ŞEHİR İRFAN
ve
Mayıs - Haziran - Temmuz - Ağustos 2017 Sayı 5 / Aktüel - Hakemli Dergi / ISSN: 2536-4 43X
Dosya Konusu: Şehir ve Sağlık
Prof. Dr. Abdullah EKİNCİ : Antik Çağ’dan Osmanlıya Urfa’da Sağlık - Edessa Okulu ve Tıp Hastanesi | Gılgamış’ın
Ağıdı Transkripsiyon: O. R. Gurney Güncel Transkripsiyon ve Tercüme: Doç. Dr. Nurgül YILDIRIM | Mustafa DAĞ:
Cumhuriyetin İlk Yıllarında Urfa’da Sağlık Kurumları | Prof. Dr. Kenan OLGUN: Urfa Belediye Tabipliği ve Yapılan Atamalar (1886-1915) | Doç. Dr. Hamdi DOĞAN: Urfa’da Trahom Salgını | Abdullah ORAK: Urfa’da Sağlık Sorunları (19231950) | Mustafa DAĞ: Cumhuriyetin İlk Yıllarında Urfa’nın İlk Eczaneleri ve Sağlık Personeli | Prof. Dr. Abdullah EKİNCİ
- İsmail ASOĞLU: Osmanlı Arşiv Vesikalarına Göre Misyoner Hekimler ve Urfa’daki Faaliyetleri | Ferhat TOK: Urfa
Askeri Hastanesi
İçindekiler
6
62
Antik Çağ’dan Osmanlıya
Urfa’da Sağlık
Prof. Dr. Abdullah EKİNCİ
Cumhuriyetin İlk Yıllarında
Urfa’da Sağlık Kurumları
Mustafa DAĞ
İlaçla tedaviye dair günümüze ulaşmış çivi yazılı
tablet reçeteleri bulunmaktadır. Bu reçeteler arasında en ilginç olanları arasında Sümerlere ve
Şanlıurfa Sultantepe’de bulunmuş olan ve çeşitli
rahatsızlıklara dair çivi yazılı tablet reçeteleridir.
36
74
32
Urfa Belediye Tabipliği ve
Yapılan Atamalar
Prof. Dr. Kenan OLGUN
Edessa Okulu
ve Tıp Hastanesi
Prof. Dr. Abdullah EKİNCİ
20
Urfa’da
Trahom Salgını
Doç. Dr. Hamdi DOĞAN
Gılgamış’ın Ağıdı
O.R. GURNEY
Doç. Dr. Nurgül YILDIRIM
52
Urfa’da Sağlık Sorunları
(1923-1950)
Abdullah ORAK
“
Ş E H İ R ve İ R F A N
deki
çivi yazılı tabletlerin
e
ep
nt
ta
ul
/S
rfa
ıu
nl
Şa
ritüeller
lara dair bilgiler ve
reçeteler ve hastalık
rgulavu
i
in
i açısından önem
ğ’da
Urfa’nın sağlık tarih
ça
ta
dir. Antik, ilk ve or
yan nadide belgeler
e,
an tıp
a açılmış olan şifah
Edessa ve Harran’d
ç’lu ve
Urfalı, Harranlı, Suru
ile
r
le
ne
sta
ha
u,
ul
ğu
ok
larının yazmış oldu
am
ad
ilim
lı
n’
Ay
l
Resü
tkılar
yılmasına büyük ka
ya
n
bı
tıb
ve
ilim
r
eserle
sağlamıştır.
“
120
Cumhuriyetin İlk Yıllarında
Urfa’nın İlk Eczaneleri ve
Sağılık Personeli
Mustafa DAĞ
90
Urfa Askeri Hastanesi
Ferhat TOK
126
Mayıs - Haziran - Temmuz - Ağustos 2017 Sayı 5 / Aktüel - Hakemli Dergi / ISSN: 2536-4 43X
Dosya Konusu: Şehir ve Sağlık
Mayıs-Haziran-TemmuzAğustos 2017/Sayı 5
Karaköprü Belediyesi adına
imtiyaz sahibi
Metin Baydilli
Prof. Dr. Abdullah EKİNCİ: Edessa Okulu ve Tıp Hastanesi - Antik Çağ’dan Osmanlıya Urfa’da Sağlık | Mustafa DAĞ:
Cumhuriyetin İlk Yıllarında Urfa’da Sağlık Kurumları | Gılgamış’ın Ağıdı Transkripsiyon: O. R. Gurney Güncel Transkripsiyon ve Tercüme: Yrd. Doç. Dr. Nurgül Yıldırım | Prof. Dr. Kenan OLGUN: Urfa Belediye Tabipliği ve Yapılan Atamalar
(1886-1915) | Doç. Dr. Hamdi DOĞAN: Urfa’da Trahom Salgını | Abdullah ORAK: Urfa’da Sağlık Sorunları (1923-1950)
| Mustafa DAĞ: Cumhuriyetin İlk Yıllarında Urfa’nın İlk Eczaneleri ve Sağlık Personeli | Prof. Dr. Abdullah EKİNCİ İsmail ASOĞLU: Osmanlı Arşiv Vesikalarına Göre Misyoner Hekimler ve Urfa’daki Faaliyetleri | Ferhat TOK: Urfa Askeri
Hastanesi
Genel Yayın Yönetmeni
Prof. Dr. Abdullah Ekinci
Editörler
Abdullah Ekinci (Prof. Dr.)
Levent Bilgi (Doç. Dr.)
Yayın Koord. ve Sor. Yazı İşleri Md.
İsmail Asoğlu
Yayın Kurulu
Abdullah Ekinci (Prof. Dr.)
Kazım Paydaş (Prof. Dr.)
Ekrem Bektaş (Prof. Dr.)
Kaplan Üstüner (Prof. Dr.)
Levent Bilgi (Doç. Dr.)
Hüseyin Günarslan (Dr.)
İsmail Asoğlu
Serkan Şenel
İbrahim Tanık
Hakem Kurulu
Abdullah Ekinci (Prof. Dr.)
Kazım Paydaş (Prof. Dr.)
Mehmet Önal (Prof. Dr.)
Adem Ölmez (Prof. Dr.)
Kaplan Üstüner (Prof. Dr.)
M. Sait Şahinalp (Doç. Dr.)
Levent Bilgi (Doç. Dr.)
Şerif Demir (Doç. Dr.)
Ahmet Kütük (Doç. Dr.)
Abdunnasır Yiner (Doç. Dr.)
Redaksiyon
Levent Bilgi-Emine Önder
Halkla İlişkiler ve Genel Koordinatör
Ahmet Kaytan
Yayın Türü
Dört ayda bir yayılanır
ISSN: 2536-443X
İletişim
sehirirfan@gmail.com - www.sehirveirfan.com
Adres: Çankaya Mah. 2015. Sk. No:5 Karaköprü /
ŞANLIURFA
Tasarım ve Uygulama:
İbrahim Halil Şeker
Grafinet Reklam Ajansı
Osmanlı Arşiv Vesikalarına
Göre Misyoner Hekimler
ve Urfa’daki Faaliyetleri
Prof. Dr. Abdullah EKİNCİ
106
Baskı: Semih Ofset / ANKARA
Fotoğraflar: Urfa Okulu arşivi, Prof. Dr. Abdullah Ekinci,
Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi, Karaköprü Belediyesi.
Tıbbın Sembolü
Yılan
Dergide yer alan akademik makaleler hakem
onayından geçmiştir. Yayınlanan yazıların hukuki
sorumluluğu yazarlarına aittir. Kaynak gösterilerek
alıntı yapılabilir.
Antik Çağ’dan
Osmanlıya
Urfa’da Sağlık
Prof. Dr. Abdullah EKİNCİ
ŞEHİR
H
astalıklara dair bilgilerimiz arkeolojik buluntular ile tarihi belgeler ışığında her geçen gün
daha da netleşmektedir. Arkeolojik buluntulardan özellikle hayvan kemik fosillerinden, hastalıklar ve
hastalıkların etkenleri insanın varlığından öncesine
kadar götürülmektedir. Tarihinin her döneminde, insanların hastalıklar ile mücadelesine dair çabası olduğuna
dair verilerin çeşitliği ayrıca araştırmaya değerdir. Şifa
her dönemde gizemini korumuş ve sihirli bir kavram
olarak görülmüştür. İlkel toplumların hastalıklarla mücadelesi, büyüsel ve ampirik olmak üzere iki yönde gelişmiştir.
İlk şifacıların arasında, insanüstü varlıklar olarak görülen “Büyücü” öne çıkmaktadır. “Büyücü şifacılığı”,
ilaçsız tedavi olarak ifade edilir.
Antik dünyada organizma üzerinde fizyolojik etkileri
ampirik yolla tespit edilen bazı bitkilerin tedavide kullanıldığı bilinmektedir. İlkel insanın ecza dolabında, şifalı bitkilerin yanı sıra, ağrıları dindirmek ve küçük
ameliyatları kolaylaştırmak için kullanılan afyon, coca,
kenevir, kürar gibi uyutucular da yer alıyordu. İlaçlı tedavinin bilinen tarihi milattan 3000 yıla kadar götürülmektedir. İlaçla tedaviye dair günümüze ulaşmış çivi
yazılı tablet reçeteleri bulunmaktadır. Bu reçeteler arasında en ilginç olanları arasında Sümerlere ve Şanlıurfa
İRFAN 2017-5
<6 7>
İlaçla tedaviye dair günümüze ulaşmış
çivi yazılı tablet reçeteleri bulunmaktadır.
Bu reçeteler arasında en ilginç olanları
arasında Sümerlere ve Şanlıurfa Sultantepe’de bulunmuş Asurlulara ait olan çeşitli rahatsızlıklara dair çivi yazılı tablet
reçeteleridir
“
“
ve
Sultantepe’de bulunmuş olan ve çeşitli rahatsızlıklara
dair çivi yazılı tablet reçeteleridir.
Sümerler medeni hayatın mimarlarıdırlar. İlaçlar hususunda Sümer tabletlerinden elde edilen bilgilerden
önemli gelişmeler kaydettikleri anlaşılmaktadır. Sümerlerin, Bereketli Hilal dediğimiz bölgeye M.Ö.
3300’lerde geldikleri ifade edilmektedir. Bereketli
Hilal’in Sümerler öncesinde de önemli bir kültür merkezi olduğu tartışmasızdır. Bugün başta Göbeklitepe ve
Nevali Çori olmak üzere Bereketli Hilal’in neolitik dönemde de önemli bir uygarlığa sahip olduğunu bilmekteyiz.
Göbeklitepe doğum yapan kadın buluntusu dahi,
neolitik insanının canlılara dair her türlü bilgiyi gözlem
ve kayıt altına alma çabasını göstermesi açısından kayda
değerdir.
Bu anlamda Urfa neolitik kültürüne dair bilgilerimiz
netleştikçe, dönemin hastalıkları ve tedavi yöntemlerine
dair ipuçları da ortaya çıkacağından şüphe yoktur. Göbeklitepe kadının çömelerek doğum yapma sahnesini
anımsatan Eski Mısır’dan günümüze ulaşan duvar kabartmaları bulunmaktadır. Bu kabartmalarda da kadınlar
çömelerek doğumlarını gerçekleştirmekte idi. Bu pozisyon annenin ıkınarak bebeği itmesine ve bebeğin doğum
kanalından rahatlıkla çıkmasına yardımcı olmaktadır.
Tarihsel buluntu ve belgelerin, doğum sonrası ziyaretler ve hediyeleşmelere dair verdiği bilgiler de ilginçtir.
Çivi yazılı metinler, Urfa ve çevresinin tarihi ve kültürüne dair tahmin edilenin çok ötesinde kıymetli bilgiler
içermektedir. Bu anlamda Harran isminin ilk kayıtlarının
da M.Ö. 2300’lerdeki Ebla yazıtlarında geçiyor olması
kayda değerdir. Ebla yazılardan o dönemin Harran Kralı,
Zugalum’un Ebla Kralığından bir prenses ile evlendiği
belirtilmektedir. Zugalum’dan “kraliçe” olarak söz eden
ilk yazıtlar, Ishar-Damu’nun veziri Ibbi-Zikir dönemine
aittir. Zugalum, Ebla hanedanı ile bağlarını güçlendirerek kocasından daha fazla yetkilere sahip olabilmiş
kadın bir yöneticidir.
Kraliçe Zugalum’un Ebla Kraliçe’sinin doğum yapmasından sonra onu ziyaret ettiğini ve onu 20 şekel altın
ve bir bilezikle ödüllendirdiğini öğreniyoruz.2
“
Şanlıurfa Sultantepe çivi yazılı tabletleri, hastalıklar ve onlarla ilaçsız-ilaçlı tedavi çabasına dair arkeolojik buluntular
açısından eşsiz değere sahiptir. Bu anlamda Urfa Sultantepe höyüğü buluntuları arasında yer alan çivi yazılı tabletler
hastalıklar ve reçeteler hakkında ilginç
anekdotlar vermektedir.
Şanlıurfa Sultantepe çivi yazılı tabletleri, hastalıklar
ve onlarla ilaçsız-ilaçlı tedavi çabasına dair arkeolojik
buluntular açısından eşsiz değere sahiptir. Bu anlamda
Urfa Sultantepe höyüğü buluntuları arasında yer alan
çivi yazılı tabletler hastalıklar ve reçeteler hakkında ilginç anekdotlar vermektedir.
Eski adı Huzurina olan Sultantepe Şanlıurfa merkezine 15 km’dir. Urfa’nın güneydoğusunda yer alan Sultantepe köyünün sınırları içinde yer almaktadır.
1951–1953 yılları arasında Prof. Dr. S. Lloyd tarafından
yapılan kazılarda, Helenistik (MÖ. IV. y.y.) ve Roma
Dönemi (MÖ. II. Y.) kalıntılarına rastlanılmıştır. Bu iki
dönemin dışında Asur ve Babil dönemlerine (MÖ.
1200–700) dair çivi yazılı tabletler ve steller ele geçirilmiştir. Bu kazılar sonucunda çok sayıda ele geçen çivi
yazılı tabletler, İstanbul arkeoloji müzesi ile Urfa müzesinde sergilenmektedir3.
Sultantepe çivi yazılı tabletleri antik dönem Urfa
edebiyatının, mitolojisinin, dini hayatının olduğu kadar
Urfa tıp tarihinin de en önemli kaynakları arasındadır.
Sultantepe çivi yazılı tablet reçeteleri ve ilaç içeriklerinden elde edilecek bilgilerle, “Urfa Tıbbı”nın ortaçağ
Sultantepe’de bulunmuş, göğüs
şikayetine karşı yazılmış reçete
içeren bir tablet.
Sultantepe’de bulunmuş, mide
rahatsızlıklarına karşı yazılmış reçete
içeren bir tablet.
“
Kahun Papirüsü, jinekoloji ile ilgili bilgiler vermenin
yanında doğum yapmaya uygun kadınların tespiti, gebe
kalınması için tütsüler, doğum kontrol yöntemleri ve gebelik testleri ile ilgili bilgileri de içermektedir.1
ŞEHİR
“
ve
İRFAN 2017-5
<8 9>
Sultantepe çivi yazılı tabletleri, antik dönem
Urfa edebiyatının, mitolojisinin, dini hayatının
olduğu kadar Urfa tıp tarihinin de en önemli
kaynakları arasındadır. Sultantepe çivi yazılı
tablet reçeteleri ve ilaç içeriklerinden elde edilecek bilgilerle, “Urfa Tıbbı”nın ortaçağ öncesinde de görkemli bir süreci olduğu anlaşılacaktır.
öncesinde de görkemli bir süreci olduğu anlaşılacaktır.
Bugün Mısır tıbbı hakkındaki bilgilerimizin büyük
bölümü reçete olarak tanımlanan Kahun Papirüsü, Smith
Papirüsü ve Ebers Papirüsünden oluşan papirüs tomarlarından oluşmaktadır.
Antikçağ Urfa tıp tarihi ile ilgili bilgilerimizi, neolitik
buluntular ile çivi yazılı tabletleri gibi verileri mercek
altına alarak yeniden gözden geçirmek gerekmektedir.
Urfa tıp tarihinin önemli bir başlığı da bölgede görülen
hastalıklarla ilgili veriler oluşturmaktadır. Hastalıklar
ve onlarla mücadeleye tarihsel bağlamında Mısır Papirüsleri, Çin, Hint, Arap ve Pers yazmalarında da geniş
bilgiler yer almaktadır.
Bağdat’ın 400 km kuzeyinde Şanidar bölgesinde
100.000-40.000 yıl öncesine kadar insanların yaşadığı
bilinen mağaradaki iskeletler üzerinde yapılan incele-
“
Sultantepe kazılarında 1951 yılında
bulunmuş dua metni içeren tablet.
Yeni Asur dönemi.
Boyutlar: (15x11x2,7cm)
melerde, bitki artıklarının kurumuş dallar üzerine yerleştirildiği; bunların yedisinin iyileştirici özelliklerinden
dolayı halk tıbbında kullanılan bitkilerin çiçekleri olduğu
tespit edilmiştir.4 İnsanların hayvanları evcilleştirmesiyle
birlikte bazı hastalıkların insanlara geçmesine yol açtığı
bilinmektedir. Çatalhöyük’te tarım devrimiyle birlikte
ekilebilir alanlar çoğalmış, üretimin artması için açılan
sulama kanalları ve göletler sivrisineklerin artmasına
Büyü metni içeren tabletin diğer yüzü.
Sultantepe’de kazılarında bulunmuş
Yeni Asur dönemine ait büyü metni çivi
yazılı pişmiş toprak tableti. (Boyutlar:
7,6x4,6x2 Cm.)
sebep olmuştur. Bunun sonucunda sıtma (malarya) yaygın ve tüketici bir hastalık haline gelmiştir. Evcilleştirilen hayvanların sütü, derisi, kürkü ve barınaklarındaki
tozlar, tüberküloz ve brusella gibi hastalıkların insana
geçmesine araç olmuştur.5
Çivi yazılı tabletler ve papirüslerden, antikçağ halklarının sağlık alanında büyü ve ritüellerden de yararlandığını da öğrenmekteyiz. Büyü, insanlık tarihi kadar eski
bir geçmişe sahiptir. Büyünün Hititlerin yaşamında
önemli bir yeri vardır. Doğum ve doğurganlık konusunda da büyünün ve ritüellerin önemi bir kat daha artmaktadır. Mısır tıbbı hakkındaki bilgilerimizin büyük
bölümü reçete olarak tanımlayabileceğimiz Papirüs tomarlarından oluşmaktadır.
“
“
Urfa ve Harran hem uygarlık oluşturma alanı hem de farklı medeniyet
ocaklarının ürettiklerini değerlendirme
ve geleceğe taşımada bir istasyondur.
Burada özellikle Kahun Papirüsü, Smith Papirüsü ve
Ebers Papirüsü’nün önemli bir yeri vardır.6 Eski Mısır’da, doğurganlık ile ilgili büyüler ve büyülü figürler
önemli yer teşkil etmektedir.7 Bu bağlamda Anadolu’da
gebelik konusu tıbbi uygulamalardan daha çok, ritüellerin etkin olduğuna dair çok örnek vardır.
Her ne kadar ritüel uygulamaların yeri büyük olsa
da, Hitit insanı ilaç kullanmayı da bilmiş, doğuma yardımcı olmak için de “doğum sandalyeleri” kullandıklarını bilmekteyiz. Tarihsel buluntular sadece maddi
dünyaya dair verileri içermez. Belki de ondan daha
önemlisi kültürel kodlarımıza dair verileri de içermiş olmasıdır. Mesela Hitit toplumunda gördüğümüz ve Hurri
kökenli bir masalda “bir yılda 30 çocuk doğuran Kanes
Kraliçenin öyküsü” çok çocuk sahibi olma isteği için oldukça dikkat çekicidir. Hitit toplumunun çok çocuk sahibi olma isteğinin her ailenin aynı zamanda birer küçük
ekonomik kurum-imalathane8 ve güç olarak görüldüğü
anlaşılmaktadır. Bu durumun günümüze yansımaları ayrıca kayda değer bir husustur.
Uygarlığın beşiği Mezopotamya, Anadolu ve Mı-
İyi bir rüya görmek için yapılacakları
anlatan çivi yazılı bir tablet. Yeni Asur
dönemi / Sultantepe
sır’daki antik okullar, sağlık konusunda sahip olduğumuz bilgilerin oluşmasına öncülük etmişlerdir. Eski
çağda ilaçlar genellikle bitkisel kökenli droglardan hazırlanmaktaydı. Eczacılık ise “Drogları” tanıma ve bunlardan basit yöntemlerle ilaç hazırlama düzeyinde idi.
Antik dünyanın önemli mirası, bitkiler hakkında çalışmalar yapmak ve bunları tedavide kullanma pratiklerini
kayıt altına almak olmuştur.
Nazara karşı yapılacak dua içeren çivi
yazılı bir tablet.
Yeni Asur dönemi / Sultantepe
ŞEHİR
“
İRFAN 2017-5
< 10 11 >
Ortaçağ Müslümanları, antik çağın
eserlerini tercüme ederek dünya uygarlık
tarihine eşsiz bir katkı sundular. Bu çaba
ile anatomi, botanik, kimya ve eczacılık
alanlarında önemli ilerlemeler sağladılar.
“
Antik dünyanın birikimi olan yazılı metinler, tercüme faaliyetleri sayesinde ilkçağ dünyasının dillerine,
bu dillerden Grek ve Roma eserleri Arapçaya kazandırılarak günümüze kadar gelmiştir. Aynı zamanda sözlü
veriler de kayıt altına alınmıştır. Bu anlamda Urfa ve
Harran hem uygarlık oluşturma alanı hem de farklı medeniyet ocaklarının ürettiklerini değerlendirme ve geleceğe taşımada bir istasyondur.
Urfa/Harranlı âlimler Platon, Aristoteles, Plotinos,
Hippokrates, Galenos, Batlamyus gibi ilkçağ Yunan aydınlarının eserlerini Yunanca’dan Süryanîce’ye ve Arapça’ya tercüme ettiler. Yapmış oldukları tercümeler
sayesinde Asur-Sümer, Babil ve Mısır bilginlerinin birikimleri ile ilkçağ Yunan düşünce ürünlerinin kaybolmalarına mani oldular. Yapmış oldukları te’liflerle de
bilimin gelişimine katkı sundular. Özellikle Edessa
(Urfa), Harran ve Bağdat’taki tercüme ve telif eserlerle
uygarlık birikiminin temelini gerçekleştirdiler. Ortaçağ
Müslümanların himayesi altında, Hipokrat, Galen, Dioscorides ve diğer önemli tıp bilgilerinin eserleri, Grekçe
asıllarından veya Süryaniceden Arapçaya çevrilmiştir.
Ortaçağ Müslümanları, antik çağın eserlerini tercüme
ederek dünya uygarlık tarihine eşsiz bir katkı sundular.
Bu çaba ile anatomi, botanik, kimya ve eczacılık alanlarında önemli ilerlemeler sağladılar.
İslamî dönemde Harran, Emevîlerin özel önem atfet-
ve
tikleri şehirlerden biri idi. Halife Velîd, kardeşi Mesleme
b. Abdülmelik’i Cezîre valisi olarak atadıktan sonra,
Mesleme eyalet merkezini Kınnesrin’den Harran’a taşımıştır. Ömer b. Abdülalziz’in hilafeti döneminde Harran’a, Ömer b. Hübeyre vali olarak atanmıştır. Ömer b.
Abdülalziz daha önce babasının Mısır valiliği sırasında
kendisiyle tanıştığı İskenderiye Okulu mensuplarından
bir hekimi Harran’a davet ederek ona burada bir Tıp
Okulu kurdurmuştur.9
Ömer b. Abdülaziz döneminde İskenderiye kütüphanesi Antakya’ya aktarılmış ve İskenderiye’nin tabipleri
de Harran’a getirilerek burada hem tıp kitapları üzerinde
çalışmalar yapmış hem de tıp eğitimi verilmiştir.
Emeviler döneminde Ömer b. Abdülaziz’in kurdurduğu ifade edilen Harran hastanesi daha ziyade tıp eğitimini teorik ve pratik anlamda veren bir tıp okulu idi.
Harran tıp okulunun hekimleri, hem kendilerine tahsis
edilen binada hastaları muayene ediyor hem de yardımcılarını da eğiterek yetişmelerini sağlıyorlardı.
Harran’da tıp alanındaki gelişmişliğin göstergelerinden biri de hemen hemen Harran Okulu’nun tüm hocalarının tıp ile ilgili eserler vermiş olmalarıdır. Bu
anlamda Ebu Zekeriya b. Masuye el-Harranî et-Tabib (v.
243)’in eser listesine bakmak yeterli olacaktır. Stephan
el-Harrânî, Harran’ın 8. Yüzyılın ortalarında yaşamış
meşhur hekimlerindendir.10 Harran Tıp Okulunda yetişmiş bilinen ilk hekimlerden biri olarak kabul edilir. Harran’ın en ünlü âlimlerinden biri hiç şüphesiz ki Sabit b.
Kurra’dır. Galen’in eserlerinin tamamına yakınını tercüme etmiştir. Tıp alanında incelenmemiş pek çok müstakil eseri bulunmaktadır. Sâbit genel tıp, hastalıklar,
embriyoloji, kan dolaşımı, kuşların anatomisi, veteriner
hekimlik konularını ele almıştır. Sabit b. Kurra’nın Tıp
ve Eczacılık’a dair 47 eseri bulunmaktadır.11 Sâbit’in
tıpla ilgili en önemli eseri Kitâb ez-Zahîre fi ilmi’t-tıbb
adlı eseri el-Künnaş olarak da bilinmektedir. Kitap 1928
yılında Kahire’de, 1998 yılında Beyrut’ta basılmıştır.
207 sayfadan oluşan eserde; dâhilî tıp bilimleri (iç hastalıkları, nöroloji, dermatoloji, gastroenteroloji, kardiyo-
“
Tıp tarihinde kızıl ve kızamık hastalıklarını ilk keşfeden Sâbit b. Kurra’dır. Genel
tıbbı iyi bilmesinin yanı sıra göz, çiçek, kızamık ve böbrek hastalıkları üzerinde ihtisaslaşmış, kan dolaşımı gibi konularda
da fikir sahibi bir ilim adamı idi.
“
loji, koruyucu hekimlik, deontoloji, farmakoloji) 156
sayfa; cerrâhî tıp bilimleri (üroloji, ortopedi, kadındoğum, göz, kulak-burun-boğaz) 51 sayfa olarak yer almaktadır.12
Tıp tarihinde kızıl ve kızamık hastalıklarını ilk keşfeden Sâbit b. Kurra’dır. Genel tıbbı iyi bilmesinin yanı
sıra göz, çiçek, kızamık ve böbrek hastalıkları üzerinde
ihtisaslaşmış, kan dolaşımı gibi konularda da fikir sahibi
bir ilim adamı idi. Kurra ailesinin birçok üyesi ilim ile
uğraşmış ve eserleriyle uygarlığın gelişimine büyük
katkı sunmuşlardır. Bu anlamda Sâbit b. Kurra’nın oğlu
Ebû Saîd Sinân b. Sâbit tıp, matematik ve özellikle geometri alanında bilinirken torunlarından İbrâhim b. Sinân
b. Sâbit daha çok bir matematikçi ve mühendis, Sâbit b.
Sinân ise tarihçi olarak tanınmıştır.13 Kurra ailesinin ünlü
üyelerinden biri de Sinan b. Sâbit b. Kurra (ö. 943)’dır.
O, geometri ve astronomi konularının yanı sıra tıp konusunda da eserler vermiştir. Sinan b. Sabit b. Kurra, tıp
ile ilgili eser vermenin ötesinde aynı zamanda Bağdat
ve diğer merkezlerdeki hastanelerin idaresinden sorumlu
Reis’ül Etıbba (başhekim) idi.
Hekim ve hasta ilişkileri açısından ortaçağ kaynaklarında anlatılan bir anekdot, tıp sahasındaki gelişimi
göstermesi açısından önemlidir. Buna göre; 931 yılında
bir hastanın ameliyat esnasında ölmesi ve durumun Halife’ye şikâyet edilmesi üzerine Halife, dönemin Reîsü’lEtıbbâ’sı olan Harranlı Sinan b. Sâbit’e bir heyet kurup
çevrede doktorluk yapmaya ehil olanların tespit edilerek
kendilerine sertifika verilmesini ve bundan böyle sertifika sahibi olmayanların hekimlik yaptırılmamasını emretmiştir. Tıp heyeti yaptığı tetkikten sonra, Saray ve
hastanelerde çalışan hekimlerde dahil olmak üzere Bağdat’ta 860 kişiye hekimlik sertifikası vermiştir.14
Tıp, geometri ve astronomi alanında uzmanlaşan
oğul Sinan bin Sabit (331/943) ise Yunancadan Arapçaya yaptığı çevirilerin yanı sıra eski çevirilerin redaktesi ile de ilgilenmiştir. Sabit b. Sinan’ın kızının oğlu
tarihçi yazar Hilâl bin Muhassin bin İbrâhîm de tıpla ilgilenmiştir (359/970). Sinân bin Sabît‘in oğlu Sabit bin
Sinan da (363/973) dört dönem halife doktorluğunu yapmıştır. Aynı zamanda tıp ve tarih alanında da verdiği
eserleri bulunmaktadır. Sabit bin Sinan oğlu Ebu‘l-Ferec
b. Ebi‘l-Hasen bin Sinân el-Harranî IV./X. yüzyılın ünlü
tıp bilginleri arasında yer alır. Bunun amcası Ebû İshâk
İbrahîm bin Sinân bin Sabit de (335/946) doktor ve mühendis olarak bilinmekte olup; felsefe, geometri ve astronomi alanında eserler yazmıştır.
Kurra ailesinin bu üyeleri dışında tabip Sabit bin İbrahîm bin Zehrûn (369/980), göz tabibi İbn Vasîf el-Harrânî (942/961), tabip Yûnus el-Harrânî, (IV./X. yüzyıl),
tıp ve mantık bilgini Ebû İshâk İbrâhîm bin Zehrûn elHarrânî (309/920) Harran’ın ünlü hekimleridir. Ebû
İshâk İbrâhîm bin Zehrûn el-Harrânî, Sâbit b. Kurra’nın
öğrencisidir.
Harranlı Zehrun ailesinden olan Zehrûn el Harranî
Urfa’daki kazılarda bulunan bir göz idolü.
Bağdat hastanelerinde tabip olarak da çalışmıştır. Tabip
Ebû İshâk İbrâhîm bin Hilâl bin İbrâhîm bin Zehrûn esSâbî (IV./X. yüzyıl), tabip Hilâl bin İbrâhîm bin Zehrûn
es Sâbî (309/920) gibi bilginler İslam medeniyetinin
oluşmasına katkı sağlayan Abbasî dönemde yaşayan Harranlı bilginlerdir. Harranlı hekimler arasında o dönemde
uluslararası üne sahip olanlarda bulunmaktadır. Ünü Avrupa’ya kadar uzanan tabiplerden biri, Yunus et-Tabib el
Harranî’dir. Yunus et-Tabîb el-Harrânî Harran’da doğdu,
268/881 yılı sonrasında vefat ettiği kaydedilir. Tıp eğitimini Harran’da alır daha sonra Endülüs’e giderek mesleğini burada icra eder. Endülüs Emevî Devleti emîri
Muhammed b. Abdurrahman (238-273/875-886), onu
sarayının hâssa tabipleri arasına alır. Hekimliği yanında
ilaç yapımı ile ilgili çalışmalarıyla da tanınmaktadır.
Mucidi olduğu el-Muğîsü’l kebîr adlı şurubu, onun
ŞEHİR
ilaç sahasındaki bilinen en meşhur çalışmasıdır. el-Muğîsü’l kebîr şurubu birçok hastalığın tedavisinde kullanılmıştır. Yunus el Harranî’nin hardal tohumundan da
ilaç yaptığı bilinmektedir. Endülüs’de Yunus el Harranî
dışında O’nun iki oğlu Ömer ve Ahmed’in önemli hizmetleri olmuştur. Harranlı tabiplerin elinde yetişmiş olan
bu iki hekim kardeş, Galen’in eserlerini de incelemiş
mahir tabiplerdendir. Endülüs’e geldiklerinde uzun süre
saray hekimliği görevinde bulundular. Bunlardan
Ahmed aynı zamanda fakirlerin barındığı ve tedavi edildiği bir dispanserin de sorumlusu idi. Endülüs’te vefat
eden Yunus el Harranî’nin bilgi birikimini Harran’da kazanmış olması, Harran Tıp Okulunun eğitim-öğretim düzeyini göstermesi açısından önemlidir.15
İslam dünyasının tıp sahasında tartışmasız bilginlerinden biri de Ebu Bekir Muhammed b. Zekeriya er-Razi’dir. Tıp ile ilgili eserlerinin yanında deney ve tecrübe
metodunun mucidi olarak da bilinir. Ruh ve beden hastalıklarında uzmanlaşmıştır. Çiçek hastalığının ilacını
bulmak, alkolü temizlikte kullanmak ve bazı hastalıklarda cıvayı kullanmış olmasıyla bilim tarihine geçmiştir.
Harran ve çevresiyle bağlantılı olduğu varsayılan Huneyn b. İshak ise Yunanca’dan tüm tıp kitaplarını ter-
ve
İRFAN 2017-5
< 12 13 >
Galen
cüme ettiği ve yaklaşık yirmi dokuz civarında tıp tercümesi bulunmaktadır. Bu kitapların on tanesi göz hastalıklarıyla ilgilidir.
Dönemin en büyük mütercimi Huneyn bin İshak, aynı zamanda önemli bir hekimdi. Meşhur Yunan
hekim Galen’in 99 eserini Arapçaya çevirmiş olan Huneyn bin İshak, birçoğuna şerhler yazmıştır.
Tıpla alakalı oftalmoloji alanında iki temel eser bırakmış olan Huneyn, Aşr Makalat fi’l Ayn (Göz
Hakkında On Makale) ve Mesail fi’l Ayn (Gözle İlgili Problemler) adlı eserler ile gözün anatomik
yapısı hakkında önemli bilgiler vermekmiştir.
ŞEHİR
< 14 15 >
“
İslam dünyasının tıp sahasında tartışmasız bilginlerinden biri de Ebu Bekir Muhammed b. Zekeriya er-Razi’dir. Tıp ile
ilgili eserlerinin yanında deney ve tecrübe
metodunun mucidi olarak da bilinir. Ruh
ve beden hastalıklarında uzmanlaşmıştır.
Çiçek hastalığının ilacını bulmak, alkolü
temizlikte kullanmak ve bazı hastalıklarda
cıvayı kullanmış olmasıyla bilim tarihine
geçmiştir.
konusu yüzyılda vezirlerin Rey, Nişabur ve diğer şehirlerde hastane açtıkları bilinmektedir.16
Müslümanlar tarafından ilk hastane, El-Velid bin Abdülmelik tarafından 706 yılında Şam’da kurulmuştur.
Daha sonra Mısır, Suriye, Irak ve Anadolu’da birçok
hastane yapılmıştır. Hastanelerin yaygınlaştırma sebeplerin başında fakir ve kimsesizlerin, tıbbi imkânlara kavuşturma isteğidir. Bu hastaneler aynı zamanda iç
hastalıkları ve göz hastalıkları hekimleri, cerrah ve eczacıların çalıştığı birer tıp merkezi ve öğretim yapan
okul idiler. Selçuklular’ın daha Sultan Alparslan döneminden başlayarak Nisabur, Bağdad, Şiraz, Berdeşir,
Kâşân, Ebher, Zencan, Gence, Harran ve Mardin gibi
merkezlerde bimaristanlar kurdukları ifade edilmektedir.
1184 yılında Şam bölgesini ziyaret eden İbn Cübeyr
Şam’da 2, Nusaybin’de 1, Harran’da 2, Halep’te 1, Hama’da 1 hastane bulunduğunu yazar.17 Bu dönemde Harran’dan daha büyük bazı şehirlerde birer hastane
bulunurken Harran’da, Şam’da olduğu gibi iki hastanenin bulunması burada tıbbın bir hayli ilerlemiş olduğunu
gösterir. 1242 yılında Halep Eyyûbî hükümdarı el-Melikü’n-Nâsır Salahaddîn tarafından Harran’daki vergilerin teftişi için gönderilen İzzeddin b. Şeddâd, şehirde bir
tane hastane bulunduğunu ve bunun da Muzafferüddîn
Karaciğer modeli
(Etrüsk)
Karaciğer modeli
(Babil)
İRFAN 2017-5
“
O, gözün yapısı, göz hastalıkları ve görmeyi engelleyecek tüm hastalıklar hakkında çeşitli kitaplar yazmış,
tedavi yollarını göstermiş ve bazı göz ilaçlarını bulmuştur. Onun eserleri Latince’ye tercüme edilmiş ve uzun
bir süre batı üniversitelerinde ders kitabı olarak okutulmuştur. Beytü’l-Hikme’nin başına getirilmiştir. Beytü’l
Hikme âlimleri, bilim dünyasına büyük katkılarda bulunmuşlardır. Deneysel metot Beytü’l-Hikme’de keşfedilmiştir.
Bu metodu İbn Sina ve er-Razî gibi âlimler başarıyla
kullandılar. İbn Sina‘nın el Kanun fi’t-Tıb adlı eseri birçok Avrupa diline çevrilmiş ve yıllarca Avrupa üniversitelerinde okutulmuştur. Er-Razi’nin el-Havi Fi’t-tıb
adlı eseri, çalışmalarında uyguladığı deneyler ile ve çalışma metotlarını içermektedir.
İslam dünyasında hastane yapımıyla ilgili de farklı
değerlendirmeler söz konusudur. Ortaçağ İslam dünyasında tıp ile ilgili kurumlar ve kavramlar bağımsız bir
çalışma yapacak kadar teferruatlıdır. Bu anlamda İslâm
dünyasında tıp eğitim ve öğretimi ile tedavinin birlikte
yürütüldüğü müesseseler, “Dâru’t-tıb”, “Dâru’ş-sifa”,
“Dâru’s-sihha”, “Dâru’l-merza”, “Şifahâne”, “Mâristan”,”Bimaristan”, “Dâru’l-afiye” ve “Bimarhane” gibi
isimlerle anılmaktadır. Bölgemizde özellikle Urfa ve
Harran’da söz konusu kurumların kuruluş ve çalışma
pratikleri ile ilgili kaynaklardaki bilgiler, oldukça dağınıktır.
Harran Tıp Okulu ile ilgili bilgilerimiz olmakla birlikte Harran’da ilk hastanenin ne zaman açıldığı bilinmemektedir. Ancak ortaçağ İslam dünyasında
hastanelerin kurulma hikâyesi Emevîler ile başlamış Abbâsîler, çağdaşı İslam devletler ve beylikler tarafından
devam ettirilmiştir.
Nitekim hicrî dördüncü asrın başlarında İslâm dünyasının birçok merkezinde hastane bulunmaktaydı. Söz
ve
“
Gökböri tarafından yapılmış olduğunu kaydeder.18
Tıp, botanik ve eczacılık Eyyûbîler devrinde gerçekten parlak bir devir geçirmiştir. Eyyûbîler zamanında
Müslüman ve gayrimüslim tabipler çok müreffeh bir
hayat yaşamışlardır. İç hastalıkları, cerrahî, göz hastalıkları gibi dallarda uzman tabipler deneylerini “künnâş”
adı verilen mecmualarda toplarlardı. İbn Ebû Usaybia
tıp alanında gördüğü ve yaşadığı ilgi çekici olayları anlatan Kitâbü ‘t-Tecârib adlı bir eser kaleme almıştır.
Ya‘kūb b. Saklâb en-Nasrânî adlı tabip Câlînûs’un eserlerini Yunanca orijinalinden okurdu. İbnü’n-Nefîs’in
küçük kan dolaşımını doğru olarak tespit etmesi bu dönemdeki önemli tıbbî buluşlar arasında zikredilebilir.
Şeker hastalığı üzerinde ilk müstakil eseri yazan ve bu
hastalığın karaciğere bağlı olduğunu tespit eden de Eyyûbîler dönemi tabip-filozoflarından Abdüllatîf el-Bağdadî’dir. Botanik ve eczacılık konusundaki çalışmalar
da deneye dayanmaktaydı. Reşîdüddin es-Sûrî ve İbnü’lBaytâr’ın talebeleriyle birlikte kırlarda, bahçelerde, dağlarda dolaşarak botanik araştırması yaptıkları,
Reşîdüddin es-Sûri’nin bu araştırmalar sırasında yanında
ressam götürüp çeşitli safhalarında bitkilerin resimlerini
yaptırdığı bilinmektedir. İbnü’l-Baytâr, el-Melikü’lKâmil ile el-Melikü’s-Sâlih Necmeddin’in botanikçibaşısı (reîsülaşşâbîn) olmuş, Endülüs, Kuzey Afrika, Mısır,
Suriye ve Anadolu gibi ülkelere seyahatler düzenlemiş
ve bitkiler üzerinde araştırmalar yapmıştır. İbnü’l-Baytâr, el-Câmi li-müfredâti’l-edviye ve’l-aġziye adlı kitabında yer verdiği 1400 tıbbî ilâcın 300’den fazlasından
ilk defa kendisi bahsetmiştir. Bunların 200’den fazlası
bitkisel ürünlerdir .19
Selâhaddîn-i Eyyûbî’den sonra da pek çok medrese
açılmıştır. Bunlar arasında Dımaşk’ta Azîziyye, Âdiliyye, Eşrefiyye dârülhadisleriyle Mühezzebüddin edDahvâr’ın tıp medresesi sayılabilir. Bu devirde sadece
Dımaşk’ta doksan, Halep’te on beşten fazla fıkıh medresesinin bulunduğu kaydedilmektedir. Felsefe, matematik, astronomi ve tıp alanlarında ise İbn Ebû
Usaybia’nın amcazâdesi Reşîdüddin Ali b. Hasan b. Ebû
Usaybia, İbn Fellûs, botanikçi ve hekim Reşîdüddin İbnü’s-Sûrî, botanikçi ve eczacı İbnü’l-Baytâr, Uyûnü’lenbâ fî ŧabaķāti’l-eŧıbbâ adlı eseriyle meşhur göz hekimi
“
1184 yılında Şam bölgesini ziyaret eden
İbn Cübeyr; Şam’da 2, Nusaybin’de 1, Harran’da 2, Halep’te 1, Hama’da 1 hastane
bulunduğunu yazar. Bu dönemde Harran’dan daha büyük bazı şehirlerde birer
hastane bulunurken Harran’da, Şam’da olduğu gibi iki hastanenin bulunması burada tıbbın bir hayli ilerlemiş olduğunu
gösterir.
“
“
Şeker hastalığı üzerinde ilk müstakil
eseri yazan ve bu hastalığın karaciğere
bağlı olduğunu tespit eden de Eyyûbîler
dönemi tabip-filozoflarından Abdüllatîf
el-Bağdadî’dir.
ve biyografi yazarı İbn Ebû Usaybia sayılabilir. Tıp eğitiminin de yapıldığı bu hastahanelerde Reşîdüddin Ebû
Huleyka, Ali b. Yûsuf b. Haydara er-Rehâbî, ömrünün
önemli bir kısmını Eyyyûbîler zamanında geçiren göz
hekimi ve biyografi yazarı İbn Ebû Usaybia, İbnü’l-Lebbûdî, Muhammed b. Abbas ed-Düneysirî, İbnü’n-Nefîs,
İbn Ebû Usaybia’nın amcazâdesi Reşîdüddin Ali b.
Hasan b. Ebû Usaybia, İbn Fellûs, gibi tıp âlimleri yetişmiştir.
Botanikçi ve hekim Reşîdüddin İbnü’s-Sûrî, botanikçi ve eczacı İbnü’l-Baytâr, Uyûnü’l-enbâ fî ŧabaķāti’letıbbâ adlı eseriyle meşhur göz hekimi ve biyografi
yazarı İbn Ebû Usaybia sayılabilir. Memlükler’in Şam
nâibi Tengiz, Suriye’de ilim ve imar faaliyetlerine
önemli katkılarda bulunduğu gibi Dımaşk’ta Nûreddin
Zengî’nin yaptırdığı hastanelere ilâve olarak yeni hastaneler inşa ettirmiştir. Tıp eğitiminin de yapıldığı bu hastanelerde Reşîdüddin Ebû Huleyka, Ali b. Yûsuf b.
Haydara er-Rehâbî, ömrünün önemli bir kısmını Eyyyûbîler zamanında geçiren göz hekimi ve biyografi yazarı İbn Ebû Usaybia, İbnü’l-Lebbûdî, Muhammed b.
Abbas ed-Düneysirî, İbnü’n-Nefîs gibi tıp âlimleri yetişmiştir.20 Urfa’da Salahaddin Eyyûbî Medresesi de Eyyübi hükümdarı Salahaddin Eyyûbî zamanında, onun
adına, 587 (1191) tarihinde yaptırılmıştır.21
Memlukler döneminde de felsefe, riyâzî ve tabii ilimler alanında da değerli âlimler yetişmiştir. Tıp öğrenimi
büyük ölçüde hastanelerde yapılıyordu. Hastanelerin
bünyesinde tıp alanında yazılmış kitaplar ve tıbbî aletlerle teçhiz edilmiş özel bölümlerde teori ve pratik bir
arada yürütülüyordu. Dinî medreselerin bazılarında tıp
dersi verilirken üçü Dımaşk’ta olmak üzere tıp öğreniminin verildiği özel medreseler mevcuttu. Kahire, Dımaşk ve diğer büyük şehirlerde çok sayıda hastane
bulunuyordu. Bu hastanelerin en meşhuru olan Kalavun
Hastanesi dahiliye, cerrahiye, göz hastalıkları ve ortopedi kısımlarına ayrılmıştı. XII ve XIII. yüzyıllarda göz
ŞEHİR
hastalıklarının tedavisinde en önemli gelişme Mısır ve
Suriye’de olmuştur. Halîfe b. Ebü’l-Mehâsin katarakt
ameliyatını başarırken Suriye-Mısır tıp akımının önemli
temsilcisi İbnü’n-Nefîs küçük kan dolaşımını keşfetmiştir. Tabiplerin biyografisine dair eseriyle ün kazanan İbn
Ebû Usaybia da zamanın meşhur göz doktorlarındandı.22
Osmanlı Devletinin klasik döneminde (14501730) İslam tıp teorisine dayalı çalışmalar yapılmış olup
külliyelerin parçası şeklinde büyük darüşşifaların açılmıştır. Bu anlamda 399’da Yıldırım Beyazıd zamanında
Bursa’da (Yıldırım Darüşşifası) ilk hastane açılmıştır.
Osmanlı dönemi önde gelen Darüşşifalarından biri
de1308’de inşa edilen Amasya Darüşşifası’dır. Dönemin
önemli hekim ve cerrahlarından biri Şerafeddin Sabuncuoğlu (1386?-1470) eğitimini burada yapmıştır. Şerafeddin Sabuncuoğlu, Amasya Darüşşifası’nda hem
hekimlik hem de eserlerini bu hastane de yazmıştır.
Sağlık alanında Fâtih Sultan Mehmed devri, apayrı
bir önem sahiptir. Fâtih, sağlık sektörünün kurumsallaşması adına Hekimbasilik (Reisu’l-Etibba) müessesesini
kurmuştur. II. Bâyezid döneminde ise Edirne’de Kirişhâne Mahallesi’nde bir cüzamhane ile akıl hastanesi
yaptırılmıştır. Osmanlı döneminde hekimlik veya ilaçlar
hakkında hiçbir geçerli bilgisi bulunmayan kişilerin
hasta tedavi etmesinin önüne geçilmek istenmiştir. Bu
amaçla 1573 yılında Sultan Selim II ( 1524-1574) hekimlik yapacak kişilerin hekimbaşı tarafından imtihan
edilmesi ve imtihanı kazananlara bir belge verilmesi ve
ancak belgesi olanların hekimlik yapabilmesine dair bir
hüküm çıkarılmıştır. 18. Yüzyıldan (1730-1825) itibaren
sağlık alanında batıdaki gelişmeler takip edilmiş ve sağlık sahsında önemli tercümeler yapılmıştır. 1827’de
Mustafa Behçet’in çalışmalarıyla Tıbhâne-i Âmire kuruldu. 1839’da kurulan Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şâhâne ile de Osmanlı devleti tıp eğitimi veren önemli bir
kuruma sahip oldu.
Sağlık alanındaki gelişmelerden biri ilaç ve ilaç maddelerinin işlenmesi ile ilgili gelişmelerdir. Fatih, Süleymaniye ve Edirne Darüşşifalarının vakfiyelerinde
drogları sağlayan, ilaç ve macunları yapan kişiler için
Aşşab, Şerbetçi, Edviyeküp gibi meslek isimleri anılmaktadır. Süleymaniye Darüşşifası’nın vakfiyesinde bu
hastanede çalışanlar arasında Eczacıdan başka Eczacı
Kalfası, İlaç Kilarcısı ve İlaç Vekilharcı gibi ilaçların yapımı, muhafazası ve satın alınması gibi işler ile ilgilenenler bulunmaktaydı. Osmanlı İmparatorluğu
döneminde ilaç ile ilgili maddelerin sağlanması ve halk
ilaçlarının yapılması hususunda aktarlar da etkili konumdaydı. Modern anlamda eczaneler 18. yüzyılın ortalarında yabancı uyruklu eczacılar tarafından açılmıştır.
Kırım savaşı (1854) sırasında Avrupa devletlerinin orduları ile birlikte İstanbul’a gelen yabancı hekim ve eczacıların etkisi ile eczanelerin sayıları arttığı kabul
edilmektedir.
ve
İRFAN 2017-5
< 16 17 >
Sabit bin Kurra
(D.821 Harran – Ö.921 Bağdat)
Sabiî bir ailenin çocuğu olarak dünyaya
gelen Sabit bin Kurra, gençliğinde sarraflık
işiyle uğraştı. Arapça, Yunanca, Süryanice ve
Rumca’yı çok iyi bir biçimde öğrendi. Aykırı
düşünceleri nedeniyle Harran’daki Sabiîlerle
anlaşmazlığa düştü ve Bağdat’a giderken tanıştığı Muhammed b. Musa sayesinde
Beytü’l Hikme’de çeviri çalışmalarına katılarak Halife el-Mutezid’e yakınlaşma olanağı
buldu.
Sabiilerin Bağdat’ta sosyal ve siyasal statü
kazanmalarını sağladı. Aynı zamanda tabip
olan Sabit bin Kurra, öldüğü sanılan birini
uyguladığı yöntemlerle hayata döndürmüş,
matematik, astronomi, mantık, eczacılık,
geometri, felsefe ve müzikle ilgili çok sayıda
eser üretmiştir.
İslamı kabul etmemesine rağmen Halife’nin yanında statüsü öyle yüksektir ki, bizzat Halifenin bulunduğu ilahiyat tartışmalarında, İslam ve diğer tek tanrıcı dinlere
karşı Harran çok tanrıcılığını ve İbrahimi dinler dışındaki dinler adına Paganizmi savunmuştur. İslamiyeti kabul etmesi yönünde
yapılan önerileri kabul etmemiş ve Harran’ın
geleneksel yıldız-gezegen kültüne inanan
bir pagan olarak ölmüştür.
Ebers Papirüsü: M.Ö. 1500’lerde yazılmıştır.
0,20x30 m boyutlarındadır. 1875’te Alman egiptolog
Georg M. Ebers (1837-1898) tarafından, “Ebers Papirüsü, Mısırlıların İlaçlarına Dair Hieratik Yazı ile Kaleme Alınmış Gizli Kitap” adıyla 2 cilt olarak
yayınlanmıştır.
Edwin Smith Papirüsü
Mısır tıbbinin en önemli kaynakları olan papirüslerin
geçmişi M.Ö. 3000’lere kadar uzamaktadır. Bulunduğu
yere, bulan kişiye veya sergilendiği şehre göre isimlendirilen tıbbi papirüslerin en önemlilerinden biri olan
Edwin Smith Cerrahi Papirüsü; M.Ö. 1600’lerde yazılmıştır. 0,33x4,68 m boyutlarındadır. Bilinen tıbbi papirüsler içinde en bilimsel olanıdır. Konuların 48’i yara,
kırık, çıkık ve tümörler, 27’si kafa, 11’i göğüs, 6’sı
boğaz ve servikal vertebralar, 2’si klavikula, 1’i humerus, 1’i de omuzlarla ilgilidir. Travmatik yaralanmaların
tedavileri sistemli bir şekilde sınıflandırılmış, baş,
boyun,göğüs ve omurga travmaları aktarılmıştır. Mesela, kafasında ezilme şöyle açıklanmıştır: “Kafatası derisinin altında eziklik olan bir kimsenin muayene
edilmesi ve durumunun teşhisi hakkında: Kafatasında
eziklik olan bir adamı elinizle muayene ettiğiniz zaman,
eritilmiş bakır gibi buruşukluklar görülüyor, elinize
bebek başı gibi yumuşaklıklar geliyor ve parmaklarınızın altında kımıldama ve zonklama duyulmuyorsa bu vakanın tedavisinin mümkün olmadığı düşünülmelidir.”
Beynin yüzeyinin girintili olduğu ve zarla kaplanmış
iki yarım küreden oluştuğu, ayrılmış dokuların dikilerek
birleştirildiği hakkında da bilgi verilmiştir.
Ramesseum Papirüsü: M.Ö. 2000’lerde yazılmıştır. II. Ramses’in yaptırdığı Ramesseum tapınağının harabeleri yakınında bulunmuştur. Biri yeni doğan
bebeklerin yaşayıp yaşamayacağına dair belirtileri ve
gebeliği önleyici tedbirleri, diğeri romatizma ve eklem
hastalıklarıyla ilgili bilgileri ihtiva eden 2 papirüstür.
Hearts Papirüsü: M.Ö. 1500’de yazılmıştır. Kırıkçıkık tedavileri hakkında ilginç bilgiler ihtiva eder. Kırıklar un ve bal karışımına bulanmış sargı bezleriyle
sabitlenmiş, bu karışım kuruyarak sertleşmiş ve tespitte
faydalı olmuştur. bu tedavi prensibi Yunan ve İslam tıbbında da aynen uygulanmıştır, günümüzde ise alçı kullanılarak devam etmektedir.
Ebers Papirüsü
250 Civarında hastalık ve 875 reçete ihtiva etmektedir. bu bakımdan hem bir kodeks hem de bir tıp kitabıdır. Büyüler ve astrolojik görüşler yanında cerrahi
operasyonların tarifleri, teşhise ait kesin gözlemler, ilaç
reçeteleri ve sağlık nasihatleri açıklanmıştır. İlaçların
terkibine giren maddelerin sayısı fazla olduğu için (1012) bazı reçeteler çokkarışıktır, bazıları ise iğrenç maddeler ihtiva etmektedir. Gözdeki beyaz lekeler için
kaplumbağa safrasını göz kapaklarına sürme, miğrende
zeytinyağında pişirilmiş yılan balığı başını hastanın başına koyma gibi günümüzde garipsenecek uygulamalar
yanında, gece körlüğünde kızartılmış öküz ciğeri yeme,
yanıklarda tannik asit kullanma gibi hala geçeril olan tedaviler de vardır. Reçetelerde hastalıkların sadece adı
geçmekte, teşhise ancak bazı durumlarda değinilmektedir. Göz, kulak, mide hastalıkları ve tümörler papirüsün
dikkate değer konularıdır. Mısır tıbbında büyüyle herşey
mümkün olduğundan, papirüsteki hastalıkların seyri
ümit verici olarak gösterilmiştir.
(Kaynak: Ali Haydar Bayat - Tıp Tarihi, S.64-65)
ŞEHİR
DİPNOTLAR:
1
Şeyma Ay, “Hitit Metinlerinde Geçen Gebelik Konusunda Kısa Bir
Bakış”, Tarih Okulu, Sayı XII, Ocak-Nisan 2012, s. 41-61.
2
Tonietti–Firenze, Maria Vittoria (2010). The Expedition of Ebla against Ašdar(um) and the Queen of Harran. Ze itschrift für Assyriologie,
Bd. 100, S. 56–85. Berlin: de Gruyter’den aktaran Erkan Erdemir, Batılı Kaynaklarda Harran Şehri, http://islam-salzburg.at/Harran.pdf.eşm
trh. 6.08.2018.
3
S. Lloyd, N. Gökçe, “Sultantepe”, Anatolian Studies, III, 1953; W. G.
Lambert, “The Sultantepe Tablets”, Anatolian Studies, XX, 1970, s.
111–117; Abdullah Ekinci, Müze Şehir Urfa,…
4
Ali Haydar Bayat, Tıp Tarihi, s. 37.
5
Ali Haydar Bayat, s. 38.
6
M.Ö. 1900’lere tarihlenir. İki bölümden oluşur. İlki kadın hastalıkları,
gebelik ve doğumla ilgili iken, ikincisi veteriner hekimlikle alakalıdır.
Sayılı (1991), 119-120. 4) M.Ö.1600’lerde yazıldığı tahmin edilmektedir. Breasted ise papirüsün yazarının İmhotep olduğunu düşünmekte, dolayısıyla tarihini daha da geriye götürmektedir. Sayılı
(1991), 117. Söz konusu papirüs Edwin Smith tarafından bulunmuş,
James H. Breasted tarafından çevrilmiştir. Breasted’e göre papirüs
M.Ö.3000-2500 yıllarından kalma bir belgenin kopyalarındandır. Bkz.
Mashouf (2005), 25-26. 5) 18. Sülale dönemine kadar uzanmakla birlikte filolojik incelemeler papirüsün daha eski eserlerden kopya edilmiş olduğunu göstermektedir. Sihir unsuruna oldukça az yer
verilmiştir. 875 reçete içermektedir. Bkz. Sayılı (1991), 116.
7
Şeyma Ay, Hitit Metinlerinde Geçen Gebelik Konusuna Kısa Bir
Bakış, The History School Januar April 2012 Number VII, pp. 41-46.
8
Güngör Karauğuz, Hitit Mitolojisi, Konya 2001, s.198-201; Şeyma Ay,
Hitit Metinlerinde Geçen Gebelik Konusuna Kısa Bir Bakış, The History School Januar April 2012 Number VII, s. 49.
9
G. Fehérvári, “Harrān”, Encyclopaedia of Islam, (New Edition),
(1966), s. 228; Şinasi Gündüz, Anadolu’da Paganizm, Ankara Okulu
Yayınları, Ankara 2005, s. 43; Abdullah Ekinci, Harran Mitolojisi ve
Tarihi, Ankara 2008, s. 140-170.
10
Ramazan Şeşen, Harran Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1993, s. 56.
11
Abdullah Ekinci, Ortaçağ’da Urfa, Efsane, Tarih, İnanç, İlim ve Felsefe Kenti, Ankara 2006.
12
Detaylı Bilgi için bkz. Abdullah Ekinci, Harran Mitolojisi ve Tarihi,
İstanbul 2008; Harranlı Bilim adamları Kongresi, “Gevher Nesibe
Hatun Tıp Tarihi Enstitüsü”, Ali Bakkal, “Harran Tıp Okulu”, Hr. Ün.
İlahiyat Fak. Dergisi, S. 34, Temmuz-Aralık 2015, s. 7; Abdullah
Ekinci, III-XII. Yüzyıllar arası Urfa’da Dinî ve Fikrî Hayat, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Hr. Ün. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Şanlıurfa 1995.
13
İhsan Fazlıoğlı, “Sabit b. Kurra”, DİA., cilt: 35; s. 355
14
İbn Ebû Usaybia, “Uyûnül-enbâ fî tabakâtil-etıbbâ, (nşr. Nizâr
Rızâ), Beyrut 1965, s. 302; Sigrid Hunke, Avrupa’nın Üzerine Doğan
İslâm Güneşi, 2. Baskı, çev. Servet Sezgin, Bedir Yayınevi, İstanbul
1975, s. 157; C. Zeydan, İslâm Medeniyeti Tarihi, III, 370-371; Will
Durant, İslâm Medeniyeti, çev.: Orhan Bahaeddin, Tercüman 1001
Temel Eser, İstanbul, trs., s. 106.
15
İbn Cülcül, Ebû Dâvûd Süleyman b. Hasan b. Cülcül el-Endelüsî, Tabakâtül-etıbbâ velhukemâ, thk. Fuâd Seyyid, 2. Baskı, MüessesetürRisâle, Beyrut 1405/1985, s. 94-95; R. Şeşen, Harran Tarihi, s. 78; A.
Bakkal, Harran Okulu, s. 70-71;Abdullah Ekinci, Harran Mitolojisi ve
Tarihi, İstanbul 2008, 140-170; Abdullah Ekinci, Ortaçağ’da Urfa, Efsane, Tarih, İnanç, İlim ve Felsefe Kenti, Ankara 2006, s.199-214
16
Corci Zeydan, İslâm Medeniyeti Tarihi, III, 384.
17
Ebu’l-Hasan Muhammed b. Ahmed b. Cübeyr el-Endelüsî el-Belensî
(İbn Cübeyr), Rihletü İbn Cübeyr, el-Mektebetü’l-Arabiyye, Bağdat,
ve
İRFAN 2017-5
< 18 19 >
1356/1937, s. 199; R.A. Kern, “Mescid”, MEB İA, VIII, 60.
Ali Bakkal, Harran Okulu, İstanbul 2008, s. 21;Abdullah Ekinci,
“Müzafferüddin Gökböri…”, Türkler Ansiklopedisi c.4 Ed. Hasan
Celal Güzel - Kemal Çiçek - Salim Koca, Ankara 2002
19
Ramazan Şeşen, “Eyyübiler, DİA, 12, s. 28; (İbn Ebû Usaybia, II,
133, 217-219; Şeşen, Salâhaddîn Devrinde Eyyûbîler Devleti, s. 273389).
20
Cengiz Tomar, “Suriye”, DİA, C.37, s. 556.
21
Abdullah Ekinci, Ortaçağ’da Urfa, s. 84-118; Mehmet Memiş, “Osmanlı Dönemi Urfa Medreseleri”, Osmanlı Urfası, C. I, editör, Abdullah Ekinci, İstanbul 2017, s. 124-126.
22
İsmail Yiğit, “Memlükler” DİA, C.29, s. 96.
18