Nothing Special   »   [go: up one dir, main page]

öykü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
öykü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Temmuz 2014 Pazar

AĞAÇ DEDİĞİN NE Kİ!



Ruhumu esir alan bedenim bırak onu aldığın yere. Bedensel zevklerine esir etme. Yeter artık, senin hayat dediğin şeyden çok farklı benim gördüklerim. Orgazm olmak, yemek yemek, içmek değil ki sadece hayat. Her zevk diye peşinden gittiğinden çok farklı benim istediklerim ve senin görmezden geldiklerin.

Bir araziye bakıp "üzerine ne güzel binalar inşaa edilir, ne de güzel paralar kazanılır" değil benim gördüklerim. Denesene bu gün, uzat elini boşluğa sonra uzan ruhuna dokun ilk kez, o da olmadı bir kez. Uzat elini, hadi dene be adam

&.

Ah neler geçiyor içimden bu gece böyle. Gece gece oturmuş, ne saçma şeylerin mücadelesini veriyorum. Hem de kiminle. Ben ki toplantılarda en kurt adamların altından girip üzerinden çıkan ben, ben ki olmazları olduran ben, ben işte. Peki nedir bana musallat olan bu iç ses. Vicdan mı bu, ne ki? İki kişi miyim ben? Annemi babamı duymayan, "çıkarım varsa onları bile tanımam" diyen benim iç sesim mi, bu duyduğum.

Ne istiyorum ki ben, ne istiyorsun ruhum bedenimden? Yıllarca anlaşıp gitmedik mi, gelmişim 50 yaşıma neler oluyor? Ayak mezara yaklaşınca mı başlıyor böyle sorgular, neyin nesi?

&

Sus be adam, sus! Bir kez olsun dinle içinden geçenleri. Bak haklısın şu ormanı yakar imara açtırırsan, üç beş gecekonduyu içinde oturanların tepesine yıkarsan çok kazanırsın hem de çok. Ama bir daha; arkana ormanı, karşına denizi alıp bu bankta oturamaz, kendine kalamazsın. Kötü değil ki kendine kalmak, içinden çıkarmak insan yanını hiç kötü değil. Sen izin verdikçe yayılırım içine, büyürüm. Bedenini sarar sarmalar "şimdi içime bir huzur doğdu" dediğin anı veririm sana. Dur be adam, bir bırak kendini. Farkında değil misin? Yirmi yıldır ilk kez hareket etti dudakların kulaklarına doğru. Hadi bırak kendini.

Önce sen nefes al, sonra ağaçlar alsın. Ormanın içinde yaşayan canlılar ve burada yürüyüşe çıkan insanlar soluklansın. Hadi bir kez para değil, insanlık kazansın! Ormanlar yok olmasın! Ağaçlar yağmuru çağırsın!

Sevgilerimle
pehito

13 Temmuz 2014 Pazar

NERDEN BAKIYORDUK HAYATA


Her biri diğerini kıskandıracak kadar kararlı adımlarla yürüyorum. Yolum uzun ve bakmam, bakamam arkama. Hava en az 30 derece peki bu kaşmir hırkanın ne işi var üzerimde ve neden üşüyorum? Sadece yürüyorum bu gece. Geçmişten getirdiğim ne varsa bırakıp ardımda, yürüyorum. Biliyorum dönmem geriye ya da ne diyordum "dönemem" geriye.

Şimdi nereden çıktı bu sağanak yağmur, durdum. Üzerimde ağırlaşan hırkamı çıkarıyorum ve bırakıyorum yere. Öpüyorum geceyi, elimi uzatıyorum o da beni temizleyen yağmur damlalarını seriyor üzerime. Dönüyorum kendi çevremde, dönüyorum dönüyorum. Etrafımdan geçenler bakıyorlar ama görmezden geliyorum.

"Bu hayat benim" diyorum önce içimden, sonra yüksek sesle. Daha çok dikkat çeker oluyorum ama aldanmıyorum gelip geçenlere. "Heeeeyy izninizle" demiyorum bu kez, "hayat benim, bu hayat benim!" Ve tekrar yürüyüp gidiyorum. Temmuz sıcağında yağan yağmur yapıştırıyor elbisemi bedenime. Biliyorum tüm hatlarım, bedenimin her bir kıvrımı hiç göze gelmedikleri kadar gözler önünde ama hayat benim ve bu beden de. Umursamıyorum ilk kez nasıl görünüyorum diye.

Taksim Nevizade'nin ışıklı tabelasına aldanıyorum. Herkeste olduğu gibi beni de cezbediyor parlak şeyler, yanıp sönen ışıklar, biraz kırmızı, biraz mavi. Peki ben bu muyum ki? Parlak şeylere aldanan mıyım ben de! Eğer ben olacaksam bu gece; seçmeliyim yolum neredeyse. Çıplak omuzlarımı dönüp, elbisemin düşen ip askısını kaldırıyorum ve bedenimi kontrol etmeyi bırakıp yürüyorum. Önce hızlı hızlı sonra yavaş yavaş ama kararlı adımlarımla gecede.

Kırmızı tramvay geçiyor yanımdan. On yıldır bu şehirde yaşıyorum ve her geçişinde "keşke" diyorum. "keşke içinde olabilsem ben de" Peki neydi alıkoyan beni bu geçen on senede. Çok mu meşguldüm, çok mu zamansız. Çok muydum bir yerlerde? Peki öyleyse şimdi neden azım bu kadar? Neden mavi kot bir elbiseyle hastalığıma inat al olmuş yanaklarım ve kiraz olmuş dudaklarımla el sallayamadım beni sevdiğine inandığım her hangi birine?

Neden almadım yanıma birini, neden kabul etmedim? Neden "seni seviyorum" dediklerinde dönüp gittim? Neden bu kadar "neden" biriktirdim? Biliyorduk ya öleceğimizi, biliyorduk ya bir son oluğunu, biliyorduk ya vakitsiz olacaktı ve hiçbir zaman hazır olmayacaktık gidişlere. Öyleyse neden koştuk, neye koştuk bu kadar? Unutulmaz olmak isterken hep unutulacak işlere dahil olduk. Neden?

Ağzıma alkol sürmedim ya ben, bu gece başka diye, rakının suyuna karışıp ak oldum hem de apak bu gece. İçimde kalmasın hiçbir şey diye. "Hey! barmen. Rakıdan sonra ne var bana verebileceğin, şöyle sert bir içki" diyemeden ayaklarım ataletinden kurtulup yürüdü, yürüdü gecede ve işte Cezayir Sokak'tayım. Dokunarak geçiyorum duvarlara, öper gibi, sever gibi. Alıp yanıma onları da götürebilecekmişim gibi. Sadece gibi gibi.

İstemez miyim gerçek olsun. Alayım onları da yanıma bana yoldaş olsun ama kalıp burada başka gözlere değecek, bazen aşıklara, bazen tartışmalara, bazen de benim gibi bir kaç hafta ömrü kalanlara tek gecelik dost olacak.

Çok yorgunum. Hasta bir kadın gibi ama en çok geçen zamanda benden kalamayanlara yorgunum.

Öyleyse uyandım
pehito

11 Temmuz 2014 Cuma

ÇELLO


İçime dönmüş bakıyor, bakarken yürüyor, yürürken düşünüyorum. Ne zaman birkaç işi bir arada yapsam elime yüzüme bulaştırırım, bu gece de aynısı oluyor.. Her biri birbirine karışıyor, biri bir yanımdan diğeri diğer yanımdan çekiyor. Öyle ki, rüzgarda savrulan kuru bir yaprak gibi, ne gideceğim yol belli ne de döneceğim.

Ve bir şey tutup, tarifsiz bir sıcaklıkla sarıyor bedenimi. Bu bir çello ve ona eşlik eden hafif gitar sesi. Çellonun başında; arkası kısacık önleri aksine uzun kesilmiş siyah saçlı bir kadın. Saçları çellonun nota değmeyen tellerine dökülmüş hafif rüzgarla sallanıyor. Herkes gelip geçerken önlerinden ben takılıp kalıyorum o anda. Deniz çıkıyor karşıma ve sahilde yanan ışıkların gece denize bıraktıkları rengarenk izdüşümleri.

İçim boşalmış gibi hissediyorum, bir uçan balon gibi yükseliyorum göğe. Gözlerim kapalı ama öncesinde fotoğrafladığım her bir kare kolayca beliriyor zihnimde. O kıvrımlı dudakları her zamanki gibi kahve kokuyor ve ben kokusunu içime çeke çeke öpüyorum onu. Siyah kirpiklerinin arasından bakan kahverengi gözleri her zamanki gibi gülüyor bana ve koca bedeni, benim ince bedenimi sarıp en güvende hissettiğim anlardan birini daha yaratıyor.

Ve uyandım...

pehito

8 Temmuz 2014 Salı

BEN BENİM, SEN KİMSİN?


Çoğu genç kıza göre biraz farklıydım. Biliyordum, farklılıklarımın farkındaydım. Daha bu özelliğimle bile ayrılmıştım onlardan. Bir de Tanrı'nın bana bahşettiği kötü bir özelliğim vardı. İnsanlara baktığımda onların ta içini görüyordum. Derinliklerini, herkeslerden gizlediklerini bazen dillerine dökülenden tamamen farklı hislerini görüyordum ve giderek önce yaşıtlarımdan sonra büyüdükçe kirlendiğini fark ettiğim yaşlı ruhlara sahip yaşlı insanlardan da uzaklaşıyordum. Kendimi, yarattığım bir dünyanın içine hapis ediyordum.

Televizyondan nefret ediyordum, biliyordum ki o boyalı dünyanın arkası yakınımda ki dünyadan da yalandı. Ve ben hikayeler anlattığını bildiğim kitapların büyülü dünyasıyla o yıllarda tanıştım. Yazlıkta ki kumsala gidip saatlerce kitap okuyor, bazen kitapta ki karakterlerle kavga ediyor, bazen aşık oluyor bazen kavuşuyor, bazen terk edilip bazen de terk ediyordum. Sonra gözümü açıp gerçek dünyaya dönüyor, bir sonra ki okumaya kadar hayallerimi hayal dünyamda kilitli tutuyordum.

Hiç uyanmıyordum, gerçek dünyaya geçtiğimde aşılmaz duvarlarım sayesinde sadece yaşıyor numarası yapıyordum. Yemek yiyor, nefes alıp veriyor, tuvalete gidiyordum ama kimseyle konuşmuyordum. İnsanları duyuyor ama dinlemiyordum. Mümkün olduğunca onlarla karşılaşmamaya çalışıyordum. Derinliklerini, acılarını, yalanlarını, dolanlarını görmemek için onlardan hep uzak kalıyordum. Varmış gibiydim ama aslında hiç olmamıştım.

Giderek büyüyordum, enine büyüyordum, boyuna büyüyordum o kadar. Bir türlü insanlara ait dünyada hayatta kalıp birey olabilecek kadar büyüyemiyordum. "Evet evet, tabi tabilere" büyüyemiyordum. "siz ne derseniz doğrulara, ayy şekerim bugün ne kadar güzelsinlere, hayatımda senin kadar iyi bir insan tanımadımlara" büyüyemiyordum. Düzene ait olamıyordum. Çünkü görüyordum, arkasını görüyordum, zihninden geçenleri, hissettiklerini görüyordum. Ve olmuyordu işte, o kadar bilirken düzene ayak uyduramıyor, aksak adımlarım beni yere seriyordu ve çıkışı kendime kalmakta buluyordum.

Ne mi oldu? di'li geçmiş zamanı al, şimdiki zaman yap ve yeniden oku. Hiçbir şey değişmedi. Ben benim, bendeyim, değişmedim. İnsanlarda değişmedi. Öyleyse oturup, kitap okuyup, biraz daha hayal kurayım.

pehito

27 Haziran 2014 Cuma

GÜVERCİNİN KANADINDAYDIM, AŞIK OLDUM



Beynimin içinde ki sesleri susturmak için verdiğim gayretime son veriyorum. Ne olduysa olmuştu. Yokluğunu inkar ettikçe varlığı değer kazanıp büyüyor, büyüyor, büyüyordu. Bu yazacaklarımın bir şarkısı yoktu, henüz yazılmamış bu şarkının notaları da yoktu. Ama geliyorlardı işte, havada asılı kalıyordu her bir nota onlar harflere dönüşüyor, parmaklarımı ataletinden kurtarıyor ve ekranda beliren kelimelerle anlamlı belki de anlamsız satırlara dönüşüyordu.

Nereden geldim ki ben buraya, geçiyordum sadece. Sonra kitap kokusu aldım, niye şaşırıyorsun sen almaz mısın kitapların seni çağıran kokusunu. Ben alırım. Güvercinlere yem atıyordum sahilde, amacım karınları doysun değildi, bencilce kanatlarının rüzgarını hissedip bir hayale takılıp gitmek istediğim için besliyordum onları. Onlar da memnundu hallerinden ben de memnundum. Hikayeler topluyordum kanatlarından onlar da karınlarını doyuruyordu. İlişkiler de böyle değil mi, hep bir alış-veriş hep bir a-lış bir ve-riş.

Aaaa yooo asla karşılık bekleyerek iyilik yapmam diyenin alnını karışlarım ben, bakarım onun ki kaç karış diğerininkini aşmadığını fark ettiğim an durur beklerim. Ona uzun uzun bakarım. "Niye yalan söylüyorsun lan" derim. Tamam lan biraz abartılı oldu, benim naif bedenime asil duruşuma pek yakışmaz bilirim ama içimden ben de geçiririm böyle cümleler. Sonuçta kibar delikanlıyım.

Neyse bu değildi anlatacağım güvercinlerin kanadında çıktığım yolculuk ve aldığım kitap kokusuydu. Karşımdaydı, ağır ağır çeviriyordu sayfaları, bebek gibi bir yüzü vardı. Durdu siyah saçlarını omzunun gerisine attı ve başını kaldırdı. Bana baktı evet lan bana baktı. Gözlerimin içine derin derin baktı. İçime işledi sanki, dur kızım çekil bak bu bank benim ve amacım sadece güvercinleri kullanmak. Onları kendi bencil emellerime alet etmek demeye kalmadan, güvercinin kanadı kalbimde bir açıldı ve bir kapandı. Ben aşık olmuştum, hem de deliler gibi. Kitap okuyan bir kıza sadece parkta kitap okuduğu için ya da gözlerime derin derin baktığı için, ne okuyordu acaba. Tarzımız aynı mıydı, aynı olmasa ne olacaktı. Kız çok güzeldi. Kurutulmuş sarı papatyalar kadar güzel.

Kurutulmuş sarı papatya görmediysen dert etme, anla işte kız o kadar ender ve o kadar eşsizdi. "Beni beğenir mi acaba" diye içimden geçmedi değil. İçimden geçenler geçip giderken kız da oturduğu banktan kalktı. Kıvanç Tatlıtuğ'a benzer bir çocuğun elinden tuttu, utanmadan bir de öptü onu. Ve gitti. Bana da yazmak kaldı. Yazıyorum işte kız çok güzeldi ve gitti.

pehito

24 Haziran 2014 Salı

O KADIN



Saçlarını kısacık ilk kez kendisi kesen kadınım ben, elbiselerini kendi diken, yemeklerini pişiren bir kadın ama bahçesine ektiği çiçekleri yeşertemeyen, kokularını içine çekemeyen bir kadın. Onları sulamayı bir gün olsun unutmayan, her yeni güne onlarla konuşarak başlayacağına söz veren, dalında yeni bir tomurcuk görmeyi bekleyen, sadece bekleyenim ben.

Değiştirmek istediklerini bekleyen bir kadın. Peki ya değişirse!  Gün gelir değişir, zamanı gelir değişir diyen bir kadın. Geçmişimde ki çizgiler hangi kremle ne kadar geçer diye, saçlarımı bugün kestim yarına ne kadar uzar diye bekleyen, en çokta o ne zaman gelir diye bekleyen bir kadın.

Tüm çiçeklerinin açmasını o güne saklayan bir kadınım işte. Günden çok geceyi, güneşten çok dolunayı gören kadın. Bir öpücüğe kanmayacak ama o öpücüğe dünyayı değiştirecek kadınım ben. Çok mutluyuz dediğin gün giden kadın. Bahardan çok kışa aşık, beyazdan çok siyahı seven kadınım. Hatırladın mı? Ben o kadınım!

pehito

28 Mayıs 2014 Çarşamba

SAATİMİ KURDUM AMA YİNE GERİ KALMIŞ


Bilmeden kurdum bende çünkü biliyordum herkes böyle yapıyordu. Birtakım ön yargılarını biriktirip "sen böyle yapmışsın, sen de böyle düşündün" diyordu. Halbuki bazen biz bile bilemezdik ne düşündüğümüzü. Öyle birbiriyle iç içe geçerdi ki aklımızdakiler, yetişemez, bir arada bir sürü şey düşünmüş olur, biri "ne düşünüyorsun?" diye sorduğunda "hiiiiç" diye yanıt verirdik bir çırpıda. Halbuki o hiç'in içine ne çok düşünce sığdırmıştık.

"Hadi ama söylesene ne düşündüğünü, uzun zamandır boş boş bakıyorsun kesin bir şey düşünüyorsun" diye zorlarsa, kendimizi ne düşündüğümüzü bulmaya çalışır halde bulur, içinden çıkamaz "ya gerçekten hiçbir şey düşünmüyordum" deriz. Muhtemelen karşımızda ki "diren" deyip bize o en cevap bekleyen bakışını attığında; "tamam" deyip sıralarız aklımızdakileri. "Gezi direnişi, Soma faciası, devlet büyükleri, Türkiye'nin geleceği, gelecek kaygısı, yeşiller bitecek mi, hayvanlar ölecek mi, doğayı mı katlediyoruz yoksa yaşam alanımızı mı katlediyoruz, hayat çok kısa, bilemedim belki de çok uzun" ya da en iyisi Seni Sevdiğimi Düşünüyorum diyelim de kapansın bu mevzu.

Sevgilerimle
pehito

11 Mart 2014 Salı

HAYAL MEYAL SARI (3)



KADIN

"Senin adın ne?"
*Hayal
Donup kaldı o anda zaman. Konuşmak istiyordu ama kelimeler direnişe geçmiş dökülmüyordu dudaklarından. Aklından bir orman, binlerce masal, göç eden kuşlar, okyanus geçti, sonunda öyle bir yere geldi ki asılı kaldı zamanda düşünceleri.
*Babamın gençliğine çok değer verdiği bir bayan arkadaşının adı benim adım. Belki bu sebepten kardeşlerimin arasında en çok beni sever babam. Dile getirmez bunu ama ben bilirim en çok beni sevdiğini. Sizin adınız ne?

"Hayal" diyebildi kadın. O an çok yabancı geldi sesi kulaklarına. Küçücük kalmıştı, minicik hissetti kendini. Zamanın içine karışmış kendi değil gibiydi. Bir siyah oldu, bir beyaz ne diyeceğini bilemedi. Ağlamak istiyordu, sevinçten mi yoksa hüzünden mi geldiğini bilmeden. Arkasına bakmadan koşmak istedi ama ayakları zeminle bir olmuş gibiydi, yapamadı.

*Ne güzel bir tesadüf, bakar mısın babacım hayatında üç tane Hayal tanımış oldun şimdi."
Hayal başını kaldırdığında Hakan'la göz göze geldi. Bakışlarında yılların birikmiş soruları vardı ve bilmiyordu soruların cevabı onu daha mı mutlu edecekti ya da hüznün denizine mi gömecekti.

ADAM

Soluğu kesilmişti Hakan'ın, bilemedi nereden başlayacağını. Hayal'le görmezden geldikleri aşkından mı başlamalıydı anlatmaya yoksa durup yaşadıkları anımı açıklamalıydı.

Hayal'in soru soran gözlerine baktı, teselli etmek ister gibi uzattı elini ve Hayal'in koluna dokundu. Hala eskisi gibi hissettiğine emindi. Geçen yıllar Hakan'ın hislerinden eksiltmemiş aksine kalbindeki yangını körüklemişti.

"Yarım saatlik bir işim var, lütfen beni karşıdaki Starbucks'da bekle. Lütfen sana anlatacaklarım var, bir şans ver ve beni bekle. Hayal'i bırakıp geleceğim." Küçük kız bir babasına bir de Hayal'e bakıyordu. Olup bitene anlam verebilecek kadar büyümemişti henüz. "Baba bu kitabı alacak mısın bana?" dedi. Hayal küçük kızın elinden aldı kitabı ve "Bu sana benim hediyem olsun" dedi. Zafer aralarına girmeden unutamadığı aşkını ve küçük kızını izledi. Bir ara ikisinin arasına girip dilek tutmayı düşündü, sonra kendiyle alay edip savuşturdu düşüncesini.

"Bekleyecek misin?" dedi Hakan, küçük bir kedi yavrusu gibi kendine sokulan kızına sarılırken, Hayal önce Hakan'a sonra küçük adaşına baktı ve bunu o küçük kıza yapamayacağını düşündü. "İşe gitmem gerek" dedi, günlerden pazar olduğunu unutmuştu. Hakan gülümsedi ve Hayal'i en zayıf noktasından vurdu. "Sana Siyah İnci'yi getireceğim" dedi. "Siyah İnci mi, ne saçmalıyorsun sen" dedi. Bu kez öfkeliydi sesi.

"Lütfen bekle" dedi Hakan, "yarım saat sonra buradayım" diyerek uzaklaştı Hayal'in yanından. Hayal arkalarından bakarken, düşüncelerine yetişmekte zorlanıyor ve kalbinin derinliklerine gömdüğü hayaletle baş etmeye çalışıyordu...

pehito
kurgu, hikaye
görsel googledan alıntıdır
4. BÖLÜM

3 Mart 2014 Pazartesi

HAYAL MEYAL SARI (1)



KADIN

Raflarda ki kitaplarda arıyordu hayatının eksik parçalarını. "Belki" diyordu. "Belki tozlu iki sayfanın arasındadır diğer yarım" Belki de bu sebepten doyamazdı okumaya. Kaybolurdu sayfaların arasında, "bu olabilir mi, ben bu kadın mıyım ya da bu adam mı" deyip dururdu kendine.

Bir cümlede mi gizliydi yaşamın sırrı, o eksik parça, yoksa başka bir tende mi. Ona ait olmayan bir beden mi biliyordu, onun eksiklerini. Ama bunu bilemezdi. Nereden bilsindi. Bir kere "aşık oldum" demişti, yağmurun altında şemsiyesiz el ele yürümeye cesaret edebileceği bir aşkı olmuştu. Ama ne o yağmur yağmış, ne de o el tutulmuştu sadece hayallerde kalmıştı.

En yakın dostuydu yalnızlık o yüzden bilmezdi kalabalık olmak ne demekti. İşte yine kitapçıda yalnızlığını unutmuş kendini arıyordu. Sarı bir kitaba uzattı elini, en dikkat çekicisi oydu çünkü. Bütün renklerin arasında insan zihnini en çok uyaran, dikkatini artıran bir o kadar sinirlerini bozan ama cazibesine karşı konulamayan en az bir kere dokunmak isteyeceğin renkti o. Adına bile bakmadan çevirdi sayfalarını ve tam o an burnuna değdi, hatıralarının küflenmiş sandıklarında kalan bir koku. Asla bir parfüm kokusu değildi, kişiye özel esmer bir tene ait hüzün kokan bir kokuydu bu.

ADAM

Göz hapsine almış izliyordu onu."Hiç değişmemiş" diye geçirdi iç çekerek. Kalabalığa karışmış, belki başkası için sıradan görünen halini yırtarcasına çıkan gizemli duruşu her zaman olduğu gibi onu yine hemcinslerinden ayırıyordu. Geçen yedi yılda daha da güzelleşmişti sanki. Yüzünde onu kendi olmaktan alıkoyan tek bir kozmetik ürün yoktu.

Üzerinde siyah gabardin bir palto vardı, Siyah saçlarını taçlandıracak altın rengi bir tokayla arkadan at kuyruğu yapmış, o bile bir papatyanın çimlerin üzerinde sade duruşunu gölgelemeyen bir nergis, hoş kokulu bir sümbül gibi duruyordu saçlarında.

Hala çok asil ve çok güzeldi. "Ne okuyor acaba" diye geçirdi içinden. Narin parmaklarının arasına aldığı sarı ciltli kitabın yerinde olmayı diledi. Cansız bir nesne olup onu anlamayı istedi. "Acaba hangi cümle onu derinden etkiler, kulağına fısıldasam bana da, o kitaba baktığı gibi ilgiyle bakar mıydı." diye iç çekti.

Aklını alan bu kadın ayaklarını da esir almıştı sanki. Arkasında, onun rahatlatıcı sandal ağacı kokusunu içine çekerken buldu kendini. Ve tam o an, bir çift kahverengi göz aşkla, arzuyla, hem çekmek hem de itmek ister gibi bakıyordu ona....

pehito
kurgu, hikaye
2. BÖLÜM BURADA
görsel google'dan alıntıdır

22 Şubat 2014 Cumartesi

NE İSTİYORSUN ZEYNEP 2

ÖNCEKİ BÖLÜM TIKLA

-Otur
*İyi de
-Boş ver iyiyi kötüyü, gel otur!

Sesi ve tavrı biraz değişikti adamın. Yayılarak çıkıyordu her kelime ağzından ve biraz da incelerek. Bir de tuhaf bir el hareketiyle gözünün önüne gelen kıvırcık saçlarını geriye atıyordu. O saçlar önüne gelmekten genç adam da onları geriye atmaktan büyük bir zevk alır gibi art arda tekrarlanan bir rütüele dönüşmüştü bu saç olayı.

*Makyaj var yüzünde
Hafif de olsa fondöten, bir de dudak parlatıcısı sürmüştü genç adam
-Evet, sende de yok.
Onda ki varlık olmasa bende ki yokluk hiçte dikkat çekici olmayacaktı diye geçirdi içinden Zeynep
*Evet, yok.
-Yeni mi karar verdin?
*Neye
-Değişmeye
*Çok mu belli oluyor, yeni olduğu
-Evet
*Peki ya sen
-Ben doğduğumda beri böyleyim. Hiç farklı olmadım. Anlaşılan ruhum yeni bedeniyle anlaşamadı hiç. Hahahahahaha
"Komik mi" diye geçirdi Zeynep içinden. Gerçekten komik miydi? Yoksa acınacak haline mi gülüyordu.
-Adın ne?
*Zeynep
-Hımm değiştirecek misin peki? Benimki de Hakkı ama bu halime pek uymadığı için Hakkuş der arkadaşlarım bana
*Ne var halinde?
Aslında farkındaydı tuhaflığın ama doğal karşılamaya zorluyordu kendini.
-Hahahahah ne mi var? Belli değil mi kuzum?
*Bilmiyorum, şu an hiçbir şey bilmiyorum. Neyi bilmem neyi bilmemem gerektiğini bile bilmiyorum.
Ve kadın ruhuna yenik düşüp ağlamaya başladı Zeynep..
-Dur kıııız beni de ağlatacan şimdi. Sonradan olunmaz anacım. Neysen osun. Ben hep böyle hissediyordum, doğduğumdan beri, bebeklerle oynamayı çok severdim, makyaj yapan kız arkadaşlarımı pek bir beğenirdim. Dans etmeye bayılırdım. Hatta biliyon mu kız, bir gurubumuz var sahne alıyoruz Taksim'de. Gelir izlersin belki bir gün.
Annemle babam ben çok küçükken ayrıldılar. Annem yeniden evlendi, kendi babam hahahaha bu da ne komik bir söylem oldu. Anla işte öz babam ressam. Sanatçı adam. Hepsi bir anda öğrendi dans ettiğimi, üvey olan babam .rospu olmuşsun sen dedi. Babam demedi bir şey. Aferin de demedi ama bak. Annem zaten karışmaz hiçbir şeye öyle meşgul ki kendiyle.
Neyse işte bak, sonradan olunmaz böyle. Hah demiştim değil mi onu. Sen kaçmışsın belli ki, bir şeylerden kaçmışsın ama kaçtıklarını da getirmişsin yanında. Böyle kaçılmaz ki sonra başka yükleri de alırsın kambur omzuna. Sen en iyisi çıkar o memelerine taktığın bantları ve yüzleş seni buraya getiren olaylarla.
Bak işkembeyi de yiyemedin, soğudu. Yiyemezsin miden almaz, sevmezsin ki zaten değil mi işkembeyi. Yoksa sıcak içilir işkembe.
Dön kuzum geri dön, çevir sayfalarını sonra kapa defterini ve aç yenisini ama eski hesaplarını gör sonra aç.

Zeynep, dinledi dinledi. Tek kelime etmedi. Teşekkür edip ayrıldı Hakkuş'un yanından ve hızlı hızlı çıktı indiği yokuşu. Açtı dairesinin ahşap kapısını ve etrafa bakındı. "Küf kokuyor" dedi yüksek sesle. Yarın bu odayı boyamalı diye geçirdi içinden ve girdi Eyfel Kule'li nevresimin içine Hakkuş'u ve söylediklerini düşünerek uyudu.

pehito
kurgu, hikaye

NE İSTİYORSUN ZEYNEP 1

Gözünün üzerine düşen perçemine saklamıştı bakışlarını. Gölgelere sığınmış, kaybolmayı seçmişti. Her adımında geri dönüp adımlarının bıraktığı izi takip ediyordu. Kan kırmızı bir yudum şarapta bulmuştu unutmayı sonra bir yudumun ne olduğunu. O gece kesmişti saçlarını kısacık, bir adam kılığına bürünüp yaşamaya karar vermişti. Sıkıca bantladı pek de büyük olmayan göğüslerini ve bulduğu en rahat gömleği altına da tracking yaparken giydiği neredeyse yıkanmaktan parçalanacak hale gelmiş on yıllık kotunu geçirdi.

Bu kez gece almasın gözlerini diye Rayban'in polis modeli gözlüğünü geçirdi yüzüne. Ay ışığından saklamıyordu gözlerini, göz göze gelmekten saklıyordu belli ki. Aynada kendine baktı, sevmedi yeni halini hatta tiksintiyle baktı kendine ama istemiyordu ne eski bedenini ne de kalbindekileri.

"Hadi bakalım" dedi kendi kendine yüksek sesle. Bir adam bedeninden çıkan zarif kadın sesine omuz silkti ve küf kokan tek odalı evinin ahşap kapısından, apartmanının dar merdivenlerine bıraktı kendini. "Hoşça kalın hamam böcekleri" deyip acilen sesine de bir çare bulması gerektiğini fark etti. Kısabilirdi belki sesini, daha kısık olursa belki daha anlaşılmaz belki de yok olacaktı.

Apartmandan çıkıp belediyenin her seçim öncesi hatırlamaya bile değer bulmadığı bozuk yollarından yokuş aşağı bıraktı kendini. Önce hızlı hızlı yürüdü daha sonra yüzüne vuran rüzgara meydan okur gibi açtı kollarını ve koşmaya başladı. "Zeyneeeeep" diye bağırıyordu. Kendi adıydı kulaklarına değen. Yolun eğimi azalana kadar koşmaya ve bağırmaya devam etti. Geri mi istiyordu kendini, yoksa gerçek bir veda mıydı emin olamadı ama onun istediği; her şey değişsindi.

Ve başlamıştı işte, değişiyordu her şey.
-Zeynep ha, kim Zeynep? Abla mı diyelim abi mi?
İçi titredi, derin bir nefes aldı kuytularında gizlediğinden ve kıstı sesini;
*Benim Zeynep? Ne o bir şey mi vardı?
Hissettiğinden daha cesur daha ezici çıkmıştı sesi. Yüzünde alaycı bir ifade vardı. Adamlar cüsselerine bakmadan garip görünüşlü kız mıdır erkek midir belli olmayan varla yok arası bu genç kadından bir adım geri durdular.
-Yok, merak ettik, öyle bağırdığını duyunca, aradığın biriyse yardım edelim diye
Zeynep o an anladı sıradan görünmenin yerini alan bu farklılık, tuhaflık ya da adı her ne ise kendine saçma bir saygınlık kazandıracaktı.
*İhtiyacım olursa haber ederim, hadi daha fazla meşgul etmeyin beni.
Kendi de bilmiyordu ya nereye gidiyordu, neydi meşguliyeti, sadece başından savmak istedi o iki adamı. Başka zaman olsa hatta iki gün öncesi olsa salyalarını akıta akıta ona bakacaklarını bildiği bu iki adamla daha fazla yan yana durmak istemedi.

Daha minyon olanının omzuna çarparak geçti yanlarından Bıraktı kendini içindeki şarkının melodisine bu sefer daha ağır adımlarla daha dingin yürüdü yolları. Her zaman olana inat hiçbir şey düşünmeden attı adımlarını, bir kaç saat sonra midesinden gelen seslere kulak verdi. "Acıktım" dedi. Yanında biri varmış gibi. Düşündü aslında iki kişiyim şu anda, hala Zeynep benimle ve yeni ben kimim bilmiyorum diye geçirdi içinden. Sonra beyaz bir ışık gördü, kaldırıma düşen beyaz ışığın geldiği yere baktı. İŞKEMBE SALONU yazıyordu. "Iıııığğğğ" hiç düşünmeden aniden çıkmıştı bu ses ama çok acıkmıştı, madem eski Zeynep değildi hatta belki Zeynep bile değildi. "Bunu da yap" dedi ve girdi salona.

Kimi pala bıyıklı adamların olduğu, kimi şık ama ucuz saten gece elbiseli kadının olduğu, bir iki tane normal diyebileceği insanın olduğu salona girdi. Bütün masalar doluydu. "herkes mi işkembe sever" diye geçirdi içinden ve boş bir yer aradı. Gür kıvırcık saçları kulak memesine kadar inen genç bir çocuk el salladı ona. Zeynep önce üzerine alınmadı etrafına bakındı, ondan başka genç adama dönük kimsenin olmadığını fark edince "ben mi" diyerek kendini işaret etti .Genç adam olumlu anlamda kafasını salladı ve Zeynep adama doğru yürüdü.

BÖLÜM İKİ BURADAN DEVAM TIKLA
pehito
kurgu, hikaye

13 Şubat 2014 Perşembe

AZICIK OLAN KAZANSIN



Soluğum kesilecek gibi hızlı hızlı nefes alıyorum ama bir o kadar ağır adımlarım. Sıcak nefesimi dışarı salıverdiğimde soğukta varlığını ispat etmek ister gibi yeniden ve yeniden o beyaz duman asılı kalıyor havada bir kaç saniyeliğine. Ben nefes aldıkça ve hava soğudukça bu var olma yarışı sürecekti belli ki. Küçük olanın büyük olanın yanında çaresizce varlığını gösterebilmesinin bir şekliydi bu döngü ve inkar edilemezdi.

Ne işim vardı bu saatte gecenin koynunda. İçime üşüşen sinsi gevrek fikirlerin bedenimin küçüklüğüne aldırmadan yayılışıydı beni sokağa adeta fırlatıp atan. Ve birden boğazımda hissettiğim keskin ve yakıcı acıyla elim boynuma gidiyor ve boynumda ki kırmızı fuları aşağıya doğru kaydırıyorum. Avuçlarımın içinde sıkıca tutup üzerine boğazımda biriktirdiğim kanı tükürüyorum. Bu kan geçmişin tüm acılarının vücuduma ince ince işlediği kara lekeden arda kalanlar.

"Bitirmiş olmalıyım artık" deyip, elimde tuttuğum eşarbı rüzgarın akışına bırakıyorum. Önce gök yüzünde süzülüşünü izliyorum ve sonra yere düşüp kendini rüzgarın sönük esintisine bırakıp sürünüşünü ve tekrar yükselişini. Belki de alıştım dediklerimin bile benden gidişini yavaşlayan soluğumun gecenin sessiz ıslığına eşlik etmesiyle izliyorum.

Hadi bırakın yüklerinizi, içinizde azıcık olan kazansın. Küçücük mutluluklarınız büyük acılarınızı yensin. Nasıl giderse gitsin acılar ama bırakın da sizin varlığınız özgür ve mutlu kalsın..

Sevgilerimle
pehito
olaylar kurgudur..
resim de alıntıdır :)

9 Şubat 2014 Pazar

BİR ŞANSIM DAHA VAR MI



Görünmez kelepçelerimi çıkarıyorum bileklerimden, beni tutsak eden bedenimi sıyırıyorum üzerimden, çok derinlere bakmam gerek biliyorum.

Alice'in Harikalar Diyarına yaptığı yolculuğun başında ki gibi karanlık bir tünelden yokuş aşağı iniyorum, bazen zamana bazen de dokunduğum başka ruhlara çarpa çarpa. İçimde öyle çok huzursuzluk hissediyorum ki bu yolculukta, her biri zorla elime tutuşturuluyor sanki. Bir yerler yanıyor gibi hissediyorum ama sorsan "neresi" diye, elimi koyup şurası diyebileceğim tek bir yer gösteremem sana. Zaten bu yolculuğumda; derinlerde ki üzeri kat kat örtülmüş ulaşılması zor o yere. 
Öyle hızlı düşüyorum ki, canım daha çok yanmalı diye geçiriyorum içimden. Derin bir nefes alıp açıyorum sağ avucumu, elimde uzun bir filmin küçük bir sahnesi oynuyor. Baş rolünde benim olduğum küçük filmler bunlar. Sevmek için suyun içinden çıkarıp, öpüp tekrar suya bıraktığım turuncu japon balığımın, ertesi gün suyun içinde çırpınırken hissettiklerini görüyorum. Görmüyorum, yaşıyorum. Arada nefessiz kalıyorum, arada çekiyorum ciğerlerime oksijeni, bir yangın hissediyorum içimde sonra bir soğukluk. Sonra başka bir film; kardeşime oynaması için vermediğim kırmızı arabanın onu ne kadar üzdüğünü görüyorum, tek tek kalbini kırdığım arkadaşlarımı, beni ne kadar çok sevdiğini bile bile asla bir daha arkamı dönüp bakmadığım kız arkadaşımı yarı yolda bırakıp evlendiğim günü. Ve o gün hem onun hem de kendi canımı ne çok yaktığımı görüyorum. Yaptığım motorsiklet kazasında engelli olmasına neden olduğum küçük çocuğun gönlünü asla alamadığımı, benden hep gerçek bir özür beklediğini görüyorum. 

Hayatımın en acı anları bir bir avucuma düşüyor ve ben her seferinde bin kez ölüp, bir kez diriliyorum. Bazen bilerek bazen bilmeyerek dokunup başkalarına açtığım yaraları görüyorum. İçime akıtıyorum göz yaşlarımı, bu kez yangınımdan değil, bana değip acıttığım başka ruhlar için dökülüyor göz yaşlarım. Özür diliyorum ama ne zihnimle ne de bedenimle, henüz ulaşamadığım merkezimle. Kendimden de özür diliyorum, o yangınları yaşattığım için kendime. 

Ve birden bir şalter açılıyor gibi "tak" diye bir ses duyuyorum. Elektriği hissediyorum, bir kadın sesi "bitti mi" diyen bir kadının sesini duyuyorum. Ciğerlerimin yandığını ve o yangınla bir bebeğin yüksek sesle ağladığını duyuyorum. Ter içinde, yorgun görünen ama gözlerinde sevgi dolu başka bir ışık gördüğüm bir kadınla göz göze geliyorum. Senin adın "Selin" diyor. Ne diyeceğimi bilemiyorum, konuşmak için ağzımı araladığımda tekrar bir bebeğin daha nazik bir ağlama sesini duyuyorum. O güzel kadının yasemin kokusunu çekip içime her şeyi unutuyorum ve yeniden BAŞLIYORUM!!

pehito
kurgu, hikaye

resim google'dan alıntıdır..

8 Şubat 2014 Cumartesi

LÜSYEN





Tarihin sayfa aralarına gizlenmiş, Osmanlı'nın çöküşüne ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuna an be an şahit olmuş bir aşk hikayesinin belgesel tadında bizlere sunulduğu kitaptır LÜSYEN. Bu öykü yazarın deyimiyle de; "Poti'den Peşte'ye, Tahran'dan Bombay'a, Brüksel'den Londra'ya, Liege'den Ankara'ya, Venedik'den İstanbul'a uzanan rengarenk bir coğrafyada geçiyordu ve fonunda yer küreyi kana bulayan bir dünya harbi, Balkan Savaşı, İstanbul'un işgali, son Osmanlı Meclisi, İstiklal Mücadelesi, Cumhuriyet'in yeşermesini "en az yarayla atlatarak, kitapla bize gelen gerçek bir aşk öyküsü.

1912''de Brüksel'de bir davette karşılaşır 60 yaşında ki Abdülhak Hamid ve 18 yaşında ki Lüsyen. Birbirlerini ilk gördükleri anda ruhsal bir bağ oluşur aralarında. Lüsyen hiç düşünmeden tüm sevdiklerini ve ailesini ardında bırakıp, Abdülhak Hamid'e adeta adar kendini.

Lüsyen Hamid'le birlikte tarihin sayfalarına nakşedildi. Atatürk ile dans etti, onun sofrasını paylaştı. Tevfik Fikret'ten edebiyat dersi aldı, Nazım Hikmet'i akşam yemeğinde ağırladı, İnönü evlerinde santranç oynadı, Mehmet Akif'i ve dönemin nice şairini yazarını yakından tanıdı.

 Abdülhak Hamid Lüsyen'i tanımadan önce MAKBER'i yazmış ve yeni bir eseri kaleme alamamıştı. Lüsyen'le birllikte şair yeniden yazmaya başlamış eski güçlü kalemine kavuşmuştu.

Belki filmlerde görüp, sadece romanlarda okuyup "kaldı mı böyle aşklar" diyeceğiniz bir aşk hikayesini, değerli araştırmaları ve belgeleriyle bizlere Lüsyen'le sunmuş Can Dündar.

Kitap           LÜSYEN
Yazar          CAN DÜNDAR
Yayın Evi     CAN
Sayfa Sayısı  532

keyifli okumalar
pehito

5 Kasım 2013 Salı

ARKANI DÖNME (5.BÖLÜM)

İlk kez okuyacaksan BURADAN başla. :)

Anneme bıraktığım her bir kağıdın hayal kırıklığıyla gidiyordum. Selin hiç mi güvenmemişti bana, ona göre beceriksiz bir adamdım da, bana bunu hiç mi belli etmemişti. Çocuğuma bakamazdım, ona bir şey olursa her şeyi birbirine mi karıştırırdım. Yoksa bu gidiş planlı mıydı? Yaşayacaklarını biliyor muydu? Yine o yol gösterici dediği, diğerlerine benzemiyor dediği rüyalarından birini mi görmüştü de böyle bir hazırlığa girişmişti!

Evimiz Moda'da, hastane Nişantaşı'ndaydı. Aradaki yolu şuursuzca ilerlemiştim, hastane kapısından girdiğimde; arabamın kontağını ne zaman çevirdiğimi, ne zaman hastanenin önüne park ettiğimi fark etmemiştim. Kendimi kaza anına geri dönmüş gibi hissettim. Sesler yine uğultulara dönüştü, görüntü bulanıklaştı, yerin ayaklarımın altından kaydığını hissettim ve sonrası; görüntüyü geçirmeyen ama sesi olduğu gibi size ileten, asker yeşili örtüyle çevrelenmiş bir alanda sedyenin üzerinde sırt üstü yatıyor oluşumdu.

Hemşirelerin kulak tırmalayan sesini duyuyordum. An itibariyle bütün sesler olduğundan daha büyük değiyordu kulaklarıma.
"Danışmaya doğru ilerlerken düşüp bayıldı. Nabzı normal, ateşi yok. Panik atak olabilir."
"Pardon, pardon kalkabilir miyim?"
"Lütfen biraz daha uzanın, doktor hanım geliyor."
"Peki"

Peki, peki, peki her şeye peki. Gelsin bakalım. Neyi tedavi edebilir. Kalbimde ki sızıya bildiği bir ilaç var mı? Beni sakinleştirecek, eksik parçamı tamamlayacak bir ilacı var mı, buradan alıp götüreceğim sevgilimi toprağa emanet etmeden yola devam edebilmemizin çaresi var mı doktor hanımda. Hadi gelsin bakalım..

-"merhaba"
-"merhaba"
Annenin yavrusunu en çaresiz anında sarıp sarmalayan sıcacık sesi gibi geldi bu "merhaba"
-"Adım Sinem Keskin, hastanenin psikoloğuyum. Vücut değerleriniz olağan çıktığı için bana haber verdiler. Adınızı öğrenebilir miyim?"
-Burak Yiğit.
-Daha önce bu tarz bayılmalarınız ya da bayılırken hissettiklerinize benzer semptomlar yaşadınız mı hiç?
-Hayır. Daha önce bana bu kadar yakın birini sonsuza kadar kaybetmedim. Eşim bir trafik kazası geçirdi ve hastanenizin morgunda. Dün akşam üzeri buraya getirdiler. Cenaze işlemleri için geldim ve kendimi hiç iyi hissetmiyorum.
-Selin Yiğit'den mi bahsediyorsunuz, eşiniz miydi? Başınız sağ olsun, gerçekten çok üzgünüm.

Işıl ışıl parlayan çimen yeşili gözlerindeki tüm elektrik kesilmiş gibiydi. Son cümlesiyle sanki yüzü matlaştı, belli ki otuzlu yaşlarının başındaydı ama bir kaç yaş daha ileri gitmiş gibi, çilli yanakları daha da çillendi ve hücrelerinde ki bütün kan çekilmiş gibi pembe-beyaz yüzü sarardı.
Selin'in burada olduğunu bilmesine anlam veremedim. Her yatırılan hastaya dair bilgileri olamazdı. Türkiye'nin en kapsamlı ve en çok hasta kabul eden hastahanesinde böyle bir hasta takibinin yapılması mantık dışıydı. Peki öyleyse, nasıl, nereden biliyordu Selin'i.

-Karımı nereden tanıyorsunuz?
Yine kanatlarının altına almak istermiş gibi, yumuşak kadife sesiyle beni olduğum yere, kalbimin sadece Selin'e ait yerine kilitledi.
-Burak Bey eşiniz iki yıldır benim hastamdı ve bu yaşanan sondan artık çok uzakta olduğumuzu düşünüyordum.

5. bölüm sonu
kurgu, hikaye

6. BÖLÜM



30 Ekim 2013 Çarşamba

ARKANI DÖNME (4. BÖLÜM)

İlk kez okuyacaksan BURADAN başla. :)



Bornozumu kaptığım gibi banyodan çıkıp Kayra'yı kucağıma aldım.
-Baba, annem nerede?
-Kayracığım, annen gitti.
Bunu söyler söylemez yine o katılarak ağladığı krizlerden birine başlayacağını düşünüyordum ama Kayra;
"Gelecek mi?" diye sordu.
-Hayır kızım, annen çok uzaklarda. Belki bunu seninle daha sonra tekrar konuşuruz ama şunu bilmelisin; seni çok seviyor.
-Ta-mam..

Nereden gelmişti bu olgunluık, neler oluyordu bilmiyorum. Ama bir an Kayra'nın tepkisiyle içimde biriktirdiğim tüm nefesi koyverme fırsatı bulabildim.

-Banyo yapmak istiyorum baba.
Genellikle Selin, Kayra'yla ilgili hiçbir şeyi bana bırakmazdı, bir kaç defa birlikte banyo yapmıştık ve altından kalkabileceğimi düşünüyordum.. Suyun ısısını ayarlayıp küveti doldurdum, yanına almak istediği bebekleriyle birlikte Kayra'yı Suya bıraktım. Kayra'nın bebek şampuanını aramak için dolapları karıştırırken her dolaptan elime bir kağıt parçası gelmeye başladı.

"Kayra'nın bebek şampuanı sağdaki üst dolapta. Kayra'nın bebek pudrası soldaki çekmecede, Kayra'nın yedek bornozu odasındaki komedinin alt çekmecesinde."

Gözlerime yaşların dolmaya başladığını hissettim ama akmasına izin vermeyecektim. Selin biliyor muydun, öleceğini biliyor muydun? Koşarak evdeki çekmecelerin teker teker hepsini açtım. Allah'ım her birinden aynı şey çıkıyordu. (Her çekmecede ne olduğu üsten alta doğru sıralanmış şekilde.) Bana ait olanlar çekmeceler ya da dolaplar dışında hepsinden bir kağıt parçası çıkıyor ve her bir kağıt parçası kalbime hançer gibi saplanıyordu. Biliyor olamazdı, insan kaderini nereden bilirdi. Sahi kader neydi?

Bizim elimizde miydi, yoksa yaradılışımızla belirlenmiş bir çizgi miydi? Kim yazıyordu, tanrı mı, kul mu? İnançsız bir adamın ilk kez tanrıyı sorgulayışıydı bu an. Ölümü bu kadar yakın yaşamamıştım hiç, şimdi bir şeylere sığınmaya ihtiyaç duyuyordum ve ilk durak varlığını bir kez bile sorgulamadığım tanrı mıydı?

Üzerime serilen dikenleri bir bir bedenimden çıkarıp bir kenara bıraktım. Haberim vardı, her buldukları fırsatta eskisinden daha güçlü yapışacaklardı tenime. Ama ne tenim onların yabancısı ne de onlar tenimin yabancısı olacaktı. Kayra'ya baktım. Bebeklerine annesinin bir daha gelmeyeceğini anlatırken, saçlarını şampuanladım ve kısacık bir durulamadan hemen sonra Selin'le Londra'ya gittiğimizde Mothercare'de görüp aşık olduğumuz kafasını geçireceğimiz kısmı ayıcıklı krem rengi bornoza onu sarıp  düşüncelerimden de kurtulmak ister gibi bir çırpıda Kayra'yı banyodan çıkardım.

Selin'in her çekmeceye yerleştirdiği kağıtları elimde biriktirdim. Hiç zorlanmadan Kayra:'nın giysilerini bulup onu giydirdim.
-Kayra bu gün babaanne gelecek!!
Tamam anlamına gelen bir ses çıkarıp kafasını yukarı aşağı salladı. Kayra'yı alıp mutfakta mama sandalyesine oturtmuşken zil çaldı. Mutfaktan sola dönüp krem rengi döşemenin üzerinde ilerledim, kapıyı açtım ve annem şişmiş gözleriyle karşımda, bana zoraki gülümsüyordu.
Elimdeki kağıtları anneme uzattım, "mutfak çekmecelerinde de aynılarından var, ben cenaze işlemleri için çıkıyorum. Kayra sana emanet" diyebildim. Kayra'ya döneceğimi söyleyip kapıyı kapadım ve oraya doğru ilerlemektense bedenimi korlara atmayı tercih edeceğim yola doğru her bir adımı ruhumu parçalayan yola doğru yol aldım.

4. bölüm sonu
kurgu,hikaye
pehito
5. BÖLÜM

25 Ekim 2013 Cuma

ARKANI DÖNME (3. BÖLÜM)

İlk kez okuyacaksan BURADAN başla.



Önümde, tik ağacından, sırt kısmı iki ağaç parçasıyla tutturulmuş, acil cila istiyorum diye bağıran sandalyelerde; siyah saçları özenle yandan ayrılmış ıslak jölelenmiş yirmi adam sırtı bana dönük otururken birden loş ışığı yok edecek spotlar açılıyor ve sandalyelerimizin önüne kristal abajurlerin orta yerine konulduğu, yeşil çiçeklerin muhteşem motifleriyle işlenmiş İngiliz tarzı tabakların ve gümüş; çatal, bıçakların tam da olması gerektiği gibi kurallı yerleştirildiği muhteşem masaların varlığını fark ediyorum.

Kulağıma güzel aksanıyla fransızca bir aşk şarkısı çalınıyor. Beyaz masa örtüsünden kafamı kaldırdığımda gözyaşları içinde şarkıyı söyleyen adamı görüyorum. İçim acıyor, nasıl tarif edebilirim bilmiyorum. Sadece.... Acıyor. Sanki kalbim yerinde değil gibi, bedenime can veren ruhum içimden sökülüp derin sancılar içinde bedenimden uzaklaşmış gibi bir acı ve tam o an omzuma değiyor bir el. Nar çiçeği tırnaklarından parmaklarına ve omzuna ve yüzüne doğru uzanıyor gözlerim.

Gözleriyle buluştuğu an gözlerim. Nutkum tutuluyor. Sıcak göz yaşlarım yavaşça süzülüyor yanaklarımdan. Tebessümü ve içine gömülmek için öldüğüm gamzeleriyle Selin. Elimi tutuyor ve beni oturduğum yerden kaldırıyor. Hafiflediğimi hissediyorum, yanaklarına dokunuyorum. Teniyle bir olmuş beyaz elbisesiyle melekleri kıskandıran karım, hayat arkadaşım, aşkım, Kayra'mın annesi karşımda bana bakıyor.

"Aslında araya zaman girmesi hiç de fena olmadı" diyor.
Neden benimle arasına mesafe koymak istediğini anlayamıyorum, beni daha ne kadar üzebilir diye geçiriyorum içimden ve yine o tarifsiz acı gelip kalbime yapışıyor.
"Tabi ki seni çok özlüyorum sevgilim, lütfen aklına yanlış bir şey gelmesin. Ama uzun süreli ayrılıklardan sonra sevgiline sarılmak çok daha güzel, değil mi?"
Bir şeyler söylemek için dudaklarımı aralıyorum ve o an Selin bana doğru uzanıyor. "Bir daha sakın kaybolma aşkım, bu çok zor, sensizlik çok zor" diyebiliyorum ve öpüşüyoruz. Bulutların üstünde iki tüy gibi, ben o'ymuşum, o da benmişim gibi..

Gözlerimi açtığımda duvarda asılı düğün fotoğrafımıza terler içinde bakıyorum. Selin'i bir kez daha kaybediyorum. Ve artık dönülmez yerlerde olduğunu biliyorum. Koltuktan kalkıp ebeveyn banyosuna giriyorum, üzerimdeki kıyafetleri dünün lanetinden kurtulmak ister gibi çıkarıyorum. Duşta soğuğu açıp suyun derimin altına geçip hücrelerimi esir almasını bekliyorum. Donarsam, sevgilime gidebilirmişim gibi bekliyorum. Ta ki Kayra'nın annesini arayan çığlıklarını duyana kadar!!

pehito
kurgu,
3. bölüm sonu
4. BÖLÜM

21 Ekim 2013 Pazartesi

ARKANI DÖNME (2. BÖLÜM)

İlk kez okuyacaksan BURADAN başla. :)

Uzun uzun Kayra'ya baktım. Onun yüzünde Selin'e benzeyen bir şeyler arayıp durdum. Kayra gözlerini kapadığında bütün doğa kurallarına inat bana benziyordu. Onun Selin'e benzer tek yanı gözleriydi. Annesininki gibi derin bakan kara gözleri.

Dünya'ya geldiği günü hatırlıyorum. Selin normal doğumdan korktuğu ve bir kaç kötü doktor tecrübemizden sonra, "güvendiğim bir doktora sezeryan yaptırırım, hem günü ve saati belli olur, risk almak istemiyorum" demişti. Kayra'yı taşıyan oydu ve tabi ki karar Selin'in olmalıydı. Kayra'yı kucağımıza verdikleri an ikimiz de bir gülüp, bir ağlıyorduk. Hayatımın en şaşkın deneyimi buydu. Selin öyle bir anda bile her zamanki muzipliğini yapmıştı. "Senin bir kopyanı dünyaya getireceğimi bilseydim, bu işe hiç kalkışmazdım" deyip küçük bir tebessümünden sonra, içine gömülmek istediğim gamzeleri yüzünde gül gibi açmıştı.

Ona aşıktım, hem de deliler gibi ama o gün bir kez daha aşık olmuştum. Bugüne özel aldığı göğsünün üst kısmı imitasyon incilerle işlenmiş pembe geceliğinin üzerinde duran yüzü, her zamankinden daha aydınlık ve ışıl ışıldı. Memesine yapışmış olan kızımızın varlığı onu eskisinden daha kadınsı gösteriyor ve artık her şeyime ortak bir bebeğin hayatımıza girdiğini anlıyordum.

16 Temmuz 2013 Salı

BU YOL BİZİ NEREYE GÖTÜRÜR!!


Mezuniyetimizin ardından sınıftaki yakın arkadaşlarımla yola koyulduk. Yolun adı "bizi nereye götürürse yolu" oldu. Alkolü de biraz fazla kaçırmışız. Eeeee yeni ergenlere verirsen bedava alkol olacağı odur. Ama ne yapalım birlikte son gecemiz. Kim bilir hayat bizi nereye sürükleyecek ve bir daha ne zaman bir arada olacağız. Sabaha karşı dörtte Didim'e ulaştık. Mavi Şehir koyuna saptık, bir yandan son ses müzik diğer taraftan biz şarkıya eşlik ediyoruz.

Sahile ulaştığımızda gün ağarmak üzereydi. Kumlara yatıp güneşin yavaş yavaş mavi gökyüzüne süzülüşünü izledik. Güneş beyaz bulutların arasındaki yerini aldıktan sonra kıyı boyunca yürüdük yürüdüüüük. Cem hepimizi arkada bırakmış sanki bir şey yakalamaya çalışıyor gibi hızla koşuyordu. Birden geriye dönüp bize seslendi.

-Heeeeyy hazine buldum, koşun...

Ben bir deniz kızı bulduğunu düşünerek koşmaya başladım, diğerlerinin motivasyonu neydi hiçbir fikrim yok. Cem'in yanına ulaştığımızda baş kısmı mavi, oturacağımız alan beyaz renk olan bir deniz bisikletiyle karşılaştık. Bu da fena sayılmazdı. Deniz bisikletini denize doğru iterek üzerine atladık. Bisiklet dört kişilikti ama bir günlük kural ihlal etmekten ne zarar gelirdi ki. Bisiklete bindik ve açılmaya başladık.

Sanki hepimize bir işaret gelmiş gibi aynı anda ayaklarımızı pedallardan çektik ve o berrak maviye, içindeki gri balıklara daldık. Tabi yetmedi gözlerimizle dalmak, önce Selin, arkasından ben ve diğerleri suyun içinde balo elbiselerimizle yüzmeye başladık. Öyle hafiflemiş hissettim ki kendimi. En sevdiğim arkadaşlarım ve deniz. İnsan hayattan daha başka ne isterdi ki...

pehito
kurgudur

25 Mayıs 2013 Cumartesi

İKİ KADIN, İKİ HAYAT



Merak ediyorum hayatımı hep dolmuşlara mahkum olarak mı geçireceğim. Belki de bunu sorgulamak için çok geç kaldım. Yanımızdan geçen siyah jip oldukça çekici görünüyor. Onun içinde olmak için; başka bir ailede, başka koşullarda Dünya'ya gelmem gerektiğini biliyorum.

Dolmuşa binen şu kadına bakar mısın, bahar gibi duruyor. Yüzü ne kadar aydınlık ve beyaz üzerine yeşilin, turuncunun ve kırmızının dağıldığı çiçek desenli pantalonu incecik vücudunun kıvrımlarıyla öyle uyumlu duruyor ki, ona bakıp özenmemek elde değil. Yüzü ne kadar aydınlık, beyaz tenine dökülen siyah kısa saçlarıyla etrafına huzur yayıyor. Gözleri öyle derin bakıyor ki, içinde yaşanmışlık şelalesi var gibi. Eşime dönüp baktığımda kadını, onunda fark ettiğini anlayabiliyorum.

Eşimin kucağında sıcaktan bunalmış bir yaşındaki minik kızım sürekli ağlıyor. Kadında dönüp dönüp bizi izliyordu. Rahatsız olmuş gibi değildi ama baktığını gizlemeye çalışmayarak kızıma, bana ve eşime bakıyordu. Ayağımın dibindeki oğlanlar da rahat vermiyordu. Sürekli "anaa çok sıcak" deyip duruyorlar, sıcağın ve mememde ki dört aylık veledin de bunaltıcı etkisinden, arada oğlanlardan birinin suratına okkalı bir tokat indirmek geliyordu içimden.

Dört çocuktan sonra bedenim eski diriliğini kaybetti. Daha 25 yaşında 50li yaşlarında ki bir kadının bedenine sahibim ama nede olsa iki oğlan doğurdum. Onlar bana yeter. Gerçi kocamın bana olan ilgisinde hiçbir değişiklik olmadığı gibi, doğumlardan sonra beni daha da arzular oldu.

Oysa bahar yüzlü kadın, 30' lu yaşlarına rağmen dipdiri görünüyor. Ve çok stressiz. Şu insanların yüzüne bakıp hayatlarını merak etme alışkanlığım çocukluğumdan bu güne sinsice büyümekte. Bunun ne önemi var ki, dört çocuklu çingene mahallesinde dünyaya gelmiş, kendim gibi çingene bir adamla evlenmiş hayatını çöp toplayarak, kirli beyaz çadırda; devam ettirmeye çalışan zavallı bir kadından başka bir şey değilim.

2

Oh şükür dolmuşa yetişebildim. Kaç yıl oldu dolmuş kullanmayalı, sanırım ilk arabamı aldığımda; bundan 15 yıl önceydi. İyi ki ailemle yaşıyordum o zamanlar, yoksa hayatta araba kredisi çekip o taksitlerin altına girmeye cesaret edemezdim. Şimdi ise ilk arabam hoş bir hatıra ve aynı arabayı, aylık maaşımın dörtte biriyle alabilirim. 

Arabamda bozulacak zamanı buldu, insanlar BMW X5  der, ay ne güzel araba der ama bunlar da bozuluyor işte. Gerçi zamanında bakıma götürmezsen, benim hatam da yok değil. 

Ooooo kuzum ne güzel bir bebek o öyle. Tombiş tombiş, ne kadar da sağlıklı görünüyor. Yavrucum sıcaktan nasıl bunalmış ağlıyor, kıyamam. Bizim çocuklarımızı böyle soyup cereyanda bıraksan hemen hasta olur. Genleri ne güçlü bir bebek. 

Babası da oldukça güçlü görünüyor. Kolunda ki kartal dövmesine yakışan güçlü bir duruşu var.

-Hadi biraz ilerleyelim.

Of işte unuttuklarımdan biri daha, insanları bu kadar sıkıştırmaları gerekli mi? Yok mu bu dolmuşların bir kapasitesi, insanlara dokunmasan olmuyor. Derin, kaybetme yüzündeki şu huzurlu ifadeyi, sen maskeli kadınların kraliçesisin. Hem şu kadına baksana nasıl vazgeçersin huzur maskenden. Kadına baksana deyince yine baştan aşağı süzdün insanları, şu bakışlarını gizleme işini halledemedin gitti. Iıııım kadının yüzü huzur maskesini takmayı kolaylaştırıyor.

Bu kadını gördükten sonra Latin güzelleri, güzelim demesin. Esmer teni dört çocuğa rağmen pürüzsüz ve incecik. Çıkık elmacık kemikleri yüzüne diğer yüzlerden farklı karakteristik bir ifade vermiş. Uzun siyah kirpikleri takma kirpiklerin yapaylığından uzak ve dolu dolu bakan iri ela gözleri "ben kadınım, ben buradayım" diyor. O gri çuvaldan bozma elbisesinin içinde bu kadar çekici görünmek için; yüzlerle estetik ameliyat geçirmem gerek, biliyorum. 

Yedi yıldır işten ve iş seyahatlerinden fırsat bulduğumuz her anı eşimle çocuk yapmayı deneyerek geçirmemize rağmen, bir çocuk yapamamışken bu latin güzellerini kıskandıracak çingene kadın dört çocuğuyla çok daha güzel görünüp, o kutsal mertebeye erişmiş. 

Üniversiteyi bitirip İngiltere de mastırımı tamamlayıp hemen işe başladım. Kariyer planımı yaptım, vücudumun bozulmaması için her gün düzenli olarak 1,5 saat sporumu yaptım. Benim gibi kariyer delisi bir adamla 10 yıllık bir evliliğim var. Evim, arabam ve yazlığım ama ruhumda; şu çingene kadının yüzüne yansıyan arınmışlıktan, eser olmayan zavallı bir kadınım.

pehito
kurgudur, hikaye