Neden Yumurta Neden Yumurta dediğimizde, yazarlar olarak belki de aklımıza gelen ilk yanıt kahramanın yolculuğu ve yolculuk sonunda ulaştığı “son” oluyor. Kendisini ne İstanbul’da ne de Tire’de evinde hissetmeyen Yusuf’un ruhuna yaptığı...
moreNeden Yumurta
Neden Yumurta dediğimizde, yazarlar olarak belki de aklımıza gelen ilk yanıt kahramanın yolculuğu ve yolculuk sonunda ulaştığı “son” oluyor. Kendisini ne İstanbul’da ne de Tire’de evinde hissetmeyen Yusuf’un ruhuna yaptığı yolculuk bizi çekti. Ve düşündük ki filmden tat alamayanlar varsa belki filmi kitapla birlikte izlerler. Filmin hikâyesi ne derseniz! Kahramanımız Yusuf annesinin ölümü nedeni ile doğduğu ilçeye (Tire’ye) dönmek zorunda kalır. Böylece yaşamın doğal akışı bozulur. Yusuf kendisini “ev”de hissetmez (o İstanbul’da da kendisini “ev”de hissetmez, hissetseydi İstanbul’da öylesine içmezdi), sürekli huzursuzdur, başka bir deyişle sıkıntılıdır ya da sükûndan yoksundur. Annesinin son yıllarını birlikte geçirdiği yakın akraba kızı Ayla annesinin bir adak adadığını söyleyerek Yusuf’u Birgi’de bir koç kesmek için zorlar. Zaten sıkıntılı olan Yusuf’un yaşamına bir “yük” daha girer. Sükûn nedir bilmeyen Yusuf’un işi artık daha da zordur.
Sükûn için belki de önce sorunu tanımlamak gerekir. Sorun nedir? Yusuf sorunu tanımlamadan İstanbul’a dönmeyi ister. Ama “ev” olarak nitelendirilen İstanbul’a dinginlik vaat eder mi? Bunu düşünmez Yusuf. İzleyicinin duymadığı “benim hikâyem” olarak kurduğu bir hikâye vardır, ama bu hikâye ile yüzleşmeden İstanbul’a dönerek, kurtulmak ister. Ana akım sinemada izleyici kahramanı bunaltan bu hikâyeyi öğrenir. Hem de hikâyenin en ince ayrıntılarına vakıf olur. Çünkü bu hikâyede kahramanın aldığı bir “yara” vardır ve kahraman “yara”yı iyileştirmek için, bu yarayı iyileştireceğini düşündüğü yitik nesnenin peşinden gider. Örneğin kahraman babasını öldürenlerden intikam almak isteyebilir. İntikamın haklılaştırılması için de “onun hikâyesi” başından sonuna dek izleyiciye sunulur. Düşmanların kahramanımızı tehdit ettiği onun da intikam alması gerektiği konusunda izleyici olarak biz ikna oluruz. Tehdit karşısında kişinin yapabileceği iki şey olabilir. Kendini savunmak, bu tehdidin gereksiz olduğunu karşısındakine anlatmaya çalışmak. Tehdit karşında intikam kararı almak. Kuşkusuz her iki seçim de tepkisel davranış olarak nitelendirilebilir. Bu seçimleri EGO HAZRETLERİ’NİN arzusu olarak da nitelendirebiliriz. Yusuf annesine kızgınsa ondan intikam alabilirdi, nasıl mı? Onun arzusunu yerine getirmeyebilir ve kurban kesmeyebilirdi. Bu anneden alınmış bir intikam olurdu. Yusuf üçüncü bir seçeneği gündeme getirdi: Sustu ya da hiçbir şey yapmadı. Böylece intikam almanın getireceği sahte bir genişleme, güçlenme duygusunun yerine gerçekten güçlendiğini gördü. Tepkisiz kalarak ya da tepkisel davranış üretmeyerek içindeki tehdidi görebildi. Onu gerçek anlamda ne tehdit ediyordu?
“Düşmanları” kendi duygularıydı. O sürekli huzursuzluk durumu içindeydi. Albert Camus’ün, T. S. Eliot, James Joyce’un kahramanları gibi. Tehdit dışarıda değil, içerdeydi ve içerdekini fark etmek dışarıdakini fark etmekten zordu. Tehdidin duygular olması, bu tehditle karşısında kahramanın ruha “yolculuk” yapmaya karar vermesi “Neden Yumurta” sorusunun yanıtlarından biri. Filmin sonunda böylesi bir mutlu son olması, kahramanın sükûnu bulması bizi yazarlar olarak çekti. Nasıl bir mutlu son? Dediğimizde biz de filmden çıktığımızda huzur bulduk, mutlu olduk diyeceğiz. Yitik nesneyi (sevgili, oğul, anne, vb.) bulmaktan farklı bir son görmek bizi etkiledi. Yusuf’un bulduğu sükûn, nicelik olarak dinsel filmlerdekine de benzemiyordu. Örneğin o bu yolculuğu bir şeyhin yardımı ile yapmadı. Bir cemaate girmedi. Bu yolculukta yalnızdı. Sonuna kadar Ayla’nın vesile olduğu yolculukta yalnızdı.
Nasıl bir mutluluk? Melodramda birbirini sevenler sınıf atlayarak ve tüm engelleri yenerek kavuştuklarında rahatlarız, mutlu sonun tadını çıkarırız. Çoğu kez de onlarla özdeşleştiğimiz için onların mutluluğu bize de bir vaat sunar. Bu vaat bize sunulana dek acı beslenir, belki de melodramın temel işlevi beslenmek için can atan bedenlere acıyı sunmasıdır. Acı konusunda açlık çekmek, besin gereksinimi gibi elzemdir pek çok kişi için. Ama filme acı ile besleneceğini düşünerek giden izleyici düş kırıklığına uğrayacaktır. Yusuf ile Ayla’nın ilişkisinde izleyicinin onlarla özdeşleşmekten çok, onları izlediğini söyleyebiliriz. Tam da bir “izleyici” pozisyonudur bu. İzleyici karşıdan bakar. Özdeşleşmemesine karşın bu bakıştan esenliğe ulaşır. Bu özdeşleşmeden alınan hazdan çok farklıdır bize göre. Duygusal katılımın yoğun olduğu özdeşleşmeden farklıdır, ama izleyici duygularından büsbütün de uzak değildir, yalnızca anlıksal katılımın olduğu izleyiciyi sorgulamaya, yönelten çağdaş anlatı filmleri olarak nitelendirilen filmlerden bir de değildir Yumurta. Salt düşünsel katılımla filme uzaktan bakmaz izleyici ve gerçek yaşam koşullarındaki sorununun çözümü için düşünmez. Sanki duygusal katılım ile anlıksak katılımın dengede tutulduğu bir dil ile seslenir izleyiciye. İzleyici duyguları ve aklı arasında dalgalanır. Belki de zaman zaman taşra sıkıntısını düşünür, ama duyguları düşüncelerini siliverir.
Taşra sıkıntısı bağlamında Yusuf denetleyemediği düşünceleri ve duyguları arasında kötücül bir döngüye girer. Onun kendi yaşamı ile ilgili olarak olumsuz (mutsuz da denebilir) bir “hikâye” üretmesine yol açar. Ama iç ses kullanımı olmadığı için Yusuf’un kurduğu “hikâye”nin içine giremez izleyici. Yusuf’un ürettiği bu “hikâye”yi anlatacağı bir yakın dostu, arkadaşı da yoktur filmde. Bu durum izleyicinin de duygularını denetim altında tutmasına yol açar. Belli ki Yusuf eski duygularına tutunmaktadır. Onu tehdit eden ne eski sevgilidir ne de birlikte kuyu kazdığı ustadır. Tehdit duygularından gelir. İzleyicinin duymadığı iç ses Yusuf’a bir “hikâye” anlatır, Yusuf’un duyguları da da ansızın oluşan tepkiler yaratır. Yusuf düşer bayılır. Olumsuz duygu korku, nefret, sıkıntı, öfke, üzüntü, kıskançlık, kin, vb. olabilir. Bir an önce İstanbul’a gitme beklentisi içinde olan Yusuf nüfus kâğıdı gibi belgelerin eksik olduğunu öğrendiğinde kendisini engellenmiş hisseder. İstanbul’a dönmeye aşırı değer yüklediği için düş kırıklığı da büyük olur. Vücut bayılmayı, böylece bir süre dinlenmeyi seçer. Yusuf söze dökemediği belki de çocukluğuna özgü varsayımlardan ötürü bunalır. Yusuf’u görünüşte kendisine benzer kahramanlarla karşılaştırdığımızda kahramanı tehdit eden şey, kahramanın karşısına çıkan engeller ve kahramanın yolculuğunu ve filmin sonunu temel alıyoruz.
“Bulutsuz bir gecede gökyüzüne bakarken nutkunuz tutulmuyorsa, gerçekten bakmıyorsunuz, orada olan bütünlüğü görmüyorsunuz demektir” diyor bir Zen ustası. Uzayın sonsuz derinliğinin farkına varan, bu farkındalıkla ağlayan Yusuf’un dinginleşmesi ile biter film. Derinliği fark eden Yusuf ile birlikte gökyüzüne bakabilenler filmden tat alanlardır.
Büker, Seçil ve Akbulut, Hasan. (2009. Yumurta: Ruha Yolculuk. Ankara: Dipnot Yayınları.