Özdem SANBERK
E. Büyükelçi
TÜRK DIŞ POLİTİKASININ
BÖLGESELLEŞMESİ
RAPOR NO: 21
İSTANBUL
2010
TÜRK DIŞ POLİTİKASININ BÖLGESELLEŞMESİ
Hazırlayan:
E. Büyükelçi Özdem SANBERK
RAPOR NO: 21
1
SUNUŞ
Türk tarihi incelendiğinde geçmişteki başarıların arkasında iyi yetişmiş bilge
adamların bulunduğu görülmektedir. Ancak günümüzde olayların çok boyutlu olarak
gelişmesi ve sorunların karmaşıklaşması, birkaç bilge kişinin veya aydının gelişmeleri
zamanında
ve
doğru
olarak
algılamasını
ve
alternatif
politikalar
üretebilmesini
zorlaştırmaktadır. Gelişmelerin yakından takip edilmesi, gelecekle ilgili gerçekçi öngörülerin
yapılabilmesi ve doğru politikalar üretilebilmesi için farklı disiplinlere ve görüşlere sahip
bilge adamlar ile genç ve dinamik araştırmacıların, esnek organizasyonlar içinde sinerji
sağlayacak şekilde bir araya getirilmesi gerekmektedir.
Dünya’daki ve yurt içindeki gelişmeleri takip ederek geleceğe yönelik öngörülerde
bulunmak; Türkiye’nin ikili ve çok taraflı uluslararası ilişkilerine ve güvenlik stratejilerine,
yurt içindeki siyasi, ekonomik, teknolojik, çevresel ve sosyo-kültürel problemlerine yönelik
bilimsel araştırmalar yapmak; karar alıcılara milli menfaatler doğrultusunda gerçekçi, dinamik
çözüm önerileri, karar seçenekleri ve politikalar sunmak maksadıyla Bilge Adamlar Stratejik
Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM) kurulmuştur. BİLGESAM’ın vizyonu, amacı, hedefleri,
çalışma yöntemi, temel nitelikleri, teşkilatı ve yayınları http://www.bilgesam.org/tr web
sitesinde sunulmaktadır.
E. Büyükelçi Özdem SANBERK tarafından hazırlanan “Türk Dış Politikasının
Bölgeselleşmesi” isimli rapor; Türkiye’nin son yıllarda izlediği Ortadoğu eksenli aktivist dış
politika ve neticesindeki Türk dış politikasında Ortadoğu ekseninin ağırlık kazanmasının
sebep ve sonuçları, Türkiye’nin iç ve dış politika dinamikleri açısından değerlendirilerek
Türkiye’nin yeni dış politika vizyonunu değerlendirilmeye çalışılmıştır.
Raporun Türkiye’nin önünü açarak gelişim sürecine katkı yapmasını diler, raporu
hazırlayan E. Büyükelçi Özdem SANBERK’E teşekkür ederim.
Dr. Atilla SANDIKLI
BİLGESAM Bşk.
2
TÜRK DIŞ POLİTİKASININ BÖLGESELLEŞMESİ*
Türkiye Avrupa Birliği'nden beklediği karşılığı görerek, katılım sürecine ve tam üyelik
hedefine tekrar kilitlenebilirse, o zaman Türkiye'deki demokratik atılımlarla siyasi, sosyal ve
ekonomik gelişmelerin yaratacağı dinamiklerin tüm Ortadoğu'da ve daha geniş bir alanda
barış, istikrar, refahı ve demokratik atılımları tetikleyeceği açıktır.
Eksen Tartışmalarının Altındaki Gerçekler
Türk dış politikasında eksen tartışmaları 2009 yılının büyük bölümüne egemen oldu. Bu
tartışmalar hala sürüyor. Muhakkak olan bir şey varsa son yıllarda ve özellikle 2009 yılında
dış ilişkilerimizin uygulama alanı genişledi ve yönü en azından görünürde, büyük ölçüde
bölgeselleşti. Önceliklerimizde Ortadoğu ağırlık kazandı. Değişen dünya koşulları bu
gelişmede hiç şüphesiz önemli rol oynadı. Ama dış ilişkilerimizde görünürdeki bu
değişikliğin ötesinde daha ciddi bir bu rota değişikliği var mı? Eğer varsa bu değişikliğin
nedenleri ve yeni dönemin geride bıraktığımız yıllardan farkları nelerdir?
Her şeyden önce unutulmaması gereken bir gerçek var: Dış politika, kendi içinde
dondurulmuş, durağan bir politika olamaz. Kendini her gün yeniden yaratan bir dünyada
yaşıyoruz. Dış ilişkilerini değişen koşullara uyarlayamayan ülkeler bunun bedelini öderler.
Yalnız, ideolojik, dogmatik devletler ve dış dünyaya kapalı olan antidemokratik rejimler
değişen dünya gündemini, güç dengelerini ve değişen dünya değerlerini umursamaz.
İç Dinamikler
Dış politika aynı zamanda bir ülkenin iç dinamiklerinin de bir sonucudur. Yine son
yıllarda ve özellikle 2009’da iç siyaset sahnemizde dış ilişkilerimizi etkileyen değişiklikler
oldu.
Bunlardan birincisi Ahmet Davutoğlu faktörüdür. Geçen mayıs ayında Dışişleri Bakanı
olan Davutoğlu Türk dış politikasının yeniden ele alınmasını ve kavramsallaştırılması
gerektiğine inanan bir akademisyen. Türkiye’nin dünya sahnesinde bir rol oynaması zamanın
3
geldiğini düşünüyor. Davutoğlu’nun, göreve gelir gelmez bu düşüncesini süratle
gerçekleştirmeye koyulduğunu görüyoruz.
İkincisi, yedi yıldır iktidarda bulunan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kimliği ile ilgili. Ak
Parti, Türkiye’nin Avrupa ve Atlantik toplumu içindeki yerinin önemini reddetmeyen, ama
aynı zamanda gerek bölgemizde, gerek dünyada İslam dayanışmasına da önem veren bir
kimliğe sahip yöneticilerden oluşuyor. Son yıllarda İsrail ile aramızda açılan mesafe,
hükümetimizi oluşturan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin bu özelliğini kanıtlamakta.
Bu partinin bölgemize ve Müslüman ülkelere ilgisi sadece İslam dayanışmasıyla sınırlı
değil. Erdoğan hükümeti bölgemizde ve Rusya, Kafkasya ve Orta Asya’yı da kapsayan daha
geniş alanda ticaret ve ekonomik işbirliği ve enerji alanında mevcut olanakların ve
potansiyelin bilincinde ve bu olanakların ve potansiyelin değerlendirilmesini hedeflemektedir.
Üçüncü bir faktör, Ortadoğu’da Türkiye’nin kontrolü ve iradesi dışında meydana gelen
gelişmeler. Irak’ın ve Afganistan’ın işgali, İsrail ve Filistin arasındaki ihtilafın ulaştığı
boyutlar, İran’ın nükleer emellerini bunlar arasında sayabiliriz.
Türk diplomasisinin bölgeye doğru yönelmesinde dördüncü önemli nokta, Türkiye’nin
Avrupa Birliği’ne entegrasyon idealine Sarkozy ve Merckel gibi Avrupalı liderlerin verdiği
cevaplar ve katılım sürecinde bilhassa Kıbrıs sorunun çözümü konusunda Türkiye’ye verilen
sözlerin tutulmaması. AB destekli BM barış ve birleşme planını reddetmiş olan Kıbrıslı
Rumların Avrupa Birliğine alınarak bizim üyeliğimizi veto etmelerine yeşil ışık yakılması ve
buna karşılık bu planı kabul eden Kıbrıs Türklerinin yalnızlaştırılmasına devam edilmesi bu
çerçevede yer alıyor.
Nihayet son bir nokta da, Türkiye’nin halen iç politikada yaşamakta bulunduğu inanılmaz
siyasi, ekonomik, sosyolojik ve kültürel değişim ve dinamizm. Bize, siyasi kutuplaşma ve
ciddi gerginlikler şeklinde yansıyan ve içinde radikalleşme ve demokratikleşme tohumlarını
aynı zamanda barındıran bu dinamizmin muhtevası, niteliği ve kapsamı Avrupalı ve
Amerikalı müttefiklerimizce anlaşılamıyor. Burada yaşayan bu ülkenin insanları olarak bizim
tarafımızdan da tam anlamıyla anlaşıldığı söylenemez. Bu dinamiklerin hangi yöne doğru
4
evrileceği, yani daha fazla demokratikleşmeye mi, yoksa radikalleşmeye doğru mu gelişeceği
sorusu zihinleri meşgul etmekte.
Sabit Parametreler
Evet, saydığımız bu faktörler Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra çok boyutlu bir
karakter taşıyan dış ilişkilerimizin önceliklerinde ve yönünde, gerçek hayatta ister istemez
değişikliklere sebep olurken, bu değişikliklerin, dış politikamızın 87 yıldır aynı kalan bazı
temel ilkeler içerisinde kaldığını gözden kaçırmayalım. Türk dış politikası geçmişte de zaman
zaman bölgesel ilişkilere öncelik vermiştir. O zaman da bu temel ilkelerinden vazgeçmedi.
Türkiye, dün olduğu gibi bu gün de, aynı ilkeler çerçevesinde, etrafını çevreleyen ülkelerin
toprak bütünlüğünün korunmasına ve ekonomik refahlarının arttırılmasına katkı yapmaya
çalışmakta ve bu politikaları izlerken, kendi güvenliğini ve ekonomik gelişmesini teminat
altına aldığının bilinci içinde hareket etmeye devam etmekte.
Ortadoğu Politikamız
Türkiye 2009 yılında Ortadoğu’da, kısmen yukarıda belirttiğimiz nedenlerle daha etkili
bir rol oynamaya başladı. Türkiye’nin bölgedeki politikasının, devlet dışı aktörler dâhil, bütün
aktörlerle temas ve diyalog kurulması, Filistin ve İran dahil, bölgede yapılan tüm seçim
sonuçlarının tanınması, bölge ülkeleri arasında ekonomik ve kültürel temasların
sıkılaştırılması, bu temaslardan azami yarar sağlanması için bölge içi ve bölge dışı tüm
uluslararası örgütlerle işbirliğinin artırılması gibi bazı rehber ilkeler çerçevesinde
uygulanmakta olduğunu görmekteyiz. Bir ölçüye kadar Batı Balkanlar dâhil, eski Osmanlı
coğrafyasına ve doğusundaki Kafkasya ve Hazar alanına ve kuzeyindeki komşu Karadeniz
Bölgesi’ne de teşmil edilebilecek olan bu ilkeler türünde başka rehber ilkelerin Batı Avrupa
ve Amerika ile ilişkilerde var olmadığını görmekteyiz.
Osmanlı Coğrafyası
Bu gözlem de Türk dış politikasında Osmanlı coğrafyasına verilen önceliği net bir şekilde
ortaya koyuyor. Tabii Avrupa ile ilişkilerinde karşılaştığı zorluklar bağlamı içinde
düşünüldüğünde, Türkiye’nin eski Osmanlı topraklarında haiz olduğu tarihi, insani, kültürel
ve dil bağları dolayısıyla sahip bulunduğu mukayeseli avantajları kullanmak istemesinin,
ideolojik veya nostaljik yanından ziyade, rasyonel ve pragmatik gerekçelerle izah edilmesi
5
doğal olacaktır. Ayrıca, bu tarihi ve kültürel unsurlar bir tarafa bırakılsa bile, Ortadoğu,
Türkiye’nin güvenliği bakımından barındırdığı tehditler ve aynı zamanda, enerji ihtiyaçları ve
ekonomik kalkınması için yarattığı olanaklar ve haiz olduğu potansiyel, Türk diplomasisinin
bu günkü koşullar altında bu bölgeyi en öncelikli eylem alanı olarak görmesi için yeterli
sebepleri oluşturur.
Barış Havzaları
Bölgeselleşen Türk dış politikasının bir diğer özelliği de, Türkiye’nin, yukarıda
belirttiğimiz gibi, büyük istikrarsızlık ve güvensizliklerle dolu kendi bölgesinde, mümkün
olan yerlerde barış havzaları yaratma yolundaki çabalarıdır. Dışişleri Bakanı Davutoğlu
tarafından komşularla sıfır sorun politikası şeklinde kavramsallaştırılan bu ilke, tabii Türk dış
politikasının yeni bir parametresi değil. Ancak Erdoğan hükümetlerinin son yedi yıldan bu
yana bu ilkeyi, yeni girişimlerle zenginleştirerek, etkin bir şekilde uyulamaya koyduğu da bir
vakıa. Bu etkiliğin son örneklerini, Ermenistan’la akdedilen protokoller, Suriye ve Irak’la ve
(Libya ile) vizelerin kaldırılması ve bu ülkelerle oluşturan ortak Bakanlar Konseyleri gibi
somut gelişmelerle görüyoruz. Tabii Türkiye’nin bölgede istikrar sağlayıcı ve düzen kurucu
girişimleri aslında Batılı müttefiklerinin de çıkarına. Unutulmaması gerekir ki Avrupa ve
Atlantik toplumunun ile Ortadoğu’nun mukadderatları birbirine çok sıkı şekilde irtibatlıdır.
Ne var ki Fransa ve bir ölçüde Almanya gibi bazı Avrupa ülkeleri, ülkemizin bölgede
kazandığı bu diplomatik etkinliği, Avrupa Birliği’nin bölgedeki ortak çıkarları açısından
değil, 19. yüzyıl güç dengeleri ve rekabet yaklaşımları açısından görmeleri ve bizimle istişare
etmekten dahi kaçınmaları, hatta katılım Sürecimizde enerji başlığını açamamaları talihsizlik.
Nitekim üçüncü bir özellik de, bu bölgeselleşmenin AB ile ortak çıkarlarımızın örtüştüğü
enerji boyutunu ve ekonomik işbirliği potansiyelini oluşturuyor. Erdoğan Hükümetleri,
bölgeyle ve komşu ülkelerde Özal döneminden itibaren başlayan ekonomik, ticaret, enerji ve
yatırım ilişkilerini geliştirme politikasını sürdürmekte ve dış ilişkilerin ekonomi boyutunu,
enerji boyutunu dış siyasetimizin birer eylem araçları haline getirme stratejisini,
komşularımızla mübadelelerin dış ticaretimizdeki payını büyük oranlarda arttırarak
uygulamakta.
6
Bölgeselleşmenin Bedeli
Türk diplomasisinin bölgedeki görünürlüğünün artmasının ve izlediği bağımsız çizginin
Amerika ve Avrupalı müttefiklerimizin siyasetleriyle yer yer tam bir uyum içinde olmadığı
açıktır. Ama Amerika ve Avrupa Birliği’nin Ortadoğu siyasetlerinin birbirinin aynı olmadığı
da malumdur. Türkiye’nin burada Batılı müttefiklerinden ve bilhassa Amerika’dan özerk
hareket etmesi kendini en ziyade İran ve İsrail - Filistin meselesinde ortaya çıkan görüş
ayrılıklarında gösteriyor.
İran ile iyi ilişkiler öteden beri Türk dış politikasının ve güvenlik politikasının
değişmeyen temel taşlarından biri. Bu ülke ile rejim farkımız ve zaman zaman doğan rekabet,
görüş ayrılıkları ve hatta gerginliklerin aramızda yüz yıllardır süren barış havasını hiç bir
zaman ciddi şekilde etkilemediği bilinen bir gerçek. Öte yandan iki ülke son yıllarda enerji
konusunda işbirliği yapmakta ve zaman zaman da etnik terör hareketlerine karşı güvenlik
konusunda benzer görüşleri paylaşmaktalar.
Bölgeselleşme Kalıcı Olabilir
Türkiye'nin Batı seçeneği kapanacak olursa, o zaman Türk diplomasisindeki
bölgeselleşmenin kalıcı bir dönüşüm eğilimi içine girmesi ciddi bir olasılıktır. Bu takdirde
orta ve uzun vadede, Ortadoğu ve İslam dünyasındaki dayanışma arayışlarının, ağır
basacağına muhakkak nazarıyla bakılabilir.
Eksen tartışmalarının altındaki gerçekler (2) İran’ın nükleer güç olma emellerinin
Türkiye’nin çıkarına olmadığı da hiç şüphesiz ayrı bir gerçek. Türkiye bu Doğu komşusunu
bu emellerinden vazgeçirmek amacıyla kendi ikna kanallarını devreye sokuyor. Uluslararası
Enerji Ajansına da yarımcı olmak istiyor. Ama BMGK tarafından yaptırım uygulanmasına
karşı. Yaptırım ve yalnızlaştırma politikalarının sonuç veren politikalar olmadığı görüşü Türk
diplomasisine hâkim olan bir görüş. Bu politikaların Irak’ta ve Kıbrıs’ta sebep olduğu
sonuçlar ortada iken Türk kamuoyunun BMGK tarafından İran’a yaptırım uygulanmasına
destek vermesi mümkün görülmüyor. Kaldı ki İran’ın muhtemel yaptırımları ihlal etmesi
halinde uluslararası toplumca atılacak adımın ne olacağı da açık değil. Askeri seçeneğin
yaratacağı sonuçların tarif edilemez felaketler ve ıstıraplara yol açacağını herkes biliyor. Bu
nedenle Türkiye İran’la diyalogunu sürdürerek bu anlaşmazlığın burada, yerinde yani bölge
7
içinde çözülmesine çalışıyor. Ne var ki İran’ın oyalama siyaseti sorunun BMGK gündemine
gelmesini kaçınılmaz kılabilecek. O zaman Türkiye’nin bugünkü tutumu ile kendini radikal
ülkeler grubu içinde bulması da kaçınılmaz olacak.
Türkiye’de İran’a yaptırım uygulanmasının sakıncaları konusunda muhalefet partilerinin
ne düşündüğü halen açıkça belli değilse de, Türk halkı ve kamuoyunun, büyük bir çoğunlukla,
buna karşı olduğu kesin. Bu durumda İran meselesi, doğal olarak Amerika, İsrail ve bir kısım
Avrupa ülkeleri ile aramızda oldukça ciddi görüş ayrılığı yaratan bir konu haline gelmekte.
Hamas
Ortadoğu’da, Amerika ve İsrail ile aramızda yaşanan bir diğer görüş ayrılığı ise
Türkiye’nin Hamas ile kurduğu ilişki. Türkiye’nin bu bölgede Filistin meselesinde devlet dışı
bir aktör olan bu örgüt ile uluslararası toplum arasında bir nevi muhatap rolü üstlenmek
istediği anlaşılıyor. Ancak böyle bir girişimden hem İsrail ve Amerika’nın, hem de
Ortadoğu’daki öteki bir kısım Arap rejimlerinin rahatsız olmaya devam ettiklerini görmek zor
değil. Tabii bu rolün bölgede barış şansını arttırması halinde, Türkiye’nin tüm tarafların
takdirine mahzar olacağına şüphe yok. Hamas ile temas konusu son zamanlarda Avrupa
Birliği’nce üzerinde ciddi şekilde durulan bir konu. Bu durum ise, bu örgütle ilk temas eden
ülke olan Türkiye’nin politikasının isabetini kanıtlıyor.
Amerika İle İlişkiler
Türkiye’nin Ortadoğu ile ilişkileri, Amerika ilişkilerinde her zaman önemli bir yer tutar.
Geçmişte Türkiye ile Amerika arasındaki münasebetler, Türkiye’nin Ortadoğu’da pek fazla
aktif olmayan ve daha ziyade tarafsız bir çizgi izlemesi siyasetine dayalı ve İsrail ile de iyi
ilişkiler ve hatta fiili bir ittifak temelinde sürdürülmekteydi. Bu kere bu durumun tamamen
değişmiş olduğunu görüyoruz.
Başkan Obama’nın ilk ziyaretini Türkiye’ye yapması, 1 Mart tezkeresi krizinden sonra bu
ülke ile aramızda patlak veren krizin etkilerinin en azından Hükümetler düzeyinde tamamen
silindiğini göstermekte. Taraflar bu krizin etkilerini zaten daha Bush döneminde de, PKK’ya
karşı anlık ortak istihbarat paylaşımı gibi işbirliği önlemleriyle geniş ölçüde bertaraf etme
iradesini ortaya koymuşlardı. Bu gün akla gelen soru, Türkiye Ortadoğu’da Amerika’dan
8
bağımsız bir aktör olarak, İsrail ile münasebetleri düşük seviyede tutarken, İran ile
ilişkilerinin düzeyini yükseltmek gibi farklı politikalar izlemeye devam ettikçe, iki ülke
arasında şimdi yeniden başlayan bu karşılıklı güvenin sürdürülebilir olup olmayacağıdır.
Çıkar ve Sorun Alanları
Başbakan Erdoğan’ın son Vaşington ziyareti bu farklılıklara ve Türkiye’nin Orta
Doğu’daki yeni bağımsız politikalarına rağmen, karşılıklı güvenin devam edeceğini gösteren
önemli bir işaret oluşturuyor. Zira Türkiye ile Amerika arasında mevcut konular sırf İran’la ve
Filistin meselesi ile sınırlı değil. Her şeyden önce Türkiye ve Amerika NATO üyesi içinde
çok önemli müttefikler. Başta Afganistan olmak üzere iki ülke, geleceğe dönük bir bakışla
bölgede beraber çalışmanın ortak çıkarlarına hizmet edeceği inancını taşıyorlar. Bazı
konulardaki görüş ayrılıklarının yanı sıra Irak, Kafkasya, enerji işbirliği gibi başka birçok
alanda ise görüş birliği içinde olduklarının bilinci içindeler.
Etnik Lobiler
Bununla birlikte Amerika’da, Vaşington’un Ankara ile münasebetlerinin bozulmasını
isteyen etkili muhalif siyasi çevrelerin ve güçlü etnik lobilerin varlığı da bir gerçek. Türk
Amerikan münasebetlerinde 2010 yılının Vasington’da Türkiye karşıtı bu çevreler ve lobilerle
Obama Yönetimi arasında aynen geçen yıl ve yıllarda olduğu gibi bir güç mücadelesi şeklinde
geçeceğini tahmin etmek zor değil. Türkiye’nin kendi bölgesinde izleyeceği politikalarda
göstereceği basiret ve başarılar Vaşington’daki bu güç mücadelesinin sonucunun tayininde de
etkili olacak.
Dünya Gücü mü?
Nihayet 2009 yılı Türk dış politikasının BMGK geçici üyeliğine ve G20’ler arasında yer
aldığı, aynı zamanda Afrika, Güney Amerika ve Okyanusya’ya açılışına başladığı bir yıl oldu.
Ülkemizin bir dünya gücü olması kuşkusuz hepimizin arzusudur. Ne var ki, Türkiye henüz ne
Amerika ne Çin, ne de Hindistan. Sınırlı kaynaklarının rasyonel tahsisi ilkesi, dış politika da
geçerli bir ilkedir. Önceliklerini iyi saptaması ve önceliklerine odaklanması muhakkak ki
akılcı bir davranış tarzı olur.
9
Sonuç
Her ne kadar bir yandan Ortadoğu’da ve bölgemizdeki olaylar ve gelişmeler ve öte
yandan Ak Parti hükümetlerinin izlediği politikalar Türkiye’nin Ortadoğu ve İslam
Dünyası’ndaki profilini yükseltmiş ise de, Türkiye’nin uzun vadeli ekonomik ve stratejik
çıkarları, Türkiye ve Avrupa/Atlantik dünyasını daha uzun yıllar karşılıklı dayanışma içinde
aynı ittifak çerçevesinde bir arada tutmaya devam edecektir.
Bununla birlikte eğer Türkiye’nin Batı seçeneği şu veya bu sebeple kapanacak olursa, o
zaman Türk diplomasisindeki bölgeselleşmenin kalıcı bir dönüşüm eğilimi içine girmesi ciddi
bir olasılıktır. Bu takdirde orta ve uzun vadede, Ortadoğu ve İslam dünyasındaki dayanışma
arayışlarının, Avrupa tarafından dengelenmeyen çekici gücünün ağır basacağına muhakkak
nazarıyla bakılabilir. Bu durum dış ilişkilerimizdeki bölgeselleşmenin dış politikamızda
radikalleşmeyi tetiklemesi şaşırtıcı olmaz. İç politika ve dış politika dinamikleri birbirini
etkiler. Dış politikada radikalleşme, içerde radikalleşme riskini beraberinde getirir. Böyle bir
gelişmenin ilk zayiatının Türkiye’de çağcıl demokrasi hedefine yönelik reform çabaları
olacağına şüphe yoktur. Bu zayiattan bölgedeki demokratik eğilimler de payını alır.
Buna mukabil eğer Türkiye Avrupa Birliği’nden beklediği karşılığı görerek, katılım
sürecine ve tam üyelik hedefine tekrar kilitlenebilirse, o zaman Türkiye’deki demokratik
atılımlarla siyasi, sosyal ve ekonomik gelişmelerin yaratacağı dinamiklerin tüm Ortadoğu’da
ve daha geniş bir alanda barış, istikrar, refahı ve demokratik atılımları tetikleyeceği açıktır.
2010 yılı sarkacın hangi tarafa doğru evrilme göstereceğinin muhtemelen ilk işaretlerini
verecektir.
* Bu yazı 5 ve 6 Ocak 2010 tarihlerinde Radikal Gazetesi’nde yayınlanmıştır.
10
E. Büyükelçi Özdem SANBERK
Dışişleri Bakanlığı Eski Müsteşarı E. Büyükelçi Galatasaray Lisesi ve İstanbul Hukuk
Fakültesi mezunu olan Özdem Sanberk, Dışişleri Bakanlığı memuru olarak Madrid, Amman,
Bonn ve Paris Büyükelçiliklerinde ve OECD ve UNESCO Daimi Temsilciliklerinde çeşitli
derecelerde görevde bulunduktan sonra, 1985–1987 yılları arasında zamanın Başbakanı
Turgut Özal’ın dış politika danışmanlığını yapmıştır.
Sanberk 1987–1991 yılları arasında Avrupa Topluluğu nezdinde Büyükelçi Daimi
Temsilci, 1991–1995 yılları arasında Dışişleri Müsteşarı ve 1995–2000 yılları arasında da
Londra Büyükelçisi olarak görev yapmıştır.
2000 yılında emekliye ayrılan Sanberk, 2003 Eylül ayına kadar Türkiye Ekonomik
Sosyal Etütler Vakfı (TESEV) Direktörlüğü görevinde bulunmuştur. Halen BILGESAM,
GPOT ve GIF gibi çeşitli düşünce kuruluşlarında çalışmalar yapmakta, yazılı, sözlü ve görsel
yayın organlarında makaleleri ve görüşleri yayınlanmaktadır.
Özdem Sanberk Sumru Sanberk ile evli olup Nazlı Sanberk Altılar’ın babası ve Umut
Altılar’ın dedesidir.
11