists about a hundred
years after the work was written, is important in terms of including daily life scenes into the
miniature examples. So far, five miniature copies of Hamse have been identified. Within the
framework of these copies, the twenty-fifth Sohbet of Sohbetü'l-ebkâr masnavi and the
miniatures of the two stories in the fourteenth Nefha of Nefhatü'l-ezhâr are presented, as well
as visual and visual representations of the Istanbul life of his period. It was also examined
how it was reflected as a written text.
Keywords: Nev'î-zâde Atâyî, Hamse, story, miniature, Istanbul, social life.
Giriş
Geleneksel sanatlardan biri olan resim, doğu medeniyetlerinde genel olarak
minyatür tarzında gelişmiştir. Minyatür terimi, Ortaçağ Avrupası’nda yazma kitapların
bölüm başlarına yapılan tezhiplerde (süslemelerde) baş harfleri vurgulamak amacıyla
kullanılan kırmızı boya miniumdan türetilmiştir ve söz konusu tezhipleri tanımlar. Daha
sonra zamanla yazma kitaplardaki resimleri ifade etmek için kullanılan terim, Türkçeye
Batı dillerinden girmiştir. Ancak Osmanlı Dönemi kaynaklarında minyatür teriminin
yerine tasvir veya nakış sözcüklerinin kullanıldığı görülür (Mahir, 2012, s. 15). Minyatürün
kökenleri çok eskilere kadar gitse de asıl kimliğini Ortaçağ’da kazanır. Bu dönemde
sadece Avrupa’da değil Doğu’da, özellikle İslam coğrafyasında çok sayıda minyatürlü el
yazması üretilmiştir. İslam dünyasında ayrı bir önem taşıyan hat sanatıyla birlikte gelişen
minyatür sanatı XIX. yüzyıla kadar egemen resim türü olarak varlığını devam ettirmiştir
(Renda, 2001, s. 15).
İslam sanatında resim, Emevîler Dönemi’nde görülür. Ancak daha sonraki
dönemlerde Bizans tarihindeki ikonoklazm anlayışına benzer bir şekilde Abbasîler
Dönemi’nde resim sanatı yasaklanmıştır. Bu değişimin temelinde bazı hadislerin
“kıyamet günü geldiğinde canlı varlıkların resimlerini yapanlardan hesap sorulacağı ve
cezalandırılacağı” şeklinde yorumlanması bulunmaktadır (Mahir, age., s. 16). İslam
sanatında resim ve heykelin yasaklanmasının ve minyatür tekniğinin yaygınlaşmasının
bir diğer sebebi de “taklit” ve “yaratma” kavramlarının yorumlanmasıyla ilgilidir.
Platon’un temelini attığı ancak Aristo tarafından kavramsallaştırılan mimesis, İslam
dünyasında “tabiatı olabildiğince iyi taklit” olarak görülmüş ve bu durum bazı çevrelerce
“yaratma” eylemine bir öykünme olarak anlaşılmıştır. Bu nedenle İslam tasvir
sanatlarında dış dünyayı aynen resmetmekten özellikle uzak durulmuş ve
perspektiflerden arınmış, anatomik oran ve ışık/gölge kurallarına dikkat edilmeyen
minyatür/resim algısı bir sanat dalı hâline gelmiştir (Ayvazoğlu, 1997, s. 30-32). Bundan
dolayı minyatürlerde doğal nesne ya da kişilerin perspektif ve gölgeye dayanarak
doğrudan bir portresi çıkarılmaya çalışılmamış, gerçekliğin birebir yansıtılmamasına
olabildiğince gayret edilmiştir (Koç, 2009, s. 188). Bu sanat anlayışıyla birlikte özellikle IX.
Yüzyıldan sonra tasvir yasağıyla birlikte duvar resimleri ve mozaikler yerini kitap
resimlerine bırakmış ve minyatür geleneği bu şekilde ortaya çıkmıştır. Ancak temelde
Türk sanatında minyatürün ortaya çıkması Orta Asya’da Uygurlar Dönemi’ne
rastlamaktadır (Mahir, age., s. 31). İslam dünyasında ise ilk örnekler XI. yüzyılda
görülmektedir1.
Osmanlı minyatür geleneğine bakıldığında esas olarak Erken Dönem, Yükseliş,
Klasik ve Batılılaşma olarak dört ana dönemden bahsedilebilir. Minyatür konu ve
üsluplarına bakıldığında özellikle dinî ve mitolojik konuların yer aldığı görülür. Kısas-ı
Enbiyâlar, Şehnâme ve Acâibü’l-Mahlûkât türü eserlerdeki minyatürler başlıca konulardır.
Daha sonra Nizâmî’nin Hamse’si, Leylâ vü Mecnûn gibi iki kahramanlı aşk hikâyelerini
1
Minyatür sanatının tarihsel gelişimi hakkında daha fazla bilgi için bkz. Mahir, s. 31-35.
Korkut Ata Türkiyat Araştırmaları Dergisi
Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi
The Journal of International Turkish Language & Literature Research
Sayı 13/ Aralık 2023
Hattan Nakşa: Atâyî’nin Hamse’sindeki Minyatürlü Hikâyeler
326
barındıran eserlerin minyatürlerinin yapıldığı görülür. Özellikle XVI. yüzyılda
padişahların bizzat iştirak ettiği savaşlar, seferler, cülûs, vefat, özellikle sünnet şenlikleri
ile günlük hayata inmeye başlar ama bu durum genel itibarıyla padişah ve çevresiyle
sınırlı kalır. Bu durum I. Ahmed’e kadar devam eder. Bu zamana kadar Türk
minyatürcülüğünde saray nakkaşları günlük yaşam sahnelerini, sıradan insanları dışarıda
bırakmışlardı. Kalender Paşa’nın hazırladığı I. Ahmed Albümü, bu açıdan ilktir (Renda,
1980, s. 481-482; And, 2015, s. 113). Sonraki dönemlerde günlük hayatın çeşitli şekillerde
nakşedildiği minyatürler daha sık görülmeye başlar. Eserlerini XVII. yüzyılın ilk yarısında
veren Nev’î-zâde Atâyî’nin (öl. 1045/1635) Hamse’sinin içindeki bazı hikâyelerin
minyatürlenmesi bu açıdan önemlidir. Dönemin İstanbul’un gündelik hayatını bütün
gerçekliği ve sadeliğine ayna tutan bu eser, yazılmasından yaklaşık yüz yıl sonra
minyatürlenerek dönemi görsel olarak yansıtmıştır.
Nev’î-zâde Atâyî
İstanbul’da doğan (Şevval 991/Ekim 1583) Atâyî, Sultan III. Mehmed devri
kazaskerlerinden tanınmış şair ve âlim Nev‘î Yahyâ Efendi’nin oğludur. Aldığı
eğitimlerden sonra 1605’te Canbaziye Medresesi müderrisliği 1608’de Lofça kadılığı
görevlerinde bulunan Atâyî, daha sonra sırasıyla Babaeski, Varna, Rusçuk, Silistre
Tekirdağ, Hezargrad, Tırhala, Manastır ve yeniden Tırhala kadılıkları yaptıktan sonra
1632’de Üsküp kadısı olarak görev yapmıştır. Üç yıl sonra azledilerek İstanbul’a dönen
Atâyî, Cemaziyelevvel 1045/Ekim 1635’te vefat etmiştir (İpekten, 1991, s. 40-42). Atâyî’nin
en önemli eserleri Divan, Hamse ve Şakayık Zeyli olarak sıralanabilir:
1. Divan: Yazma nüshaları oldukça fazla olan Divan mensur bir dîbâce ile başlar.
Bir mi‘râciye, 31 kaside, 9 musammat, 275 gazel, 56 tarih ve kıta, 15 rubai ve 93 müfred
bulunmaktadır. Dili oldukça ağır ve külfetli olan şairin gazellerinde Fuzûlî, Nev‘î ve
Bâkî’nin etkileri görülür. Atâyî’nin Divan’ı Saadet Karaköse tarafından önce doktora tezi
olarak çalışılmış (1994), daha sonra ise elektronik kitap olarak yayımlanmıştır (2017).
2. Hamse: Nizâmî’yi örnek alarak meydana getirdiği Hamse’sini oluşturan
eserlerinde Atâyî, çok kullanılmış konular yerine yeni konuları ele almıştır. Yer yer
mahallî hayatı, halkın yaşayış ve törelerini dile getirmiş, özellikle İstanbul’un değişik
manzaralarını ve güzelliklerini ortaya koymaya çalışmış hatta hikâyeler içinde bazı gerçek
olayları dahi anlatmıştır. Böylece mesnevilerine yerli unsurlar katarak İran mesnevi
geleneğinden kurtulmayı denemiştir. Atâyî’nin Hamse’sini oluşturan beş mesnevi
şunlardır:
I. Âlemnümâ (Sâkînâme): Âlemnümâ yirmi dört “bahis” içinde 1569 beyitten oluşur.
Şair eserine Boğaziçi’nin ve hisarların güzelliklerini anlatmakla başlar. Ardından bir içki
meclisinde sırasıyla sâkî, şarap, asma, küp, kadeh, sürahi, pîr-i mugan, meyhane, şarkıcı,
gece, mum, sabah ve bahar anlatılır. Eser üzerinde Muhammet Kuzubaş tarafından
doktora tezi yapılmıştır (2007).
II. Nefhatü’l-Ezhâr: Atâyî’nin 1625 yılında Nizâmî’nin Mahzenü’l-esrâr’ına nazîre
olarak yazdığı bu mesnevi 3171 beyittir. Baştaki tevhid, na‘t, mi‘râciye gibi dinî şiirler ve
eserin sunulduğu Sultan IV. Murad ile Şeyhülislâm Yahyâ hakkındaki kasidelerden sonra
mesnevi yirmi “fasl”a ayrılmış, “nefha” ve “dâstân” başlıkları altında padişahlar,
maskaralar, soğuk latife yapanlar, âşıklar ve cömertlerden söz edilmiştir. Dinî-ahlâkî ve
öğretici bir niteliği olan eser üzerinde Muhammet Kuzubaş tarafından yüksek lisans tezi
yapılmış (2003), bu tez daha sonra kitap olarak yayımlanmıştır (2005).
Korkut Ata Türkiyat Araştırmaları Dergisi
Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi
The Journal of International Turkish Language & Literature Research
Sayı 13/ Aralık 2023
Osman ÜNLÜ
327
III. Sohbetü’l-Ebkâr: Atâyî’nin 1626 yılında Molla Câmî’nin Sübhatü’l-Ebrâr’ından
etkilenerek yazdığı 3530 beyitlik bir mesnevidir. Eser, kırk “sohbet” hâlinde düzenlenmiş,
bunlarda aşk, ibadet, tevazu, fazilet, çalışma, iyilik, bağlılık ve yalan gibi konular
işlenmiştir. Sohbetü’l-Ebkâr, Muhammet Yelten tarafından yayımlanmıştır (1999).
IV. Heft Hân: 1627 yılında Nizâmî’nin Heft Peyker’i örnek alınarak yazılan mesnevi
2784 beyittir. Heft Peyker’de yedi ülkenin kızlarının anlatıldığı hikâyeler burada yedi âşık
tarafından anlatılmıştır. İstanbul’da ansızın bir periye tutulan bir âşık gece gündüz yanıp
yakılır, derdini ve sevgilisinin adını kimseye açıklamaz. Kendisi gibi âşık olan yedi
arkadaşı onu avutmak için sırayla yedi hikâye anlatırlar. Bu hikâyeler Şam ve Edirne’de,
Çîn ü Mâçin’de, Gazne, Bağdat, Rey, Belh ve İstanbul’da geçer. Eser Turgut Karacan
tarafından yayımlanmıştır (1974).
V. Hilyetü’l-Efkâr: Hamsenin yakın zamanlara kadar ele geçmeyen bu mesnevisinin
eksik bir nüshası ilk defa Agâh Sırrı Levend tarafından ortaya çıkarılmıştır (1948).
Sonradan üç eksik nüshası daha bulunan mesnevinin mevcut kısmında münâcât ve na‘t
gibi başlangıç bölümleri yer almakta, asıl konu ile ilgili bölümler bulunmamaktadır.
3. Hadâyıku’l-Hakâyık fî Tekmileti’ş-Şakâyık: Atâyî’nin Üsküp kadısı iken 1634
yılında bitirdiği ve Zeyl-i Şakâyık veya Zeyl-i Atâyî diye de tanınan bu mensur eseri,
Taşköprizâde’nin meşhur Şakāyıku’n-Nuʿmâniyye adlı eserinin 965-1044 (1558-1634)
yıllarını içine alan Türkçe zeylidir. Bu yetmiş altı yıllık sürede Osmanlı Devleti sınırları
içinde yetişen şeyhler, ilim adamları ve şairler hakkında bilgi veren eser, Şakâyık’ın en
önemli zeyli olarak ilim tarihimizin ana kaynaklarından sayılmaktadır.
Atâyî’nin bunlardan başka Hezliyyât’ı, yarım kalmış Zeyl-i Siyer-i Veysî, Münşeât’ı
ve Kavlü’l-hasen fî cevâbi’l-kavli li-men adlı Arapça küçük bir fıkıh kitabı vardır.
Atâyî’nin Hamse’si yazıldığı devirden bugüne kadar çok okunmuş, istinsah edilmiş
ve oldukça geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. Tunca Kortantamer (1997, s. 135-144) eser
üzerine hazırladığı doçentlik tezinde yaklaşık 65 Hamse nüshası tespit etmiştir. Bunun
yanında Hamse’yi oluşturan mesnevilerin müstakil nüshalarının sayısı da katıldığında bu
rakam 100’ün üzerine çıkmaktadır.
Nüshaların çokluğunun yanında Hamse’nin bazı nüshalarına minyatürlerin
nakşedildiği de görülmektedir. Buna göre Hamse’nin tespit edilmiş minyatürlü beş
nüshası vardır. İstinsah tarihlerine göre bu nüshalar şunlardır:
1. Walters Art Gallery, W. 6662 (WAG)
1721 tarihli, 38 minyatürlü, 151 yaprak. Sayfa alanı 21x15,5 cm, yazı alanı da 10x17
cm arasında değişmektedir. Günsel Renda (1981, s. 15-32), nüsha hakkında ayrıntılı
incelemenin olduğu bir makale yazmıştır. Yazarın nüshadaki minyatür sayısını verirken
bir yerde 38, bir yerde de 39 sayısını vermesindeki karışıklık 129b ve 130a sayfalarında
karşılıklı olarak yer alan bir minyatürün bir veya iki minyatür olarak
değerlendirilmesinden kaynaklanmaktadır.
2. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Revan, 816 (TSMK)
Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesinde bulunan diğer nüsha 201 yapraktan
oluşmaktadır ve içinde 43 minyatür bulunmaktadır. 119. yapraktaki istinsah kaydından
Rebiülevvel 1141/Ekim 1728 tarihinde çoğaltıldığı anlaşılmaktadır. Pornografik
minyatürlerin belli kısımlarının sonradan sansür amaçlı kasten bozulduğu
Nüsha tam metin olarak http://www.thedigitalwalters. org/Data/WaltersManuscripts/html/W666/
adresinde internet erişimine açıktır (Erişim tarihi: 18.11.2023).
2
Korkut Ata Türkiyat Araştırmaları Dergisi
Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi
The Journal of International Turkish Language & Literature Research
Sayı 13/ Aralık 2023
Hattan Nakşa: Atâyî’nin Hamse’sindeki Minyatürlü Hikâyeler
328
düşünülmektedir. Günsel Renda (1980, s. 483), nüsha üzerine yazdığı makalede bu
nüshanın Osmanlı resim sanatına yeni ve mahallî konuların girdiği dönemi başlatan
eserlerden biri olduğunu ifade etmektedir.
3. British Library, Or. 13882 (BL)
Nüsha 1738 tarihlidir ve içinde 30 minyatür bulunmaktadır. 25,8x14,5 cm
boyutlarında (Renda, age.: s. 483-489) olan bu nüshadaki minyatürlerden on tanesini
Tülay Artan (1993, s. 91-115), Osmanlı’da mahremiyet anlayışının değişim sürecini ele
alan makalesinde bu değişim sürecini örneklendirirken kullanmıştır. Nüsha, 1978 yılında
Sotheby’s aracılığı ile satın alınmıştır.
4. Free Library of Philadelphia John Frederick Lewis Koleksiyonu, T. 97 (FLP)
Nüshanın istinsah tarihi belli değildir ancak birçok minyatürde TSMK nüshası
esas alındığına göre daha geç bir tarih olmalıdır. Nüsha hakkındaki ilk bilgiler
Muhammed Simsar (1937, s. 170-171) tarafından verilmiştir. Nüsha 212 yapraktır ancak
bunların altısı boştur. Her sayfada 19 satır bulunmaktadır. Sayfa boyutları 19,5x13 cm,
metin boyutları da 14,3x8,2 cm’dir. Nüsha, Aslıhan Erkmen (2018, s. 296-310) tarafından
ayrıntılı bir bildiri ile ilim âlemine tanıtılmıştır. Nüsha sonunda istinsah kaydı
bulunmamaktadır. Nüshada Simsar’a göre 20, Erkmen’e göre ise 18 minyatür
bulunmaktadır. Bu farklılığın sebebi, eserdeki iki minyatürün karşılıklı iki sayfada iki
parça olarak yer almasıdır. Erkmen bu minyatürleri tek bir minyatür olarak
değerlendirirken Simsar, iki farklı minyatür olarak algılamıştır. Nüshadaki minyatürlerde
TSMK nüshasının esas alındığı ilk bakışta fark edilmektedir. Renda’ya (1981, s. 24) göre
bu iki nüsha aynı nakkaş tarafından resmedilmiştir. Farklı olarak buradaki sansür daire
veya dörtgen şeklindeki süslemeler ile estetik hâle getirilmiştir. Nüshanın bir mikrofilmi
Süleymaniye Kütüphanesi mikrofilm arşivi 2995 numarada bulunmaktadır.
5. Türk İslam Eserleri Müzesi, 1969 (TİEM)
Bilinen en eski minyatürlü Hamse nüshasıdır. Ancak 12b sayfasındaki minyatür
hariç diğerlerinin sonradan ilave edildiği düşünülmektedir (Renda, 1980, s. 483). Günsel
Renda’ya (1977, s. 43) göre bu minyatürler nüshaya XVIII. yüzyılın ortalarında eklenmiş
olmalıdır. Süleymaniye Kütüphanesi Halet Efendi 3209’dan bu müzeye nakledilmiş olan
nüsha 149 yaprak, 25x12 cm, 25 satır ve 1102/1690 istinsah tarihlidir. Katalogda 9 olarak
gösterilen minyatür sayısı aslında 10’dur. “Ekserisi edep dışı bulunan, daha ziyade resme
yaklaşmış 9 (10) minyatür sahnesi vardır. Minyatürlerin arka sayfalarında muhtelif çiçek
resimleri vardır. Nakkaşının Abdullah Buharî veya Rızâ-yı Abbâsî’nin talebesi Muin-i
Musavvir olduğu tahmin edilmektedir (Çığ, 1959, s. 59).
Bu yazıda Nev’î-zâde Atâyî’nin Hamse’sinde yer alan iki hikâye, minyatürleriyle
birlikte döneminin İstanbul hayatını hem görsel hem de yazılı metin olarak nasıl
yansıttığına değinilmiştir. İlk hikâye Hamse’nin Sohbetü’l-Ebkâr mesnevisinde yer
almaktadır. Nasihatname türünden olan eser “sohbet” adı verilen 40 bölümden
oluşmaktadır. Her bir “sohbet”te ahlaki bir öğüt bulunur. Şair burada verdiği nasihatten
sonra konuya uygun bir hikâye anlatarak sözlerini somutlaştırma yoluna gitmektedir. Bu
“sohbet”lerden 25.si zinanın kötülüğü ve zararları hakkındadır (Yelten, 1999, s. 173-179).
Şair burada zamparaların durumlarını anlatarak söze başlar:
“Zamparaların bahtı sürmeli göz gibi siyahtır. Zina edenin ömrü zilletle geçer, ona
rağbet eden düşkün olur. Zenginlik ile zina, nisan bulutu ile kış mevsimi gibidir. Zampara
kırmızılar giyip gül bahçesine dönse sonbahar gibi sırtındaki gül renkli kaftan solar. Ne
kadar kaçsa da bir gün vahşi ceylan gibi mutlaka yakalanır. Basılınca da zindanı seyreder.
Zina acizlik ve faydasız bir hırsızlıktır. Zina eden kişi bütün malını sarf edip fakir kalır ve
Korkut Ata Türkiyat Araştırmaları Dergisi
Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi
The Journal of International Turkish Language & Literature Research
Sayı 13/ Aralık 2023
Osman ÜNLÜ
329
başına bela satın alır. Ey zina eden! İnsaf edip düşün ve ettiğin yüz karalığını söyle.
Müslüman harama meyletmez. Helal mümkün iken dalalet yolunu seçme. Müslümana
iffet lazımdır. İffeti terk etmek ise felakete sebeptir. İffet ve ismete sığın, günah girdabına
düşme. Zina eden kadınlara sakın aldanma, onlara iltifat etme. Onların beyazlığı gözüne
perde olur, sonra da yüz karalığı ortaya çıkar. Eğer yalnız olarak basılırsan senin eteğine
yapışıp meydana götürürler. Gafletle kan kuyusuna düşme, bu kuyuya zilletle girme. Bu
nedenle frengi olursan gözlerin karga gibi halkalanır, pulların yara gibi mührelenir.
Vücudundaki etlerin dökülür. Cüzzam, ara yerde fitne koparıp burnunu nezle olmuş gibi
siler. Cerraha aşağılayıcı gözle bakma, bir gün ona muhtaç olursun. Tuzak kurulan zeki
kuş ayağından tutulur. Nadir şeyler söyleyen kalem ne der, gör.”
Atâyî bu şekilde nasihat ettikten sonra konuya uygun bir hikâye anlatacağını ifade
ederek hikâyeye başlar. Hikâyenin başlığı “Zamparanın Kadının Tuzağına Tutulması”dır:
“Yüzü kara, başıboş köpek ve baykuş gibi gece kuşu olan bir zampara vardır. Bu
zamparanın adı Kuşu İpli’dir ve Üsküdar’ı mekân tutmuştur. Kuşunun kubbesinin ayağı
bağlıydı, yani adı Kuşu İpli idi. Bu lakabın aslı sorulduğunda güzel konuşanlar şöyle
naklettiler: O alçak, zinakâr kadınlar için yola düşer. Kadınları keşfetmek için perdedar
gibi dolanırmış. Her nerede bir harem duvarı görse her an orada bir aralık ararmış. Kulağı
kapıda halka gibi gözü kadeh misali balkonda imiş. Bir duvarda bir çatlak görse o küstah,
yılan gibi oradan akarmış. Bir tahta harem yanından geçse matkap dükkânından dem
vururmuş. O başsız ve ayaksız derbeder bir gün şehir içinde tenha bir yola girer. Ansızın
tahta avlu arasında mum gibi bir iki ay yüzlü güzel görünür. Yıldız gibi parlayan birkaç
kız Pervin şeklinde oturmuşlar. Gamzesi gönle saplanan hayal iğnesi, turrası da naz ve
edadır. Önlerine kasnakları germişler, birbirlerine nakış geçip kirpik iğneleri sürekli
çalıştırırlar. Birbirleriyle tam uyum içinde Zühre de o daireye denk düşmüş. O alçak,
bunları delikten görünce o tahtanın ağaçkakanı olur. Sabrı kalmayıp hemen harekete
geçer, o meclise girmek ister. “Kıssa”sını gürültü aleti ve tomarını dilenci kâğıdı etmeye
niyetlenir. Eski bir budak deliği bulup “dal”ını oradan öbür tarafa sokar. Kızlardan biri
bunu görüp “a bakın, kimindir bu kınalı parmak” der. Birisi de “acaba baykuş mudur
yoksa ucu kızıl bir mum mudur?” diye sorar. Başka biri de cevap verir: “A kız, o mum
değil, parmak olduğu da belli değil. Hangi kuş olduğunu bilmem ama daha tüyleri
çıkmamış bir yavruya benzer.” Kimi der: “Bari bir oyun edelim, alalım, kukla edip
oynayalım”. Kimi de “Görünce her an oynar, kör yılandır o, ben ona yapışamam.” der.
İçlerinden biri ariftir yani bu “kuş” diline vakıftır. Laf kalabalığı edip kendini cahil
gösterir ve adamı gaflet içinde bırakır. Balık oltası çengeli gibi ibrişim bir kement hazırlar.
Önceki kıza “hey ahmak, neden vehimlisin, ona yapışınca ne olurmuş” diyerek şive ve
cilvelerle onu doyuncaya kadar sığar. Bu sırada hemen ipliği ilmek edip kementle onu
bağlar. O kötü yılanı bağladıktan sonra kellesinden tutup iğne batırmaya başlar. Öyle bir
nakşolur ki eşi benzeri yoktur. Adam çekse bile kurtaramayacağını görür. Zira keskin
ibrişim onu ikiye böler. Çaresizce bin dertle feryada başlar, her iğnede kan durmayıp
kaynar. Zarifler bu feryadı duyup gelirler. Kalabalık adamın üstüne üşüşür. Kız ise
feryadın uzadığını görünce adamın kuşça canını azat eder. O anda o köpek iğne yemişe
döner, emekleyerek ve ipini sürüyerek oradan uzaklaşır. Bu olay yayılır ve o zamandan
bu lakap bunda kalır.”
Hikâyenin merkezinde yer alan cinsel organı ağacın budak deliğine sokma motifi
ilk olarak bu hikâyede yer almamaktadır. Atâyî’nin babası Nev’î Efendi’nin yakın
dostlarından biri olan Cinânî’nin Bedâyiü’l-Âsâr adlı hikâye külliyatında da bu motife yer
verildiği görülmektedir (Ünlü, 2016, 322-333). Ancak motifin anlatı metinlerinde
Korkut Ata Türkiyat Araştırmaları Dergisi
Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi
The Journal of International Turkish Language & Literature Research
Sayı 13/ Aralık 2023
Hattan Nakşa: Atâyî’nin Hamse’sindeki Minyatürlü Hikâyeler
330
kullanılması bu iki eserle sınırlı değildir. Bu eserlerin yanı sıra daha sonraki yıllarda
kaleme alınmış bir latife mecmuasında da benzer bir hikâye yer almaktadır.3
Kuşu İpli hikâyesi, Hamse’nin minyatürlü beş nüshasında da nakşedilmiştir.
WalterArt
Gallery
(WAG)
nüshasındaki minyatür bu beş nüshanın
içinde hikâyeyi en güzel şekilde aktaranıdır.
Sahne tahta duvarla ikiye ayrılmıştır. Sol
tarafta oldukça kalabalık bir kadın topluluğu
vardır. Hikâyede aktarıldığı gibi tezgâh
açılmış, nakış işleyenler, yün eğirenler,
kasnak işleyenler hatta beşiğinde bir bebek
bile vardır. Bu bölümde bebekle birlikte on
karakter yer almaktadır. Bunların dördü
nakışla ilgilenirken diğer dördü tahta
duvarın yanındadır. Tam merkezde “kuş
dili”ne vakıf olan kız yer almaktadır. Kız sağ
eliyle ibrişimi tutarken sol eliyle adamın
uzvunu iğnelemektedir. Organdan kan
aktığı açıkça görülmektedir. Tahta duvarın
TSMK, 188b
WAG, 91a
sağ tarafı sokaktır. Burada da toplam yedi
erkek karakter bulunmaktadır. Kuşu İpli’nin
dışındaki diğer altı karakter yarım daire
oluşturacak
şekilde
nakşedilmiştir.
Bu
dairenin
merkezinde
de
Kuşu
İpli
bulunmaktadır. Etraftaki insanların yüz
ifadelerinden öfkeli oldukları görülmektedir.
Buradakiler bıyıksız, bıyıklı ve sakallı
tiplerdir. Kuşu İpli diğer nüshalardan farklı
olarak
bıyıklı
olarak
nakşedilmiştir.
Aralarında mesafe olduğu için dayaktan
ziyade bir ayıplama anı resmedilmiştir.
Nakkaşın
metindeki
üşmek
fiilini
“toplanmak” anlamında aldığı ve insanları
oraya toplanmış bir şekilde resmettiği
düşünülebilir.
Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi
(TSMK) nüshasındaki minyatür de benzer
kompozisyondadır. Kuşu İpli tahta duvara
yapışmış durumdadır. Benzer şekilde solda
evin iki kanatlı kapısı yer alır. Evler perspektif
Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Yeni Yazmalar 61 numarada kayıtlı olan anonim Mecmua-i Letâ’if adlı
eserde çeşitli hikâye ve latife örnekleri vardır. Bunlardan birinde de temelde ağaç budağına cinsel organ
sokma motifi yer almaktadır. Hikâyenin konusu kısaca şöyledir: Bir adamın evinin bir tarafı tenha bir yere
bakarmış ve evin tuvaleti de oradaymış. Adamın evinde bir cariyesi ve cariyenin de bir “aşina”sı varmış. Bu
aşina her zaman tuvaletin dış duvarına gelir, cariye de tuvalete gelirmiş. Adam tahta duvarın deliğinden
“kîr”ini sokar, bu şekilde “delikli muamele” ederlermiş. Bir gün cariyenin sevgilisi duvarın öte yanına gelip
cariyeyi beklemeye başlar. Ancak cariye yerine ev sahibi tuvalete gelir. Adam, tuvaletin içindekinin cariye
olduğunu düşünerek “kîr”ini içeri sokar. Ev sahibi bu manzarayı görünce meselenin iç yüzünü kavrar, uzun
bir ip alıp adamı tahta duvara bağlar. Dışarı çıkıp bir değnekle adamı ele alır, halk içinde adamı rezil eder
(54b-55b).
3
Korkut Ata Türkiyat Araştırmaları Dergisi
Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi
The Journal of International Turkish Language & Literature Research
Sayı 13/ Aralık 2023
Osman ÜNLÜ
331
anlayışına uygun olarak uzaklaşmaktadır. FLP’den farklı olarak burada üç kişi
nakşedilmiştir. FLP’deki figürün herhangi bir duygu durumu verilmemesine karşın
buradaki figürün feryat eden ve acı çeken bir yüz ifadesi hemen fark edilebilmektedir.
Ağzı açıktır ve dişleri bile belirgin bir şekilde nakşedilmiştir. Kuşu İpli’nin sağ arka
tarafında biri yaşlı üç kişi yer almaktadır. Öndeki sakallı olan, arkada bulunanlara bir
şeyler anlatıyor gibidir. Arkadaki gençlerin yüz ifadesi merak ve şaşkınlığı
yansıtmaktadır. Birinin parmağının ağzında olması karşılaştığı olay karşısındaki
şaşkınlığını çok güzel bir şekilde yansıtmaktadır.
Free Library of Philadelphia (FLP) nüshası,
TSMK nüshasını örnek aldığı için kompozisyon
temelde aynıdır. Nüshada çok sade bir sahne
vardır. Tahta duvarın bir tarafına Kuşu İpli
yapışmış gibidir. Sol tarafında kapı ve halkaları
yer alır. Duvarın öte tarafında dönemin perspektif
anlayışıyla uzaklaşan evler vardır. Evlerin iki katlı
olduğu kolaylıkla tahmin edilebilir. Minyatürde
Kuşu İpli’den başka herhangi bir figüre yer
verilmemiştir.
British Library (BL) nüshasında da tıpkı
TİEM’de olduğu gibi hikâyenin son sahnesi
işlenmiştir (Artan, age. s. 105). Nüshada olay ve
mekânla ilgili tek detay Kuşu İpli’dir. Minyatürde
herhangi bir mekân veya unsur olmaksızın
nakşedilmiş yedi erkek figür bulunmaktadır.
Ancak eldeki görsel bir dergideki makaleden
alındığı için çok detay fark edilememektedir.
Hatta hikâyenin içine yerleştirilmesi sayesinde
FLP, 67b
metinle ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Sahnenin
sol ve sağ tarafında üçer figür vardır ve Kuşu İpli bunlardan sağ taraftakilere daha
yakındır ancak yüzü sola dönüktür.
Burada nakkaş, her türden ve yaştan
figür çizmiş, sakallı, bıyıklı ve sakalsız
figürlere
yer
vermiştir.
Burada
TİEM’de olduğu gibi olay bittikten
sonra mekâna insanların toplanması ve
Kuşu İpli’nin ayıplanması aktarılmıştır.
Bu minyatürde nakkaş olayla ilgili
daha fazla bilgi ve ayrıntı işlememiştir.
Dolayısıyla diğer minyatürlere nazaran
olayı aktarmada aynı başarı ve detayı
aksettiremediği
açık
bir
şekilde
görülmektedir.
TİEM’deki minyatür diğerlerine
göre daha geç tarihlidir. Bu nüshadaki
minyatürde hikâyenin son beytindeki
son sahne işlenmiştir. Minyatürdeki
BL, 166b
perspektif daha uzaklara gider.
Diğerlerinde
sadece
evler
arka
plandadır. Bunda ise evlerin arkasında deniz ve denizin ötesinde karşı kıyılar
nakşedilmiştir. Olay Üsküdar’da geçtiğine göre Avrupa taraflarında bir yerler olmalıdır.
Korkut Ata Türkiyat Araştırmaları Dergisi
Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi
The Journal of International Turkish Language & Literature Research
Sayı 13/ Aralık 2023
Hattan Nakşa: Atâyî’nin Hamse’sindeki Minyatürlü Hikâyeler
332
Nakkaşın
moderne
yaklaştığı
bu
minyatürde
havadaki
bulutların
kompozisyonu, uçan/göç eden kuşların
uçuş
şekli
realist
bir
şekilde
aksettirilmiştir. İlkel de olsa perspektifle
verilen iki yapının arasından görülen
masmavi deniz, gerideki sıra sıra tepeler
ve hele gökte uçuşan kuşlar bize
canlandırılan olay kadar doğaya önem
veren
bir
sanatçıyı
tanıtmaktadır.
Elbiselerdeki gölgeli boyamalar, yaldızın
hiç kullanılmayışı, minyatür tekniklerinin
geride bırakıldığını gösterir (Renda, 1977
s. 43). Minyatürde yine tahta bir duvar
vardır. Bu duvarın üç tarafı görülmekte,
avlunun bir çıkıntı olduğu imajı
oluşmaktadır. Avluda altı kadın karakter
tasvir edilmiştir. Bunların ikisi bir
çardakta
oturmaktadır.
İkisi,
bu
oturanların
yakınında
ayakta
durmaktadır. Ön planda göğsünden
yukarısı görülen figür, Kuşu İpli’yi
yakalayan kız olmalıdır. İşaret parmağıyla
bir şeyler anlatır gibidir. Aynı duruş avlu
dışındaki adamda da vardır. Avlunun
içindeki son figür ise avlunun aralık
kapısında yavaşça dışarı bakan bir kızdır.
Dışarıda üç erkek karakter resmedilmiştir.
Ortadaki figürün Kuşu İpli olduğu
açıktaki cinsel organı ve buradan yere
kadar inen ve sürünen ipten kolaylıkla
anlaşılmaktadır. Sağdaki figür işaret parmağıyla onu ayıplayan bir duruşla
nakşedilmiştir. Arkadaki figür ise dekoratif olmalıdır ve hayret ve şaşkınlıktan parmağını
ağzına götürmüştür.
TİEM, 90a
Bu yazıda ele alınan ikinci hikâye, Nefhatü’l-Ezhâr mesnevisinin on yedinci
nefhasında bulunmaktadır (Kuzubaş, 2005, s. 259-266). Atâyî, bu nefhada istimnanın
kötülüğü ve zararlarına değinir. Pis nefsine uyup sabahtan akşama kadar iki eli kanda
olan insanlara hitap eder. Bunlar nefsinin peşinde olan istimnacılardır. Bu kişiler helada,
hamamda, halvette birini bulamazlarsa o uğursuz işlerini yaparlar, onlara sabun delikli
bir kaya olur. Hayaliyle istediğini önünde hazır eder ve çeşit çeşit hayaller kurar. Bu
hayallerin sonunda lezzeti bitip vebali kalır. Nefhanın sonunda Atâyî, Allah’a dua ederek
hırs ve şehvetle ıstıraba düşürüp azap etmemesini talep eder. En sonunda da halktan
nimet istememesini, hırsın istimnadan farkının olmadığını ifade eder. Deli gönlünü zapt
edip bu efsaneye kulağını tutmasını ister.
Nefhadan sonra gelen hikâye, “Kötü İşiyle Âleme Meşhur Olan Cellak” başlığını
taşır. Amansız bir istimnacı vardır. Uzvu hayal iğnesi gibidir. Eliyle nikâhlanmış, kötü
sanatlı bir lanetli ve nefsine düşkündür. Aklı fikri nefsinde ve sol eliyle her daim davul
çalmadadır. Evinde karısı olsa da manada iki evlidir. Elinde kiri olmasa da “kîr”i her
zaman eli avucundadır. Delikli sabunu da bir kement gibi yanına almıştır. Bu sabun onun
Korkut Ata Türkiyat Araştırmaları Dergisi
Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi
The Journal of International Turkish Language & Literature Research
Sayı 13/ Aralık 2023
Osman ÜNLÜ
333
için bir ok yüzüğü hâline gelmiştir. Elindeki hile ve düzen aleti sanki devin kaptığı kesik
koldur. Her an eline ilikli kemiği alıp fısk sofrasına ilik silkerdi. Çift hayali ile tek
duramaz ve o inek memesini durmadan sağardı. “Kıssa”nın üstünde yüz takla atar,
düşerse de onun üstüne düşerdi. Milinin üstünde değirmen gibi dönerdi. O fitneci sürekli
olarak hokkabaz veya kalabalık halkası arardı. Nerede bir kıssahan meclis kursa o
kıssadan hemen kendine bir hisse alırdı. Güzel birini bulunca hemen fidana dayak dayar
gibi onun arkasına geçerdi. Nerede bir kırmızı çakşır görse sürte sürte onda cepler açardı.
O eşeğe Bayezid Camii Meydanı ümit gezintisi olmuştu. Bir adam ise bunun bütün
hâllerine vakıf olup baştan başa işlerini seyrederdi. Kısacası, o eşeği herkese rezil etmek
için sürekli fırsat gözetirdi.
Bu sapık adam bir gün niyetlenip sanatını ele alır. Bir hokkabazın meclis kurup
naz sülünleri için tuzak kurduğunu görür. Bunun seyrine servi boylu güzeller peşi sıra
salınarak giderler. Bir taraftan Kuloğlu adında bir güzel güneş gibi ortaya çıkar. İnce beli
aklın yolunu keserdi. Orta kuşağıyla asker gibi, kırmızı çakşır ve kubadî sarığıyla
yürüdüğünde onu görenleri bir titreme tutardı. Oğlan düşkünleri onun boyu ve
güzelliğini beğenirdi. Yani etine dolgun ve uzun boyluydu. Bu genç halkayı görüp oraya
gider. Lanetli adam da onun arkasından gider. Hokkabazın oyunlarını seyretmekle
meşgul iken o fitneci adam gencin arkasına geçer. Ancak utanmaz ve namussuz adamın
boyu kısadır. Bundan dolayı tam olarak o “seki”ye erişemez. O kubbenin takına eremez
ve pamuğun arasına şiş sokamaz. Sonunda yılan gibi uzanıp parmak uçlarının üstüne
gelir. İş vakti ayağının ucuna basıp o eşek, katarını terk eder. Oğlanda kaçmak için hâl
kalmaz. Neye uğradığını anlasa da bir şey yapamaz. Can gibi göğe mi yükselsin?
Sabırdan başka çaresi yoktur. Butlarının arası gidip heba olur. O köpek ise şevkle saraya
tutulmuş gibi titrer, gözleri dönüp dili çıkar, solumaya başlar. Bu arada fırsat ortaya çıkıp
ayağı çıplak bulunur. Bunu takip eden adam bir mangaldan iki kor parçası alıp bu sapık
gaflet içindeyken ayakkabısının içine koyar. O uğursuz adam ayakkabısına bastığında
ateşin şiddeti hücum eder. Yerinden acıyla sıçrar, ayağı o sırada bir taşa takılır. Bu çığlıkla
oradakiler korkar ve o herif de sırtının üstüne düşer. Uğursuz aleti yılan gibi dik dik
atmakta ve şadırvan gibi durmadan kaynamaktadır. O delikanlı bu hâli görünce temiz
eteğini sakınıp hemen arkasına bakar. Taze gül yaprağı gibi olan o etekte, gül bahçesinde
sümüklü böcek gezmiş görür. Yüzü akarsu gibi yere düşer, yer yarılsa idi yere girerdi. Bu
şekilde arkasına baka baka gider. Oradakiler de bu adama tekme tokat girişirler,
yumruklarla leş hâline getirirler. Onu o şekilde kan revan içinde hançerle yaralarlar, kan
fıskiye gibi fışkırır. Balık gibi kan deryasına gark olur. Onun daha önce yaptığı kötülükleri
anlatırlar, çocuklar da onu taşlar. O uğursuz adamın yüzü de ışık torbasına döner.
Atâyî’nin Hamse’de yer alan bazı hikâyelerini İstanbul’un günlük hayatından
aldığı daha önce de ifade edilmişti. Bu olayın geçtiği mekân olan Bayezid Camii Meydanı,
her zaman Osmanlı sosyal hayatının merkezlerinden biri olagelmiştir. Metin And (2015, s.
250), Tahtakale ve Bayezid Camii yakınlarında açıklık bir alanda her tür oyuncunun
bulunduğunu ve izleyicilerini eğlendirdiğini ifade eder. Ahmet Rasim, İstanbul folkloru
üzerine yazdığı eserinde, 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında İstanbul’un
“piyasa yerleri” arasında Bayezid Meydanını da saymaktadır (Hamarat, 2010 s. 115).
Hikâye TİEM nüshası dışındaki dört nüshada nakşedilmiştir. Kuşu İpli
hikâyesinde olduğu gibi bu hikâye de TSMK ve FLP nüshalarında hemen hemen aynı
şekilde resimlenmiştir.
Korkut Ata Türkiyat Araştırmaları Dergisi
Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi
The Journal of International Turkish Language & Literature Research
Sayı 13/ Aralık 2023
Hattan Nakşa: Atâyî’nin Hamse’sindeki Minyatürlü Hikâyeler
334
WAG nüshasındaki
minyatürde,
tacizcinin
ayakkabısına
kor
parçalarının konulduğu an
nakşedilmiştir.
Nakkaşın
üslubu diğerlerine göre çok
farklıdır.
Meydanda
bir
hokkabaz
oyununu
sergilemektedir. Karşısında
kalabalık
bir
seyirci
topluluğu vardır. Kalabalık
vurgusu
nüshanın
nakkaşının dikkat çeken
özelliklerinden
biridir.
Kadrolar mümkün oldukça
kalabalık
tutulmuştur
(Renda, 1981, s. 19). Arkada
bir cami vardır ama dört
minaresi
bulunan
yapı
Bayezid Camii değildir.
WAG, 57b (Ayrıntı)
Duvarlarının devam ettiğine
göre Süleymaniye veya Sultanahmet camilerinden birisidir. Toplamda yirmi bir insan
figürünün yer aldığı minyatürde dikkat çeken bir husus da açık mekânda kadınların da
nakşedilmiş olmasıdır. Minyatürün en sağında tek başına, topluluktan yarı duran bir
kadın figürü hemen fark edilmektedir. Asıl dikkat çeken husus ise hokkabazın gösterisini
izleyen kalabalığın içine başka kadın figürlerin ustalıkla gizlenmiş olmasıdır. Kalabalık
içindeki bir figürün kadın olduğu net olarak seçilmektedir. Bu figürün her iki tarafında,
sadece gözleri ve kaşları görülen diğer figürlerin de kadın olma ihtimalleri yüksektir. Bu
betimlemeler dönemine göre oldukça radikal bir tutum olarak değerlendirilebilir. Nakkaş,
odaklanmamız gereken yeri merkeze alarak Kuloğlu’nu diğerleri hokkabazı seyrederken,
onların aksine arkasına bakarken nakşetmiştir. Kuloğlu’nun içine düştüğü durumdaki
acizliğini ustaca yüzüne aksettiren nakkaş, tacizcinin parmak uçlarında yükselişini ve onu
takip eden adamın elindeki maşayla ayakkabısına kor parçalarını koyduğu, hikâyenin
geriliminin en yüksek olduğu anı resmetmiştir. Bu ana kadar sessiz ve olağan bir şekilde
olan sahne birden hareketlenir. Minyatürdeki monotonluğu kıran ögeler ve zıtlık yaratan
karakterler, herkesin yüzü hokkabaza dönükken arkasına bakan, içinde bulunduğu
durumdan rahatsız olan ancak hassasiyet nedeniyle sesini çıkaramayan Kuloğlu ile
tacizcinin ayakkabısına elindeki maşa ile kor parçası yerleştirmek için eğilmiş olan “zarif”
adamdır. Bu şekilde dikkat, ister istemez bu iki figüre ve aralarında yer alan tacizciye
çekilmektedir. Bu kompozisyonla nakkaş istediğini elde etmiş görünmektedir. Bunun
yanında perspektifin de klasik bir nakkaşa göre yeni ve başarılı olduğu söylenebilir
(Renda, age. s. 21).
Korkut Ata Türkiyat Araştırmaları Dergisi
Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi
The Journal of International Turkish Language & Literature Research
Sayı 13/ Aralık 2023
Osman ÜNLÜ
335
TSMK minyatüründe ilk dikkat çeken, minyatürün merkezi konumunda bulunan
figürdür. Bu bir tasbazdır aslında. Tasbazlık, genellikle derviş kılıklı kimseler tarafından
yapılan bir çeşit hüner gösterisidir.
Cübbesinin
altından
el
çabukluğu
marifetiyle çeşitli taslar, kap kacak,
güvercin hatta çocuk bile çıkarıyorlardı
(Arslan, 1990 s. 288). Böyle bir tasbazın
gösterisi Seyyid Vehbî’nin III. Ahmed’in
şehzadelerinin sünnet şenliği konulu
Surnâmesi’nde anlatılır: Buna göre
şenliğin beşinci gününde Bektaşi babası
kılığındaki genç bir hokkabaz herkesin
gözü önünde sırtına giydiği bir hırkanın
altından içleri yemek dolu yirmi kadar
mukavva ve bakır sahan çıkarmıştır. İçleri
yemekle
doludur.
Koynundan
koltuğundan bir alay güvercin uçurur.
Dümdüz bir yere hırkasının eteklerini
yayıp altından minare boyunda ve koni
şeklinde, otuz kadar deliğinden su fışkıran
bir fıskiye çıkarır (Koçu, 1939, s. 24;
Arslan, 2009, s. 222). Bu sahne Nakkaş
İbrahim tarafından resmedilen ve TSMK
A. 3594 numarada kayıtlı nüshada da yer
almaktadır (87a) (Mahir, age. s. 108).
TSMK, 109b
TSMK
ve
FLP
minyatürleriyle
karılaştırıldığında aralarındaki büyük
benzerliklerden dolayı aynı nakkaşın elinden çıktığı rahatlıkla söylenebilir (Renda, 1981,
s. 24). TSMK minyatürün arka planında solda duvarlar sağda da Bayezid Camii
resmedilmiştir. Sol önde tacizci yere düşmüş, sarığı yere yuvarlanmış, sol eliyle başını
korumaya çalışırken nakşedilmiştir. Elbisesinin önünden cinsel organı açık ve net bir
şekilde görülür şekilde detaylandırılmıştır. Sağ ön tarafta tacize maruz kalan delikanlı ve
arkasında bir kişi kaftanın arkasındaki
lekeyi incelemekte, bir diğeri de elini
delikanlının omzuna koyup onu teselli
etmektedir. Sağ köşede bir kişi ve daha arka
planda üç kişi kendi aralarında konuşmakta
ve
büyük
ihtimalle
olayı
yorumlamaktadırlar. Tacizciyi dövenler
bıyıklı ve sakallı olarak resmedilmelerine
karşılık diğerleri genç ve bıyıksız figürler
olarak resmedilmiştir.
BL nüshasındaki minyatür, ancak
ikincil kaynaklar (Artan, age. s. 102) yoluyla
elde
edilebildiği
için
yeterince
değerlendirilememiştir. Tülay Artan’ın
makalesinin 102. sayfasındaki minyatür tek
başına alındığında metni pek fazla
yansıtmadığı görülmektedir. Bu minyatürde İbrahim Vehbi Surnâmesi TSMK A.3594, 87a’dan Ayrıntı
sadece insan figürlerine yer verilmiştir.
Korkut Ata Türkiyat Araştırmaları Dergisi
Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi
The Journal of International Turkish Language & Literature Research
Sayı 13/ Aralık 2023
Hattan Nakşa: Atâyî’nin Hamse’sindeki Minyatürlü Hikâyeler
336
Arka planda duvar tuğlaları
seçilmekte, solda mağdur olan
Kuloğlu yürüyorken arkada
tacizci yerde ve üç adam
tarafından
dövülürken
resmedilmiştir.
Adamların
birinin elinde sopa vardır. Sağ
altta yer alan figür, elini
tacizcinin
başının
altına
koymuş olarak gösterilmiştir.
Burada
neyin
anlatılmak
istendiği ise pek belli değildir.
Makalenin yayımlandığı Defter
dergisinin
kapağına
bir
minyatür konulmuştur. Bu
hikâyenin
nakşedildiği
Hamse’nin diğer üç nüshasında
yer, motif
ve dekorlarla
uyumlu olan bu minyatür
büyük bir ihtimalle makale
BL, 105b-106a
içinde
verilen
minyatürle
karşılıklı sayfalarda yer almaktadır. Buna göre bu iki minyatürün birlikte düşünülmesi ve
yorumlanması gerekmektedir. Burada nakşedilen meydan tasviri Bayezid Meydanı ile
uyumludur. Bir tasbaz ve oynadığı tasların yanı sıra hokkabazın kullandığı oyun araçları
da görülmektedir. Bu hâliyle diğer nüshaların birleştiği nüsha olarak dikkat çekmektedir.
Tasbazın kıyafeti diğerlerine göre sadedir ve iki minyatür birlikte değerlendirildiğinde
oldukça kalabalık bir insan topluluğu nakşedilmiştir.
FLP minyatürü de TSMK’ye çok benzer bir şekilde nakşedilmiştir. Burada orta
planda sadece bir duvar ve önünde tasbaz
yer almaktadır. Tasbazın etrafında tencere,
kapak vs. eşyalar yayılmıştır. Sol tarafta yine
orada bulunanlar tarafından linç edilmekte
olan tacizci yer alır. Başında sarık yoktur ve
onu döven üç kişiden ikisinin elinde sopa
birinin elinde de bir taş vardır. Bunlar genç
figürler olup hemen arkalarında sakallı ve
daha yaşlı üç figür sağ tarafta nakşedilmiş
olan Kuloğlu ve diğerlerini izlemektedirler.
Bir figür eğilmiş, Kuloğlu’nun kaftanının
eteğini incelemektedir. Bu iki minyatürden
TSMK’nin metne daha sadık kaldığı Bayezid
Camii ve Kuloğlu’nun kırmızı renkli
çakşırından anlaşılabilir.
Şekil FLP, 209b
Atayi’de ele alınan hikâyelerin telif
tarihinden
yaklaşık
yüz
yıl
sonra
minyatürlenmesi, aynı zamanda bu sanattaki
değişimin de bir işaretidir. Hamse’nin TSMK
nüshası üzerine bir yazı kaleme alan Günsel
Renda’nın makaleye koyduğu başlık bunu
açıklar niteliktedir. Renda, bu yazısında söz
Korkut Ata Türkiyat Araştırmaları Dergisi
Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi
The Journal of International Turkish Language & Literature Research
Sayı 13/ Aralık 2023
Osman ÜNLÜ
337
konusu nüshayı minyatürleri açısından ele alır. Minyatürlü Hamse nüshaları içinde en
eskilerinden olan bu nüshanın nakkaşı yeni ve değişik konuları canlandırırken ön örnek
olmadığı için çok daha zor bir iş başarmış ve yeni bir ikonografi oluşturmuştur. Bu
nedenle Topkapı Sarayı Müzesindeki Hamse-i Atâyî 18. yüzyılda, özellikle Lale Devri’nde,
yeni kültür alışverişlerinin getirdiği çeşitli etkenlerle değişen sanat ortamının özgün bir
ürünüdür (Renda, 1980, s. 486-487). Renda aynı nakkaşın aynı kütüphanede A. 3594
numarada kayıtlı olan Surnâme-i Vehbî’yi de resmettiğini ifade eder. Bu nakkaşın adı daha
sonraki çalışmalarda İbrahim olarak tespit edilmiştir (Mahir, 2012, s. 108). Bu
nüshalardaki minyatürlerin konuları da saray halkının hayatı ve ilgi duydukları
konuların yanı sıra kadı kayıtlarında rastlanacak düzeyde gündelik gerçekle ilgili,
dünyevi nitelikte, birey ve toplum karşıtlığını içeren olaylar minyatürlenmek için
seçilmiştir (Artan, 1993, s. 115). Nüshaların Lale Devri ve sonrasında minyatürlenmiş
olması bu dönemde ortaya çıkan yeni bir elit sınıfın zevkini de yansıtmaktadır. Bunların
sanatçılara ısmarladıkları kitaplarda klasik konular yerine mahrem hayata dair merak
uyandırıcı hikâyelerin resmedilmesi tercih ediliyordu (Artan, 1993, s. 114).
Dikkat edilmesi gereken bir husus da metnin telifi ile minyatürlerin üretilmeleri
arasında yaklaşık yüz yıllık bir zaman farkının olduğudur. Minyatürlerde ele alınan
olayları resmeden sanatçı 18. yüzyılın İstanbul’undaki sosyal hayatı sanatına yansıtmıştır.
Bunun en dikkat çekici olanı, tacizci hikâyesinde yer alan gösteri sanatçısı figürüdür.
Metinde yer alan hokkabazın yerini TSMK ve FLP nüshalarında bir tasbaz almıştır. Bu
tasbaz detayının ön örneği de Surnâme’deki şenlikte resmedilen tasbazdır. Aynı nakkaşın
elinden çıkan Surnâme’de aynı figür neredeyse birebir tekrarlanmıştır. Daha eski tarihli
olan Surnâme’deki eğlence sahnelerinde yer alan tasbaz, bir ön örnek olarak bu nüshaları
resimleyen sanatçı için bir kolaylık sağlamıştır. WAG’da ise metnin aslına sadık kalınarak
bir hokkabazın gösterisi olarak aktarılmıştır.
BL nüshasında ise sanatçı çevreden ziyade kişilere odaklanmıştır. BL nakkaşının
bu iki hikâyenin nakşedilmesinde takındığı tavır dikkat çekicidir. Her iki minyatürde de
figürlerin resmedilmesine odaklanılmış ve olayın geçtiği yerle ilgili ciddi bir dekor ve dış
mekân unsuruna yer verilmemiştir. Buradan nakkaşın elinde konuya dair herhangi bir
şablon olmadığı için yeni bir sahne nakşetmeden sadece karakterlerin resmedilmesiyle
işini tamamladığı anlaşılabilir. Artan’ın makalesine aldığı minyatürlerden yola
çıkıldığında nakkaşın iç mekânlarda dekora özen gösterdiği ve pencere, halı, kilim ve
diğer eşyaları resmetmesine karşılık dış mekân minyatürlerinde tasvire neredeyse hiç yer
vermediği, klasik çizgiyi aşmadan ve önünde bir örnek olmadığı için yeni tasvir ve dekor
unsurlarına yer vermediği anlaşılmaktadır.
Konuya edebiyat açısından yaklaşıldığında XVII. yüzyılın ilk yarısında aynı şair
tarafından kaleme alınan bu iki eserdeki iki hikâyenin yanı sıra bu metinlerdeki birçok
hikâyenin İstanbul ve o dönem Osmanlı coğrafyasında yaşayan sıradan insanların gerçek
hayatları realist bir üslup, canlı benzetme ve ifadelerle aktarıldığı görülmektedir. Her ne
kadar metinlerin manzum şekli nedeniyle sanat gayesi öne çıkmış olsa da bu hikâyeler
dönemin sıradan insanının gündelik hayatını yansıtması açısından tarihi birer vesika
olarak değerlendirilmelidir.
Sonuç
I. Ahmed albümündeki bazı erotik tasvirler bir kenara bırakıldığında erotizmin ve
pornografinin Osmanlı resim/minyatür sanatına girişi Hamse ile başlamıştır. Hamse’nin
Lale Devri sanatçısı Musavvir İbrahim’in nakşettiği TSMK ve FLP nüshaları bunların ilk
örnekleridir. İslam coğrafyasında bahname türünden eserlerde zaten çeşitli pornografik
minyatürler bulunmaktaydı. Ancak Lale Devri’yle birlikte Osmanlı şiirinde erotik
Korkut Ata Türkiyat Araştırmaları Dergisi
Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi
The Journal of International Turkish Language & Literature Research
Sayı 13/ Aralık 2023
Hattan Nakşa: Atâyî’nin Hamse’sindeki Minyatürlü Hikâyeler
338
kodların artmasına paralel olarak minyatür sanatında da erotizmin artması doğal bir
durumdur. Bu durum bir açıdan bakıldığında yerlileşme ve millileşme olarak da
görülebilir. Zira o zamana kadar nakkaşların genellikle saray hayatı merkezli bir gelenek
içinde olduğu bilinen bir gerçektir. Hamse’deki realist ve İstanbul’un gündelik yaşamında,
sıradan halkın günlük hayatını devam ettirirken başından geçen olayların görsel olarak
sunulması, resim sanatında bir mahallileşme akımını başlattığı söylenebilir.
Kaynakça
And, M. (2015). 16. Yüzyılda İstanbul, Kent-Saray-Günlük Yaşam. İstanbul: Yapı Kredi
Yayınevi.
Arslan, M. (1990). Divan Edebiyatı’nda Manzum Surnâmeler (İnceleme ve Metinler). Doktora
Tezi. Ankara: Gazi Üniversitesi.
Arslan. M. (2009). Osmanlı Saray Düğünleri ve Şenlikleri 3, Vehbi Sûrnâmesi (Sûrnâme-i
Hümâyûn). İstanbul: Sarayburnu Kitaplığı.
Artan, T. (1993). Mahremiyet: Mahrumiyetin Resmi. Defter Edebiyat Tarih Politika Felsefe
Dergisi, 20, 91-115.
Artan, T. ve Schick İ. C. (2013). Ottomanizing Pornotopia: Changing Visual Codes in
Eighteenth-Century Ottoman Erotic Miniatures, Eros and Sexuality in Islamic Art,
New York: Ashgate Publishing.
Ayvazoğlu B. (1997). Aşk Estetiği. İstanbul: Ötüken Yayınları.
Çığ, K. (1959). Türk İslam Eserleri Müzesi’ndeki Minyatürlü Kitapların Katalogu, Şarkiyat
Mecmuası, 3 51-90.
Erkmen, A. (2018). Incomplete Yet Intriguing: Nev’îzâde Atâyî’s Illustrated Khamsa at
The Library of Philadelphia. 15th International Congress of Turkish Art. 16-18
September 2015, Universitadi Napoli L’orientale, Naples: s. 295-310.
Hamarat, Z. (2010). Ahmet Rasim’in Gözüyle İstanbul Folkloru. İstanbul: İstanbul Bilgi
Üniversitesi Yayınları.
İpekten H. (1991). Atâî, Nev’îzâde. TDV İslâm Ansiklopedisi (C.4, s. 40-42) İstanbul: TDV
Yayınları.
Karacan, T. (1974). Heft-hân Mesnevisi. Ankara: Atatürk Üniversitesi Yayınları.
Koç, T. (2009). İslam Estetiği. İstanbul: İSAM Yayınları.
Koçu, R.E. (1939). Seyid Vehbi, Sûrnâme (Üçüncü Ahmedin Oğullarının Sünnet Düğünü).
İstanbul: Çığır Kitabevi.
Kortantamer T. (1997). Nev’î-zâde Atâyî ve Hamse’si. İzmir: Ege Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Yayınları.
Kuzubaş, M. (2005). Nev’-î-zâde Atâyî’nin Nefhatü’l-Ezhâr Mesnevisi. Samsun: Deniz Kültür
Yayınevi.
Levend, A. S. (1948). Atâyî’nin Hilyetü’l-Efkâr’ı. Ankara: Milli Eğitim Basımevi.
Mahir, B. (2012). Osmanlı Minyatür Sanatı. İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
Renda, G. (1977). Batılılaşma Dönemi Türk Resim Sanatı 1700-1850. Ankara: Hacettepe
Üniversitesi Yayınları.
Korkut Ata Türkiyat Araştırmaları Dergisi
Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi
The Journal of International Turkish Language & Literature Research
Sayı 13/ Aralık 2023
Osman ÜNLÜ
339
Renda, G. (1980). 18. Yüzyıl Osmanlı Minyatüründe Yeni Konular: Topkapı Sarayındaki
Hamsei Atâyî’nin Minyatürleri. Bedrettin Cömert'e Armağan Kitabı (Hacettepe
Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi Beşerî Bilimler Dergisi, Özel Sayı), 481-496.
Renda, G. (1981). An Illustrated 18th Century Ottoman Hamse in the Walters Art Gallery.
The Journal of Walters Art Gallery, 19, 15-32.
Renda, G. (2001). Osmanlı Minyatür Sanatı. İstanbul: Promete Yayınları.
Simsar, M. A. (1937). Oriental Manuscripts of John Frederick Lewis Collection In the Free
Library of Philadelphia. Philadelphia: Free Library.
Ünlü O. (2016). Edgar Allan Poe’nun “Tek Etki” Kuramı ve Klasik Türk Hikâyesi: Nev’îzâde Âtâyî Örneği, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 55,
319-343.
Yelten, M. (1999). Nev’îzâde Atâyî Sohbetü’l-ebkâr. İstanbul: Edebiyat Fakültesi Basımevi.
Korkut Ata Türkiyat Araştırmaları Dergisi
Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi
The Journal of International Turkish Language & Literature Research
Sayı 13/ Aralık 2023