Güv. Str. Derg. 2022, TDT Özel Sayısı: 5-37
DOI: 10.17752/guvenlikstrtj.1080249
Araştırma Makalesi
Research Article
Bölgesel Liderlik Bağlamında
Türk Dış Politikasının Jeopolitik Gerçeği:
Türk Dünyası
Geopolitical Reality of Turkish Foreign Policy
in the Context of Regional Leadership:
The Turkic World
Güngör ŞAHİN* - Medihanur ARGALI**
Öz
Uluslararası İlişkiler disiplininde küreselleşme ile birlikte bölgeselleşme ve
bölgesel güçler üzerine de çalışmalar yoğunlaşmaktadır. Literatürde bölgesel güçlerin,
bölgelerine nasıl ve ne kadar etki edebildiklerini inceleyen çalışmalar mevcuttur.
Buna göre bir bölgesel güç; emperyal, hegemonya ya da liderlik stratejilerini
kullanabilmektedir. Bu bağlamda bölgesel güç olan Türkiye’nin etki ve ilgi alanı
Orta Doğu, Balkanlar ve Türk Dünyası’na kadar uzanmaktadır. Bu çalışmada
Türkiye’nin jeopolitik gerçeğinin ve bölgesel güç olmasının anahtarının Türk
Dünyası olduğu incelenmektedir. Çalışmada nitel araştırma yöntemi kullanılarak
kuramsal ve tarihsel bir inceleme yapılmıştır. Kuramsal çerçeve oluşturmak için
Destradi’nin makalesinden yararlanılmış, Türk dış politikasının 2002 – 2016 yılları
arasında Orta Doğu’da bölgesel hegemonya stratejisi uyguladığı, 2016 yılında ise
Türk Dünyasına yöneldiği tespit edilmiştir. Bu kapsamda Türkiye’nin eşitlikçi bir
bölgesel lider olma yolunda ilerlediği bulgusuna ulaşılmıştır.
Anahtar kelimeler: Güvenlik, Jeopolitik, Orta Doğu, Türk Dış Politikası,
Türk Dünyası.
*
Doç. Dr., Millî Savunma Üniversitesi, Atatürk Stratejik Araştırmalar Enstitüsü
(ATASAREN), Strateji ve Güvenlik Araştırmaları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi,
İstanbul, Türkiye ORCID: 0000-0001-6296-8568, e-posta: gsahin@msu.edu.tr.
**
Doktora Öğrencisi, Millî Savunma Üniversitesi, Atatürk Stratejik Araştırmalar
Enstitüsü (ATASAREN), Uluslararası İlişkiler Programı, İstanbul, Türkiye, ORCID:
0000-0003-0777-7077, e-posta: medihanurarg@hotmail.com.
Geliş Tarihi / Submitted: 28.02.2022
Kabul Tarihi / Accepted: 07.05.2022
Güvenlik Stratejileri Dergisi
TDT Özel Sayısı
5
Güngör ŞAHİN - Medihanur ARGALI
Abstract
In the discipline of International Relations, studies have concentrated on
regionalization and regional powers along with globalization. There are studies
examining in which ways and how much regional powers can influence their regions
in the literature. Accordingly, a regional power can use empire, hegemony, or
leadership strategies. In this context, being a regional power, Türkiye’s sphere of
influence and interest extends to the Middle East, the Balkans, and the Turkic World.
This study examines that the key to Türkiye’s geopolitical reality and being a regional
power is the Turkic World. A theoretical and historical analysis has been presented by
utilizing the qualitative research method. Destradi’s article has been used to create a
theoretical framework, and this study has determined that Turkish foreign policy
implemented a regional hegemony strategy in the Middle East between 2002 and
2016 and turned to the Turkic World in 2016. In this context, this study has
concluded that Türkiye is on the way to becoming an egalitarian regional leader.
Keywords: Security, Geopolitics, Middle East, Turkish Foreign Policy,
Turkic World.
Giriş
Soğuk Savaş’ın bitmesiyle beraber küreselleşme tartışmaları hız
kazansa da 2001 terör saldırısı, ekonomik sorunlar, Arap Baharı
sonrasında eşi görülmemiş rakamlara ulaşan düzensiz göçler, bölgeselcilik
ve milliyetçilik söylemlerini güçlendirmiştir. Uluslararası sistemdeki
öngörülemez ve hızlı değişimler, devletleri dış politika önceliklerini
belirleme ve uygulama konusunda zorlamaktadır. Bu durum Türkiye gibi
bölgesel bir gücün dış politika tercihlerinde paylaşılan ortak değerleri mi,
yoksa ulusal çıkarları mı ön plana çıkarması gerektiği hususunun
sorgulanmasına yol açmaktadır. Jeopolitik konumu sebebiyle kendini
korumak ve uluslararası sistemde etkin olmak refleksiyle hareket eden
Türkiye’de de bölgeselcilik ve milliyetçilik söylemleri taraftar bulmuştur.
Bu çalışmada bölgesel bir aktör olan Türkiye’nin daha fazla güç ve güvenlik
için jeopolitik olarak Türk Dünyası’na yönelmesi, burada ortak değerler ve
çıkarlar üreterek “bölgesel lider” olarak hareket etmesi savunulmaktadır.
Öncelikle Türk Dünyası’ndan ne kastedildiği vurgulanmalıdır.
Türkçülüğün fikir babalarından olan ve Mustafa Kemal Atatürk’ün de
fikirlerinden son derece etkilendiği Yusuf Akçura “Türkçülüğün Tarihi” adlı
eserinde Türk Dünyası’nın sınırını şu şekilde çizmiştir: “Türkler dediğimiz
zaman etnografya, filoloji ve tarih müntesiplerinin bazen Türk-Tatar bazen
6
The Journal of Security Strategies
OTS Special Issue
Bölgesel Liderlik Bağlamında Türk Dış Politikasının Jeopolitik Gerçeği:
Türk Dünyası
Türk-Tatar-Moğol diye yad ettikleri bir ırktan gelme, adetleri, dilleri birbirine pek
yakın, tarihî hayatları birbirine karışmış olan kavim ve kabilelerin tamamını
murad ediyoruz.”1 Bu makalede, Türk Dünyası olarak tüm Türk halkları
değil yalnızca bağımsız dış politika üretebilen Türk Cumhuriyetleri ele
alınmaktadır. Bunun temel nedeniyse ortak değerler ve çıkarlar
kapsamında iş birliği sürecine dâhil olabilecek yapıları, bu Cumhuriyetlerin
oluşturmasıdır. Söz konusu cumhuriyetler Türkiye Cumhuriyeti, Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve SSCB’nin dağılması sonrasında kurulan
Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan’dır. Bu
devletlerin vatandaşları aynı milletin farklı boylarına mensup, aynı dilin
farklı lehçe ve şivelerini konuşan Türk ve akraba topluluklardır. Tarihsel
bağlamda Ziya Gökalp’in işaret ettiği üzere Doğu ve Batı Türkleri olarak
ayrılmış olsalar da aralarındaki benzerlikler kaybolmamıştır.
Türkiye’nin Türk Dünyası açılımı, SSCB’nin dağılmasından sonra
bölgedeki cumhuriyetlerin bağımsızlık kazanmasıyla beraber başlamıştır.
Türkiye’nin müttefikleri ABD ve diğer Batılı devletlerin de desteğiyle
“Adriyatik’ten Çin Seddi’ne” söylemi, döneme damgasını vurmuştur. Bölge
devletlerinin Rus etkisinde kalmaları, ABD’nin müttefiki olarak görülen
Türkiye’ye şüpheyle yaklaşmaları, Türkiye’nin bu dönemde PKK sorununa
yönelmesiyle bölgeye tam entegre olamaması, ekonomik yetersizlikler gibi
sebeplerle söz konusu açılım beklendiği gibi başarılı olmamıştır. Yine de
Türk entegrasyonuna yönelik bazı adımlar atılmış, 1992’de Ankara’da
Türk Zirveleri başlatılmıştır. 2009 yılında Nahçıvan Antlaşması ile Türkiye,
Azerbaycan, Kazakistan ve Kırgızistan arasında Türk Dili Konuşan
Ülkeler İşbirliği Konseyi (Türk Keneşi) kurulmuştur. Peşinden Keneş’e
önce Özbekistan üye, sonra da Macaristan gözlemci üye olmuştur. Son olarak
2021 yılında Covid-19’dan dolayı çevrimiçi yapılan toplantıya Türkmenistan
gözlemci olarak katılmıştır. Kasım 2021 tarihinde yapılan 8’inci Zirve’de
ise Türk Keneşi, Türk Devletler Teşkilatı olarak hem ismini değiştirmiş
hem daha çok iş birliği yapma yönünde adım atmıştır.
Türkiye’nin jeopolitik olarak yönelmesi beklenen Türk Dünyası’nda
siyasî, ekonomik, askerî ve kültürel ilişkilerin derinleştirilmesi
1
Yusuf Akçura, Türkçülüğün Tarihi, Kapra Yayıncılık, İstanbul, 2021, s. 11-12.
Güvenlik Stratejileri Dergisi
TDT Özel Sayısı
7
Güngör ŞAHİN - Medihanur ARGALI
hedeflenmektedir. Bu bağlamda Türkiye hem uluslararası hukuka hem de
“Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” şeklinde ifade edilen dış politikasının
temellerine aykırı şekilde emperyal amaçlarla hareket etmemektedir.
Türkiye, bölgesel bir güç olarak uluslararası sistemdeki güç kapasitesini
artırmak için “bölgesel liderlik” stratejisini kullanarak, Türk Dünyası için
ortak değer ve çıkarlar üretmelidir. Türk Devletler Teşkilatı, tek bir ulusal
devletten daha güçlü olacaktır. Böylelikle hem Türkiye hem de Birlik üyeleri
tarafından paylaşılan ortak çıkarlar ve değerler uluslararası arenada daha
fazla yankı uyandıracaktır.
Çalışmanın amacı, Türkiye’nin nihai rotasının neden Türk Dünyası
olduğu vurgulanarak, Türk Dünyası’nda oynayacağı bölgesel liderlik rolünün
kuramsal çerçevesini çizmektir. Çalışmada yöntem olarak Türkiye’nin
2002-2016 yılları arasında Orta Doğu’da bölgesel hegemonya stratejisiyle,
2016-2021 yılları arasındaki Türk Dünyası bölgesel liderlik stratejilerinin
karşılaştırmalı analizi kullanılacaktır. Çalışmada cevap aranan araştırma
soruları şunlardır:
Türkiye’nin bölgesel güç olmasının jeopolitik anahtarı Türk
Dünyası mıdır?
Türkiye, söz konusu dış politikasında strateji olarak “bölgesel
liderlik”i mi tercih etmelidir?
Bu bağlamda çalışmamızın hipotezi; Türkiye’nin ortak değer ve
çıkarlar paylaştığı Türk Devletler Teşkilatı ile bölgesel jeopolitik gücünü
artıracağı ve uluslararası arenada daha etkin olabileceği yönündedir.
Türkiye’nin uygulaması önerilen strateji Sandra Destradi’nin bölgesel
güçlerin artan önemini analiz ettiği “Regional Powers and Their Strategies:
Empire, Hegemony, and Leadership” makalesindeki “bölgesel liderlik”tir.
Bu bağlamda makalenin birinci bölümünde çalışmanın kuramsal alt yapısını
oluşturacak olan bu makale incelenip, “emperyal”, “bölgesel hegemonya”
ve “bölgesel liderlik” kavramları açıklanmaya çalışılacaktır.
Makalemizin ikinci bölümünde Türk dış politikasının ana hatlarını
tespit etmek için 1923-2002 yılları arasındaki tarihsel arka plan
incelenecektir. Üçüncü bölümde Türkiye’nin 2002-2016 yılları arasındaki
dış politikası incelenecektir. Bunu yaparken örneklem olarak Orta
Doğu’daki üç devlet (Irak, Suriye ve Mısır) seçilmiştir. Türk dış politikasının
AK Parti iktidarıyla beraber Destradi’nin “bölgesel hegemonya” stratejisini
8
The Journal of Security Strategies
OTS Special Issue
Bölgesel Liderlik Bağlamında Türk Dış Politikasının Jeopolitik Gerçeği:
Türk Dünyası
kullanarak Orta Doğu’da etkin ve başarılı olup olmadığı tartışılacaktır.
Son bölümdeyse 2016-2021 yılları arasında Türkiye’nin jeopolitik olarak
Türk Dünyası’na neden yoğunlaştığı aktarılacaktır.
Türk dış politikasında Türk Dünyası için uygulanacak stratejiyse
“bölgesel liderlik” olarak belirlenmiştir. Bölgesel liderlik rolünü benimserken
kullanması gereken en temel araç, Türk Devletler Teşkilatı olarak
saptanmıştır. Böylece Türkiye için hem üç kimliğini oluşturan Batıcılık
(Çağdaşlık) - Müslümanlık - Türklük arasında hangisinin ne zaman hangi
koşullarda ön plana çıktığı gösterilecek hem de stratejik olarak bölgesel
hegemonya mı yoksa bölgesel liderlik mi yapması gerektiği araştırılacaktır.
1. Kuramsal Çerçeve: Bölgesel Hegemonya ve Bölgesel Liderlik
Realizm, Liberalizm, Marksizm gibi klasik Uluslararası İlişkiler
teorilerine ek olarak bilhassa 1970’lerden itibaren ABD’nin güç kaybettiği
iddiasıyla birlikte “eleştirel teori” de popülerlik kazanmıştır. Eleştirel
teorilerinin temeli, klasik Uluslararası İlişkiler teorilerinin güncel meseleleri
açıklamakta yetersiz kalıyor olmasıdır. Eleştirel teori çoğunlukla “iktidar”
kavramı üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu bağlamda karşımıza ilk olarak
“hegemonya” kavramı çıkmaktadır. Çok basit bir tanımla hegemonya,
“hâkimiyet”, “üstünlük” gibi anlamlarda kullanılmakla beraber sosyal
bilimlerde üzerinde uzlaşılmış bir anlamı mevcut değildir. Abramo Fimo
Kenneth Organski, Immanuel Wallerstein, George Modelski gibi yazarlar
hegemon gücün yükselişi, düşüşü, değişimi gibi konuların üzerinde
durarak konuya ışık tutmuşladır. Üç yazarın ortak özelliği uluslararası
sistemde tek bir hegemon güç belirleyerek ona yakın bir güçle hegemonik
mücadeleye girmesidir.
Örneğin Wallerstein, modern dünya sistemini analiz ettiği birinci
kitabında 16. yüzyılda kapitalist sistemin oluşmaya başlamasının ilk
örneği olarak Portekiz’i vermiştir. Bu görüşe göre Portekiz’in ilk başat
Avrupa devleti oluşu, kapital sistemin ilk kez bu devlet tarafından
başlatılması ve hatta coğrafi keşiflerin öncülüğünün Portekizliler tarafından
yapılmasının temel sebebi o dönemin şartları itibariyle ekonomik olarak
daha iyi durumda oluşudur.2 Portekiz’i İspanya, Fransa, Britanya ve ABD
2
Immanuel Wallerstein, Modern Dünya Sistemi I Kapitalist Tarım ve 16. Yüzyıl’da
Güvenlik Stratejileri Dergisi
TDT Özel Sayısı
9
Güngör ŞAHİN - Medihanur ARGALI
takip etmiştir. Modelski’ye göre de benzer bir biçimde 16. yüzyılda başat
güç yani hegemonya konumunda olan Portekiz’i sırasıyla Hollanda, Fransa,
Britanya ve ABD takip etmiştir. Modelski’ye göre büyük güçler arasındaki
çatışmadan yararlanan üçüncü bir büyük güç hegemon olabilmektedir.
Örneğin 17. yüzyılın sonunda Hollanda başat güç iken İngiltere ile rekabete
başlamış ve bu rekabet her iki devleti de zayıflattığı için 18. yüzyılın başat
gücü dönemin üçüncü büyük gücü olan Fransa olmuştur.3
Hegemonyaya ek olarak uluslararası sistem içerisinde hareket
kabiliyeti geniş olan, diğer devletleri etkileme yeteneğine sahip olan başka
devlet tanımları da mevcuttur. Bir devletin dış politikası, uluslararası
arenanın tamamını ya da bir bölgeyi etkileme potansiyeline sahip olabilir.
Bu kapsamda devletlere süper güç, büyük güç ya da bölgesel güç gibi
tanımlamalar yapılabilir. Küresel düzeyde etki sahibi olan devletler büyük
güç ya da süper güç olarak adlandırılırken etki alanı bulunduğu bölgeyle
sınırlı olan devletler bölgesel güç olarak adlandırılmaktadır.4 Başka bir
bölgesel güç tanımına göreyse bölgesel bir güç olan devletin sorumluluğu
bölgesel barış ve düzenin korunmasıdır.5
Literatürdeki bölgesel güç kavramından yola çıkan Sandra Destradi;
Çin, Hindistan, Brezilya, Güney Afrika gibi ülkelerin sadece ekonomik
alanda “yükselen güçler” olarak değil, aynı zamanda “sistemsel” olarak
üstlendikleri rollere akademik olarak dikkat çekmek için 2010 yılında
“Regional Powers and Their Strategies: Empire, Hegemony, and Leadership”
makalesini kaleme almıştır. Çalışmasında Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle
ortaya çıkan bu bölgesel güçlerin, bölgesel düzeyde meydana gelen
etkileşimleri güçlü bir şekilde etkilediği, böylece bölgesel düzenin veya
başka bir deyişle, iş birliği veya çatışma derecesi ile kurumsallaşma düzeyinin
şekillenmesine önemli bir şekilde katkıda bulunduğunu varsaymıştır.
Avrupa Dünya-Ekonomisinin Kökenleri, 7. Baskı, (çev. Latif Boyacı), Yarın Yayınları,
İstanbul, 2015, s. 82-83.
3
George Modelski, The Long Cycle of Global Politics and the Nation-State,
Comparative Studies in Society and History, 1978, s. 221.
4
Barry Buzan ve Ole Waever, Regions and Powers: The Structire of International Security,
Cambridge University, New York, 2003 s.30.
5
D. Flemes ve D. Nolte, “Introduction”, Daniel Flemes, (ed.), Regional Leadership in
the Global System: Ideas, Interests and Strategies of Regional Powers, Ashgate, Farnham,
2010, s. 6.
10
The Journal of Security Strategies
OTS Special Issue
Bölgesel Liderlik Bağlamında Türk Dış Politikasının Jeopolitik Gerçeği:
Türk Dünyası
Bölgesel güçlere artan bilimsel-akademik ilgiye atıfta bulunan söz konusu
makale, bu devletlerin komşu ülkelerle ilişkilerinde izleyebilecekleri
ideal-tipik stratejilerin belirlenmesini amaçlamıştır. Destradi bölgesel güç
olabilmek için koşulları şu şekilde sıralamıştır:6
Bu devletler söz konusu bölgeye ait olmalılar,
Güç kabiliyetleri açısından bir üstünlük sergilemeliler,
Bölge üzerinde bir tür etkiye sahip olmalılar.
Bu bağlamda Destradi, bölgesel güçlerin izleyecekleri stratejileri
liderlik, hegemonya ve emperyal şeklinde sıralamıştır. Askerî gücün
kullanılmasına dayanan tek taraflı strateji emperyal; yelpazenin diğer
ucunda ise ortak hedeflere ulaşmayı hedefleyen bir kooperatif stratejiyse
liderlik olarak aktarılmıştır. Bu iki uç arasında bulunan stratejiyse
hegemonya’dır. Destradi’ye göre küresel bir güç olan ABD, emperyal
stratejiye sıklıkla başvurmaktadır. Küresel güç gibi emperyal bir strateji
benimseyen bölgesel güçler de eğer kendine tabi devletler iradelerine
uymazlarsa askerî müdahale tehdidine başvurabilir. Aksi takdirde hâkim
konumlarını kaybetme riskiyle karşı karşıya kalacaklardır.7
Emperyalin tanımlaması nispeten kolayken hegemonya kavramı
Uluslararası İlişkiler literatüründe üzerinde ortak anlaşılmış bir tanımdan
yoksundur. Hegemonya kavramı, “bir devletin diğerleri üzerinde belirgin bir
siyasî ve askerî üstünlük kurması”8 anlamı taşımaktadır. Hegemonya,
uluslararası politik ekonomi kavramı olarak 1970’lerde literatüre girmiştir.
Birçok sosyal bilimci tarafından farklı tanımlar yapılarak hegemonya
oluşturan nedenler ve hegemonyanın sonuçları incelenmiştir. William
Robertson hegemonyayı “uluslararası hâkimiyet olarak”, “devlet hegemonyası
olarak”, “konsensüs sonucu oluşan” ve “belli bir dünya düzenindeki tarihsel
bloklarda uygulanan liderlik olarak” olmak üzere dört kısımda incelemiştir.9
Sandra Destradi, “Regional Powers and Their Strategies: Empire, Hegemony, and
Leadership”, Rewiev of International Studies, sayı 36, 2010, 903-930, s. 905.
7
Age, s. 911.
8
Ahmet Emin Dağ, Uluslararası İlişkiler ve Diplomasi Sözlüğü, Vadi Yayınları, İstanbul,
2016, s.198.
9
William Robertson, “Gramsci and Globalisation: From Nation-State to
Transnational Hegemony”, Critical Review of İnternational Social and Political
Philosophy, 8:4, 2005, s. 559-560.
6
Güvenlik Stratejileri Dergisi
TDT Özel Sayısı
11
Güngör ŞAHİN - Medihanur ARGALI
Bölgesel hegemonya ise “bağımlı bölgesel hegemonya” ve “özerk
bölgesel hegemonya” olarak ikiye ayrılabilir. Bağımlı bölgesel hegemonya,
kendi gücünü küresel hegemonya ve uluslararası örgütlerle kurduğu iyi
ilişkilerden almaktadır. Özerk bölgesel hegemonya, söz konusu aktörlerle
genellikle çatışma halinde olup kimliksel ya da tarihsel birikimlerinden
güç almaktadır. Türkiye bağımlı, İran ise özerk bölgesel hegemonyaya örnek
teşkil edebilir.10 Gramsci’ye atıfta bulunan Destradi’ye göre hegemonya,
hegemon gücün astlarını, fikir birliğiyle hareket ettiklerine yönelik ikna
etme yeteneğidir. Gramsci’ye göre hegemonya, güç kullanımından uzak
dursa da bir egemenlik biçimidir. Gücü temsil etmek için Gramsci,
Machiavelli’nin “centaur metaforu”ndan esinlenmektedir: yarı insan yarı
hayvan olan centaur gibi, güç her zaman iki katmanlıdır. İktidarın rızaya
dayalı yönü ön planda olduğu ölçüde, hegemonya hâkimdir. Ancak burada
da gizli bir zorlama da mevcuttur.11
Hegemonya tartışmalarının önde gelen isimlerinden Charles
Kindleberger yalnızca maddi yetenekler açısından açıkça üstün olan bir
devletin dünya ekonomisini istikrara kavuşturabileceğini savunmaktadır.
Başlangıçta kendi çıkarını gözeten bir zorunlulukla hareket ederek kendi
gelişimi için istikrarlı bir ortam yaratan hegemon, aynı zamanda sistemi
istikrara kavuşturmak için de yatırım yapmaktadır. Diğer devletler, bu
hegemon tarafından yaratılan istikrardan maliyetleri paylaşmadan
yararlanacaktır. Bu tür bir hegemon “benevolent (yardımsever)” olarak
tanımlanır.12 Bugün hegemon kavramının bize çağrıştırdığı olumsuz anlam
ise Gilpin’e dayanmaktadır. Gilpin’in uluslararası aktörler tarafından
varsayılan marjinal fayda maksimizasyonu üzerine kurduğu neo-realist
yaklaşımı, hegemonyayı yardımsever duruşundan çıkartarak onu ulusal
çıkarların peşinde koşan aktör haline getirmektedir. Hegemonik devlet,
bu durumda istikrar ve barış sağlamayı ikincil görev olarak edinmekte ve
bunun karşılığında bundan fayda sağlayan devletlerden karşı fayda
sağlamaktadır. Söz konusu devletler etkili bir muhalefet uygulayamayacak
Murat Jane, Rusya Federasyonu’nun Trans-Kafkasya Politikasının Analizi: Süreklilik mi
Dönüşüm mü?, Dora Yayınları, Bursa, 2020, s. 8-9.
11
Ayrıca Bkz: Antonio Gramsci, Hapishane Defterleri, (çev: Kenan Somer), Onur
Yayınları, İstanbul, 1986.
12
Destradi, Age, s. 914-915.
10
12
The Journal of Security Strategies
OTS Special Issue
Bölgesel Liderlik Bağlamında Türk Dış Politikasının Jeopolitik Gerçeği:
Türk Dünyası
kadar zayıf oldukları için bu duruma uymak zorunda kalacaklardır. Bu tür
bir hegemon tipine “coercive (zorlayıcı)” denmektedir.13
Yukarıdaki tanımlardan farklı olarak Destradi, üç farklı hegemonya
stratejisi tanımlamıştır. Hegemonik stratejinin ilk biçimi olan “sert”
hegemonyadır. Bu tür bir hegemonik strateji, hegemon tarafından ortak
hedeflere belirtilen retorik bağlılık ile tek taraflı hareket etme ve tabi
devletler üzerinde bir tür hâkimiyet kurma niyeti arasındaki çelişkiye
dayanmaktadır. Bu bağlamda ikincil devletler, yaptırımlar, tehditler, siyasi
baskılar ve daha az ölçüde teşvikler yoluyla uygulamalarını değiştirmeye
zorlanmaktadırlar. Bir başka hegemonik stratejiyse “ara hegemonya”dır.
Burada hegemon, kendisini kabul etmelerini sağlamak için ikincil devletlere
maddi fayda ve ödüllerin sağlanmasına odaklanmaktadır. Dahası, normlar ve
değerler hegemon ve tabi devletler arasında belirli bir dereceye kadar
paylaşılmaktadır. Son strateji olan “yumuşak hegemonya” ise liderliğe büyük
ölçüde benzeyen bir stratejiyi ifade etmektedir. Bununla birlikte,
liderliğin aksine hegemonun amaçları ve çıkarları hâlâ ön plandadır.14
Destradi, bu çalışmada hegemonya ile liderlik arasında, egemen
devletin izlediği yöntemlerde temel bir fark olduğunu iddia etmektedir.
Hegemon, kendi çıkarlarını gözeterek hedeflerini tabi devletlerinkilerle
ortak bir şekilde sunarak gerçekleştirmeyi amaçlamakta; lider, ortak
hedefler yaratıp bunların gerçekleşmesini sağlamak için bir grup devleti
yönlendirmektedir. Bölgesel bir lider, tıpkı bölgesel hegemon gibi
takipçilerinin değer ve çıkarlarını değiştirebilmektedir ancak bunun
karşılığında bu değişimden kendisi de etkilenmektedir. Bu nedenle lider
ve takipçiler ortak bir amacı paylaşmaktalardır. Ayrıca liderlikte,
hegemonyadan farklı olarak zorlama yerine karşılıklı fayda mevcuttur.
Liderin başlıca özellikleri şu şekilde sıralanabilir: 15
Liderlik bir süreçtir,
Liderlik etki içermektedir,
13
Robert Gilpin, War and Change in World Politics, Cambridge University Press,
Cambridge, 1981, s. 203-211.
14
Ayrıca Bkz: Destradi, Age, s. 918-921.
15
Peter Guy Northouse, Leadership: Theory and Practice, (7. Ed.), Thousand Oaks,
SAGE Publications, 2018, s. 3-4
Güvenlik Stratejileri Dergisi
TDT Özel Sayısı
13
Güngör ŞAHİN - Medihanur ARGALI
Liderlik bir grup bağlamında gerçekleşmektedir,
Liderlik hedefe ulaşmaya amaçlamaktadır.
Destradi, iki şekilde uluslararası/bölgesel liderliğin gerçekleşebileceğinin
altını çizmektedir. Bunlardan ilki lider tarafından başlatılan liderlik,
diğeri ise takipçileri tarafından başlatılan liderliktir. Fakat Destradi,
takipçileri tarafından başlatılacak bir liderlik ilişkisinin bölgesel güç
tarafından benimsenecek bir strateji olamayacağını vurgulamaktadır.16
2. Türk Dış Politikasının Ana İlkeleri ve Dönüşümü (1923-2002)
Türkiye Cumhuriyeti, jeopolitik konumu ve doğru politikalar
uygulaması halinde hegemonik güç olarak uluslararası sistem içerisinde
rol oynaması mümkün olacaktır. Diğer yandan Türk dış politikasının
temelleri, kurucu lider Mustafa Kemal Atatürk tarafından özetle “Batıcılık
(Çağdaşlık)”, “Anti-revizyonist” ve “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” olarak
belirlenmiştir.17 Yani genç Türkiye’nin amacı bir imparatorluk yaratmak
ya da topraklarını genişletmek değil, Misak-ı Millî sınırları içerisinde güçlü,
istikrarlı ve barışçıl bir ulus inşa etmektir. Bu ülkü, konjonktürel ve geçici
değil Cumhuriyet’in temel yapı taşıdır.18
Soğuk Savaş’ın ilk dönemlerinde SSCB’den tehdit algılayan
Türkiye’nin NATO’ya dâhil olması bu bağlamda düşünülebilir. Türkiye’nin
NATO’ya katılması hem miras aldığı realpolitik ittifaklar sistemini devam
ettirdiğinin hem de yüzünü Batıya dönmeye devam ettiğinin ispatıdır.
Buna ek olarak 1959’da AB’ye girme başvurusu, ekonomik sebeplerin yanı
sıra kendisini Batılı bir devlet olarak görme eğiliminden de kaynaklanmıştır.
Ayrıca temel ilkelerden biri olan “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” bağlamında
Türkiye, 2000’li yıllara kadar başta Orta Doğu devletleri olmak üzere
komşularının iç meselelerinden uzak kalmayı tercih etmiştir.19 Bu dönemde
Orta Doğu meselelerine uzak kalması yine Türkiye’nin Batılılaşma kimliğiyle
16
Destradi, Age, s. 924-925.
Mustafa Aydın, “Determinants of Turkish Foreign Policy: Historical Framework
and Traditional Inputs”, Middle Eastern Studies, 35:4, 1999, 152-186, s.156
18
Age, s.159.
19
Tarık Oğuzlu, “Türk Dış Politikasında Çıkarlar ve Değerler Tartışmasını Realizm ve
Liberalizm Üzerinden Okumak”, Tarık Oğuzlu ve Yelda Ongun, (ed.), Türk Dış
Politikasında Güncel Sorunlar ve Teorik Uygulamalar, Nobel Yayıncılık, Ankara, 2021, s. 11.
17
14
The Journal of Security Strategies
OTS Special Issue
Bölgesel Liderlik Bağlamında Türk Dış Politikasının Jeopolitik Gerçeği:
Türk Dünyası
açıklanabilir. Örneğin 1970’li yıllarda İslam İşbirliği Örgütü’ne girip
girmeme tartışmaları da kimlik odaklı gerçekleşmiştir.20
Türkiye’nin hem ulusal çıkarları kapsamında hem de kendini Batılı
bir devlet olarak algılaması sonucunda Batı ile entegre dış politika
yürütme örneklerinden biri de Arap - İsrail Savaşları’dır. Başlangıçta Filistin
toprak bütünlüğünü savunan Türkiye, 1948 yılında kurulan İsrail’i bir
yıldan kısa sürede tanımış, Müslümanlar arasında 1952 yılında ilk
karşılıklı elçi gönderen ve kabul eden devlet olmuştur. 1948 yılındaki ilk
Arap - İsrail Savaşı’nda da Türkiye tarafsızlığını korumuştur. Müslüman
Arap devletlerin, Hatay’ın Suriye’ye verilmesi konusunda Şam’a verdikleri
destek göz önünde bulundurulduğunda Ankara’nın tutumu reel-politik
çerçevesinde değerlendirilmelidir.21 Hatay meselesine ek olarak Arap
devletlerin SSCB’ye yakın duruşuna karşın İsrail ve Türkiye’nin Batı Bloku
üyeleri olduğu da göz ardı edilmemelidir. Türkiye bu tutumunu, sadece 1’inci
Arap - İsrail Savaşı’nda değil 2’nci Arap - İsrail Savaşı’nda (1956) da benzer
sebeplerden dolayı sürdürmüştür.
1960’larda Kıbrıs meselesinden dolayı Batı’ya güvensizlik duymaya
başlayan Türkiye, dış politikasında değişikliğe gitmiştir. Kıbrıs meselesine
ilave olarak Arap ülkelerinde gelişen ekonomik fırsatlar da Türkiye için
çekici bir faktör oluşturmuştur. Böylelikle Türkiye Arap - İsrail sorununda
Batı’dan farklı bir yol izlemeye başlamıştır. Türkiye’nin 1967’de başlayan
3’üncü Arap İsrail Savaşı’ndaki tutumu bu değişimin en net
örneklerindendir. Türkiye bu savaşla beraber Arap ülkeleriyle ticaretini
geliştirmiş ve Kıbrıs meselesinde tezlerine destek aramıştır.22 1973 yılında
çıkan 4’üncü Arap - İsrail Savaşı’nda Türkiye’nin Arap yanlısı tutumu daha
belirgin bir hal almıştır. Nitekim 1973 petrol fiyatlarından doğan ekonomik
kriz, Türkiye’nin ekonomik faktörlerle Orta Doğulu komşularıyla daha
yakın ilişkiler kurmasını sağlamıştır.23 1980’lere gelindiğinde Türkiye’nin
gündemi daha çok ASALA ve PKK terör örgütlerinden kaynaklı güvenlik
20
Age, s. 12.
Kemal Karpat, “Turkish and Arab-Israeli Relations, Turkey’s Foreign Policy in
Transition, 1950-1974”, Leiden, E. J. Brill, 1975, s. 116.
22
Age, s. 128-129.
23
William Hale, 1774’ten Günümüze Türk Dış Politikası, (çev. Nasuh Uslu), Serbest
Akademi, Ankara, 2021, s. 155.
21
Güvenlik Stratejileri Dergisi
TDT Özel Sayısı
15
Güngör ŞAHİN - Medihanur ARGALI
tehditleri, 1980 Askerî Darbesi gündemi ve sonrasında yeniden
demokratikleşme hareketleri gibi iç politik meseleler olmuştur.
Soğuk Savaş’ın bitmesiyle beraber yaşanan konjonktürel değişimler,
Türkiye’yi büyük ölçüde yalnızlığa itmiştir. Soğuk Savaş’ın bitmesi ve
SSCB’nin yıkılmasıyla Türkiye’nin jeopolitik önemi başta müttefikleri
tarafından sorgulanmaya başlamıştır. Zira Türkiye’nin Batılı müttefikleri
için en önemli özelliği SSCB’ye olan coğrafi yakınlığıydı. Üstelik bu
dönem Türkiye’nin iç güvenliğini sağlama ve toprak bütünlüğünü
korumaya yöneldiği dönemdir. Her şeye rağmen Türk dış politikasında
1990’lar “Batıcılık” kimliğinin ön planda olduğu dönemlerdir. Türkiye,
hem Soğuk Savaş’taki stratejik konumunu koruyabilmek hem de Batı ile
iyi ilişkilerini sürdürebilmek için Orta Doğu, Orta Asya ve Balkanlar’da
Batı ile birlikte hareket etmiş, söz konusu bölgelerde Batı ile uyumlu “rol
model olma” politikası izlemiştir. Bunun en önemli göstergelerinden biri
de 1’inci Körfez Savaşı sırasında ABD’ye verilen destektir.24 1’inci Körfez
Savaşı öncesinde ABD şu üç konuda Türkiye’den yardım istemiştir.25
İncirlik hava üssünü kullanmak,
Türkiye - Irak sınırına askerî yığınak yapılması,
Suudi Arabistan’da toplanan uluslararası güce katılım sağlanması.
Dönemin devlet başkanı Turgut Özal, ilk iki isteği yerine getirmiştir.
17 Ocak 1991’de İncirlik üssünün kullanılması için karar çıkartılmış ve
aynı gün Çöl Fırtınası Harekâtı başlamıştır. Aynı zamanda Türkiye, Irak
sınırına 180.000 asker göndermiştir. Fakat Suudi Arabistan’a asker gönderme
isteği, Anayasa’ya aykırı olduğundan kabul edilmemiştir.26 Bu durum her
ne kadar Batıcılık politikasıyla uyum sağlasa da Türk dış politikasının ana
hatlarından biri olan “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ilkesi ve bunun gereği
Orta Doğu meselelerine karışmama politikasından kopuşun başlangıcıdır.
24
Bayram Sinkaya, “Geçmişten Günümüze Türkiye’nin Orta Doğu Politikası ve Batı
Etkisi”, Adam Akademi, 1, 2011, s. 87-88.
25
Sina Akşın, Kısa Türkiye Tarihi, (25. Basım), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,
İstanbul, 2018, s. 290.
26
Age.
16
The Journal of Security Strategies
OTS Special Issue
Bölgesel Liderlik Bağlamında Türk Dış Politikasının Jeopolitik Gerçeği:
Türk Dünyası
Görüldüğü üzere sistemde yaşanan değişimler Türkiye’nin jeopolitik
konumunun Batılı devletlerce yeniden önem kazanmasına neden olmuştur.
Söz konusu değişimler bu sefer Orta Doğu’da meydana gelmiştir. SSCB
dağıldıktan sonra NATO kendisine yeni bir meşruiyet alanı ararken Saddam
Hüseyin’in Kuveyt’i işgali, NATO’ya istediği fırsatı sunmuştur. Ancak
Türkiye burada verdiği desteğin karşılığını alamamış bilakis yeni bir
güvenlik problemi doğmuştur. Irak’a yapılan müdahale ile Kuzey Iraklı
Kürtler üzerindeki siyasî baskı kalkmış ve bölgede PKK faaliyetlerinde
yükseliş gözlemlenmiştir. Bunun üzerine 1923’ten beri Orta Doğu
meselelerine uzak kalan Türkiye, bölgeye güvenlik perspektifinden bakmaya
başlamıştır. Türkiye 1990’larda Irak başta olmak üzere Orta Doğu ülkelerinin
toprak bütünlüğü savunmakta diğer yandan PKK ile askerî mücadele
sürdürmektedir. Türk dış politikasındaki Orta Doğu’da Batı ile beraber
ilerleme stratejisi de etkili olamamıştır. Batı’nın özellikle Irak müdahaleleri,
Türkiye’nin tüm hassasiyetine karşın PKK lehine olmuştur.27
Müttefiklerinin dini nitelikli terörizm ile mücadele ettiği bu dönemde
Türkiye, en önemli iç güvenlik sorunu olan PKK ile mücadelesinde
yalnızlaştırılmıştır. 1990 - 2002 yılları arasında Türkiye, PKK sorununa ek olarak
siyasî ve ekonomik sorunlar başta olmak üzere birçok konuyla ilgilenmek
zorunda kalmıştır. Bu sebeple dış politikasını kendi çıkar ve tercihleriyle
yönlendirmekten çok reaktif bir tutum sergilemek durumunda kalmıştır.28
3. Türk Dış Politikasında Orta Doğu: Bölgesel Hegemonya
Stratejisi (2002 - 2016)
Söz konusu dönemde Orta Doğu’nun Türk dış politikasındaki rolü
oldukça önemlidir. Bu dönemde 2’nci Körfez Savaşı olarak da adlandırılan
2003 yılındaki Irak müdahalesi ve sonrasında 2011 yılında hız kazanan
Arap Baharı ile birlikte dünya üzerindeki silahlı çatışmaların büyük bir
çoğunluğu Orta Doğu’da gerçekleşmiş, bölgede hâkim bir küresel ya da
bölgesel güç bulunmayışı da istikrarsızlığı körüklemiştir. Bu bağlamda
şekillendiği değerlendirilen Türkiye’nin Orta Doğu politikaları Irak, Suriye
ve Mısır özelinde incelenerek kuramsal çerçeve kapsamında dönemsel
27
28
Sinkaya Age, s. 89.
Oğuzlu, Age, s. 13.
Güvenlik Stratejileri Dergisi
TDT Özel Sayısı
17
Güngör ŞAHİN - Medihanur ARGALI
olarak “bölgesel hegemonya” ve “bölgesel liderlik” arasındaki uygulama
başarısı değerlendirilecektir.
3.1. Irak
Türkiye ve ABD arasındaki ilişkiler yukarıda da aktarıldığı üzere
1990’ların başlarında iyileşmişse de akabinde yaşanan gelişmelerle
dalgalanmaya başlamıştır. 2000’lere gelindiğinde iki devlet arasındaki en
önemli sorun Kuzey Irak’taki Kürt varlığının statüsüdür. Konu iki açıdan
Türkiye için hayati önem taşımaktadır. İlk olarak PKK, Kuzey Irak’ta üs
kurmuş, ikincisi de bağımsız bir Kürdistan kurulabileceğini düşünmeye
başlanmıştır. 2002 yılında AK Parti hükûmeti kurulduğunda ABD’de
iktidarda bulunan neo-muhafazakârlar, Irak’a müdahale planları
yapmaktaydı. Yeni Türk hükûmeti, bir yandan stratejik ortağı ile ters
düşmek istemese de diğer yandan Irak’ın toprak bütünlüğünün bozulması
ve Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt devleti kurulmasından endişe etmiştir.
1 Mart 2003 tarihindeki Tezkere krizi ve 4 Temmuz 2003 tarihindeki
Çuval olayından sonra Türkiye ile ABD ilişkileri daha da bozulmuş ayrıca
kurulacak Irak düzeninden Türkiye tümüyle dışlanmıştır. 29 Bu dışlanma
sonrasında Türkiye Orta Doğu’da kurulacak düzende söz sahibi olmak
için bölgede daha aktif rol oynamaya başlamıştır.
ABD’nin Irak müdahalesini takiben başlayan süreçte Türkiye’nin
güvenlik algısına, istikrarsızlaşan güney sınırı da eklenmiştir. Saddam’ın
devrilmesi ve artan Kürt milliyetçiliği, Türkiye ve müttefikleri arasındaki
ilişkileri olumsuz yönde etkilemeye devam etmiştir. Yine de Türkiye, söz
konusu dönemde Batılı kimliğinden ödün vermeyerek, İslam’ı Batılı
değerlerle sentezlenebileceği vurgusuyla Orta Doğu’ya model ihraç etmeyi
hedeflemiştir. Türkiye’nin bu tutumu, Batı tarafından da desteklenmiştir.
Her bir devletin kendi iç dinamikleri, değerleri, sosyo-kültürel ve iktisadi
yapısı, devlet geleneği ve geçmişi birbirinden farklı olduğundan hareketle
Orta Doğu’da model olma arzusu, çalışmanın kuramsal çerçevesi kapsamında
bölgesel hegemonya kurmakla açıklanabilir. Dönemin Türk dış politikasında
Batı-İslam sentezi ile Orta Doğu’ya model olunması ve Türkiye’nin
29
Hale, Age, s. 203.
18
The Journal of Security Strategies
OTS Special Issue
Bölgesel Liderlik Bağlamında Türk Dış Politikasının Jeopolitik Gerçeği:
Türk Dünyası
Büyük Orta Doğu Projesi’ne dâhil olup olmama tartışmaları da bu
kapsamda değerlendirilebilir.30
Türkiye’nin özelde Irak genelde Orta Doğu politikalarında bir kırılma
noktası da 2007 yılında yaşanmıştır. Bu tarihte Türk Silahlı Kuvvetleri
(TSK) Irak sınırında konuşlanmış, aynı yıl PKK’nın saldırılarının artması
ve Türk askerlerinin şehit olması neticesinde 5 Kasım 2007 tarihinde
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Bush ile görüşmek üzere Washington’a
gitmiştir. Bu görüşme sonrasında ABD, Türk tarafının bazı isteklerini kabul
etmek durumunda olduğunu anlamıştır Çünkü Türkiye, konuyla ilgili tek
başına hareket edebilecek niyet ve kapasitede olduğunu göstermiştir.31
5 Kasım 2007 görüşmesi Türkiye’nin bölgede “bölgesel hegemon”
olabileceğinin ilk göstergesi olarak görülebilir. Görüşme sonrası TSK, kara
ve hava güçleriyle PKK’nın Irak’taki varlığına operasyonlar düzenleyerek
mevcut askerî durumu tersine çevirmiştir. Bu durum ABD - Türkiye
arasında yeni bir döneme ve yeniden ortak bir Orta Doğu politikasının
doğabileceğine de işarettir.32 Genel olarak AK Parti’nin ilk döneminde
(2002-2007) Türkiye, Orta Doğu politikalarında Batı ile uyumlu hareket
etmiş, bölgeye Batı-İslam sentezi ile rol model olmak istemiştir
Kasım 2008 tarihinde ABD’de Başkan seçilen H. Barack Obama da,
Türkiye’yi Irak müdahalesi sonrası Müslümanlarla ABD arasındaki
ilişkilerin yeniden tesisi için önemli görmektedir. Ahmet Davutoğlu’nun
2009 yılında Dışişleri bakanı olmasıyla beraber, Türkiye’nin Orta Doğu
politikası daha da önem kazanmış ve görünür olmuştur. Bu dönemde gerek iç
siyasette gerek uluslararası arenada Türkiye’nin Orta Doğu’ya bu denli
yönelmesi ve aktif rol oynama çabası İslamcı ve neo-Osmanlı eğilimli
olmakla eleştirilmiş, Türkiye’de ise “vizyoner” olarak nitelendirilmiştir.33
2010 yılında dönemin Dışişleri Bakanı’nın sözleri dış politika kapsamını
gösterir niteliktedir:
“Biz [Türk ve Arap dünyasının, Kars’tan Fas ve Moritanya’ya
kadar, Sinop’tan Sudan’ın en güneyine Ekvator’a kadar, İstanbul
Oğuzlu, Age, s. 15.
Hale, Age, s. 207.
32
Age, s. 208.
33
Sinkaya Age, s. 92.
30
31
Güvenlik Stratejileri Dergisi
TDT Özel Sayısı
19
Güngör ŞAHİN - Medihanur ARGALI
Boğazı’ndan Aden Körfezi’ne kadar olan] bu kuşağın tam bir
güvenlik kuşağı, ekonomik entegrasyon kuşağı ve dünyanın örnek
olarak göstereceği bir büyük refah alanı haline dönüştürmek
istiyoruz… Bahsettiğimiz coğrafyada en geniş anlamda tam bir
liberalleşme olmasını öngörüyoruz. Kars’tan kalkan bir taşıtın
taşıdığı malla birlikte ta Fas’a, Moritanya’ya kadar engelsiz
seyahat etmesini istiyoruz.” 34
Türkiye’nin söz konusu Orta Doğu politikası ne kadar revizyonist
olmakla suçlansa da, yetkililer bunu reddederek Türk dış politikasının
realpolitik çerçevesinde ilerlediğini beyan etmiştir. Yine bu dönemde
Kafkasya, Balkanlar ve Orta Doğu’daki sınırların suniliğinden kaynaklı
sorunlara vurgu yapılmıştır.35 Bu bağlamda çalışmamızın kuramsal
çerçevesinde belirttiğimiz üzere Türk dış politikasındaki vizyonerlik,
“bölgesel hegemon stratejisi” ile uyum içerisindedir. Zira Türkiye, kendi
çıkarlarını gözeterek hedeflerini, diğer devletlere bu hedefleri benimsetmek
istemiştir. Türkiye’nin Irak dış politikasında 2008-2016 tarihleri arasında
büyük ölçüde Irak’ta Kürt Bölgesel Yönetimi’nin dönem başkanı Mesut
Barzani’yi desteklemiştir. Bu kapsamda Irak’la ilişkileri arka planda
tutarak Barzani ile petrol anlaşması yapmıştır. Türkiye, başından beri
devam eden Irak’ın toprak bütünlüğünün sağlanması politikası için bu
adımları atmıştır.36 Barzani’yi kendine yakın tutarak, üzerinde hegemonya
kurmak istemiş ve nihayetinde 25 Eylül 2017’de Kuzey Irak’ta yapılan
bağımsızlık referandumunun gerçekleşmesini engellemek istemiştir.
3.2. Suriye
2010 yılında Türkiye, Suriye, Lübnan ve Ürdün Dışişleri Bakanları
İstanbul’da bir araya gelerek arasında “Yüksek Düzeyli Dörtlü İşbirliği
Konseyi Tesis Edilmesi Hakkında Ortak Siyasî Bildirge” yayımlamışlardır.
Bildirgenin en önemli amaçlarından biri bölgede ekonomik entegrasyonun
sağlanması, Türkiye’nin asıl hedefiyse kendi liderliğinde bölgede
Hürriyet, https://www.hurriyet.com.tr/gundem/davutoglu-turk-arap-isbirligi-forumundakonustu-14985312, erişim 6.12.2021.
35
Sinkaya, Age, s. 93.
36
Barış Doster, “Türkiye ve Orta Doğu: Bölgesel Liderliğin Sınırlarını Tartışmak”,
Tarık Oğuzlu ve Ceyhun Çiçekçi, (ed.), Bölgesel ve Küresel Güçlerin Orta Doğu
Politikaları Arap Baharı ve Sonrası, Nobel Yayıncılık, Ankara, 2021, s. 137-138.
34
20
The Journal of Security Strategies
OTS Special Issue
Bölgesel Liderlik Bağlamında Türk Dış Politikasının Jeopolitik Gerçeği:
Türk Dünyası
liberalleşme başlatmaktı. Aynı yıl Türkiye, BM Güvenlik Konseyi’nde
İran’a yeni yaptırımlar kararına karşı çıkmıştır. Söz konusu tüm gelişmeler,
Türkiye’nin “bölgesel hegemonya” kurma stratejisinin adımları olarak
değerlendirilebilir. Zira daha Arap Baharının ilk aylarında dönemin
Dışişleri Bakanı’nın “Türkiye bu değişim dalgasının sürükleyici lider ülkesi
olmak durumunda. Böyle bir hedefle hareket ediyor. Yoksa bütün bu etrafta,
değişim dalgasını olumsuz sonuçlarından en fazla etkilenecek ülkelerinden
biridir. Eğer aktif bir öncülükle değişim liderliği yürütemezsek biz bu coğrafyada
bu gelişmelerden en olumsuz etkilenen ülke oluruz”37 sözleri de söz konusu
stratejinin benimseneceğine örnektir.
Türkiye 2002-2011 yılları arasında Suriye ile iyi ilişkiler geliştirmeye
çalışmışsa da Arap Baharı sonrasında temel Suriye politikası, “Sünni” bir
eksende bölgeyi Baas partisinin etkisinden kurtarmaktı. Bu bağlamda Türk
dış politikası, Orta Doğu’yu mevcut küresel düzenle uyumlu bir biçimde
düzenlemek üzerine kurulu olabilir.38 Dönemin Başbakanı Erdoğan’ın Esad’a
“kardeş” olarak yaklaşmasının Esad’ı ülke içerisinde bazı reformlar yapmaya
ikna etmeye yönelik olduğuna dair literatürde söylemler mevcuttur. Erdoğan,
bu bağlamda Esad’dan birtakım taleplerde bulunmuş ancak Esad’ın bu
talepleri kabul etmemesiyle beraber Türk hükûmeti, muhalifleri desteklemeye
başlamıştır. Erdoğan’ın Esad’dan talepleri şu şekilde sıralanabilir:39
İsrail ile ilişkileri geliştirmek bağlamında Golan Tepeleri’nden
vazgeçilmesi,
Lübnan’da Hizbullah’a verilen desteğin çekilmesi,
Filistin meselesinde iki devletli çözümü kabul ederek Hamas’a
verilen desteğin çekilmesi,
Orta Doğu Serbest Bölgesi’ne dâhil olması ve bu kapsamda
liberal politikaları benimsemesi,
İhvan’ın iktidara dâhil edilmesi.
37
Yeni Şafak, https://www.yenisafak.com/gundem/davutoglundan-liderler-zirvesindedegisim-dersi-308258, erişim 11.12.2021.
38
Göksel İşyar, Suriye Krizi ve Türk Dış Politikası, Hipotez Yayıncılık, Bursa, 2017, s. 2-7.
39
Carol Migdalovitz, “Israeli-Arab Negotiations: Background, Conflict, and U.S.
Policy”, CRS Report for Congress, Washington D.C., 2010, s. 40.
Güvenlik Stratejileri Dergisi
TDT Özel Sayısı
21
Güngör ŞAHİN - Medihanur ARGALI
Türkiye’nin talepleri Esad tarafından yerine getirilmemiş, Türkiye için
2011’den itibaren hem iç hem de dışta en önemli güvenlik meselesi Suriye
krizinden kaynaklanmış, Irak sınırına ilave olarak 911 km olan Suriye sınırı
da terör örgütlerinin barındığı yer haline gelmiştir. Türkiye ilk olarak
sorunun uluslararası kamuoyuna gösterip NATO’yu devreye sokmaya çalışsa
da ABD, Suriye krizine hep mesafeli davranmıştır. 3 Ekim 2012’de Akçakale
saldırısına Türkiye’nin de yanıt vermesiyle ilk askerî tepki gösterilmiştir.
2014 - 2017 yılları arasında Türkiye’nin güvenlik algısına bir de DAEŞ
tarafından yapılan saldırılar eklenmiştir. Özellikle 2015 yılı Türkiye’de DAEŞ
teröründen birçok sivil ölmüştür. DAEŞ’e ilave olarak bu dönemde Suriye
krizi ile bağlantısı olarak PKK - YPG saldırıları da artmış, yurt içinde siviller
sınırlardaysa Türk askerleri sık sık hedef alınmıştır. PYD, elde ettiği toprakları
birleştirmek için Halep’in kuzeyini 2016’da ele geçirmiştir. Türkiye ise sınırı
boyunca PKK uzantısı ola PYD’nin devlet kurma girişimine karşın 24
Ağustos 2016’da Fırat Kalkanı Operasyonu’nu başlatmıştır. 2016 yılından
itibaren Türkiye’nin Suriye sahasında askerî varlığı devam etmektedir. Tüm
bunlara ilave olarak çok ciddi bir mülteci krizi yaşanmaktadır. Göç İdaresi
Başkanlığı’nın yayımladığı rakamlara göre 2021 yılında Türkiye’de resmî
olarak 3.736.760 Suriyeli, geçici koruma altında bulunmaktadır.40 Sayısı tam
olarak bilinemeyen ve düzensiz göçmen kategorisinde bulunan Suriyelileri de
eklediğimizde bu rakam daha çok yükselmektedir.
3.3. Mısır
Arap Baharı, Türkiye’ye Orta Doğu’yu kendi liderliğinde
şekillendirme fırsatı yaratmıştır. Özellikle de Mısır’da Hüsnü Mübarek’in
devrilmesini destekleyen ve Mısır meselesine angaje olan Türkiye için
uluslararası arenada yeni Osmanlı kurma peşinde olduğuna dair suçlamalar
çoğalmıştır. Dönemin Türk Dışişleri Bakanı 2013 yılındaki “100 yıl önce
Yemen ile Üsküp, ya da Erzurum ile Bingazi aynı ülkenin parçasıydı. Bunu
dediğimizde bize ‘Yeni Osmanlıcı’ diyorlar. Bütün Avrupa’yı birleştirenler ‘yeni
Romacı olmuyor da, Orta Doğu’yu birleştirenler ‘Yeni Osmanlıcı’ oluyor”41
T.C. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Başkanlığı, https://www.goc.gov.tr/gecicikoruma5638, erişim 11.12.2021.
41
Vatan, https://www.gazetevatan.com/siyaset/onlar-neden-yeni-romaci-olmuyor-519199,
erişim 13.12.2021.
40
22
The Journal of Security Strategies
OTS Special Issue
Bölgesel Liderlik Bağlamında Türk Dış Politikasının Jeopolitik Gerçeği:
Türk Dünyası
sözleri, çalışmanın kuramsal çerçevesi kapsamında Türk dış politikasının
Orta Doğu’da bölgesel hegemonya stratejisinin bir göstergesi olarak
değerlendirilebilir. Avrupa’dan bakıldığında da Türkiye, Orta Doğu’da
hegemonya kurmak istemektedir. Alman yazar Jürgen Gottschlich’nin
“Erdoğan, Esad’ın devrilmesinden sonrası için Sunni bir Orta Doğu’da daha
güçlü bir lider olmanın hesabını yapıyor”42 sözleri, Avrupa’nın konuya nasıl
baktığına dair ipucu vermektedir. Bu sünni blokun en önemli ayağını da
Mısır’da Mübarek sonrası iktidara gelen Muhammed Mursi oluşturmaktaydı.
Aslında gerçekten de doğru hamleler izlendiğinde, Türkiye’nin
liderlik potansiyelinin yüksek olduğu bir dönemdir. İlk kez üst düzey
olarak görüşme 2012’de Mursi ve dönemin cumhurbaşkanı Abdullah Gül
arasında gerçekleşmiştir. Mursi, yeni dönemde Türkiye ile yakın ilişkiler
kurup her konuda Türkiye’yi örnek aldıklarını vurgulamıştır. Zira Mısır
tarafından Filistin politikası, Suriye meselesi ve İran’a karşı tutum gibi
önemli bölgesel sorunlarda Türkiye takip edilecektir. Mursi, daha
iktidarını sağlamlaştırmadan ve iç politikaya yönelmeden Türkiye ile
karşılıklı vize serbestisi ve ortak karayollarının kurulması gibi hamlelere
kalkışmıştır. Bu bir yıl içerisinde Türkiye ve Mısır arasında birçok üst
düzey diyalog ve iş birliği anlaşmaları düzenlenmiştir. Fakat Mısır
halkının ülke içinde yaşadığı sosyo-ekonomik sorunları, halkın isteklerini
görmezden gelerek Türkiye ile bir Sünni bloklaşmaya giden Mursi,
iktidarda bir yıl kalabilmiştir. 2013 yılında Yüksek Askerî Konsey lideri
Sisi, Mursi’yi görevden almış ve iktidara el koymuştur. Mursi yönetimi ile
yakın ilişkileri olan AK Parti, bunu anti-demokratik bir hareket olarak
nitelendirmiş ve darbeye uluslararası alanda en sert tepki veren ülke
olmuştur. Çok geçmeden Erdoğan, yeni hükûmeti tanımadığını
duyurmuştur. İlişkilerin gerilmesi ekonomi başta olmak üzere tüm alanlara
yansımıştır. Aynı yıl karşılıklı olarak büyükelçiler persona non grata ilan
edilerek diplomatik ilişkiler minimum seviyeye indirilmiştir.43
İşyar, Age, s. 169.
İsmail Numan Telci, “Türkiye’nin Mısır Politikası 2013”, Burhanettin Duran,
Kemal İnat ve Mustafa Caner, (ed.), Türk Dış Politikası Yıllığı, SETA, İstanbul, 2013,
187-208, s. 195.
42
43
Güvenlik Stratejileri Dergisi
TDT Özel Sayısı
23
Güngör ŞAHİN - Medihanur ARGALI
Gergin devam eden ikili ilişkilere önemli bir konu da eklenmiştir:
Doğu Akdeniz. Sisi, Doğu Akdeniz’de Türk çıkarlarına aykırı faaliyetlerde
bulunmaktadır. Mısır, Yunanistan, GKRY ve İsrail sıklıkla bölgede bir
araya gelmektedir. Özellikle son zamanlarda Mısır - GKRY ittifakı isminden
sıklıkla söz ettirmektedir. Mısır, adanın tek temsilcisi olarak GKRY ile
anlaşmalar yapmakta ve Lübnan, İsrail ile beraber münhasır ekonomik bölge
oluşturmaktadır. Bu durum da doğal olarak Türkiye ve KKTC tarafından
kabul edilmemektedir.44 Görüldüğü üzere Türkiye’nin büyük bir heyecanla
bölgeye rol model olma ve hegemonya kurma çabaları söz konusu tüm
devletlerle ilişkilerini olumsuz etkilemiştir.
Bölgesel rol model olma ve hegemonya stratejisi başarısız olan ve
bölgede büyük ölçüde yalnızlaşan kendi sorunlarına yönelen Türkiye, Orta
Doğu’ya olan 2002 - 2016 yılları arasındaki ilgisini azaltmıştır. Türkiye,
15 Temmuz 2016 Darbe girişimi ve iç politikada yükselen milliyetçi söylemle
birlikte Türk dış politikası jeopolitik gerçeği olan Türk Dünyası’na yönelmiştir.
4. Türk Dış Politikasında Türk Dünyası: Bölgesel Liderlik
Stratejisi (2016-2021)
İlk olarak belirtmek gerekir ki tarihin hiçbir döneminde Türk
Birliği kurulması söz konusu olmamıştır. Ziya Gökalp, tüm Türklerin tek
devlet çatısı altında toplandığı sisteme “ilhanlık” adını vererek tarihteki
tek ilhanlığın Metehan döneminde kurulduğunu tespit etmiştir. Bunu,
“Mete, bu feragatine mukabil Türk ırkından olan ne kadar boylar, iller,
hakanlıklar varsa birleştirerek bir ilhanlık vücuda getirdi. Mete’nin mefküresi
bütün Türkleri birleştirmekti” sözleriyle açıklamıştır.45 Ancak tarihte bundan
sonra meydana gelen olaylar, Türkleri çeşitli coğrafyalara gitmeye mecbur
bırakmıştır. Gittikleri coğrafyalarda kimi zaman farklı devletler kurmuş
kimi zaman farklı devletlerin hâkimiyetine girmişlerdir. Bu durumda
hiçbir Türk devleti, diğerleri ile birleşme gibi bir politika da izlememiştir.
Ancak siyasî olarak ne kadar ayrı birimler halinde varlıklarını sürdürseler
de Türkiye (Selçuklu ve Osmanlı) ile Türk Dünyası hiçbir zaman etkileşimi
kopartmamıştır. Türkiye Cumhuriyeti “Türklük” kimliğine dayanan bir
İsmail Numan Telci, “Türkiye’nin Mısır Politikası 2018”, Burhanettin Duran, Kemal
İnat ve Mustafa Caner, (ed.), Türk Dış Politikası Yıllığı, SETA, İstanbul, 2018, s. 115-116.
45
Ziya Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2015, s. 229.
44
24
The Journal of Security Strategies
OTS Special Issue
Bölgesel Liderlik Bağlamında Türk Dış Politikasının Jeopolitik Gerçeği:
Türk Dünyası
ulus devlet olarak sisteme dâhil olduğundaysa, Türkistan ata yurt olarak
benimsenmiş, türlü hassasiyetler geliştirilmiştir.46 Özellikle kurucu lider
Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözleri, Türkiye’nin Türk Dünyası
hassasiyetini ifade etmektedir:
“Bugün Sovyet Rusya, dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir.
Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse
kestiremez... O zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim, bu
dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, öz kardeşlerimiz vardır.
Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız.”47
Gerçekten de 1991 yılına kadar Türkiye’nin Türk Dünyası ile ilişkileri
SSCB ile ilişkiler çerçevesinde geliştirilmiş, bunun ötesine geçmemiştir.
Ancak SSCB’nin dağılmasıyla birlikte beş Türk Cumhuriyeti olan
Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Özbekistan’ın
bağımsızlığına kavuşması Türkiye tarafında büyük heyecan uyandırmıştır.
Zira dil, din ve millet birliği söz konusu bölgelerde bir açılım sağlama
potansiyeli doğmuştur. Zira beş devleti de ilk tanıyan devlet Türkiye
olmuştur. SSCB’nin yıkılmasını takiben Batılı güçlerin de desteğiyle
bölgedeki devletlere rol model olmak Türkiye açısından oldukça olumlu
karşılanmıştır. Bu kapsamda Türkiye, bölgede birçok örgüt kurmuş, ikili
ve çok taraflı ilişkilerin geliştirilmesi için çabalamış, eğitim, kültür gibi
alanlarda çeşitli aktiviteler düzenlemiştir. 1990’ların başı Türkiye ve Türk
devletlerinin ilişkilerindeki kurumsallaşma dönemidir.
Türkiye’nin söz konusu çalışmalarından biri 1992 yılında TİKA’nın
Türk dili konuşan ülkelerin kalkınmasına yardımcı olunması amacıyla
kurulmasıdır.48 Aynı yıl “Türkçe Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları
Zirvesi” gerçekleşmiştir. 1993 yılında Türkiye ve beş Türk devletinin
katılımıyla, “Türk Halklarının gönül birlikteliğini ve kardeşliğini
güçlendirmek, ortak Türk kültürünü gelecek nesillere aktarmak ve dünyaya
tanıtmak” amacıyla TÜRKSOY (Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı)
46
Fırat Yaldız ve Çınar Özen, “Türk Cumhuriyetleri ve Türkiye”, Fırat Yaldız, (ed.), 30.
Yılında Türk Cumhuriyetleri Küresel Politika, Nobel Yayıncılık, Ankara, 2021, 15-38, s. 16-17.
47
Age, s. 17.
48
TİKA, https://www.tika.gov.tr/tr/sayfa/hakkimizda-14649, erişim 17.12.2021.
Güvenlik Stratejileri Dergisi
TDT Özel Sayısı
25
Güngör ŞAHİN - Medihanur ARGALI
kurulmuştur.49 Tüm bunların yanında Türkiye beş Türk devletine de
ithalat ve proje kredisi vermiştir. Bölgeden gelen öğrencilere burs verilmesi,
bölgeye doğrudan uçuşların başlatılması da önemli diğer projelerdir.50
Bunlara ilave olarak Türkiye bu ilk kurumsallaşma döneminde her beş
devlete de ilkokul, ortaokul, lise ve üniversite bazında MEB’e bağlı okullar
açmaya başlamıştır.51
Ancak her ne kadar kurumsallaşma alt yapısı oluşturulmuş olsa da bu
ilk heyecan uzun sürmemiştir. İlk olarak Türkiye’nin bölgedeki kültürel
ve eğitimsel faaliyetleri, FETÖ gibi terör örgütleri tarafından kötü amaçlarla
kullanılmış, bu durum da Türkiye’ye olan güvenin azalmasına neden
olmuştur. İkinci neden 1990’lar boyunca Türkiye’de popülerleşen ve
heyecanla karşılanan “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Türk Dünyası” düşüncesi
bazı taraflarda Turancılık olarak adlandırılmasıdır. Özellikle Rusya ve İran,
Türkiye’yi Turancı/emperyal politikalar izlemekle suçlamıştır. Bu politika,
Türkiye’yi bölgede güç duruma düşürmüştür. Üçüncü olarak kısa bir süre
içinde Rusya’nın toparlanarak uluslararası arenaya geri dönmesi ve yakın
çevre doktrini kapsamında post-Sovyet alanı “arka bahçesi” ilan etmesi
Türkiye’nin bölgede tek başına etkin olamayacağını kanıtlamıştır. Sovyet
döneminde oluşturulan ekonomik, siyasî ve askerî bağlılıklar bölge içinde
Rus hegemonyasının kısa sürede yeniden inşa edilmesine neden olmuştur.
Kısacası Türkiye’nin bölgeye yönelik ani ve kontrolsüz girişimleri
başarısızlıkla sonuçlanmış, ilişkiler yüzeysel bir zeminde devam etmiştir.
Türkiye’nin bu ilk dönem Türk Dünyasına yönelimi de büyük
ölçüde bölgesel hegemonya stratejisi ile açıklanabilir. Zira Türkiye bölge
gerçeklerini, Türk devletlerinin iç siyasî, ekonomik, sosyal yapılarını
dikkate almadan açılım sağlamaya çalışmıştır. Söz konusu devletlerin, bir
“ağabey”den yeni kurtulmuşken başka bir “ağabey” arzu ettiğinin
düşünülmesi doğru değildir. Tüm bunlara ilave olarak bu dönemde
Türkiye’nin bölge ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir ekonomik potansiyeli
de söz konusu değildir.52
TÜRKSOY, https://www.turksoy.org/tr/turksoy/about, erişim 17.12.2021.
Yaldız ve Özen, Age, s. 22.
51
Age, s. 20-21.
52
F. Stephan Larrabee ve Ian O. Lesser, Turkish Foreign Policy in an Age of Uncertainty,
Rand Publication, Santa Monica, 2003, s. 101.
49
50
26
The Journal of Security Strategies
OTS Special Issue
Bölgesel Liderlik Bağlamında Türk Dış Politikasının Jeopolitik Gerçeği:
Türk Dünyası
Tüm bu sebeplerden dolayı, Türkiye ve Türk Dünyası ilişkileri
2000’lerde durağan geçmiştir. Ayrıca yukarıda aktarıldığı üzere 2000’ler
çoğunlukla Türkiye’nin Orta Doğu’ya yöneldiği bir dönemdir. Türk Dünyası
ile ilgilenmek için kurulan TİKA bile, bu dönemde ilgisini Orta Doğu ve
Kuzey Afrika’ya yönlendirmiştir. Türkiye’nin yeniden Türk Dünyası ile
yakın ilişkiler kurması ise 2009 yılında gerçekleşmiştir. Bu dönemde Türk
Keneşi (Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi) ve TÜRKPA (Türk
Dili Konuşan Ülkeler Parlamenter Asamblesi) kurularak ilişkiler daha da
kurumsallaştırılmaya çalışılmıştır. Zira Keneş’in en temel hedefi, Türk
dünyası içinde bir entegrasyon oluşturmaktır. Bunlara ilave olarak 2011’de
Türk İş Konseyi, 2012’de Türk Kültür ve Miras Vakfı, 2014’de Türk
Akademisi kurulmuştur.53
2010’larda rotasını Türk Dünyasına kaydıran Türkiye özellikle
2016 yılından sonra ulusal çıkarları bağlamında ortak değerleri savunarak
“Türk” kimliğini vurgulamaya başlamış ve bölgeye angaje olmuştur.
Türkiye, Orta Doğu’da bölgesel hegemonya stratejisini kullanıp başarıya
ulaşamamıştır. Türkiye’nin Orta Doğu’da yalnız kalmasının nedenleri şu
şekilde sıralanabilir:54
Mısır’daki müttefiki Mursi’nin devrilmesiyle Sisi’nin rakip bir
iktidar kurması ve Sisi rejiminin uluslararası alanda tanınması,
Rusya’nın Suriye
güçlenmesi,
müdahalesiyle
beraber
Esad
rejiminin
ABD’nin geleneksel Türk-Amerikan müttefikliğini bir kenara
bırakarak bölgede IŞİD merkezli radikal teröre karşı
Türkiye’nin en büyük güvenlik problemini oluşturan PYD/YPG
ile iş birliği yapması.
Tüm bu sebepler, Türkiye’nin yüzünü Orta Doğu’dan başka bölgelere
de çevirmesi gerektiği anlamına gelmektedir. Bu bağlamda Türkiye’nin
liderlik edebileceği ya da hegemonya kurabileceği akla gelen ilk bölge
Balkanlardır. Ancak Balkanlar’daki çoğu devlet AB üyesi, olmayanlarsa aday
ülke durumundadır. AB, Türkiye’nin bölgede kendi çıkarlarına zıt hamleler
53
54
Yaldız ve Özen, Age, s. 26.
Oğuzlu, Age, s. 20-21.
Güvenlik Stratejileri Dergisi
TDT Özel Sayısı
27
Güngör ŞAHİN - Medihanur ARGALI
yapmasına izin vermeyecektir. Ayrıca çalışmamızda Türkiye’nin liderlik
edeceği bölge olarak Orta Asya ve Kafkasya bölgesi yerine Türk Dünyası
alt bölgesini seçmemizin de sebepleri mevcuttur. Öncelikle Gürcistan
bağımsızlığına zeval getirebilecek bir hamlede Rusya gibi büyük bir güçle
savaşmaktan geri kalmamıştır. Her ne kadar siyasî, askerî ve ekonomik
bağlamda Türkiye ve Gürcistan arasındaki ilişkiler iş birliği ile açıklanabilse
de aralarında farklı bağların olmadığı da aşikârdır. Kafkasya’nın diğer bir
devleti olan Ermenistan’ın ise var oluşu Türk ve Türkiye düşmanlığı
üzerinedir. Tacikistan, Gürcistan gibi Türkiye’nin iş birliği yapabileceği bir
devlet olsa da ikili ilişkilerde İran faktörü göz önünde bulundurulmalıdır.
2016’dan sonraki süreçte ekonomi ve enerji alanları başta olmak üzere
ikili ve bölgesel birçok iş birliği alanı yaratılmıştır. Türkiye’de “Türklük”
kimliği devletin resmî kadrolarında daha çok vurgulanmaya başlanmıştır. Bu
durumun iç politikadaki en önemli sebebi 15 Temmuz 2016’da yaşanan
darbe girişimi, bölgesel olarak incelendiğindeyse 2015 yılında Türkiye-Rusya
arasında yaşanan uçak krizine Kazakistan’ın arabulucu olması ve
Özbekistan’da Kerimov’un ölümünden sonra Mirziyoyev’in iktidara gelmesi
Türkiye’yi Türk Dünyasına yakınlaştıran nedenler olmuştur.55 Yine 2016
yılında Ermenistan ile Azerbaycan arasında patlak veren Dört Gün
Savaşları’nda Türkiye, Azerbaycan’dan yana net bir tutum sergilemiştir.56
2019 yılında düzenlenen 11. Büyükelçiler Konferans’ında “Yeniden
Asya” açılımının ilan edilmesi,57 Türkiye’nin rotasını nihai olarak Türk
Dünyası başta olmak üzere Asya’ya çevirdiğini göstermektedir. Yine 2019’da
Antalya’da yapılan Diplomasi Forumu’nda da jeostratejik olarak Asya’ya
dönüş, en önemli konulardan birisi olmuştur. Dışişleri Bakanı Mevlüt
Çavuşoğlu’nun aynı yıl düzenlenen “Yeniden Asya” çalıştayının açılışında
yaptığı konuşmada “en batıdaki Asyalı, en doğudaki Avrupalı” sözleri dikkat
çekicidir. Söz konusu eksen kaymasına somut bir örnek vermek gerekirse
Türkiye bursları, uzun zaman yüzdesel olarak çoğunlukla Orta Doğu ve
Kuzey Afrika’ya verilirken 2019 yılında Orta Asya ve Kafkasya toplamı
Yaldız ve Özen, Age, s. 26-27.
Jane, Age, s. 341.
57
SAM, http://sam.gov.tr/yeniden-asya_calistayi.tr.mfa, erişim 18.12.2021.
55
56
28
The Journal of Security Strategies
OTS Special Issue
Bölgesel Liderlik Bağlamında Türk Dış Politikasının Jeopolitik Gerçeği:
Türk Dünyası
%13,58 2020 yılındaysa %21’e59 yükselmiştir. 2020 yılında Türk Dünyası’nın
entegrasyonu açısından ayrıca iki önemli konu mevcuttur. Bunlardan ilki
Covid-19 ile mücadele kapsamında ortak hareket ederek ülkelerin birbirlerine
bireysel olarak da yardım etmesidir. İkincisi ve daha önemlisiyse her zaman
teoride kalan askerî iş birliğinin 2’nci Karabağ Savaşı ile beraber pratiğe
geçirilmiş olmasıdır. Asgari düzeyde Türkiye-Azerbaycan arasında olan
iş birliğine, diğer Türk devletleri de destek sağlamıştır.60
Çavuşoğlu’nun 2021 yılında Kırgızistan’da yaptığı bir konuşmada
“Yeniden Asya girişimimiz ata yurdumuz Orta Asya ile ilişkilerimize de yeni bir
boyut kazandıracak. Çünkü aynı dev çınarın dalları, aynı güçlü gövdenin
kollarıyız”61 sözleri Türkiye’nin dış politikada “İslam” kimliği yerine
“Türk” kimliğiyle hareket etmeye başladığının bir diğer ispatıdır. 31 Mart
2021’de Özbekistan’da yapılması beklenen ancak pandemiden dolayı
online bir biçimde gerçekleştirilen Türk Keneşi zirvesinde Türk Dünyası
entegrasyonu açısından kayda değerdir. Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan,
Özbekistan ve Kırgızistan’ın katıldığı; Macaristan’ın gözlemci olarak
katıldığı; 30 yıllık Türkiye ve Türk Dünyası ilişkileri içerisinde ilk kez
Türkmenistan’ın iştirak ettiği gayrı-resmî toplantıya Nursultan Nazarbayev
de Onursal Başkan olarak katılmıştır. Toplantıda alınan en önemli karar
Konsey’in artık bir uluslararası örgüt olarak işlevselleşmesi gerektiğidir.
İkinci olarak fiili olarak desteklemeseler de Azerbaycan’ın Ermenistan
karşısındaki başarısının kutlanması, Azerbaycan’a Türk Dünyası tarafından
verilen toplu ilk destek mahiyetindedir.62
Söz konusu toplantıda Nazarbayev, Türk Keneşi’nin daha entegre
hareket edebilmesi için isminin Türk Devletler Birliği olarak değiştirilmesini
58
Türkiye Bursları 2019 Yıllık Raporu, YTB, s. 31, https://turkiyeburslari.gov.tr/
Content/Upload/files/TB%20Rapor-2019.pdf, erişim 19.12.2021.
59
Türkiye Bursları 2020 Yıllık Raporu, YTB, s. 35, https://turkiyeburslari.gov.tr/
Content/Upload/files/TB%20Rapor-2020.pdf, erişim 19.12.2021.
60
Halil Akıncı, “Türk Dünyasının Jeopolitiği ve Türk Dış Politikasındaki Yeri”,
https://kriterdergi.com/turk-dunyasinin-jeopolitigi-ve-turk-dis-politikasindaki-yeri,
erişim 18.12.2021.
61
AA, https://www.aa.com.tr/tr/analiz/yukselen-bir-deger-olarak-asya-ve-turkiye-ninrolu/2208459, erişim 19.12.2021.
62
Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi Türkistan Gayriresmî Zirvesi Bildirisi,
https://www.turkkon.org/tr/haberler/turk-dili-konusan-ulkeler-isbirligi-konseyi-turkistangayriresmi-zirvesi-bildirisi_2220, erişim 18.12.2021.
Güvenlik Stratejileri Dergisi
TDT Özel Sayısı
29
Güngör ŞAHİN - Medihanur ARGALI
önermiştir. Gerçekten de 12 Kasım 2021’de İstanbul’da toplanan Türk
Keneşi 8. Zirvesi’nde Keneş’in adı Türk Devletler Teşkilatı olarak
değiştirilmiştir. Söz konusu Zirve’nin başlıca gündemi, Türk devletlerinin,
üçüncü uluslararası aktörlerle iş birliği yöntemlerinin geliştirilmesi, Türk
Yatırım Fonu kurulması ve Türk Dünyası 2040 Vizyon Belgesi’nin
onaylanması olmuştur.63
Türkiye’nin Türk Dünyası açılımı bu sefer daha hamasetten uzak,
realpolitiğe yakın ilerliyor gibi gözükmektedir. Türkiye, gerek 1990’larda
Türk Dünyasında gerekse 2002 - 2016 yılları arasında Orta Doğu’da
kullandığı ve başarısız olduğu “bölgesel hegemonya” stratejisini bir
kenara koyarak Türk Dünyasında bölgesel liderlik stratejisi izlemelidir.
Yani kendi çıkar ve hedeflerini bölgeye iletmek yerine bölge gerçeklerini
kavrayıp ortak çıkarlar geliştirmelidir. Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan,
Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan siyasî, ekonomik, kültürel ve
diğer tüm alanlarda egemen eşit olmalıdır. Türkiye’nin bölgesel lider
olmasının sebebiyle, ekonomik olarak daha gelişmiş bulunup siyasî devlet
geleneğinin daha eski olmasıdır. Tecrübelerini diğer Türk devletlerine
aktarmalı, yuvarlak masa etrafında ilişkiler derinleştirilmelidir. Tüm
bunlara ek olarak Türkiye, Rusya ve Çin’i karşısına alarak değil, iş
birliğine yatkın bir devlet modeli göstererek bölgesel liderlik etmelidir.
Sonuç
Sandra Destradi, bölgesel güçlerin de kendi bölgelerinde,
“emperyal”, “bölgesel hegemonya” ve “bölgesel liderlik” stratejileriyle
hâkimiyet kurabileceklerini belirtmiştir. Askerî güç unsurunun kullanılması
ve bölge ülkelerine kendi politikalarını zorla benimsetme emperyal,
bölgeye ortak hedefler sunarak kolektif hareket etme bölgesel liderlik
olarak adlandırılmıştır. Bölgesel hegemonya ise bu ikisinin arasında kalan
kısımdadır. Doğrudan bir askerî güç kullanılmasa da bölgeye kendi
isteklerini zorla kabul ettirme stratejisidir. Çalışmamızın temasını bölgesel
liderlik ve bölgesel hegemonya oluşturmaktadır. Bir bölgesel güç olan
Türkiye, hem coğrafi konumundan dolayı hem de imparatorluk geçmişinden
Türk Devletler Teşkilatı, https://www.turkkon.org/tr/organizasyon-tarihcesi, erişim
19.12.2021.
63
30
The Journal of Security Strategies
OTS Special Issue
Bölgesel Liderlik Bağlamında Türk Dış Politikasının Jeopolitik Gerçeği:
Türk Dünyası
dolayı, söz konusu stratejileri uygulamaya yatkın bir profildedir. Diğer
yandan Türkiye’nin bu stratejileri uygulayabileceği iki önemli alan Orta
Doğu ve Türk Dünyası’dır. Bu kapsamda çalışmamız Türkiye’nin bu iki
bölgedeki stratejilerine odaklanmıştır.
1923 yılında Osmanlı Devleti’nin halefi olarak uluslararası sisteme
katılan Türkiye Cumhuriyeti, dış politikasında “Batıcılık (Çağdaşlık)”,
“Statükoculuk” ve “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ilkelerini benimsemiştir.
İmparatorluk sonrası ulus devlet sürecinde olan Türkiye, bu dönemde
bölgesel sorunlarla doğrudan alakadar olmamıştır. Ulus devlet sürecinde
Türkiye kendisini “Türk”, “Müslüman” ve “Batılı” kimlikleriyle
tanımlamıştır. 2000’lere kadar Türkiye, özellikle Soğuk Savaş boyunca birkaç
istisna dışında Batı ve “Batılı” kimliği ile hareket etmiştir. 2002-2016 yılları
Türk dış politikasında Orta Doğu ve Kuzey Afrika’nın önem kazandığı
dönemdir. Bu durumun sebepleri aşağıdaki gibi sıralanabilir:
AK Parti’nin iktidara gelmesi ve “Müslüman” kimliğini ön
plana çıkarması,
Soğuk Savaş’ın bitmesiyle beraber istikrarsızlaşan uluslararası
sistem,
Türkiye’nin müttefiki Batı için kısmen jeopolitik önemini
kaybetmesi,
Özellikle Orta Doğu ve Türkiye Dış Politikasının ilgi alanındaki
bölgelerde artan köktenci terörizm,
ABD’nin 2003 yılındaki Irak müdahalesinden sonra Türkiye
üzerinde artan PKK saldırıları ve PYD/YPG kaynaklı terörizm
baskısı.
Özellikle Irak işgalinde ABD ile ters düşen Türkiye; Irak, Suriye,
İran başta olmak üzere Orta Doğu ve yakın coğrafyasındaki ülkelerle ikili
iyi ilişkiler geliştirmeye başlamış, Körfez ve Kuzey Afrika ülkeleriyle ilgili
de açılımlar yapmıştır. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun döneminde
ilişkiler daha da derinleştirilmeye çalışmış ve Türkiye açık bir şekilde
bölgesel hegemonya olmayı denemiştir. Özellikle Arap Baharı, Esad’a
yapılan demokrasi taleplerini dikkate al çağrısı, Mısır’da Mursi’nin iktidara
gelmesi ile Türk Dış Politikası’nda heyecanla karşılanmıştır. Esad, demokrasi
taleplerini geri çevirdiğinde Suriye ile ilişkiler gerilmiş, Mursi bir darbe ile
Güvenlik Stratejileri Dergisi
TDT Özel Sayısı
31
Güngör ŞAHİN - Medihanur ARGALI
iktidardan uzaklaştırılınca Mısır ile ilişkiler kopma noktasına gelmiştir.
Türkiye’nin bu dönemde kuramsal olarak bölgesel hegemonya stratejisini
kullandığı ileri sürülebilir. Türkiye, bölge gerçekleri ve küresel aktörlerin
değişen çıkarları sebebiyle attığı adımlarda istediği sonucu elde edememiş,
Orta Doğu’da eşi görülmemiş güvenlik meseleleriyle boğuşmak durumunda
bırakılmış ve uluslararası arenada ise yalnızlaştırılmıştır.
Orta Doğu’daki sorunlardan sonra Türkiye rotasını bir diğer liderlik
edebileceği bölge olan Türk Dünyası’na çevirmiştir. Öncelikle alışmamızda
literatürde sıklıkla geçen “Orta Asya ve Kafkasya” yerine “Türk Dünyası”
kullanmamızın iki sebebi mevcuttur. Birincisi 2021 yılında Türk Dünyası
için önemli bir adım olan Türk Devletler Teşkilatı’nın kurulması ve bu
bağlamda bir hassasiyet oluşturulmaya çalışılmasıdır. İkincisi ise bahse
konu bölge ülkelerinden Gürcistan’ın Türkiye’den ziyade AB, Tacikistan’ın
İran, Ermenistan’ın ise Rusya ile daha çok iş birliği yapma eğiliminde
olmasıdır. Türk Dış Politikası’nda tekrar Türk Dünyası yöneliminin
başlangıcı olarak 2016 yılının alınmasının birçok sebebi mevcuttur. Öncelikle
Türkiye’de yaşanan 15 Temmuz 2016 darbe süreciyle beraber temeli atılan
Cumhur İttifakı ile Türkiye, 2002 - 2016 yılları arasındaki “Müslüman”
kimliği ile birlikte “Türk” kimliğini de dış politikada öne çıkarmıştır.
Ayrıca 2016 yılı bölge devletlerinin birbirleriyle ve Türkiye’yle yakın ikili
ve çok taraflı ilişkiler geliştirdiği yıldır. Örneğin Kerimov iktidarında
Özbekistan, Türk Dünyası faaliyetlerine katılmamış, özellikle Andican
olaylarından sonra Türkiye ile ilişkileri hep durağan ilerlemiştir. 2016
yılında Kerimov’un ölümüyle Özbekistan Türk Dünyası faaliyetlerine dâhil
olmaya başlamıştır. Kazakistan, Rusya-Türkiye arasında arabulucu olmuş,
Azerbaycan - Ermenistan Savaşı’nda Türkiye resmen diğer Türk devletleri
kısmi olarak Azerbaycan’a destek vermiştir. Tüm bu sebeplerden dolayı
2016 yılı Türk Dünyası’nın birbirine yakınlaşması adına bir milattır.
Bu yakınlaşmanın kökleri aslında 1991 yılına dayanmaktadır. 1991
yılında Türk devletlerinin bağımsızlıklarını kazanmaları, Türkiye tarafından
heyecanla karşılanmıştır. Bu heyecanı Türkiye’nin batılı müttefikleri de
körüklemiş, Türkiye’yi SSCB sonrası bölgeye model olması için
cesaretlendirmişlerdir. Bu kapsamda 1990’ların başları, Türkiye ve Türk
Dünyası için kurumsallaşma dönemidir. TİKA, TÜRKSOY gibi kurumlar
kurulmuş, ayrıca bölgeye çeşitli ekonomik, kültürel ve siyasî yatırımlar
yapılması planlanmıştır. Ancak Türk Dünyasının birbirine kavuşması
32
The Journal of Security Strategies
OTS Special Issue
Bölgesel Liderlik Bağlamında Türk Dış Politikasının Jeopolitik Gerçeği:
Türk Dünyası
uzun sürmemiştir. Rusya’nın yeniden güçlenmesi, Türkiye’nin yeteri
kadar maddi gücünün olmayışı, bölge devletlerinin Türkiye’ye duyduğu
güvensizlik gibi sebeplerle Türkiye’nin bölgeye yönelik stratejisi başarısız
olmuştur. Bu başarısızlığın bir sebebi de daha yeni Sovyetler Birliği’nden
bağımsızlığını kazanan bölge devletlerinin başka bir ağabeyin etkisi altına
girmek istememeleri, Türkiye’nin girişimlerini bölgesel hegemonya stratejisi
olarak görmüş olmaları olarak değerlendirilebilir. 2000’ler boyunca gerek
bu olumsuz başlangıç gerekse Türkiye’nin dikkatini Orta Doğu’ya
yöneltmesi sonucu ilişkiler durağan ilerlemiştir.
2010’lara doğru yeniden Türkiye ve Türk Dünyası arasındaki ilişkiler
canlanmaya başlamıştır. 2008 ve 2009 yıllarında TÜRKPA ve Türk Keneşi,
daha sonra 2011’de Türk İş Konseyi, 2012’de Türk Kültür ve Miras Vakfı,
2014’de Türk Akademisi kurulmuş, kurumsal ilişkiler derinleştirilmeye
çalışılmıştır. 2019 yılındaysa Türkiye “Yeniden Asya” açılımı ilan etmiş, bu
program içerisinde Türk Dünyasına verdiği önemi ayrıca vurgulamıştır.
2020 yılında gerçekleşen Karabağ Savaşı’nda da hem Türkiye hem de
diğer Türk Cumhuriyetleri Azerbaycan’a desteklerini bildirmiştir. Bu
belki de tüm Türklerin ilk askerî entegrasyon örneğidir. Nihayetinde
Türk devletleri daha entegre bir şekilde hareket etme kararı alıp 2021’de
Türk Devletler Teşkilatı’nı kurmuşlardır. Üstelik etkin tarafsızlık statüsü
bulunan Türkmenistan’ın iştiraki ve Teşkilata gözlemci üye olarak
katılması da oldukça önemli bir husustur.
Görüldüğü üzere Türkiye’nin liderlik edebileceği asıl bölge Türk
Dünyası’dır. Tarih, kültür, din, dil gibi ortak değerlerin paylaşıldığı Türk
Dünyası’nda kuramsal çerçeve kapsamında daha önce başarıya ulaşmayan
bölgesel hegemonya yaklaşımı yerine ortak değerler kapsamında bölgesel
liderlik yaklaşımının kullanılması önerilmektedir. Çalışmada, Türkiye’nin
1990’larda Türk Dünyası’nda, 2002-2016 yılları arasında Orta Doğu’da
izlediği dış politika kuramsal çerçeve kapsamında bölgesel hegemonya
yaklaşımı olarak algılandığından hedeflenen başarıya ulaşamamıştır.
Türkiye, bölgesel hegemonya yaklaşımı yerine herhangi bir ağabeylik rolü
üstlenmeden, bölge ve ülke değerlerini dikkate alarak egemen eşit bir
şekilde Türk Dünyasına liderlik etmeli, ortak değerler oluşturmalı,
bölgesel liderlik yaklaşımı ile hareket etmelidir. Türkiye bir model ihraç
etme yanılgısına düşmemeli, her devletin kendi iç dinamiklerine saygılı
davranmalı, tecrübelerini paylaşmalıdır. Tüm bunların yanı sıra Türk
Güvenlik Stratejileri Dergisi
TDT Özel Sayısı
33
Güngör ŞAHİN - Medihanur ARGALI
Dünyası’na bölgesel liderlik edebilecek devletin Türkiye olmasının tek
sebebi ise daha köklü bir devlet geleneğine ve daha gelişmiş ekonomiye sahip
olmasıdır. Türkiye’nin, Türk Dünyası’na yapacağı liderliğin ona bölgesel
liderliği de kazandıracağı herkesin yararına olacağı değerlendirilmektedir.
Summary
The increasing weight of regional powers in economic and political
fields has been discussed frequently in International Relations. Sandra
Destradi, in her article “Regional Powers and Their Strategies: Empire,
Hegemony, and Leadership” published in 2010, created a pilot study on
the subject by attributing a systemic meaning to the concept of regional
power. Destradi hypothesizes that regional powers strongly influence the
interactions that occur at the regional level and thus contribute significantly
to the institutionalization of the regional order. In this context, Destradi
determines the strategies that regional powers can implement in their
region as “empire”, “hegemony”, and “leadership”. All three concepts are
often confused and used interchangeably in International Relations
literature. Therefore, understanding the concepts correctly will ensure
correct analysis. Empire is when a regional power, which is ahead in terms
of material power resources, provides its own national interest unilaterally
by using military force, if necessary, in an anarchically perceived
international environment. A regional power using the hegemony strategy
provides financial incentives instead of using military means. Although
leadership and hegemony seem similar, they are very different. Hegemon
power imposes its own interests on other states. The leader, on the other
hand, manages a group to ensure that common goals are established.
Türkiye is a regional power at a key point in international relations.
Its sphere of influence covers the Middle East, the Balkans and the Turkic
World. As a regional power, Türkiye has the ability to implement the
strategies mentioned by Destradi. Until 2002, Türkiye pursued policies
compatible with the West rather than acting as a regional power. This
situation changed when the AK Party came to power in 2002. Due to the
ideological stance of the AK Party and the changing international system
after the Cold War, Türkiye started to give its regional weight to the Middle
East as of 2002. In this context, Türkiye, as an example of moderate Islam,
34
The Journal of Security Strategies
OTS Special Issue
Bölgesel Liderlik Bağlamında Türk Dış Politikasının Jeopolitik Gerçeği:
Türk Dünyası
has made an effort to export a model. Especially during Ahmet Davutoğlu’s
term as the Ministry of Foreign Affairs, Türkiye has tried to be regional
hegemony. One of the most important proofs of Türkiye’s desire to
implement a hegemony strategy is that it has made various demands from
Assad. In addition, Türkiye followed the Arab Spring with interest, and
especially Morsi’s coming to power in Egypt encouraged Türkiye to
become a regional hegemon. However, factors such as the ongoing Syrian
civil war for 10 years and the overthrow of Morsi within a year show that
Türkiye’s regional hegemony strategy has failed.
After the security problems in the Middle East, Türkiye has turned its
route to the Turkic World, another region where it can lead. Türkiye’s efforts
toward the Turkic World date back to the 1990s. However, Türkiye’s inability
to show the necessary sensitivity to the newly independent Turkic States and
its wrong policies caused its exclusion from the region. Afterwards, the
Turkic World remained of secondary importance for Türkiye, which had
already turned to the Middle East. Many events in 2016 pushed Türkiye to
engage in the Turkic World by highlighting its Turkish identity. Within this
context, the Karabakh War, which took place in 2020, is an important
breaking point. The support of all Turkic States to Azerbaijan is the first
integration in the military field. After the Karabakh War, Türkiye’s
unprecedented support for Azerbaijan has increased Türkiye’s prestige
around the Turkic States. The mentioned states aimed to carry out more
integrated policies in the international arena and thus they established the
Organization of Turkic States in 2021. Türkiye’s role in the Organization of
Turkic States and the Turkic World should also be in the form of “regional
leadership”, as pointed out by Destradi. As a matter of fact, Türkiye is the
state that has the most rooted state tradition among these mentioned states. In
this context, Türkiye should transfer its experiences to other states and ensure
that they act within the scope of common interests.
Çatışma Beyanı:
Araştırmanın yazarları olarak herhangi bir çıkar çatışması beyanımız
bulunmamaktadır.
Araştırmacıların Katkı Oranı Beyanı:
Yazarların çalışmaya katkı oranı %50’dir.
Güvenlik Stratejileri Dergisi
TDT Özel Sayısı
35
Güngör ŞAHİN - Medihanur ARGALI
Kaynakça
Basılı Eserler
AKÇURA Yusuf (2021). Türkçülüğün Tarihi, Kapra Yayıncılık, İstanbul.
AKŞIN Sina (2018). Kısa Türkiye Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,
25. Basım, İstanbul.
AYDIN Mustafa (1999). “Determinants of Turkish Foreign Policy: Historical
Framework and Traditional Inputs”, Middle Eastern Studies, 35:4, 152-186.
BUZAN Barry ve WAEVER Ole (2003). Regions and Powers: The Structire of
International Security, Cambridge University, New York.
DAĞ Ahmet Emin (2016). Uluslararası İlişkiler ve Diplomasi Sözlüğü, Vadi
Yayınları, İstanbul.
DESTRADİ Sandra (2010). “Regional Powers and Their Strategies: Empire,
Hegemony, and Leadership”, Rewiev of International Studies, 36, 902-930.
DOSTER Barış (2021). “Türkiye ve Orta Doğu: Bölgesel Liderliğin
Sınırlarını Tartışmak”, Tarık Oğuzlu ve Ceyhun Çiçekçi, (ed.), Bölgesel ve
Küresel Güçlerin Orta Doğu Politikaları Arap Baharı ve Sonrası, Nobel
Yayıncılık, Ankara, 131-148.
FLEMES D. ve NOLTE D. (2010). “Introduction”, Daniel Flemes, (ed.),
Regional Leadership in the Global System: Ideas, Interests and Strategies of
Regional Powers, Ashgate, Farnham, 1-14.
GILPIN Robert (1981). War and Change in World Politics, Cambridge
University Press, Cambridge.
GÖKALP Ziya (2015). Türk Medeniyeti Tarihi, Ötüken Yayınları, İstanbul.
GRAMSCI Antonio (1986). Hapishane Defterleri, (çev. Kenan Somer), Onur
Yayınları, İstanbul.
HALE William (2021). 1774’ten Günümüze Türk Dış Politikası, (çev. Nasuh
Uslu), Serbest Akademi, Ankara.
İŞYAR Göksel (2017). Suriye Krizi ve Türk Dış Politikası, Hipotez Yayıncılık,
Bursa.
JANE Murat (2020). Rusya Federasyonu’nun Trans-Kafkasya Politikasının
Analizi: Süreklilik mi Dönüşüm mü?, Dora Yayınları, Bursa.
KARPAT Kemal (1975). “Turkish and Arab-Israeli Relations, Turkey’s
Foreign Policy in Transition, 1950-1974”, Leiden: E. J. Brill.
LARRABEE F. Stephan ve LESSER, Ian O. (2003). Turkish Foreign Policy in
an Age of Uncertainty, Rand Publication, Santa Monica.
MİGDALOVİTZ Carol (2010). “Israeli-Arab Negotiations: Background,
Conflict, and U.S. Policy”, CRS Report for Congress, Washington D.C.
MODELSKİ George (1978). “The Long Cycle of Global Politics and the
Nation-State”, Comparative Studies in Society and History, 20:2, 214-235.
NORTHOUSE Peter Guy (2018). Leadership: Theory and Practice, Sage
Publications, 7. Ed, Thousand Oaks.
OĞUZLU Tarık (2021). “Türk Dış Politikasında Çıkarlar ve Değerler
Tartışmasını Realizm ve Liberalizm Üzerinden Okumak”, Tarık Oğuzlu
ve Yelda Ongun, (ed.), Türk Dış Politikasında Güncel Sorunlar ve Teorik
Uygulamalar, Nobel Yayıncılık, Ankara, 1-26.
ROBERTSON William (2005). “Gramsci and Globalisation: From NationState to Transnational Hegemony”, Critical Review of İnternational Social
and Political Philosophy, 8:4, 559-574.
SİNKAYA Bayram (2011). “Geçmişten Günümüze Türkiye’nin Orta Doğu
Politikası ve Batı Etkisi”, Adam Akademi, 1, 79-100.
36
The Journal of Security Strategies
OTS Special Issue
Bölgesel Liderlik Bağlamında Türk Dış Politikasının Jeopolitik Gerçeği:
Türk Dünyası
TELCİ İsmail Numan (2013). “Türkiye’nin Mısır Politikası”, Burhanettin
Duran, Kemal İnat ve Mustafa Caner, (ed.), Türk Dış Politikası Yıllığı,
SETA, İstanbul, 187-208.
TELCİ İsmail Numan (2018). “Türkiye’nin Mısır Politikası”, Burhanettin
Duran, Kemal İnat ve Mustafa Caner, (ed.), Türk Dış Politikası Yıllığı,
SETA, İstanbul, 113-130
YALDIZ Fırat ve ÖZEN Çınar (2021). “Türk Cumhuriyetleri ve Türkiye”,
Fırat Yaldız, (ed.), 30. Yılında Türk Cumhruiyetleri Küresel Politika, Nobel
Yayıncılık, Ankara, 15-38.
WALLERSTEİN Immanuel, (2015). Modern Dünya Sistemi I Kapitalist Tarım
ve 16. Yüzyıl’da Avrupa Dünya-Ekonomisinin Kökenleri, Yarın Yayınları, 7.
Baskı, (çev: Latif Boyacı), İstanbul.
İnternet
AKINCI, Halil, “Türk Dünyasının Jeopolitiği ve Türk Dış Politikasındaki
Yeri”,
https://kriterdergi.com/turk-dunyasinin-jeopolitigi-ve-turk-dispolitikasindaki-yeri, erişim 18.12.2021.
Anadolu Ajansı, https://www.aa.com.tr/tr/analiz/yukselen-bir-deger-olarakasya-ve-turkiye-nin-rolu/2208459, erişim 19.12.2021.
Hürriyet, https://www.hurriyet.com.tr/gundem/davutoglu-turk-arap-isbirligiforumunda-konustu-14985312 , erişim 6.12.2021.
SAM, http://sam.gov.tr/yeniden-asya_calistayi.tr.mfa, erişim 18.12.2021.
T.C. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Başkanlığı, https://www.goc.gov.tr/gecicikoruma5638, erişim 11.12.2021.
TİKA, https://www.tika.gov.tr/tr/sayfa/hakkimizda-14649, erişim 17.12.2021.
Türk Devletler Teşkilatı, https://www.turkkon.org/tr/organizasyon-tarihcesi,
erişim 19.12.2021.
Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi Türkistan Gayriresmi Zirvesi
Bildirisi, https://www.turkkon.org/tr/haberler/turk-dili-konusan-ulkelerisbirligi-konseyi-turkistan-gayriresmi-zirvesi-bildirisi_2220,
erişim
18.12.2021.
Türkiye Bursları 2019 Yıllık Raporu, YTB, s. 31, https://turkiyeburslari.
gov.tr/Content/Upload/files/TB%20Rapor-2019.pdf, erişim 19.12.2021.
Türkiye Bursları 2020 Yıllık Raporu, YTB, s. 35, https://turkiyeburslari.
gov.tr/Content/Upload/files/TB%20Rapor-2020.pdf, erişim 19.12.2021.
TÜRKSOY, https://www.turksoy.org/tr/turksoy/about [Erişim Tarihi:
17.12.2021]
Vatan, https://www.gazetevatan.com/siyaset/onlar-neden-yeni-romaci-olmuyor519199, erişim 13.12.2021.
Yeni Şafak,
https://www.yenisafak.com/gundem/davutoglundan-liderlerzirvesinde-degisim-dersi-308258, erişim 11.12.2021.
Güvenlik Stratejileri Dergisi
TDT Özel Sayısı
37