T.C.
FIRAT ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TARİH ANABİLİM DALI
“İNGİLTERE’NİN IRAK SİYASETİ (1798-1876)”
DOKTORA TEZİ
DANIŞMAN
HAZIRLAYAN
Prof. Dr. Mustafa ÖZTÜRK
Sungur DOĞANÇAY
ELAZIĞ-2015
T.C.
FIRAT ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TARİH ANABİLİM DALI
“İNGİLTERE’NİN IRAK SİYASETİ (1798-1876)”
DOKTORA TEZİ
DANIŞMAN
HAZIRLAYAN
Prof. Dr. Mustafa ÖZTÜRK
Sungur DOĞANÇAY
Jürimiz, ………tarihinde yapılan tez savunma sınavı sonunda bu yüksek lisans /
doktora tezini oy birliği / oy çokluğu ile başarılı saymıştır.
Jüri Üyeleri:
1. Prof. Dr. Mustafa ÖZTÜRK
2. Prof. Dr. Nuri YAVUZ
3. Prof. Dr. İbrahim YILMAZÇELİK
4. Doç. Dr. Ahmet GÜNDÜZ
5. Yrd. Doç. Dr. Ayşe ÇAĞLIYAN
F. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Yönetim Kurulunun …... tarih ve …….sayılı
kararıyla bu tezin kabulü onaylanmıştır.
Prof. Dr. Zahir KIZMAZ
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü
II
ÖZET
Doktora Tezi
“İngiltere’nin Irak Siyaseti (1798-1876)”
Sungur DOĞANÇAY
Fırat Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü
Tarih Anabilim Dalı
Elazığ-2015; Sayfa: XXXV + 238
Bu çalışmada, başta Başbakanlık Osmanlı Arşivi ve İngiliz Ulusal Arşivleri
olmak üzere çeşitli arşivler ve araştırma merkezlerinde bulunan belgelerden istifade
edilerek 1798-1876 yılları arasında Britanya İmparatorluğunun Irak bölgesinde
yürüttüğü siyasî faaliyetler hakkında bilgi verilmeye çalışıldı.
Bilindiği gibi söz konusu dönemde Irak, Osmanlı Devletine bağlı başta
jeopolitik ve jeostratejik olmak üzere dinî, içtimaî ve kültürel açıdan oldukça önemli bir
bölge idi. Bu özelliklerine ilave olarak farklı etnik unsurların ve semavi dinlerin bir
arada yaşaması Irak’ın önemini daha da arttırmakta idi. İşte bu öneminden dolayı
Osmanlı Devleti Irak’ı muhafaza ve yabancı devletlerin müdahalesini bertaraf etmek
için hem kendisini temsilen hem İstanbul’da hem de Irak’ta görev yapan temsilcilerinin
eliyle çeşitli politikalar yürüttü. Lakin 1789 yılında Fransız İhtilali ile başlayan ve kısa
sürede tüm dünyayı etkisi altına alan milliyetçi ayaklanmalar Osmanlı Devleti dahilinde
de meydana geldi. Bu ayaklanmaların bir türlü kontrol altına alınamayıp farklı
bölgelerde ve bazen birkaç yerde aynı anda ortaya çıkması devleti XIX. yüzyıl boyunca
bir hayli yıprattı. Bu ihtilal ortamında Irak bölgesi adeta kendi kaderine terk edildi.
Hindistan Ticaret Yolunu güvenlik altına almak ve bu bölgeden Hindistan’a alternatif
yollara sahip olmak isteyen İngiltere’nin; buraya sahip olarak İngilizleri buradan uzak
tutmak isteyen ve İstanbul’a kadar sarkmak niyetinde olan Rusya’nın; İngilizlere
kaptırdığı sömürgesi Hindistan’ı tekrar ele geçirmek ve İngilizlere burada darbe
indirmek isteyen Fransa’nın; Şiî Mezhebi mensupları için Mekke ve Medine’den sonra
III
en kutsal yerler olan Kerbela ve Necef gibi şehirlere sahip olmak ve Basra Körfezini
tamamen ele geçirerek hem Osmanlı Devleti hem de diğer devletleri buradan
uzaklaştırmak isteyen İran Devleti’nin çıkar çatışması içerisine girdikleri bir bölge
haline geldi.
Osmanlı Devletinin içinde bulunduğu çıkmaz durum, adı geçen bu devletlerin
hem Irak hem de farklı coğrafyalarda kendi aralarındaki mücadelelerden istifade ile
yalnızca Irak’taki menfaatlerini korumasının önünde bir engel olmakla kalmayıp aynı
zamanda toprakları dahilindeki bölgelerde cereyan eden yıkıcı faaliyetleri bertaraf
etmesine de mani oldu.
Britanya İmparatorluğu Dünyanın muhtelif yerlerinde elde ettiği siyasî, dinî,
kültürel ve ekonomik başarılarına paralel olarak Irak’ta da aynı kazanımlar elde etti.
Bundan sonra Irak’ta İngiliz etkisini kırmak mümkün olmadı hatta tam aksine bu etki
artarak devam etti. Burası I. Dünya Savaşı sırasında İngilizler tarafından işgal edildi ve
manda devleti haline getirildi. 1921’de Monarşik Krallık kuruldu. Böylece manda rejimi
yerini Krallığa bıraktı lakin İngilizlerin Irak üzerindeki kontrolü devam etti. 1958’de
Irak Devleti kuruldu ve ilk Başbakan Abdülkerim Kasım oldu. Bu tarihten itibaren
resmen bağımsız bir Irak Devletinden söz edilse de Irak üzerinde İngiliz tahakkümünün
hiçbir zaman kalkmadığını söylemek mümkündür.
Anahtar Kelimeler: Irak, Britanya İmparatorluğu, İngiltere, Hindistan Ticaret
Yolu, Basra Körfezi
IV
ABSTRACT
Ph.D Thesis
British Policy on Iraq (1798-1876)
Sungur DOĞANÇAY
Fırat University
The Institute of Social Science
History Department
Elazığ-2015; Page XXXV+238
This study sheds light on the political activities carried out by the British Empire
in the Iraqi region over the period 1798-1876, through an exhaustive analysis on the
archive documents obtained from various archive offices, mainly from the Ottoman
Archives of the Turkish Prime Minister’s Office and also from the British National
Archives.
In that period, Iraq was a key region in the Ottoman State mainly due to its
geopolitical and geostrategic importance and also in terms of its religious, social, and
cultural features. In addition to these key features, the cohabitation of different ethnic
groups and celestial religions in Iraq was another factor that added to its importance.
For these reasons, the Ottoman State, in an attempt to protect Iraq and neutralize the
foreign interventions, carried out various political acts both by itself and through the
agents recruited in Istanbul and Iraq. However, the revolts triggered by the French
Revolution, which broke out in 1789 and was quickly disseminated to the whole world,
influenced the Ottoman State as well. Because the revolts were uncontrollable and some
of them simultaneously broke out in several locations, the Ottoman State was
significantly weakened throughout the 19th century. Amidst these adverse events, Iraq
was virtually left to its fate. The country turned to a region of conflict of interest where
the British Empire was aspiring to control the Indian Trade Route and to dominate the
alternative routes stretching from that region to India, where the Russians were
intending to keep the British Empire away from that region and to outreach to Istanbul,
V
where the French desired to recapture its former colony, India, from the British Empire
and to deal a big blow to the British Empire, and where the Persians aimed to recapture
the second holiest cities for the Shiites after Mecca and Medina, such as Karbala and
Najaf, and to remove the Ottoman State and other states from the region by seizing full
control of the Basra Region.
This predicament of the Ottoman State not only barred the State to preserve its
interests in Iraq due to the battles occurring between the states above mentioned both in
Iraq and other territories but also prevented the State to neutralize the destructive events
looming around its territory.
The British Empire acquired political, religious, cultural, and economic gains in
Iraq parallel to those it did in other locations around the world. With these
achievements, it became impossible to break down the British force in Iraq and this
force became gradually stronger. The region was invaded by the British Empire during
the World War I and became a British Mandate. The monarchic state was founded in
1921 and thus it replaced the mandate regime. Nevertheless, the British Control over
Iraq persisted despite the regime change. The Iraqi State was established in 1958 and
Abdülkerim Kasım became the first Prime Minister of the State. From that date on,
although Iraq has officially been recognized as an independent state, it is wise to assert
that the British Rule over Iraq has never been abolished.
Key Words: Iraq, The British Empire, England, Indian Trade Route, Persian
Gulf
VI
İÇİNDEKİLER
ÖZET .............................................................................................................................. II
ABSTRACT................................................................................................................... IV
İÇİNDEKİLER ............................................................................................................. VI
ÖNSÖZ ........................................................................................................................... X
KISALTMALAR ....................................................................................................... XIII
KONU AMAÇ ve KAYNAKLAR .......................................................................... XVII
1. ARŞİV KAYNAKLARI ......................................................................................... XX
1.1. Osmanlı (Başbakanlık) Arşiv Kaynakları .......................................................... XX
1.1.1. İrade Hariciye ............................................................................................. XX
1.1.2. İrade Dahiliye ............................................................................................. XX
1.1.3. Yıldız Esas Evrakı ..................................................................................... XXI
1.1.3.1. Layihalar ............................................................................................. XXI
1.1.4. Hatt-ı Hümâyun ......................................................................................... XXI
1.1.5. Amedi Kalemi Belgeleri ........................................................................... XXII
1.1.6. Meclis-i Vâlâ .......................................................................................... XXIII
1.1.7. Düvel-i Ecnebiye Defterleri .................................................................... XXIII
1.1.8. Sadaret Mektubî Kalemi Belgeleri ......................................................... XXIII
1.1.9. Mühimme Defterleri ............................................................................... XXIV
1.1.10. Salnameler ............................................................................................ XXIV
1.2. İngiliz Arşiv Kaynakları ................................................................................. XXV
1.2.1. The National Archives ..............................................................................XXV
1.2.2. The British Newspaper Archives ..........................................................XXVIII
2. KLASIK ESERLER ........................................................................................... XXIX
2.1. Osmanlıca Klasik Eserler............................................................................... XXIX
2.2. İngilizce Klasik Eserler .................................................................................. XXXI
3. TETKİK ESERLER ......................................................................................... XXXII
3.1. Türkçe Tetkik Eserler ................................................................................... XXXII
3.2. İngilizce Tetkik Eserler ............................................................................... XXXIV
GİRİŞ ............................................................................................................................... 1
1. Irak Adı ......................................................................................................................... 1
2. Sınırları ......................................................................................................................... 2
VII
3.Dinî, Etnik ve İçtimaî Durumu ...................................................................................... 3
4. Tarımsal zenginlik ve Ticaret ....................................................................................... 5
5. İdari Taksimatı .............................................................................................................. 6
5.1. Musul Vilâyeti ....................................................................................................... 7
5.2. Basra Vilâyeti ........................................................................................................ 8
5.3. Bağdat Vilâyeti ...................................................................................................... 8
BİRİNCİ BÖLÜM
1. İNGİLTERE’NİN BÖLGE İLE İLGİSİ VE İLK TEMASLARI ........................ 11
1.1. İngiltere İçin Irak’ın İktisadî, Ticarî, Stratejik ve Yeraltı Zenginlikleri
Bakımından Önemi ..................................................................................................... 11
1.2. Fransa ile Rekabet ................................................................................................ 15
1.2.1. Avrupa’da Fransız Üstünlüğü (1798-1815) .................................................. 15
1.2.2. İhtilal Sonrası Değişen Fransız Politikası ve Diğer Devletlerin Buna Tepkisi
................................................................................................................................ 15
1.2.3. Fransızların Mısır’a Girmesi......................................................................... 16
1.3. İngiltere’nin Fransa’ya Karşı Üstünlük Kurması................................................. 18
1.3.1. Mısır Üzerinden İngiltere’nin Ortadoğu Politikası ....................................... 18
1.4. Irak Üzerinde İngiliz-Fransız Rekabetinin Devamı ............................................ 21
1.4.1. Fransızların Bölgeye Girişi ........................................................................... 21
1.4.2. Fransa’nın Faaliyetleri .................................................................................. 22
1.4.3. Süveyş Kanalının Fransızlar Tarafından Açılması ve Bunun Irak’a Etkileri 27
1.4.3.1. Kanalın Açılması ................................................................................... 28
1.4.3.2. Kanalın Açılması Üzerine Irak’a Yönelik Faaliyetler ........................... 30
1.5. İngiltere’nin Irak Politikasında Bölgesel Güçlerin Dengelenmesi ...................... 34
1.5.1. İran İle Münasebetler .................................................................................... 34
1.5.1.1. Nasıreddin’in Bağdad Ziyareti ............................................................... 42
1.5.2.Rusya’nın Dengelenmesi ............................................................................... 44
1.6. Vahhabî Ayaklanmasında İngiltere’nin Rolü ve Irak Politikasına Etkisi ............ 50
1.6.1. Vahhabîlik ve Vahhabîliğin Doğuşu ............................................................ 51
1.6.2. Vahhabîlerin Basra Körfezi Kıyılarına ve Kerbela’ya Saldırıları ................ 52
1.6.3. Mehmet Ali Paşa’nın İsyanı Bastırması ....................................................... 54
1.6.4. Mithad Paşa’nın Meseleye El Atması ........................................................... 55
VIII
İKİNCİ BÖLÜM
2. İNGİLİZLER’İN IRAK’TA NÜFUZ KURMA FAALİYETLERİ, OSMANLI
İDARECİLERİ, AŞİRETLER ve AZINLIKLAR İLE MÜNASEBETLERİ......... 59
2.1. Devletin Irak’ta Kontrolü Sağlamaya Yönelik Çalışmaları ................................. 67
2.2. Mehmet Ali Paşa ile İlişkiler ............................................................................... 74
2.3. Aşiretler ve Azınlıklar İle İlişkiler ....................................................................... 79
2.3.1.Şammar Aşireti .............................................................................................. 81
2.3.2.Hemavend Aşireti .......................................................................................... 82
2.3.3.Sencabi Kabilesi ............................................................................................ 83
2.3.4.Aneze Aşireti ................................................................................................. 84
2.3.5.Müntefik Aşireti............................................................................................. 85
2.3.6. Ben-i Lam Aşireti ......................................................................................... 86
2.3.7. Yahudiler ...................................................................................................... 86
2.3.8. Hıristiyanlar .................................................................................................. 88
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
3. İNGİLTERE’NİN IRAK’TAKİ SİYASİ FAALİYETLERİ ................................ 90
3.1. Hindistan Yolunun Tahkimi ................................................................................ 90
3.1.1.İngiltere’nin Hindistan’ı Ele Geçirmesi ve Bunun Irak’a Etkileri ................. 90
3.1.2. Osmanlı Devletinin Bölgedeki Durumu ve İngilizlerin Burada Etkin Olma
Çabaları ................................................................................................................... 91
3.2. Körfez Ülkeleri .................................................................................................. 111
3.2.1.Katar ............................................................................................................ 111
3.2.2. Bahreyn ....................................................................................................... 112
3.2.3. Umman ....................................................................................................... 115
3.2.4. Kuveyt ......................................................................................................... 115
3.2.4.1. Küçük Karakol Kuveyt ........................................................................ 117
3.3. Misyonerlik Faaliyetleri ..................................................................................... 118
3.3.1. Misyonerlik ................................................................................................. 118
3.3.2. Osmanlı Devletinde Misyonerlik Faaliyetleri ............................................ 119
3.3.3. Irak’ta İlk Misyoner Faaliyetleri ................................................................. 121
3.3.4.Anglikan Kilisesi’nin Irak’taki Misyoner Faaliyetlerini Desteklemesi ....... 123
3.3.5. İngiliz İmpartorluğu’nun Irak’ta Yürütülen Misyonerlik Faaliyetlerine Olan
Desteği .................................................................................................................. 124
IX
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
4. BAYINDIRLIK FAALİYETLERİ ....................................................................... 127
4.1. Nehir Islahı ve Ulaşımı ...................................................................................... 127
4.1.1. Lynch Şirketi .............................................................................................. 129
4.1.2. Umman-ı Osmanî Şirketi ............................................................................ 132
4.2. Ulaşım İçin Planlanan Muhtemel Güzergâhlar .................................................. 134
4.3. Telgraf Hattı ....................................................................................................... 135
4.4. Demiryolu Hattı ................................................................................................. 139
4.4.1. Fırat Vadisi-Basra Körfezi Demiryolu Hattı .............................................. 141
4.4.2. Calais-Basra Demiryolu Hattı ..................................................................... 143
4.4.3. Akdeniz-Birecik Demiryolu Hattı .............................................................. 143
4.4.4. Üsküdar-Basra Demiryolu Hattı ................................................................. 144
4.5. Hindistan Posta Sistemi (Indian Postal System) ................................................ 145
4.6. Karayolu (Şose) ................................................................................................. 148
4.7. Eğitim ve Sağlık Kurumları ............................................................................... 149
SONUÇ VE ÖNERİLER ........................................................................................... 151
EKLER ........................................................................................................................ 155
KAYNAKLAR ............................................................................................................ 229
ÖZ GEÇMİŞ ............................................................................................................... 238
X
ÖNSÖZ
Eski çağlardan beri Hindistan ve Uzakdoğunun ipek ve baharat gibi malları
Avrupa’da ve Osmanlı Devletinde büyük önem arz etmekte, bu mallar da Osmanlı
Devleti üzerinden Venedikli tüccarlar vasıtasıyla Avrupa’ya taşınmaktaydı. İngilizler
deniz ticaretinde gâyet mâhir olmakla birlikte Venediklilerin bölgede etkin olmaları
dolayısıyla Akdeniz’de XVI. yüzyıla kadar görünmediler. 1573 yılında II. Selim’den
ticarî imtiyazlar aldılar. Bu imtiyazlar müteaddit defalar yenilendi ve 1675’ten itibaren
İngilizlerin Osmanlı Devletindeki ekonomik durumları daha iyi hale gelmeye başladı.
İngilizler, Venedikliler ve Fransızlardan sonra başlamalarına karşın ticarette bu
devletlerin önüne geçtiler. Sanayinin gelişmesi sayesinde İngiltere’nin artan ticarî
emtiaları için fevkalade bir pazar ve ihtiyaç duyduğu hammadde için geniş ve verimli
bir alana sahip olan Osmanlı Devleti oldukça büyük önem arz etmekte idi. Başlangıçta
Fransızlara verilen kapitülasyonlar İngilizler için de uygulandı. İngilizler bundan sonra
ticaret antlaşmaları ile Osmanlı Devletini kıskıvrak bağladılar ve beraberinde siyasal
egemenliklerini kurdular. Tüm bu gelişmelere karşın İngilizler Osmanlı Devleti için
öncelikli müttefik değillerdi. Bu durum siyasî ve iktisadî menfaatlerine ters
düşmekteydi. Lakin Türk-Fransız münasebetleri de yeni başlayan bir süreç olmayıp
kökleri çok öncelere dayanmaktaydı.
XVI. yüzyılın ilk çeyreğinde başlayan Türk-Fransız ilişkileri hızla ve gelişerek
1789 yılına kadar devam etti. Yaklaşık üç yüz yıl süren bu uzun dönemde Osmanlı
Devleti, bu münasebetleri akamete uğratacak bir fiiliyatta bulunmadı. Mutlakiyetle
yönetilen Fransa XVIII. yüzyılın ikinci çeyreğine kadar Dünyanın en güçlü devletleri
arasında idi.
Ne var ki Veraset Savaşları (1740-1748)’na katılarak uzun süreli
mücadeleler verdi. Avrupa’nın en büyüğü olmak için verilen bu mücadele Fransa’yı
yordu. Veraset Savaşlarının devamında İspanya ile birlikte Yediyıl Savaşları (17561763)’nda İngiltere ile savaştı ve bu mücadelenin sonunda hem denizde hem de karada
İngiltere ve Prusya’ya karşı kaybetti. 1763 yılında yapılan Paris Antlaşması ile de
Amerika ve Hindistan’daki sömürgelerini İngiltere’ye kaptırdı. Bu ülkeye duyduğu kin
ve kaybettiği yerleri geri alma arzusu Fransa’yı Amerika’daki İngiliz kolonilerini
İngiltere ile olan bağımsızlık mücadelesinde işbirliğine sevketti. Ancak bu, lojistik
destekle sınırlı kaldı. Çünkü koloniler için İngiltere ile yeniden savaşı göze alamadı.
İngiliz kolonisi İngiltere İmparatorluğuna karşı mücadelesinde başarılı oldu. Buna
XI
karşın Fransa, savaş sonrası Amerika’dan da umduğunu bulamadı. Üstelik bir de maddi
olarak zarara uğradı. Fransa’nın düştüğü bu durum kamuoyunda ağır eleştirilere hatta
protestolara zemin hazırladı. Sonuçları itibariyle önce Avrupa ve sonra tüm Dünyayı
derinden etkileyen reformlardan sonra en önemli hadise Fransız İhtilali 1789 tarihinde
patlak verdi. Önceleri bu ihtilalin yalnızca Fransa’yı etkileyeceğini düşünen Avrupa
devletleri Fransa’nın “Krallık baskısı altında inleyen milletleri kurtarmak” sloganıyla
başlattığı saldırı politikası ile derhal Fransa’ya karşı cephe aldılar. Koalisyon Savaşları
dediğimiz ve 1792 yılında başlayıp yakınçağların ilk küresel düzeni 1815 Viyana
Kongresi’ne kadar süren dönemde Fransa’nın Osmanlı Devletine karşı politikası
olumsuz yönde değişti. İttifakı bozan ilk hareket Fransa’dan geldi. Napolyon Bonapart,
Fransa’nın Yediyıl Savaşları sonunda İngiltere’ye kaptırdığı Hindistan’ı tekrar ele
geçirmek ve bu ülkeye giden deniz yolunu müstahkem hale getirmek için Mısır’ı 1798
yılında ansızın işgal etti. Bu işgali ne Osmanlı Devleti ne de İngiltere bekliyordu.
İşgalin akabinde Osmanlı Devleti; Rusya ve İngiltere ile Fransa’ya karşı ayrı
ayrı ittifak antlaşmaları imzaladı. İngiltere Mısır’ın yayılmacı ve ezeli düşmanı
Fransa’nın elinde bulunmasından ise Osmanlı Devletinin himayesinde olmasını tercih
etti. Böylesi bir durumda zaten fiili olarak bölgenin kontrolü yine İngiltere’nin elinde
olacaktı. İşte bu antlaşma ve akabinde Fransa’nın Mısır’dan mağluben kovulması Türkİngiliz münasebetlerinde 1876 yılına kadar devam edecek Osmanlı Devletinin bölünmez
bütünlüğü politikasının başlangıcını
temsil
eder.
Araştırmamızın başlangıcını
Fransızların Mısır’a saldırdığı tarih olan 1798 olarak aldık.
Çalışmamızda Napolyon’un Mısırı işgali ile telaşa kapılan İngiltere’nin değişen
Orta Doğu ve Irak politikasını ele almaya çalışacağız. Bilindiği gibi Hindistan İngiltere
için hayatî derecede önem arz etmekte idi. Hindistan’ın Fransa ya da bir başka güçlü
devletin eline geçmesi demek İngiltere’nin Amerika’dan sonra Hindistan ve Orta Doğu
politikalarının da iflası demekti. Bu sebepten İngiltere Hindistan’a ulaşan deniz yolunun
yanı sıra karayolları ve nehir yollarının hem güvenliğini hem de kontrolünü elinde
bulundurmak emelinde idi. Bu kara ve nehir yollarının en önemlileri ise Anadolu’dan
başlayarak Irak toprakları üzerinden geçen Fırat ve Dicle nehirleri idi. Hem bu yolların
kontrolü hem de yenilerinin imarı ve inşası için İngiltere XIX. yüzyılın başlarından
itibaren politikalar geliştirerek bunları hızla hayata geçirmeye çaba gösterdi. Bir yandan
da Irak’ı nüfuzu altına alarak burada hâkim güç haline gelmek maksadıyla çeşitli
faaliyetler icra etti. Bu faaliyetler arasında Misyonerlik, aşiretler ve kabileler ile
XII
münasebetler, devlete karşı meydana gelen isyanlarda aktif çalışmalar yürütmek, diğer
güçlü bölge ülkelerinin çalşmalarını engellemeye yönelik faaliyetler sayılabilir.
Bu çalışmada İngiltere’nin Osmanlı Devletini Fransa’ya karşı desteklemeye
başladığı ve inişli çıkışlı da olsa iki ülke arasında süren işbirliğinin başlangıç tarihi olan
1798 yılından başlayarak Rusya ve Fransa ile birlik olup Osmanlı Devletini ortadan
kaldırmaya yönelik ittifaka dahil olduğu 1876 yılına kadar ki dönemde Irak’ta yürüttüğü
siyasî faaliyetler ve bu faaliyetlerin müsbet ve menfi yönlerinin bilimsel çerçevede
incelenerek bilim dünyası ve Irak tarihine ilgi duyanların istifadesine sunulması
planlanmaktadır. Çalışmada bazı eksiklikler elbette olabilir. Eksikliklerin bu konu
üzerinde çalışacak olanların değerli katkılarıyla giderileceği kanaatindeyiz.
Bu çalışmanın hazırlanmasında büyük emeği geçen ve katkılarını hiçbir zaman
esirgemeyen danışmanım Sayın Prof. Dr. Mustafa ÖZTÜRK’e ve İngiltere’deki
araştırmalarımda yardımcı olan Birmingham Üniversitesi Öğretim Üyesi Sayın Dr.
Steve MOREWOOD’a teşekkür ederim.
Elazığ – 2015
Sungur DOĞANÇAY
XIII
KISALTMALAR
Layard, Nineveh and Babylon
Austen H. Layard, Discoveries in the
Ruins of Nineveh and Babylon, London,
1853
Eraslan, “Türk-İngiliz Rekabeti”
Cezmi
Eraslan,
Rekabeti
“Irak’ta
Türk-İngiliz
İstanbul
(1876-1915)”,
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih
Dergisi, Sayı 35, İÜ Edeb. Fak. Bas.,
İstanbul
Antonius, The Arab Awakening
George Antonius, The Arab Awakening
the Story of the Arap National Movement,
-Great Britain, 1938
Bozkurt, Alman ve İngiliz Belgelerinde Gülnihal
Gayrimüslimler
Bozkurt,
Alman-İngiliz
Belgelerinin ve Siyasî Gelişmelerin Işığı
Altında
Gayrimüslim
Durumu
(1839-1914),
Vatandaşlarının
Türk
Tarih
Kurumu, Ankara, 1996
Ekinci, Fırat ve Dicle’de Osmanlı-İngiliz İlhan Ekinci, Fırat ve Dicle’de Osmanlıİngiliz
Rekabeti
Rekabeti
(Hamidiye
Vapur
İdaresi), Asis Yay., Ankara, 2007
Ekinci,
“Nehir
İşletmesi”
ve
Göllerde
Vapur İlhan Ekinci, “Osmanlı Devleti’nde Bazı
Nehir
ve
Göllerde
Vapur
İşletme
Teşebbüsleri I”, Arayışlar, Yıl: 1 Sayı:2,
1999
XIV
M. Boogert, Kapitülasyonlar
Maurits
H.
Van
den
Boogert,
Kapitülasyonlar ve Osmanlı Hukuk
Sistemi
18.
Yüzyılda
kadılar,
Konsoloslar ve beratlılar, Çev: Ali
Coşkun Tuncer, Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları, İstanbul, 2014
Hülagü, Demiryolu Politikası
Mehmet
Metin
Hülagü,
Sultan
Abdülhamid Dönemi Demiryolu Politikası
(1876-1909), Devr-i Hamid 3, Erciyes
Üniversitesi Yay., 2011, Kayseri,
Özyüksel, Bağdat Demiryolları
Murat
Özyüksel,
Osmanlı-Alman
İlişkilerinin Gelişim Sürecinde Anadolu ve
Bağdat Demiryolları, Arba Yayınları,
İstanbul, 1988
Öztürk-Özer, Mısır Salnamesi
Mustafa
Öztürk-Sevda
Özkaya
Özer
(Yayına Hazırlayanlar), Mısır Salnamesi
(1871), Fırat Üniversitesi Orta Doğu
Araştırmaları Merkezi Yayınları No: 10,
Tarih Şubesi Yay., No: 9, Elazığ, 2005
Kütükoğlu, İktisâdî Münâsebetler I
Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlı-İngiliz
İktisâdî Münâsebetleri I (1580-1838),
Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü Yay.,
Ankara, 1974
Yerasimos, Milliyetler ve Sınırlar
Stefanos
Yerasimos,
Milliyetler
ve
Sınırlar, Balkanlar, Kafkasya ve OrtaDoğu, 6. Baskı, İletişim Yay. İstanbul,
2010
XV
Kızıltoprak, Mehmet Ali Paşa’dan II. Süleyman
Abbas Hilmi Paşa’ya
Paşa’dan
Kızıltoprak,
II.
Abbas
Mehmet
Hilmi
Ali
Paşa’ya
Mısır’da Osmanlı’nın Son Yüzyılı, TBBD
Yay., İstanbul, 2010
Kürkçüoğlu, Mondros’tan Musul’a
Ömer Kürkçüoğlu, Mondros’tan Musul’a
Türk-İngiliz İlişkileri, İmaj Yay. Ankara,
2006
Herald, Reports from Northern Iraq
The Missionary Herald, Reports from
Northern Irak (1833-1870) 2, Edits:
Kamal Sallabi- Yusuf K. Khoury, Royal
Institute for Inter-Faith Studies, Amman
11183, Mediterranean Press, 1997
Yücel, “Mithat Paşa’nın Bağdat Valiliği”
Yaşar Yücel, “Mithat Paşa’nın Bağdat
Vilâyetindeki
Altyapı
Çalışmaları”,
Uluslar arası Mithat Paşa Semineri,
Edirne, 8-10 Mayıs 1984, TTK Yay.,
Ankara 1986
Karadeniz-Kara,”Osmanlı-İngiliz
Yılmaz Karadeniz-Hidayet Kara, “Bağdat,
Mücadelesi”
Basra, Bahreyn ve Necid Bölgelerinde
Osmanlı-İngiliz Nüfuz Mücadelesine Dair
Layiha”, History Studies, Ortadoğu Özel
Sayısı, 2010, s. 166-167
Kurşun, Katar ve Basra’da Osmanlılar
Zekeriya
Kurşun,
Osmanlı-İngiliz
Basra
Çekişmesi
Osmanlılar (1871-1916)
Körfezinde
Katar’da
XVI
Midhat, The Life of Midhat Pasha
Ali Haydar Midhat, The Life of Midhat
Pasha, a record of his services, political
reforms, banishment and judicial murder
(1903), J. Murray (Publisher), London
Ceylan, Ottoman Origins of Modern Iraq
Ebubekir Ceylan, Ottoman Origins of
Modern
Iraq:
Political
Reform,
Modernization and Development in The
Nineteenth Century Middle East, I.B
Tauris Co Ltd, London, 2011
XVII
KONU AMAÇ ve KAYNAKLAR
Öncelikle inceleme konumuzun tarih aralığı, coğrafî sınırları ve neden bu
konunun çalışma alanı olarak belirlendiği hakkında genel bir malûmat verelim.
Çalışma alanımız 1798-1876 yılları arası dönemi kapsar. Bilindiği gibi
Napolyon Bonapart, Sultan III. Selim ile olan dostâne münasebetlere aykırı olarak bir
Osmanlı toprağı olan Mısır’ı 1798 yılında işgal etti. Ansızın gerçekleşen bu hadise
Osmanlı Devletini olduğu kadar İngiltere’yi de derinden sarstı. Zira bu hareket Osmanlı
Devletinin toprak bütünlüğüne karşı olmakla beraber İngiltere’nin sömürgelerine giden
yolları tehdit altında bırakacak bir saldırı idi. Bu işgale İngiltere’nin sessiz kalması
beklenemezdi ve çıkarları icabı Türklerin yanında yer alarak kısa süre içerisinde
Fransa’yı Mısır’dan uzaklaştırdı. Bundan sonra İngiltere ile Osmanlı Devleti arasındaki
ticarî, siyasî ve askerî münasebetler 1876 yılına kadar hemen hiç kesilmedi. 1798
yılında Fransa’nın saldırgan tutumu ile başlayan münasebetler ve dostâne ittifaklar
Rusya’nın yine Osmanlı Devletine yönelik gitgide artan ve 1876 yılında doruk
noktasına ulaşan yıkıcı faaliyetleri ile adeta Türk-İngiliz düşmanlığına evrildi.
İngiltere’nin değişen siyaset adamları ve siyasî konjönktürü bu düşmanlığı günden güne
körükledi ve 93 Harbi olarak da bilinen Osmanlı-Rus Harbinde İngilizler Ruslara karşı
Türkleri yalnız bıraktılar.
İngilizlerin Osmanlı Devleti ile güçlü devletleri karşısına almak pahasına ittifak
kurup, Osmanlı Devleti üzerine politikasını bu yönde şekillendirmesi hiç kuşkusuz
menfaatleri icabı idi. İşte bu dostâne münasebetlerin yine bir Osmanlı toprağı olan Irak
bölgesi ve elbette devlet üzerinde ne gibi etkiler bıraktığı hususunun tetkike muhtaç
olduğu su götürmez bir gerçektir. Neden çalışma alanı olarak Irak coğrafyasını seçtik?
Söz konusu dönemde Irak; Bağdat, Basra ve Musul olmak üzere üç eyâlete
ayrılmaktadır. İşgal ettikleri jeostratejik ve jeopolitik konumları bölgenin önemini bir
hayli arttırmaktadır. Örneğin, konumu itibariyle Irak, Rusya’nın Kızıldeniz’ e açılması
ve böylelikle Hint Okyanusu ve bir İngiliz sömürgesi olan Hindistan’da faaliyetlerde
bulunabilmesi için köprü vazifesi görmektedir. Bu öneminden dolayı Irak sürekli Rusya
için işgal edilmesi gereken en önemli yerlerden olmuştur. Bu fikir halen Rus
politikacıların dimağında yer almaktadır. Fransa Mısır’ı 1798 yılında işgal edebilseydi
Irak’ın adı, sınırları, dinî, etnik, ictimaî durumu, tarımsal zenginliği ve idarî taksimatı hakkında ayrıntılı
bilgi için çalışmanın 1-11 sayfaları incelenebilir.
XVIII
bir sonraki adım bu coğrafyanın ele geçirilmesi olacaktı. Zira Irak’ın işgali demek Orta
Doğu’da önemli bir coğrafyaya sahip olmak ve diğer devletlere karşı üstünlük sağlamak
demektir. İngilizler için ise bu ülkelerin politikalarının engellenmesi, yine bu ülkelerin
kontrol altında tutulmaları ayrıca, Irak’ın, Orta Doğu’nun, Hindistan’ı ve buraya ulaşan
yolların emniyet altına alınması hayatî önemdedir. Söz konusu dönemde bu mücadeleler
sık sık yaşandı ve Osmanlı Devletini bir hayli uğraştırdı. Bu ve benzeri olayların Türk
ve İngiliz arşiv kaynaklarına ilave olarak diğer kaynakların verdiği bilgiler
doğrultusunda ortaya çıkarılmasının ve bunların günümüze etkileri hakkında bilgi
verilerek bilim dünyasına az da olsa katkı sunulmasının gereklilik olduğunu
düşündüğümüz için söz konusu dönemde bu önemli coğrafyayı çalışma alanı olarak
belirledik.
Çalışmamız, araştırmaya konu olan dönemlerin siyasî, sosyal ve tarihsel
özellikleri dikkate alınarak dört bölüm halinde tertip edildi. İngiltere’nin Irak ile
ilgilenmeye başlamasını inceleyen birinci bölüm; nüfuz kurma faaliyetleri, aşiretler,
azınlıklar ve Osmanlı idarecileri ile olan münasebetlerini inceleyen ikinci bölüm; siyasî
ve dinî faaliyetleri inceleyen üçüncü bölüm ve bayındırlık çalışmalarını inceleyen
dördüncü bölüm. Ayrıca bu dört bölüm de özelliklerine göre yine alt bölümlere
ayrılarak incelendi. Bu alt bölümlerin ihtiva ettiği konular ise şöyledir:
Birinci Bölüm: İngiliz-Fransız rekabeti, İran ile münasebetler, Rusya’nın
dengelenmesi, Vahhabî ayaklanması; Süveyş Kanalının Fransızlar tarafından açılması
ve bunun Irak’a etkileri.
İkinci Bölüm: Devletin Irak’ta kontrolü sağlamaya yönelik çalışmaları, aşiretler
ve azınlıklar ile münasebetler ve Mehmet Ali Paşa ile ilişkiler.
Üçüncü Bölüm: İngiltere’nin Hindistan’ı ele geçirmesi ile buraya ulaşan yolu
tahkimi ve bunun Irak’a etkileri, devletin bölgedeki durumu ve İngilizlerin burada etkin
olma çabaları, Körfez şeyhlikleri ve İngilizlerin bunlar üzerinde nüfuz kurması,
misyonerlik faaliyetleri.
Dördüncü Bölüm: Başta Fırat ve Dicle nehirleri olmak üzere Irak’tan geçen
nehirlerde nehir ıslahı ve ulaşımına yönelik Osmanlı Devleti ve İngiltere’nin
çalışmaları, demiryolu hattı, karayolu (şose), posta sistemi, telgraf hattı, sağlık ve eğitim
kurrumları.
İngiltere’nin Fransa’yı Amerika ve Hindistan’da saf dışı etmesi ile İngilizFransız rekabeti çok derin bir boyut kazandı. Fransa hem sömürgelerini tekrar
XIX
kazanmak hem de Avrupa’da en büyük devlet olmak için çalışmalarını yoğunlaştırdı.
Bunun için de öncelik verdiği konulardan birisi Hindistan’a giden yolları kontrolü altına
almaktı. Bu yol üzerinde stratejik önemi haiz olan mevkilerden birisi Mısır’dı.
Napolyon Bonapart kumandasındaki Fransız donanması 1798 yılında aniden
Mısır’ı işgal etti. Napolyon’un Mısır’ı işgali ile İngiltere ciddî olarak Orta Doğu ile
ilgilenmeye başladı. Bu bağlamda Irak, İngiltere için hayatî önem taşıyordu. Çünkü Irak
Süveyş Kanalından önce Basra Körfezini kontrol altına alan en önemli mevki idi.
Fransa’nın bu ani hareketi karşısında İngiltere tereddüt etmeden Osmanlı Devletinin
yardımına koştu. Zira, Ada’yı Hindistan’a bağlayan Kraliyet Yolunun güvenliği
tehlikede idi. Aynı yıl cereyan eden Türk-Fransız Savaşında doğrudan Osmanlı
Devletini destekleyen İngiltere savaşın sonucunun belirlenmesinde kuşkusuz en etkili
devlet idi.
Fransa kısa sürede Mısır’dan atıldı ve Hindistan Yolu emniyet altına alındı.
Ancak, Fransa’nın şimdiki hedefi Irak idi. Irak, Asya ile Avrupa’yı birbirine bağlayan,
Basra’dan Hint Okyanusu’na açılan önemli bir kavşak noktası olmasının yanı sıra deniz
ve kara ticaret yolları için karakol vazifesi görmekte idi. İngiltere’nin bundan sonra
amacı ise bölgeyi Fransa’nın istilasından korumak, Rusya’nın, Irak ve İran üzerindeki
nüfuzunu kırarak bu ülkelerde İngiliz menfaatlerine zarar gelmesini engellemek oldu.
Aynı zamanda İngiltere’nin Irak’taki varlığı Basra Körfezi bölgesi ve Arap
Yarımadasındaki faaliyetleri ve ticaretinin emniyeti açısından hayatî önem taşımakta
idi. Bu sebeplerden dolayı böylesine kritik ve önemli bir bölgeye sahip olmak için
İngiltere, 1798 yılında Irak’a yönelik siyasî, sosyal, dinî ve ekonomik faaliyetlerini
olağandışı bir şekilde arttırdı.
İngiltere’nin bu tarihten itibaren diğer devletlere karşı Osmanlı Devletine olan
desteği ve bu bölgede yani Irak’ta olan faaliyetleri 1876 yılına kadar yani Türklerin
Ruslara karşı kesin mağlup olacağına kanaat getirdiği Osmanlı Rus Harbi arafesine
kadar artarak devam etti. Bu tarihten itibaren ise Osmanlı Devletini ortadan kaldırmak
için I. Dünya Savaşı sonuna kadar var gücüyle mücadele etti.
İngiltere’nin Irak siyasetini inceleyen sınırlı sayıda çalışma yapıldıysa da bu
konuyu külliyen ele alan bir eser yoktur denilebilir. Araştırmamızın bu alana katkı
sağlayacağı kanaatindeyiz.
XX
Bu çalışmamızda yerli-yabancı arşiv kaynaklarının yanı sıra yine yerli ve
yabancı tetkik eserlerden azamî ölçüde istifade edilmesine gayret gösterildi. Şimdi,
çalışmamızda istifade ettiğimiz bu eserler hakkında genel bilgiler verelim.
1. ARŞİV KAYNAKLARI
1.1. Osmanlı (Başbakanlık) Arşiv Kaynakları
Araştırma konumuz ile ilgili arşiv belgelerinin büyük bir kısmını İngiliz Ulusal
Arşivleri ile Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde kayıtlı belgeler teşkil eder. Belgeler
birbirinin devamı değil münferittir. Bir konuyu devam ettiren belgeler azdır. Bunları da
gruplandırmamız gerektiği kanaatindeyiz;
1.1.1. İrade Hariciye
Dış ilişkiler, elçilerle olan görüşmeler, elçi ve maslahatgüzar tayinleri gibi
Hariciye Nezareti tarafından alınan kararları ihtiva eden belgelerdir1. İstifade ettiğimiz
belgelerin muhtevası hakkında kısa bilgiler verelim:
Fırat ve Dicle nehirlerinde seyredecek yabancı gemilerin Osmanlı bayrağı
çekmeleri, İngiltere müzesi için Musul’da eski eser araması hususunda Asmit isimli bir
İngiliz’e İstanbul’dan talep edilen mezuniyet belgesi, İngiltere ordusunda bulunmak
üzere Musul’da tahrir olunan başıbozuk askerler hakkında malûmat, İngiltere
tebaasından Lynch kardeşlerin Basra’da yaptırdığı ambar, Rus casuslarının bölgede icra
ettikleri faaliyetler, İngiltere tebaası Lapro’nun Bağdat ve Musul’da antik eser
aramasına müsaade eden tezkire hakkında Dersaadet’e sunulan arzdır.
1.1.2. İrade Dahiliye
Emniyet-i Umumiye, Muhaberat-ı Umumiye, Matbuat, Heyet-i Teftişiye gibi
kalemler tarafından işleri yürütülen Dahiliye Nezareti’nin bu birimlere ait evrak
grupları, memur tayinleri, asker ve jandarma tensîki, çekirge istilası, sansür, çete
faaliyetleri, mezhep çatışmaları, asayiş vukuatı, tabi afetler ve ahaliye yapılan
yardımlar, arkeolojik kazı izinleri gibi konuları ihtiva eder2. İstifade ettiğimiz
belgelerde; gemiler için İngiltere’den getirtilen top ve sâire bahasının tesviyesi,
1
2
Başbakanlık Osmanlı Arşivi Rehberi, Başbakanlık Basımevi, Ankara, 2010, s. 238
Başbakanlık Osmanlı Arşivi Rehberi, s. 359
XXI
Musul’daki Süryani keşişlerinden bir tebaanın İslam dinini benimsemesi üzerine
kendisine maaş tahsisi, Musul kaymakamı İsmail Paşa hakkında malûmatlar mevcuttur.
1.1.3. Yıldız Esas Evrakı
Sultan II. Abdülhamid devrinde Yıldız Sarayı’nda biriken defter, belge ve
gazetelerden oluşan fondur3.
1.1.3.1. Layihalar
BOA, YEE, 9/8: Irak’a dair Alûsizâde Şakir Efendi’nin layihası ve BOA, YEE,
9/34: Irak’ın ıslahına dair Süleyman Paşa’nın 7 Nisan tarihli layihası çalışmamızda
istifade ettiğimiz layihalardır.
1.1.4. Hatt-ı Hümâyun
“Hatt-ı Hümâyun; umumiyetle padişahların el yazılarına verilen isim olup,
padişahların
yazılı
emirleri
anlamında
kullanılmaktadır.
Hatt-ı
Hümâyûnlar,
sadrazamların tahrirî olarak ve kısaca arz ettikleri meseleler dolayısıyla telhis edilen
kâğıdın üzerine yazıldığı gibi doğrudan doğruya da sâdır olurdu. Bu ikincisine beyaz
üzerine hatt-ı hümâyûn denirdi”4.
Osmanlı Arşiv belgeleri içerisinde istifade ettiğimiz belgelerden Hatt-ı
Hümayun, çalışmamızın omurgasını oluşturmaktadır. İstifade ettiğimiz belgelerden
bazıları hakkında malûmat verelim.
İngiltere’den gelecek gemilerin Basra Körfezi üzerinden Fırat Nehri’ni geçerek
buralarda seyr-ü seferine müsaade edilmesi hakkında İngiliz sefirine verilecek cevap,
Fırat Nehri üzerinde İngilizlerin vapur işletme girişimleri, bu vapurlar ve personelin
güvenliği, 1816 senesinde Bağdat’taki asayiş ve Vali Said Paşa hakkında malûmat,
İngiltere’ye firar ve iltica eden ve bilahere İstanbul’a gelerek İngiliz sefirinin iltiması ile
askerî mahsûs sıfatıyla Bağdat’a gönderilen Lehli general Gözanoski hakkında Bağdat
Valisine malûmat; Halep, Şam ve İngiltere memurlarının Bağdat Konsolosuna
İbrahim’in Halep’te asker toplayıp Bağdat’a sonra da Anadolu’ya sarkacağına,
tedbirlerin alınmasına dair, İngilizlere iyi muamele edilmesi, tüccarlarının can ve
mallarına zarar gelmemesi, İngilizlerin Irak istikametine hareket ettikleri ve bu sebepten
3
4
Başbakanlık Osmanlı Arşivi Rehberi, s. 337
Başbakanlık Osmanlı Arşivi Rehberi, s. 421
XXII
bölgenin muhkem hale getirilmesi hakkında, Irak’ta Osmanlı-İngiliz çatışması çıkarmak
için İstanbul’a yalan bilgiler ihtiva eden haberlerin ulaştırıldığı hususunda padişaha arz
edilen rapor, İngiltere’nin Bağdat konsolosunun kanunlara aykırı davranışları ve bu
davranışlarının engellenmesi talebine dair Davut Paşa’dan gelen yazı, Basra’da gümrük
resminin ilgası hususunda İngiliz baylosu Tipler’in mektubu’nun tercümesi,
İngiltere’nin ricası üzerine İran Şehzâdelerinin Bağdat’ta iskanı hususu, İran arazisinde
devam eden İngiliz-Rus nüfuz mücadelesinden zarar görmemek için azamî özen
gösterilmesi ve söz konusu devletlerin temsilcilerinin Bağdat’a gelmesi halinde her iki
tarafa da nezaket gösterilmesi, olası İran-Rusya-İngiltere ittifakı ve bu ittifaktan
doğacak tehlikelere karşı Bağdat Valisinin tedbirler alması hususu, Osmanlı-İran
çekişmesinde İngiltere’nin Osmanlı Devleti lehine yürütmüş olduğu diplomatik
faaliyetler, İran’dan firar eden ve Bağdat’ta ikâmet etmek isteyen İran Şehzâdesi
Allahverdi Mirza’nın Babıali’den mülakat talebine dair tezkire, İranlıların Irak
bölgesine yönelik faaliyetleri ve bu faaliyetlere karşı dikkatli olunmasına dair bölge
Valilerine gönderilen yazı, Bağdat Valisinin görevinden azli ve idamı, vefat eden
Bağdat Valisi Süleyman Paşa’nın yerine Ali Paşa’nın tayin edilmesi için İngiltere
elçisinin İstanbul’dan talebi, İngiltere elçisi ile Süleyman Paşa hakkında yapılan
görüşme, azl edilen Davud Paşa’nın affedilmesi için İngilizlerin İstanbul’daki
faaliyetler hakkında padişaha sunulan tezkire, İngilizlerin Basra Körfezi ve civarında
gemilerin seyr-ü sefâyinini kontrol altında tuttuklarına dair belgedir.
1.1.5. Amedi Kalemi Belgeleri
“Reisülküttabın hususi kalemidir. Sadrazam tarafından padişaha yazılacak takrir
ve telhisler, yabancı devlet başkanlarına gönderilen mektup müsveddeleri, barış
antlaşmaları ve çeşitli ahitname metinleri, protokoller, yabancı elçi, Konsolos ve
yabancı tüccarlara ait her çeşit yazışma ve konuşma mazbataları bu kalemde yazılır ve
saklanırdı5.” Bu kalemden yalnızca bir yazışmaya ulaşılabildi.
Bu da A.AMD 12/6: İngiltere’nin Basra’daki kereste ambarı görünümündeki
mühimmat deposu hakkında malûmattır.
5
Başbakanlık Osmanlı Arşivi Rehberi, s. 280
XXIII
1.1.6. Meclis-i Vâlâ
“Islahat hareketlerinin icap ettirdiği yeni nizamnameleri hazırlamak, memurların
muhakemesiyle meşgul olmak, lüzum görülen devlet işlerinde rey vermek üzere 24
Mart 1838 tarihinde teşkil olunmuştur. Tasnifi yapılan defterler, Meclis-i vâlâ’nın kayıt
defterleri olup, hülasa kayıtları ve aynen kayıtları iki kısımda toplanmıştır.
Hülâsa Defterleri: Anadolu, Rumeli, Dersaadet ve Arabistan’dan gelen
tahriratın hülasa kayıtlarını ihtiva etmektedir.
Aynen Kayıt Defterleri: Anadolu, Rumeli, Dersaadet ve Arabistan’dan gelen
evraktan görüşülerek karara bağlananların mazbatalarını ihtiva eder6.” Yaptığımız
araştırmalar neticesinde Bağdat ve Musul’da antika aramak için Dersaadet’ten izin
istenmesi hususunda,
Musul’da bulunan gayrimüslim vatandaşlar arasında cereyan
eden anlaşmazlık hakkında Dersaadet’e sunulan belgeye ulaşılabildi.
1.1.7. Düvel-i Ecnebiye Defterleri
Bu defterlerde; Amerika, Belçika, Fransa, İngiltere, İspanya, Romanya, Rusya,
Sardunya, Toskana, Venedik, Avusturya, Ceneviz, Yunanistan vb. devletlerle ilgili
konular vardır. Konsoloslardan, yabancı tüccarlardan ve elçilerden gelen her türlü
yazışmalar burada muhafaza edilmiştir.
1.1.8. Sadaret Mektubî Kalemi Belgeleri
“Mektubî Kalemi, Sadaret teşkilatı içinde mühim bir yer işgal eden ve Osmanlı
Devletinin ilk devirlerinden beri devam edegelen bir kalemdir. Sadaret tarafından çeşitli
makamlara yazılan emir ve buyruldular, bu kalem tarafından yazılmıştır. Tanzimattan
sonra da Sadaret’in gerek İstanbul’daki nezaret ve devâir ile yaptığı yazışmaları gerekse
taşra ile yaptıklarını yürütmüştür7.” Çalışmamız ile ilgili olarak bu kalemden temin
ettiğimiz belgeler şu bilgileri ihtiva eder.
Süleymaniye Sancağı kaymakamı Ahmet Paşa’nın İngiltere Konsolosluğuna
sığınması ile ilgili Bağdat Valisinden gelen tezkire, Musul Konsolosu Rassam’ın
faaliyetleri, Irak bölgesinde Osmanlı-İran arazi anlaşmazlığı, İngiltere ile İran arasında
6
7
Başbakanlık Osmanlı Arşivi Rehberi, s. 223
Başbakanlık Osmanlı Arşivi Rehberi, s. 313
XXIV
Basra Körfezinin kuzeyinde meydana gelen anlaşmazlığın Osmanlı hukukuna zarar
vermesi ihtimaline karşı bölgeye asker sevki talebi, Şattü’l-Arab’a gelen korsan
gemilerinin yakalanıp Ebuşehr Limanı’nda bulunan İngiliz savaş gemilerine teslim
edilmesine dair Bağdat Valisi Mehmet Necib efendinin yazısı.
1.1.9. Mühimme Defterleri
Divan-ı Hümayun toplantılarında müzakere edilen dahili ve harici meselelere ait
önemli siyasî, askerî, ictimaî ve iktisadî kararların kaydedildiği defterlere Mühimme
Defterleri adı verilmiştir. Osmanlı Arşivi’nde 961-1333//1553-1915 tarihleri arasında
tutulmuş 419 adet mühimme defteri mevcuttur. Ana konularını; devleti ilgilendiren
siyasî, İktisadî, kültürel, sosyal ve harp tarihine ait kararlar teşkil eder 8. Toplam 419
adet defterden 213, 214,230, 231, 232, 233, 234, 235, 236, 237, 238, 239, 240, 241,
243, 244, 245, 246, 247, 248, 249, 250, 266 numaralı defterler incelenmiş ve bunlardan
3-A/91, 234, 235, 237, 239, 240, 241, 243 ve 250 numaralı mühime defterlerindeki
muftelif hükümlerden istifade edilmiştir.
1.1.10. Salnameler
“Salnameler, ilgili Vilâyetin tarihçesi ile yönetim birimlerini, görevli listelerini,
görevli listelerini, Vilâyetin fiziki, demografik yapısını, nüfusun cinsiyet, etnik ve
mezhep kökenine dair bilgileri, beldenin ticarî ve ekonomik faaliyetlerini, eğitim
faaliyetleri, hastane, kütüphane, cami, mescit gibi sosyal yapılar ile askerî teşkilat ve
yabancı devlet temsilcilikleri gibi birçok konuya dair bilgiler içermektedir.”9
Osmanlı Vilâyet Salnamelerinde Bağdat
Eserde, Bağdat Vilâyetinin tarihi, coğrafyası, tarım ve hayvancılığı, ticareti,
nüfusu, idarî taksimatı ve burada görev yapan konsoloslar hakkında bilgiler mevcuttur
Çalışmamızda bu kaynaktan azamî derecede istifade edilmeye çalışıldı10.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi Rehberi, s. 7
Cengiz Eroğlu-Murat Babuçoğlu-Orhan Özdil, Osmanlı Vilâyet Salnamelerinde Basra, Global Strateji
Enstitüsü, Ankara, 2005, s. 12
10
Cengiz Eroğlu-Murat Babuçoğlu-Orhan Özdil, Osmanlı Vilâyet Salnamelerinde Bağdat, Global Strateji
Enstitüsü, Ankara, 2006
8
9
XXV
Osmanlı Vilâyet Salnamelerinde Basra
Basra’nın tarihi, idarî taksimatı, demografik durumu, askerî teşkilatı, haberleşme
ve ulaşımı, bu Vilâyette meydana gelen önemli olaylar hakkında bilgiler veren önemli
bir kaynaktır11.
1.2. İngiliz Arşiv Kaynakları
1.2.1. The National Archives
Consular Reports
The British National Archives (İngiliz Ulusal Arşivleri) Foreign Office (Dışişleri
Bakanlığı) tasnifinde bulunan Consular Reports (konsolosluk raporları), çalışmamızın
ana kaynaklarından birisini oluşturmaktadır.
The Levant Company’nin bünyesinde faaliyet gösteren Levant tacirlerinin
seçtiği Konsoloslar İngiliz İmparatorluğunun da onayı ile Irak’taki ilk konsolosluklarını
1790’lı yıllarda Basra’da açtılar. Böylelikle Basra’dan gerek bu şehir gerekse Irak ile
ilgili raporlarını Londra’ya göndermeye başladılar. Bu temsilciliği hem Irak hem de
Ortadoğu’nun en önemli yerleşim yerlerinden olan Bağdat’ta 1804 senesinde açtıkları
Konsolosluk takip etti. Bu tarihten itibaren konsolosluk raporları daha düzenli ve daha
sık gönderilmeye başlandı.
Dışişleri Bakanı George Canning zamanında (1822-1827) Şirket tasfiye edildi.
Tasfiye sonrası konsolosluk örgütleri 19 Mayıs 1825’te şirket bünyesinden çıkarılarak
doğrudan hükûmete bağlandı. Bu tarihten itibaren konsolosluklar konsolosluk
faaliyetlerinin dışında siyasî, dinî ve kültürel faaliyetler de icra eder hale geldi12.
FO 78, 2715, 195, PRO 30, MR 1, MFQ fon kodunda tasnif edilmiş olan ve
Bağdat, Musul, Basra konsolosluklarından Londra’ya gönderilen raporları ihtiva eden
defterler şunlardır:
Eroğlu-Babuçoğlu-Özdil, Osmanlı Vilâyet Salnamelerinde Basra, s. 12
Yüksek Öğretim Kurulu Başkanlığı’nın Öğretim Üyesi ve Araştırmacı yetiştirilmesi amacıyla Öğretim
Elemanlarına Yurtdışı Doktora Desteği kapsamında 07.02.2013-26.12.2013 tarihleri arasında Misafir
Akademisyen sıfatıyla Birleşik Krallıkta bulundum. Bu süre içerisinde bazı arşivler, araştırma merkezleri
ve kütüphanelerde araştırmalar yaparak çalışmamız ile alakalı belgeleri ve çeşitli eserleri temin ettim.
12
Uygur Kocabaşoğlu, Britanik Majestelerinin Konsolosları, İzmir, 2004, s. 27-30
11
XXVI
FO 78/656
Bağdat Konsolosu Rawlinson, Musul Konsolosu Rassam ve Girit Konsolosu
Boone tarafından gönderilen 1846 yılına ait raporları içeren defterdir. 12 Kasım 1846
tarihli ve 3 numaralı belge İngiliz İmparatorluğunun Irak bölgesinde kazanmış olduğu
yüksek otorite, bu otoriteyi sarsmaya çalışan Rus imparatorluğunun çalışmaları ve bu
çalışmaları engellemek için alınacak önlemler hakkındadır.
FO 195/334
Bağdat Başkonsolosu Stratford Canning tarafından gönderilen raporların
bulunduğu defterdir. Ticarî davaların hükme bağlanması hususunda bölgede kalıcı bir
mahkeme kurulmasının talep edildiği No: 7 ve 30 Ocak 1849 tarihli belge Türkçe’ye
çevrilerek çalışmamızda istifade edildi. Defterin muhtelif sayfalarında gerek Bağdat
gerekse bölgenin diğer eyâletleri ile ilgili önemli raporlar tespit edilmesine rağmen söz
konusu belgelerin tahrif olması ve müellifin el yazısının okunamayacak kadar kötü
olması belgelerden tam olarak istifade etmemizi güçleştirdi.
FO 78/1848
Bağdat Başkonsolosluğundan Vikont Palmerston’a gönderilen raporları ihtiva
eden defterdir. 7 numara ve 28 Nisan 1848 tarihli rapor Fransa Bağdat Konsolosunun
göreve başlaması ve bu konsolosun Bağdat Valisi Reşit Paşa ile münasebetleri ile ilgili
olup bu rapordan çalışmamızda istifade edildi.
FO 78/1397
Bağdat Konsolosu Campbell, Musul Konsolosu Rassam, Basra Viskonsülü
Taylor ve Girit Konsolosu Ongley tarafından gönderilen 1858 yılına ait raporları içeren
defterdir. Bu defterde bulunan 16 Mart 1858 tarihli belge Ömer Paşa’nın Aneze
Kabilesi’ne yönelik hareketi hakkında olup Türkçe’ye çevrilerek istifade edildi.
FO 78/1768
1863 yılında Bağdat Konsolosu Campbell ve Musul Konsolosu Rassam
tarafından Londra’ya Dışişleri Bakanlığına gönderilen konsolosluk raporlarını havi
defterdir. Bu defterde 4 numarada kayıtlı bulunan, Bağdat’ta konsolosluk mahkemesi
kurulması hususunda ve 8 numarada kayıtlı 27 Mayıs 1863 tarihli belgede de Bağdat-
XXVII
Basra arasında döşenecek telgraf hattı ile ilgili malûmatların yer aldığı raporlar
mevcuttur.
FO 78/2195
Musul Konsolosu Rassam tarafından Londra’ya gönderilen ve 1871 yılında
Irak’ta gelişen olaylar ve diplomatik faaliyetler hakkında bilgiler ihtiva eden defterdir.
Fırat ve Dicle nehirleri vasıtasıyla Hindistan’a ulaşımın sağlanması ile ilgili önemli
bilgiler yer alır.
FO 78/704
Bağdat Konsolosluğundan Dışişleri Bakanlığına gönderilen Irak ile ilgili 1847
yılına ait belgelerin yer aldığı defterdir. 6 Ocak 1847’de Viskont Palmerston’a
gönderilen rapor Rusların Kürtler üzerinde nüfuz kazanmaya yönelik faaliyetleri
hakkında bilgiler içermekte olup çalışmamızda istifade edildi.
FO 78/1115
Bağdat Başkonsolosluğunun Bağdat ve Irak bölgesinde yürüttüğü faaliyetler ile
ilgili bilgilerin yer aldığı defterdir. 17 Mart 1855 tarihli ve 13 numaralı belge; Bağdat
Başkonsolosu Felix Jones tarafından Musul Konsolosu Rassam’a gönderilen rapor olup
Musul Konsolosu Rassam’ın isyancı Kürk liderler ile olan dostâne münasebetleri, Irak
genel Valisi Mehmet Reşit Paşa’nın bu münasebetlere gösterdiği tepki hakkında belge,
22 Haziran 1855 tarihli diğer belge; Felix Jones tarafından bu kez Londra’ya gönderilen
ve Reşit Paşa’nın isyancı Kürtler ile mücadelesi hakkında bilgi veren rapor ve 6 Ocak
1855 tarihli ve 1 numaralı belge; Bohtan Kürtlerinin Yahudiler ve Hıristiyanları katli,
Reşit Paşa’nın bu katliama müdahalesi hakkında rapor, 17 Mart 1855 tarih ve 9
numaralı belge; isyancı Kürt reislerin bölgede bulunan İngiliz yetkililer ile
münasebetleri ve son olarak 2 Nisan 1853 tarihli ve 11 numaralı belge ise İngiliz ve
Fransız yetkililerin bölgede bulunan asileri himayeleri hakkında olup araştırmamızda
söz konusu bu belgelerden azamî ölçüde istifade edilmeye gayret edildi.
FO 78/1451
Bağdat
Başkonsolosluğundan
Londra’da
bulunan
İngiltere
Dış
İşleri
Bakanlığı’nda görevli Lord John Russell’a gönderilen ve Bağdat ile ilgili 1859 yılına ait
XXVIII
muhtelif bilgilerin yer aldığı belgeleri içeren defterdir. 20 Haziran 1859 tarihli ve 8
numaralı belgede Anadolu’dan Irak topraklarına ve buradan da Hindistan’a ulaştırılması
planlanan telgraf hattının inşası için fizibilite çalışmalarını yürütmek üzere bölgeye
gelen İngiliz teknik ekip hakkında bilgiler veren rapordur.
Bunların dışında FO 78: 2352, 957, 1018, 2715, 12, 16, 31, 34, 83. MFQ 336.
MFQ 1: 1302. MR 1: 647. PRO 30: 974/37 belgeler görüldü ve incelendi. Bunlar özetle
şunları ihtiva etmektedir:
Fırat Nehri üzerinde İngiliz gemilerinin seyr-ü sefâyini ve Basra’da artarak
devam eden asayiş sorunları, Kerkük’te bulunan Resul Paşa’nın aşiretler ile olan
ilişkileri, İran ile Osmanlı yöneticileri arasındaki münasebetler, Basra Körfezinde ticaret
yapan İngiliz gemilerinin güvenliğinin sağlanması, İngiliz-Pers münasebetleri, Irak’ta
bulunan nehirler ve yerleşim yerlerini gösteren haritalar ve krokiler.
1.2.2. The British Newspaper Archives
Pall Mall Gazette
Gazetenin 23.01.1868 tarihli baskısında Musul yardımcı Konsolosu Rassam
tarafından bu gazetenin editörüne gönderilen yazı aynen yayınlanmıştır. Yazının
içeriğinde ise Rassam’ın Musul’da bulunan katran, zift ve adını bilemediği çeşitli yeraltı
kaynakları hakkında verdiği bilgiler yer almaktadır. Ayrıca 24 Temmuz 1868 tarihli
baskısında General Chesney’nin İngiliz Hükûmeti’ne sunduğu Irak bölgesi üzerinde
döşenmesi planlanan demiryolu projesi ile ilgili makale mevcuttur.
The Daily News
29.04.1857 tarihli baskısında yer alan Hint Demiryolu hakkındaki haber
incelendi.
Bu gazetelerin dışında Hampshire Telegraph and Sussex Chronicle, The
Morning Chronicle, The Morning Post, The Standard ve The Leeds Times gazeteleri
incelendi. Bunların çeşitli baskılarında “1857 İran Savaşı”, “.Nil’den Dicle’ye”, “Hint
Demiryolu” başlıklı yazılar yer almaktadır.
XXIX
2. KLASIK ESERLER
2.1. Osmanlıca Klasik Eserler
Ali Haydar Mithad, Tabsıra-i İbret (Birinci Kitap):
Kitabın bizim çalışma alanımız ile alakalı olan kısmı Paşanın 1869-1872
tarihleri arasındaki süreyi yani Bağdat Valiliği zamanını anlatan 77-145 sayfalarıdır.
Eser, Mithat Paşa’nın Bağdat Valiliği sırasında askerlik alanındaki yenilikler,
Bağdat Kâzımiye tramvayı, Fırat ve Dicle nehirlerinin ıslahı ve bu nehirlerde gemilerin
seyr-ü sefâyini hususu, Basra Kasabası’nın Şattü’l-arab sahiline nakli, Kuveyt’in
Basra’ya ilhakı hakkında ayrıntılı bilgiler ihtiva eder13.
Cevdet Paşa, Tezâkir
II. Mahmud’un vefatı sırasında Osmanlı Devletinin durumu, Macar isyanı ve
mülteciler meselesi, eğitim, Tanzimatın ilanı ve bunun ülkeye etkileri, Karadağ’ın
vaziyeti, Abdülmecid döneminde meydana gelen bazı siyasî, sosyal ve ekonomik
olaylar, istikraz meselesi, Rusya ile olan anlaşmazlık, Türk-İngiliz ittifakının Rusya ile
harbe girmesi ve bunun neticeleri, İngiliz ve Fransız siyasî temsilcilerinin İstanbul’da
çıkar çatışmasına tutuşmaları, İngiliz elçisi Canning (Straford de Redcliffe)’in
İstanbul’daki çalışmalarını içeren klasik bir eserdir14.
Abdurrahman Şeref Efendi, Tarih Musahabeleri
Adından da anlaşılacağı gibi bir sohbet şeklinde yazılmış olan makalelerden
müteşekkil bir kitaptır15. Eserin içinde yer alan makalelerden bazıları şunlardır:
Mehmet Emin Rauf Paşa, Halet Efendi, Tanzimat-ı Hayriyenin incelenmesi,
Tanzimat-ı Hayriye’nin eleştirmesi, Tanzimat-ı Hayriye’nin uygulanması, Mustafa
Reşit Paşa, Fuad Paşa, Tanzimat’ın üç büyüklerinin mukayesesi, maliye tarihimizden,
1270-1853 Savaşı siyaset dönemlerinden: Prens Mençikofun elçiliği ve bir diplomasi
manevrası, dörtlü ittifak, Yeni Osmanlılar ve hürriyet, Meşrutiyet ve Mithat Paşa.
Eserde yer alan bu makalelerin çalışmamızla ilgili olanlarından yararlanılmaya
çalışıldı.
Ali Haydar Mithad, Tabsıra-i İbret, İst., 1909
Cevdet Paşa, Tezâkir 1-12, 3. Baskı, (Yayınlayan: Cavid Baysun), Türk Tarih Kurumu Basımevi,
Ankara, 1991
15
Abdurrahman Şeref Efendi, Tarih Musahabeleri, (Sadeleştiren: Enver Koray), Kültür ve Turizm
Bakanlığı Yay., 1985
13
14
XXX
Mustafa Nuri Paşa, Netâyic ül Vukuat
Fransa’dan meydana gelen ihtilal, ihtilal sonrası gelişen Türk-Fransız
münasebetleri, Fransızların Türkleri aldatarak Mısır’ı işgal etmesi ve bu işgalin hemen
akabinde Türklerin ve İngilizlerin telaşa kapılarak Fransa’ya karşı derhal ittifak
kurmaları ve savaş zoruyla bu ülkeyi Mısır’dan çıkarmaları hakkında ayrıntılı bilgi
mevcuttur. Bundan başka İngiltere’nin Osmanlı-Rus Savaşını engellemek maksadıyla
donanmasını tehdit unsuru olarak İstanbul Boğazı’na göndermesinden, İskenderiye’yi
almak için yürüttükleri çalışmalardan ve İstanbul tarafından görevlendirilen Kölemen
beylerinin idare ettiği Bağdat’ın siyasî vaziyetinden bahsedilmektedir16.
Ahmet Lütfî, Vak‘anüvîs Ahmed Lûtfî Efendi Tarihi
Yüzyıllardır kendisinin bir parçası olan Irak’ta XIX. yüzyılda Osmanlı
Devletinin ne kadar zayıf olduğu, buradaki yöneticileri özellikle Kölemen Valileri
kontrol altında tutmakta ne kadar zorlandığı, burada meydana gelen doğal afetler ve can
kayıpları dolayısıyla son Kölemen Vali Bağdat Valisi Davud Paşa’nın devlete olan
mukavemeti ve uzun uğraşlar sonunda kendisinin teslim alınarak İstanbul’a götürülmesi
ve yerine yeni bir Valinin görevlendirilmesi hususunda bilgiler mevcuttur17.
H. Von Moltke, Türkiye Mektupları
Aristokrat soyundan olan Alman Feldmareşal Helmut von Moltke 1836-1839
yılları arasında Türkiye’ye gezi için geldi. İstanbul başta olmak üzere Tokat, Amasya,
Sivas, Adana, Malatya, Kayseri, Diyarbakır gibi bir çok şehri gezerek notlar aldı,
haritalar ve krokiler hazırladı. Özellikle el-Cezire’ye ayrı bir ilgi duydu. İngiliz
mühendis Chesney, Fırat Nehri’nin gemi yüzdürülmesi için uygunluğu hakkında
araştırmalar yaparken kendisi de burasının topoğrafyasını çıkarmakta, demiryolu için
araştırmalar yapmakta ve zirai faaliyetler hususunda istihbari bilgiler toplamakta idi.
Askerlikteki başarıları ve mahareti Osmanlı askerî çevrelerinde ilgiye şayan oldu.
Kendisine Osmanlı ordusunda askerî uzmanlık ve danışmanlık teklif edildi. Sunulan bu
teklifi kabul etti ve orduda Osmanlı Devletine hizmet etmeye başladı. Bazı seferlere ve
savaşlara katıldı. Bunlardan birisi de Nizip Savaşıdır. Ayrıca Kürt isyanlarının
16
Mustafa Nuri Paşa, Netayic ül Vukuat, Kurumları ve Örgütleriyle Osmanlı Tarihi III-IV, (Sadeleştiren:
Neşet Çağatay), Üçüncü Baskı, TTK Bas., Ankara, 1992
17
Ahmed Lûtfî Efendi, Vak‘anüvîs Ahmed Lütfî Efendi Tarihi, 2-3, Yapı Kredi Yay., İst., 1999
XXXI
bastırılması için Kürdistan bölgesine gerçekleştirilen seferlerde yer alarak bu isyanların
bastırılmasında bazı yararlılıklar göstermiş olmasının yanında kendisinden beklenileni
yerine getirmekte yetersiz kaldı.
Moltke’nin Türkiye’de bulunduğu süre içerisinde ülkesine gönderdiği ve
yukarıdaki bilgileri ihtiva eden mektuplardan oluşan bu eser Türkçe’ye tercüme edildi18.
2.2. İngilizce Klasik Eserler
Anthony Norris Groves, Journal of a Residence at Baghdad During the
Years 1830-1831
İngiliz misyoner Anthony N. Groves ve yanındakilerin Irak’ta yürüttüğü
misyonerlik faaliyetleri hakkında çok önemli bilgiler yer almaktadır19.
Günlük tarzında kaleme alınan bu çalışmada ağırlıklı olarak 1830 senesinde
meydana gelen veba salgını, Dicle Nehri’nin taşması, bu salgında ve sel felaketinde
ölenlerin sayısı, tarım ve hayvancılığın felç olması, diğer ülke temsilcilerinin bu salgın
dolayısıyla burasını terk etmeleri ya da gelmekten vazgeçmeleri, şehir halkının Bağdat’ı
terk etmesine karşın Hıristiyanlığa hizmet uğruna burasını terk etmeyerek dinlerine
hizmet ettikleri, yerli halkın İncil’i okuyup anlayabilmeleri için İngilizce eğitim
verdikleri, faaliyetlerinin yalnızca Bağdat ve çevresi ile sınırlı kalmayıp Diyarbakır,
Halep, Şam, Tebriz, Şiraz ve yakın yerlere İncil gönderdikleri ve buralarda görevli olan
vatandaşları ile irtibat halinde oldukları bilgisi yer almaktadır.
H. Lobdell, Letter from H. Lobdell, M.D., Missionary at Mosul, Respecting
Some Resent Discoveries at Koyunjik
Kitabın muhtelif sayfalarında el-Cezire’de yapılan antik eser arama faaliyetleri,
çıkan eserlerin İngiltere’ye nakli hususu ve İngiliz-Fransız rekabeti hakkında bilgileri
ihtiva eden bir eserdir20.
H. Von Moltke, Türkiye Mektupları, (Çev.: Hayrullah Örs), Remzi Kitabevi, İst., 1969
Anthony N. Groves, Journal of a Residence at Baghdad During the Years 1830-1831, (Edit.: Alexander
Scott), London, 2009
20
H. Lobdell, Letter from H. Lobdell, M.D., Missionary at Mosul, Respecting Some Resent Discoveries at
Koyunjik, American Oriental Society, 1854
18
19
XXXII
The Missionary Herald, Reports from Northern Iraq (1833-1870)
Misyoner Herald ve arkadaşlarının Nastûrîler, Keldânîler, Yakubîler, Kürtler
Yahudiler, Yezidîler ile münasebet kurma girişimleri, köy köy gezerek Hıristiyanlık
propagandası yapmaları, okullar ve okuma salonları açarak orada İncil dersleri verme ve
Hıristiyanlığı anlatmaları, Bedirhan Bey ve Nur Ali Han ile görüşerek Irak’ın kuzeyinde
serbestçe çalışma olanağı bulmaya çalışma girişimleri, meydana gelen kolera salgını ve
bu salgının yaratmış olduğu infialden istifade ile dinî propagandalarını arttırmaları
hususu, Irak’ta bulunan İngiliz siyasî temsilcileri ile olan münasebetleri ve bunların
kendilerine kolaylık göstermeleri ile ilgili önemli bilgiler bulunmaktadır21.
William Ainsworth, Notes Taken on A Journey From Constantinople to
Mosul in 1839-40
William Ainsworth ve Rasam’ın 1839 senesinde İstanbuldan Musul’a kadar olan
seyahatlerinde Ainsworth tarafından tutulan notları ihtiva eden bir eserdir22. Bu uzun
seyahat boyunca gün gün notlar alınmış, Anadolu ve Irak bölgesinin coğrafî ve beşerî
özellikle zaman zaman ayrıntılı olarak kaydedilmiştir.
3. TETKİK ESERLER
3.1. Türkçe Tetkik Eserler
Borisovic Lutskiy, Arap Ülkelerinin Yakın Tarihi
Sovyet Arap tarihçileri okulunun kurucusu olarak kabul edilen Borisoviç Lutsky
tarafından kaleme alınmıştır23.
Arap ülkelerinin tarihinin XVI. Yüzyıldan XX. yüzyıl başındaki I. Dünya
Savaşına kadar uzanan yaklaşık 500 yıllık bir dönemi ana hatlarıyla ele alınır. Avrupa
devletlerinin sömürgeci politikaları şiddetle eleştirilir ve bu politikalar nedeniyle
bölgenin kaderinin bundan son derece olumsuz etkilendiği görüşü savunulur.
Çalışma özellikle bölge üzerinde İngiliz-Fransız ve Rus rekabetinin boyutlarını
vermesi bakımından önemlidir.
21
The Missionary Herald, Reports from Northern Irak (1833-1870), (Edits.: Kamal Sallabi-Yusuf K.
Khoury), Royal Institute for Inter-Faith Studies, Amman 11183, Jordan, Mediterranean Press, 1997
22
William Ainsworth, Notes Taken on A Journey From Constantinople to Mosul, in 1839-40, The Royal
Geographical Society
23
Borisoviç Lutskiy, Arap Ülkelerinin Yakın Tarihi, (Çev., Turan Keskin), Yordam Kitap, İst., 2011
XXXIII
Uygur Kocabaşoğlu, Majestelerinin Konsolosları
Osmanlı Devletinde etkin olarak faaliyet gösteren Britanya konsolosları XVI.
yüzyıldan başlanarak tetkik edilmiştir. Konsolosluk faaliyetleri, özellikle XIX. yüzyıl,
konsolosların kendi raporlarından örneklerle anlatılmaktadır. Eserde İngiliz arşiv
belgelerinin yanı sıra yerli ve yabancı tetkik eserlerden de istifade edilmiş, buna karşın
Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’nde İngiliz konsolosları ile ilgili sayısız belge olmasına
rağmen söz konusu belgelerden istifade edilmemiştir.
Ömer Kürkçüoğlu, Mondros’tan Musul’a Türk-İngiliz İlişkileri
Türk-İngiliz işbirliğinin doğması, Fransız İhtilali sonrası her iki ülke arasında
gelişen siyasî ve ekonomik hadiseler. İngiltere’nin ortak düşmana karşı Osmanlı
Devletine olan desteği, değişen politik dengeler sebebiyle İngiltere’nin Osmanlı
Devletini parçalamaya yönelik plana ortak olması ve Hint Yolu’nun güvenliği hem de
Yakındoğu’da tek söz sahibi olmak isteyen İngiltere’nin el-Cezire’ye yönelmesi, I.
Dünya Savaşı ve sonrasında gelişen olaylar hakkında bilgiler veren bir çalışmadır24.
İlhan Ekinci, Fırat ve Dicle’de Osmanlı-İngiliz Rekabeti
İlhan Ekinci, çalışmasında Irak coğrafyası ve tarihi geçmişi hakkında genel
bilgilere yer verdikten sonra Fırat ve Dicle nehirlerinin coğrafî durumunu ayrıntısıyla
açıklar. Yazar; Osmanlı idaresi altında Irak, Fırat ve Dicle üzerinde taşımacılık, Lynch
Şirketi ve bu şirketin kurulup gelişmesindeki âmiller, Hamidiye Vapur idaresi; bu
idarenin kurulup gelişmesi ve Lynch Şirketi ile rekabeti, I. Dünya Savaşı öncesi Fırat,
Dicle ve Şattü’l-Arab’da ulaşım hakkında çok detaylı bilgiler vermektedir. eserin ekler
kısmında Lynch Şirket ve Hamidiye Vapur idaresinde çalışan personel ve gelir-gider
tabloları, son kısımda ise haritalar, krokiler ve resimler yer almaktadır25.
İncelemesini hem Osmanlı (Başbakanlık) Arşivi hem de yerli ve yabancı
yazınsal kaynaklara dayandıran Ekinci, İngiliz Arşivlerinden istifade etmemiştir.
Ömer Kürkçüoğlu, Mondros’tan Musul’a Türk-İngiliz İlişkileri, İmaj Yay. Ankara, 2006
İlhan Ekinci, Fırat ve Dicle’de Osmanlı-İngiliz Rekabeti (Hamidiye Vapur İdaresi), Asis Yay., Ankara,
2007
24
25
XXXIV
Ahmet Gündüz, Osmanlı İdaresinde Musul
Her ne kadar doğrudan doğruya bizim dönemimizle ilgili olmasa da yer adları,
Osmanlı idaresinin ilk yılları ve aşiretler hususunda istifade ettiğimiz önemli bir
eserdir26.
3.2. İngilizce Tetkik Eserler
Philip Willard Ireland, Iraq a Study in a Political Department
Eserde bizim çalışma alanımızla ilgili olarak İngiliz İmparatorluğunun Basra
Körfezi,
Fırat-Dicle
nehirleri
üzerindeki
menfaatleri,
Fransa’nın
Napolyon
Bonaparte’tan itibaren bölgeye olan ilgisi, İngilizler tarafından bu bölgeden
uzaklaştırılmaları ve bölgedeki otorite sahibi olanları idaresi altına alma gayretleri
hakkında bilgiler bulunmaktadır27.
Charles Tripp, A History of Iraq
Çalışmanın giriş kısmında Bağdat, Basra ve Musul’un durumu, Osmanlı Devleti
tarafından buraların fethi, II. Abdülhamid ve İttihat Terakki hakkında genel bilgiler
verildikten sonra Irak’ta İngiliz mandası, Musul ve Musul petrolleri problemi, Haşimi
hânedanı üzerindeki etkisi ve Irak’ta meydana gelen darbeler anlatılmaktadır28.
Sarah Searight, The British in The Middle East
İngilizlerin Hindistan’a ulaşmak için muhtelif güzergâhlara sahip olma
girişimleri, Süveyş Kanalını Fransızların tahakkümünden kurtarma ve bu kanala sahip
olma politikaları, Karadeniz üzerinden Trabzon-Tiflis-Tebriz-Hindistan’a ulaşan yollar
hakkında bilgiler yer almaktadır29.
Meir Litvak, Shi‘i Scholars of Nineteenth Century
İngiltere’nin Sünnî ve Şiî ulema ile münasebetleri, bölgede bulunan etnik gruplar
arasındaki çekişmelerden istifade ederek bu gruplar üzerinde etkin olma çabaları
26
Ahmet Gündüz, Osmanlı İdaresinde Musul (1523-1639), Ortadoğu Araştırmaları Merkezi Yay., Elazığ,
2003
27
Philip Willard Ireland, Iraq a Study in Political Department, Kegan Paul Limited, London, 2004
28
Charles Tripp, A History of Iraq, Second Edition, United States of America, 2002
29
Sarah Searight, The British in The Middle East, London, 1979
XXXV
ayrıntısıyla
irdelenmektedir30.
emperyalizme
30
yönelmesi
ve
Ayrıca,
bunun
İngilizlerin
bölgedeki
sömürgecilikten
sonuçları
ele
vazgeçerek
alınmaktadır.
Meir Litvak, , Shi‘i Scholars of Nineteenth Century, Cambridge University Press, Cambridge, 1998
GİRİŞ
https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/d/df/Map-World-Middle-East.png 17.11.2015
1. Irak Adı
Irak kelimesinin manası kesin olarak belli değildir. Bu hususta bazı coğrafyacılar
pek de tatmin edici olmayan bazı görüşler ileri sürmüşlerdir. Mesela Yakut, Irak isminin
alçak memleket, el Halil ise kıyı memleket anlamına geldiğini ileri sürerler. Besim
Darkot, Irak ismi ile ilgili olarak, “Orta şarkta Fırat ve Dicle nehirlerinin aşağı
mecraları boyunda uzanan memleketin ve şimdi esas toprakları bu memlekete tekabül
eden Krallığın adı. Irak memleketine, Zagros dağlarının şarkında uzanan Irak-i Acem
(Irak al ‘acami)’den ayrılmak üzere, Irak-i Arab (Irak-i ‘Arabi)’da denilir. Bu adın orta
Fars veya Pehlevide İran’a delalet eden Erak kelimesinden iştirak etmiş bulunması
muhtemeldir. Aşağı Irak’ın en eski beldelerinden biri de Erekh adını taşımaktadır”31
tezini savunmaktadır.
31
Besim Darkot, “Irak”, İA V/II, Milli Eğitim Bas., İst., 1987, s. 667
2
Hartman ise şunları ifade etmektedir: “Müslümanlığın ilk devirlerinde al-Irakan,
iki Irak tabiri ile, burada bulunan iki İslam şehri Kûfe ile Basra, murad olunurdu. Daha
sonraları bu ad al-İrak ile al-Cibal’i içine aldı”32. Arşiv belgelerimizde de bu bölge
Hıtta-i Irakiye olarak geçmektedir.
Her ne kadar Irak modern bir adı çağrıştırıyor ise de görülüyor ki en kadim
zamanlardan beri bu ad bilinmekte ve kullanılmaktadır. İncelediğimiz dönemde de
gerek arşiv belgelerinde gerekse diğer belgelerde Irak adı bu günkü bölge için
kullanılmaktadır. Tarihte kastedilen Irak ise bugünki Bağdat ve Bağdat’ın güneyidir.
Kuzeyi Musul Vilâyeti veya daha da kuzeyi el-Cezire olarak isimlendirilmiştir. Bugün
Türkiye’nin güneydoğu sınırlarından başlayıp Basra’ya kadar uzanan bölge Irak
değildir. Irak’ın kuzeyi Musul Vilâyeti Cezire-i ibn Ömer veya daha kuzeyi el-Cezire
olarak geçmektedir. Daha sonraki dönemlerde de Irak’ın kuzeyini içerisine alan Musul
Vilâyeti Irak’tan ayrılmaktadır. Bu idarî taksimat Osmanlı yönetiminde de coğrafî ve
tarihi zemine uygun olarak kuzeyden güneye Musul, Bağdat ve Basra Vilâyetleri olarak
taksim edilmiştir. Ancak modern dönemde Osmanlı Devletinin bölgeden çekilmesinden
sonra bu üç Vilâyet Irak Krallığı adı altında birleştirilmiş ve böylece Irak’ın tarihi
sınırları siyasî amaçlarla genişletilmiştir.
1815 Viyana Kongresi’nde İngiltere, Avusturya-Macaristan ve Rusya,
Fransa’nın genişlemesini engellemek için Belçika ve Hollanda’yı birleştirdi. Benzer
politika Suriye için de uygulandı. Bu ülkeyi güçten uzak tutmak ve Osmanlı Devletinin
elinde bütün bir devletten ziyâde parça parça ve itaatten uzak hale getirmek için
parçalandı. Ürdün ve Lübnan gibi sözde devletler vücuda getirildi. Osmanlı Devleti
buralarla sürekli uğraşmak durumunda kaldı. İlerleyen dönemlerde Antakya Türkiye’ye
verildi ve İsrail Devleti kuruldu.
2. Sınırları
İnsanlık tarihinin en kadim yerlerinden olan Irak, fiziki coğrafya bakımından
bugün, Arap Yarımadasının kuzeydoğusunda, Türkiye’nin Güneydoğusunda, İran’ın
Güneybatısında, Suudi Arabistan’ın kuzeyinde ve Suriye’nin doğusunda yer alır33.
Coğrafî konum itibariyle Irak, Rusya’nın Akdeniz’e ulaşamaması için bir set
vazifesi görmekte, Fırat ve Dicle nehirleri ve bu nehirlerin vadileri vasıtasıyla Basra’ya
32
33
M. Hartmann, “Irak”, İA V/II, Milli Eğitim Bas., İst., 1987, s. 670-671
Remzi Kılıç, Osmanlı Yönetiminde Irak ve Suriye, İdeal Yay., İst., 2011, s. 45
3
oradan da Hint Okyanusu’na açılan yola sahiptir. Ayrıca Avrupa’yı Asya, Orta Doğu ve
Afrika’ya bağlayan yollar üzerinde olması,
XIX.
yüzyılın ortalarından itibaren
petrolün hammaddesi olan zift, katran ve asfaltın Irak’ta bol miktarda bulunduğunun
anlaşılması Irak’a ayrı bir önem kazandırmaktadır34. Yukarıda sayılan son derece
önemli bu özellikleri dolayısıyla Irak’ı Ortadoğu’nın kalpgâhı olarak da niteleyebiliriz.
3.Dinî, Etnik ve İçtimaî Durumu
Irak’ın çoğunluğunu oluşturan Müslümanlar kendi aralarında Şiîlik, Sünnîlik,
Vahhabîlik gibi farklı mezheplere ayrılmıştı. Bunun yanında Hıristiyanlık, Yahudilik
gibi dinler de taraftar bulmuş olduğu için çok farklı bir dinî yapı mevcut idi. Müslüman
bir ülke olan Irak’ın nüfusunun %75’ini Araplar, %15’ini Kürtler, %7’sini Türkmenler
ve %3’ünü ise Süryanîler, Nastûrîler Asurîler, Yezidîler, Caferîler ve Mecûsîler gibi
daha küçük alt gruplar oluşturmaktadır.
Arapça, Türkçe, Farsça ve Ermenice bölgede yaygın olarak konuşulan
dillerdendi35.
Dinî gruplar arasındaki çekişmeler, tarım ve hayvancılığın gelişmemiş, sağlık ve
eğitim kurumlarının sınırlı sayıda olması dış güçler için avantaj teşkil etti. Bu güçler
merkezî idarenin bölgede zayıf olması dolayısıyla da bunu menfaatleri için çok iyi
kullandılar36.
Napolyon’un Mısır’ı işgali ile telaşa kapılan İngilizler öncelikle Irak’ta ordu
bulundurmaktansa etkili kişiler vasıtasıyla Osmanlı Devletini hem Irak hem de İran
sınırında siyasî çalışmalar yürüterek fiili olarak idare etmeyi tercih ettiler. Zaten
doğrudan askerî güç kullanmak İngiliz siyasetine uygun düşmüyordu. İngilizler burada
etkili olan yerel güçlerle irtibata geçerek zaman içerisinde onları etki alanlarına alabilir
Pall Mall Gazette, 23.01.1868-Cezmi Eraslan, “Irak’ta Türk-İngiliz Rekabeti (1876-1915)”, İstanbul
Üni. Edeb. Fak. Tarih Dergisi 35, İÜ Edeb. Fak. Bas., İst., 1994, s. 223-224- www.britishempire.co.uk
35
“…Beyân-ı hâcet olmadığı üzre hıtta-i Irakiye namı tahtında bulunan Musul ve Bağdat ve Basra
vilâyetleri ahâlisi cinsen Türk ve Arab ve Kürd insâline ve Mezheben dahi Sünnî ve Vahhâbi ve Câ ʻferi ve
Yezîdî ve Bahâî fırkalarına müntesibdir. Sünnîler Hanefi, Şafiî, Hanbelî, Malikî mezâhibi
erbaasına münselik iseler de ekseriyeti Şafiîler ile Hanefîlerden müteşekkil ve kısm-ı bakiyeleri de
Mâlikîler ve Hanbelîlerden ibârettir. Ve Caʻferîler dahi usulî ve Şeyhî ve Ahbârî gibi yekdiğerini tekfir
ider. Üç fırka-yı mütezâddeye müteferrikdir. Vilâyât-ı mezkûre bazı bilâd ve kasabâtında bir mikdar
Hıristiyan ve Yahudi ve Sabaî dahi var ise de ekalliyet miktarları cihetiyle hâiz-i ehemmiyet değildirler.
Türk ve Arab ve Kürd insâli Musul ve Bağdad vilâyetleri ahâlisini teşkil iderlerse de ekseriyeti Musul
Vilâyeti’nde Kürtler ve Bağdad Vilâyetinde Arablar hâizdirler Basra Vilâyeti ahalisi ise yalnız Arab’dan
ibârettir. Irak’ın Islahına Dair Süleyman Paşa’nın Layihası, Başbakanlık Osmanlı Arşivi (Bundan sonra
BOA olarak kısaltılacaktır), YEE, 9/34- Mehmet Saray, Türk-İran İlişkileri, Ankara, 1999, s. 85
36
Eraslan, Irak’ta Türk-İngiliz Rekabeti, s. 225
34
4
ve bu şekilde burada idarelerini güçlendirebilirlerdi. Müslüman bir bölgede dinî
liderlerin halk üzerindeki etkisi ve yaptırım gücünün bir hayli fazla olduğu bilinen bir
gerçekti. Bu sebepten İngilizler bu kesimin gücünden istifade edebilmek için ulema ie
bağlantıya geçtiler. Yüzyıl boyunca bunların nüfuzundan ziyâdesiyle yararlanmasını
bildiler. Ulema ile sınırlı kalmayan İngilizler bunların yanı sıra Osmanlı yönetici kesimi
ile de siyasî münasebete ve mücadeleye girdiler37, yeri geldi bu kişileri desteklediler 38,
yeri geldi makamlarından olmaları için çaba sarfettiler ve bunda da çoğu zaman
muvaffak olmayı bildiler39. Bu konu çalışmanın ilerleyen bölümlerinde ayrıntısı ile ele
alınacağından şimdilik kısa bilgi vermekle iktifa ediyoruz.
XVIII. yüzyılın son çeyreğinde temâyüz eden ve Necid merkezli büyük bir Suud
devleti kurma amacında olan Vahhabîlik hareketinin de en büyük destekçisi yine
İngilizler oldu40. Vahhabîler’in kısa süre içerisinde taraftar toplaması, güçlenmesi ve
Basra Körfezine ulaşması bölgede nüfuz kurma ve diğer büyük güçleri buradan uzak
tutma gayesinde olan İngilizlerin nazar-ı dikkatini celb etti. Vahhabîler, henüz Basra
Körfezindeki bazı şeyhler ile irtibata geçmeden İngilizler onların bu kadar ileri
gidebileceğine ihtimal vermiyorlardı. Ne zaman ki şeyhler Vahhabîlerin etki alanına
girmeye başladı, bölgede kontrolü kaybedeceğinden endişe eden İngilizler Vahhabîler
ile anlaşma yoluna gittiler. Zira Vahhabîler İngilizlere karşı mücadele ederken cihad
ilan ediyor ve böylelikle şeyhlerden çabucak destek bulabiliyorlardı. Hatta 1809’da
İngilizlerin Resul Hayme’ye saldırıp korsanları etkisiz hale getirmesi ve burasını işgal
Meir Litvak, Shi‘i Scholars of Nineteenth Century, Cambridge Univerity Press, Cambridge, 1998, s.117
“…İngiltere elçisi tarafından Babıâlîlerine irsâl olunub beraber takdîm-i atiyye-i ulyâ-yı şehinşâhileri
kılınan müzâkereden müstefad olduğu üzre elçi-yi mersûm Davud Paşa hâininin afv-ı ferdîsine karışmak
istemiş ise de hidmet-i riyâsetten İngiltere elçisine virilen cevabda hâin-i merkūm hakkında kısas-ı şer‘i
icrāsı lazım gelerek tedâbir-i lâzımeye teşebbüs olunmuş olduğundan terki mümkün olmaz denildiğini
mukābeleten tercümân-ı mersûm bu kadar akçeler sarf itmekten ise şu vireceği mebâliği almak hayırlı
değil midir?...” BOA, HAT, 389/20702-Osmanlı ordusunda, Revandız’da görev yapan Resul Paşa’nın
isyan edeceği Türkler tarafından anlaşılınca, paşa İran’a firar etti. İngilizlerin arabuluculuk yapması
sonucu üç yıl sonra Bağdat’a özel personel olarak döndü…” Justin Perkins, Journal of a Tour from
Oroomiah to Mosul, Through the Kurdish Mountains and a Visit to the Ruins of Nineveh, s. 92
39
Litvak, Shi‘i Scholars of Nineteenth Century, s. 117-Zaki Saleh, Britain and Iraq, El-Maaref Press,
Baghdad Iraq, 1966, s. 88-89
40
Suud Vahhabilerin evlâdından Necid’e en sonraki şeyh ve reis bulunan Abdullah el Faysal her ne
kadar istiklâl-i hükûmet dâiyesinde ise de eslâfı gibi Devlet-i ʻAliyye’ye muhalefet ve bir takım devâî-i
müzâhabeye ile etrâfa îrâs-ı mazarrat niyetinde olmayub bir meslek-i mu‘tedil-i ittihāz itmiş olduğu halde
birâderlerinden Suud ba‘zı tarafın teşvîkat ve teşcîâtıyla Abdullah’ın elinden Hükûmeti Necidiye’yi almak
sevdasına düşüp ve Hindistan’a azîmetle İngilizlerin muavenet-i ma‘neviyesiyle etrafdan asker toplayup
seksan altı senesinde birâderine isyan itmiş ve vuku‘u bulan muharebelerde Abdullah’a galebe itmesiyle
ibtidâ‘ Ahza Kıt‘asını zabt iderek Hofuf ve el Mübriz memleketlerinde olan kal‘alara ve sevâhilde dahi
Katıf kal‘asıyla sâir mevâkiye asker ve me‘mur yerleştirdikden sonra makarr-ı hükûmet olan Riyad
taraflarına ve daha içerülere doğru yürümüş olduğundan Abdullah el Faysal çaresiz kalarak Mithat
Paşa’ya mektub ve âdem irsaliyle istiâne ve istimdâd itmişdir. Ali Haydar Mithat, Tabsir-ül İbret, s. 105
37
38
5
etmesi üzerine şeyhler ile birleşen Vahhabîler İngilizlere saldırdılar41. Böyle bir gücü
yanına almak isteyen İngilizler, Vahhabîlere elçi ve hediyeler gönderdiler ve anlaşma
zemini aradılar. Vahhabîler buna önceleri yanaşmadılar ancak 1810 yılında
karşılaştıkları sıkıntılar nedeniyle onlar da İngilizlerin bu teklifine sıcak baktılar.
Nitekim Bender Buşehr’de bulunan elçi Bruce ile karşılıklı olarak iki tarafın ticaretine
müdaheleyi men eden şifahi bir anlaşmaya vardılar. Lakin iki taraf arasındaki bu
antlaşmayı Fransızlar öğrenmekte gecikmediler ve bozmak için temsilcileri vasıtasıyla
Vahhabîler’in liderleri nezdinde derhal çalışmalara başladılar. Fransızların tüm bu
çabalarına karşın bundan sonra İngilizler ile Vahhabîler arasında büyük çapta
anlaşmazlıklara rastlamıyoruz, dahası zaman zaman İngilizler Vahhabîler’e destek
sağlamaktan geri durmadılar 42.
4. Tarımsal zenginlik ve Ticaret
Petrolün keşfine kadar, Irak tamamen bir tarım ülkesiydi ve tarım Irak
ekonomisinin
belkemiğini
oluşturmaktaydı.
İklimin
elverişsizliği
ve
kuraklık
Avrupalılar tarafından Bereketli Hilal (Fertile Crescent) olarak adlandırılan el-Cezire
bölgesi ve ırmakların kenarındaki bölgeler dışında Irak’ın diğer bölgelerinde tarımsal
faaliyetleri neredeyse imkânsız hale getiriyordu. Ancak tarıma elverişli ve çok verimli
olmasına karşın bu bölgelerdeki topraklardan da tam olarak istifade edilemiyordu.
Nedeni ise nehirlerde ıslah çalışmaları ve bendlerin yapılmaması, mecralarının sık sık
yer değiştirmesinin önüne geçilememesi, su kanallarının eksikliği nedeniyle
nehirlerinden tam olarak istifade edilememesi, bu nehirlerin kurak yaz mevsiminde
sularının asgariye inmesi, bataklıkların kurutulamaması ve tarımın son derece ilkel
tekniklerle yapılması idi43. Bahsedilen bu eksikliklerin büyük bir kısmını Mithat Paşa
1869-1872 yılları arasındaki Bağdat Valiliği sırasında giderdi ve tarımsal üretim
eskisine kıyasla bir anda hatırı sayılır derecede arttı.
Günümüzde olduğu gibi XIX. yüzyıl boyunca da hurma en önemli tarımsal meta
idi ve neredeyse Irak’ın her bölgesinde yetiştiriliyordu. Irak’a hayat veren Fırat ve Dicle
gibi büyük nehirlerin vadileri boyunca ve kuzeydeki yaylalarda çoğunlukla tütün,
meyve ve sebze; güneyde ise tahıl, mısır, susam, yer yer fındık, meyve, sebze ve
Zekeriya Kurşun, Necid ve Ahsa’da Osmanlı Hâkimiyeti, TTK Yay., Ankara, 1998, s. 45
Kurşun, Necid ve Ahsa’da Osmanlı Hâkimiyeti, s. 46
43
BOA, İ.DH, 656/45621- www.britishempire.co.uk- Ebubekir Ceylan, Ottoman Origins of Modern Iraq:
Political Reform, Modernization and Development in The Nineteenth Century Middle East, I.B Tauris Co
Ltd, London, 2011, s. 150
41
42
6
afyon yetiştiriliyordu. Bahar mevsiminde kar sularının erimesi ve bol yağmur sayesinde
Fırat ve bilhassa Dicle nehirlerinin debileri artıyor ve yataklarından taşarak yukarıdan
topladıkları alüvyonlu toprakları geçtikleri yerlerde bırakarak verimli vadileri meydana
getiriyordu. Bu araziler tabi ki başta İngilizler olmak üzere Avrupalı siyasetçi ve
tüccarlarının dimağında teknoloji vasıtasıyla kaliteli ve pahalı ürünler yetiştirilebileceği,
buralardan hem büyük paralar kazanılabileceği ve bu faaliyetler sayesinde buralara
yerleşebilecekleri iyiden iyiye yer etmeye başladı44.
İngilizler adına el-Cezire bölgesinde araştırma yapan Chesney başkanlığındaki
ve H.B. Lynch’in de aralarında bulunduğu İngiliz ekip bölgenin zirai açıdan önemini
kavramakta gecikmedi. Böylelikle İngilizler önce pamuk ve pirinç ekimi için ön ayak
oldular ve bu tarımsal metanın en büyük ihracatçıları haline geldiler45.
5. İdari Taksimatı
XIX. yüzyıl Irak’ın idarî taksimatı ile ilgili en detaylı bilgilere salnamelerden
ulaşılabilir. Osmanlı Devlet Salnamesi, Bağdat Salnamesi ve Basra Salnamesinden
istifade edilebilir46.
Araştırmamıza konu olan Irak topraklarında bulunan Vilâyetlerin, Osmanlı
Devleti yönetiminde idarî taksimatı şu şekildedir47:
Irak tamamen Osmanlı hâkimiyetine geçtikten sonra üç eyâlete bölündü. Bunlar;
Bağdat, Musul ve Basra’dır48. Klasik dönemde beylerbeyi tarafından idare edilen bu
eyâletlerden Musul Eyâleti miri rejime49 dahil idi. Bağdat ise bazen miri bazen de
salyaneli50 olarak idare ediliyordu. Basra Eyâleti daima, salyaneli olarak idare edildi. Bu
düzen XIX. yüzyılın son çeyreğine kadar devam etti. 1864 Vilâyet Nizamnamesi’nde de
üç Vilâyet halinde teşekkül ettirildi. Şimdi bu vilâyetler (eyâletler) hakkında genel
bilgiler verelim.
44
Geoff Simons, Iraq from Sumer to Post-Saddam, Third Edition, Palgrave Macmillan, New York, 2004,
s. 183-184- Iraq, Visual Geography Series, www.vgsbooks.com, s. 25.25
45
İlhan Ekinci, Fırat ve Dicle’de Osmanlı-İngiliz Rekabeti, Asil Yay., Ankara, 2007, s. 32www.britishempire.co.uk
46
Halil Sahillioğlu, “Irak’ın İdarî Taksimatı”, (Çev.: Mustafa Öztürk), Belleten LIV/209-211, TTK Yay.,
Ankara, s. 1233
47
Kılıç, Osmanlı yönetiminde Irak ve Suriye, s. 38
48
www.britishempire.co.uk
49
Osmanlı Devletinin fiili olarak tam hâkim olduğu bölgelerdir. Miri Rejim devletin otoritesini en ücra
köşelere kadar teşmil etmesi için önemli bir sistemdi.
50
İstanbul’dan uzak eyâletlerin idare tarzıdır. Bu eyâletlerin gelirlerinin belirli bir kısmı merkeze
gönderilir kalanı da merkezî idare tarafından eyâletin masrafları için kullanılırdı. Ayrıntılı bilgi için bkz:
Mustafa Öztürk, “Arap Ülkelerinde Osmanlı İdaresi”, History Studies Ortadoğu Özel Sayısı, 2010
7
5.1. Musul Vilâyeti
Ortadoğu’nun stratejik bir noktasında bulunan bu şehir çeşitli medeniyetlerin ve
kültürlerin bir araya geldiği yer olmuştur. Bu konumundan dolayı her zaman önemini
korumuş ve aynı zamanda savaş ve nüfuz mücadelelerinin en çok yaşandığı yerlerden
biri olmuştur.
Bölgenin ilk sakinleri Sümerlerdir. Sümerlerin ardından sırasıyla Akadlar,
Babilliler, Asurlular, Kimmerler, Persler, Makedonyalılar, Partlar, Romalılar ve
Sasaniler, Müslümanlar tarafından fethine kadar Musul’da hüküm sürdüler.
El-Cezire’deki eski Diyar-ı Rebia’nın merkezi olup, Dicle Nehri’nin batı
sahilinde eski Ninova’nın karşısında bir şehirdir. M.Ö II. binden itibaren Asur
bölgesinin merkezi olarak Ninova’nın yerini aldı51.
Şehir Müslümanlar tarafından fethedildikten sonra Irak ve el-Cezire’yi birbirine
bağladığı için buraya “el- Mevsıl” (ulaşılan yer) denmiştir. Yine bu kelime; yolların
birleştiği yer, kavşak, geçiş yeri, kavuşma yeri, ulaşma yeri gibi anlamlara gelir.
Anlaşılan odur ki, Musul birçok önemli şehirlerin ve ticaret yollarının kavşak noktası
olan bir şehirdir.
İslam
fethinin
akabinde
Emeviler,
Abbasiler,
Hamdaniler,
Ukayliler,
Selçuklular, Zengiler, İlhanlılar, Karakoyunlular, Celayirliler, Akkoyunlular, Safevîler
ve nihayet Osmanlılar Musul’da egemen olan devletlerdi52.
1514 yılında Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran Savaşı zaferinden sonra 1516-1517
yılında Musul Osmanlı Devletinin kontrolüne girdi53 ama tam egemenlik için Kanuni
Sultan Süleyman’ın Bağdat Seferini beklemek gerekti. 1534’te yapılan bu sefer ile
Musul ve havâlisinde Osmanlı egemenliği kesinleşti. Musul, Osmanlı Devletinde de
eyâlet ya da vilâyet merkezi olarak önemini yüzyıllar boyunca korudu54.
Musul Eyâleti XVIII. yüzyıl başlarında
(1701-1702)
beş sancaktan
oluşmaktaydı. Bu sancaklar; Musul (Paşa) Sancağı Harûn, Tikrit, Dohuk ve Zaho, Gafre
Kalesi ve Kili-i Deyr’dir55.
Kılıç, Osmanlı Yönetiminde Irak ve Suriye, s. 77
Gündüz, Osmanlı İdaresinde Musul (1523-1639), Ortadoğu Araştırmaları Merkezi Yay., Elazığ, 2003,
s. 2-23
53
Gökhan Çetinsaya, Ottoman Administration of Iraq (1890-1908), Routledge, Abingdon, Oxon, 2006, s.
4
54
Kılıç, Osmanlı Yönetiminde Irak ve Suriye, s 79
55
Kılıç, Osmanlı Yönetiminde Irak ve Suriye, s. 82
51
52
8
XIX. yüzyılda 1848-1849 yıllarında Musul’da toplam 55.000 nüfus vardı. 18811883 genel nüfus sayımına göre şehir 27.881 Müslüman, 1 Rum, 45 Ermeni, 2809
Katolik, 692 Yahudi, 74 Protestan olmak üzere toplam 31.502 erkek nüfusa sahipti.
1890 Musul salnamesinde şehrin nüfusu 60. 000 olarak verilmektedir56.
5.2. Basra Vilâyeti
Halife Hz. Ömer zamanında 636 yılında tesis edilen Basra, şimdi ki Basra’dan
17-18 km batıda ve yine Şattü’l-Arab sahilinin batısında idi. Şimdi ki Basra ise
Bağdat’ın 460 km güneydoğusunda, Fırat ve Dicle nehirlerinin birleştiği noktanın 50
km güneybatısında yer alır (Bkz. Haritalar ve Krokiler 6).
Şehir; Basra Körfezini, İran ve Irak yollarını kontrol altında tutabilmek, stratejik
mevkii sebebiyle burayı askerî bir üs olarak kullanmak gibi düşünceleri hayata
geçirmek için kuruldu.
İslam medeniyeti zamanında Hindistan ile olan ticaretin büyük bir merkezi idi.
Emeviler, Abbasiler, İlhanlılar, Karakoyunlular ve Akkoyunluların hâkimiyetinde kalan
şehir Kanuni’nin Irakeyn Seferinde 1534 yılında Osmanlı topraklarına katıldı57.
Bağdat’ın fethi ile bu eyâlete bağlı bir sancak statüsü verilen Basra 1702 yılında
müstakil bir eyâlet haline getirildi. Bu eyâlet sekiz sancaktan oluşmakta idi. Bunlar:
Paşa Sancağı (Basra), Kıyab, Badiye, Sabusne, Gaffat, Mensur ve Batna, Seremle, Şuş,
Gazan, Resle ve Safiye, Cegar sancakları idi58.
Temâyüz eden bazı huzursuzluk ve isyanlardan dolayı şehir 1737 yılında Bağdat
Eyâletinin kontrolü altına girdi ve XIX. yüzyılın sonlarına kadar Bağdat’a tâbi oldu.
1884 yılında merkez (Basra), Muntefik, Amara ve Necid sancaklarından oluşan bir
Vilâyet haline getirildi59.
5.3. Bağdat Vilâyeti
Bağdat isminin menşei hakkında farklı rivayetler vardır. Bu rivayetlerden birisi
Bağ Dad olup anlamı Adalet Bahçesidir. Şehrin adı ile ilgili diğer bir rivayet ise Zevra
Kılıç, Osmanlı Yönetiminde Irak ve Suriye, s. 80
Eroğlu-Babuçoğlu-Özdil, Osmanlı Vilâyet Salnamelerinde Basra, s. 18-İlber Ortaylı, Osmanlı
İmparatorluğu’nda İktisadi ve Sosyal Değişim Makaleler 1, Birinci Baskı, Turhan Kitabevi, Ankara,
2000, s. 173
58
Eroğlu-Babuçoğlu-Özdil, Osmanlı Vilâyet Salnamelerinde Basra, s. 13
59
Eroğlu-Babuçoğlu-Özdil, Osmanlı Vilâyet Salnamelerinde Basra, s. 14
56
57
9
olup böyle isimlendirilmesi ise şehrin giriş ve çıkış kapılarının birbirleri ile karşılıklı
olmamasındandır60.
Dicle Nehri’nin eski yakasında yer alan Bağdat, Abbasi halifelerinden Ebu Cafer
El-Mansur tarafından Abbasilerin başkenti olarak kuruldu.
Bağdat’ın kurulduğu topraklar üzerinde Asurlular, Keldânîler, İlhanlılar başta
olmak üzere pek çok uygarlık hüküm sürdü. Abbasilerin buraları ele geçirmesi ile de
Bağdat şehri inşa edildi.
Bağdat tarihi başlıca iki devreye ayrılabilir: Birinci devre, 508 yıl süren
Abbasiler devridir ve bu devir 750-1258 yılları arasını kapsar. İkincisi ise Abbasilerin
1258 yılında ortadan kaldırılmasından şehrin 1915’te İngilizler tarafından işgaline kadar
olan devredir. Bu devirde Irak tamamiyle Selçuklular ve bölgede kurulan Türk
devletlerinin hâkimiyetindedir.
Kurulduğu günden beri Irak ve çevre yerleşim birimleri için son derece önemli
olan bu şehir hızla gelişerek IX. ve X. yüzyıllarda bir ilim, kültür ve medeniyet merkezi
haline geldi.
Bulunduğu konum itibariyle Bağdat, “kürsi-i hıtta-i Irakiyye” olarak
adlandırılmaktadır. Dicle ve Fırat nehirlerinin suladığı bu bölge hem zirai açıdan önem
arz etmekte hem yeraltı zenginlikleri hem de stratejik bir konumda bulunmasından
dolayı daimi sûrette önemini korumaktadır.
Bağdat; Musul’un güneyinde İran huhudunda yer alır. Dicle ve Fırat nehirleri de
kuzeybatıdan güneye doğru Bağdat topraklarından geçerek Basra Körfezine ulaşır.
Ayrıca; Diyale, Kavi, Tersak, Gelal, Mendeli ve Vend çayları da Vilâyetin içinden
akmaktadır61.
Abbasiler döneminde olduğu gibi Bağdat, Kanuni döneminden başlayarak
Irak’ın elden çıkmasına kadar Osmanlı Devletinin Irak’taki yönetim birimi oldu.
Ayrıca, Kölemen Valilerin II. Mahmud tarafından bu şehirdeki yönetimine son
verildikten sonra 1831’den itibaren merkezden yöneticiler atanmaya başlandı62. Hatta
şehrin büyük olması ve asayişsizlik sürekli mevcudiyetini koruduğundan dolayı tam
kontrol sağlamak ve iki başlılığı önlemek için Müşirlik ve Valilik yetkileri tek elde
toplandı. Bu Vali aynı zamanda Bağdat’a tâbi bölgelere Vali ve Kaymakam tayin
Eroğlu- Babuçoğlu-Özdil, Osmanlı Vilâyet Salnamelerinde Bağdat, s. 61
Eroğlu-Babuçoğlu-Özdil, Osman Vilâyet Salnamelerinde Bağdat, s. 31
62
www.britishempire.co.uk
60
61
10
etmenin yanında mahkeme kurma63 ve gerektiğinde müdahil olma ve kontrolü eline
alma yetkisi vardı64.
Bağdat şehrinin modernleşmesi 1869-1872 yıllarında Bağdat Valiliği yapan
Mithat Paşa zamanında başladı. Mithat Paşa’nın Valiliği döneminde şehirde imar
faaliyetleri hız kazandı, Bağdat ile Kâzımiye arasında tramvay hattı döşenmesi için
şirket kuruldu. Hattın demirleri ve arabaları İngiltere’den kısa sürede tedârik edildi ve
derhal taşımacılığa başlandı.65
Özellikle XIX. yüzyılın ilk yarısından başlayarak Irak bölgesinin başta İngiltere
olmak üzere Avrupa devletleri için önem kazanmaya başladığı bilinmektedir. Transit
ticaretin el-Cezire bölgesi takip edilerek yapılmaya başlanması hem Bağdat, Basra ve
Musul’un önemini arttırdı hem de söz konusu yerlerde üretim endüstrisi, hayvancılık ve
hizmet sektörlerinin gelişmesine katkı sağladı66.
63
“Ticarî davaların hükme bağlanması için bu bölgede kalıcı bir mahkemenin kurulması hususunda
Bağdat yönetimi ve Britanya Konsolosluğu arasında gidip gelen yazışmaların nüshalarını size sunmaktan
şeref duyarım. Stratford Canning, Bağdat Başkonsolosu” FO, 195/334, No: 7
64
“Necid Kıt‘asının bir köşesinde olan bir memleketin merbūtiyyet ve idâresi bu vechle te‘min olunmuş
ise de umûm-ı Necid Kıt‘ası bir hâl-i buhran ve i‘tişâşâdan olub uzaktan görünen müdâhalât-ı ecnebiye
ile bu kıt‘asının dahi Aden ve Maskat ve Umman tarafları gibi elden çıkacağı anlaşıldığından bu ahval
Mithat Paşa’nın inzar ve efkârını celb iderek ertesi sene yani Mithat Paşa’nın Bağdat’a vüsûlünün
üçüncü senesi Necid’e asker sevki ve Ahsa Kıt‘asının taht-ı zabt ve idâreye alınması gibi takib iden vekâyi
bu mukaddemādan başlamıştır”. Ali Haydar Mithat, Tabsir-ül İbret, s. 104
65
Mithat, Tabsir-ül İbret, s. 93-94- Hala Mundhir Fattah-Frank Caso, A Brief History of Iraq, New York,
The USA, 2009, s. 146-147
66
Iraq, Visual Geography Series, s.24-25, www.vgsbooks.com-Sinan Marufoğlu, Osmanlı Döneminde
Kuzey Irak, Eren Yay., İst., 1998, s. 216
BİRİNCİ BÖLÜM
1. İNGİLTERE’NİN BÖLGE İLE İLGİSİ VE İLK TEMASLARI
1.1. İngiltere İçin Irak’ın İktisadî, Ticarî, Stratejik ve Yeraltı Zenginlikleri
Bakımından Önemi
Ortaçağ boyunca ticarette yeterince etkili olamayan İngilizler, ticarî ilişkilerini
Venedikli ve Cenevizli tüccarlar üzerinden yürütmekteydiler. Zamanla İngilizler
ticaretin ne derece önemli olduğunun farkına varıp bilhassa denizcilikle alakadar
olmaya başladılar. Kısa sürede büyük başarılar elde ederek bu alanda uzmanlaştılar.
İngilizler ithalat ve ihracatlarını kendileri yapıyor, İtalyanların Britanya Adasında ticarî
faaliyetlerde bulunmalarına kesinlikle müsaade etmiyorlardı. İngilizler XVI. yüzyıldan
itibaren Akdeniz’de görünmeye başladılar. 1573’ten itibaren Akdeniz’de ticarî
faaliyetlerini arttırabilmek için Osmanlı Devletine müracaat ederek kendi bayrakları
altında seyr-ü sefâyin edebilmek ve ticaret yapabilmek için müsaade istediler. Bu tarihe
kadar Fransızlar ve Venediklilere tanınan bu ayrıcalıklar II. Selim tarafından İngilizlere
de tanındı67.
Osmanlı Devletinden ayrıcalıklar almaları ticaret yaptıkları liman şehirlerinde
konsolosluklar açmalarını da zorunlu kıldı. Zira ticaretlerini kontrol etmek ve
tüccarlarının haklarını savunabilmek için bunu yapmaları şarttı. ancak İngilizlerin ülke
genelinde misyon açmaları derhal mümkün olmadı. Çünkü Osmanlı topraklarında etkin
olan Fransızların konsolosları diğer bir çok ülkenin de konsolosluk faaliyetlerini
üstleniyor karşılığında bu ülkelerden %2 komisyon alıyorlardı. İngilizler Osmanlı
topraklarında ancak 1700’de ilk konsolosluklarını açabildiler. Fransızlar bu tarihe kadar
diğer devletlerin Osmanlı topraklarında konsolosluk açmalarına mani oldular. 1700
yılında İngilizler ve Hollandalılar müşterek bir yardımcı konsolosluk açmaya muvaffak
oldular. Bundan sonra bu milletin önünde durmak pek mümkün olmadı. Kısa sürede
İngiliz ticarî ve diplomatik temsilciler ülkenin pek çok yerinde faaliyete geçtiler68.
Böylelikle iki ülke arasında ticaretin yanı sıra siyasî münasebetler de başlamış oldu.
Akdeniz’de ticarî üstünlüğü elinde bulunduran Venedik’in zayıflaması sonucu da
İngilizler, Osmanlı Devleti üzerindeki ticarî ve siyasî etkinliklerini önce Akdeniz’de
67
Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlı-İngiliz İktisâdî Münâsebetleri I (1580-1838), Türk Kültürü Araştırma
Enstitüsü Yay., Ankara, 1974, s. 6-9
68
Kütükoğlu, Osmanlı-İngiliz İktisâdî Münâsebetleri I, s. 46-47
12
sonra devletin genelinde arttırdılar. Hindistan Ticaret Yolunun güvenliği ve Osmanlı
topraklarındaki ticarî faaliyetleri için XIX. yüzyılın son çeyreğine kadar Osmanlı
Devletinin toprak bütünlüğünden yana oldular. Görünürde bir müttefikinin toprak
bütünlüğünü korudular ancak gerçekte kendi çıkarlarını gözettiler69.
Rusya ve diğer Avrupa devletlerinin yanı sıra İngiltere’nin önde gelen
politikacılarının Osmanlı Devleti aleyhtarı politikaları, İngiltere siyasetinin Osmanlı
Devleti aleyhine değişmesine sebep oldu. Bu dönemden itibaren İngiltere, Avrupa
devletlerinin yanı sıra Osmanlı Devleti içerisindeki ayrılıkçı azınlıklarla işbirliği
yaparak Osmanlı Devletini ortadan kaldırıp bu devlet üzerindeki emellerini
gerçekleştirmek amacıyla harekete geçti. İngiltere’nin girişimleri kısa sürede sonuç
verdi. Kumpanyaları ve konsolosları vasıtasıyla ticareti, diplomatları vasıtasıyla siyasî
etkinliğini arttırdı bunun yanında misyonerleri vasıtasıyla Hıristiyanlığı yayma imkânı
buldu.
1878 yılında Kıbrıs, 1882 yılında da Mısır’ı hâkimiyeti altına alan İngiltere, I.
Dünya Savaşında İttifak Devletleri safında savaşa girerek mağlup olan Osmanlı
Devletinin fiili olarak ortadan kalkmasında belki de en etkili devlet oldu.
Yaptığımız incelemeye konu olan Irak bölgesi, özellikle XIX. yüzyılın
ortalarından itibaren Dünyadaki savaş, çatışma ve uluslararası rekabetin yoğun olarak
yaşandığı bölgelerden biri haline geldi. Bu durumun ortaya çıkmasında en önemli
etkenler ise Irak’ın ekonomik durumu, jeostratejik ve jeopolitik konumu, tarımsal
zenginliği, en başta petrol olmak üzere sahip olduğu enerji kaynaklarının varlığıdır70.
Archibald Dunn “…Mezopotamya’daki kaynakların işletilmesi demek Hindistan ve
İngiltere ticaretine artış demektir ki buna sırt çeviremeyiz…”71 diyerek el-Cezire
bölgesinin kendileri için ne kadar önem arz ettiğini ve bu bölgenin Osmanlı Devletine
ait olduğunu göz ardı ederek buradan asla vazgeçmeyeceklerini açıktan ifade etmekten
çekinmiyordu.
Enver Ziya Karal, Büyük Osmanlı Tarihi II, TTK, İst., s. 16- John S. Guest, The Euphrates Expedition,
Kegan Paul Limited, Oxon UK, 2013, s. 141
70
Philip Willard Ireland, Iraq a Study in a Political Department, Kegan Paul Limited, London, 2004, s.
36- www.britishempire.co.uk-Pall Mall Gazette, 23.01.1868-J. Harvard Godfrey, Iraq and Persian Gulf,
September, 1944, s. 264-Iraq, Visual Gegraphy Series, www.vgsbooks.com, s. 24-25
71
Archibald Dunn, “Basra Körfezindeki İngiliz Çıkarları”, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi 3, (Cev.:
Zekeriya Kurşun), İst., 2000, s. 311
69
13
Güçlü devletlerin her biri bölgenin kaderine kendisi hükmetmek istiyor hiçbiri
diğerinin burada tek başına egemen olmasına razı gelmiyordu. İçlerinden birisinin
diğerine galebe çalması gerekliydi. Hiç kuşkusuz bu devlet İngiltere idi.
Yüzyılın ilk yıllarında Irak’ta ağırlık kazanan İngiliz siyasî ve iktisadî etkinliği
aynı yüzyılın ortalarından itibaren ilk zamanlarla kıyaslanamayacak ölçüde arttı 72.
Süveyş Kanalı deniz trafiğine açıldıktan sonra ve bilhassa padişah II. Abdülhamid
dönemine gelindiğinde ise Irak artık fiili olarak İngiliz egemenliği altına girdi. Bu
gelişme hem İngiliz hem de Osmanlı arşiv belgelerinden takip edilebilir.
I. Dünya Savaşı boyunca başbakan olarak İngiltere’yi yöneten ve savaş sonunda
Avrupa’nın şekillenmesinde oldukça önemli payı olan Lloyd George Londra’daki bir
konuşmasında “…Türkiye, cennet Mezopotamya’yı çöle, Ermenistan’ı mezbahaya
çevirmiştir.
Mezopotamya
Türk
değildir,
hiçbir
zaman
Türk
olmamıştır.
Mezopotamya’da bir Türk bir Alman kadar yabancıdır…” diyordu. Bu cümlelerden de
anlaşılacağı üzere maksatlarının Türkleri bölgeden çıkarmak olduğu açıktır. Lakin Irak’ı
işgal etmek ve diğer ülkelerin dikkatlerini üzerine çekmektense İstanbul’daki siyasî
nüfuzunu da kullanarak bölgede istediğini yapmak, zamanı geldiğinde de Türkleri
buradan uzaklaştırmak İngilizler için daha uygun bir siyaset idi. Genç Pitt (William Pitt
the Younger) ile başlayan bu politikaya 93 Harbi olarak da bilinen 1877-1878 OsmanlıRus Savaşına kadar Britanik liderler sadık kaldılar.
Kendisine itham edilen bu sözlerin aksine “…Osmanlı yönetim tarzında
Anavatan ve koloniler ayırımı hiçbir zaman olmadığı için bütün ülke toprakları aynı
değerdeydi, Kırım ile Kahire’nin, Bosna ile Basra’nın, Trabzon ile Trablusgarp’ın,
Yemen ile Yanya’nın hiçbir farkı, birbirlerine üstünlükleri yoktu. Keza Osmanlı
sınırlarında yaşayan her ırk, din ve mezhepten insanlar da Osmanlı Devletinin yüksek
hâkimiyeti altında, Allah’ın Sultan’a emanetiydiler. Devlet bu hususta çok samimiydi.
Çünkü 1876 Meşrutiyet Meclisi’ne ülkenin her tarafından her dil ve dinden mebuslar
seçilmiştir. Osmanlı Devleti için bütün halkı aynı değerdeydi. Ama aynı dönemlerde
İngiliz veya Fransız Parlamentolarına bir Cezayirli, Senegalli veya Avusturalyalı,
Güney Afrikalı bir kişinin girmesi hayal dahi edilemezdi. Çünkü Avrupalı nezdinde
oraları birer sömürgedir…”73. Oysa Osmanlı Devleti için idaresi altındaki her karış
toprak vatandır ve düşmandan korunması gereklidir.
Hemen tüm bölgeler için
72
Stefanos Yerasimos, Milliyetler ve Sınırlar, Balkanlar, Kafkasya ve Orta-Doğu, 6. Baskı, İletişim Yay.
İst., 2010, s. 122
73
Mustafa Öztürk, “Arap Ülkelerinde Osmanlı İdaresi”, History Studies Ortadoğu Özel Sayısı, 2010
14
“mahruse” ve “mahmiye” yani korunan himaye edilen tabirleri Osmanlı arşiv
belgelerinde sık sık geçmektedir.
Ülkenin her köşesinde yaşayan vatandaşlar birbirine eşitti, Sultana baş
kaldırmadığı ve siyasallaşmadığı müddetçe kendileri Sultana Allah’ın bir emaneti idi.
Bu itibarla Müslümanın Hıristiyana, Türk’ün Arap’a, beyazın siyaha bir üstünlüğü
yoktu. Kulları adalet dairesinde yönetmek adeta bir ibadet ve insanlık görevi idi. Mithat
Paşa bu husus ile ilgili düşüncelerini şöyle ifade ediyor: “…Müessisîn-i saltanat-ı
Osmaniye ilk muvaffakiyât-ı hârikulâdeyi silahlarının kuvve-i kâhiresinden ziyâde
herkes içün ve herkes hakkında izhâr eyledikleri adâlet sayesinde iktisab eylemişlerdir.
Onlar nüfuz-ı ibtidâ‘ilerini adâlet sayesinde tevsi‘ eylemişler ve silahlarıyla taarruz
etmedikleri memleketleri ma‘nen feth ve zabtederek nüfuzlarını bütün civar memâlike
isâl eylemişlerdir. İşte te‘sir-i adâlet bu derece bir azâmet göstermiştir…”74 Osmanlı
adalet inancına göre devlet ordusuz, ordu parasız, para halksız ve halk da adaletsiz
olamazdı75.
Lakin bu politika Avrupa devletlerinin politikaları ile hiçbir zaman
uyuşmaz. Bu devletlerde bir anavatan (homeland) bir de burasını besleyen sömürgeler
vardır. İkisi asla benzer haklara sahip olmamışlardır olamazlar da.
Yüzyılın ortalarından itibaren bölgedeki varlığı ve zenginliğinin farkına varılan
petrolün* önem kazanması ile beraber bölge eskisine nazaran güçlü devletlerin daha da
çok ilgilendiği, siyasî, ekonomik, stratejik rekabet ve menfaat alanlarının çakıştığı bir
alan haline geldi. Bu durum da Irak’ta yeni dengelerin oluşmasına ve başta siyasî olmak
üzere birçok alanda istikrarsızlıkların husûlüne sebebiyet verdi.
74
Sabahattin Küçük-Mustafa Öztürk, Mithat Paşa’nın Türkiye’nin Mazisi ve İstikbâli Adlı Risalesi, Prof.
Dr. Özer Ergenç’e Armağan, Bilge Kültür Sanat Yay., s. 246
75
Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig, Yaşar Çağbayır (Hazırlayan), Türkiye Diyanet Vakfı Yay., Ankara,
2003, s. 86
*
Günümüzde olduğu gibi bahsi geçen dönemde de Irak bölgesinde, petrolün hammaddelerinden olan
gazyağı, katran, zift ve asfalt bol miktarda bulunmaktaydı. Henüz o dönemde bu kaynakların kullanım
alanı bir hayli kısıtlıydı. Zaten bunların yer üstüne çıkarılması ve kullanımı için çalışmalar Amerika ve
İngiltere gibi gelişmiş ülkeler tarafından yürütülmekteydi. Buna karşın teknoloji tamamen yeterli
değildi.(XX. yüzyıla gelindiğinde İngilizler gemilerinde hala kömür kullanıyordu. Kömür yerine petrolün
kullanılması görüşü öne sürüldüğü zaman bunu bir çılgınlık olarak niteleyenlerin sayısı hiç de
azımsanmayacak sayıdaydı.) Adı geçen kaynaklar Irak’ın yerli halkı tarafıdan son derece ilkel tekniklerle
toplanıyor ve tıbbi müdahaleler, kısmen de ısınma maksadıyla kullanılıyordu. Bir İngiliz gazetesi olan
Pall Mall’ın 23.01.1868 tarihli sayısında yer alan ve Musul Yardımcı konsolosu C.A. Rasam tarafından
gönderilen bir raporda Londra’da katran ve gazın ısı ve yakıt elde etmek maksadıyla deneye tâbi
tutulduğundan haberdar oluyoruz. Raporda ayrıca bu kaynakların Musul civarında kaliteli ve bir o kadar
da bol miktarda bulunduğundan bahsediliyor ve kaynaklardan istifade edilmesi tavsiye ediliyor. Irak’ın
yeraltı kaynaklarından günümüze kadar en çok istifade eden devletlerin başında İngiltere geldiğine göre
Rasam ve burada görev yapan diğer İngiliz temsilcilerin bu raporları dikkate alınmış görünüyor. Bu konu
hakkında daha fazla bilgi için bak.: Daniel Yerkin, Petrol, 6. Baskı, (Çev: Kamuran Tuncay), İş Bankası
Kültür Yay., İst., 2011- www.britishempire.co.uk - www.wsws.org
15
Yabancı müdahalesi burada zaman içerisinde etkisini belirgin bir şekilde
hissettirdi. Burasının zayıf da olsa Osmanlı Devleti ile olan bağları koparıldı ve bunun
kaçınılmaz sonucu olarak devlet bölgeden tasfiye edildi. Bu müdahaleye kadar Irak’a
sunulan tüm hizmetler ya doğrudan doğruya devlet tarafından ya da devletin bilgisi ve
izni dahilinde yapıldı. Devletin bölgeden ayrılmasıyla Irak’a neredeyse hiç hizmet
gitmedi hatta bölge çatışmaların merkezi haline geldi, bu çatışmalar günümüze kadar
devam etti. Hatta Irak’ın günümüzde de düçar olduğu bu sıkıntılar geçmişin günümüze
devrettiği sıkıntılardır76.
Bu olumsuzluklara ve yaşadığı sıkıntılara rağmen Irak bugün tüm kurumlarıyla
olmasa da bir devlet olmayı başarabilmiştir. Bu durumun arkasında yatan sebep ise
Osmanlı Devletinin bünyesinden ayrılarak müstakil devletler halini alan diğer milletlere
olduğu gibi Irak’a da kendini yönetme ve teşkilatlanma müsaadesini vermesidir.
1.2. Fransa ile Rekabet
1.2.1. Avrupa’da Fransız Üstünlüğü (1798-1815)
Fransız ihtilali sonuçları ve etkileri itibariyle Avrupa’yı siyasî, sosyal ve
ekonomik olarak etkileyen en önemli tarihi olaylardan biridir. 1789 yılında ihtilalin
patlak vermesinden 1814 yılında toplanan Viyana Kongresine kadar tüm Avrupa
muvazenesi alt üst oldu ve I. Dünya Savaşına yol açacak olay ve gelişmelere zemin
hazırladı.
1.2.2. İhtilal Sonrası Değişen Fransız Politikası ve Diğer Devletlerin Buna
Tepkisi
1789 yılında başlayarak tüm Avrupa ve kısa sürede Dünyayı siyasî, sosyal ve
iktisadî olarak etkileyen Fransız İhtilali, etkisini ilk olarak doğduğu yerde yani
Fransa’da gösterdi. İhtilal mutlakiyetle yönetilen Fransa’da, uzun zamandan beri
toplanmayan Etats Generaux’nun iktisadî iflasın önüne geçmek için toplanması ile
başladı. Ulusal Meclis’in kurulması ile ayrıcalıklılar ve ruhban sınıfı korkuya kapıldılar.
Kralı da yanlarına alarak Meclisi kapatmaya çalıştıysalar da halkın da desteğini alan bu
hareketi durdurmak mümkün olmadı.
Britanya İmparatorluğunun Irak’ta geçmişten günümüze meydana getirdiği istikrarsızlık, kavga,
çatışma ve bunların günümüz Irak’ına olumsuz etkileri hakkında ayrıca bak.; www.bbc.co.uk
76
16
Meclis, “İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi”ni ilan ettikten sonra hazırlanan
anayasayı 14 Eylül 1792’de kabul etti. Böylece Fransa’da mutlakiyet sona erdi ve
Meşrutî Monarşi başladı. 1792 yılında kurulan Konvansiyon Meclisi ilk iş olarak
Cumhuriyeti ilan etti.
Konsüllük döneminde ise Napolyon Bonapart, Fransa’nın birinci adamı oldu.
Birinci Konsül olan Bonapart’ın amacı tüm Avrupa’yı Fransa’nın egemenliği altına
almak ve ülkesini Dünyanın en güçlü ülkesi haline getirmekti. Napolyon bu amacına
ulaşmak için Avrupa devletleri ile 1813 yılı sonlarına kadar savaştı ve bu tarihe kadar
Fransa Avrupa’da tartışmasız en büyük güç oldu*.
1814 yılında toplanan Viyana Kongresi, Avrupa’nın yeni haritası ve geleceğini
mütalaa etmeye başladı. Fakat kongreye katılan her ülkenin ayrı ayrı planları olduğu
için uzun bir süre sonuç alınamadı. Napolyon’un sürgün edildiği Elbe Adası’ndan
kaçtığı haberi üzerine aceleci ve kısa vadede Avrupa’ya hizmet edecek kararlar alındı.
Nitekim çok kısa süre sonra yine anlaşmazlıklar baş gösterdi ve bu anlaşmazlıklar I.
Dünya Savaşına kadar artarak devam etti.
1.2.3. Fransızların Mısır’a Girmesi
Napolyon Bonapart’ın imparator olması ve devamında Fransa’da ilan edilen
Cumhuriyet, Osmanlı Devleti tarafından tanındı. Fransa bunu iyi değerlendirdi ve
İstanbul’da siyasî bir misyon açmak için derhal çalışmalarına başladı. Fransa,
İstanbul’dan berat alır almaz Fransa’yı İstanbul’da temsil etmesi için diplomatı
Verninac’ı İstanbul’ a gönderdi. Bu görevlendirmenin hemen akabinde Osmanlı Devleti
de Paris’te bir elçilik açtı ve defterdar kesedarı Ali Efendi’yi Paris elçisi olarak
görevlendirdi.
1805’te İspanya’nın Trafalgar Burnu’nda Büyük Britanya ile Fransa-İspanya devletleri arasında 1805’te
cereyan eden deniz savaşını İngilizler kazandı. Lord Major, Başbakan Pitt onuruna düzenlediği şölende
Başbakanı “Avrupa’nın kurtarıcısı” olarak niteliyordu. Lakin bu mağlubiyet Fransızları geri çekilmek bir
yana daha da hırslandırdı. Zira İngilizler denizlerde güçlü olabilirlerdi fakat karada Fransızlar kendilerini
rakipsiz görüyorlardı. Nitekim kısa süre sonra İngilizlerin de içinde bulunduğu koalisyon dağıldı ve Üç
İmparator Savaşı olarak da bilinen Austerlitz Muharebesi’nde Napolyon Bonaparte’ın komuta ettiği
Fransa ordusu II. Francis ve Çar I. Alexander’ın idâresindeki Rusya-Avusturya ittifakını Austerlitz’te
mağlup etmeyi başardı. Bu zafer sonrası Fransa’nın Avrupa’daki üstünlüğü 1813’e kadar artarak devam
etti. Müttefiklerinden yoksun olmasının yanında İngilizlerin Avrupa’da Fransızlar karşısında etkisiz
olmalarının altında yatan nedenler arasında mali sıkıntılar, Kral ile Başbakan arasındaki anlaşmazlık,
askerî masrafları karşılamak için konulan yeni vergiler sayılablir. Oysa masraflarını finanse edebilmek
için Fransızlar yeni ele geçirdikleri yerlerden vergi ve değişik adlar altında para alıyorlardı. Üstelik
İngiltere’ninki ile kıyaslandığında Fransa’nın nüfusu yaklaşık iki kat idi. Halk Napolyon’a ve Fransız
ordusuna güveniyor, askerî başarıların Avrupa ve Dünyada kendilerine üstünlüğü getireceğine itimat
ediyorlardı. Hal böyle olunca Fransa’da iç huzur tesis edilmiş oluyordu.
*
17
Verninac, çalışmalarına derhal başladı ve III. Selim’e ittifak teklif ederek
karşılığında Osmanlı Devletinin kaybettiği toprakları geri alabileceğini vaad etti. Sultan,
Napolyon’a ve Fransa’ya duyduğu güvenin de etkisiyle bu teklifi kabul etti. Lakin
Fransa, İngiltere’nin Hindistan ile bağlantısını kesmek ve Ortadoğu’yu müstemlekesi
yapmak için Tulon’da Mısır seferi için hazırlıklara başlamıştı bile77. Napolyon’un
Osmanlı Devleti ile olan dostluğuna mugâyir olarak İskenderiye’ye çıkacağı istihbaratı
İngilizlere ulaştırıldı. Bunun üzerine İngiltere yaklaşan tehlikeye karşı Osmanlı
Devletini uyardı. Devlet buna pek inanmak istemese de İskenderiye’de savunma amaçlı
tabyalar ve mevziler yapmak için çalışmalara başladı. Fakat Fransa hazırlıklarını
tamamlamıştı. Osmanlı Devletinin Mısır’da güvenlik tedbirleri almaya başladığını
öğrenince donanmasını derhal Mısır’a gönderdi. Napolyon kumandasındaki Fransız
donanması Mısır Kölemenlerinin yapmış olduğu savunmayı silah teknolojisi ve asker
üstünlüğü sayesinde kırarak 1798 yılında Mısır’ı ele geçirdi78. Burasını zorlanmadan ele
geçirmekle birlikte burada tutunmasının ve nüfuz kurmasının çok zor olacağını gayet iyi
bilen Napolyon farklı taktikler uyguladı. Mesela, bir İslam memleketi için Müslüman
yönetici tarafından idare edilmenin ehemmiyetini iyi bildiğinden Memlüklülere “Sizin
Allah’a ibadet ettiğinizden daha çok ben Allah’a ibadet ediyorum” sözleriyle hitap etti.
Hatta bir adım daha ileri giderek “Fransızlar da gerçek Müslümanlardır” iddiasında
bulundu. Ancak, Osmanlı Devleti ve İngiltere karşısında Fransanın Mısır’ı işgali fazla
sürmedi79.
İngilizleri aşarak Mısır’a çıkan Fransız donanmasının bir kısmı yine İngilizler
tarafından tahrip edildi, tamamının ise Fransa ile olan irtibatı kesildi. Bunun üzerine
Fransızlar başta Cezzar Ahmet Paşa olmak üzere Türklerle İngilizlere karşı işbirliği
içerisine girmek istediler, lakin muvaffak olamayarak Akka yenilgisi sonrası Mısır’dan
çekildiler80.
1763’te Hindistan’ı ele geçiren İngiltere, Ortadoğu ülkelerinin müstemleke
haline getirilebilmesi için Mısır’ın son derece önemli bir mevki olduğunun farkındaydı.
Sömürgelerinin güvenliğini sağlamak, tüm Ortadoğu’yu etki alanına katabilmek ve
Ireland, Iraq a Study in Political Department, s. 36- Mustafa Nuri Paşa, Netayic-ül Vukuat,
(Sadeleştiren Neşet Çağatay), TTK Basımevi, Ankara, 1980, s. 200-203 – www.historyofwar.org
78
Mustafa Nuri Paşa, Netâyic-ül Vukuat, s. 202-Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet 3, Üçdal Neş., İst.,
1984, s. 1684-Ireland, Iraq a Study in Political Department, Kegan Paul Limited, London, 2004, s. 36 www.historyofwar.org
79
Süleyman Kızıltoprak, Mehmet Ali Paşa’dan II. Abbas Hilmi Paşa’ya Mısır’da Osmanlı’nın Son
Yüzyılı, TBBD Yay., İst., 2010, s. 4- www.historyofwar.org
80
Mustafa Nuri Paşa, Netâyic-ül Vukuat, s. 202-203
77
18
Mısır’ı Fransa’ya karşı korumak için hem askerî hem de politik çalışmalar yürüttü ve
bunda da muvaffak olmayı bildi81. Hatta Fransanın bu seferi İngiltere’ye menfaat
sağladı çünkü Napolyon Bonapart tehlikesinin ortadan kalkması ve Ebuhır’da Fransız
donanmasının yakılmasıyla Akdeniz’de İngiltere daha da kuvvetlendi82.
İngiltere Osmanlı Devleti ile siyasî müasebetlerini geliştirmeye başladı. Böylece
İngiliz politikacıların Orta Doğu için yapmış olduğu planları icraata geçirmeleri için
uygun zemin oluşmaya başladı.
İngiltere, Akdeniz’de elde ettiği bu başarının ardından 1814’te toplanan ve
Fransa’yı ihtilal öncesi sınırlarına hapseden Viyana Kongresi’nde de en kazançlı çıkan
devlet oldu. Fakat bu kongre milli menfaatler doğrultusunda Avrupa haritasını keyfi
olarak düzenlediğinden, Fransa’dan başlayarak kongreye karşı büyük tepkiler meydana
geldi. Fransa’da 1830 İhtilalleri patlak verdi. Bu tarihte, zorla birleştirilen Belçika ve
Hollanda birbirinden ayrıldı. Böylece Viyana rejimi iflas etti. Sanayi İnkılabının kıta
Avrupasına yayılması ile birlikte uluslararası sömürge alanlarındaki rekabet hızla
gelişti, bu da XX. yüzyıl başlarında I. Dünya Savaşına giden sebepleri hazırladı.
1.3. İngiltere’nin Fransa’ya Karşı Üstünlük Kurması
Yukarıda ayrıntılı olarak bahsedildiği gibi Fransa’nın, İngiltere’nin de içinde
olduğu koalisyon karşısında mağlup olması ve ihtilal öncesi yani 1789 yılındaki
sınırlarına çekilmesi sonucunda Fransa Avrupa’da gerilerken İngiltere 1815 yılından
itibaren en güçlü devlet haline geldi. Ezeli rakibini saf dışı eden İngiltere, emperyalizm*
faaliyetlerini arttırarak devam ettirmek için çalışmalarını hızlandırdı.
1.3.1. Mısır Üzerinden İngiltere’nin Ortadoğu Politikası
İngiltere’ye Atlantik ötesindeki sömürgelerini kaptırarak yönünü Akdeniz’e
çeviren Fransa, en ziyâde müsaadeye mazhar millet olmasına rağmen müttefiki Osmanlı
Devletinin toprağı olan Mısır’ı 1798 yılında işgale teşebbüs etti lakin başarısız oldu.
Fransa’yı Mısır’dan çıkaran İngiltere oldu.
www.historyworld.net-Ömer Kürkçüoğlu, Mondros’tan Musul’a Türk-İngiliz İlişkileri, İmaj Yay.
Ankara, 2006, s. 2-Kızıltoprak, Mehmet Ali Paşa’dan II. Abbas Hilmi Paşa’ya, s. 9
82
Enver Ziya Karal, Büyük Osmanlı Tarihi I, TTK, İst., s. 42 - www.historyofwar.org
*
“İmparatorluk kurma eğilimi, aynı iktisadî ve sosyal bütün içinde etnik ve kültürel bakımdan farklı
halkların, hâkim halkın elinde olan merkezî bir iktidarın otoriter yönetimi altında bir araya getirilmesi
eğilimi”, Meydan Larousse IV, Meydan Yay., İst., 1990, s. 238
81
19
Osmanlı Devleti, Fransa’ya karşı İngiltere ile 5 Ocak 1799’da ittifak kurmasını
müteakip aynı ülkeye Karadeniz’de serbest ticaret yapabilmesini öngören 30 Ekim 1799
tarihli antlaşmayı onayladı. Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti “Denge Politikası”nı
başlattı.
Mısır üzerinden İngiltere’ye karşı mücadele veren Fransa tüm bu gelişmeler
üzerine Mehmet Ali Paşa’yı hem İngiltere hem de Osmanlı Devletine karşı destekledi.
Fransa’nın Mehmet Ali Paşa’yı desteklemesine karşılık İngiltere, Osmanlı Devletinin en
güçlü destekçisi ve müttefiki oldu. Hatta İngiltere, bu ittifakın sağlamlaşabilmesi ve
Osmanlı Devletinin toprak bütünlüğü için Rusya ile anlaşmazlığa dahi düştü. Osmanlı
Devleti ile Rusya arasında önemli bir sorun teşkil eden Boğazlar Meselesini 5 Ocak
1809 tarihinde Osmanlı lehine çözümleyerek Türk-İngiliz ittifakını sağlamlaştırdı83. O
zaman akıllara şu soru gelebilir. Britanya İmparatorluğu; Rusya ve Fransa gibi güçlü
devletleri karşısına alarak neden Osmanlı gibi zayıf bir devletin yanında yer aldı?
Bu soruya kısaca şöyle cevap verilebilir. İngilizler; Rusların Akdeniz’e
ulaşmasını engellemek, sömürgesi Hindistan’ı müstahkem hale getirmek ve Orta
Doğu’da Rusları Fransızları ve Mehmet Ali Paşayı etkisizleştirerek burada tek hâkim
güç olmak gayesiyle
siyasî, askerî ve iktisadî çalışmalar yürüttüler. Söz konusu
yerlerdeki çıkarlarının korunması için zayıf ancak kendi mevcudiyetini koruyabilen
Osmanlı Devletinin varlığını devam ettirmesine şiddetle taraftar oldular ve bu politikayı
1876’ya kadar sürdürdüler. Osmanlı Devleti, hayatta kaldığı müddetçe, Rusya ve
Fransa’ya karşı doğal bir set vazifesi görecek ve böylelikle İngiliz çıkarları korunmuş
olacaktı. Zaten İngilizler İstanbul’da siyasî nüfuzlarını bir hayli arttırmışlardı.
İngilizlerin bu nüfuzunu ne Ruslar ne de Fransızlar ortadan kaldıramıyorlardı. Avrupa
devletlerinin aralarındaki bu mücadelelerden Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa istifade
etmesini bildi. Paşanın merkezden bağımsız olmak için yürüttüğü çalışmalar sonuç
verdi ve kısa süre sonra Mısır’da adeta yarı bağımsız bir sultan haline geldi. Elde edilen
bu başarılara karşın Mısır’ın mevcut durumu ve merkezî idarenin içinde bulunduğu
sorunlar;
sanayi devrimini gerçekleştiren ve sömürgecilik faaliyetlerine hız veren
Avrupa devletlerinin Mısır’ı karıştırmaları ve ihtilal ortamı oluşturmaları için fevkalade
bir fırsattı. II. Mahmud, büyük güçlerin bu planını engellemek ve askerî durumu
düzeltmek için harekete geçti. Fransa’nın 1824 yılındaki son yenilgisinden sonra
83
Kürkçüoğlu, Mondros’tan Musul’a, s. 4-5
20
menfaatleri icabı da olsa Osmanlı Devletinin yanında yer alan İngiltere ve Prusya’dan
askerî personel getirterek ıslahat çalışmalarına başladı84.
Londra’da bulunan Beylikçi Nuri Efendi’den gelen tahriratta; “…İngilterelüler
gāyet fettan ayyâr âdemler olduklarından sûret-i zâhirde dostluk ve hayırhãhlık
yüzünde görünmektelerse de çoğunun dostlukları yalnız bir kuru hürmet ve riâyetten
ibâret olarak maslahatça bir menfaat müşâhede itmedikçe hiç bir şey yapmayacakları
meşhur olan etvâr ve mişvârlarından ma‘lûm olup husûsuyla…şimdiki umûr-ı ecnebiye
nâzırı Palmerston sâirlerinden fazla olarak leyl ve nehâr zikr ve fikri Rusyalu ile
İngilterelü beyninde bir muharebe tekvînine sûret virmek ve maâz-Allahü teâlâ elinden
gelir ise Devlet-i ʻAliyye’yi bu muharebeye teşrik garzına mahzar olarak egerçi çâker-i
keminelerine buna dair bir şey açmamış ise de lisân-ı hâli ve ta‘rîzâtı bu maddeyi imâ
itmekte…”85 denilerek Rusya ve Mehmet Ali Paşa’ya karşı bir ittifak kurulması için
Londra’dan İstanbul’a yapılacak olası teklif ile ilgili dikkatli olması istenmiştir.
Nuri Efendi’den gelen bu tahrîrâtın akabinde İngiltere’nin İstanbul büyükelçisi
Lord Ponsonby tarafından bir ticaret antlaşması yapılması teklif edildi86. Osmanlı
Devleti ile İngiltere arasında 16 Ağustos 1838’de Baltalimanı Ticaret Antlaşması
akdedildi. Bu antlaşma ile İngiliz tüccarı Mısır içlerine kadar ticaret yapabilme
imkânına kavuştu. Oysa bu tarihten önce İngiliz tüccarının ticaret alanı Kahire’ye
kadardı87. 1836 yılında İran ile yapılan antlaşmayı müteakip imzalanan bu antlaşma
aynı zamanda İngiltere için Hint Ticaret Yolunun güvenliğinin sağlanmasının yanı sıra
Yakındoğu’da iktisadî88 ve siyasî nüfuzunu yayması ve homeland yani anavatan adına
buraları koloni haline getirebilmesi için son derece önemli idi. Bu fırsatı çok iyi
değerlendiren İngiltere burasının yönetiminin ne Osmanlı Devleti ne de bir başka
devletin eline geçmesine müsaade etmedi.
Bernard Lewis, Ortadoğu, 8. Baskı, (Çev. Selen Y. Kölay), Arkadaş Yay., Ankara, 2011, s. 370
BOA, HAT, 1186/46759, 29/Z/1251
86
Kürkçüoğlu, Mondros’tan Musul’a, s. 9
87
Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlı-İngiliz İktisâdî Münâsebetleri II (1838-1850), İstanbul Üni. Edeb.
Fak. Yay., No: 1997, Edebiyat Fakültesi Bas., İst., 1976, s. 54
88
Kütükoğlu, Osmanlı-İngiliz İktisâdî Münâsebetleri II (1838-1850), s. 5
84
85
21
1.4. Irak Üzerinde İngiliz-Fransız Rekabetinin Devamı
1.4.1. Fransızların Bölgeye Girişi
Bilindiği üzere Fransızların Irak’taki varlığı çok eskilere dayanmaktadır.
Fransız bir misyoner ekip 1721 yılında Bağdat Valisi Hasan Paşa zamanında Basra’da
Karmeli adında bir lokal açtı. Ekip bundan kısa süre sonra bu kulübü konsolosluğa
dönüştürdü. Yerel yöneticiler ve Bağdat Valisinin zaaflarından da istifade ile Fransızlar
bölgede bu lokal vasıtasıyla misyonerliğin yanında ticarî faaliyetlerini zorlanmadan
yürüttüler89. Yeraltı zenginliklerini ortaya çıkarmak için farklı noktalarda araştırmalar
yaptılar90 ve bulduklarını Louvre Müzesi’ne nakletmek için Osmanlı Devleti nezdinde
çalışmalar yürüttüler lakin bu hususta İngilizler kadar başarılı olamadılar. Irak’taki üst
düzey memurlar ve yerel yöneticiler ile dostâne ilişkiler geliştirerek İngilizlerin gelişine
kadar bölgede belki de en nüfuzlu millet oldular91. İngilizlerin bölgede nüfuz alanlarını
geliştirmelerinin yanısıra burada görev yapan Fransız temsilcilerinin İngilizler kadar
gayretli olmamaları, ekonomik darlığa düşmeleri buradaki etkili pozisyonlarını
Eraslan, “Türk-İngiliz Rekabeti”, s. 227
“…British Museum mütevelli heyetince tarafıma genel müfettişliği verilen Ninova ve çevresindeki kazı
çalışmaları için önümüzdeki sene boyunca iklimin elverişli olmasından istifade etmemizi öneriyorum.
Musul Konsolosluğunun kontrolündeki Fransız heyet o bölgede kazı çalışmaları için zaten istihdam
olunmuştu. İki hükûmetin eş zamanlı ve müşterek çalışmaları halinde her iki tarafa da kolaylık sağlanır.
Lakin saha çok geniş ve kazı sonunda çıkarılacak buluntuları her iki taraf da sahiplenmek istiyorlar.
Heyetlerin iletişime geçmelerinde bir sakınca görmüyorum. Aksine heyetler birbirlerine yardımcı
oldukları taktirde çalışma alanımız içindeki geniş bölge daha rahat ve kısa sürede bitirilebilir.” Bağdat
Başkonsolosu Rawlinson. Foreign Office (Bundan sonra FO olarak kısaltılacaktır)78/907, No: 5,
01.03.1852, s. 38-BOA, MF, MKT, 88/52
91
“Bağdat Fransa Başkonsolosu Verinars, geçen Salı günü, Paris’ten aldığı talimat üzerine Fransa
Cumhuriyeti’nin bayrağını göndere çekti. Bu davranışın öncesinde, cumhuriyetin başkonsolosu olarak
vazifeye başlaması münasebetiyle, iltifatını celbetmek maksadıyla Necip Paşa’yı durumdan haberdar etti.
Fakat zatıâlileri, mösyö ile dostâne ilişkiler geliştirmekten kaçınmakla beraber bu davranıştan
memnuniyet duydu. Bu konu hakkında İstanbul’un onayını askıya alan keyfiyeti ile ilgili olarak tarafımıza
bilgi verebilirdi...” FO 78/1848, No: 7-“…Mısır seferi başarısızlığı Bonaparte’ın planlarını engellemiş
olabilirdi. Fakat kendisini yıldırmamıştı. Amiens Antlaşmasının sonuçlanmasından bir müddet sonra
Fransızlar bir kez daha Ortadoğu’da oldukça aktifleştiler. 1802 yılında Albay Sebastiani, Ortadoğu
ülkelerine yerel yöneticilerle bağlantılar kuracağı ve Fransız seferinin yeni yollarını hazırlayacağı bir
seyahate daha çıkacaktı. 1805’te Napolyon, Hindistan’a karşı bir sefer düzenlediği planla Doğu
politikasını yeniden canlandırdı. Bu kez Asi Nehri ağzından bir çıkarma yapıp, oradan Fırat Vadisine
doğru sıçrama niyetinde idi. Bir sonraki adım Fransız birliklerinin Irak boyunca geçişlerini sağlamak
olacaktı. Bonapart’ın adamları Büyük Süleyman’ın 1802’de ölümünden sonra tüm gücü eline alan ve
şimdi de Fransız eğitmenlerin yardımıyla, Avrupalı yöntemlerle düzenli bir askeri birlik oluşturan Bağdat
paşası Hafız Ali ile bir anlaşmaya vardılar. Fakat, Hindistan Yolu üzerindeki konumu Britanya için
Irak’ın önemini arttırıyordu. Burada Fransız ajanların aktiviteleri Britanya karşıtlığını kışkırtıyordu. ..
Doğu Hindistan Şirketi temsilcileri Napolyon ajanlarının aktivitelerini etkisizleştirmek için talimatlar
alıyordu. 1809’da İspanya’daki olaylar Bonaparte’ın dikkatini Hindistan planlarından başka yöne
çevirdiğinde, İngilizler Fransız heyetini Irak’ın dışına çıkarmayı başarmışlardı… Fransızlar, XIX. yüzyıl
başlarında Yakındoğuda üstünlük için giriştikleri şiddetli çatışmalarda yenildiler. Mehmet Ali tarafından
yönetilen Mısır hariç her yer Britanya’nın hakimiyeti altında idi. Ayrıca Irak ve Basra Körfezindeki
konumunu oldukça güçlendirmişti…” Lutskiy, Arap Ülkelerinin Yakın Tarihi, s. 62-63-Eraslan, “Türkİngiliz Rekabeti”, s. 227
89
90
22
İngilizlere kaptırmalarına neden oldu. Napolyon, Irak’ta tekrar bu pozisyonu ele
geçirmek ve hatta Irak’ı müstemlekesi yapmak için harekete geçti. Ancak Fransız
generale göre Irak’a müdahale zamanı henüz gelmemişti. Öncelik Mısır’ın işgali idi.
1814 yılına kadar Avrupa’yı savaş alanına çeviren Napolyon yüzyıllardır süren
Osmanlı-Fransız dostluğunu bozarak 1798 yılında hiç beklenmedik bir anda Mısır’ı
işgal etti. Böylece İngiltere’nin Hint Ticaret Yolu ele geçirilecek ve bu ülke önce
Hindistan daha sonra ise tüm bölgeden uzaklaştırılacaktı92.
Osmanlı Devleti son döneme kadar Mısır’ı ve bölgeyi kontrol edebiliyor
güvenliğini sağlıyordu. Bu durum İngiltere’nin menfaatlerine uygundu ancak artık
Osmanlı Devleti çok zayıftı. Ya başta Mısır olmak üzere tüm bölge ele geçirilmeli ya da
eski düzenin devamı için Osmanlı Devleti desteklenmeli idi. İngiltere ikincisini seçti ve
1876 yılına kadar Osmanlı Devletinin yanında yer aldı. Mısır’ın Fransa tarafndan
işgalini bölgedeki ticarî ve siyasî menfaatlerine bir darbe olarak değerlendiren İngiltere,
Osmanlı Devleti ile birlikte, Fransa’yı Mısır’dan çıkardı.
Mısır’dan kovulan Bonaparte’ın İngiltere’yi engellemek ve yine tek hâkim güç
haline gelmek için ikinci planı ise Irak’ı ele geçirmek ve burada tekrar Fransız
hegemonyası oluşturmaktı. Bu planın farkında olan Osmanlı Devleti Mısır’ın istilası
üzerine, Irak dahil topraklarındaki tüm Fransız uyrukluları tutuklattı. Bunların içerisinde
en önemli temsilciler olan elçiler ve konsoloslar da vardı. Bunlar, Fransa Mısır’dan
çekilene kadar tutuklu kaldılar. Söz konusu dönemde Fransızların Irak’ta ne askerî ne
politik ne de ticarî çalışmalar yürüttüklerini söylemek mümkün değildir. Hatta bu
devletin koruması altındaki Osmanlı vatandaşları da bu durumdan olumsuz etkilendiler.
Çünkü bu kişilerin beratları iptal edildi93. Fransızların Mısır’ı istilası sonrası Irak’ta
bilhassa politik alanda yürüttüğü çalışmalar buradan çekildikten sonra yavaş yavaş
canlılık göstermeye başladı.
1.4.2. Fransa’nın Faaliyetleri
Fransa, Asi Nehri ile Fırat Vadisi’ne oradan da Irak üzerinden Basra Körfezine
kadar ulaşmak için fizibilite çalışmalarını yürütmek üzere Albay Sebastiani’yi bölgeye
gönderdi. Albay’ın söz konusu güzergâh ile ilgili olumlu rapor vermesi durumunda
öncelikle Irak’ın kontrol altına alınması için çalışmalara başlanacaktı. Böylece hem
92
Ireland, Iraq a Study in Political Department, s. 36
Maurits H. Van den Boogert, Kapitülasyonlar ve Osmanlı Hukuk Sistemi 18. Yüzyılda kadılar,
konsoloslar ve beratlılar, (Çev: Ali Coşkun Tuncer), Türkiye İş Bankası Kültür Yay., İst., 2014, s. 27
93
23
stratejik bir bölge ele geçecek hem de Hindistan’a ulaşan alternatif bir yola sahip
olunacaktı. 1798 yılında İngiliz savaş bakanı şöyle diyordu. “…Napolyon, Halep’e
ilerleyerek ve Fırat’ı aşarak İskender’i örnek alan bir rotayla Fırat ve Dicle ırmaklarını
izleyip
Basra
Körfezine
inerek
Hindistan
üzerine
yürüyecektir...”94.
Bakan
düşüncelerinde haklı çıktı ve Fransızlar bu politikayı hayata geçirmek için Bağdat Valisi
Hafız Ali Paşa ile bağlantıya geçtiler. Fransız eğitmenlerin yardımıyla askerî bir kuvvet
oluşturan Hafız Ali Paşa, Fransızlarla anlaşmaya varmakta sakınca görmedi95.
Anavatanı besleyen en önemli sömürgesi Hindistan’a ulaşan yolun güvenliği için
adeta bir karakol durumunda olan Irak, İngiltere için Fransa’ya kaptırılamayacak kadar
önemli idi96. Hafız Ali Paşa’nın İngilizleri göz ardı ederek Fransızlarla anlaşmaya
varması ve İngilizlerin bölgedeki varlığını tehlikeye atması İngilizlerin Paşaya cephe
almalarına sebep oldu.
Fransızların Ruslarla anlaşarak İngilizleri kıta ablukasına almak istemesi ayrıca
Rusların da Osmanlı Devleti ile aralarında cereyan eden savaşın akıbetini kendi
lehlerine çevirebilmek ve İstanbul’da İngilizleri siyaseten etkisizleştirmek için
çalışmalar yürütmesi İngilizleri kararlı adımlar atmaya zorladı. İki ülkenin Tilsit
Antlaşması olarak da bilinen antlaşma ile aralarındaki savaşa son vermeleri ve
İngiltere’ye karşı birlik olmaları İngilizleri bir hayli zor durumda bıraktı. Bu antlaşmaya
karşın Irak’ta bu devletler İngiltere kadar güçlü değillerdi. Irak’ın kazanılması iki ülke
için de hayatî önemde ise de öncelikleri Irak değil, yukarıda da bahsedildiği üzere
İngiltere’nin kıta ablukasına alınması idi. İngiltere safdışı edildikten sonra Irak dahil
tüm Osmanlı Devleti bu iki ülkenin idaresine geçebilirdi. Fransızların bu politik
manevrasını önceden kestiremeyen ve yalnız bırakılan Hafız Ali Paşa’nın ölümünde
İngilizlerin payı büyüktü. Paşanın öldürülmesi ile Fransızların bölgedeki pozisyonu
daha da zayıfladı. Fransızların İngilizler karşısında tutunmaları çok zordu ayrıca
İspanya’da da olaylar çıkmış hal böyle olunca Fransızlar ister istemez Irak’tan ziyâde
dikkatlerini bu ülkeye çevirmişlerdi.
Zaten Irak’ta İngilizler karşısında istedikleri
başarıyı bir türlü elde edememişlerdi97. Koalisyon Savaşları’nda da İngilizlere karşı
sürekli mağlubiyetler alıyorlardı. Bu mağlubiyetlerin sonunda 1809’da Zenta,
Kefalonya, Çuka, 1810’da Mavro ve 1814’te Paksos ve Korfo adalarını, Yunanistan ve
William Polk, Irak’ı Anlamak, 2. Baskı, NTV Yay., İst., 2007, s. 72-73
Borisoviç Lutskiy, Arap Ülkelerinin Yakın Tarihi, Yordam Kitap, İst., s. 62
96
Geoff Simons, Iraq from Sumer to Post-Saddam, Third Edition, Palgrave Macmillan, New York, 2004,
s. 182-Ireland, Iraq a Study in Political Development, s. 36
97
Lutskiy, Arap Ülkelerinin Yakın Tarihi, s. 62-63
94
95
24
Dalmaçya kıyılarını kaybettiler. Böylelikle İngiltere Osmanlı Devletine sınır komşusu
oldu. Fransa’nın bölgeden uzaklaştırılması ile de bu ülke Irak’ta kontrolü yeniden tesis
etti.
İngilizler Irak üzerindeki Fransız askerî tehdidini uzaklaştırmış olmalarına
rağmen, diplomatik ve ticarî faaliyetlerininin önüne tamamen geçemediler. Britanya
Bağdat Başkonsolosluğu’ndan Majestelerinin Londra’da bulunan Genel Sekreteri
Viskont Palmerston’a gönderilen raporda; “Bağdat Fransa Başkonsolosu Verinars,
geçen Salı günü, Paris’ten aldığı talimat üzerine Fransa Cumhuriyeti’nin bayrağını
göndere çekti. Bu davranışın öncesinde, cumhuriyetin başkonsolosu olarak vazifeye
başlaması münasebetiyle, iltifatını celbetmek maksadıyla Necip Paşa’yı durumdan
haberdar etti. Zatıâlileri, mösyö ile dostâne ilişkiler geliştirmekten kaçınmasına rağmen
bu davranıştan memnuniyet duydu. Bu konu hakkında İstanbul’un onayını askıya alan
keyfiyeti ile ilgili olarak tarafımıza bilgi verebilirdi...”98 denilerek Necip Paşanın Fransa
Başkonsolosluğunun açılması ile ilgili keyfi davranışı eleştirilmekte ve Britanya
Konsolosluğu olarak durumdan haberdar edilmelerini kendileri için bir hak olarak
görmekteydiler.
Musul Valisi İstanbul’a gönderdiği şukkasında “Musul’da Fransa ve İngiltere
devleteyn-i fahîmeteynin iki konsolosu olup bunlar dürlü dürlü vakitlerde dürlü dürlü
lisan kullanarak yollu yolsuz her murad eyledikleri şeyleri tesviye ve icrā ittirmeye
alışmış ve bu cihetle menfaat-i zâtiyelerinin tervîci emeliyle mülk ve yâhûd ahâlîye
muzırr olur olmazı mütâlaā itmiyerek hemân akıllarına gelüp ifâde ve istid‘ā ittikleri
maddeleri icrāya çalışmakda…”99 olduklarından, bu iki ülkenin konsoloslarının
sınırlarını çoktan aştıklarından, konsoloshanelerini yeri geldiğinde mahkeme yeri
geldiğinde karakol gibi kullandıklarından ve keyfi uygulamalarından bahsetmektedir.
Konsolosların asli görevleri ticarî münasebetleri düzenlemek, miras, doğum ölüm ve
evlenme kayıtlarını tutmaktı. Oysa her iki ülkenin konsoloslarının ceza hukukuyla ilgili
meselelerde yetkileri son derece sınırlıydı. Bunlar yalnızca suçluları tutuklama ve
yargılanmak üzere kendi ülkelerine göndermekle yetkiliydiler lakin bu temsilcilerin
yetkilerini bir hayli aştıkları görülmektedir. İstanbul, yabancı temsilcilerin bu
faaliyetleri hakkında bir hayli rahatsızdı. Bu rahatsızlığını her fırsatta İngiltere ve
Fransa’nın İstanbul’da bulunan siyasî misyon temsilcilerine bildiriyordu. Duyulan bu
98
99
FO 78/1848, No: 7-FO 78/753, No: 7, 28.04. 1848, s. 213-214
BOA, HR. MKT, 27/64
25
rahatsızlığa rağmen bu devletler Irak’taki zararlı faaliyetlerini icra ediyorlardı. Bu
devletlerin asıl kaygıları Osmanlı Devleti değil rakiplerinin uyguladıkları politikalardı.
Bu devletler, bilhassa İngiltere, buradaki menfaatlerini korumak için mülkî ve idarî
yetkililer ile dostâne münâsebetler geliştirerek onları himayelerine aldılar ve böylece
çalışmalarını yürüttüler. Çalışmalarına muhalefet eden yetkilileri ise hem İstanbul’da
hem de Irak’ta bulunan etkili temsilcileri vasıtasıyla etkisiz hale getirdiler. Davud Paşa,
Namık Paşa ve Mithat Paşa bu devletlerin sert muhalefeti ile karşılaştılar ve Irak’ta
yapmak istedikleri çalışmaları bir türlü tamamlayamadılar. Bu kişilerin valilikleri
zamanında söz konusu devletlerin zararlı faaliyetleri bir hayli azalmış olmasına rağmen
yine bu devletlerin çalışmaları sebebiyle görevlerinden ayrılmak zorunda kaldılar ya da
uzaklaştırıldılar.
Hafız Ali Paşa vakasından sonra bu hususa dair bir başka hadise 1851 yılında
Namık Paşa’nın Bağdat Valiliği sırasında meydana geldi. Paşanın azline neden olacak
olay şöyle gelişmiştir: Namık Paşa Fransız vatandaşı ile karşılaşır. Fransız, atının
üzerindedir. Şahıs, Paşayı görmesine rağmen atından inmez. Namık Paşa, Bağdat’ın en
yetkili mülkî amiri olduğu için Fransızın bu hareketini kendisi ve işgal ettiği makam
için bir hakaret olarak kabul eder. İhtar edilmesine rağmen arkasında Fransız
diplomatlarının desteğini hisseden vatandaş inmemekte ısrar eder ve sonuçta tard
edilmekten kurtulamaz. Mesele derhal Fransız makamlarına iletilir ve Paşa çok kısa bir
süre sonra Irak Valiliğinden el çektirilir. Paşa, dirayetli ve başarılı bir mülkî amir
olmasına rağmen bunlar göz ardı edilerek henüz bir yılı dolmadan Eylül 1851’de
İstanbul’a çağırılır100. Paşa, Bağdat’a 1861 yılında tekrar vali olarak atandı ve bu görevi
1868’e kadar başarı ile icra etti. Namık Paşa’yı müteakip Takiyyüddin Paşa 1869’a
kadar bu görevi yürüttü. Oldukça önemli bir mevki işgal etmesine rağmen, bu valinin
görev süresince Bağdat’ta gözle görülür bir gelişme olduğunu söylemek mümkün
değildir. Namık Paşa’nın başlattığı siyasî, sosyal ve ekonomik yenilikler Takiyüddin
Paşa zamanında akamete uğradı. Böylelikle vali, selefinin gölgesinde kaldı. Bağdat’ın
en başarılı ve en icracı valisi olan Mithad Paşa 1869’da görevi Takiyüddin Paşa’dan
devraldı. Üç yıllık valiliği süresince başarılı projelerini kısa sürede ve hızla
gerçekleştirdi. Mithat Paşa’nın bu kadar başarılı olmasında Mehmed Namık Paşa’nın
oynadığı rolü göz ardı etmemek gerekir. Fransızların Namık Paşa’nın ve Mithat
Paşa’nın valilikleri süresince hemen hemen hiç etkili olamadıklarını görüyoruz. Burada
100
Ebubekir Ceylan, “ Namık Paşa’nın Bağdat Valilikleri”, Toplumsal Tarih 186, 2009, s. 80
26
etkili olan âmiller ise paşaların Fransız politikalarına karşı dirayetli davranmaları,
Avrupa’da Fransa’nın aleyhine cereyan eden siyasî olaylar, Tanzimatın bu bölgede de
uygulanmaya başlaması ve hiç kuşkusuz İngilizlerin rolüdür.
Bölgede İngiltere, Fransa ve Rusya arasında cereyan eden mücadele sayesinde
Osmanlı Devletinin otoriteyi ele alması kuvvetle muhtemel iken asker ve mühimmat
eksikliğinin yanı sıra yerel yönetimin zayıf olmasından dolayı çaresiz bu büyük
devletlerin mücadelesini ve sonuçta İngiltere’nin bölgede hâkim güç haline gelmesini
izlemekle yetindi101.
101
Viskont Stratford Redcliff’e Büyükelçilik/İstanbul “…Avrupalı temsilciler arasında olması gereken
mükemmel bir anlayışın gerekli olduğu zamanda entrika olması fitneyi ortaya çıkaracaktır. Eğer sükunet
için kesin kararlar alınmamış ise Musul’daki artan huzursuzluk birçok sıkıntıya belki de çok fazla belaya
sebebiyet verecektir. Mektubumu Mr. Rasam’ın tedbirler alınması yönündeki tavsiyelerini içeren
nüshasını ekleyerek onayınıza sunuyorum. Bağdat Başkonsolosu ve Mezopotamya Müfettişi Felix Jones “…Abbas Mirzanın Londra’da bulunması Gürcistan’da Rus hamiliğinde ikâmet eden Behmen Mirza’ya
karşı denge unsuru teşkil eder... Rusya, Abbas Mirza adına Gürcistan’daki hamisi ile yakın bağlantılar
kuracağımızdan korkarak söz konusu Şah ile görüşülmesini yasakladı. Şu an ki Şahın ölmesi durumunda
Mirzanın Naiplik hatta tahta çıkmaya yönelik taleplerini daha aktif edesteklemeye başladı…” FO
78/957, No:18, s. 31-37-Pall Mall Gazetesi Editörüne: “…bölgedeki aşiretler Basra Körfezine kadar olan
demiryolu hattı için tehlike arz ediyorlar. Buradaki Türk yetkililer kanunları uygulamaktan bîhaber.
Ayrıca bölgede olası İngiliz-Avrupalı savaşında özellikle Ruslar ve Fransızların bölge halkını bize karşı
kışkırtmaları hiç de zor değil.” Bendeniz, Anglo-Indian- “…İngiltere konsolosunun Bağdat’a vürûdu
takrîrinde hakkında lâyıkıyla hareket ve ikram ve sâirlerden ziyâde hüsn-ü muāmele ile ihtiram kılınması
ve İngilterelü şayet Basra Körfezi tarafından bazı zehâyir mübâyaa itmek murad eylediği halde dahi güya
zat-ı Âsifanelerinin haberi olmayarak ahâli canibinden mücerred ticâret arzıyla virilmesi Rusyalu
tarafından oralara gelen olur ise ayde’l-devam ile Rusya Devleti beyninde derkâr olan hûbb ve vifāk ve
mezidi dostu ve ittifaktan iktizâsı vechle bahis ve beyan buyurularak muāmele-i cemile izhar olunması
velhâsıl gerek İranlu ve gerek İngilterelü ve Rusyaludan birinin kuşkulandırmayacak sûrette üslub-ı
hekimâne ile idâre kılınması…” BOA, HAT, 806/37167-Britanya Başkonsolosluğu/Bağdat “… İsyancı
Bohtan Kürtlerinin hadiseleri ile bağlantıları hususunda Rassam’ın (İngiltere’nin Musul Konsolosu)
sessiz kalması, Paşanın bana sitemleri karşısında beni de sessizliğe itiyor. Rasam bundan sonra hata
içinde olmamalı. Bu arada itiraf etmeliyimki Zât-ı âlilierinin pozisyonu istihbaratlar dolayısıyla sıkıntılı
hale geldi. Çünkü o, Sultanın otoritesini yeniden güçlendirmek için bir şey yapmadı ve bu bölgelerde
onun kontrolünde değil…” FO 78/1115, 16.03.1855-“Musul ve Bitlis arasındaki tüm araziyi kontrol eden
Bohtan Kürtleri, Zaho’da ellerine düşmüş olan Yahudiler ve Hıristiyanları hunharca katletmektedirler.
…İsyanın çevresinde bulunan Türk memurlar Kürtlerin bu cüretleri karşısında tamamen felç oldular.
Güçlerini birleştirmek ya da isyana karşı durmak yerine, her paşa kendisini sorumluluk altına sokmamak
için kendi koltuğuna çekildi…” FO 78/1115, No: 1, 06.01.1855
27
1.4.3. Süveyş Kanalının Fransızlar Tarafından Açılması ve Bunun Irak’a
Etkileri
“Eğer Süveyş Kanalı doğuya açılan arka kapımız ise, Avustralya, Yeni Zelanda
ve Hindistan’a açılan ön kapımızdır.”
Anthony Eden, Avam Kamarası
Buhar makinesinin icadından sonra buharlı gemiler de denizler ve okyanuslarda
görünmeye başladılar. Buharlı gemi ile Atlas Okyanusu 1818 yılında geçildi. Bu
gemilerin daha süratli oluşları ve müsait rüzgarları beklemek zorunda olmamaları
nedeniyle kısa sürede büyük rağbet gördüler. Tüm bu avantajlarının yanı sıra ilk
zamanlarda kusurlu yanları da vardı. Şöyle ki; bu gemilerin uzun mesafelere
seyredebilmeleri için yakıt ve suya olan ihtiyaçları azamî derecede idi. Böyle olunca
yük için gemide az yer kalıyordu. İngilizler bu olumsuz durumu ortadan kaldırmak ve
Hindistan’a giden kısa yol ya da yollar bulabilmek için arayış içerisine girdiler. 1784
senesinde George Baldwin ve bazı tüccarlar Hindistan’a ulaşmak gayesiyle açılacak
olan Süveyş Kanalının İngiltere ve İngiliz ticareti için gâyet faydalı olacağı görüşünü
savundular. Lakin bu görüş 1830’a kadar hem İngiliz Kralları III. George, IV. George
hem bu tarihe kadar görev yapan Başbakanlar hem de İngiliz parlamentosunda dikkate
alınmadı. İngilizlerin bu kanalın açılması hususundaki isteksizliklerinin sebebi ise
Mısır’da gittikçe güçlenen ve İngiltere aleyhtarı Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa idi. Adı
geçen Paşanın kontrolü altında bu denli önemli bir kanalın olması İngilizler için son
derece zararlı olabilirdi. Dışişleri Bakanı Palmerston bu kanaldan ziyâde Fırat Nehri
üzerinden Basra Körfezine ve oradan da Hindistan’a ulaşmanın daha güvenli, kısa ve
ekonomik olacağını savundu. Palmerston’un ısrarla savunduğu bu plan Kral IV.
William, Başbakan Charles Grey ve parlamento tarafından da kabul gördü. Osmanlı
Devletinden alınan müsaade ile de Chesney’nin önderliğinde ve bölgenin uzmanı olan
Teğmen Ormsby’nin de katılımıyla Fırat Nehrinde keşif çalışmalarına başlandı102.
102
J. Harvard Godfrey, Iraq and Persian Gulf, 1944, s. 264-Zaki Saleh, Britain and Iraq, El-Maaref
Press, Baghdad Iraq, 1966, s. 103-Cengiz Orhonlu-Turgut Işıksal, “Osmanlı Devrinde Nehir Nakliyatı
Hakkında Araştırmalar, Dicle ve Fırat Nehirlerinde Nakliyat”, TD (Tarih Dergisi), İst., 1963, s. 100Eraslan, Türk-İngiliz Rekabeti, s. 227-228-Sarah Searight, The British in The Middle East, London,
1979, s. 164–John S. Guest, The Euphrates Expedition, Kegan Paul Limited, Oxon UK, 2013, s. 63Ebubekir Ceylan, Ottoman Origins of Modern Iraq: Political Reform, Modernization and Development in
28
İngilizlerin Fırat Nehri projesi ile ilgilenmeleri ve Süveyş Kanalının açılması
hususunda isteksiz oluşları Fransızların menfaatlerine uygun düştü. Mısır Hidivi ile olan
iyi münasebetleri de bu kanalın Fransızlar tarafından açılmasına sebep oldu103.
1.4.3.1. Kanalın Açılması
İngilizler Süveyş Kanalı*nın açılmasını ve Fransızların bu kanala egemen
olmasını istemediler. Reşid Paşa İngiliz taraftarı olmasına rağmen Âli Paşa ve Fuad
Paşa Fransa’ya meyilliydiler. İngilizler ile Fransızlar Osmanlı sınırları dahilinde kanal
açılması hususunda mücadele verirlerken ve birbirlerine mukavemet ederlerken
Osmanlı Devleti adı geçen bu ülkeler ile olan münasebetlerini bozmamak için gerilimin
uzağında kalmaya gayret ediyordu104.
Said Paşa (1854-1863) Mısır’ın hem ekonomik kalkınmasını hem de stratejik
açıdan önem kazanmasını sağlamak için Süveyş Kanalının açılmasını istiyordu. Hemen
bu doğrultuda çalışmalarına başladı. Said Paşa, kanalın açılması için Fransızlara
Mısır’da şirket kurma hakkı verince Fransızlar bu fırsatı hemen değerlendirdiler. Çünkü
açılacak olan kanal, Akdeniz’i Kızıldeniz’e bağlayacak, İngilizlerin İskenderiye-Kahire
Demiryoluna (İngilizler bu hattı kullanarak Kahire’ye oradan da Süveyş’e ulaşıyorlardı.
Abbas Paşa’nın Mısır Valiliği döneminde bu hattı açmaya muvaffak olmuşlardı.
Osmanlı Devleti ise iki deniz arasında böyle büyük bir hattın açılmasının egemenlik
haklarına aykırı olacağını gerekçe göstererek bu hattı İskenderiye-Kahire arasında
sınırlamıştı. Ancak, Fransızlar iki denizi bir kanal vasıtasıyla birleştirmeye muvaffak
oluyorlardı.) alternatif olacak hatta İngilizlere karşı bölgede üstünlük sağlayacaktı.105
The Nineteenth Century Middle East, I.B Tauris Co Ltd, London, 2011, s. 190-Fahrettin Tızlak,
İngiltere’nin Fırat Nehrinde Vapur İşletme Girişimi Hakkında Yeni Bilgiler(1834-1836), Ondokuz Mayıs
Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi VI, Samsun, s. 294-295
103
Kütükoğlu, Osmanlı-İngiliz İktisâdî Münâsebetleri I (1580-1838), s. 75-78
*
“Akdeniz ile Kızıldeniz arasında bağlantı temin eden 175 km uzunluğunda bir kanaldır. Şimali Avrupa
ve Amerika limanları ile cenubi ve şarki Asya, şarki Afrika, Avusturalya limanları arasında işleyen ticaret
ve yolcu gemileri bu kanaldan geçerler. Kanal bütünü ile Mısır toprakları içerisindedir. Akdeniz
tarafında Port Said Limanı’ndan başlayan kanal, birçok yerleri deniz seviyesinden aşağıda bulunan
ovalık bir sahada, İsmailiye şehrine kadar düz bir şekilde uzanır. Kanalın azamî genişliği bu kısımda 125
metreyi geçmemektedir. İsmailiya’dan daha cenubda kanal, Timsah Gölü, Büyük Acı Göl, Küçük Acı Göl
gibi geniş havzalara açılarak Şallufa yakınlarında tekrar darlaşır ve Süveyş’e ulaşır. Kanalın derinliği 12
metredir. Bu sûretle büyük tonajlı ve yüksek su çekimli gemilerin kolaylıkla geçmesine imkân
vermektedir…” J. Walker, Süveyş, İA XI, MEB. Bas., İst., 1979, s. 256
104
Cevdet Paşa, Tezakir 1-12, Yay.: Cavid Baysun, TTK Bas., Ankara, 1991, s. 39-40- Uçarol, Siyasî
Tarih (1789-2001), s. 245
105
Enver Ziya Karal, Büyük Osmanlı Tarihi II, TTK, Ankara, s. 90-Lutskiy, Arap Ülkelerinin Yakın
Tarihi, s. 145
29
Avrupa ile dostluk kurmak için olağanüstü çaba gösteren Said Paşa en çok
İngiltere ile ilişkilerini geliştirdi. Ancak Fransızlarla olan dostluğu ve Fransızların
Mısır’da yürüttüğü politika başarılı olunca Paşa, kanal imtiyazını Fransızlara verdi.
İngilizlerin bu imtiyaza yoğun muhalefetine rağmen Paşa kararından dönmedi.
Kendisinin bu kararlılığı İngilizler ile olan münasebetlerini derinden etkiledi ve kısa
süre sonra bu münasebetler inkıraza uğradı106.
Hindistan’a giden ticaret yolunun güvenliği için oldukça önemli bir konumda
olmasından dolayı İngiltere, Mısır’a çok büyük önem atfediyordu. Aynı zamanda
Akdeniz’i Kızıldeniz’e bağlayan kısa yol olması münasebetiyle de Süveyş Kanalının
Fransızların elinde olması İngilizler için ezeli rakiplerine karşı mağlubiyet ve prestij
kaybı anlamına da geliyordu107.
Fransızların kontrolündeki kanalın, Kraliyet Yolunun emniyetini tehlikeye
sokacağını bildiğinden İngilizler, İstanbul’daki temsilcisi Canning vasıtasıyla Babıali’yi
tehdit ettiler108. Bu itiraza rağmen Said Paşa, Fransız Lesseps’e imtiyaz hakkını
vermekte sakınca görmedi109.
18 Kasım 1858 tarihinde Lesseps bir şirket kurdu ve bu şirketin sermaye
hisseleri tedavüle sürüldü110. Lesseps hisseleri Fransa, İspanya, Hollanda ve Said
Paşa’ya sattı. Kanal Kasım 1869 yılında Avrupa’nın önde gelen devlet adamları ve
politikacılarının da katıldığı büyük bir törenle açıldı. İngiltere, başından beri kanalın
açılmasına muhalefet etmesine rağmen açıldığı tarihten itibaren kanaldan geçiş yapan
gemilerin büyük çoğunluğu bu ülkenin bayrağını taşıyordu111. Fransa kanalın
masraflarının büyük bir kısmını Mısır’dan çıkararak ekonomik menfaat sağladı fakat
İngiltere Said Paşa’nın kanal üzerindeki % 44 hissesini 1874’te gizlice satın alarak bir
anlamda hazıra konmuş oldu112. Ayrıca İngiltere Hindistan’a giden yolu 7000 km
Süleyman Kızıltoprak, Mehmet Ali Paşa’dan II. Abbas Hilmi Paşa’ya Mısır’da Osmanlı’nın Son
Yüzyılı, TBBD Yay., İst., 2010, s. 27
107
Lutskiy, Arap Ülkelerinin Yakın Tarihi, s. 145
108
“öteden beri Dersaādet’te İngiliz Elçisi Canning’in nüfuzu cârî ve sâire gâlib olduğu halde bu
muharebelerde Fransızlar ziyâde şan kazanıp bu cihetle İngilizler anları irtikab eder oldular.” Cevdet
Paşa, Tezakir 1-12, s. 39- Cevdet Paşa, Tezakir 1-12, s. 26-Fransız elçinin Canning’in Tanzimat
Fermanı’nın hazırlanmasındaki etkinliği hakkındaki görüşleri için ayrıca bak: Cevdet Paşa, Tezakir 1-12,
s. 70
109
Mustafa Öztürk-Sevda Özkaya Özer (Yay. Hazırlayanlar), Mısır Salnamesi (1871), Fırat Üniverstesi
Ortadoğu Araştırmaları Merkezi Yay., No: 10, Tarih Şubesi Yay., No: 9, Elazığ, 2005, s. 24- Edward
Mead Earle, Bağdat Demiryolu Savaşı, Milliyet Yay., I. Bas., İst., 1972, s. 189-190
110
Öztürk-Özkaya Özer, Mısır Salnamesi (1871), s. 24
111
M.S. Anderson, The Great Powers and The Near East 1774-1923, (Edits:, A. G. Dickens-Alun
Davies), Edward Arnold Ltd, London, 1970, s. 141
112
Kızıltoprak, Mehmet Ali Paşa’dan II. Abbas Hilmi Paşa’ya, s. 40
106
30
kısaltmanın yanı sıra bu kanal sayesinde Habeş gibi yerlere asker sevki için önemli bir
limana sahip oldu113.
1.4.3.2. Kanalın Açılması Üzerine Irak’a Yönelik Faaliyetler
Süveyş Kanalı deniz ulaşımına açıldıktan sonra ticarî ve siyasî potansiyel kısa
süre içerisinde gelişti. İki devlet yani İngiltere ve Fransa bu potansiyele sahip olarak
bölgede en etkili ve nüfuzlu devlet olmak için çalışmalara başladılar. Bu da Osmanlı
Devletinin aleyhine bazı gelişmelerin meydana gelmesine sebebiyet verdi. Şüphesiz
Irak, bölgede stratejik önemi haiz bir memleket olup, bu önemi kanalın açılmasıyla daha
da arttı. Bu öneminden dolayı burada etkin olan devlet diğerlerine bariz üstünlük
sağlayabilirdi. Bunun üzerine İngilizler bu kanala en yakın ve stratejik önemde olan
Irak’a iyice yerleştiler.
Ticaret yolunun Basra Körfezinden Kızıldeniz’e kaymasıyla bu Körfezin sürekli
olarak önemini yitirdiği hususunda bazı görüşler vardır114. Lakin Süveyş Kanalının
açılmasından çok kısa bir süre sonra Körfez tekrar eski önemini kazandı*. Zira Fransa
kanalı yapan ve işleten devletti. Bu yola alternatif Basra Körfezi idi. Fırat ve Dicle
nehirleri üzerinden Basra’ya buradan da Hindistan ve muhtelif memleketlere daha kolay
ve kısa sürede ulaşılabilirdi. Süveyş Kanalını azamî ölçüde kullanan İngiltere diğer
güzergâhın yani Basra’nın ve Irak’ın önemini en iyi bilen yabancı devlet idi. İngiltere
söz konusu güzergâhtan da ziyâdesiyle istifade etmek, Rusya ve Fransa’yı Irak’ta
etkisiz kılmak için bir yandan rafa kaldırdığı projeleri hayata geçirmeye diğer yandan
yeni projeler üretmeye gayret etti. Rafa kaldırdığı projelerden birisi de “Demiryolu
Hattı” başlığı altında ayrıntısıyla bahsettiğimiz Lord Palmerston’un Fransızları
gücendirmemek için 1857’de vazgeçtiği Fırat Vadisi üzerinden Basra Körfezine ulaşan
Öztürk-Özkaya Özer, Mısır Salnamesi (1871), s. 28-33
Gökhan Çetinsaya, Ottoman Administration of Iraq (1890-1908), Routledge, Abingdon, Oxon, 2006,
s. 4
*
Süveyş Kanalının açılmasıdan çok kısa bir süre sonra Körfezde hareketlilik arttı hatta Anadolu’dan
doğarak bu Körfeze ulaşan Fırat ve Dicle nehirlerinde eskisi ile kıyaslandığında taşımacılık bir hayli artış
gösterdi. Lynch Şirketi ve Ummân-ı Osmanî Şirketinin yolcu ve yük kapasitesi arttı. Bu nehirler ve
bunlara katılan nehirlerin ıslahına büyük önem verildi. Yüzyılın sonlarına doğru Almanlar da bu nehirler
ve Körfezden istifade etmek için siyasî ve iktisadî çalışmalarını bir hayli yoğunlaştırdılar. Nitekim II.
Abdülhamid’ten imtiyaz alarak Irak’ta da etkinlik gösterdiler. Buralarda dönen ticaret ile ilgili elimizde
kesin ve son kayıtlar bulunmamaktadır. Lakin aynı yüzyılın ilk yarısı ile kıyaslandığında belirgin bir artış
olduğu görülür. Öyleyse Basra Körfezinin önem kaybettiğine dair görüşler gerçekleri yansıtmamaktadır.
113
114
31
güzergâh idi115. Kanalın açılması ile 1869’da İngiliz siyasetçi ve ticaret adamları
arasında bir hayli ilgi görse de bu projeyi hayata geçirmeleri mümkün olmadı.
Süveyş Kanalına alternatif olması düşünülen ve 1871 yılında gündeme gelen bir
diğer proje ise Akdeniz’den demiryolu ile Birecik’e ve buradan da Fırat Nehri
vasıtasıyla Basra’ya ulaşan güzergâh idi. Bu hat faaliyete geçtiği taktirde İngilizler
asker, askerî mühimmat ve emtiayı Suveydiye ya da İskenderun’a çıkaracak buradan
demiryolu vasıtasıyla Fırat Nehrine, gemilerle Basra Körfezine ve icap ettiğinde de
Hindistan’a en kısa ve ekonomik yoldan ulaşabileceklerdi. Ayrıca bu hat sayesinde Irak
bölgesinde önemli bir yola sahip olacak ve Fransızlar ile Ruslara karşı önemli bir
üstünlük sağlayacaklardı116. İngilizlerin yoğun çalışmalarına rağmen projenin hayata
geçirilmesi mümkün olmadı. İngilizler iki büyük tehlikeyi yani Fransızları ve Rusları
bölgede engellediler ancak Almanların 1871’de bağımsızlıklarını kazanarak yarışmaya
bu kadar çabuk katılacaklarını hesaplayamadılar.
Diğerleri ile kıyaslanamayacak kadar büyük olan bir başka proje ise İstanbulBasra demiryolu projesi idi117. Proje kanalın açılışından önce İngiltere gündemine geldi
115
Zaki Saleh, Britain and Iraq, El-Maaref Press, Baghdad Iraq, 1966, s. 111
“Efendim,
Fırat Vadisi ile Türkiye üzerinden Hindistan ile bağlantı hususunda Avam Kamarası komisyonunun
kullanımı için genelge raporunuzun ilmuhaberini aldım.
General Chesney’nin son Fırat keşif seferine katılarak o bölgelerin pek çoğunu dolaştım.
Bağdat’ın yanı sıra Fırat Nehri’ne kadar Samandağ ve İskenderun arasındaki tüm bölgeyi bilirim…
İncelenmesi gereken iki güzergâh vardır. Fırat Vadisi boyunca uzanan yol ve Bağdat’a doğru
Mezopotamya’dan geçen diğer yol… Demiryolunun ehemmiyetinden dolayı geçtiği yerler şenlenecektir…
Teklif ettiğim yol geçtiği yerlere menfaat, şirkete kazanç sağlar. Güzergâh ise aşağıdaki beyânatta
gösterildiği gibidir.
Rota ya İskenderun ya da Samandağ’dan başlar, Orantes Irmağı’nı geçer ve sağa doğru Hammam’dan
ayrılarak Alamuck Ovası’nı geçer, ardından Aphreen Irmağı’nı geçer. Oradan düzlük araziyi takip
ederek Genderiş Köyü’nden sola ayrılır ve Halep’in yaklaşık 45 mil sağındaki Akhterin’e gider ve
Bales’e ulaşana kadar o ovada işler sonra aşağı Bales’te Fırat Nehri’ni geçer ve Urfa’nın
güneyindendeki Birecik kırsalından devam eder . Oradan Mardin’in yaklaşık 35 mil Güneydoğusundaki
Nusaybin’e ulaşana dek Ayqoobel kırsalını takip eder. Nusaybin’den Musul’a araziden dümdüz devam
eder, Dicle’yi geçer, Erbil’in yaklaşık 20 mil batısındaki Kazir ve Zap nehirlerini, Şammar arazisini,
Kerkük’ün batısındaki Küçük Zap’ı ve Bayat’ı geçer. Oradan Bağdat’a ulaşana kadar Quazim arazisini
geçer ve eğer istenir ise demiryolu, Dicle’nin batı yakasına doğru devam ederek Kurna’ya uzatılabilir.
Diyala Irmağı’nı geçer, oradan bataklık arazilerin olduğu Banglam’a ulaşana kadar devam eder.
Ağaçlık araziler mevcut olduğu için kereste buradan temin edilebilir. Ayrıca halk da demiryolu
inşaatında istihdam edilebilir. Britanya Musul Konsolosluğu” FO 78/2195, 22.11.1871-Earle, Bağdat
Demiryolu Savaşı, s. 189-190-Zevra Gazetesi, 26 Rebiülevvel 1286 (M. 6 Temmuz 1869)
117
“Üsküdardan Basra Körfezine kadar bir temur yolu inşâ ʻsı imtiyâzını istihsâl için ba‘zı zevât-ı
mu‘tebere taraflarından bi’l-vükelâ bu kere Dersaādet’e gelmiş olan İngilterelü Mösyö İstovart (Steward)
ile hadd-ı esâsiyyesi huzûr-ı âli cenâb-ı dâverilerinde kararlaşdırılmış olan mevādd-ı meclis-i maâberde
dahi müzâkere ve tetkik olunarak bir mukaddeme-i mukâvele şekline konulmuş ve tercümesi manzûr-ı
aleyh vekâletpenâhileri buyurulmak üzre leffen takdîmi pişkâh-ı sâmi kılınmış olmağla ve mûmâileyh
mukâvelenâme-i mezkûru olub bir an evvel Viyana’ya avdet emelinde bulunmağla muvâfık irâde-i ʻaliyyei dâverîleri buyurulacağı mezkûr mukâvelenâmenin hasb-el me‘muriye taraf-ı kemterânemden imzâ
olunarak mûmâileyh yedine i‘tâʻsına ibtidār olunacağı...” BOA, I.MMS, 35/1444116
32
fakat böyle büyük bir proje ülkenin maliyesine ağır bir yük getirebilirdi. İngiliz
politikacıları bu projeyi tartışırken 1869 yılında kanal Fransızlar tarafından açıldı.
İngiltere, kanaldan azamî derecede istifade ediyordu ancak İstanbul’dan Basra’ya kadar
uzanan ve kanala alternatif olabilecek bir güzergâha sahip olmak ülke çıkarlarına daha
çok hizmet edebilirdi. Lakin Mısır Hidivinin borçlanarak kanal hisselerini satışa
çıkarması Başbakan Disraeli’nin yönünü kanala çevirdi. Projeyi rafa kaldırdı ve kanal
hisselerini satın alarak kanalın en büyük ortağı oldu. Öte yandan Almanların Sultan ile
münasebetlerini iyi tutup Bağdat Demiryolu imtiyazını alması İngiltere’de büyük bir
kaygıya neden oldu. Bu imtiyaz aynı zamanda Almanların hem Anadolu hem de Irak’a
dahli anlamına geliyordu. İngilizlerin İstanbul’da yürüttükleri tüm çalışma ve tehditler
kendileri adına olumlu bir sonuç vermedi ve Almanlar hattı hayata geçirdiler.
Kanalın açılmasından sonra İngilizlerin Irak’taki faaliyetleri yalnız demiryolu
hattı ve nehir projeleri ile sınırlı kalmadı aynı zamanda bölgede tek güç olmak için
çalışmaları 1869 öncesine nazaran bir hayli arttı. Bu tarihten çok önceleri Irak’ta yoğun
çalışmalar yürüttükleri ve burada istediklerini elde etmede muktedir oldukları için
“Demiryolu vasıtasıyla Hindistan’ı İngiltere’ye yaklaştıran iki plan var. Bunlardan birincisi:
General Chesney ve Bay W.P. Andrews’in savunduğu Fırat Vadisi demiryolu hattı ve diğeri ise
daha uzun olan Üsküdar, İstanbul Boğazı üzerinden Bağdat-Basra’ya, ki bu projenin imtiyazı,
Dersaadet’ten Hon isimli bir şirket tarafından yakın bir zamanda alındı. Başkanı ise Randolph
Stewart’tır.
Hindistan’a giden ve oradan gelen askerî birliklerin nakilleri hususunda izne tâbi olan bu iki yol
için birkaç söz söylememe müsaade edin.
İlk olarak: Samandağ’dan Fırat Nehri vadisi üzerinden demiryolu ile Dicle ve Fırat’ın birleştiği
Kurna’ya giden güzergâh.
1. Mevcut Hindistan Yolu ile kıyaslandığında daha kısadır.
2. Doğudaki zenginliklerimize giden ilave yoldur.
Planlanan demiryolu hattının döşendiğini ve düzen içinde çalıştığını tasavvur edin, hiç şüphesiz,
Hindistan’a giden yol kısalmış olur. Ama kesinlikle uzaması düşünülemez. Aşağıdaki tabloda görüleceği
gibi:
Planlanan Fırat güzergâhı aşağıdaki gibidir.
Marsilya-Samandağ
7 Gün
Samandağ-Beles
1 Gün
Beles-Kurna
2 ½ Gün
Kurna-Bombay
7 ½ Gün
18 Gün
Not: Samandağ-Beles-Kurna demiryolu ile yaklaşık 800 mil olacaktır.
Kurna’dan Karaçi’ye bu hat iki gün daha az olabilir.
Marsilya’dan Bonbay’a mevcut hat:
Marsilya-İskenderiye
6 Gün
İskenderiye-Süveyş
1 Gün
Süveyş-Aden
6 Gün
Aden-Bonbay
7 Gün
20 Gün
Pall Mall Gazette, “Muhaberat”, 24.07.1868-Earle, Bağdat Demiryolu Savaşı, s. 192-193www.britishempire.co.uk
33
bilhassa Körfez bölgesinde ve buraya komşu olan şeylikler ve emirlikler üzerinde
çalışmalarını yoğunlaştırdılar. Buraların şeyhleri ve emirlerini etkileri altına alıp bu
kişileri gerek Osmanlı Devleti gerekse diğer emperyalist güçlere karşı kışkırtıyorlardı.
Kanalın açılması sonucu Fransızların kanalda etkin olmaları, Rusların Fransızlarla
yakınlaşmaları ve Almanların Türkler ile dostâne ilişkiler geliştirerek imtiyazlar elde
etmeleri İngilizleri bir hayli endişelendirdi. Bu endişeleri İngilizleri Irak’ta tedbirler
almaya zorladı. emirler ve şeyhler ile çeşitli antlaşmalar imzalayarak buradaki fiili
üstünlüklerine resmiyet kazandırmak gayreti içine girdiler. Bahreyn, Katar ve Umman
gibi şeyhlikleri bağımsızlıklarının korunacağını vaad ederek himayeleri altına aldılar.
Hatta İngiliz pasaportu dahi vermek istediler. Oysa tek gayeleri hükûmetlerinin
menfaatlerinin korunması ve burada hâkimiyet tesis etmekti. Kuveyt ve Ahsa
(Lahsa)’da da çalışmalarını yoğunlaştırdılar fakat Mithat Paşa’nın akıllı politikaları
karşısında burada istediklerine ulaşamadılar. Paşanın valilikten el çektirilmesi sonrası
tekrar çalışmalarını hızlandırarak ve bölgenin otoriteden yoksunluğundan da istifade ile
burada çok büyük siyasî kazanımlar elde ettiler118. Kaptan Mahon bir konuşmasında
“…Basra Körfezinde (başka devletlere) tanınacak imtiyazlar Büyük Britanya’nın Uzak
Doğu’da denizdeki egemenliğini, Hindistan’daki siyasî konumunu ve her iki yerdeki
ticarî
çıkarlarını
ve
Avrasya
ile
olan
imparatorluk
bağlarını
tehlikeye
düşürecektir…”119 ifadelerine yer vererek buraya hâkim olmanın ve başka güçlerin
buradan uzak tutulmasının kendileri için ne kadar önem arz ettiğini belirtiyordu.
Sonuçta İngilizler bu siyasetlerinden hiçbir zaman vazgeçmediler. Yüzyıl
boyunca hatta I. Dünya Savaşı sonuna kadar Irak üzerindeki çalışmalarını arttırarak
devam ettirdiler. Bu çalışmaları Mehmet Namık Paşa ve Mithat Paşanın valilikleri
zamanında son derece olumsuz etkilendi. Almanya’nın 1871’de birleşik bir devlet
olarak temâyüz etmesi, tüm Osmanlı ve Irak’ta imtiyazlar elde ederek İngiltere’nin
aleyhine çalışmalar yürütmesi İngiltere’nin olumsuz etkilenmesine ve prestij
kaybetmesine neden oldu. Bu olumsuzluklara rağmen İngiltere Irak’ta en çok sözü
geçen devlet oldu ve sonuçta burasını Türkiye’den ayırdı.
Zekeriya Kurşun, Basra Körfezinde Osmanlı-İngiliz Çekişmesi Katar’da Osmanlılar 1871-1916, TTK
Bas., 2004, Ankara, s. 85-www.britishempire.co.uk
119
Dunn, “Basra Körfezindeki İngiliz Çıkarları”, 2000, s. 302
118
34
1.5. İngiltere’nin Irak Politikasında Bölgesel Güçlerin Dengelenmesi
1.5.1. İran İle Münasebetler
Irak bölgesi öteden beri İran ile Osmanlı Devleti arasında tartışma konusu idi.
Osmanlı Devletinin egemenliği altında olan bu bölgeyi İran her fırsatta elde etmek
istedi. Sayısız defa Irak sınırını ihlal etti. Buna karşın Osmanlı Devleti çatışma ve
savaşların önüne geçmek için sürekli sulh yolunu tercih etti120. Osmanlı Devletinin tüm
engelleme gayretlerine rağmen İran’ın böyle davranmasının arkasında türlü sebepler
vardı:
Şiîler için Mekke ve Medine’den sonra en kutsal sayılan Necef, Kerbela,
Kâzımiye ve Samarra şehirlerinin Irak’ta bulunması, Irak’ın coğrafî konumunun İran’ın
güvenliği için önem arz etmesi, Fırat ve Dicle nehirlerinin Irak topraklarından geçerek
Basra Körfezine akması, el-Cezire’nin tarımsal zenginliği İran’ın Irak’a sahip olmak
istemesinin gerekçeleri idi121.
İran, Safevî Devleti zamanında kısa bir süre için kendi toprağı olan Irak’ın
Osmanlı Devletinin bir parçası olmasını öteden beri kabullenemedi ve burasının
120
Britanya Bağdat Başkonsolosluğu Rawlinson“…İran konsolosunun birkaç gün önce Şuster ve Dezful
Prensinden aldığı mektuplarda H.R.H.’nin Tahran’dan aldığı talimat ile 20. 000 adamdan müteşekkil bir
ordu topladığı, Mahamrah ile Ahvaz arasında kamp kurduğu ve yeni talimatlar beklediği ifade ediliyor.
Türk tarafında Müntefik Arapları ve onların müttefikleri tarafından İran nümayişine karşı muharebe
etmek için enerji sarf ediliyor ve Şuster kuvveti Basra’ya ilerlediği taktirde söz konusu bölgenin
savunması için Şûku’ş-Şuyûh’tan 20-30.000 kişinin hareket edeceği hususunda Reşit Paşa bana teminat
veriyor…” Britanya İstanbul Elçisi Viskont Stratford de Redcliff’e, FO 78/1018, No: 37, 28.12.1853“Sen ki vezir-i müşârun-ileyhimsin. Bir müddetden berü İranlı eşkıyâsının hudûd-ı şarkiyyeyi tahattîye
cür’et ve Van ve Kars ve Erciş kalʻası taraflarında dürlü dürlü evzâʻ-ı nâ-marziyye cesâretlerine mebni
tâ’ife-i merkûme söz ile iskânı kabul ider makûleden olmayub ikide birde böyle nâ-becâ hareketleri vukûʻ
bulmakta ve Rûm gâvurlarının dahi fesâd ve hıyânetleri zuhur iderek her taraftan uygunsuzluk rû-nümâ
olmakda olduğundan taraf-ı saltanat-ı seniyyemden bu bâbda lâzım gelen tedâbir-i lâzımenin icrasıyla
hidmet-i…pâdişâhânem ve bâdehû cânib-i seriri izzet olan sükkân-ı memleket ve ʻaceze-i raʻiyyetin
istihsâli ve esbâb-ı hıfz ve siyânetleri mütehattim zimmet himmet-i pâdişâhânem olmakdan naşi mukâbele
olmuşdur deyü hudûd-ı İran’a tahatti ve tecâvüz olunmayarak İranlı eşkıyasından berü tarafa tecâvüz
iden olursa üzerlerine ʻasker sevkiyle defʻ ve tenkillerine ikdâm ve müsâraʻat ve gasb ve gâret vukûʻunda
istirdâda dikkat olunmak bâbında sedd-i hudûd-ı şarkiyye muhafazasıyçün mukaddem ve muʻahher
evâmir-i celîle-i pâdişâh-ânem ısdâr ve tisyâr ve sana dahi sonra ne veçhile emrim var ise ana göre
hareket eylemek üzre hemân yarın kalkacak gibi müheyyâ eylemek husûsu tavsiye ve iş ʻâr olunmuş (1)236
(1820 )…A.DVNS.MHM.d., No 240, Hüküm No: 37-“İran’a mensup Sencabi Aşireti’nin Dalyan
fırkasından İran’ın sivāri serbaz (asker) zâbitânından havas ve birâderleri Nur Ali ve zâhir ve Hatim Han
oğlu Şivaz Han Dalyan oğlu Nâsır yüz kadar sivāri ve seksan kadar piyade şişhâne serbazlarıyla
(askerleriyle) işbu teşrin-i sânînin ibtidâsı Cumaertesi gecesi Hanikin ile Kızlar(a)bad arasındaki dağa
gelip telgraf hatlarını ve top başılarını şikest ve zuemâlarınca zikr olunan top başılar bir daha
yapılamamak beraberlerince ahz ile o gece o civarda pusu kurarak Hanikin’den kalkup Bağdad’a
gelmekde bulunan yigirmi beş yük tüccar malını dahi nehb ve gasb itdikleri … hudûdu öte tarafa geçip
canlarını kurtarabilmiş ve bizim atlılar ise Devlet-i ̒Aliyye ve İran beyninde müna‘kıd olan muahedât
ahkâmına riâyeten hudûdu öte tarafa tecâvüz itmeyip geriye avdetle emvâl-i mütenevviʻayı kâmilen ve
tamamen sahiplerine teslim kılınmış idügi Hanikin’nden yazılıyor…” Zevra Gazetesi, Numro: 23, 12
Şa‘ban 1286
121
Charles Tripp, A History of Iraq, Second Edition, United States of America, 2002, s. 8
35
kendisine tâbi olmasını istedi. Bu emelini gerçekleştirmek için her fırsatı
değerlendirmekten geri durmadı. İcab ettiği vakit diğer devletler, aşiretler ve kabileler
ile Osmanlı Devletinin aleyhinde anlaşmakta sakınca görmedi122. Hatta kendi lehine
olan durumlarda bile Osmanlı Devleti ile ortak hareket etmekten kaçındı. Bu hususta
güzel bir örnek ise İngilizler tarafından İran’a ve Osmanlı Devletine sunulan İranOsmanlı ittifakı oluşturma teklifidir. İngilizler bu tekliflerine gerekçe olarak her iki
ülkenin de Rusya ve Fransa’nın tehdidi altında olmalarını ve yine bu iki ülkenin sınır
boylarında yürüttükleri zararlı faaliyetleri gösterdiler. İngilizlerin bu ittifakı meydana
getirmek istemelerinin temel gayesi elbette Osmanlı Devleti ve İran’daki menfaatlerini
korumaktı. İngilizlerin bu tespitleri doğru idi ve bu ülkelerin faaliyetlerine derhal son
verilmeliydi. Aksi taktirde her iki devlet de bu düşmanca faaliyetlerden ileride daha
fazla zarar görebilirlerdi. İstanbul, Tahran ile olan eski meselelerini bir kenara bırakıp
ittifak kurmaya hazır olduğunu İngiliz Hükûmetine bildirdi. İran ise bir türlü kesin
cevap vermedi ve her iki ülkeyi da oyalamayı tercih etti. İran’ın böyle davranmasının
gerekçesi ise kısa süre sonra anlaşıldı. İran, sınırlarına dahil etmek istediği Irak’ı istilaya
hazırlanıyordu. Vahhabîlerin Irak’ta Şiîlere yönelik zararlı faaliyetleri ve bunları
gördükleri yerde katletmeleri İran’ın buraya müdahalesi için zemin hazırlıyordu. İran
Şahının tertiplediği büyük bir ordu Bağdat’a yürüdü. Merkezî idarenin zayıf olduğu
coğrafyada İran ordusunun Bağdat’a ulaşması zor değildi. 1812’de İran askeri şehre
ulaştıktan sonra burasını yağma etmekten çekinmedi123.
Bu tarihte zaten Fransa daha ziyâde Avrupa ile alakadardı. Rusya ise Fransa’nın
Moskova’yı işgal planlarını bildiği için dikkatini bu ülkeye yönlendirmişti. Yani hem
Fransa hem de Rusya kısa vadede bu coğrafya için tehdit olmaktan çıkmışlardı.
İran’ın Bağdat’ı istilası Osmanlı Devletine karşı savaş ilanı anlamına geliyordu.
Avrupa devletlerinin Napolyon gailesi nedeniyle Osmanlı coğrafyası ile alakadar
olamamaları İstanbul’un İran’a müdahale etmesi için olanak sağlıyordu. İki devlet
arasında tansiyon bir hayli yükseldi. Savaşın vukua gelmemesi için İngiltere, Osmanlı
Devleti ve İran’ı savaştan önce ısrarla sulha davet etti. Aksi taktirde bu iki ülkede
Rusya’nın ileride nüfuzunun artabileceğini ve İngiliz menfaatlerinin tehlikeye
düşebileceğini düşünüyordu. İngiltere Kralı IV. George’un 7 Şubat 1822’de Babıali’ye
gönderdiği takrirde; “…Devlet-i ʻAliyye ile İran Devleti beyninde mün‘akıd olan
122
123
Tripp, A History of Iraq, s. 8-BOA, A. DVNS. MHM. d., No: 239, Hüküm No: 995
Rifat Uçarol, Siyasî Tarih, s. 173
36
revâbıt-ı selim ve safvet-i halil tatarrukunu elçi-yi mersûm ihsās itmedikde derhal sulh
ve salâhın iâde ve istikrârı Kral-ı müşârünileyhin iltizam-Kerdesi olacağını İran
Devleti’ne i‘lân itmiş iş bu ifâdât-ı hayriyesini mübşir olarak İran asâkirinin i‘adesi
içün tenbihât-ı lâzıme icrā olunduğu ve İran şehzâde tebaâtı maslahatını mübeyyin
İran’da mûkim İngiltere maslahatgüzârına takrir-i resmî virilmiş idüğünü ve bi’lmukâbele
Devlet-i ʻAliyye’nin dahi beyân-ı maslahatını dahi tefhim itmek emeli
olduğunu beyan itmiş olduğundan...”124 ifadelerine yer verilerek iki devlet arasında
sulhun sağlanmasını arzu etmektedir. İngiltere’nin her iki tarafa yönelik savaşı önleme
çabaları yetersiz kaldı. Burada İngiltere’nin savaşı durdurma ve ortak düşmana yani
Rusya’ya karşı Osmanlı-İran ittifakı planı iflas etmiş oldu.
Osmanlı Devletinin batıda uğraştığı isyanlar İran tarafından fırsat olarak görüldü
ve bu ülke sınır olaylarını başlattı. Filhakika İran’ın istikameti doğuya değil batıya
yönelikti. İran’ın Hindistan, Çin ya da Rusya’ya saldırması vaki değildir. Irak ve
Anadolu’nun otoriteden yoksun olmasını fırsat bilip bu zamanlarda buralara saldırdı125.
İran, Osmanlı Devletine karşı üstünlük kurmakla birlikte hem Bağdat hem de
Osmanlı Devletinin doğusunda mücadele eden birliklerine sirayet eden kolera salgını
sebebiyle büyük zayiat verdi ve savaşı durdurmak durumunda kaldı. Zaten “…Devlet-i
‘Aliyye’nin usât-ı Rum gavâiliyle meşguliyyeti…”126 bu savaşı devam ettirmesine mani
idi. İran’ın bu kararından çok memnun olan Osmanlı Devleti de İran ile derhal anlaşma
yoluna gitti127. Oysa savaşın devamı halinde bilhassa bölgede hatırı sayılır kazanımlar
elde edebilirdi. Sonucu net olarak kestiremediği için sulh yolunu tercih etti128. II.
Mahmud, ayrıca Şaha İranlı hacıların Kerbela, Medine ve Mekke’ye ziyarette
bulunabilmeleri, sınır boylarındaki kabileler arasındaki anlaşmazlıkların halli hususunda
teminat verdi. İki ülke aralarında mutabakata vardılar ve sulh sağlandı. Bu hususta
İngiltere Kralının elçileri vasıtasıyla Osmanlı Devleti lehine iki ülke arasında tavassut
etmesi barışa oldukça büyük katkı sağladı129.
Sultan, İran ile aralarındaki husûmeti çözerek iç meselelerini bertaraf etmeyi
planlıyordu fakat yalnızca geçici bir barışla yetinmek zorunda kaldı. Sultanın amacına
124
BOA, HAT 1316/51290-D
Mustafa Öztürk, Tarih Felsefesi, Akçağ Yay., 2. Baskı, Ankara, 2010, s. 177-178-Uçarol, Siyasî
Tarih, s. 174
126
BOA, HAT, 282/16816
127
“…İran müsalahasının bu vechle akd ve itmamıyla ol gailenin indifaı inşallahu teala hayra mahsus
olduğu tezkere-i birle cümle kullarının mucib (muceb) memnuniyetleri olarak…” BOA, HAT, 282/16816
128
Uçarol, Siyasî Tarih, s. 171-174
129
BOA, HAT, 1316/51290-B-1
125
37
ulaşamamasında etkili olan nedenlerden birisi de hiç kuşkusuz bazı Avrupa
devletlerinin İstanbul aleyhinde İran’da yürüttükleri politikalardı.
Osmanlı Devleti iç meselelerini çözememiş iken bir de Sultanın üzüntüden
ölmesine sebep olan Mehmet Ali Paşa isyanı ortaya çıktı. Tüm bu olanları bir fırsat
olarak gören İran Şahı Muhammed, Bağdat’taki aşiretleri kışkırtarak Osmanlı
Devletinin iç işlerine müdahale etti. Bağdat Valisi Ali Rıza Paşa, Vahhabîler ile
uğraşırken bölgede meskun Ka‘ab Aşireti valiye mukavemet etti ve asayişsizlik
yapmaya başladı. Vali bu aşiret üzerine sefer düzenleyince aşiret mensupları İran’a
sığındılar. İran’ın bu asi aşireti kollaması ve himaye etmesi ilişkileri tekrar gerdi.
Müteaddit defalar yapılan bu düşmanca siyaset iki ülkeyi tekrar savaşın eşiğine getirdi.
(İran sınırında meskun aşiretleri gösterir harita için bak. Haritalar ve Krokiler 3-9)
Osmanlı Sultanının meseleyi büyütmek istememesi ve bu sıkıntılı dönemde bir de İran’a
cephe açmak istememesi üzerine sorun kapanmış göründü130.
İngiltere ve Rusya’nın İran üzerinde çıkarları çatışıyordu. İki devlet de İran’ı
kontrolüne almaya ve diğerine karşı tavır almaya zorluyordu. İran’ın Osmanlı Devletine
olan husûmetini bildikleri için iki devlet de İran’ı Osmanlıya karşı desteklemeye
gönüllülerdi. Bunun farkında olan İran, Osmanlı Devleti aleyhine politikalarını bu iki
ülkenin de desteğini sağlayarak uygulamak istiyordu131. Rusya Devleti Gülistan ve
Türkmençay muahedelerinden sonra İran’dan toprak almıştı, bu da iki ülke arasında
husûmete neden oluyordu. Rusya Devleti İran ile daimi sûrette düşman olursa
menfaatlerine aykırı olurdu. Hatta İngiltere İran’da kontrol sahibi tek devlet haline
gelebilirdi. Bundan dolayı Rusya, İran’ı İstanbul’a karşı şartsız destekliyordu. İngiltere
ise Rusya’yı İran’dan uzak tutmaya ve bölgede tek güç olmaya gayret ediyordu. Bu ülke
de Osmanlı Devletinin toprak bütünlüğünden yana olmakla birlikte İran’a bazı
politikalarında gizliden gizliye destek oluyordu. Hatta Bağdat’taki mahkemede
temsilcisi olmadığı halde İran tüccarı aynı mahkemede temsilcisi olan tek Avrupa ülkesi
İngiltere’nin Bağdat Konsolosundan kendi menfaatleri ve güvenlikleri için çalışmasını
talep ediyordu. Konsolos ise Londra’ya gönderdiği raporunda “…tüccarların bu
tekliflerine sıcak baktığını, kendisinden beklenilen bu yardımı yapmak niyetinde
olduğunu ve hatta bu tüccarların İngiliz bayrağı altında Bağdat’ta ticaret yapmaları
için
çaba
sarfedeceğini,
bu
durumun
ülkesine
Irak
ve
İran’da
çıkar
Meir Litvak, Shi‘i Scholars of Nineteenth Century, Cambridge University Press, Cambridge, 1998, s.
121
131
FO 248/83, No: 21
130
38
sağlayabileceğini…”132 yazıyordu. İngiltere, Rusya ve İran devletlerinin bu ve benzeri
faaliyetlerinden dolayı 1847 senesinde Osmanlı Devleti ile İran arasında imza edilen
Erzurum Muahedesi kâğıt üzerinde kalıyordu. Bu nedenle iki devlet aralarında
imzaladıkları bu antlaşmayı 1848’de yenilediler, fakat bu da aralarındaki anlaşmazlığı
ortadan kaldırmak için kâfi değildi133. Bu konuda birkaç misal verecek olursak;
Şattü’l-Arab bölgesinde aşiretlerin meskûn olduğu toprakların mülkiyet hakkı
hususunda Osmanlı Devleti ile İran arasında ihtilaf meydana geldi. 1847 yılında cereyan
eden bu olay üzerine Devlet, adı geçen arazinin kendisine ait olduğunu yalnız İran
Devleti’ne değil aynı zamanda İngiltere ve Rusya’ya da belgeleri ile ispat etmek
zorunda kaldı134. (Bkz. Haritalar ve Krokiler 2-4) Aslında her iki ülke de bu hususta
İran tarafındaydılar, ancak Osmanlı Devletinin, arazinin Basra Eyâleti sınırları dahilinde
132
FO 78/574, No: 23, 26.05.1844, s. 27-28
FO 78/753, 27.05.1848, s. 215-216
134
“Fi 25 S. Sene 63 (13 Nisan 1847) tarih ve 230 numroyla İngiltere ve Rusya sefâretlerine verilen
takrîr-i resmî sûretidir.
Saltanat-ı seniyyenin daima İran’dan hâli olmadığı efkâr-ı sulh perverî ve müsâlemetkâri iktizâsınca İran
Devleti’yle bir müddetten beri sürünmekte olan bazı ihtilâfât-ı maʻlûmenin bir an evvel hüsn-i tevfîyesi
zımnında ol bâbda devleteyn-i fahîmeteyn komiserleri tarafından kaleme alınıp iki tarafa arz ve i‘tâ ʻ
olunan mevādd-ı ahdiyeye hāliyle imza etmeye Erzurum’da bulunan murahhasını me‘mûr ve yeni baştan
terhîs edecek ise de tarife hacet olmadığı üzre mevādd-ı mezkûreden bazılarının ibārât ve ahkâmı pek de
vâzıh ve müfîd olmadığından öylece bırakılması lazım gelse ihtilâfât-ı vâkı‘anın başlıları evvel ki halinde
kalmış olacağı cihetle iki devlet beyninde yine bir takım müşkilât-ı âcile zuhuruna sebep olacağında
iştibah kalmış olduğundan ruhsât-ı lâzımenin irsãlinden evvel bu makûle işgal ve ihtilâfâtın meydandan
kaldırılması lâzıme-i hâlden olmasıyla müşkilât-ı melhûzeyi dâfi‘ olmak üzre âtiyyü‘z-zikr istizahâtın serd
ve ityânına ibtidār olunur şöyleki:
Evvelâ müsvedde-i mezkûrenin ikinci maddesinin bir fıkrasında münderic olduğu vechle öte
tarafta ibkaʻ olunacak yalnız Mahmere şehir ve benderi ve lengergâhı ve Cezîretü‘l-Hazar olmağla bunun
hâric-i şehri mezkûrda kâin arâzî-i Devlet-i ʻAliyye’ye ve sâir oralarda kâin Devlet-i ʻAliyye limanlarına
şümûlü olmayıp ve sâhil-i şarkî yaʻnî cânib-i yesar-ı Şattü’l-Arab’ın İran’a tebâiyetleri muhakkak olan
aşâirin yed-i tasarrufunda bulunan İran Devleti’nde kalması ibâresi gâyet mübhem olarak ol havâlide
meselâ nısf-ı memâlik-i Devlet-i ʻAliyye ve nısf-ı diğeri arâzî-i İraniyede mütemekkin bir çok aşâir
bulunduğu cümlenin ma‘lûmu olmasıyla sonra o makūlelerden işte bu aşiretin birazı İran’da olduğu
cihetle beri tarafta bulunan cüzʻü dahi İran’a tâbi olmak ve binâberin yedlerinde olan arâzî Devlet-i
İraniye’ye terk olunmak iktizâ eder yollu iddialar meydana çıkarmaya ve bu kabilden olan aşâirin bervechi-muharrer memâlik-i şâhânede cüzʻüne Devlet-i ʻAliyye (ye) tâbi‘ ve yedlerinde bulunan arâzîye
arâzî-i Saltanat-ı Seniyye nazarıyla bakılmak umûr-ı tâbi‘iyeden iken şu ibâreyi ahdiyeye göre İran
Devleti’nin vakten mine’l-evkat arazi-i mezkûre üzerinde olan hukuk-ı mülkiye-i Devlet-i ʻAliyye’ye
müdâhaleye hakkı olabilecek midir?
Sâniyen dördüncü maddede olan metâlib-i mahsûsa şartı Devlet-i ʻAliyye nazarında yalnız baʻzı
mer‘i rüsûmâtla tarafeyn tebaasının faraza bazı kutta-i tarik taraflarından ve sâireden görmüş olacakları
hasarât-ı şahsiyeden ibâret olmağla şart-ı mezkûr İran Devleti’nin bu muahede ile külliyen ferâgat
eylediği devletçe tazmînât-ı nakdiyeyi metâlib-i şahsiye kıyafetine koyarak iddia etmesine serrişte olacak
mıdır ve ikinci maddeye ilâve olunan istikâmat maddesinin ve yedinci maddeden çıkarılmış olan
muamelât-ı mütekâbileye dâir ibârâtın melfuf olan varakada tashîh olunduğu vechle Devlet-i İraniye
tarafından kabulüne istihsâl-i muvâfakat olunacak mıdır? Bunların üzerine cânib-i asilânelerinden
izahât-ı resmiye talebi taraf-ı vazıhu‘ş-şeref hazret-i mülükâneden muhibbilerine emr-i ferman
buyurulmuş ve imzâ-yı muahedeye dair murahhas-ı mûmâileyhe tâlimât-ı cedîde irsâli izahât-ı
matlûbenin vürûduna ta‘lik kılınmış olmağla beyân-ı keyfiyet ve tecdid-i teminât hürmet ve riâyet
marazında işbu takrîr-i resmi tahrîr ve tesyîr kılındı.” BOA, ADVNS. MHM, 3-A/91
133
39
olduğunu ispat etmesi çaresiz kalmalarına neden oluyordu135. Osmanlı Devleti bir
yandan kendi toprağını muhafaza etmeye çalışırken öte yandan da Rusya ve
İngiltere’nin iç işlerine müdahalesini göz ardı ederek iki büyük ve güçlü devleti
karşısına almamaya gayret ediyordu136. Bundan sonraki süreçte her iki ülke yani İran ve
Osmanlı Devletinin komiserleri araştırmalar yaptılar ve raporlarını kendi ülkelerine
sundular. Bu arazi anlaşmazlığı uzun seneler boyunca çözülemeyen meselelerden birisi
oldu137. İran’ı yanına çekmek ve onu kullanmak hususunda Rusların gayretleri
sonuçlarını verdi ve Kırım Harbinde İran Rusya ile müttefik olarak onun talepleri
doğrultusunda hareket etti138.
İki ülke arasındaki anlaşmazlıklardan birisi de hem İran hem de Irak’ta
istedikleri zaman iki ülkenin sınır boylarında yaşayan aşiretlerin vergilendirilmesiydi.
İngiliz ve Rus temsilciler iki ülke arasında tavassut ettiler ve meselenin halli hususunda
bir komisyon kuruldu. Lakin kurulan komisyon her iki ülkeyi memnun edecek sonuçlar
vermekten uzak olduğu için herhangi bir sonuca ulaşılamadan dağıldı. Bu meselenin
halli için Mithat Paşa’nın Bağdat Valiliğini (1869-1872) beklemek gerekecekti.
Yine Osmanlı Devletinin 1852 yılında barışı sağlamak için görüşmeler
başlatması bilhassa Rusya’nın İran yanlısı siyaseti neticesinde sonuçsuz kaldı. İki
ülkenin düşmanca tavırları ve saldırgan politikaları Osmanlı Devletini çok ciddî
önlemler almaya sevketti. İran hududunu sağlama almak ve bu ülkeden gelebilecek
Mehmet Saray, Türk-İran İlişkileri, Ankara, 1999, s. 82-83
“Şahâmetlü İran Şahı bir seneden berü Herat’ın teshîrine sa ʻy ve kûşeş itmekde ise de elʻân dest-res
olmayub dûçâr-ı müzâyaka ve ıstırab olmuş olduğundan ve Şah-ı müşârünileyhin bu vechle hareketi
Rusya Devleti’nin tahrikiyle olmak hasebiyle İngiltere Devleti dahi Kâbil ve Kandehar hâkimlerini Herat
135
136
nām iki kıt‘a
hâkimiyle birleşdirib Şiraz’ın iskelesi pişgâhında vâki Haric ve Hariko
cezireyi zapt ve istilâ itmiş idügünden ve Herat tarafında bulunan İngiltere konsolosunun Bağdad’a
geleceği ifâde kılındığından bahisle devlet-i müşârünileyhimâ beyninde bir husûmet-i aleniyye vukûʻunda
ne vechle muāmele olunması istizânına dair bu def‘a başvekâlet mesned-i celiline meb‘ûs bir kıt‘â kaimei âlileri meâl ve mezâyâsı rehin-i i‘kâzı ‘acizi olmuş ve huzūr fâiz alınur hazreti kâtib-i sâniye arz ve
takdim ile meşmûl-ül-haz şevket ifâde-i cenâb-ı hilâfetpenâhi buyurulmuşdur devlet-i müşârünileyhimâ
meyânında ol vecihle harekât husûmet vuku‘unda hasb-el-vakt vel hal bî-taraflık husûlüne teşebbüs
olunmak lâzım gelüb fakat İngiltere konsolosunun Bağdad’a vürûdu takrîrinde hakkında lâyıkıyla hareket
ve ikram ve sâirlerden ziyâde hüsn-i muāmele ile ihtirâm kılınması ve İngilterelü şâyet Basra Körfezi
tarafından bâzı zehâyir mübâya‘a itmek murad eylediği halde dahi güyâ zat-ı âsifânelerinin haberi
olmayarak ahâlî cânibinden mücerred ticâret arzıyla virilmesi Rusyalu tarafından oralara gelen olur ise
ayde’l-devam (?) ile Rusya Devleti beyninde derkâr olan hûbb ve vifāk ve mezid-i dostu ve ittifaktan
iktizâsı vechle bahis ve beyân buyurularak muāmele-i cemîle izhâr olunması veʻl-hâsıl gerek İranlu ve
gerek İngiltere ve Rusyaludan birinin kuşkulandırmayacak sûrette üslûb-ı hekimâne ile idâre kılınması
husûslarına irâde-i seniyye hazreti mülükâne müteallik buyurulmuş olmağla müşirâneleri olan şeymâ-yı
behiyye-i kemâl-i Muhammedân-i ‘atifeti âlileri üzere gerek İranlu ve gerek İngiltere ve Rusyalunun
berminval-i meşruh hüsn-i idâreleri hususuna himem-i ‘âlileri derkâr buyurulmak lâzım geleceği
beyânıyla kaime. BOA HAT 806/37167
137
BOA, HR. MKT, 43/87
138
BOA, İ. HR, 130/6584
40
olası saldırı ya da saldırıları önlemek amacıyla Müntefik Araplarının da desteğiyle
Mahmere ve Ahvaz’da yaklaşık 30.000 kişilik bir ordu teşkil etti139 (Bkz., Ekler 12).
İran sınırını güçlendiren İstanbul, Rusya gibi güçlü bir devleti karşısına almamak ve bu
ülkenin İran’a olan desteğini çekmesini sağlamak için yoğun siyasî mücadeleler
verirken diğer yandan da Rusya’nın tutumunu değiştirmemesi ve sınırlarına saldırması
ihtimaline karşı Avrupa devletlerinin bu ülkeye karşı desteğini kazanmaya çalışıyordu.
İki yıl sonra Osmanlı Devleti ile Rusya arasında Kırım Savaşı çıktı. Kanaatimizce bu
savaşın patlak vermesinde etkili olan âmillerden birisi olarak Rusya’nın İran’a her
hususta vermiş olduğu kayıtsız şartsız destek gösterilebilir.
İngiltere ise Rusya’nın İran üzerinde nüfuz kurmasının önüne geçemedi. Çok
kısa süre sonra da Irak’ta kendisini engellemek için çalışmalara başlayacağına dair
şüphesi kalmadı. Tüm bunlar karşısında İngiltere çok yakında başlaması kuvvetle
muhtemel Osmanlı-Rus Harbinde Rusya-İran ittifakına karşı Osmanlı Devleti ile ittifak
görüşmelerine başladı. Bundan kısa süre sonra da Türk-İngiliz ortaklığı meydana geldi.
1854-1856 yılları arasında cereyan eden Kırım Harbini Türkler kazandı.
Osmanlı Devletinin Rusya’yı mağlup etmesi bu devletin İran’a olan desteğini sona
erdirdi. Müttefikinin desteğinden mahrum kalan İran’ın, Irak’a yönelik zararlı
faaliyetlerini ortadan kaldırmak için devlet harekete geçti. Zira İran hâlâ Irak hududunda
olaylar çıkarmaya ve burada bulunan aşiretleri ve kabileleri kışkırtmaya devam
ediyordu. Meseleninin halli hususunda Osmanlı Devletinin deklare ettiği ve İran’ın da
kabul etmek zorunda kaldığı mutabakatın maddeleri şunlardır:
1) Şiîlerce kutsal sayılan Kerbela ve Necef’i ziyaret eden İran vatandaşları ile
Osmanlı tebaası arasında anlaşmazlık tezahür edecek olursa bu meselenin
halli için Türk mahkemeleri yetkili olacak, İran müdahil olamayacaktır.
2) Yanlarında ticarî emtia bulunmadıkça kendilerinden gümrük vergisi
alınmayacaktır.
3) Irak’ta arazi alım-satımı ve vakfedilmesi sadece Osmanlı tebaasına ait bir
haktır ve İranlılar bu haktan istifade edemeyecektir140.
Bu mutâbakat sayesinde Osmanlı Devleti, Şiîler için önemli olan Irak-ı Arap
bölgesini kontrolü altına almış oluyordu. İran’ın ise Irak’ta engellenmesi kendisini hiç
139
140
FO 78/1018, No: 37, 28.12.1853
BOA, İ.HR, 5556
41
memnun etmemişti. İran Şahı Nasıreddin memnuniyetsizliğini müteaddit defalar
İstanbul’a ileterek başka bir çare bulunmasını talep etti. Fakat, İran Şahı ile Şehzâde
Abbas Mirza arasında mücadale başladı. Abbas Mirza İngilizler sayesinde Şahın elinden
kurtarıldı. Şahı susturmak ve Irak üzerindeki taleplerinin önüne geçmek için elini
güçlendiren Türkler ve İngilizler Mirza’yı hem İran’a karşı hem de bir başka İran
Mirzası Behmen’i Gürcistan’da rehin tutan Rusya’ya karşı tehdit Cdiler141. (Bkz., Ekler
13) Osmanlı Devletinin Mirzayı İran ve Rusya’ya karşı rehin tutmasındaki gayesi kendi
toprağı olan Irak’taki menfaatlerini korumak ve aynı zamanda kendi ülkesinde can
güvenliği olmayan bir Mirzayı himayesine almaktı142. Ancak İngilizlerin gayesi
Şehzâdeyi diplomasi aracı ve tehdit unsuru olarak elinde tutarak yalnızca İran’ı
siyaseten zayıflatmak ve Rusya’yı bölgeden uzak tutmakla sınırlı değildi. Nitekim 22
Aralık 1853 tarihinde Bağdat Başkonsolosundan Dışişleri Bakanlığına gönderilen bir
raporda “…Doğu’nun şu anki durumunda, İngiliz fikirleri ile donanmış ve Avrupa
kültürü ile eğitilmiş bir Mirzanın tahta çıkmasından elde edeceğimiz menfaat çok
büyüktür… Mirza’nın İngiliz centilmeni olarak yetiştirilmesi, tahta çıkma ihtimali göz
önünde bulundurulduğunda bizim için çok önemlidir…”143 ifadeleri yer almakta ve bu
rapor aslında İngilizlerin asıl maksatlarının İran’da kendi kontrollerinde bir Şahın tahtta
bulunması hakkında önemli bir delil teşkil etmektedir (Bkz. Ekler 13). Adı geçen
141
FO 78/957, No: 18, s. 31-37 - FO 78/1451- Hooshang Amirahmadi, The Political Economy of Iraq
Under the Qajars, Society, Politics, Economics and Foreign Relations 1796-1926, I.B Tauris & Co Ltd,
2012, s. 112
142
“Mâlûm-ı vâlâları buyurulduğu üzre mukaddemce Londra cânibinden Dersaādet’e vürûd ile ağnam
müdiri Nedim Bey bendelerinin hânesine misâfir virilmiş olan İran şehzâdelerinin vuku‘ bulan
iltimaslarını ve ol-babda İngiltere sefâreti tarafından dahi olunan ihbar ve ifâdeye mebni mâiyetine
mihmandar taʻyiniyle Bağdad’a azîmetlerine ruhsat-ı seniyye i‘tâsı hâkipâ-yı hümâyûn-ı şâhâneden
istindâd olunmuş ve bunların Bağdad’da ikâmetlerine bir gûne mahzur olub olmadığı mütâlaa olunarak
âna göre irâde-i ruhsat olunması emr ve ferman-ı hümâyun-ı mülükâne buyurulmuş olub vâfi‘a bunlar
sernüvişt ahvalleri cihetiyle melikin İran’dan sûret-i firarda çıkmış olduklarından her ne kadar İngiltere
Devleti tarafından haklarında muāmele-i afvın icrāsı İran Şahı hazretleri cânibine iltimas ile gûyâ afv
nameleri beherhal vürûd ideceginden bahs iderek ol vakit Bağdad’dan İran (a) avdet itmeleri hususu
sefâret-i merkūm tarafından mukaddem ve muʻahharen ifâde olunmuş ise de bunlar Şah-ı müşârünileyh
tarafından begayet
olduklarındannâşi şimdiki halde istihsâl-i emniyet idüb de İran’a
gidemeyeceklerini ve Bağdad câniblerinin misüllü Necef ve kasaba-i Kâzım gibi bir mahalde misâfireten
ikâmet arzusunda olduklarını beyân itmekde olduklarını ve Bağdad ise İraniyan ile hemhudud olduğunu
mebni meyanda bir gûne kıyl-u kal mûcib olmamak üzre olsa olsa berülerde yani Diyarbekir ve Sivas
misüllü bir münâsib mahalde misâfireten ikâmet ve iskânları hususu kendülerine ve sefâret-i merkūme
tarafına lede’l-ihbar el-hâleti hâzihi kendülerinin ıyal ve evlad ve sâir müteallikatları olarak Bağdad’da
yüz elli kadar mensûbatları olduğuna ve firarlarında bazı emval ve eşyaları İran tarafında emâneten terk
ve hıfz itmiş olduklarını mebni şimdi oradan uzak bir mahalde ikâmetleri taktirinde o kadar
müteallikatlarının celbi ve emval ve eşyalarının zâhire ihrâc ve istihsâli üsret ve külfeti mûcib
olacağından Bağdad tarafında ikâmet niyazları ise de ma‘mafih orada ikameleri nezd-i DevletiʻAliyye’de münâsib görülmedigi…” BOA, HAT 805/37154- BOA, HAT, 1315/51262
143
FO 78/957, No: 18, s. 31
42
dönemde Britanya’dan ziyâde Rusya, Avusturya ve bu iki ülke kadar olmasa da Fransa
da İran’da etkiliydiler. İran geri kalan teknolojisi, eğitim sistemi ve ekonomisi için bu
ülkeler ile işbirliği içerisindeydi. Teknoloji ve eğitimci transferinin yanı sıra bu ülkeler
ile ekonomik antlaşmalar yapıyor, mâli açığını kapatabilmek için borç alıyordu.
Britanya, İran’daki mevcut yönetimi kontrol altına alamayacağını ve diğer batılı
devletlerin bu ülkedeki nüfuzunu en azından kısa vadede ortadan kaldıramayacağını
bildiğinden mevcut yönetimi zayıflatmak ve bundan sonraki dönemde tahta çıkacak
olanları kontrol altında tutmak istiyordu144. Fakat bilmediğimiz bir sebepten dolayı çok
istemesine rağmen Mirza, Londra’da uzun bir müddet kalamadı. Bağdat’ta misafir
edildikten sonra İran’dan gerekli teminatları alan Mithat Paşa, Mirzayı memleketine
gönderdi145.
1.5.1.1. Nasıreddin’in Bağdad Ziyareti
İki ülke arasındaki ilişkiler tam olarak düzelmemiş iken İran’da 1870 yılında
meydana gelen kıtlık ve salgın hastalıklar ilişkilerin başka bir evreye girmesine vesile
oldu. İran, Osmanlı Devleti ile mücadele etmekten ziyâde bu doğal afetleri bertaraf
etmek gayreti içerisine girdi. İran’da kıtlıktan ve salgın hastalıklardan her gün onlarca
insan ölüyor birçoğu da bu salgın ile boğuşuyordu. İran Şahı Nasıreddin de bu salgından
muzdarip idi. Şah, kurtulduğu taktirde Şiîler için kutsal sayılan mekânlar Kerbela ve
Necef’i ziyaret etmek istiyordu. Hastalığı yenince de Türk makamlarına başvurarak
Irak-ı Arap bölgesini ziyareti için izin talep etti. İranlıların bundan önceki faaliyetlerini
göz önünde bulunduran İstanbul, Şahın bilhassa Bağdat ziyareti talebine ilk başta
temkinli yaklaştı. Nasırettin’in ısrarları ve ziyaretinin yeni sorunlara neden
olmayacağına dair teminat vermesi ile ziyaretine müsaade edildi. Söz konusu dönemde
Bağdat Valisi olan Mithat Paşa da herhangi bir sorun yaşanmaması için tedbirleri
arttırdı. Neyse ki korkulan olmadı ve Şahın ziyareti sorunsuz gerçekleşti. Dahası Mithat
Paşanın girişimleri sonucu bu ziyaret iki ülke arasında Irak üzerinde vâki olan
sorunların kısmen de olsa çözüme kavuşturulması için vesile oldu. Şöyleki;
Mithat Paşa, sorunların halli için Nasıreddin Şah ile görüştü. İkili arasındaki
görüşme gâyet yapıcı geçti. Bu görüşmenin akabinde 9 Ocak 1871 tarihinde bir
antlaşma imzalandı. Buna göre:
144
Amirahmadi, The Political Economy of Iraq Under the Qajars, s. 112
Saray, Türk-İran İlişkileri, s. 84-86
145
43
1-
İranlıların cenazeleri öldükleri yere gömülecek, isteyenlerin
kemikleri ölümünden bir yıl sonra mukaddes yerlere gömülmek üzere Irak-ı
Arab’a götürülecek. Zira ulaşımdaki sıkıntılar nedeniyle cenazeler kokuyor ve
salgın hastalıklara davetiye çıkarıyordu. Bu durum her iki devlet için de
sakıncalıydı.
2-
İki devlet arasında anlaşmazlık konularından biri de para meselesi
idi. Paranın kıymetindeki ihtilaf Irak-ı Arab’taki esnafın zarar görmesine sebep
oluyordu. Yapılan antlaşma ile daha önce 5 Kuruştan muamele gören 1 Kıran
Sikkesi (Riyal)’nin
(İran para birimi), bundan sonra 3 Kuruş 10 parayı
geçmemek üzere muamele görmesine karar verildi146.
Hudutlarda oturan aşiretler konusunda ise İran Devleti Hemvend Aşiretinden
kendi toprağına sığınmak isteyecek firarileri kabul etmeyeceğini, herhangi bir şekilde
hududu geçerlerse Osmanlı memurlarına teslim edeceğini, kendi topraklarında oturan
Sencabi Aşiretinin Osmanlı hududuna saldırılarını yasaklamayı kabul ediyordu*.
Antlaşmanın akabinde Nasıreddin Şah, Irak’tan ayrıldı. Osmanlı Devleti ile İran
arasındaki ilişkiler 1877-1878 Osmanlı Rus Harbi’ne kadar sorunsuz devam etti. Ancak
Rusya Devleti İran üzerindeki nüfuzunu da kullanarak muhasımı Osmanlı Devletine
karşı bu devleti kışkırttı. İki ülke arasında ilişkiler tekrar gerildi ve bu gerginlik I.
Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devletinin yıkılmasına kadar devam etti.
İran, Osmanlı Devleti yıkıldıktan sonra İngiltere mandası olan Irak üzerinde hak
iddia etmeye pek cesaret edemedi. Fakat manda rejiminin sona ermesiyle tekrar toprak
taleplerini dile getirmeye başladı. Bu durum iki ülke arasında sürekli olarak krizlere
neden oluyordu. Bu kriz Saddam Hüseyin’in Irak’a lider olmasıyla en yüksek seviyeye
Ali Haydar Mithat, Tabsir-ül İbret, Birinci Kitap, Hilal Matbaası, İst., 1325, s. 96-97
Bu antlaşma neticesinde Mithat Paşa aslında Rusların da Irak’a dahlinin önüne geçmiş oluyordu. Çünkü
Ruslar Tebriz’deki konsolosları vasıtasıyla söz konusu aşiretlerin Irak’a saldırmalarını nasihat ediyor ve
onları bu hususta destekliyorlardı. Bunu yapmalarının gerekçesi ise asırlardır zihinlerinde yatan
amaçlarını yerine getirmekti. Yani Irak’ta Türk idâresini zayıflatmak, diğer devletlerin buradaki
etkinliğini kırmak, Fırat ve Dicle nehirleri vasıtasıyla Basra Körfezine yani sıcak denizlere ulaşmaktı.
Zaten İran ile münasebetleri sayesinde Irak’a komşu olmuşlar, Afganistan’ı kontrollerine alarak
Hindistan’ı tehdit eder hale gelmişlerdi. Bir de Irak’ın istila edilmesi Ruslar’ı bölgede rakipsiz hale
getirebilirdi. Mithat Paşa’nın İran ile akdettiği bu antlaşma üstelik aşiretlerin kontrolü maddesinin de bu
antlaşmada yer alması Rusların bu antlaşmadan fevkalade rahatsız olmalarına neden oldu. Bunun yanı
sıra Mithat Paşa ve İran Şahı arasındaki antlaşmadan ve Rusya’nın bundan zarar görmesinden İngilizler
ziyâdesiyle memnun kalmış olmalılar. Zira Rusya’nın emellerine ulaşması İngilizler için muhakkak
hezimetti.
146
*
44
ulaştı ve iki ülke arasında dokuz buçuk yıl süren ve kazananı belli olmayan savaşın ana
nedenlerinden birisini teşkil etti*.
1.5.2.Rusya’nın Dengelenmesi
Rusların Büyük Petro’dan beri Osmanlı toprakları üzerinde süregelen bir
politikası vardı. Bu politika İstanbul’u istila ederek Boğazlara egemen olmak böylelikle
Akdeniz’e yani sıcak denizlere ulaşmak, Osmanlı Devletinin hâkimiyetindeki Irak,
Suriye ve Mısır gibi stratejik önemdeki yerleri ele geçirerek hem buraların kaderine
hükmetmek hem ezeli düşmanı İngilizlerin buradaki üstünlüğüne son vermek hem de
İngilizlerin sömürgelerine giden yolları kontrol altına almak ve Hindistan’ı ele
geçirmekti147. Bu planı hayata geçirebilmeleri için de halihazırda üç yol mevcut idi.
Bunlar;
a) Osmanlı Devleti ile savaş yapıp mağlup ederek yapacağı antlaşmalar ile
Boğazlara hâkim olmak ve bu devletin yönetim mekânizmasında en etkin devlet olmak,
b) Diğer büyük Avrupa devletleri yani İngiltere, Fransa, Avusturya ile anlaşarak
Osmanlı Devletini pay etmek ve Türklerin hamiliğini üstlenmek,
c) Osmanlı Devletini tamamen hâkimiyeti altına almaktı148.
İran 1979 İslam Devrimine kadar İngiltere ve Amerika Birleşik Devletlerinin müttefiki idi. Başta bu
ülkeler olmak üzere Batı’nın petrol ihtiyacını karşılayan en önemli Ortadoğu ülkesi olmuştu. Bu tarihe
kadar Batılı ülkeler ile olan ve çıkara dayalı münasebetlerini kullanarak Irak üzerindeki taleplerini sürekli
olarak dillendirmesi doğaldı. Ancak, devrim ile meydana gelen ani politik değişme bu münasebetlerin
başka bir veçheye evrilmesine sebep oldu. Batılı ülkeler İran’ın yeni durumundan son derece rahatsız
oldular. İran’da meydana gelen yeni oluşum Batıyı müttefik değil düşman kabul ediyordu. Ortaya çıkan
bu yeni durum üzerine Batılı güçler Orta Doğu’daki menfaatlerinin zarar görmemesi için İran-Irak
anlaşmazlığını hortlattılar. İran’ın Irak’tan toprak talepleri iki ülke arasında zaten sürekli olarak krizlere
neden oluyordu. Bu krizler Saddam Hüseyin’in Irak’a lider olmasıyla en yüksek seviyeye ulaştı. Amerika
ve İngiltere’nin güçlü desteğini arkasında bulan Saddam Hüseyin İran’ı vurmaktan çekinmedi. İki ülke
aralarında cereyan eden bu savaşta büyük kayıplar verdiler. Savaşın kazananı ne İran ne de Irak idi,
kazanan Amerika Birleşik Devletleri ve onun müttefiki İngiltere idi.
147
FO 78/656, No: 3 -Ireland, Iraq a Study in Political Department, s. 439 – www.foreignaffairs.com “…Hindistan’ı istîlâʻ fikri Rusya’da yeni zuhur olmayub kadim olduğu Asya’yı vasatî ve Afganistan’da
Rusya’nın bunca müddetler uğraşması hep bu fikrî maksadın husûlüne tâyici emeline mübteni idügi
bedihi olduğundan bu maksûdundan sâde bu söz ile avdet ve ferâgat eylemesi ihtimalden baîddir.
Burasının bedâheti kadar ve belki daha ziyâde fedakârlıkların bütün envâ ʻıyla muhafazaya çalışub
Dünyada bir İngiliz kalıncaya kadar bu hususda bezl ve fedâ-yı hayata hazır ve müheyyâ görünürler. Şu
halde İngiltere ile Rusya arasında gâyet mutazad (?) iki fikr-i muhtelif hüküm fermâ olduğu neticesi
çıkarak birisi küre-i arzın en zengin bir hıttasına istilâya öbürü de bâis-i şerif ve hakikiyesi olan o zengin
ve ma’mûr hıttayı muhafazaya çalışan iki devletin sâde sözle yek diğerini kandırub i‘tilaf-ı efkâr ve erhayı inân eylemeleri ümid edilecek şey olmadığından miyânelerinde muhârebe zuhuru melhûzâttandır…”
Zevra Gazetesi, 16 Cemaziyelahir 1302 Salı
148
Mustafa Öztürk, Batılı Devletlerin Osmanlı Üzerindeki Politikaları ve Bunun Osmanlı Dış Politikasına
Etkisi (19. Yüzyıl),Türk Dış Politikası Osmanlı Dönemi 2, Edit.: Mustafa Bıyıklı, Gökkubbe Yay., İst.,
2008, s. 362
*
45
Ruslar
savaşlarda
yaptıkları
başarılı
oldular,
hatta
Küçük
Kaynarca
Antlaşmasında ticarî ve siyasî kazanımlar elde ettiler, fakat daha ileri gitmelerine
İngilizler ve Fransızlar müsaade etmediler.
İkinci yol yani diğer Avrupa devletleri ile Osmanlı Devletinin paylaşımı ve
Rusların Türkleri himayesi konularına gelince, İngilizlerin başarılı Başbakanlarından
olan Pitt döneminden başlayarak uzun bir süre devam edecek olan Osmanlı Devletinin
bütünlüğü politikası gereği elbette ki Rusların bu planlarını hayata geçirmeleri
olanaksızdı. Rusya ile Fransa’ya karşı ittifak yapılabilir ama Osmanlı Devleti asla
paylaşılamazdı. Nitekim böyle bir ittifak da Napolyon’un Mısır’ı işgali sonrasında
gerçekleşmişti. Karşılıklı çıkar gayesi güden bu ittifak, Fransa’nın buradan
uzaklaştırılması ile dağıldı.
Fransa’nın Mısır’ı işgali ile başlayan Osmanlı-Rus-İngiliz ittifakı William Pitt
(1783-1801) (1804-1806 ikinci kez) ve Henry Addington’ın Başbakanlıkları
dönemlerinde devam etti. Ayrıca bu ittifakı Kral III. George da destekliyordu. Lakin
William Grenville’in başa geçmesiyle politika değişime uğradı. Başbakan, Kralı da ikna
etti ve bu ittifak parçalandı. Dahası 1806-1812 Osmanlı-Rus Harbine dönüştü.
Grenville’den
sonraki
William
Cavendish-Bentinck
ve
Spencer
Perceval’ın
Başkanlıkları döneminde de cereyan eden bu savaşta İngilizler kesinlikle taraf
olmadılar. Bu gelişmeler nedeniyle Rusya’nın Osmanlı Devletini parçalama girişimleri
sonuçsuz kaldı.
Rusya’nın Osmanlı Devletine saldırarak onu tamamen hakimiyeti altına almak
emeline gelince, Fransa’nın Avrupa’da en güçlü devlet olarak belirmesi ve Napolyon’un
Rusya’yı ortadan kaldırmak için Moskova Seferine çıkması atmosferi yine çok kısa
sürede değiştirdi. Osmanlı Devletini istila etmek niyetinde olan Rusya, Napolyon’un bu
seferi nedeniyle topraklarını Fransızlara karşı savunmak ve iki cephede savaşmak
zorunda kaldı. Napolyon’un bu seferi Osmanlı Devletinin menfaatine idi. Zira Rusya
kendisini Napolyonun saldırılarından korumak mecburiyetinde idi. Üstelik OsmanlıFransız ittifakının vücuda gelmesi halinde Rusya büyük bir felakete sürüklenebilirdi.
Fransa da kendisine müttefik bulmak ve Rusya’yı çevrelemek için Osmanlı Devletine
ittifak kurma hususunda müracaat etti. Bu istek üzerine görüşmeler başladı. İkili
görüşmeler sonuç vermedi ve ittifak kurulamadı lakin her iki devlet de Rusya ile olan
savaşlarına devam ettiler. 1812 yılına gelindiğinde Osmanlı Devleti asker eksikliği, iç
karışıklıklar, dış tehditler ve ekonomik darlık sebebiyle savaşı devam ettiremeyecek
46
duruma düştü. Fransa’nın “savaşı devam ettir” telkinlerine rağmen Devlet bunu kabul
etmedi ve aynı yıl savaşı sona erdiren Bükreş Antlaşmasını imzaladı. Hakikatte bu
antlaşma devletin aleyhine idi. Savaşa devam edildiği taktirde kazanımları büyük
olabilir ve varlığına kasteden Rusya’ya büyük bir darbe indirebilirdi. Zira iki cephede
savaşmak istemeyen Rusya da tavizler vererek savaşı durdurmaya hazırdı. Bu
gelişmeler neticesinde Rusya, Osmanlı Devletini ortadan kaldıramayacağını anladı ve
bundan sonra bu politikasını rafa kaldırarak bunun yerine bu ülkenin farklı
coğrafyalarında kendi menfaatleri doğrultusunda çalışmalar yürütmeğe yöneldi.
Bu coğrafyalardan birisi de Irak idi. Bilindiği gibi Rusya’nın sıcak denizlere
açılması, Ortadoğu’da hakimiyet kurabilmesi, Türklerin egemenliğine son vererek
İstanbul’a kadar olan bölgeyi ele geçirebilmesi, Hindistan’a ulaşabilmesi ve İngilizleri
bu coğrafyadan uzaklaştırabilmesi için Irak hayatî bir öneme sahipti. Rusya’nın bu
politikasını bilen Britanya ise Rusya’nın bu faaliyetlerinin önüne geçmek ve buradaki
varlığını koruyarak hem Rusya hem de bölgeyi ele geçirmeye çalışan diğer ülkere karşı
sürekli karşı politikalar geliştirdi.
Cereyan eden bu olaylar üzerine Osmanlı Devleti, Irak’ta da denge politikası
izlemeyi uygun gördü. 1840 tarihinde Hariciye Nezareti tarafından Bağdat Valiliğine
gönderilen bir kaimede “…İran topraklarında vuku‘ bulan İngiliz-Rus nüfuz
mücadelesinden devletin zarar görmemesi için her iki ülkenin konsolosuna hürmet
edilmesi ve bu devletlere karşı tarafsızlık politikası takip edilmesi gerektiği hatta
İngiltere, İran ve Rusyalıların Basra Körfezi ve civarında zahire ihrâcına müsaade
edilmesi ve sanki İstanbul’un bundan haberi yokmuş gibi muāmele edilmesi…”149 telkin
edilmektedir (Bkz Ek 4).
Aynı politika Rus general Gözanoski’nin Osmanlı ordusunda istihdamı
hususunda da görülmektedir. Aslen Rus olup İngiltere tebaasından olan ve Rus
donanmasında görev yapan Gözanoski, Kıtasında tezahür eden ihtilal ve fitneden dolayı
İngiltere’ye firar eder. Burada bir müddet ikâmet ettirildikten sonra İstanbul’daki İngiliz
sefarethanesinde misafir edilir ve Osmanlı Devleti ordusunda istihdam edilmek üzere
üstelik kırk bin kuruş harcırah ile birlikte Osmanlı Devletinin himayesine verilir.
Askerî alandaki kabiliyeti ve başarıları göz önünde bulundurularak Osmanlı Devleti
tarafından da Bağdat’a gönderilir. Ancak Rusya Devleti’nin firari generalin Bağdat’a
Osmanlı Devletinde üst makamdan alt makama yazılan yazı.
BOA HAT, 806/37167
149
47
hareketini haber alması üzerine vereceği tepkiden çekinen Bağdat Valisi Ali Paşa,
İngiltere konsolosuyla konuyu müzakere ettikten sonra Gözanoski’nin “…sûreten
seyahat ve misâfiret tarîkiyle gelmiş gibi…”150 gösterildiğini ve bu hassas dönemde
Rusya Devleti memurlarına gâyet nazikâne davrandıklarını İstanbul’a gönderdiği
şukkasında belirtmiştir.
İki ülke arasındaki en büyük anlaşmazlıklardan birisi de İngilizlerin Akdeniz’i
kanal vasıtasıyla Fırat Nehrine buradan da Basra Körfezine bağlamak için verdikleri
mücadele idi. Bu yol vasıtasıyla İngiltere Hindistan’a ulaşan alternatif bir yola sahip
olmakla sınırlı kalmayacak aynı zamanda Irak gibi müstesna ve önemli bir mevkiyi ele
geçirecekti. Bu projenin faaliyete geçmesi halinde engelleneceğinin farkında olan
Rusya, İngiltere aleyhinde çalışmalarını ara vermeden sürdürdü151. Aynı mukavemeti
İngiltere’nin Irak’taki demiryolu ve telgraf projelerinde de devam ettirdi152. Bu hususta
İngiltere’nin Musul’daki temsilcisi Rasam bir hayli rahatsızdı ve “…bölgede olası
İngiltere ve diğer Avrupa devletleri arasındaki savaşta özellikle Ruslar ve Fransızların
bölge halkını demiryolu ve telgraf hatlarını sabote etmeleri için kışkırtmalarının hiç de
zor…”153 olmadığını düşünüyordu. Projelerin taraflarından birisi de bölgenin sahibi
Osmanlı Devleti olmasına rağmen “…buradaki Türk idarecilerinin kanunları
uygulamaktan bîhaber…”154 olduklarından yakınıyor ve bu tehdidin daha ziyâde
İngiltere tarafından bertaraf edilmesini Londra’dan talep ediyordu. Konsoloslarının
düşüncelerine değer veren ve gelen istihbaratları dikkate alan İngilizler bu hususta da
aynı doğrultuda hareket ettiler ve özellikle Ruslar ve Fransızlar ile bölgedeki grupların
işbirliği içerisine girmemeleri için büyük çaba sarfettiler155. Bu hususta da bir hayli
başarılı oldular156.
150
BOA, HAT, 1181/46662
Mektup, tezkere. Yazmalara sonradan eklenen yazı.
151
FO 78/656, No 3
152
Gareth Stansfield, Iraq, Polity Press, Cambridge UK, 2007, s. 30- Zaki Saleh, Britain and Iraq, ElMaaref Press, Baghdad, Iraq, 1966, s. 101
153
Pall Mall Gazette, 24.07.1868
154
Pall Mall Gazette, 24.07.1868
155
FO 78/704-FO 78/1115, No: 11-FO 78/656, No:3
156
“Efendim;
Dünkü gün tarihli mektubumun size ulaşmasından sonra General Williams’ın yaveri tarafından bir görev
için 07 Mart’ta Musul’daki görevinizden ayrılmanız ile alakalı olarak Bağdat paşası tarafından bana
bildirilen haberi onaylayan bir not konsolosluğunuzdan tarafıma ulaştı. Mehmet Reşit Paşa’nın bu
mealde mektupları vardır. Yukarıdan gelen emirle bu olayda hareket ederek Kürt isyancı liderlerin itaati
ile alakalı olarak korkularım azaldı. O ana kadar söz konusu seyahatinizden bahsetmeyen 06 Mart
tarihli mektubunuza rağmen tebligatınızın eksikliğinden dolayı durumu tahmin edebiliyordum. O günü
müteakip aldığınız talimatlar üzere belki de ansızın hareket ettiniz. Dünkü mektubumda size belirttiğim
48
İngilizler, Irak bölgesindeki hegemonyaları için en büyük tehdidin Ruslar olduğu
kanısındaydılar. Rusların nüfuz alanı oluşturmak, Fırat ve Dicle vadileri ile sıcak
denizlere inmek için Irak ile ilgilenmesi İngilizleri düşündürüyordu. Rusların bu hayali
gerçekleştirmeleri İngilizler için bir kâbus olurdu157.
Rusların öteden beri dışa açılmaları için mühim adımlardan olan Irak’ın işgali,
Fırat-Dicle nehirleri üzerinde gemilerini yüzdürmek istemeleri, burasını Basra Körfezi
ve Kızıldeniz için karakolları haline getirerek İngilizleri burada ve Hindistan’da
engelleme politikaları İngiliz-Rus anlaşmazlığının ana sebeplerindendi. 1829’da Ruslar
yukarıda belirtilen amaçlarını yavaş yavaş icraya koyulacakları, Volga Nehri ve Hazar
Gölünde gemilerinin olduğunu, buralarla sınırlı kalmayıp yakında Aral Gölü, Fırat ve
Dicle nehirlerinde gemi yüzdüreceklerini ve Irak’ı kontrolleri altına alacaklarını iddia
etmeleri İngiliz-Rus münasebetlerini bir anda gerdi158. Ancak, Ruslar Volga ve Hazar
endişe ve korkularımı gidermem hususunda benimle iletişiminizi kesmiş olmanızı anlayışla
karşılayabiliyorum. Aslında bu vesile ile muhabere saklanmış oldu. Irak genel Valisi, asi reislerin
grupları ile beraber itaat altına alınmalarından dolayı çok memnun ve güvenliklerinin şimdilik Britanya
himayesi ile sağlandığının farkında. Fakat beni bu sabahki ziyaretinde bu sığınmacıların nihai olarak
elden çıkarılmaları ile ilgili olarak detaylı bir mektup göndereceğini ve bu mektubunda aldığı tedbirler ve
orduları tarafından söz konusu kişiler katliamlarının hemen ardından ele geçirilene kadar tarafından
yapılan masrafları açıklayacağını bildirdi. Onların Sultanın ordularına karşı kan dökücü mukavemeti
durumunda zât-ı âlileri ayrıca kendilerini Britanya korumasına bırakmak fikrini de muhafaza ediyor.”
Bağdat Başkonsolosu Felix Jones’tan Mr. Rasam’a, FO 78/1115, No: 13, 17.03.1855- Viskont Stratford
Redclifff’e/ Büyükelçilik/İstanbul “…Kürtler özellkle Türk yönetimi için tehlikeli ve onlara karşı
öfkeliler. Bundan dolayı Musul kendilerinin iskanları için uygun bir yer değildir. Bu Kürt reisler dağ
evlerine yakındırlar ve burada Rus yetkililer ile bağlantıları vardır. Buradaki Ruslara karşı sempati
duyuyorlar. Ruslardan menfaat umuyorlar lakin elde edecekleri menfaat geçici olabilir. Viskonsül
Rasam’ın mektuplarından öğrendim ki Musul’daki Türk yetkililer bizim himayemiz altında olup da her
gün zorluklar çıkaranların malvarlıklarını muhafaza etmekten vazgeçtiler. Bu durum sonra kötü sonuçlar
doğurabilir…”Bağdat Başkonsolosu ve Mezopotamya Müfettişi Felix Jones FO 78/1115 No: 11,
02.04.1853-Lord Gurzon Hindistan Hükûmeti Dışişleri Bakanı sıfatıyla bölgedeki kabile reislerine şöyle
hitab ediyordu: “Bu sularda yakın tarihte ilk biz mevcudiyetimizi gösterdik. Geldiğimizde burada kavga
gürültü vardı, şimdi sulh ve sükun var. Bizim ticaretimiz, sizin güvenliğiniz tehlikedeydi, himaye
gerekiyordu. Kıyılar boyunca her limanda İngiliz Kralının tebaaları oturmakta ve ticaret yapmakta.
Savunma görevini üstlendiğimiz Büyük Hint İmparatorluğu neredeyse kapı komşunuz durumuna geldi.
Sizleri komşularınız tarafından yok edilmekten kurtardık. Bu denizleri bütün milletlerin gemilerine açtık
ve bandralarının barış içinde dalgalanmasını mümkün kıldık. Sizin toprağınızı elinizden almadık,
bağımsızlığınıza halel getirmedik. Yüz yıl süren ve pahalıya mal olan başarılı girişimimizi tutup atacak
değiliz, tarihteki en bencil olmayan sayfayı yırtıp atacak değiliz. Bu sularda barış sürdürülmeli.
Bağımsızlığınız korunacak ve İngiliz hükûmetinin nüfuzu üstün gelecek.” Archibald Dunn, Basra
Körfezindeki İngiliz Çıkarları, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi 3, (Cev.: Zekeriya Kurşun), İst., 2000,
s. 325- “…Fransızlar, XIX. yüzyıl başlarında Yakındoğu’da üstünlük için giriştikleri şiddetli
çatışmalarda yenildiler. Mehmet Ali tarafından yönetilen Mısır hariç her yer Britanya’nın hakimiyeti
altında idi. Ayrıca Irak ve Basra Körfezi bölgesindeki konumunu oldukça güçlendirmişti…” Borisoviç
Lutskiy, Arap Ülkelerinin Yakın Tarihi, (Çev., Turan Keskin), Yordam Kitap, İst, 2011, s. 62-63…”Rusya’nın Yakındoğu ve Ortadoğudaki emelleri İngiliz-Rus çekişmesinin temel nedeni idi. Lakin bu
süreç içinde İngiltere’nin Rusya’yı bölgede bu kadar kısa zamanda safdışı etmesi cevaplanamayan soru
idi…” Zaki Saleh, Britain and Iraq, El-Maaref Press, Baghdad Iraq, 1966, s. 98
157
Eraslan, Türk-İngiliz Rekabeti, s. 227-FO 78/704
158
Saleh, Britain and Iraq, s. 102- www.foreignaffairs.com
49
Gölünde gemi yüzdürmekle sınırlı kaldılar. İngilizler, Rusların Fırat ve Dicle
nehirlerinde faaliyet göstermelerine kesinlikle müsaade etmediler.
Rusların İran Mirzası Behmen’i himayelerine alarak Gürcistan’da İran’a karşı
tehdit unsuru olarak kullanmaları (Behmen Mirza’nın İran tahtına çıkmasının hem
Britanya’nın Hindistan Kraliyet Yolu hem de Irak’taki menfaat alanları için çok büyük
bir tehlike oluşturacağı muhakkaktı. İngilizler de bu tehdide karşılık bir diğer Mirza
üstelik İran tahtına çıkma ihtimali Behmen Mirza’ya göre daha yüksek olan Abbas
Mirza’yı himayesine almıştı.)159, Buşehr Basra ve Bağdat’ta konsolosluklar açmaları,
Basra Körfezinde etkin olmak için çalışmalarda bulunmaları, yerel güçler ve aşiret
reisleri ile münasebetlerini arttırarak devam ettirmeleri, İngilizlerin kaygılarının yersiz
olmadığını gösterdi160.
Bağdat Başkonsolosu Palmerston, 12 Kasım 1846 tarihinde Londra’ya yazdığı
bir raporunda;
“Rusların Kürt kabileleri arasında etkilerini arttırmaya çalıştıkları
hakkında konsolos Abbott’un gizli mektubunu size iletiyorum. Abbott dağıtılan
bildirilerin
bir
nüshasına
henüz
ulaşamadığını
bildirdi.
İngiltere
ve
Hint
İmparatorluğunun Müslümanlar arasında adaleti sağlamak için himaye, yönetimin
cömertliği ve idareleri altına aldıkları tüm milletlerin ulaştığı refahı ve düşmanları
üzerinde kazandığı zaferi yerle bir etmek için uygulanan bu siyasete karşı…”161
yapılması gerekenler hakkında Majestelerinin görüşünü talep etmektedir.
Bu rapordan çok kısa bir süre sonra yani 06 Ocak 1847 tarihinde Bağdat
Başkonsolosluğu tarafından bu hususta Londra’ya gönderilen bir başka rapor
Palmerston’un istihbaratını doğruluyordu. Raporda şu bilgilere yer verilmektedir:
“…Rus ajanların Süleymaniye’deki Kürtler arasında bildiri dağıttıklarına dair konsolos
Abbott’un haberi sahihtir ve Albayın bunu izleyen raporu ile uyuşmaktadır. Mileri ve
Bilbas Kürtlerinin eline ulaşan Rus İmparatorluğunun istatistikleri ile alakalı tabloların
Gürcistan’dan İran’a hacılar tarafından sokulduğu bilgisi tarafıma ulaştı lakin bu
belgelerin pek ilgi görmediğini işittim…”162
Hariciye
Nezareti’nden
Babıali’ye
yazılan
1857
tarihli
tezkirede
ise
“…Kürdistan Eyâleti sâye-i mukadder tevâbi-i cenâb-ı pâdişâhide gün be gün yoluna
girüb fesad ve ihtilâlce bir şüphe kalmamış ise de Tebriz ve sâir mahallerde bulunan
159
FO 78/957, No: 18, s. 31
FO 78/704-FO 78/1115, No:11-FO 78/656, No: 3-Eraslan, “Türk-İngiliz Rekabeti”, s. 231
161
FO 78/656, No: 3
162
FO 78/704
160
50
Rusya casusları Bitlis ve Van havâlisinde icrā-yı su-i nüfuz itmekde olduklarından
bunların önü (nün) kesdirilmesinin lüzûmu…”163 zorunlu görülmekte olup Rusya’nın
yalnızca Irak’a değil aynı zamanda Anadolu’ya da sarkmak niyetinde olduğu fikrini ön
plana çıkarmaktadır. Bu durumdan hem Osmanlı Devleti hem de İngiltere son derece
kaygılıydılar164 (Bkz Ek 3).
İngilizler, Osmanlıların Ruslara karşı başarı elde edemeyeceği kanaatindeydiler.
Doğuda bir müstemleke imparatorluğu kurduğundan, özellikle Britanya’nın dünya
politikasını şekillendiren Palmerston’un uzun soluklu Dışişleri Bakanlığı ve
Başbakanlığı dönemlerinde, Rusya’nın Akdeniz’e inmemesi için bir set vazifesi gören
ve sömürge yollarının güvenliği açısından adeta bir emniyet sübabı olan Osmanlı
Devletinin topraklarının tamlığından yana bir siyaseti sürdürdüler165.
İngiltere’nin bu dönemde Osmanlı Devleti ile ittifak halinde olduğunu biliyoruz.
Bu ittifaka rağmen devletin savaşta olması ve yukarıda değindiğimiz
sıkıntılardan dolayı Irak ile ilgilenememesi İngilizlerin bölgede daha rahat hareket
etmelerine zemin hazırladı. Bu ve benzeri faaliyetler devletin uygun koşullarda bile
aleyhte kararlar almasına sebep oldu166.
Merkezî otoritesinin İstanbul’da dahi zayıfladığı bir dönemde Osmanlı Devleti
için Irak kontrol altında tutulamayacak kadar uzak bir bölge idi. Atadığı memurları da
idareyi sağlamakta muktedir olamadılar. Oysa Rusya’nın Ortadoğu’da etkin olma
mücadelesinden rahatsız olan İngiltere bu ülkeye karşı Irak’ta üstünlük kurmayı bildi.
Zaki Saleh’in ifadesi ile; “İngiltere’nin Rusya’yı bu kadar kısa zamanda saf dışı etmesi
cevaplanamayan soru idi167.
1.6. Vahhabî Ayaklanmasında İngiltere’nin Rolü ve Irak Politikasına Etkisi
XVIII. yüzyılın sonlarında Arabistan Yarımadasında zuhur ederek önce bu
yarımadada daha sonra Irak, Basra Körfezinin tamamı, Ahsa ve İran’ı tehdit eder hale
gelen Vahhabîlik, Osmanlı Devletini bir hayli uğraştıran önemli hadiselerdendir.
Vahhabi teorisyenlerinin kendilerince İslam dinindeki bozulmaları düzeltmek ve
İslamı bidʻatlerden arınmış ilk dönemi yani Hz. Muhammed dönemini yeniden ihya
İ.HR 122/6074
FO 78/704- Eraslan, “Türk-İngiliz Rekabeti”, s. 231 - www.foreignaffairs.com
165
www.foreignaffairs.com – www.britishempire.co.uk
166
Rifat Uçarol, Küçük Kaynarca Antlaşması’ndan 1839’a Kadar Osmanlı İmparatorluğu, Doğuştan
Günümüze Büyük İslam Tarihi 11, Çağ Yay., İst., 1993, s. 322-326
167
Saleh, Britain and Iraq, s. 98
163
164
51
etmek gayesiyle ortaya koydukları bu mezhep, kısa sürede kendinden olmayanları
katleden, yağmacı ve bozguncu bir organizasyon halini aldı168. Kısa sürede başarılı
sonuçlar alan, stratejik ve jeopolitik mevkileri ele geçiren bu örgüt başta İngilizler
olmak üzere Avrupa devletlerinin dikkatlerini çekti ve bu devletler Vahhabîler ile
münasebetler geliştirmeye başladılar. İslamiyete ve Osmanlı Devletine bir hayli zararı
dokunan bu meseleyi şimdi biraz daha ayrıntılı olarak ele almaya çalışalım.
1.6.1. Vahhabîlik ve Vahhabîliğin Doğuşu
Şerif Abdullah’a göre İslam Hz. Muhammed zamanındaki saflığını kaybetmişti.
Birçok yanlış ve İslam için zararlı anlayış bu dinin içine girmişti. İslam yeniden eski
saflığına dönmeli ve bu yanlış anlayışlar ortadan kaldırılmalıydı 169. Bunun için de ilk
önce Arabistan Yarımadasında kuvvet kazanılmalı ve akabinde kademe kademe tüm
İslam coğrafyasına nüfuz edilmeli ve Osmanlı Devleti ortadan kaldırılmalı idi. Davasını
Arap Yarımadasında anlatması, taraftar toplaması ve yayması için güçlü bir müttefik
bulmakta muktedir olmayı bildi. Bu müttefik ise Suud idi 170.
1788 senesinde Osmanlı Devletinin Avusturya ve Rusya’ya karşı savaşta olduğu
sırada Şerif Abdullah amcası Mekke Emiri Şerif Galib aleyhine Mekke’de isyan etti.
Şerif Galib’in diğer muhalifler ile de mücadele içerisinde olması ve Osmanlı Devletinin
iki büyük devletle harp halinde olmasını fırsat bilen şerif Abdullah amcasına olan
mukavemetini arttırdı ama mağlup olmaktan kurtulamadı. Bu mağlubiyet Vahhabîliğin
zuhurunu engelleyemedi171. Vahhabîlik hareketi İstanbul tarafından önemli olmayan bir
gaile olarak değerlendirildi. Rusya-Avusturya ittifakı ile savaş hali devam ettiğinden
dolayı bu meselenin halli sonraya bırakıldı. Mekke Emiri, Bağdat ve Şam valileri
168
David Commins, The Wahhabi Mission and Saudi Arabia, I.B. Tauris&Co. Ltd, New York, USA,
2006, s. 10
169
“…Vahhabi mezhebinin en esaslı akidesi şu idi: İnsanların kabirlerine ibadet edilemez; velev
peygamber bile olsa. Bu esasa binaen, Vehhabiler nazarında Peygamber Hazreti Muhammed’in kabrine
gösterilen hürmet adeta perestiştir, şirktir. Peygamberin kabrine hürmet şirk olunca, başka enbiya, eshab
ve evliya sayılanların kabirlerine türbeler inşa etmek, bunları süslemek ve ziyaret etmek de evleviyetle
şirk olur. Vehhabiler evvela kendi memleketlerinde bulunan eshabı resulün kabirlerini yıkarak işe
giriştiler. Vehhabilik bu “Ziyareti Kubur” müşrikliğinden başka süsü, tekellüfü, tütün ve kahve gibi
mükeyyefatı da şiddetle menediyordu. En sade elbiseler giyip, en iptidaî çadırlarda oturmağı, yemek
yerken çatal şöyle dursun, kaşık bile kullanmamağı emrediyordu…” Yusuf Akçura, Osmanlı Devleti’nin
Dağılma Devri (XVIII. Ve XIX. asırlarda), 4. Baskı, TTK Bas., Ankara, 2010, s. 23
170
George Antonius, The Arab Awakening the Story of the Arap National Movement, Great Britain, 1938,
s. 22-Akçura, Osmanlı Devleti’nin Dağılma Devri, s. 21-25-Simons, Iraq from Sumer to Post-Saddam, s.
179-180
171
Abdul-karim Rafeq, 18 ve 19. Yüzyılda Avrupa ve Ortadoğu, Ortadoğu Tarihi, (Hazırlayan: Youssef
M. Choueiri), İnkılap Yay., İst., 2011 , s. 276
52
tarafından durumun vahameti İstanbul’a bildirildiyse de bu ihbarlar ciddîye alınmadı.
Bir anlamda başıboş kalan Vahhabîlik mensupları faaliyetlerine devam ettiler ve
Mekke’yi ele geçirerek İslam’ın liderliğine soyundular. Bu işgalden sonra Vahhabî
tehlikesi bariz olarak ortaya çıktı ve giderek önlenemez hale geldi172.
1.6.2. Vahhabîlerin Basra Körfezi Kıyılarına ve Kerbela’ya Saldırıları
Vahhabîler, Necid Kıtasında yeterince kuvvet kazandıktan sonra yayılma
politikasını benimsediler. Basra Körfezi kıyılarını hedef olarak belirleyen Vahhabiler
Ahsa’yı ele geçirdiler, ardından Basra Körfezini nüfuz alanlarına kattılar. Bahreyn,
Kuveyt ve Kavasım yani Korsan Adaları’nı ele geçirdiler. Kendilerine biat etmeyen ve
kendi saflarında yer almayan binlerce kişiyi katlettiler173. Durumdan rahatsız olan
İngiltere 1804 yılında Vassalı Seyyit Sultan’ı, 1806’da ise Seyyit’in oğlu Said’i
Vahhabîlere karşı destekledi ve Said bu destek sayesinde Vahhabîler’i mağlup etti.
Ancak Said’in denizlerde kazanmış olduğu bu zafer Fransa tarafından desteklenen
Vahhabîler’in karadaki üstünlüğünü gölgeleyemedi. İktidarda olan Tory’lerin hem
kendi içinde hem de Kral III. George ile sorunlar yaşamaları İngiltere’de siyasî sorunları
beraberinde getiriyordu. Ayrıca Napolyon’un Avrupa’yı kasıp kavurması ve İngiltere ile
hem denizler hem de karada mücadele ediyor olması İngilizlerin Ortadoğu ve burada
meydana gelen sorunlarla yeterince alakadar olamamalarına neden oluyordu*.
Bu
durum Vahhabîlerin işine gelmekte idi. Mısır’da hezimet yaşadığı için hem İngiltere
İbrahim Hakkı Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi V, 6. Baskı, TTK Yay., s. 607-608- Antonius, The
Arab Awakening, s. 21-22- Simons, Iraq from Sumer to Post-Saddam, s. 179-180
173
Simons, Iraq from Sumer to Post-Saddam, s. 179-180- www.reference.com/browse/Jabal+Shammar
*
Başbakan Pitt döneminde ulusal borç iki katına çıktı. Bu borç £ 243 milyona tekabül ediyor, yıllık
bütçenin £ 24 milyonu bu borcun faizine gidiyordu. Bütçe askerî harcamalara akıyordu. Amerikan Savaşı,
vergi kaçakçılığı ve Fransızların ticarî blokesi bütçeyi bu duruma getiren en önemli etkenlerdi. Başbakan
borcu azaltabilmek için yeni vergiler koydu. Bu da iç huzursuzluğa neden oldu. 1814 yılına gelindiğinde
ulusal borç £ 679 milyon oldu. Büyük Britanya ve İrlanda 1801’de birleşerek Büyük Britanya ve İrlanda
Birleşik Krallığını oluşturdular. Bu birleşme Britanyalılar için şüphesiz kazanım demekti lakin Pitt’in
büyük çoğunluğu Katolik mezhebine mensup olan İrlandalılara siyasî yeni haklar tanımak istemesi Kral
III. George’un kendisine karşı muhalefetine neden oldu. Zira Krala göre Katolik İrlandalıların siyaseten
Protestanlarla eşit olmalarının ülkeyi tekrar bölünmeye götüreceğini savunuyordu. III. George tüm İngiliz
kiliselerini havi ve Papa’nın buyruklarını reddeden İngiltere kilisesini kurmak istiyordu. Kralın fikrini
değiştiremeyen Başbakan istifa etmek zorunda kaldı (Kraliçe Victoria, bu hususta III. George’un tersi
istikamette düşünüyordu. Hem Lordlar Kamarası hem de Avam Kamarası tarafından şiddetle
eleştirilmesine karşın İrlandalıların bu haklarını vermekte kararlılık gösterdi. Parlamentonun bu husustaki
korkuları yersizdi zira bu dönemde İngiltere, üzerinde güneş batmayan ülke olarak anılıyordu). Torylerin
diğer etkili siyaset adamı Henry Addington, Pitt’ten devraldığı Başbakanlık görevini 1804’e kadar
yürütebildi. Bu tarihte Pitt tekrar Başbakan oldu. Kendisinin geniş katılımlı bir koalisyon hükûmeti kurma
fikri Kral tarafından kabul görmedi. Pitt, III. George ile arasındaki ihtilafı aşamadı. Bu anlaşmazlık
nedeniyle 1783-1801 tarihleri arasındaki Başbakanlığı ile kıyaslandığında 1805’te Fransızlara karşı
kazanılan Trafalgar Zaferi’ni hariç tutarsak Pitt’in ikinci Başbakanlığı oldukça sönük kalıyordu. Bu
hususta ayrıca bak., www.royal.gov.uk
172
53
hem de Osmanlı Devletine karşı düşmanlık besleyen Fransa’nn desteğini de arkasında
hisseden mezhep mensupları karada kısa sürede ve kesin sonuçlar aldılar174.
İngilizler, Vahhabîler’e karşı yalnızca silahlı mücadeleye girişmediler, bir
yandan da bölgede görev yapan Osmanlı memurları ile işbirliğine gittiler175. Bu konu ile
ilgili önemli bir gelişme ise Şiîlere yönelik Kerbela baskınıdır. Olay şöyle gelişti:
Şiîlere karşı büyük bir düşmanlık besleyen ve ilerlemeleri için onları önemli bir
engel olarak gören Suud bin Abdülaziz önderliğinde 12.000 kişilik Vahhabî militanı
Kerbela’ya saldırdı. İbadet halinde ve savunmasız olan binlerce Şiî’yi katlettiler.
Bununla da yetinmeyen Vahhabîler, Şiîler için kutsal olan mekânları yakıp yıktılar ve
yağma ettiler176.
Vahhabî saldırısı sırasında ve sonrasında Memlük Paşalarının duyarsız
davranmaları Şiî halkın yöneticilere olan güvenini iyice azalttı. Şiîler, Vahhabîlerin
kendilerine olan düşmanlığı dolayısıyla her an kendilerine saldırabilecekleri ihtimalinin
göz
önünde
bulundurularak
bunlara
karşı
önceden
önlemler
alınabileceğini
savunuyorlardı. Bundan dolayı kendilerine yakın hissettikleri İran’a müracaat ederek
korunma talep ettiler. Durumdan kendisine pay çıkarmak isteyen İran derhal Küçük
Süleyman Paşa’ya bir ültimatom vererek Vahhabîlerin ortadan kaldırılmasını aksi
taktirde ordusuyla Bağdat’a yürüyeceğini bildirdi. Paşanın Vahhabileri ortadan
kaldıracak ya da faaliyetlerini zayıflatacak gücü neredeyse yoktu. İstemeyerek de olsa
Vahhabîler ile müzakere yoluna gitti fakat Vahhabîler Şiîleri bertaraf etmekte
kararlıydılar. Vahhabilerin isteksizliği ve giderek Irak için büyük bir tehlike halini
almaya başlaması Paşayı bu gerilimden zarar göreceğini düşünen İngilizlere
yaklaştırdı177.
Küçük Süleyman Paşa ile İran Devleti arasındaki gerilimden kendisinin zarar
göreceğini düşünen İngiltere, ajanı Harford Jones vasıtasıyla Paşaya Vahhabîler’e karşı
İran ile müttefik olmasını teklif etti ve bu konuda Tahran’da bulunan memurları
vasıtasıyla aracılık edebileceğini bildirdi. Bu ittifak karşısında Vahhabîlerin
dayanamayacaklarını ve başta Basra Körfezi kıyıları
olmak üzere Irak’tan
çekileceklerini ve kısa süre sonra da bu mezhebin ortadan kalkacağını düşünüyordu.
Lakin, Küçük Süleyman Paşa, “… Devlet-i ʻAliyye’nin bu gāile ile başa çıkabilecek
Lutskiy, Arap Ülkelerinin Yakın Tarihi, s. 78-79–Karal, Büyük Osmanlı Tarihi I, s. 102
Ireland, Iraq a Study in Political Department, s. 44
176
Litvak, Shi‘i Scholars of Nineteenth Century, s. 121
177
Litvak, Shi‘i Scholars of Nineteenth Century, s. 122- Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet IV, s. 1684 s.
1835-1840- Zekeriya Kurşun, Necid ve Ahsa’da Osmanlı Hâkimiyeti, TTK Bas., Ankara, 1983, s. 34
174
175
54
kudretinin olduğunu, bu yüzden İran ile ittifaka niyetinin olmadığını, İran’ın Vahhabî
saldırısını vesile ederek Irak’a girmesine kesinlikle müsaade edilmeyeceğini, aksi
durumda ise bu devletin müdahalesini egemenlik haklarına yönelik açık ihlal olarak
göreceğini…” İngiliz temsilciye bildirmesiyle İngilizlerin planı suya düştü178. Paşanın
bu icraatlarına rağmen İstanbul kendisinin devlete olan itaatinden şüpheye düştü.
Babıalide İngiliz elçisi ile yaptığı toplantıda reis vekili temsilciye, Süleyman Paşa’nın
hem Bağdat’ı yönetmekte yetersiz kaldığını, hem de canını kurtarmak için İran’a
kaçabileceği ihtimali üzerinde durduğundan bahsetti. Böyle bir durum karşısında “…
Devlet-i ̒Aliyye’nin İraniyan ile ittihat ve müsâfâtı berkemâl olmağla bunu me‘mul
itmez İraniyan Devlet-i ̒Aliyye-i müsâfâtına Bağdat Vâlisini tercih ederler ise tahtında
hâsıl olacak vahimden Devlet-i ̒Aliyye kaçmaz…”179 diyerek gerekirse İran Devleti ile
derhal savaşa tutuşabileceğini elçiye iletti. Elçi, vekile hitaben “…ben dahi
İraniyan’dan bunu me‘mul itmem …”180 cevabını verdi ve bu hususta Tahran elçileri
vasıtasıyla arabuluculu olabileceğini belirtti. Paşa, İran’a kaçmadı ancak 5 Ekim
1810’da görevinden azledilmekten de kurtulamadı. Bu tarihten kısa bir süre sonra da
Şammar Aşireti tarafından öldürüldü. Paşanın azledilmesi ve öldürülmesi ile ilgili
İngilizlerin doğrudan bağlantısı olduğuna dair kesin bir kayıt olmamakla birlikte
İngilizler Paşanın kendilerine yönelik hasmane tavırlarından ve temsilcileri ile soğuk
savaş halinde olmasından memnuniyetsizlik duyuyorlardı. Kendisi ile münasebet kurma
girişimleri de bir türlü olumlu sonuç vermedi. Sonuçta Paşa, İngilizlerin üzerlerinde
gâyet etkili oldukları bir aşiret tarafından halledildi ve bundan sonra belirli bir süre için
İngilizlerin Bağdat yönetimi hakkında Devlete olan şikayetleri bir hayli azaldı.
1.6.3. Mehmet Ali Paşa’nın İsyanı Bastırması
Mehmet Ali Paşa, padişahın emri ile ilk iş olarak Hicaz’daki Vahhabîler üzerine
sefer düzenledi. Bağdat ve Şam valilerinin bastıramadığı bu isyanları 1818 yılında
bastırdı. Bu başarısından dolayı Said Eyâletinin valiliği uhdesine verildi181.
1798 yılında Napolyon’un Mısır’ı işgali, 1807’de patlak veren ve 1812 yılına
kadar süren Osmanlı-Rus Harbi, Fransız İhtilali sonrasında Osmanlı Devletine sirayet
Litvak, Shi‘i Scholars of Nineteenth Century, s. 122
BOA, HAT, 1177/46493, 29/Z/1225 (25 Ocak 1811)
180
BOA, HAT, 1177/46493, 29/Z/1225 (25 Ocak 1811)
181
Antonius, The Arab Awakening the Story of the Arap National Movement, s. 21-22-Simons, Iraq from
Sumer to Post-Saddam, s. 180-Kızıltoprak, Mehmet Ali Paşa’dan II. Abbas Hilmi Paşa’ya, s. 13-Kurşun,
Katar’da ve Basra’da Osmanlılar, s. 28 – www.notablebiographies.com
178
179
55
eden Milliyetçi isyanlar ve Yunanistan’ın 1826’da bağımsız olması, yine 1826’da
Yeniçeri Ocağı’nın ilgası, 1827 yılında Navarin’de Osmanlı donanmasının yakılması,
1828-1829 yıllarında tekrar tezahür eden Osmanlı-Rus Harbi, Mehmet Ali Paşa İsyanı
ve benzeri birçok olay Osmanlı Devletinin hem Irak hem de Vahhabî olayları ile
ilgilenmesini engelledi. Böylelikle meselenin halli başkalarına kalıyordu.
1.6.4. Mithad Paşa’nın Meseleye El Atması
15 Temmuz 1840 yılında İngiltere, Osmanlı Devleti ile Londra Protokolü’nü
imzaladı. Protokol çerçevesinde güya Mısır sorununun çözüme kavuşturulması için
Mısır kuvvetleri Necid, Ahsa ve Basra Körfezinden uzaklaştırıldılar. Birliklerin adı
geçen yerlerden çekilmesi sonucunda bölgenin idarecisi Halid bin Suud buradan
ayrılmak zorunda kaldı. Çünkü Halid buradaki kontrolü Mısır kuvvetlerinin desteği
sayesinde sağlıyordu. Hal böyle olunca meydana gelen otorite boşluğunu doldurmak
Vahhabîlere düştü. Vahhabî tehdidi bölgede yeniden canlanmaya başladı182. Faysal bin
Türkî Osmanlı Devletinin bölgede olmamasından istifade ile burada etkili bir nüfuz
alanı kurdu. Öncelikle, Vahhabîliği benimsemeyen Ahsa ve sahillerindeki el-Menasıri
el-Murra, Ucman ve Beni Hacir kabilelerinin üzerine giderek onları etkisiz hale getirdi.
Bundan sonra Körfez bölgesinde bulunan Arap şeyhliklerini tehdit etmeye ve onlardan
vergi almaya başladı. Bahreyn, Maskat, Hofuf, Müberrez ve Katar Vahhabîler’in eline
geçti. Tüm bu bölgeler Vahhabîlerin eline geçmesine rağmen İngilizler burada
faaliyeterini daha rahat yürüttüler. Çünkü Vahhabîlerin nüfuzunu buralara yaymaları,
buradan vergi almaları, kendi kurallarına uymayanları derhal öldürmeleri ve katı
kurallar uygulamaları buradaki şeyhleri ve ileri gelenleri bir hayli rahatsız etti. İşte bu
durum İngilizlerin bu kişiler ile ilişkiye girmelerini ve bunlar üzerinde nüfuz
kurmalarını kolaylaştırdı. Bölgeden gelen şikayetlere rağmen Osmanlı Devleti,
sembolik de olsa hâkimiyetinin devamı için Faysal bin Türkî’yi kendi hâkimiyetini
tanıması karşılığında kaymakam tayin etti. Devletin de desteğini alan Faysal bölgedeki
baskılarını daha da arttırdı183. Vergileri yükseltti ve kendisine itaat etmeyenleri ortadan
kaldırmakta sakınca görmedi. Kaymakamın bu faaliyetlerine devlet sessiz kaldı, bu da
kaymakamın daha cüretkâr davranmasına neden oldu. Kendisi kaymakam gibi değil,
adeta bir devlet başkanı gibi davrandı. Faysal bin Türkî 63 yaşına kadar idaresi altındaki
182
Midhat, The Life of Midhat Pasha, s. 55
BOA, C. DH, 31/1537
183
56
bölgelerde hâkimiyetini sürdürdü ve bundan sonra idareyi kademeli olarak oğlu
Abdullah’a devretti. Faysal bin Türkî’nin 1865 senesinde ölümüyle Abdullah, babasının
görevlerini fiili olarak tamamen devraldı. Bölgenin diğer yöneticilerinin Abdullah’a
olan muhalefeti nedeniyle İstanbul, Abdullah’ın beratını 1867’de gönderdi. Abdullah,
İngilizlerden destek alamayıp bir de Bağdat Valisi Namık Paşa’nın muhalefetiyle
karşılaşınca babasıyla kıyaslanamayacak ölçüde pasif kaldı. Namık Paşa’nın İngilizler
ve yerel yöneticilere yönelik uyguladığı siyaset bölgede devletin otoritesini arttırdı.
Faysal b. Türkî’nin diğer oğlu Suud, kardeşi Abdullah yerine kendisinin kaymakam
olmasını istiyordu. Fakat hem babası ölmeden önce buna şiddetle karşı çıkmış hem de
Osmanlı Devleti tarafından kabul görmemişti. İngilizler ise Abdullah’tan ziyâde Suud’u
destekliyorlar, kendisini daha rahat kontrol altında tutabileceklerini düşünüyorlardı184.
Bundan önceki konularda İngilizlerin Mithad Paşa’nın valiliği zamanında en
başta Bağdat olmak üzere Irak genelinde hemen hemen hiç etkinlik gösteremediklerini
belirtmiştik. Bu yüzden İngilizler, Mithad Paşa ve Vahhabîleri karşı karşıya getirmeyi,
her iki tarafı da zayıflatarak Mithat Paşa’nın istifa etmesini ve Vahhabîlerin kendilerine
mecbur kalmasını arzu ediyorlardı. Bu sebepten yerel yönetim ile Vahhabîleri karşı
karşıya getirmek için ellerinden geleni yaptılar.
Mithat Paşa’nın hayatı ve hizmetlerini anlatan eserde; “… Suud ba‘zı tarafın
teşvîkat ve teşcîâtıyla Abdullah’ın elinden hükûmet-i Necidiye’yi almak sevdâsına düşüp
ve Hindistan’a azîmetle İngilizlerin muâvenet-i ma‘neviyesiyle etrafdan asker toplayıp
seksan altı senesinde (1869) birâderine isyan etmiş…”185 şeklinde ifade edilerek
İngilizlerin Suud’a olan desteği açıkça dile getirilmiştir186. İngilizlerin, bu yardımlarının
akabinde Suud, Necid’i ele geçirecek, durum bununla sınırlı kalmayacak ve fiili olarak
ecnebi işgali bunu takip edecekti. Durumun farkında olan Mithat Paşa, Suud ve onun en
büyük destekçisi İngilizlerin muhtemel saldırılarına karşı askerî hazırlıkları tamamladı
Kurşun, Katar ve Basra’da Osmanlılar, s. 29-32
Mithat, Tabsir-ül İbret, s. 105- Zekeriya Kurşun, Necid ve Ahsa’da Osmanlı Hâkimiyeti, TTK, Ankara,
1998, s. 89
186
“Necid kaim-i makamı Abdullah el Faysal’ın birâderi Suud’un bir cem‘iyet-i âsiye ile birâderi
aleyhine kıyam iderek Katif ve Lahsa taraflarını ne vechle yed-i zaptına aldığı ve bu mesʻelenin
ehemmiyeti ne derecede olduğu fi 9 Kânûn-ı sâni sene 86 tarihiyle ve şifreli olarak takdim kılınan
telgrafnâme-i âcizânemde arz ve beyân kılınmış idi. Maslahatın mukaddemini muhtar olmak içün geçen
sene fi 21 Rebi’ülhir sene 86 tarihiyle ve 37 rakamıyla takdim kılınan arîzayı acizânemin bir sûreti leffen
takdim kılındı ki işbu arîzada beyân olunduğu vechle Abdullah el-Faysal’ın karındaşı Suud’un askerle ve
İngilizlerin muâvenet-i ma‘neviyesiyle Lahsa ve Katif taraflarını zapt-ı tasarruf olmak niyât ve
teşebbüsâtında bulunduğundan…” BOA, İ.MMS, 41/1667
184
185
57
ve hatta Abdullah’a yardımda bulundu187. Kuveyt kaymakamı Sabbah’ın maiyetinde
Vahhabîler üzerine hareket eden ordu kısa sürede Necid’e ulaştı; Vahhabîlerin kalelerini
kuşattı. Abdullah ve Suud arasındaki mücadeleler yüzünden bir hayli zayıflayan ve
halkın da desteğinden yoksun olan Vahhabîler bozguna uğradılar.
Ordu, Osmanlı
sancağını kalelere çekti. Necid Kıtasının kontrol altına alınmasının akabinde Mithat
Paşa burada bir hükûmet kurmak fikrinde idi. Zira Vahhabîler tamamen ortadan
kaldırılamamıştı. Lakin Şammar gailesinin baş göstermesi ile buradan ayrılmak zorunda
kaldı. Paşa, Vahhabî meselesinin üzerine gitmek ve bu sorunu çözmek niyetinde
olmasına rağmen 1872 yılında Bağdat Valiliğinden istifası sonucu bu amacına
ulaşamadı188.
Mithat Paşa’nın hem Bağdat hem de İstanbul’da muhalifleri mevcut idi. Yeri
geldiğinde şahsına münhasır davranması da muhaliflerin elini güçlendiriyordu. Paşa’nın
Necid’e Vahhabîler üzerine sefere çıkmasını fırsat bilen Bağdat defterdarı ve bir kısım
memur kendisi aleyhinde bazı haberleri İstanbul’a bildirdiler. Mithat Paşa, sefer dönüşü
durumu Sadaret’e bildiren bir yazı göndererek kendisini aklamaya çalışsa da bu gayreti
kendisini temize çıkarması için yeterli değildi. Kendisine itham edilen suçları
kabullenemeyen Paşa, Bağdat Valiliği ve Altıncı Ordu Müşirliğinden istifaen ayrıldı.
Kendisinin yerine derhal Mehmet Rauf Paşa atandı189.
Mithat Paşa’nın görevden ayrılmasından sonra geçici bir sükûnet oldu. Vahhabî
gailesinin savuşturulmasından dolayı bu durum gâyet doğaldı. Hatta muhtelif yerlerdeki
asayişsizlikler bertaraf edildi, harâmî gruplarından bazıları derdest edildi190. Rauf Paşa
istanbul’a sunduğu arizalarında bölgedeki asayişten mütevellit Necid bölgesindeki
askerin gereksizce bekletildiğini belirtmekteydi. Nüfuz alanlarının korunmasında, yeni
nüfuz alanlarının oluşturulmasında, düşmana ya da tehdit arz eden unsurlara karşı en
etkili diplomasi ve silahlı unsur olan askerî gücün sulh dönemlerinde de bekletilmesinin
devletlerin bekası için vazgeçilmez bir kural olması ihmal ya da göz ardı edildi. Dahası
bölgeden sükûnet haberlerinin gelmesi İstanbul’da da Vahhabî meselesinin inkıraza
uğradığı görüşünü kuvvetlendirdi. Lakin kendilerine ulaşan bu haberler gerçeği
yansıtmaktan bir hayli uzaktı. Mehmet Rauf Paşa aslında askerdi, bürokrasiden ve sivil
Kurşun, Necid ve Ahsa’da Osmanlı Hâkimiyeti, s. 91
Mithat, Tabsir-ül İbret, s. 105-110
189
Kurşun, Necid ve Ahsa’da Osmanlı Hâkimiyeti, s. 123- Irak: Legal History and Tradition, The Law
Library of Congress, Global Legal Research Center, June 2004, s. 11
190
FO 78/2299, 11.03.1873, s. 127
Osmanlı Devletinde alt makamdan üst makama yazılan yazı.
187
188
58
yönetimden anlamıyordu. Keza, Nafiz Paşa da Müşir olarak atanmakla birlikte askerî
kabiliyeti kısıtlı idi. Necid bölgesinde idarî bir birimin kurulmaması ve Abdullah’ın
kaymakamlık nüfuzunu tabana yayamaması sonucunda Bağdat’ın Necid’deki idaresi
izafî idi. Suud maiyetindekilerle birlikte aslında eski gücüne kavuşmak için inzivaya
çekilmişti. Baskı hissetmeyen Suud bir yıl gibi kısa bir sürede kuvvetlendi. İngilizlerin
desteğini de aldığı için Riyad ve çevresinde yeniden söz sahibi oldu. Suud ile
savaşmaktan ziyâde onu itaat altına almayı düşünen Osmanlı yönetimi kendisine bir
heyet gönderdi. Suud, Necid içlerinde kendisine dokunulmaması karşılığında
himayesine aldığı kardeşi Abdurrahman’ı Bağdat’a rehin gönderdi. Ayrıca, Rauf
Paşa’nın talepleri doğrultusunda Necid’de bulunan askerler Bağdat’a çağrıldı ve Arap
aşiretlerinden zaptiyeler yazıldı. Bu durum bölgede yeni sorunların doğmasına yol açtı.
Zira bu zaptiyeler yeni vergileri yerli halktan talep etmeye başladılar. Suud’un ölümü
üzerine kardeşi Abdurrahman, altı ay sonra da Abdullah, Abdurrahman’ın yerine Riyad
ve çevresinde idareyi ele geçirdi191. Böylelikle İngilizlerin Vahhabîleri kullanarak
Irak’ta etkin olmaları ve bu yolla menfaat sağlamaları ihtimali mevcudiyetini korudu.
Lakin Vahhabî meselesi bertaraf edilemedi, inişli çıkışlı da olsa bu tehdit Osmanlı
Devletinin bünyesinde mevcudiyetini sürdürdü.
İngiliz mandası dönemi, Krallık ve Cumhuriyet dönemlerinde de farklı isimler
adı altında Irak’taki çatışma ve iç karışıklıkların ana sebeplerinden birisini teşkil eden
bu hareket günümüzde de Irak ve bazı çevre ülkelerde etkisini ziyâdesi ile
göstermektedir.
Kurşun, Necid ve Ahsa’da Osmanlı Hâkimiyeti, s. 123-130
Yukarıda da ayrıntılı olarak bahsedildiği üzere, XVIII. asrın sonlarında Necid bölgesinde ortaya çıkarak
kısa sürede kuvvet kazanan Vahhabiler savunmasız ve ibadet halinde olan binlerce Şiîyi dinî akideleri
gerekçe göstererek katletmekten çekinmediler. Bu katliamdan sonra Necid, Kerbela, Kâzımiye, Necef
gibi şehirlerde otorite boşluğundan da istifade ile kendilerinden olmayanları en dehşet yöntemlerle
katlettiler. Bundan sonra adı geçen yerleri ele geçirdiler ve değerli olan ne varsa ganimet olarak el
koydular. Vahhabiler, bu coğrafya ile yetinmeyeceklerini, asıl hedeflerinin tüm islam coğrafyası
olduğunu ve buraları ele geçirerek saf İslamı egemen hale getirene kadar mücadelelerini sürdüreceklerini
söylüyorlardı. Yakın zamanda ortaya çıkarak bugün Irak ve Suriye’de kendisine biat etmeyenleri katleden
ve cürümler işleyen Işid (Irak Şam İslam Devleti) terör örgütü insanlara Vahhabileri ve Vahhabilerin
faaliyetlerini anımsatmaktadır. İsimleri ve ortaya çıktıkları dönemler farklı olsa da bu iki örgütün yapıları,
dinî anlayışları, faaliyetleri birbiriyle neredeyse tamamen örtüşmektedir. Işid de aynı gerekçelerle,
otoritenin yokluğundan da istifade ederek hemen aynı coğrafyayı işgal etti. Örgüt, burada katliamlar
yapmaktan çekinmemekte, öldürdüklerinin ve kendilerinin zulmünden kaçanların mallarına el koymakta
üstelik tüm bu yaptıklarını İslama dayandırmaktadır. Her iki dönemde de bahsedilen bölgede devlet
kontrolünün tam olarak sağlanamaması elbette bu örgütlerin kısa sürede kuvvetlenmelerine ve nüfuz
alanlarını genişletmelerine bir gerekçe olabilir lakin tek neden olarak gösterilemez. Çünkü hem bu
coğrafyanın stratejik ve politik konumu hem farklı dinler ve mezheplerin mevcudiyeti hem de bilhassa
Işid için daha çok geçerli olan, sürekli gelişen ve değişen modern Dünya bu örgütlerin uzun süre
mevcudiyetlerini korumalarına müsaade etmez. Peki bu grupların ayakta kalmalarını ve hatta başarılı
191
59
İKİNCİ BÖLÜM
2. İNGİLİZLER’İN IRAK’TA NÜFUZ KURMA FAALİYETLERİ, OSMANLI
İDARECİLERİ, AŞİRETLER ve AZINLIKLAR İLE MÜNASEBETLERİ
Osmanlı Devleti, XIX. yüzyılın başlarından itibaren karşılaştığı iç ve dış
sorunlar nedeniyle öncelikle yönetim alanında bozulmaları düzeltmeye çalıştı.
İstanbul’a yakın bölgelerde kısmen de olsa otorite sahibi iken merkezden uzaklaşıldıkça
Irak gibi bazı yerlerde bu durum izâfi olabiliyordu. Otorite kaybı yaşadığı yerlerden biri
de Irak bölgesi idi192. Bağdat, Basra ve Musul’a atanan görevliler görev yerlerinde
ekonomik sıkıntılarla baş etmek zorunda kaldılar, çünkü kendilerine ya düzensiz
ödemeler yapılıyor ya da çok uzun süre yapılmıyordu.
Maddi sıkıntıların üzerine yitirdikleri otorite kaybı da eklenince işleri daha da
zorlaştı. Devlet, içinde bulunduğu savaşlar ve İstanbul’un yanı sıra devletin muhtelif
yerlerinde yaşanan isyan hareketleri nedeniyle Irak’ta bulunan Yeniçerilerin büyük
çoğunluğunu merkeze çağırdı. Mülkî amirlerin bölgede sözlerini geçirebilmeleri için
dayanakları neredeyse kalmadı. Irak bu süre içerisinde sürgün yeri olarak görülmeye
olmalarını sağlayan asıl neden nedir? Kanaatimizce bu organizasyonun asıl destekçileri başta İngiltere
olmak üzere Avrupa devletleridir. Burada diğer devletlerden ziyade çalışma alanımız olması hasebiyle
yalnızca İngiltere’nin bu husustaki çalışmaları ile ilgili bilgi vermekle iktifa edilecektir. İngilizler,
önceleri Vahhabiler ile mücadele ettiler. İngilizlerin desteklediği vassal Said Sultan Vahhabileri denizde
mağlup etti. Fakat Fransızlar çıkarları icabı bu mezhep mensuplarını desteklediler. Denizdeki
galibiyetlerine rağmen Vahhabilerin karadaki üstünlüklerini göz önünde bulundurarak İngilizler bunlarla
silahlı mücadeleyi ikinci plana aldılar. Geleneksel İngiliz politikası kişi ya da grupları kontrol altında
tutmaya ve menfaatleri doğrultusunda bunları kullanmaya dayandığı için Vahhabiler ile anlaşma yoluna
gittiler. Vahhabiler önceleri buna temkinli yaklaşsalar da kendilerine lojistik destek sağlayan
Fransızlardan ziyade İngilizlerle ilişkilerini geliştirdiler. Bu siyasî münasebet Vahhabilerin gücüne güç
katarken İstanbul’un bölgedeki otoritesine büyük bir darbe vurdu. Devlet, Vahhabileri tenkil etmek için
askerî ve siyasî girişimlerde bulunduysa da bunu gerçekleştirmeye muktedir olamadı. Günümüzde de
Işid’in katliamlarını durdurmak ve zamanla bu örgütü ortadan kaldırmak için kurulan koalisyonun (Bu
koalisyonunda İngiltere’nin yanısıra Fransa, Almanya yer almaktadırlar ve ABD ile birlikte koalisyonun
en etkili ülkeri konumundadırlar.) içinde yer almakta ve Işid mevzilerini koalisyona tabi diğer devletlerle
birlikte havadan vurmaktadır. Fakat Işid hemen her gün gerçekleştirilen bu bombardımana rağmen
dağılmak bir yana tıpkı Vahhabiler gibi Akdeniz ve Basra Körfezine ulaşabilmek için mücadele
etmektedir.
Özetle, bölgede geçmişte olduğu gibi günümüzde de cereyan eden olayların müsebbipleri başta İngiltere
olmak üzere Batılı ülkelerdir. Bu devletlerin bu ve benzeri olayları muhtelif aralıklarla bölgede icra
ettirmelerindeki temel gaye Orta Doğu’da merkezî otoriteden yoksun ve parçalanmış devletler meydana
getirmek ve bu devletleri himayalerine alarak burasının sahibi olmaktır. Coğrafyanın mevcut durumuna
bakıldığı zaman bu gerçek daha iyi anlaşılacaktır.
192
Charles Tripp, A History of Iraq, Second Edition, United States of America, 2002, s. 8- “Irak: Legal
History and Tradition”, The Law Library of Congress, Global Legal Research Center, (June 2004), s. 8www.britishempire.co.uk
60
başlandı. Artık devlet yönetiminde ehil olan mülkî ve askerî amirler Irak bölgesine ya
gitmiyor ya da yerlerine vekil tayin ediyorlardı193.
Osmanlı Devleti Irak halkının iaşe, can güvenliği ve neslini devam ettirmek olan
fıtrî ihtiyaçlarını karşılamaktan oldukça uzaktı*. Devletin yaşadığı ekonomik ve siyasî
buhranlar, adı geçen yerlerin İstanbul’dan uzaklığı sebebiyle maaşların ödenmesi,
özellikle XIX. yüzyıl boyunca, bir hayli aksadı. Ekonomik sıkıntılar içerisinde olan
devlet görevlilerinden bazıları Osmanlı Devleti adına vatandaştan vergi adı altında
rüşvet aldılar. Bu durum bîçare olan halkın devlete olan güvenini sarstı ve devletin
bunlar üzerindeki otoritesi iyice zayıfladı194.
Çalışmanın ilerleyen bölümlerinde ayrıntılı olarak anlatılacağı üzere tecrübeli
devlet adamları olan Namık Paşa ve Mithat Paşa da Irak bölgesinde başarı ile görev
yaptılar. Fakat yüzyıl boyunca hatta Irak elden çıkana kadar İstanbul, Irak’ı yönetmekte
aciz kaldı ve burasını kendi kaderine terk etti. Nitekim bölgeye atanan yetkililer zaman
zaman, yabancı devletlerle, bölgenin önde gelen aşiret ve kabile liderleri ile beraber
hareket etmekte sakınca görmediler195. Mesela, İngiliz taraftarı olan Süleymaniye
Ebubekir Ceylan, “Namık Paşa’nın Bağdat Valilikleri”, Toplumsal Tarih 186, 2009, s. 76
Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig’te ifade ettiği gibi “ … Ülkeyi elde tutabilmek için orduya ihtiyaç
vardır. Orduyu besleyip donatmak için de çok mal ve servet gerekir. Orduyu besleyip donatacak parayı
bulabilmek için halkın zengin olması lazımdır. Halkın zengin olması için de yöneticiler doğru yasalar
koymalıdır. Bunlardan biri ihmal edilecek olursa diğerleri de işe yaramaz; dördü de işe yaramaz olunca
devlet yönetimi çözülür, ülke düzeni bozulur…” Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig, Yaşar Çağbayır
(Hazırlayan), Türkiye Diyanet Vakfı Yay., Ankara, 2003, s. 86.-Irak’ta bilhassa XIX. yüzyılın ikinci
yarısından itibaren doğru kanunlar uygulanmadığı/uygulanamadığı için halkın zengin olmasından söz
edilemezdi. Daha ziyâde yönetici kesim halkı haraca kestiği için zenginlik ve kontrol bunların elinde
toplanmaktaydı. Halkın fakir ve muhtaç olması burasının kontrolünü ve elde tutulmasını son derece güç
hale getiriyordu. Nitekim aynı yüzyılın son çeyreğinde Osmanlı Devleti, birkaç birliğini burada bırakarak
ayrılmak zorunda kaldı. Bu tarihten itibaren devletin kontrolü Irak’ta oldukça zayıfladı. Bu mevcut durum
I. Dünya Savaşına kadar devam etti ve İngilizler tarafından Irak Osmanlı Devletinin bünyesinden
koparıldı. Olaylar böyle gelişmese idi İngilizlerin burada tutunması ve zamanla egemen güç haline
gelmesi mümkün olmayabilirdi.
194
Mustafa Öztürk, Tarih Felsefesi, 2. Baskı, Akçağ Yay., Ankara, 2010-Tripp, A History of Iraq, s. 9Zevra Gazetesi, Numro: 23-FO 78/1115, No: 1- www.britishempire.co.uk- Irak: Legal History and
Tradition, The Law Library of Congress, s. 8
195
Britanya Başkonsolosluğu/BAĞDAT “Musul ve Bitlis arasındaki tüm araziyi kontrol eden Bohtan
Kürtleri, Zaho’da ellerine düşmüş olan Yahudiler ve Hıristiyanları hunharca katletmektedirler. Söz
konusu bölgede ise zaten çoğunlukla bu iki inanca sahip insanlar yaşamaktadırlar. İnsanların sahip
oldukları mülkleri ne kadar küçük olsa da, onları çekilmeye zorlamak için en dehşetli işkencelere tâbi
tuttuktan sonra ekseriyetle katlettiler. Kadınlar Kürt askerlerin insanlık dışı muāmelelerine maruz
kaldılar. Eminim, Zaho’nun yanı sıra Kürtlerin elinde her nerede Yahudi ve Hıristiyan varsa en dehşetli
şekilde katledildiler. Bedirhan Bey’in dehşetli katliamı şu anda güneydeki ihtilali yöneten yeğeni Mansur
Bey’in katliamından daha beterdir. İsyanın çevresinde bulunan Türk memurlar Kürtlerin bu cüretleri
karşısında tamamen felç oldular. Güçlerini birleştirmek ya da isyana karşı durmak yerine her Paşa
kendisini sorumluluk altına sokmamak için kendi koltuğuna çekildi. Bu eylemin en önemli özelliği
İstanbul’un emri ile sürgün edilen Musul isyanının liderlerinin Yesdishir Bey tarafından Türklerin
elinden kurtarılmasıdır. Yine aynı kişi bu isyancıları Türk Devleti ve Hıristiyanlara karşı amansız
düşmanlıklarını hayata geçirmeleri için yine aynı yere yerleştirmişti. Size rapor edeceğim tek hayırlı şey,
193
*
61
Kaymakamı Ahmet Paşa ve Revandız Kaymakamı Resul Paşa bunlara örnektir.
İngilizler ile işbirliği yaptıkları için azledilmeleri hususunda merkezden talepte
bulunulmuştu196.
Gareth Stansfield, “XVI. yüzyıldan beri Bağdat, Basra ve Musul Eyâletlerinin
yönetimi siyasî ve askerî açıdan Paşaların elinde idi. Bu Paşalar İstanbul tarafından
atanmakla birlikte yüzyılın sonları itibariyle bölgede güçlerini arttırdılar. XIX. yüzyılda
Osmanlı Devletinin genelinde başlayan yönetim bozukluğu merkezden uzak eyâletlerde
daha çok görüldü. İstanbul’un bölgeden bîhaber olması Irak’ta görev yapan paşaları ve
valileri başına buyruk hareket etmeye, zaman zaman Avrupa devletleri ile işbirliği
yapmaya teşvik etti. XVIII. yüzyılın ortalarında İngilizlerin (özellikle Bağdat-Basra
arası) bölgedeki varlıkları iyiden iyiye hissediliyordu. İngiliz savaş gemileri Basra
Reşit Paşa’nın büyük Arap kabileleri ile gerçekleştirmiş olduğu görüşmelerdeki beklenmedik ilerlemedir.
Zât-ı âlileri şu birkaç gün içinde, Musul’un savunmasına yardım için silahlı ve düzenli piyade alayını
teşkil etmeye muktedir oldu…”Efendim Clarendon Lorduna/Dışilişkiler/Dışişleri Bakanlığına/LONDRA,
FO 78/1115, No: 1, 06.01.1855-FO 78/1018, No: 37- Philip Willard Ireland, Iraq a Study in Political
Department, Kegan Paul Limited, London, 2004, s. 44-Britanya Başkonsolosluğu/BAĞDAT,
Başkonsolos Felix Jones “…Musul Viskonsüllüğü’ne tatar vasıtasıyla 12 numaralı mektubumu
gönderdikten sonra Yesdishir Bey ve diğer asi Kürt şeflerine eşlik etmek gayesiyle şehirde olmadığına
dair adı geçen konsolostan gizli bir mektup aldım. Bu kişilerin gayesinin İngilizlerin himayesinde kalmak
olduğu söyleniyor. Bunun için yardımcı konsolos Rasam, Tuğgeneral Williams’ın emri ile hareket
etmektedir. Musul yetkilileri bu şeflerin fikirlerinden korktular. Bu şeflere şehirden sürgün edilen silahlı
büyük bir grup yandaşlık ediyor. Bağdat paşası endişelerini dün gece tarafıma bildirdi ve paşanın
korkusu da Musul yetkililerinin korkularından az değildir. Aslında bu sabah ziyaretinde de bana durumu
açıkça ifade etti. Musul paşasının raporunu okudu ve zihnini meşgul eden bu husus hakkında Musul
yardımcı konsolosumuzla irtibata geçmemi rica etti. İsteği üzerine dediğini hemen yaptım ve şimdi bu
mektubun bir nüshasını olurlarınızı almak için size gönderiyorum. Halihazırda bu konu ile alakalı olarak
Mr. Rasam ile irtibata geçemedim. Bu yüzden kendisinin talimatları alıp almadığını bilmiyorum.
Musul’daki anarşiye ve hepsinden öte, otoritenin zayıflığına aşinayım. Bu durumlara istinaden sizin
vekâletinizi yerine getirmek maksadıyla Musul’daki viskonsülünüze mektup gönderiyorum…”
Dışilişkiler/Dışişleri Bakanlığına/LONDRA, FO 78/1115 No: 9, 1855-Britanya Başkonsolosluğu/Bağdat,
Başkonsolos Felix Jones“Efendim;
Dünkü gün tarihli mektubumun size ulaşmasından sonra General Williams’ın yaveri tarafından bir görev
için 07 Mart’ta 1855’te Musul’daki görevinizden ayrılmanız ile alakalı olarak Bağdat Paşası tarafından
bana bildirilen haberi onaylayan bir not konsolosluğunuzdan tarafıma ulaştı. Mehmet Reşit Paşa’nın bu
mealde mektupları vardır. Yukarıdan gelen emirle bu olayda hareket ederek Kürt isyancı liderlerin itaati
ile alakalı olarak korkularım azaldı. O ana kadar söz konusu seyahatinizden bahsetmeyen 06 Mart
tarihli mektubunuza rağmen tebligatınızın eksikliğinden dolayı durumu tahmin edebiliyordum. O günü
müteakip aldığınız talimatlar üzere belki de ansızın hareket ettiniz. Dünkü mektubumda size belirttiğim
endişe ve korkularımı gidermem hususunda benimle iletişiminizi kesmiş olmanızı anlayışla
karşılayabiliyorum. Aslında bu vesile ile muhabere saklanmış oldu. Irak genel Valisi, asi reislerin
grupları ile beraber itaat altına alınmalarından dolayı çok memnun ve güvenliklerinin şimdilik Britanya
himayesi ile sağlandığının farkındadır. Fakat beni bu sabahki ziyaretinde bu sığınmacıların nihai olarak
elden çıkarılmaları ile ilgili olarak detaylı bir mektup göndereceğini ve bu mektubunda aldığı tedbirler ve
orduları tarafından söz konusu kişiler katliamlarının hemen ardından ele geçirilene kadar tarafından
yapılan masrafları açıklayacağını bildirdi. Onların Sultanın ordularına karşı kan dökücü mukavemeti
durumunda zât-ı âlileri ayrıca kendilerini Britanya korumasına bırakmak fikrini de muhafaza ediyor.”
Britanya Konsolosluğuna/MUSUL, FO 78/1115, No: 13-Meir Litvak, Shi‘i Scholars of Nineteenth
Century, Cambridge University Press, Cambridge, 1998, s. 117- Justin Perkins, Journal of a Tour from
Oroomiah to Mosul, Through the Kurdish Mountains and a Visit to the Ruins of Nineveh, s. 92
196
BOA, A.MKT, 24/95
62
Körfezi ve Şattü’l-Arab’da devriye gezmeye başladı. Yerel kabile şeyhleri ve ileri
gelenleri İngilizler ile korunma antlaşmaları yaptılar…”197 diyerek İstanbul’un
Irak’taki
yönetiminin
izâfi
olduğunu
iddia
etmekte,
İngiltere’nin
Bağdat
Başkonsolosluğundan Reşit Paşa ve Musul Viskonsülü Rassam hakkında Majestelerine
gönderilen 16 Mart 1855 tarihli bir raporda; “ …İsyancı Bohtan Kürtlerinin hadiseleri
ile bağlantısı hususunda Rasam’ın sessiz kalması ve Paşanın sitemleri karşısında
mahcubiyet duyuyorum. Rasam’ın bundan sonra hata içinde olmaması gerekir. Şunu da
belirtmeliyimki zât-ıâlileri (Reşit Paşa)’nin buradaki pozisyonu kendisi hakkındaki
istihbaratlardan dolayı tehlikede, Çünkü Paşa, Sultan’ın buradaki otoritesini
güçlendirmek için bir şey yapmadı hatta bölge kendi kontrolünde de değil…”198 diyerek
bir bakıma Stansfield’in bu iddiasını kuvvetlendirmektedir. (Bkz., Ekler 15)
İngiliz misyonunun ve isyancıların bu kadar rahat davranmalarının ve devlete
karşı yıkıcı faaliyetlerde bulunmalarının arkasında yatan bir diğer önemli neden ise
1855 yılında İstanbul’da meydana gelen ve yalnızca İstanbul’u değil aynı zamanda
çevre yerleşim yerlerini de etkileyen büyük depremdi. Bu büyük felaketin meydana
getirdiği yıkımın yanı sıra can ve mal kaybı devleti ayrıca meşgul ediyordu. Irak zaten
merkezî idareden yoksundu, bir de meydana gelen bu felaket bölgenin kendi kaderiyle
baş başa kalmasına sebep oldu.
Yukarıda da bahsedildiği gibi tecrübeli devlet adamları zaman zaman vekillerini
kendi adlarına görevlendirebiliyorlardı, fakat devletin siyasî bağımsızlığı ve bölgedeki
hâkimiyetini de zaafa uğratan konu ise atamalarla ilgili dış müdahaleler idi. Şöyleki;
İstanbul’da nüfuz sahibi olan devletler, ki bunların başında İngiltere gelmekte idi, ricacı
olarak zaman zaman kendi istedikleri mülkî ya da askerî memuru istedikleri yere tayin
ya da azlettirecek kabiliyet ve imtiyaza sahiplerdi. Bir örnek verecek olursak; Bağdat
Valisi Büyük Süleyman Paşa (1779-1802) vefat etmeden evvel kethüdası ve büyük
damadı olan Ali Paşa’nın kendisinin yerine vekil tayin edilmesini vasiyet etti ve bu
isteği İstanbul’dan kabul gördü199. İstanbul’da azl ve nasb hususunda etkin olan
İngilizlerin aracılığı ile de Ali Paşa önce Basra çok kısa bir süre sonra da asaleten
Bağdat Valiliğine atandı200.
197
Gareth Stansfield, Iraq, Polity Press, Cambridge UK, 2007, s. 31
FO 78/1115, No: 1
199
BOA, HAT, 161/6709, 29/Z/1217 (M. 22 Nisan 1803)-Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet IV, Üçdal
Neş., İst., 1984, s. 1684-Aşkar Ali Paşa’nın Musul’daki görevinden azledilmesi hususunda Musul’daki
İngiltere konsolosunun İstanbul’dan talebi hakkında ayrıca bak: BOA, HR. MKT, 24/51
200
Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet IV, s. 1837, BOA, HAT 389/ 20702
198
63
İngilizler Süleyman Paşa’nın da atanmasını ısrarla istemiş, gerekçe olarak da
Paşanın bundan önceki Basra Mütesellimliği görevinde bu şehirde huzuru sağlamasını
göstermişlerdi. Reformcu kişiliği, Bedeviler ve Kürt aşiretleri itaat altına alması Şiîlere
yönelik saldırıları engellemesi İngilizler için oldukça önemli idi. Ayrıca Paşa Fransızlar
ile ittifak yapmaktan uzak duruyor hatta onların Irak’ta etkin olmalarını istemiyordu.
Fransa’nın bölgeye olan ilgisi İngiltere’nin hem siyasî hem de iktisadî menfaatleri için
engel teşkil ediyordu. Bu sebepten, Süleyman Paşa’nın burada kurduğu düzen ve
sağladığı asayiş İngiltere’nin işine gelmekte idi201.
Ne var ki selefinin ve kayınbiraderinin boynunu vurdurarak 1817 senesinde
Bağdat’ta iktidarı ele geçiren Kölemen vali Davud Paşa, İngilizlerin siyasetine pek
uymuyordu. Osmanlı topraklarında ticaret yapan ve bu topraklardan hammadde temin
eden İngilizler ayrıca XIX. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren, Hindistan ve İran ile olan
“Bazar gicesi ba‘de’l-işa İngiltere orta elçisi Mc. Gaydosum Babıâlî’ye gelüb çâkerleriyle ba‘de’lmülâkat icrā ve ba‘zı âfâki sohbetlü güzâratıyla taltif olunarak nezd-i çâkerîden veda ve ba‘zı ifâdâtı
olduğunu beyân ve reis vekili efendi bendeliriyle Bâbıâlî’de diğer odaya varub tahliye-i meclis-i yedle
mersum kelâm-ı ibtidar ve Devlet-i ̒Aliyyelerine olan hulûs ve hayırhâhlığından bahisle vâkî olacak
ifâdelerinde kendüye suʻizân olunmayub karîn-i i‘timâd olunmasını ricâ iderüm diyerek Bağdad
maddesini açub Bağdad Vâlisinin vaki‘ vezâretiyle âzl ve i‘dam ve izâlesi ol-tarafda işâa olundukdan
sonra herkes ayaklanub vâki olan şûriş ve ihtilâl böyle bir cesîm eyâletin tahribini mûcib olacağından
Bağdad’da olan İngiltere konsolosu tarafıma yazmış olduğundan gelen kâğıdının tercümesi Babıâlî’ye
takdim olunmuşdu el-hâleti hāzihi Devlet-i ʻAliyye’nin meşâgili seferiye ile meşgûliyeti ve Bağdad’ın
takrîbiyle şimdilik bu gâilenin indifa‘ına taraf-ı Devlet-i ʻAliyye’den himmet buyurulsa vakt ve hale göre
Saltanat-ı Seniyyeye menfaatli olur idi bu ifâdelerden maksûdum Bağdat Vâlisi ile muârefe ve ânı
201
nâşi olmayub mücerred hayırhâhlığım muktezâsı üzre def‘i gâile ile Devlet-i ʻAliyye’ye bir
hidmet itmek içün arz-ı tavassut ve şefâāt ideyim dirim diyerek Bağdad Vâlisinin afv-ı cezaını ve ibkâsını
imâ ve işrâb itmiye berü tarafdan elçi beyin takdim eylediği tercümeden sonra başka tahrîrat gelmiş
midir bu ifâdâttan maksûdu nedir orasını beyân ve izâh itsin bileyim dinildikde mu ʻahharen
konsolosumuzdan başka kâğıt gelmemişdir lâkin Hind cânibinden İran’da olan elçinin yerine başka elçi
tâyin olunub elçi-yi sâbık Tahran’dan hareket ve esna-yı râhda Bağdad’ın ihtilâline binâen o tarafdan
geçemeyüb başka yoldan gittigini Bağdad Vâlisi tarafında kuvvet olub Hâlet Efendi tarafında ol kadar
kuvvet olmadığını ve bu ihitilal memleketi mültezim olacağını İran’da olan elçimiz tahrir ve ol dahi
tarafıma yazıyor binâen aleyh Devlet-i ʻAliyye’ye olan hulûsuma mebni Süleyman Paşa’nın afv-ı
cerâyimiyle bir sûret virilmesini ifâde iderim deyüb berü tarafdan cem‘i devlet câri ve müddei olduğu
üzre bil-cümle vükelâ ve hademesi ulülemrin emr ve nehyine imtişâl ve mutâva‘at ve i‘fâ-yı merâsim
hidmet-güzârı ve sadâkate ikdam ve müsâra‘at eylemek şi‘r-ı ubûdiyetten iken Bağdad Vâlisi
müşârünileyh bu dakikalarda ‘adem-i riâyet ve hilâf-ı rızã hareket ile hakkında zuhur iden irâde
kendüsünün kesb-i yediyle hâsıl olmuşdur müşârün ileyhin nüfuzu sâye-i Saltanat-ı Seniyyede olmağla
hakkında sunûh idüb irâde ol tarafda işâ‘a olunduğu gibi ...gāilesi bertaraf olacağından elçi bey şübhe
itmesün dinilüb elçi-yi mersûm yine akvâlı sabıkâsını iâde ile müşârünileyhin şimdiden hilâf-ı rızã
hareketi merâmına suhûletle vâsıl olduğundan idi şimdi Devlet-i ʻAliyye’nin kahr ve gazabını müşâhede
itmekde bundan sonra hilâf-ı rızã harekette bulunmamağa ve saltanât-ı seniyyenin matlûbatını te‘diyeye
müşâra‘at ider ben Devlet-i ʻAliyye’nin dost ve ahbâbı olan İngiltere Devleti’nin memuru olmamla
müşârünileyhin afvını Devlet-i ̒Aliyye hakkında hayırlı olmak üzre mütâlâ‘a eylediğime binâen dostâne
ifâde ve ricâ iderim bundan sonra müşârünileyh sözünde durur dimekle berü tarafdan müşârünileyhin
gezib durduğu ve sözünde durmadığı nezd-i Devlet-i ʻAliyye’de ma‘lûm olmağla bundan sonra ânın kul ve
taahhüdünü i‘tibar olunmaz…” BOA, HAT 1177/46493- Mustafa Güler, “Bağdat Valisi Süleyman Paşa
ve Faaliyetleri (1779-1802)”, İslam Med. Bağ. Sem I, (7-9 Kasım 2008), İst., 2011, ss. 691-692
64
ticaretlerini de Irak topraklarından geçerek idame ettirmeye başladılar. Fakat
atanmasından kısa bir süre sonra Paşa İngilizlerin bu faaliyetleri ve Irak’taki nüfuzlarına
karşı durmaya başladı. 1821’de Paşanın talimatları doğrultusunda Doğu Hindistan
Şirketinin Irak’ta sahip olduğu imtiyazlar elinden alındı202. Vali ile İngiliz temsilcisi
Rich arasında gerginlik hâsıl oldu. Nedeni ise İngiltere’nin dolayısıyla Rich’in İstanbul
ve Irak’ta sahip olduğu bürokratik bağlantılardan Davud Paşa’nın haberdar olmaması ya
da bu bağlantıların ne kadar kuvvetli olduğunu idrak edememesiydi. Irak’ın en önemli
iki adamı arasındaki gerginlik kısa sürede tırmandı. Davud Paşa, Rich’in kendisinden
daha etkili olmasını kabullenemedi. Yürüttüğü siyasî mücadele de sonuçsuz kalınca
temsilciyi tutuklattı. Paşayı tehdit etmek ve gözdağı vermek için şirket, deniz filosunu
Şattü’l-Arab’da demirledi ve Basra-Bağdat arası nehir ulaşımını durdurdu. Hint
Hükûmeti ve İstanbul’daki İngiliz temsilcilerinin araya girmesi sonucu temsilci kısa
süre sonra serbest bırakıldı, ayrıca şirketin imtiyazları iade edildi. Paşanın İngilizlere
karşı verdiği mücadele başarısızlıkla sonuçlandı203.
Rich’le nüfuz mücadelesine girmesine rağmen Davud Paşa’nın İngiliz temsilcisi
ile olan bu mücadelesinin tamamen memleket menfaatleri uğruna olduğu kanaatinde
değiliz. Zira İngilizler bu mücadelede temsilcilerini desteklediler, fakat Davud Paşa’nın
cezalandırılmasına taraftar olmadılar. Şöyleki; İngiltere elçisi tarafından Davud
Paşa’nın affı ve para vermesi teklifine dair İstanbul’a gelen yazıda “İngiltere elçisi
tarafından Babıâlîlerine irsal olunub beraber takdîm-i atiyye-i ulyâ-yı şehinşâhileri
kılınan müzekkereden müstefad olduğu üzre elçi-yi mersum Davud Paşa haininin afv-ı
ferdîsine karışmak istemiş ise de hidmet-i riyâsetten İngiltere elçisine virilen cevabda
hain-i merkūm hakkında kısas-ı şer‘i icrāsı lâzım gelerek tedâbir-i lâzımeye teşebbüs
olunmuş olduğundan terki mümkün olmaz…”
204
denilerek aslında Davud Paşa’nın
Rich’le şahsi mücadeleye girdiği İngiltere ile ittifak halinde olduğu açıkça ifade
edilmektedir. Bir diğer önemli nokta ise Davud Paşa’nın valiliği döneminde İngilizler
Zaki Saleh, Britain and Iraq, El-Maaref Press, Baghdad Iraq, 1966, s. 86-Sinan Marufoğlu, Osmanlı
Döneminde Kuzey Irak, Eren Yay., İst., 1998, s. 176-177
203
Saleh, Britain and Iraq, s. 88-89- Borisoviç Lutskiy, Arap Ülkelerinin Yakın Tarihi, (Çev., Turan
Keskin), Yordam Kitap, İst, 2011, s. 70
204
BOA, HAT 389/20702
Elçiler vatandaşı olduğu ülkenin en yüksek otoritesini görev yaptığı ülkede temsil eder ve bu otoritenin
direktifleri doğrultusunda hareket ederler. Elçinin Davud Paşa’nın affı hususunda arabuluculuğa
soyunması şahsi bir davranış değil bizzat Britanya İmparatorunun talebidir.
202
65
ve Fransızların desteğiyle Irak’ta tarım reformları gerçekleştirildi ve bu devletler
tüccarları vasıtasıyla kolayca ticaret yapar hale geldiler205.
Devlet görevlilerinin atanması ya da azillerinde gayet etkili olan İngilizlerin bir
diğer politikaları da bölgedeki yetkilileri kazanmak için onlara verdikleri destekti.
Örneğin; ülkesinin Irak’ta fiilen fevkalâde komiserliğini icra eden Bağdat Başkonsolosu
Felix Jones tarafından aslen Protestanlık Mezhebine mensup yerli halkın zâdegânından
olan Musul Konsolosu Rasam’a 03 Nisan 1855 tarihinde gönderilen bir raporda; “Irak
Genel Valisi (Reşit Paşa), asi reislerin grupları ile beraber itaat altına alınmalarından
dolayı çok memnun ve güvenliklerinin şimdilik Britanya himayesi ile sağlandığının
farkında…onların (asilerin), Sultan’ın ordularına karşı kan dökücü mukavemeti
durumunda zât-ı âlileri kendilerini Britanya korumasına bırakmak fikrini de muhafaza
ediyor.”206 ifadelerine yer verilerek Irak Genel Valisi Reşit Paşa’nın zaman zaman
İngilizlerle anlaşarak asi gruplara karşı işbirliği yaptığı belirtilmektedir. Bu işbirliği
yalnızca isyancı gruplara karşı olmadı aynı zamanda İran’ın Irak bölgesinde İngiliz
çıkarları ve Reşit Paşa’ya karşı tehdit oluşturabilecek faaliyetleri söz konusu olduğunda
bu ülkeye karşı da ortak hareket edildi207.
Aynı Paşa Zaho’da ellerine geçirdikleri Yahudileri ve Hıristiyanları katleden
isyancı Bohtan Kürtlerine karşı amansız mücadeleye girdi ve Jones’tan aldığı desteğin
sayesinde adı geçen isyancıları püskürttü. İdaresindeki bölgeleri zaman zaman kontrol
etmekte bir hayli zorlanan hatta isyancıların bu cüretleri karşısında “adeta felç” olan
Reşit Paşa’nın Bedirhan ve onun yeğeni Mansur’un dehşetli katliamlarını İngiltere
konsolosunun yardımı sayesinde önlemekte muvaffak olmayı bildi. Üstelik Reşit
Paşa’nın ittifak ettiği yalnızca İngiliz konsolosu değil, aynı zamanda büyük Arap
kabileleri idi. Paşa büyük sıkıntılar yaşarken bu kabilelerden bu denli büyük destek
göremedi hatta kendileri ile zaman zaman mücadeleye girmek zorunda kaldı, fakat bu
isyanın bastırılmasında devletin yanında ve isyancıların karşısında yer aldı208.
Irak’taki faaliyetlerine engel çıkaran devlet görevlilerini azl ettirmek için her
zeminde çalışmalar yürüten İngiltere’nin, devletin şahsi menfaatler peşinde olan
yetkililerini de yeri geldiğinde desteklediği de aşikârdır. Vezirlik rütbesi elde etmek için
İstanbul’a karşı isyan eden Basra Mütesellimi Selim Ağa’nın yanında olduğu hususunda
205
Abdul Karim Rafiq, 18. ve 19. Yüzyılda Avrupa ve Ortadoğu, (Haz.: Youssef M. Choueiri), Ortadoğu
Tarihi, İnkılap Yay., İst., 2011, s. 279
206
FO 78/1115 No:3 s. 262-266
207
FO 78/1018, No: 37- Ireland, Iraq a Study in Political Department, s. 44
208
FO 78/1115, No: 1-FO 78/1115, 22.06.1855
66
Bağdat baylosu Rich tarafından İstanbul elçisine gönderilen kâğıdın Osmanlıca
tercümesinde “…vezâret vâsıl olmak garzını dahi izhâra cesāret idüb bu garzı dahi
kuvveden fiile getürmek husûsunu kendüye mâîl bir Arab kabilesinin imdâdı ve
İngilterelülerin dostluğu ve ezcümle atabe-i seniyyeye kendünün arz ve müracaâtı
takribleriyle icrāya muvaffak olmak emelinde idi…”
209
ibaresi yer almakta, aslında
İngilizler bu yazılarında Osmanlı Devletinin Irak’ta iç işlerine müdahil olduklarını itiraf
etmekteydiler. (Bkz Ekler 5)
Devlet, Davud Paşa hakkında gösterdiği kararlılığı Selim Ağa vakasında
gösteremedi. İstanbul’a olan düşmanca faaliyetlerinde İngilizlerin Selim’e olan
desteğini pekâlâ bilmesine rağmen yalnızca isyanı bastırmakla yetindi ve Selim’in
Basra’da ikâmet etmesine ses çıkarmadı. Oysa Davud Paşa İngiliz elçisi aracılığıyla
İstanbul’a açıktan açığa rüşvet teklif etmekten çekinmemişti. Elçi, Babıalideki
görüşmesinde Davut Paşa adına “ bu kadar akçeler sarf itmekten ise şu vireceği
mebâliği almak hayırlı değil midür?...” diyerek rüşvet teklif ediyor fakat kendisine
“…hâin-i merkūmun vireceği akçe ind-i şâhânede bir şey dimek olmıyacağından ve
hazâin-i mevcûde-i mülükâne dahi böyle şeylere sarf olunmak içün olduğundan…”210
cevabı verilerek Davud Paşa’nın cezasının icrası hususunda kararlılığını gösteriyordu.
Vakanüvis Amet Lütfi Efendi bu hususta şu bilgiyi veriyor: “…Müşârünileyh (Davud
Paşa) kendisiyçün tertib olunan harekâta vâkıf oldukda emvâl-i eşyâ-yı nefîse ve nukũd-ı
mevcûdesini İngiltere konsolosu mârifetiyle Hindistan’a aşırmak ve başı sıkıldığı halde
kendisi dahi savuşmak efkârında bulunduğu Bâbıâlî’ye mün‘akıs olup İngiltere
tercümanı Şaber celble keyfiyetin hikâyesiyle bu hal beyne’d-devleteyn pâydâr olan
muvâlâta ve usûl-i düveliyyeye münâfî olduğundan tesahhub olunmaması husûsunun
sefirine ifâdesi resmen teklif olundukda tesâhub maddesinin sıhhati olmayacağı meczûm
olmasıyla berâber mukaddemāt-ı iknâiye serdiyle şâyed böyle bir hareket edecek olur
ise Basra tarafından başka Hindistan’a makarr olmadığından evvel emirde oranın
muhafazasına i‘tinâ olunmasını ihtâr ile tercümân hatm-i kelâm eyleyip gitmişdir…”211.
Selim Ağa’nın yardımcısı yalnızca İngilizler olmayıp aynı zamanda bölgede
mütemekkin olan bazı Arap kabileleri idi. Bu hususta bu kabileler üzerinde İngiliz
siyasetinin ne kadar etkili olduğuna dair elimizde somut bir kanıt yoktur, fakat söz
209
BOA, HAT 1348/52704
BOA, HAT 389/20702
211
Ahmed Lûtfî Efendi, Vak‘anüvîs Ahmed Lütfî Efendi Tarihi 2-3, s. 625
210
67
konusu dönemde bölgedeki kabileler üzerinde ne kadar nüfuz sahibi olduğuna dair hem
Osmanlı hem de İngiliz arşivlerinde oldukça külliyetli kaynak mevcuttur.
Selim Ağa ve dolaylı yoldan dış müdahale tehlikesinin farkına varan İstanbul,
derhal önlemler aldı ve Selim Ağa’nın halli için harekete geçti. Bölgedeki bir kısım
Arap kabilesinin de desteği ile isyanı bastırdı ve Basra’nın kontrolünü yeniden sağladı.
Fakat İstanbul’un adı geçen şahsı yakalamaya ve gereken cezayı vermeye yönelik
herhangi bir faaliyetine dair bir bilgiye rastlayamadık212. Oysa, devleti zaafa uğrattığı
gerekçesi ile Davud Paşa hakkında kararlılık göstermişti.
2.1. Devletin Irak’ta Kontrolü Sağlamaya Yönelik Çalışmaları
II. Mahmud devletin başına geçtikten sonra ilk iş olarak İstanbul ve çevresinde
merkezî otoriteyi sağlamaya yönelik ciddî ve kararlı adımlar attı. Kısa sürede olumlu
sonuçlar alınca çalışmalarını arttırdı. Bir yandan da merkezden uzak eyâletlerin
kontrolünü elinde bulundurmak ve devlette meydana gelebilecek muhtemel çözülmenin
önüne geçmek için ilgili yerlerdeki görevlileri görev yerlerinde adaleti, asayişi ve
devletin otoritesini sağlamalarını emretti. Irak da sorunların eksik olmadığı bölgelerden
birisi olduğu için buraya da ayrı bir önem atfetti213. Lakin kısmen de olsa burasının
kontrolü Davut Paşa’nın Bağdat Valiliğinden el çektirilmesinden sonra valileri
merkezden tayin etmek sûretiyle sağlandı214. Atadığı valileri sıkı kontrol altında
tutmaya, onları direktifleri doğrultusunda Irak’ı zapt-ı rabt altına almaları için gayret
göstermelerini sağladı215. Valiler ve onun idaresi altındakiler başına buyruk hareket
“Fi’l-asl Bağdad Vâlisi kölelerinden olub üç seneden berü paşa-yı müşârünileyh tarafından Basra’da
Mütesellimlik emrine me‘mur olan Selim Ağa nām sâbık Basra Mütesellimi ol makama mûkim olalı
dimağında mektûm olan makâsıd-ı fitne müzâhirine vesîle-i husûl olmak üzre sükkân ve ahâliyi kendüye
celb ve bend itmek kaydıyla takayyud-ı sebkat itmekden nâşi bu def‘a azli haberi bayağı isyan sülûk ve
Vâli-i müşârünileyhin taht-ı itâatinden hurûc ile müstakilen hâkim olmak iddiasına kanaat itmiyerek
vezâret hâsıl olmak garzını dahi izhâra cesâret idüb bu garzı ise kuvveden fiile getürmek hususunu
kendüye mâil bir Arab kabilesinin imdâdı ve İngilterelünün dostluğu ve ez-cümle ‘âtebe-i seniyyeye
kendünün arz ve mürâcaâtı takribleriyle icrāya muvaffak emelinde idi…” BOA, HAT 1348/52704
213
A.DVNS.MHM.d., No: 237, Hüküm No: 36, s. 12- A.DVNS.MHM.d., No: 241, Hüküm No: 1636, s.
259-A.DVNS.MHM. d. No: 243, Hüküm No: 56, s. 27
214
Gökhan Çetinsaya, Ottoman Administration of Iraq (1890-1908), Routledge, Abingdon, Oxon, 2006,
s. 5
215
“Musûl Vâlîsi Olub Kemâ-kân ʻuhdesinde Îbkâ ve Takrîr Kılınan ʻAbdülcelîl-zâde Vezîrim Ahmed
Paşa İclâlehûya Hüküm… Bundan böyle zabt ü rabt ve memleket ve himâyet ü sıyânet-i fukarâ ve raʻiyyet
ve tüccâr ve züvvârın emn-ü istirâhatleri esbâbının istihsâline ve dâhilen ve hâricen esbâb-ı muhâfaza ve
muhâresesinin istihsaliyle icra-yı levâzımı ve intibâh ve basirete sarf rıʻyet ve mürâsele ve cezm ve zabta
riʻâyet ve Musul kalʻasının istikmâl-ı esbâb-ı takviyye ve istihkâmına ve eşkıyâ-ı makûlesinin bi’l-küllîye
defʻ-i mazarratları ve ʻUrbân ve sahrâ-nişinin terğiben ve takayyünen ve taltîfen havza-i itâʻatına
isticvâblarıyla dâ’imâ hüsn-i sülûk ve muʻâşeret-i levazımına mübâderet ve şerʻîatı mutahhara ve evâmiri ʻaliyyemin icrasına Fî Evâʻil-i Şevval Sene (1)231 (Ağustos 1816)…”A.DVNS.MHM.d., No: 241, Hüküm
212
68
edemiyorlar, kanunların hilâfına icraatlarda bulunmaları halinde kendilerine yaptırım
uygulanacağını göz önünde bulundurarak hareket ediyorlardı. Sultanın uyguladığı bu
politika kendisinin kısa süre içerisinde Irak’ta olumlu sonuçlar almasını sağladı216.
Lakin ortaya çıkan bu yeni durum Türk-İngiliz anlaşmazlık ve rekabetinin başlamasına
sebep oldu. Zira, İngilizler bölgedeki yöneticileri bir şekilde etkileri altına
alabiliyorlardı. Fakat İstanbul’dan atananlar İngilizler için bir nevi tepeden inme
görevliler anlamına geliyordu. II. Mahmud’un sağladığı otorite de uzun soluklu
olamadı. Devletin içinde bulunduğu sıkıntılar ve uzaklık ister istemez Irak’ın yakından
kontrolünü güçleştiriyor, devlet yetkilileri de bir nevi İstanbul’a karşı hesap vermek
durumunda kalmıyorlardı. Fakat karşılaştıkları güçlüklerde çoğu zaman devleti
arkalarında bulamıyorlardı. Bu durumda da kendilerinden yardımlarını esirgemeyen
İngiltere ile dostâne ilişkiler içerisine giriyorlardı. Bu konu ile ilgili güzel bir örnek ise
Süleymaniye Sancağı kaymakamı ile Caf Aşireti arasında 1846 senesinde meydana
gelen anlaşmazlıktır. Bu anlaşmazlık neticesinde Kaymakam, adı geçen aşiret karşısında
zayıf ve çaresiz kalarak İngiltere Konsolosluğuna sığınmak zorunda kaldı. İstanbul’dan
atanan mülkî ve idarî amirleri yok hükmünde sayan Caf Aşireti, İngilizlerin yardımı
No: 1636- “Musûl Vâlîsi Olub Kemâ-kân ʻuhdende Îbkâ ve takrîr kılınan Vezîrim Yahya Paşa İclâlehûya
Hüküm…eyâlet-i Musul uhdende ibkâ ve takrir kılınmağla mecbul ve mefzul olduğundan gayret ve
sadâkat muktezâsınca kemâkan zabt ve rabt-ı memleket ve defʻ ve refʻ-i şurur ve erbâb-ı mefsedet ile
himâyeti fukara ve siyâneti ahâli ve duafa ve merâhiminin istihsâline ve tüccarın emn ve istirahatleri
husûsuna dikkat ve dâhilen ve hâricen esbâb-ı muhafaza ve muharesesinin istikmâliyle ale’d-devam
levâzımı hezm ve ihtiyatta icrʻasına ve Musul Kalʻasının istihkâm ve takviyesine ve eşkıya makûlesinin
bi’l-külliye defʻ i mazarratlarıyla taife-i urbâniyan ve sahrânişinin terğiben ve taltîfen ve terhîben itaate
isticlab ederek ve daima hüsn-ü sülük ve muaşeret maddesine sıdkı rüʻyet eylemek fermânı olmağın
iadeten teʻkidi meʻmuriyetini ifhâmen işbu emr-i celil-ül kadrim isdâr ve ibkâ hükmü münifime matviyyen
[ ] ile tisyâr olunmuşdur… Fî Evâ’il-i Şevval Sene [1]240 (Mayıs 1825)…” A.DVNS.MHM.d., No: 237,
Hüküm No: 36
“Sen ki vezir-i müşârun-ileyhimsin. Bir müddetden berü İranlı eşkıyâsının hudûd-ı şarkiyyeyi
tahattîye cür’et ve Van ve Kars ve Erciş kalʻası taraflarında dürlü dürlü evzâʻ-ı nâ-marziyye cesâretlerine
mebni tâ’ife-i merkûme söz ile iskânı kabul ider makûleden olmayub ikide birde böyle nâ-becâ hareketleri
vukûʻ bulmakta ve Rûm gâvurlarının dahi fesâd ve hıyânetleri zuhur iderek her taraftan uygunsuzluk rûnümâ olmakda olduğundan taraf-ı saltanat-ı seniyyemden bu bâbda lâzım gelen tedâbir-i lâzımenin
icrasıyla hidmet-i…pâdişâhânem ve bâdehû cânib-i seriri izzet olan sükkân-ı memleket ve ʻaceze-i
raʻiyyetin istihsâli ve esbâb-ı hıfz ve siyânetleri mütehattim zimmet himmet-i pâdişâhânem olmakdan naşi
mukâbele olmuşdur deyü hudûd-ı İran’a tahatti ve tecâvüz olunmayarak İranlı eşkıyasından berü tarafa
tecâvüz iden olursa üzerlerine ʻasker sevkiyle defʻ ve tenkillerine ikdâm ve müsâraʻat ve gasb ve gâret
vukûʻunda istirdâda dikkat olunmak bâbında sedd-i hudûd-ı şarkiyye muhafazasıyçün mukaddem ve
muʻahher evâmir-i celîle-i pâdişâh-ânem ısdâr ve tisyâr ve sana dahi sonra ne veçhile emrim var ise ana
göre hareket eylemek üzre hemân yarın kalkacak gibi müheyyâ eylemek husûsu tavsiye ve işʻâr olunmuş
(1)236 (1820 )…” A.DVNS.MHM.d., No 240, Hüküm No: 37-A.DVNS.MHM.d., No: 241, Hüküm No:
1636, s. 259- A.DVNS.MHM. d. No: 243, Hüküm No: 56, s. 27
216
BOA, A.DVNS.MHM. d. Nr: 250, Hüküm: 463- A.DVNS.MHM. d. No: 243, Hüküm No: 56, s. 27
69
karşısında kaymakama sesini çıkaramadı217 (Bu aşiretin meskun olduğu yer için bkz.
Haritalar ve Krokiler 7).
Münferit başarılar elde eden devlet adamları da mevcut idi. Bunlardan birisi
Ömer Lütfi Paşa’dır. Paşa, Irak ve Hicaz Orduları Komutanı ve Bağdat Valisi sıfatıyla
1857’de Bağdat’a ulaştı. Göreve başlamasını müteakip tüm Irak’ta asayişin
sağlanmasına öncelik verdi. Bu bağlamda 1858 yılında Paşa, devlete itaatsizlik eden ve
devletin otoritesini kabul etmeyen yaklaşık bin kişilik Aneze Kabilesini muhasara
etmek ve durdurmak için hiç zaman kaybetmedi. Paşanın garnizon şehirleri ve
Bağdat’tan toplayarak meydana getirdiği taburlara Müntefik, Zubeyd ve yerleşik bazı
kabileler de destek verdiler. Bu desteği de arkasına alan Paşa, Fırat Nehri boyunca
ilerleyen Aneze Kabilesine ağır bir darbe indirdi. Gemilerine ansızın taarruz ederek
büyük zayiatlar verdiren bir kabileyi sindirdiği için Ömer Lütfi Paşa İngilizlerin
takibine
alındı218.
Lütfi
Paşa’nın
Rumeli
Müşirliğine
atanması
ile
Irak’ta
gerçekleştirmek istediği reformları hayata geçirmesi mümkün olmadı.
Lütfi Paşa’nın uygulamaya koymakta muvaffak olamadığı bu reformların
takipçisi ve icracısı ise Mehmet Namık Paşa oldu. Mehmet Namık Paşa bu hususta
müstesna bir örnek teşkil etmektedir. Kendisi yaptığı hizmetler bakımından öne çıkan
devlet adamlarından birisidir. Namık Paşa, devlete yetmiş yıl hizmet etti ve şeyh-ül
Vüzera yani vezirlerin şeyhi ünvanına layık görüldü219.
Mehmet Namık Paşa Bağdat’ta iki defa valilik yaptı. İlki Kasım 1851-Eylül
1852,
ikincisi ise 1861-1868 yılları arasındadır. Paşa burada hem valilik hem de
Müşirlik görevini üstlendi. Bundan önce de defaatle zikredildiği üzere Bağdat ve Irak
bölgesinin diğer yönetim merkezleri özellikle XIX. yüzyıl başlarından itibaren sürgün
yerleri olarak kabul edildi. Mehmet Namık Paşa’nın da Sultan Abdülaziz tarafından
Bağdat’a sürgün olarak gönderilip gönderilmediği hakkında kesin bilgiye sahip değiliz
BOA, A.MKT, 18/8- İlber Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğu’nda İktisadi ve Sosyal Değişim Makaleler 1,
Birinci Baskı, Turhan Kitabevi, Ankara, 2000, s. 173
Avusturya doğumlu olan Paşanın asıl adı Michel Lattas’tır. 1828 yılında Avusturya’dan Osmanlı
Devletine iltica etti. Ömer Lütfi Paşa, Yüzbaşı rütbesiyle Osmanlı ordusuna tâbî oldu. Bu meslekte
önemli başarılar elde etti ve sürekli yükseldi. Hatta 1852’de Serdar-ı Ekrem yani Başkomutan oldu. Kırım
Savaşı’nda Kırım Başkomutanı olarak orduya hizmet etti ve yine bu savaşta önemli başarılar elde etti.
218
FO 78/1397-BOA, HAT, 451/22357, 01/C/1251 (M. 24 Eylül 1835)
219
Ceylan, “Namık Paşa’nın Bağdat Valilikleri”, s. 76-78
217
70
fakat Paşanın buradaki her iki valiliği süresince ülkesine ve Irak’a sadakatle hizmet
etmiştir220.
Namık Paşa, Avrupa’da eğitim görmüş, İngilizce, Fransızca, Farsça ve Arapça
bilen bir devlet adamıydı. Paşa Irak’ta birçok hizmetlerde bulundu, askerî, mülkî, siyasî,
iktisadî ve idarî yararlılıklar göstermesine rağmen halefi olan Mithad Paşa’nın
gölgesinde kalmaktan kurtulamadı. Paşa, Kölemenlerin, Celililerin Irak’taki etkinliğinin
kırılmasında, Kerbela ve Necef’te Şiî-Sünnî çekişmelerinin yanı sıra kanun kaçaklarının
da zapt-ı rabt altına alınmasında büyük gayret sarf etti. Paşa’nın gösterdiği bu gayret
başta İngilizler olmak üzere Avrupalıların gözünden kaçmadı. Bağdat’ta göreve devam
etmesi durumunda menfaatlerinin sarsılacağının ve çalışmalarında Paşanın çetin
muhalefeti ile karşılaşacaklarının farkındaydılar. Bu sebepten kendisini en ağır
ifadelerle nitelediler ve itibarsızlaşmaya çalıştılar. Nitekim Namık Paşa’nın Bağdat’taki
ilk hizmet süresi yaklaşık on ay sürdü. İkinci kez aynı göreve getirildiğinde de İngilizler
ve Fransızlara karşı genellikle olumsuz politika icra etti ama bu görevi ilkinden daha
uzun sürdü ve bu sürede Bağdat’a oldukça faydalı hizmetler sundu221. Aleyhinde
yürütülen çalışmalar ve karalamalara rağmen Irak’taki görevi boyunca Paşa, İngilizler
başta olmak üzere yabancı devletlere karşı ayrıcalık tanımamaya çalıştı. Paşanın bu
tutumu başta İngilizler olmak üzere bu coğrafyadan menfaat sağlamaya çalışan Avrupa
devletlerinin kendisine cephe almalarına neden oldu. Tüm bu muhalefete rağmen Paşa,
Bağdat’ta 1868’e kadar görevine devam etti.
Mehmet Namık Paşa’nın ardından Takiyüddin Paşa aynı göreve getirildi ve
1869’a kadar Paşa bu görevi devam ettirdi. Bu tarihten sonra Mithat Paşa valilik
görevini devraldı. Tuna Valiliği başta olmak üzere devletin çeşitli kademelerinde icra
ettiği başarılı hizmetler nedeniyle Paşa, Irak’ta nizamı sağlaması için atandı. Paşa’nın
göreve başlamasından sonra Irak’ta sosyal ve idarî yapı yeniden organize edildi ve
Irak’ın modernleşmesi konusunda büyük ilerlemeler kaydedildi222.
Paşanın Bağdat’a varır varmaz ilk icraatı vergi sistemini değiştirmek oldu. Eski
nizam Bac ve İhtisab vergileri yerine Aşar vergisini getirdi. Çünkü eski vergi sistemi
Ceylan, “Namık Paşa’nın Bağdat Valilikleri”, s. 76- Ebubekir Ceylan, Ottoman Origins of Modern
Iraq: Political Reform, Modernization and Development in The Nineteenth Century Middle East, I.B
Tauris Co Ltd, London, 2011, s. 148
221
Ceylan, “Namık Paşa’nın Bağdat Valilikleri”, s. 79
222
İlber Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğunda Alman Nüfuzu, Kaynak Yay., İst., 1983, s. 112- Geoff
Simons, Iraq from Sumer to Post-Saddam, Third Edition, Palgrave Macmillan, New York, 2004, s. 181Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğu’nda İktisadi ve Sosyal Değişim Makaleler 1, s. 174
220
71
Irak halkına ve devlete hizmet etmekten çok uzaktı. Vergilendirme usulünü önce Bağdat
hemen akabinde Musul ve Basra’ya da teşmil etti. Halkın mukavemetine rağmen
askerlikte kura usulünü uygulamaya koymakta muvaffak oldu. Aşiretleri otoritesi altına
almak ve devletin alacaklarını tahsil etmek üzere büyük bir ordu teşkil etti. Müntefik
Aşireti, Kürt ve Çeçenlerden de destek alan bu ordu sayesinde Paşa, söz konusu
aşiretleri itaat altına aldı ve külliyetli yekün oluşturan devletin alacağını da tahsil etti.
Öteden beri Irak’ta sorun olan arazi meselesini çözmek için çalışmalara başladı. Araziyi
muhtelif parçalara ayırarak halka dağıttı ve bu arazileri vergiye tâbi tuttu. Fırat ve Dicle
nehirlerini ıslah etti. Çünkü Bağdat nehir yolları XIX. yüzyılın ilk yıllarında önem
kazanmaya başladı. Lynch Şirketi vasıtasıyla adı geçen nehirlerde taşımacılığı kontrolü
altında tutan İngilizlerin üstünlüğünü ortadan kaldırmak ya da en azından ticarete ortak
olabilmek için çalışmalar başlattı. Ayrıca Basra ile Süveyş Kanalı arasında Flemenk,
Fransız ve İngiliz bandıralı gemiler seferler icra ederken Osmanlı bandıralı bir gemi
görmek imkânsızdı. Bu durum Paşayı çok üzüyordu. Bu sebeplerden ötürü Mehmet
Namık Paşa tarafından kurulan fakat ıslaha muhtaç olan Umman-ı Osmanî Şirketi’ni
geliştirerek bu şirket gemilerinin Şattü’l-Arab Nehrinden ziyade denizde de seyr-ü
sefâyinini sağladı223. Kâzımiye Kasabasının Bağdat ile olan ticaretini arttırmak ve bu
kasaba halkının kutsal mekânlara daha rahat ve kısa sürede ulaşmalarını sağlamak üzere
tramvay hattı inşa etmek için şirket kurdu. Bu şirket, hattın demirlerini ve arabalarını
İngiltere’den temin etti ve kısa süre sonra da Bağdat-Kâzımiye arası tramvay hattı
taşımacılığa başladı. Eşeklerle yapılan taşımacılık yerini modern taşımacılığa bıraktı224.
İran Şahı Nasıreddin’in Şiîler için kutsal sayılan Necef, Kerbela, Kâzımiye ve Samarra
şehirlerini ziyareti sırasında kendisine refakat etti ve münasebetlerini geliştirdi. Bunun
sonucunda Irak’ta özellikle sınır boylarında yaşanan Şiî-Sünnî çatışmasının önüne
geçebilmek için Şah ile ikili antlaşma yaptı. Yarı resmi Ez-Zevra Gazetesi’ni çıkardı ve
faaliyetlerini bu gazete aracılığıyla Irak halkına duyurdu. Basra’nın havasının insan
sağlığına elverişli olmaması ve mevki itibariyle tüccarlar için uygun olmadığına kanaat
223
Ali Haydar Midhat, The Life of Midhat Pasha, a record of his services, political reforms, banishment
and judicial murder (1903), J. Murray (Publisher), London, s. 48-50-Yaşar Yücel, “Midhat Paşa’nın
Bağdat Vilâyetindeki Altyapı Yatırımları”, Uluslar arası Midhat Paşa Semineri, Edirne, 1984, s.175-178
–Besim Darkot-M. Tayyip Gökbilgin, “Basra”, İA II, Bas., 5, M.E.B. Yay., 1997, s. 326- Ebubekir
Ceylan, Ottoman Origins of Modern Iraq: Political Reform, Modernization and Development in The
Nineteenth Century Middle East, I.B Tauris Co Ltd, London, 2011, s. 167- Ömer Osman Umar, “Basra ile
Müntefikte Aşiretlerin Mücadelesi ve Sadun Paşa”, Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Dergisi
II/I, Elazığ, 2004, s. 11
224
Ali Haydar Mithat, Tabsir-ül İbret, Birinci Kitap, Hilal Matbaası, İst., 1325, s. 93-94- Ali Haydar
Midhat, The Life of Midhat Pasha, s. 51
72
getirerek Basra kasabasını Şattü’l-Arab sahiline naklettirerek bu şehrin ticaret hacmini
arttırmanın yanı sıra stratejik önem kazanmasını da sağladı. Ardından Kuveyt
kasabasını bu şehre tâbi hale getirdi. Mithat Paşa’nın çok kısa sürede elde ettiği
başarıdan zaten rahatsız olan İngilizlerin, Kuveyt’in bir oldubitti ile Basra’ya
bağlanması ile Paşaya olan husûmetleri daha da arttı225.
Mithat Paşa’nın merkezî otoriteyi körfez kıyılarına kadar yerleştirmeye
başlamasıyla birlikte İngilizlerle anlaşmazlık büyümeye başladı. Bu dönemde İngilizler,
Hindistan-Bağdat arası posta ve telgraf hattı kurdular. 1865 yılında Hindistan’dan
Avrupa’ya uzanan telgraf hattı çekildi fakat bu hat Arap aşiretleri tarafından tahrip
edildi. Bu durumu ortadan kaldırmak isteyen Mithat Paşa yedek güvenli bir hat çektirdi.
Kısa sürede ve başarıyla sonuçlandırılan bu proje İngilizler ve İranlılar tarafından daimi
sûrette engellenmeye çalışıldı fakat her ikisi de Mithat Paşa’nın projesine rakip
olamadılar. Paşa Irak’ın farklı noktalarını telgraf hatları ile birbirine bağladı226.
Mithat Paşa’nın Bağdat Valiliği (1869-1872) sırasında 6000 nüfusa sahip bir
sahil kasabası olan Kuveyt küçük gemileri ile inci avcılığı büyük gemileri ile de
Hindistan ile deniz ticareti yapmakta idi. Kuveyt Osmanlı Devletine bağlı olmakla
birlikte adeta küçük cumhuriyet görünümünde olup vergi dahi vermezdi. İngilizler başta
olmak üzere Avrupalı devletlerin bölgede olan yayılmacı siyaseti sonucunda birçok
Kuveyt gemisi İngiliz bayrağı çekmeye başladı. Söz konusu gemilere İngiltere ya da
başka bir ülkenin sancağının çekilmesinin yalnızca ticarî maksatlar taşımadığı gâyet
açıktı. Bu durumun egemenlik haklarıyla çeliştiğini iyi bilen Mithat Paşa derhal
çalışmalara başladı. İstanbul ile başlatılan yoğun yazışmalar neticesinde Kuveyt’e bir
takım muafiyetler ve ayrıcalıklar verildi. Kısa süre sonra bu siyaset sonuç verdi ve hem
Kuveyt gemilerine tekrar Osmanlı sancağı çekildi hem de Kuveyt Basra’ya bağlandı227.
Ali Haydar Mithat, Tabsir-ül İbret, s. 100-101-Ali Haydar Midhat, The Life of Midhat Pasha, s. 52-53Gökhan Çetinsaya, “Sultan II. Abdülhamid Döneminde Osmanlı Devleti’nin Irak Politikası”, Devr-i
Hamid 3, Erciyes Üniversitesi Yay., 2011, Kayseri, s. 172, s. 174-Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğu’nda
İktisadi ve Sosyal Değişim Makaleler 1, s. 180
226
Midhat, The Life of Midhat Pasha, s. 48-Yücel, “Midhat Paşa’nın Bağdat Vilâyetindeki Altyapı
Yatırımları”, s. 181-182
227
“Bunların (Kuveyt halkı) zirâat idecek yerleri olmayub münhasıran ticâret-i bahriye ile me‘lûf
olduklarından ve sagir ve kebir iki bin kıt‘adan mütecâviz gemileri bulunduğundan Bahreyn ve Umman
sularında incü saydıyla ve ekser büyük sefineleri Hindistan ve Zengibar taraflarına giderek ticâret-i
bahriye meşgul olurlar gemilerinde cem‘iyetlerine mahsûs bir sancak ittihāz itmiş olmalarıyla yakın
vakte kadar bu sancak altında seyahat ve ticâret itmişler ise de bir müddetten berü âharın ve ecânibin
taadiyâtından emin olamadıkları cihetle mücerred seyir ve seyahat-i bahriyelerini te‘min için bir takımı
filamanın ve ba‘zısı İngiliz bandırası çekmeğe mecbûr olarak bu usûle refte refte ülfet olunarak bir
himâye-i ecnebiye mukaddemātı görünmege başlamış ve bunun ise Bağdad Vilâyetince ve hususuyla
Basra mevkiince mehâzir-i azime-i mülkiyesi zâhir bulunmuş olduğundan Mithat Paşa Basra’da iken
225
73
Kuveyt, Osmanlı Devletinin bir kaymakamlığı olarak kabul edilmekle beraber,
İngilizler buradan asla vazgeçmediler. Buradaki aile içi çekişmelerden istifade etmek
istediler. Bu kaymakamlığa yönelik İngiltere’nin “tecâvüzkar davranış” sergilemesi
Osmanlı Devleti ve İngiltere arasında soğuk savaş yaşanmasına sebep oldu228.
XVIII. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan Vahhabî hareketi İngilizlerin açıktan ve
gizli destekleri sayesinde kuvvetlendi. Abdullah b. Faysal’a karşı isyan eden kardeşi
Suud bin Faysal, Necid de dahil Ahsa ve Riyad gibi yerleri ele geçirdi, lakin Suud’un bu
başarısı uzun sürmedi. Mithat Paşa ve bazı aşiretler tarafından desteklenen Abdullah,
kardeşi Suud ve maiyyetindekileri bozguna uğrattı ve kaleleri tekrar ele geçirdi. Elde
edilen bu başarıya rağmen Bağdat ve çevresinde ortaya çıkan isyan hareketleri ister
istemez Mithad Paşa’nın Vahhabi meselesini tamamen ortadan kaldırmasına mani oldu.
Suud, İngilizlerin desteği sayesinde aşiretleri egemenliği altına aldı. Böylelikle dolaylı
yoldan aşiretler İngilizlerin himayesine girmiş oluyordu. Zaten İngilizlerin politikaları
da bu çerçevede işlemekte idi. Eğer Suud engellenmez ise İngilizlerin desteği ile
Şattü’l-Arab’a kadar ilerleyeceği ve İngiliz egemenliğinin Basra’dan Maskat’a kadar
uzanacağı Mithat Paşa tarafından İstanbul’a bildirildi229.
Paşanın İstanbul’daki muhalifleri ve kendisinin Irak’taki faaliyetlerinden
rahatsız olan İngilizlerin Mithad Paşa aleyhinde yürüttükleri siyaset Paşa ile yönetimin
arasının açılmasına neden oldu. Ali Paşa’nın ölümünün akabinde sadrazam olan
Mahmud Nedim Paşa ile Mithat Paşa arasında öteden beri bir anlaşmazlık vardı.
Aralarındaki çatışma nedeniyle Mithat Paşa, Bağdat Valiliğinden istifa etmek zorunda
kaldı230. İngilizler de bu istifa haberi ile bir hayli rahatladılar.
ahâli-i merkūme rüesâsını oraya celb iderek ve hal ve zamanın ve mevkilerinin muhataratına dair
nesâyih-i lâzımeden sonra ihtiraz eyledikleri gümrük resmi ve virgü misüllü teklifāt ile mükellef
olmayacaklarını sened i‘tâʻsıyla te‘min eyleyerek muvafakat ve rızãlarıyla Basra’ya merbūtiyyetleri
kararlaşdırılmış ve Abdullah el Sabbah’ın Kuveyt kaimimakamlığı nāmıyla yine memleketin reisi
hükûmetinde kadı ve müfti gibi me‘murların kezâlik yerlerinde velhâsıl beynlerinde câri olan usûl ve
kâide-i hükûmetin hâl-i aslîyesinde ibkaʻsıyla berâber me‘murlariyçün Dersaādet’ten evâmir-i resmiye
camileriyçün berât-ı şerife celb olunarak tâbiiyet ve merbūtiyyetlerine muktezî olan muâmelât tamamiyle
icrā kılınmış ve gemilerinde olan ecnebi bandıraları derhal terk olunub yerlerine Osmanlı sancağı
çekilmişdir.” Ali Haydar Mithat, Tabsir-ül İbret, s. 103-104- Midhat, The Life of Midhat Pasha, s. 54-55
228
Kurşun, Katar ve Basra’da Osmanlılar, s. 125
229
Mithad, Tabsir-ül İbret, s. 105-107-Midhat, The Life of Midhat Pasha, s. 56-57
230
M. Tayyib Gökbilgin, “Midhat Paşa”, İA VIII, MEB. Yay., İst., 1979, s. 273-274-Midhat, The Life of
Midhat Pasha, s. 63
74
2.2. Mehmet Ali Paşa ile İlişkiler
Mehmet Ali Paşa 1769’da Kavala’da doğdu. Bazı eserlerde Arnavut olduğu
kayıtlı ise de Mısır Hidiv hânedanı daima Türk olarak telakki edildiği gibi, hânedan
fertleri de kendilerinin Türk soyundan geldiklerini ifade etmişlerdir. Bazı kaynaklar
Mehmet Ali Paşa’nın ceddinin Konya’dan Kavala’ya göç ettiğini belirtir. Bekçibaşı
İbrahim Ağa’nın oğludur. Babası kendisi henüz küçük yaşta iken vefat ettiği için amcası
Kavala Mütesellimi Tosun Ağa’nın himayesine verildi fakat bir müddet sonra Tosun
Ağa’nın hükûmetin emri ile idam edilmesi üzerine hamisiz kaldı. On sekiz yaşına doğru
askerliğe intisab ederek, büyüklerinin dikkatini çekmeye başladı.
Mısır’ı işgal eden Napolyon kuvvetlerini buradan çıkarmak üzere Osmanlıların,
İngilizlerin de yardımı ile, gönderdiği ordu birlikleri arasında Kavala hâkiminin
hazırladığı askerî bir kıta vardı. Mehmed Ali de bu kıtanın kumandan yardımcısı olarak
Mısır’a geldi231. Kumandan, sıhhî durumu dolayısıyla memleketine dönmek
mecburiyetinde kalınca Mehmet Ali, Kavala askerinin başı oldu. Bu vesile ile Osmanlı
ordusunun Fransızlara karşı yaptığı mücadeleyi gördü ve iki ordu arasındaki farkı
anladı. Bu mücadele esnasında edindiği intibalar Mehmet Ali Paşa’yı Avrupa ilim ve
tekniğine meylettirirken kendisine Osmanlı Devletinin zaafını da gösterdi. Böylece
Paşanın devlete olan bağlılık hisleri kademe kademe azalmaya başladı.
Napolyon’un Mısır seferi neticesinde Kölemenlerin en sebatlı ve iradeli
unsurları mahvolmuş idi. Paşa bu durumdan layıkıyla istifade etmesini bildi232.
Kölemenleri Osmanlılara, Arnavutları Kölemenlere karşı kışkırtarak, meydana gelen
kargaşalıkları kendi lehine kullandı, halkın muhabbetini kazandı. Zeka ve kudreti
sayesinde çevirdiği entrikalar ile Mısır’ın son valileri bulunan muhasımları Hüsrev,
Tahir, Ali ve Hurşid Paşaları bertaraf ettikten sonra, halk tarafından desteklendi ve
Mısır’da hemen hemen müstakil bir şekilde idareyi eline aldı. Bu vaziyet karşısında
231
“On sekizinci asrı milâdi nihâyetlerinde ve Selim-i Sâlis devri saltanatında Fransa İhtilâl-i kebirinin
Avrupa’da tevellüd eylediği günâgun cereyân-ı siyâsilere kapılarak kâh Rusya ve İngiltere ile Fransa ve
kâh Fransa ile diğerleri aleyhine ittifak ve hareket eylemekliğimizi istilzam eden vekâyi‘in başlangıcında
mütegallibe-i memâliki kaldırub Babıâlî’nin nüfuzunu iâde vesile-i savriyesiyle General Bonapart
kumandasında Mısır’a müstevli olan (1213h.-1798 m.) Fransızları İngiltere’nin muavenetiyle Nil
Vadisi’nden tard ve ihrâc etmeye berren Sadrâzam Yusuf Ziya Paşa ve bahren Küçük Hüseyin Paşa
memur oldukları vakit (1214h. 1800m.) Kavalalı çorbacısı Hüseyin Ağa dahi Kapudân-ı Deryâ’nın talebi
üzerine yeğeni Mehmed Ali’yi Arnavudlardan mürekkeb bir mikdar başıbozuk ile Paşa’nın ma‘iyyetinde
Mısır’a gönderiyor.” Mustafa Öztürk-Sevda Özkaya Özer-(Yay. Hazırlayanlar) Bâb-ı âli Hâriciye
Nezâreti Mısır Meselesi, Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi Yay., No: 22, Tarih Şubesi
Yay., No: 18, Elazığ, 2011, s. 5
232
George Antonius, The Arab Awakening the Story of the Arap National Movement, -Great Britain,
1938, s. 21
75
Babıali, muayyen vergisini vermek ve Hicaz’ı ellerine geçiren Vahhabîleri tenkil etmek
şartıyla Mehmet Ali’nin Mısır Valiliğini tasdik etmek mecburiyetinde kaldı233.
Mehmet Ali Paşa, Mısır’da hâkimiyetini arttırmak için güçlü bir orduya ihtiyaç
duyuyordu. Bu ihtiyacın giderilmesi ve mevcut askerlerin Avrupa tarzında eğitilmesi
için başta Fransa olmak üzere Avrupa’nın askerî açıdan üstün ülkelerinden subaylar
getirtti modern tarzda okullar kurdu234. Bu subaylar vasıtasıyla mevcut orduda gözle
görülür bir iyileşme oldu. Mısır’da askerî imalathaneler kuruldu. Bu imalathanelerde
yılda yaklaşık 36.000 tüfek, 15.000 kantar barut, ayda 3-4 top imal edilebiliyordu.
Fakat asker sayısı yetersizdi. Asker ihtiyacını karşılamak üzere yalnızca Mısır’dan değil
ele geçirdiği kuzey Sudan’ın yanı sıra Suriye, Irak gibi bölgelerden de asker toplayarak
Mısır ordusunun mevcudunu arttırmak istedi235.
Düvel-i ecnebiyenin Mısır ordusunu güçlendirmek için yardımları karşılıksız
değildi. Mehmet Ali Paşa bunun karşılığında Osmanlı Devletinin en başta otoritesinin
zayıf olduğu bölgelerde onların siyasî ve ekonomik faaliyetleri hususunda yardımcı
olmakta sakınca görmedi236. Bu hususta bir örnek verecek olursak; İngiliz gemilerinin
Fırat Nehri’nde seyr-ü sefâyini için Mehmet Ali Paşa elinden gelen yardımı yaptı237. Bu
yardımına karşılık İngilizlerden destek gördü fakat ecnebilere yardım ettiği için
kendisinin en büyük destekçileri de kendisinin karşısında yer aldılar. Mehmet Ali
Paşa’nın yakınında yer alanlardan Lübnan Emiri Beşir, Mehmet Ali Paşa’nın Dürzi
taifesinden asker toplamak istemesine şiddetle karşı çıktı hemen ardından da yerli
halktan bir kısmı aynı tepkiyi verdi. Çünkü İngilizler ya da başka bir yabancı gücün
menfaatlerine hizmet etmek istemiyorlardı238. Fakat bu davranış, Mehmet Ali Paşa’nın
Şinasi Altundağ, “Mehmed Ali Paşa”, İA VII, MEB Bas., İst., 1988, s. 566-567
www.notablebiographies.com
235
William Cleveland, Modern Ortadoğu Tarihi, (Çev., Mehmet Harmancı), İst., 2008, s. 79-BOA, YEE,
42/144
236
Mehmet Ali Paşa’nın Fransa‘nın Kızıldeniz, Basra Körfezi ve Fırat Nehri’nde nüfuz kurması
hususunda bu devlete yardımları hakkında bak: BOA, YEE, 42/144
237
John S. Guest, The Euphrates Expedition, Kegan Paul Limited, Oxon UK, 2013, s. 70
238
“ Mehmet Ali Paşa Dürzi taifesinden bin ikiyüz nefer tahrir-i birle asâkir-i Mısriyye’ye ilhak itmek
murad idüb ancak Emir Beşir buna razı olmadığından ma‘ada cebel-i Lübnan ile cebel-i
233
234
sâkin olan tevâif-i Kasâ’dan dahi Emir Beşir ile bu babda yekdil ve yekcihettir binâen aleyh
İbrahim Paşa’dan haber gelüb Bahri Bey, paşa-yı mûmâileyhin emriyle Şam’dan kalkub tahrîr-i neferât
maslahâtına …ve maru’z-zikr tevâif-i nasarâyı Emir Beşir’den tefrik içün Deyr-ül Kamer cânibine ‘azam
olmuştur. Mehmed Ali Paşa’nın mikdârı yalnız bin iki yüz nefer olmak nisyâna mahsûs değildir. Öç
kanını almak ve bu vechle mûmâileyh hakkında ‘adem-i muvâfakat ve raiyyetleri evvel ve âhir mahsûs
olmuş Dürzi tabakasının kuvvetlerini celb itmek murad eylediği bir emri gayr-i hakikîdir. Mısır Vâlisi
nehr-i Fırat maddesinde İngiltere vapurlarına i‘anet itmek va‘adini te‘kid idüb esnâ bu babda izin ve
ruhsat istihsâliyçün Dersaādet’e tatarları çıkarırum tatarların avdetinde veyâhud üç dört hafta mürûr
idüb tatarlar avdet itmedikleri sûrette matlûb olan iâneye ibtidar olunur deyu cevab virmişdur. Mehmed
76
mevcut
durumdan
da
istifade
ederek
güçlenmesine
ve
egemenlik
sahasını
genişletmesine mani olabilecek çapta bir karşı duruş değildi.
Aralarındaki dostâne ilişkilere rağmen zamanla Paşanın menfaatlerine ters
olarak kuvvetlendiğini ve kendilerini de kullandığını düşünen İngilizler Paşaya karşı
harekete geçmekte gecikmediler ve 1806’da Mısır’a saldırdılar239. Kölemenlerin de
desteğini alacaklarını umut eden İngilizler yanıldılar ve üst üste yenilmekten
kurtulamadılar. Bu hezimetin sonunda Mehmet Ali Paşa ile muahede akdetmek
durumunda kaldılar. Mısır, Osmanlı Devletine tâbi olmasına rağmen bu antlaşma
Mehmet Ali Paşa ile yapılıyor ve kendisinin Mısır’daki bağımsızlığı adeta
perçinleniyordu. Paşa, bu olaydan kısa süre sonra da Osmanlı Devleti adına
Vahhabîlerin yıkıcı faaliyetlerini engellemek üzere görevlendirildi. Vahhabî gailesi
Irak’ı hatta tüm Arap Yarımadasını etkisi altına almıştı. Mehmet Ali’nin işi oldukça
zordu fakat bu muharebeyi kazandığı taktirde kazanımları da o derece büyük olacaktı.
Uzun bir uğraş sonunda ve yerel aşiretleri de yanına alarak Vahhabîleri sindirmeyi
başaran Paşa nüfuzunu iyiden iyiye kuvvetlendirdi. İslam alemi için büyük bir tehdit
olarak görülen Vahhabîlere karşı kazandığı bu başarı İslam dünyasında da kendisine
sevgi ve muhabbet kazandırdı240. Bu başarı Paşaya yalnızca manevi bir güç
kazandırmadı aynı zamanda “…nehr-i Fırat’ın gerek sevâhili ve gerek Basra Körfezine
mansıb olduğu memâlik-i havâlisi Mısır Vâlisinin taht-ı nüfuzuna…”241 geçerek artık
Mısır sınırları dışında da hâkimiyet kurmaya başladı bu da İngiltere’nin Paşaya olan
husûmetini arttırdı242.
İngiltere’nin Tahran elçisinin Bağdat Valisi ile İran memuru arasındaki dedikodu
ve Mısır Valisinin zuhurunda Bağdat’ı istila için yaptığı teşebbüslerle buna karşı ne
yapılması gerektiğine dair yaptırdığı mahrem tebligattaki “…Mısır Vâlisi Bağdat
Eyâletine bir vakt-i fırsatta meccânen istilâsı mukaddemātına müteşebbis olmakda ve
bu garz ve kasdına muvâsıl olacak mevâki-i mütecâvirenin şimdiden zîr-i nüfuzuna
ihrâc ve idhâline çalışmaktadır… Bu sûrette nehr-i Fırat’ın gerek sevâhili ve gerek
Basra Körfezine mansıb olduğu memâlik-i havâlisi Mısır Vâlisinin taht-ı nüfuzunda
Ali Paşa hilaf ve ‘adem-i nâsın mizâcını yoklamakda ihmal idüb caygirleri olan efkâr ve ahvâli adem-i
tekâyüd usûlüne müdâvim olur ise saltanat-ı seniyyeme göre mûmâileyhe gâlib gelüb ânı müzmahil itmek
bir emr-i emânımdır.” BOA, HAT 360/20075 A
239
Lutskiy, Arap Ülkelerinin Yakın Tarihi, s. 88
240
Altundağ, “Mehmed Ali Paşa”, İA VII, s. 566-569-Midhat, The Life of Midhat Pasha, s. 55 –
www.notablebiographies.com
241
BOA, HAT, 1176/46442U, 29.Z.1253 (M. 26 Mart 1838)
242
BOA, HAT, 1181/46662-Guest, The Euphrates Expedition, s. 140
77
bulunduğu halde Bağdat Eyâletinin istilâsı sehl-i husûl olacağı derkârdır…”243
denilmekte ve adı geçen İngiliz nüfuz bölgelerinin Mehmet Ali Paşa’nın tehdidi altında
olduğu belirtilmektedir244. Bu tebligatın hemen akabinde de İstanbul tarafından “Mısır
Vâlisine hitâben bir kıta emr-i âli isdârına tedbir ve ihtiyat buyurulmak ehemmi
mühimmeden…”245 görüldü. Gerek İstanbul ve gerek Londra’dan Mısır Valisine yapılan
uyarı ve ikazlar Paşa tarafından dikkate alındı.
Halep ve Şam’da bulunan İngiltere memurları tarafından Bağdat Konsolosuna
Mısır Valisi Mehmet Ali Paşanın oğlu İbrahim Paşanın Halep’te asker toplayıp
Bağdat’a sonra da Anadolu’ya sarkacağına, bu sebepten bu hususta tedbirlerin
alınmasına dair yazılar gitti. Osmanlı Devleti ise İbrahim Paşa’nın böyle bir harekete
teşebbüsü konusunda “… Mısır Vâlisi Arabistanlar ile uğraşmaktan bîzâr olarak şimdi
bu husûsun vukuʻunu pek akıl kesmez ise de kendisinden dahi bir umulmaz şey
değildir…”246 diyerek gerekli önlemlerin bir an evvel alınmasını Bağdat Valisi ve
memurlarına emretti.
Mehmet Ali Paşa’nın Irak üzerinde bu denli tehlike oluşturması burada
Tanzimat reformlarının uygulanmasını da geciktirdi. Paşa Suriye’yi kontrol altında
tutuyor ve Irak’ı da himayesine almak için fırsat kolluyordu247. Bu sebepten öncelik
burada Islahatları uygulamak değil Paşaya karşı buranın güvenliğini sağlamaktı.
Tanzimat 1839’da ilan edildi fakat 1848’de Musul’da ve 1849’da Bağdat’ta
uygulanmaya başlandı. Irak ve Hicaz Ordusu’nun (6. Ordu) 1848’de Bağdat’ta teşkil
edilmesinin gerekçesi ise merkezî idarenin korunması ve Mehmet Ali Paşa tehdidine
karşı caydırıcı önlemdi248.
İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Palmerston’a göre Mehmet Ali Paşa’nın asıl
gayesi “Arapça konuşulan bütün ülkeleri içine alan bir Arap devleti kurmak...” idi.
Zaten hâkimiyetini Bahreyn Adalarına kadar ulaştırdı, Şattü’l-Arab’da gemi
yüzdürmeye başladı, İran ile siyasî münasebetlere girişti, Bağdat ve Basra ile yakından
ilgilenmeye başladı249. Bu durumda da ya İngilizlerin Mehmet Ali Paşa ile anlaşmaları
243
BOA, HAT, 1176/46442 U, 29.Z.1253 (M. 26. Mart 1838)
Guest, The Euphrates Expedition, s. 141
245
BOA, HAT, 1176/46442 U
246
BOA, HAT, 373/20405 C, 05. L. 1253 (M. 2 Ocak 1838)
247
Guest, The Euphrates Expedition, s. 70
248
Çetinsaya, Ottoman Administration of Iraq (1890-1908), s. 5-Çetinsaya, “Sultan II. Abdülhamid
Döneminde Osmanlı Devleti’nin Irak Politikası”, s. 172, s. 158-Ceylan, “Namık Paşa’nın Bağdat
Valilikleri”, s. 77
249
BOA, HAT 1181/46662
244
78
gerekli idi ya da Osmanlı Devletini bu gaileden kurtarmaları zarurî idi. Mehmet Ali
Paşa İngiltere aleyhtarlığını önceleri ortaya koymuştu. Zaten bölgede güçlü bir
yöneticinin bulunması İngilizlerin de işine gelmiyordu. Mehmet Ali Paşa’nın halli için
İngilizler Osmanlı Sultanının yanında yer aldılar. Hatta Süveyş Kanalının açılmasını
engellediler. Çünkü Mehmet Ali Paşa’nın ve kanalı yapmaya talip olan Fransa’nın
kontrolünde bir Süveyş Kanalı İngilizlerin çıkar alanları için oldukça zararlı olurdu. Bu
gerekçeden dolayı kanalın açılışı 1869 yılında mümkün olabildi250.
1813 yılında Mısır’da temâyüz eden ve 1844 yılına kadar neredeyse aralıksız
olarak devam ederek burasını derinden etkileyen veba hastalığına rağmen Mehmet Ali
Paşa halen çok kuvvetli idi251. Osmanlı Devleti ile Yunan isyanı hususunda
anlaşmazlığa düşünce aldatıldığını ileri sürerek ordusunu Suriye üzerine gönderdi.
Mehmet Ali Paşa, Osmanlı Devletinin Mora isyanı ile uğraşmasını, Yeniçeri Ocağı’nın
lağvedilmesini, Navarin’de Osmanlı donanmasının İngilizler ve Fransızlar tarafından
yok edilmesini, ülkenin birçok yerinde derin hasarlar bırakan veba salgınını ve iç
karışıklıkları da fırsat bilerek istiklal-i devlet gayesiyle ordularını harekete geçirdi. 1789
ihtilali gibi Fransa’da zuhur ederek kısa sürede tüm Avrupa’ya yayılan 1830 İşçi
İhtilalleri sebebiyle Avrupalıların valinin bu faaliyetlerini dikkate almamaları
faaliyetlerini hayata geçirmesi için imkân verdi.
Suriye’nin ilhakının ardından karşısına çıkan Osmanlı ordularını mağlup eden
Mısır ordusu, Kütahya’ya ulaştı. Avrupa’dan yardım göremeyen İstanbul, Rusların
yardım teklifini kabul etmek zorunda kaldı. Rus donanması İstanbul’a geldi. Mısır
ordusuna karşı hareket planları yapılırken İngiliz donanması İstanbul Boğazında
demirledi. İngilizlerle yapılan mülakatlar neticesinde Ruslar ile olan antlaşma iptal
edildi. Mısır Paşasına karşı yeni müttefik İngilizlerdi.
Osmanlı Devleti, Mısır ordusuna karşı Avrupa devletlerinden politik destek
sağlayınca, Mehmet Ali Paşa Mısır’a dönmek zorunda kaldı. İstanbul, Mehmet Ali
Paşa’yı tamamen bertaraf etmek ve Mısır’ı tamamen kendi kontrolü altına almak
niyetindeydi fakat İngilizler, Fransızları kışkırtmak istemiyorlardı. İngilizler, babadan
oğla geçecek şekilde Mısır Valiliğini Mehmet Ali Paşa’ya ve hânedanına vermeyi teklif
ettiler. Fakat Mısır resmen Osmanlı Devletine tâbi olacak ve valiler Osmanlı Sultanının
emri altında olacaklardı. İngilizler, Mehmet Ali Paşa’ya bu teklifi kabul etmekten başka
Altundağ, “Mehmed Ali Paşa”, İA VII, s. 571-572
Daniel Panzac, Osmanlı İmparatorluğu’nda Veba (1700-1859), (Çev.: Serap Yılmaz), Tarih Vakfı
Yurt Yay., İst., 2011, s. 62
250
251
79
çare bırakmamışlardı. Aksi taktirde Mısır da elinden gidebilirdi. Paşa, çaresiz kendisine
sunulan teklifi kabul etti252.
Mehmet Ali Paşa’nın Mısır’a çekilmesi ile İngilizler Suriye ve Irak’ta güçlü bir
rakipten kurtuldular. Vahhabîlerin etkisizleşmesi ve Körfezdeki şeyhlerle yapılan
antlaşmalarla İngilizler bölgede yine rakipsiz oldular hatta Basra Körfezi bir “Britanya
Gölü” haline geldi253.
Mehmet Ali Paşa ise 1849 yılına yani ölümüne kadar Mısır’ı vali olarak yönetti.
Bu süre içerisinde burasını müstakil devlet ve kendisini de bu ülkenin Sultanı yapmak
fikrinden asla vazgeçmedi. Ölümünden sonra da torunu I. Abbas Mısır Valiliğine
getirildi254.
2.3. Aşiretler ve Azınlıklar İle İlişkiler
Sanayi İnkılabı sonrası başta İngiltere olmak üzere Avrupa’nın ileri gelen
devletleri hızla sanayileştiler. Buhar makinelerde kullanılmaya başlandı. Fizik, kimya,
elektrik bilimlerinde önemli gelişmeler oldu. Bilimde tezahür eden gelişmeler üretime
de yansıdı. El emeğinin yerini makina alınca sömürge devletleri gelişen sanayilerine
çok daha fazla hammadde ve ürettikleri mamul mallar için de yeni pazarlara olan
ihtiyaçları arttı. Bu ihtiyaçları karşılamak için sanayisi gelişmemiş ülkelere yöneldiler.
Sanayi İnkılabını ilk gerçekleştiren İngilizler bu girişimlerin öncüsü oldular. İngilizler
münasebetlerinin gâyet iyi olduğu Osmanlı Devletinde faaliyetlerine derhal başladılar.
Dünyanın en büyük devletlerinden olan Osmanlı Devleti verimli arazilere sahip
olmasının yanı sıra mamül mallar için pekâlâ bir pazar da olabilirdi. Elçileri,
konsolosları, tüccarları, siyasetçileri ve misyonerleri aracılığıyla kısa sürede ticarî ve
siyasî ağlar ördüler, imtiyazlar aldılar ve ahitnameler akdettiler. Ülkenin en ücra
köşelerinde dahi konsolosluklar ya da temsilcilikler açarak konumlarını güçlendirdiler
ve adeta ülke içinde en etkili yabancı devlet haline geldiler. Etkinlik gösterdikleri
bölgelerden birisi de hiç kuşkusuz Irak idi. Irak sahip olduğu verimli arazilerin yanı sıra
ticaret yollarının da kavşak noktası durumundaydı. Ayrıca İngilizlerin Hindistan’a
kestirmeden ulaşabilmeleri için mevcut karayollarına ve ıslah edildiği taktirde Fırat ve
Dicle nehirleri vasıtasıyla Basra Körfezine ulaşan nehir yollarına da sahipti (Bkz.
Haritalar ve Krokiler 1). Bölgenin bu özelliklerinden dolayı İngilizler bu topraklarda
252
www.notablebiographies.com
Lutskiy, Arap Ülkelerinin Yakın Tarihi, s. 88
254
Altundağ, “Mehmed Ali Paşa”, s. 572-574 – www.notablebiographies.com
253
80
egemen güç olmak arzusundaydılar. Bu hususta İstanbul’dan bazı imtiyazlar dahi aldılar
ancak bölgede nüfuz kurabilmeleri için bu imtiyazlar kâfi değildi. Elde edilen
ayrıcalıkların yanı sıra bölgede meskûn aşiretler, kabileler, çeşitli etnik ve dinî alt
gruplar ile de dostâne ilişkiler geliştirmeleri şarttı. Zira İstanbul’a tâbi olmalarına
rağmen, alt grupların dışında aşiretler ve kabileler menfaatleri icabı Osmanlı Devletine
itaat etmemeyi şiar edinmişlerdi255. “…Dünyada hiçbir ulus, etnik ve dinî bakımdan
mütecanis değildir. Bu itibarla, sömürgeci devletler, yeni dönemde hedef ülke
üzerindeki siyasî ve iktisadî emellerinin tahakkuku için etnik ve dinî unsurların tahrik,
teşvik edilmesi ve sahiplenilmesi politikasını benimsediler. Aksi halde hedef ülkedeki
farklı etnik unsurlar olmasaydı, onlar tahrik ve teşvik edilmeselerdi, sadece askerî güçle
oralarda tutunmak mümkün olmayabilirdi...”256. Bu itibarla sömürge devletlerinden
olan İngiltere de
burasını tekeline almak maksadıyla askerî, siyasî, dinî ve ticarî
temsilcileri eliyle bölgenin sahibi Osmanlı Devleti dahil Rusya ve Fransa’yı da
etkisizleştirmek için bilhassa bu aşiretler ve kabileler üzerinde faaliyetlerine başlamakta
gecikmedi257.
Yürüttükleri bu faaliyetlerden dolayı Osmanlı Devleti için Irak’ta en belirgin
tehlike İngilizlerdi. Çalışmalarının karşılığını gören İngilizler Basra Körfezinde önemli
bir nüfuz alanı oluşturdular. Buranın ve komşu bölgelerin mahallî idarecileri ile himaye
amaçlı saldırmazlık antlaşmaları imzaladılar. Hatta Basra’da ikâmet eden fakat aslen
Basralı olmayanlara himaye amaçlı pasaportlar dahi dağıtmak istediler. Örneğin,
İngilizler Bahreyn halkı üzerinde kurdukları nüfuzlarını Bahreyn dışında yaşayan
Bahreynliler üzerinde de oluşturmak istediler. Basra kendileri için son derece önemli
olmasından dolayı burada hatırı sayılır sayıda Bahreynlinin ikâmet ettiğini ve ticaretle
iştigal olduğunu hesaba katarak bu kişilere himaye amaçlı pasaportlar dağıtmak
istediler. İngilizlerin bu çabaları İstanbul’u son derece rahatsız etti. Bağdat’a gönderilen
emirnâmede İngiliz konsolos ve memurlarının bu tür faaliyetlerine müsaade edilmemesi
ve en kısa sürede bunlarla görüşülerek bu planlarından vazgeçmeleri yolunda
telkinlerde bulunulması emredildi. Bu durumu egemenlik haklarına saldırı olarak
255
FO 78/1115, No: 11- Young, Return to the Marshes, Futura Publications Limited, Great Britain, 1978,
s. 56-Iraq and Persian Gulf, Geographical Handbook Series, September, 1944, s. 264-Philip Robins, The
Middle East, Oxford, 2009, s. 3-4-Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğu’nda İktisadi ve Sosyal Değişim
Makaleler 1, s. 173
256
Mustafa Öztürk, “Arap Ülkelerinde Osmanlı İdaresi”, History Studies Ortadoğu Özel Sayısı, 2010
257
FO 78/1115, No: 11-Robins, The Middle East, s. 3-4-Young, Return to Te Marshes, s. 56- Iraq and
Persian Gulf, s. 264
81
değerlendiren İstanbul, İngiliz yetkililere yapılan tüm ihtarlara rağmen eyâlet dahilinde
dağıtıldığı taktirde bu pasaportların hükümsüz olacağını belirtti258 (Bkz., Ekler 6).
Egemenlik haklarına İngilizler tarafından yapılan bir diğer önemli saldırı ise
yerel kabile ve aşiretler ile antlaşmalar yapılarak Fırat, Dicle nehirleri, Basra Körfezi ve
civarında savaş gemilerinin yüzdürülmesidir. XIX. yüzyılın ilk yıllarından itibaren
başlayan bu faaliyetlerin bir türlü önüne geçilemedi hatta bu faaliyetler artarak devam
etti259.
Yeri gelmişken bölgede meskun aşiret, kabile ve azınlıklar hakkında kısa bilgi
verilmesinin gerekli olduğu kanaatindeyiz. (Irak’ta meskun bazı aşiretler ve Araplar için
bkz. Haritalar ve Krokiler 3)
2.3.1.Şammar Aşireti
Kötülüğü ve yaptığı soygunlardan dolayı kötü bir üne sahip olan aşiret, bilhassa
baş düşmanları Aneze Kabilesi ile büyük rekabet ve düşmanlık içerisindeydi260. Ayrıca
muhtelif zamanlarda devlete baş kaldırıyor, telgraf, posta ve demiryolu için tehlike arz
ediyordu261. (Bkz. Ekler 9)
Aşiret zaman zaman İngilizlerin istekleri doğrultusunda hareket etti ve bilhassa
devletin bölgede kontolünün zayıfladığı dönemlerde zararlı faaliyetlerini arttırdı. Gavin
Young’ın ifadesiyle “…Bu aşiret sürekli olarak Bağdat Paşasına karşı isyan halinde
idi…”262. Harford Jones’un ilk İngiliz konsolosu sıfatıyla Bağdat’a atanmasından kısa
süre sonra İngiltere için Irak’ın önemi bir kat daha arttı263. Jones kısa sürede bu aşiret ve
Irak üzerinde nüfuz kurdu. Küçük Süleyman ve Davud Paşaları siyaseten geride bırakan
ve Irak’ın en etkili adamı haline gelen Jones, siyasî çalışmaları için bu aşireti kullandı
“…Bağdat Vikayeti’ne 19 Mayıs 1874 tarihiyle makam-ı âli cenab-ı vekâlet-penâhîye meb‘us
telgrafnamenin halidir.
Basra’da kâin Bahreyn ahâlîsine İngiltere konsolosu himâye pasaportu virmek üzre isimlerini defter
258
ittirmek de olduğu Basra mutasarrıflığından yazılmağla harekât-ı vakı‘anın tamamen
hâsıl
eyledikde işbu teşebbüsât-ı gayr-i meşru‘ hükûmetce şayân-ı i‘tibâr olmıyacağının ve bu yolda virilecek
pasaportlar tanınmayacağının sûret-i resmiyede konsoloshaneye bildirilmesi cevâben mutasarrıflığına
bildirilmekle arz-ı keyfiyyet ictisâr kılınan ferman” BOA, HR. SYS, 93/20
259
FO 248/34-Young, Return to the Marshes, s. 56-Çetinsaya, Sultan II. Abdülhamid Döneminde
Osmanlı Devleti’nin Irak Politikası, s. 172
260
Aşiretin bazı uygunsuzlukları hakkında ek bilgi için bak.: John Ross, Notes on Two Journeys From
Baghdad to The Ruins of Al Hadhr, in Mesopotamia, in 1836 and 1837, The Royal Geographical Society,
s. 456-458- (Bu aşiretin meskun olduğu bölgeyi gösterir harita için bak.: Haritalar ve Krokiler Ek 15)
261
FO 78/2195- Hala Mundhir Fattah, A Brief History of Iraq, New York, The USA, 2009, s. 145www.reference.com/browse/Jabal+Shammar
262
Young, Return to the Marshes, s. 56
263
Ireland, Iraq a Study in Political Department, s. 36
82
hatta aşireti Küçük Süleyman Paşa’yı katletmesi için kışkırttı264. Aşiret her zaman
İngiltere Devleti’nin direktifleri doğrutusunda hareket etmedi, zaman zaman da bu
ülkenin menfaatlerine aykırı davranmaya hatta zarar vermeye çekinmedi. Örneğin; 1840
yılında Henry Layard* Havaiza’ya gelerek buradaki kabile şeyhleri ile antlaşma yapmak
istedi. Maksadı Dicle’de iki adet silahlı gemi (Assyria ve Nitocris) yüzdürmekti. Zira bu
aşiretler ile anlaşmadan onların bölgesinde gemi yüzdürmek neredeyse imkânsızdı.
Taraflar arasında yapılan görüşme olumluydu. Layard, bu anlaşmaya itimat ederek
gemileri Basra Körfezine doğru yönlendirildi fakat kendisine ulaşan haberle hayal
kırıklığına uğradı, zira gemiler Şammar Aşireti tarafından Bağdat yakınlarında
durdurulmuş ve soyulmuştu. Oysa kendisi Türk otoriteler tarafından uyarılmıştı. Uyarıyı
dikkate almamamın bedelini ağır ödeyen Layard meydana gelen bu olaydan ders çıkardı
ve bundan sonra bu grupları daha çok dikkate almaya başladı. Bunu yaparken de
devletin atadığı resmi görevlileri çoğu zaman göz ardı etti265.
2.3.2.Hemavend Aşireti
“Kötü şöhretli bir Kürt aşireti olup, geçen asrın (XIX. yüzyıl kastediliyor) ikinci
yarısında Musul’un cenubunda Dicle sahilleri bunların yağmacılıklarına sahne
olmuştur. Bu aşiret Cuinet’ye göre, buralara cenûbî İran’dan hicret etmiştir. Curzon’a
göre ise, bu aşiret Kirmanşah’ta sâkin bulunan Kürtlerin küçük bir kısmıdır. Türkler,
ancak birkaç seferden sonra, bunları itaat altına alabilmiştir266.”
Yarı resmi bir gazete olan ve Mithad Paşa’nın Bağdat Valiliği zamanında
Bağdat’ta yayın yapan ez-Zevra Gazetesi’nde bu aşiret ile ilgili olarak şu bilgilere yer
verilmektedir:
“Bir çok senelerden beri Süleymâniye ve Şehrizor taraflarında kat-ı tarik ve katli nüfus ve gasp fiili şekâvetiyle ibâdallah-i ızrâr iden Hemâvend taifesi üç dört yüz
atlıdan mürekkeb bir cem‘iyet olduğu halde bunlar şekâvet yolunda … yetmiş seksen
kadar nüfus-ı habiseden ibâret kalarak İran toprağına geçmiş olmalarıyla merkūmlar
Zohab Sancağı dahilinde kâin mahallerde birleşip ve fırsat buldukça yirmişer otuzar
264
Saleh, Britain and Iraq, s. 84
Bu şahıs daha sonra Ninova ve Nemrut’ta kazı yapacak olan Sir Henry Layard’tır.
265
Young, Return to the Marshes, s. 56
266
“Hamavend”, İA V/I, M.E.B. Bas., İst., 1988, s. 179
*
83
atlu olarak berü tarafa geçip rast geldikleri âdemleri soyarak yine İran toprağına
geçerler…”267
İran, Osmanlı Devletinin toprağı olan Irak’ı öteden beri ele geçirmek için her
fırsatı değerlendirdi ve gerek Irak’ta meskun gerekse yarı göçebe hayat sürüp belli
mevsimlerde Irak topraklarına geçen aşiretleri ve kabileleri Osmanlı Devletine karşı
kışkırttı. Bu aşiret de İran Devletinden her zaman destek gördü ve Irak’ta yaptığı
kanunsuzlukların akabinde İran toprağına sığındı.
Bağdat Valiliği süresince başarılı görevler ifa eden Mithat Paşa, bu aşiretin
zararlı faaliyetlerinin önüne geçmek için vakit kaybetmedi. İran Şahı Nasıreddin’in
1871 yılındaki Irak ziyareti sırasında kendisi ile bir antlaşma akdetti. Bu antlaşma ile
İran Devleti Hemavend Aşiretinden kendi toprağına sığınmak isteyecek firarileri kabul
etmeyeceğini, herhangi bir şekilde hududu geçerlerse Osmanlı memurlarına teslim
edeceğini garanti ediyordu. Bu antlaşmadan sonra aşiret önemli bir destekten mahrum
kaldı268.
2.3.3.Sencabi Kabilesi
Bu Kabile de oldukça kötü bir şöhrete sahipti. Kabile mensupları bilhassa kışın
Irak bölgesine geçtiklerinde ve zaman zaman da İran hududundan ansızın saldırarak
kamu malına, kervanlara, postalara ve zirai mahsullere zarar veriyorlar, asayişsizliklere,
sosyal problemlere neden oluyorlardı. Bu zararlı faaliyetlerinin hemen ardından İran’a
kaçtıkları için devlet bu kabilenin mensuplarını kontrol altına almakta çoğu zaman
muktedir olamıyordu269. Mithat Paşa’nın İran Şahı ile olan 9 Ocak 1871 tarihli
antlaşmasında İran Devleti Hemavend Aşiretinin yanı sıra bu aşiretten de kendi
toprağına sığınmak isteyenler olursa kesinlikle kabul etmeyeceğini, fakat tüm
engellemelere rağmen hududu geçerlerse kesinlikle himaye edilmeyip Osmanlı
Zevra Gazetesi, Numara 6, 10 Rebiülahir 1286 (M. 20 Temmuz 1869)
Mithat, Tabsir-ül İbret, s. 98-Midhat, The Life of Midhat Pasha, a record of his services, political
reforms, banishment and judicial murder (1903), J. Murray (Publisher), London, s. 53
269
“İran’a mensup Sencabi Aşiretinin Dalyan fırkasından İran’ın sivāri serbaz (asker) zâbitânından
havas ve birâderleri Nur Ali ve zâhir ve Hatim Han oğlu Şivaz Han Dalyan oğlu Nâsır yüz kadar sivāri
ve seksan kadar piyade şişhâne serbazlarıyla (askerleriyle) işbu teşrin-i sânînin ibtidâsı Cumaertesi
gecesi Hanikin ile Kızlar(a)bad arasındaki dağa gelip telgraf hatlarını ve top başılarını şikest ve
zuemâlarınca zikrolunan top başılar bir daha yapılamamak beraberlerince ahz ile o gece o civarda pusu
kurarak Hanikin’den kalkup Bağdad’a gelmekde bulunan yigirmi beş yük tüccar malını dahi nehb ve
gasb itdikleri … hudûdu öte tarafa geçip canlarını kurtarabilmiş ve bizim atlılar ise Devlet-i ̒Aliyye ve
İran beyninde müna‘kıd olan muahedât ahkâmına riâyeten hudûdu öte tarafa tecâvüz itmeyip geriye
avdetle emvâl-i mütenevviʻayı kâmilen ve tamamen sahiplerine teslim kılınmış idügi Hanikin’den
yazılıyor…” Zevra Gazetesi, Numro: 23, 12 Şa‘ban 1286 (M. 17 Kasım 18699
267
268
84
memurlarına teslim edeceğini garanti ediyordu. Antlaşmaya İran Devleti tarafından
riayet edilince bu aşiret de tıpkı Hemavend Aşireti gibi önemli bir destekten yoksun
kaldı ve kaçıp saklanabileceği ikinci bir adres kalmayınca sıkıntılara düçar oldu270.
2.3.4.Aneze Aşireti
Aşiret, XVIII. yüzyılda Arabistan Yarımadasından Suriye Çölüne göç etti. Çölün
uç kısımlarında yaşayan Şammar Aşireti ile mücadeleye girerek aynı yüzyılın
ortalarında bu aşireti Irak sınırında yer alan Fırat Nehri vadisine göçe zorladı. Hakeza
Irak ve Suriye arasında kısa sürede kontrolü eline alarak ticaret, tarım ve hac yolunu
tehdit etmeye başladı271.
Aneze Aşireti, Fırat Nehri vadisine belirli mevsimlerde göç ediyordu. Zaten
düşman olan bu iki kabile birbirlerine ansızın saldırıyor ve ağır zayiat verdiriyorlardı.
İki kabile arasındaki bu kanlı mücadeleler hiç eksik olmadı272. Devlet ise zaman zaman
aralarınını bulmak için çaba sarf etti bazen de menfaati doğrultusunda birini destekleyip
diğerinin üzerine salarak bu iki kabileyi kontrol altında tutmaya çalıştı273.
Aşiret, devletin kendi menfaatlerini zedelememesi ya da tamamen kontrol altına
almaması için yeri geldiğinde diğer aşiret ya da azınlık grupları ile yeri geldiğinde ise
münferit olarak devlete karşı isyan etti. Bunlar arasında Şammar Aşireti ve Yezidî
milleti örnek gösterilebir274.
Mithat, Tabsir-ül İbret, s. 98
www.reference.com/browse/Jabal+Shammar
272
“…Fırat Nehri’nin batı yakasının içlerine doğru olan bölge kötülüğü ile ün salmış olan Aneze Aşireti
tarafından iskan edilmiştir. Bu kabileler için talan bir gelenek haline gelmiştir. Sürekli olarak nehri
geçerler ve düşmanları olan Şammar Araplarını soyarlar. Keza Şammar Arapları da karşılık verirler.
Uygun bir zaman bulduklarında nehri geçer ve Aneze Aşiretine saldırırlar…” FO 78/2195, 22.11.1871 www.reference.com/browse/Jabal+Shammar
273
FO 78/1397-Abdul Karim Rafiq, 18. ve 19 Yüzyılda Avrupa ve Ortadoğu, (Haz.: Youssef M.
Choueiri), Ortadoğu Tarihi, İnkılap Yay., İst., 2011, s. 281
274
“Efendim;
Geçen ayın on sekizinde Bağdat’a gelişinden sonra, Ömer Paşa, Muntafık Bölgesi’nde yer alan Fırat
Nehri’nin geçtiği yerde ilerleyen (6 numaralı mektubumda belirttiğim gibi) Aneze Kabilesi’ni muhasara
etmek ve durdurmak için hiç zaman kaybetmedi. Taburlar Fırat Nehri üzerinde bulunan garnizon
şehirleri ve Bağdat’tan toplandı. Bu taburlar kendileri için uygun görülen pozisyonlara yerleşme planını
Araplar farketmeden uygulamayı başardılar. 250 atlı, Abdulmuhsin ve Duham bin Faşiyah’ı alarak
kordonu yarmalarına karşın halen iki nehir arasında kuşatma altındalar. Akabinde Muntafık, Zubeid ve
yerleşik diğer kabilelerin saldırılarına maruz kaldılar. Bu kabilelerin yardımlarına Ömer Paşa tarafından
gerek duyulmuştur. Sonuç olarak hükûmetin taktiri ile bu kabileler zayıflatılmıştır.” FO 78/1397,
16.03.1858-Zevra Gazetesi Numro: 2, 12 Rebiülevvel 1286, (M. 22 Haziran 1869)
270
271
85
2.3.5.Müntefik Aşireti
Müntefik Aşireti Irak’ın en büyük aşiretlerindendi. Aşiret zaman zaman Devlete
bağlılık gösterdi zaman zaman da bilhassa İngilizlerin siyasî çalışmaları sonucu devletin
aleyhinde faaliyetlerde bulundu. Devlete bağlılık gösterdiğinde gerek diğer devletler
gerekse Irak’taki isyancı aşiret ya da kabilelere karşı devletin yanında yer aldı275.
Bağdat Başkonsolosu Rawlinson’un Viskont Stratford de Redcliffe’e gönderdiği
istihbarat mektubunda “…devam eden Osmanlı-Rus Harbi dolayısıyla İran ordusunun
hazırda beklediği ve uygun bir zamanda Basra’ya saldırı niyetinde olduğu ve bu
sebepten dolayı Reşit Paşa’nın Muntafık Arapları ile ittifak kurarak 30.000 kişiden
müteşekkil bir ordu kurduğundan…”276 bahsetmektedir. Hem kurulan bu ittifak hem de
Majestelerinin Türk tarafında yer alarak Şahı tehdit etmesi İran’ın Basra’ya saldırısını
engelledi.
Bu aşiret bilhassa Basra bölgesine hâkim durumdaydı. Mülkî amirler aşiretin
tamamen ve her zaman kontrolleri altında olmamasından gâyet rahatsızlardı. Kendisine
karşı duyulan bu rahatsızlığa karşın aşiret sürekli devlet aleyhinde davranışlarda
bulunmuyor yukarıda da değinildiği gibi yeri geldiğinde vali ve paşalar ile ittifaka
girerek büyük yararlılık gösterebiliyordu277. Örneğin 1802 yılında Vahhabîlerin Irak
sınırına saldırısı karşısında devletin yanında yer alarak bu saldırıyı durdurmayı başardı.
Ayrıca diğer aşiretlerin zararlı faaliyetleri karşısında yine zaman zaman devletle işbirliği
yaptı278.
Müntefik Aşireti’nden başka diğer aşiretler ve kabileler arasında öteden beri
anlaşmazlıklar hiç eksik olmazdı. Birbirleri ile olan bu anlaşmazlıkları kullanarak
İngilizlerin onlar üzerinde egemenlik kurduğu ve söz sahibi olduğu herkesin
malûmudur. Plan çok basit olmakla birlikte bir o kadar da başarılı idi. Birbiriyle ihtilaflı
olan iki taraftan özellikle kuvvetli olan desteklenir ve desteklenen tarafın sempatisi
275
Charles Tripp, A History of Iraq, Second Edition, United States of America, 2002, s. 9-Zevra Gazetesi,
Numro 21, 21 Teşrin-i evvel 1285 Salı (M. 3. Kaım 1869)-Numro 22, 18 Teşrin-i evvel 1285 Salı (M. 30
Ekim 1869)
276
FO 78/1018, No: 37
277
“…İran konsolosunun birkaç gün önce Şuster ve Dezful Prensinden aldığı mektuplarda H.R.H.’nin
Tahran’dan aldığı talimat ile 20. 000 adamdan müteşekkil bir ordu topladığı, Mahamrah ile Ahvaz
arasında kamp kurduğu ve yeni talimatlar beklediği ifâde ediliyor. Türk tarafında Müntefik Arapları ve
onların müttefikleri tarafından İran nümayişine karşı muharebe etmek için enerji sarf ediliyor ve Şuster
kuvveti Basra’ya ilerlediği taktirde söz konusu bölgenin savunması için Şûku’ş-Şuyûh’tan 20-30.000
kişinin hareket edeceği hususunda Reşit Paşa bana teminat veriyor…” FO 78/1018, No: 37
278
Rafiq, 18. ve 19. Yüzyılda Avrupa ve Ortadoğu, s. 281-Tripp, A History of Iraq, s. 9- Umar, “Basra ile
Müntefikte Aşiretlerin Mücadelesi ve Sadun Paşa”, s. 11
86
kazanılır karşı taraf da bu kuvvetli ittifakın karşısında adeta sinmek durumunda kalırdı.
Böylece her iki tarafı da himayesine alır ve her istediğini yaptırabilecek hale getirirdi279.
İngilizler aynı planı Hindistan’da da uyguladılar. Güçlü olan bir Subabı (Vali,
Prens) destekler, kazanınca ondan imtiyaz alırlardı.
2.3.6. Ben-i Lam Aşireti
Yirmi iki bin çadırdan oluşan büyük bir aşirettir. Müntefik Aşireti ile birlik olup
zaman zaman devlete isyan etmekten çekinmedi. Mithad Paşa’nın Bağdat Valiliği
döneminde getirilen askerlikte kura ve vergi usulünü kabullenemedi ve adı geçen aşiret
ile Osmanlı Devletine karşı isyan etti280. Mithad Paşa’nın bu aşiretler karşısında
dirayetli davranması ve taviz vermeden üzerlerine gitmesi müsbet sonuçlar almasını
sağladı. Her iki aşiret de Paşaya boyun eğmek ve yeni düzenlemeleri kabul etmek
zorunda kaldı. Hatta zaman zaman istanbul’un direktifleri doğrultusunda hareket etti ve
gerek isyan eden diğer aşiretler gerek İran’a karşı devletin yanında yer alarak büyük
yararlık gösterdi281.
Yerel otoriteye menfaatine aykırı olan durumlarda çekinmeden baş kaldıran
aşiret İngilizler için de güvenilir değildi. Çünkü bu aşiret Sir Henry Layard ile
anlaşmayı gözardı ederek İngilizlerin Dicle Nehri’nde seyir halinde olan iki gemisine
saldırdı. Gemiler Basra Körfezine yaklaştıklarında ise asıl darbeyi Şammar Aşireti’nden
yedi. Aşiret üyeleri iki gemiyi de soydu. Aşiretlerin saldırıları karşısında İngilizler bu
kabileye itimat edilmeyeceğinin farkına vardılar282.
2.3.7. Yahudiler
II. Babil hükümdarı Nabukadnezar M.Ö 601 senesinde Kudüs’e saldırdı.
Hükümdarın bu saldırısı Yahudilerin mukavemetini kırmak için yeterli değildi. M.Ö
587’de daha hazırlıklı olarak Kudüs’ü kuşattı ve burasını ele geçirdi. Babilliler,
Yahudileri esir ederek beraberinde Babil’e (bugün Irak sınırları dahilindeki bölge)
götürdüler. Böylece Yahudi nüfusunun önemli bir yekünü (17.000 kişi) Kudüs’ten
BOA, HR. MKT, 185/55-Kurşun, Katar ve Basra’da Osmanlılar, s. 112-Umar, Basra ile Müntefikte
Aşiretlerin Mücadelesi ve Sadun Paşa, s. 10
280
Zevra Gazetesi, Numro 25, 26 Şa‘ban 1286 (M. 1 Aralık 1869)
281
Tripp, A History of Irak, s. 9-Hala Mundhir Fattah, A Brief History of Iraq, New York, The USA,
2009, s. 146
282
Young, Return to the Marshes, s. 56
279
87
uzaklaştırıldı. Bu uzaklaştırma Yahudilerin Kudüs’ten ilk sürgünleridir. 586’daki ikinci
akında ise Kudüs şehri yakılıp yıkılarak tamamen harabeye çevrildi. Bu ikinci sefer
sonunda da geride kalan yaklaşık bin kişilik Yahudi Babil’e sevkedildi. Böylece
Yahudiler yurtlarından topluca koparıldılar. Nabukadnezar’a esir düşen Yahudiler
Babil’de Babil Devleti’ne hizmet etmek zorunda kaldılar. Perslerin Babil’i ele
geçirmeleri ile Babil Devleti de ortadan kalkmış oluyordu. Pers Kralı II. Kyros
(Keyhüsrev), yetmiş yıllık bir esaretin ardından Yahudileri tekrar Kudüs’e gönderdi.
Özerk bir eyâlet haline gelen Kudüs’e gidenler Pers Krallığının egemenliği altında
burada meskun edildiler. Esir Yahudilerden bir kısmı anavatanlarına dönmediler ya da
dönemediler ve Babil’in yerli azınlıklarından birisini oluşturdular. Çalışma alanımız
olan XIX. yüzyılda ise bu dine mensup olanlar genellikle Irak’ın kuzey kesimlerinde
Bitlis ile Musul arasındaki bölgede yaşamaktaydılar. Yahudiler, Hıristiyanlarla birlikte
bölgede meskun ve bir hayli de etkin olan Kürtler’in tehdidi altındaydılar. Kürt reisi
Bedirhan’ın 1855 yılında başlattığı ve Yahudiler ile Hıristiyanları da hedef alan isyanda
bu dinlere mensup pek çok kişi katledildi. İngiltere’nin Bağdat Başkonsolosunun
raporuna göre “… bu isyan karşısında Türk memurlar Kürtlerin bu cüretleri karşısında
tamamen felç oldular. Bu memurlar isyana karşı durmak, kendilerini sorumluluk altına
sokmak yerine koltuklarına çekilerek…”283 olayları izlemekle yetindiler. Konsolosun bu
iddiasını yine kendisi yalanlamaktadır zira aynı raporun devamında “…Reşit Paşa’nın
büyük Arap kabileleri ile anlaşarak ve piyade alaylarını teşkil ederek isyancı Kürtlere
boyun eğdirmek için İstanbul’dan emir beklediği…”284 hususunda bilgi yer almaktadır.
(Bkz., Ekler 14-15)
Kürtler Irak’ta muhtelif zamanlarda pek çok kez Osmanlı Devleti’ne karşı isyan
ettiler ve bu isyanlar devleti bir hayli uğraştırdı. İngilizler bu isyanları desteklemekten
geri durmadılar hatta kimi zaman isyancıların ileri gelenlerini korumakta ve himaye
etmekte tereddüt etmediler285. Lakin katledilen Hıristiyanlar ve Yahudiler olunca bu
283
FO 78/1115, No: 1
FO 78/1115, No: 1, s. 210-213
285
“Geçen ayın 21’indeki yazışmamızdan bu yana bu Paşalıkta kaydadeğer bir şey gelişmedi ve aşağı
Dicle’de büyük Albu Muhammed Kabilesi meskûn hale getirildi. Bu kabilenin sadakatini kazanmak için
her şeyin tertip edildiğini yetkililerden öğrendim. Bölgede Britanya’nın ticarî gemilerinin yedi aydan beri
süregelen seyr-ü seferden men‘i ile ilgili engellerin kaldırıldığını buradaki yetkililerden öğrendim.
Kürdistan’ın güvenliğini sağlamak için alınan önlemler rapor eden resmi mektuplar dün
Musul’dan tarafıma ulaştı.
İstanbul’dan yeni emirler bekleyen büyük asi şefler, oradaki İngiliz ve Fransız konsoloslarının
teminatı altında İngiliz Konsolosluğunda bekliyorlar. Silahları ve paraları kendilerinden alındı. Onları
tekrar mukavemet etmekten alıkoyacağı umulan tedbirler alındı. Nevar ki Kürtler özellikle Türk
284
88
isyancılara karşı İstanbul’un sessiz kaldığından ve memurların cereyan eden bu olayları
izlemekle yetindiğinden yakınır oldular. İster İngiltere’nin baskıları sonucu ister
devletin isyancılara karşı kararlılığı sonucunda olsun bahsedilen isyan bastırıldı ve
sorumlular cezalandırıldı. XIX. yüzyılda Irak bölgesinde cereyan eden bu ve benzeri
olaylar incelendiğinde Hıristiyanlar ve Yahudilerin en az zarar gören gruplar olduğu
görülür. Oysa bu iki grubun bilhassa Hıristiyanların meydana gelen olaylarda
sorumluluklarının olmadığını söylemek mümkün değildir.
I. Dünya Savaşı sonrası Irak’ta oluşan yeni düzen ve Dünyanın içinde bulunduğu
ekonomik ve siyasî buhranlar neticesinde Kudüs’e göç ettirilene kadar Yahudiler
burasının yerli azınlıklarından birisini oluşturdular286.
Yusuf Besasel Mart 1914
tarihinde Bağdat’ta meskun Yahudi nüfusunu 45.000 olarak vermektedir287.
Stefanos Yerasimos, Irak’taki Yahudilerden bir kısmının yine burada meskun
Hıristiyanlar ile karışarak yaklaşık 40.000 kişiden müteşekkil Aziz Yuhanna
Hıristiyanları (Mandeenler)’nı meydana getirdikleri görüşünü savunmaktadır288.
2.3.8. Hıristiyanlar
Hıristiyanlar Irak’ın birçok şehrinde bulunmakla birlikte yoğun olarak Musul ve
çevresinde yaşamaktaydılar. Yakubî, Roman Katolik, Keldanî mezheplerine tâbi idiler.
Buckingham, Musul’da 14 adet kilisenin varlığından bahsederek bu kiliselerden beşinin
Keldânîlere, üçünün Suriye Hıristiyanlarına, birinin Yakubîler ve birinin ise Roman
Katoliklere ait olduğu bilgisini veriyor289. Hıristiyanların çoğu Irak’ın yerlisi olup
bazıları da ticarî amaçlı olarak bölgeye gelmişlerdi. Hıristiyanlar içerisinde en çok
yönetimine karşı tehlikeli ve öfkeliler ve bundan dolayı Musul kendilerinin iskanları için uygun bir yer
değildir. Bu Kürt reisler dağ evlerine yakındırlar ve orada Ruslar ile bağlantılıdırlar. Ruslara sempati
duyuyorlar ve Ruslardan menfaat umuyorlar. Buna karşın elde edecekleri menfaat geçici olabilir.
Viskonsül Rasam’ın mektuplarından öğrendim ki Musul’daki Türk yetkililer bizim himayemiz
altında olup da her gün zorluklar çıkaranların malvarlıklarını korumayı bıraktılar. Bu durum ileride kötü
sonuçlar doğuracaktır.
Aslında, Avrupalı temsilciler arasında anlayış olması gerekirken entrika olması fitneyi ortaya
çıkaracaktır. Eğer sükûnet için kati kararlar alınmaz ise Musul’daki artan huzursuzluk birçok sıkıntıya
belki de daha fazla belaya sebebiyet verecektir.
Mektubumu, Mr. Rasam’ın tedbirler alınması yönündeki tavsiyelerini içeren nüshasını ekleyerek
onayınıza sunuyorum.” FO 78/1115, No: 11-Eraslan, “Türk-İngiliz Rekabeti”, s. 229-230
286
Recep Yıldırım, Eskiçağ’da Anadolu, Meram Yay., İzmir, 1996, s. 11-Şemsettin Günaltay, Türk
Tarihinin İlk Devirlerinden Yakın Şark Elam ve Mezopotamya, İkinci Baskı, TTK Bas., Ankara, 1987, s.
588-589- “Yahudilik”, İA XIII, MEB Yay., 1997, s. 339-340
287
Yusuf Besasel, Osmanlı ve Türk Yahudileri, Gözlem Yay., İst., 1999, s. 89
288
Stefanos Yerasimos, Milliyetler ve Sınırlar, Balkanlar, Kafkasya ve Orta-Doğu, 6. Baskı, İletişim Yay.
İst., 2010, s. 120
289
Buckingham, Travels in Mezopotamia, London, 1827, s. 288
89
bilinen ve ileri gelen aileler Rasamlar, Halebiler ve Sayigler’di. Bu aileler Musul’un
önde
gelen
ve
sözü
geçen
Müslüman
ailelerinden
olan
Celili
Ailesinin
himayesindeydiler290. Celililerin Müslüman bir aile olması himayesindeki Hıristiyan
tüccarlara avantaj sağlıyordu. Bu aile ile bilhassa ticaretleri münasebetiyle dostâne
ilişkiler geliştirerek onların himayesi altında neredeyse hiç güvenlik kaygısına
düşmediler ve ticarette de bir hayli ileri gittiler. Hıristiyan aileler çoğu zaman Avrupa
ve Hint mallarını alıp satarlar yerli emtianın ticaretini yapmazlardı. Hint mallarını Irak
üzerinden Halep’e ve oradan da Avrupa’ya, Avrupa mallarını da yine Halep üzerinden
tüm Irak’a ulaştırırlardı. Ticaretin yanı sıra maliye ve ekonomi alanlarında da gâyet
mâhir oldukları için yerli halktan ticaret erbabı da bunlardan istifade ediyordu.
Böylelikle Hıristiyanlar kendilerine güçlü himaye ve ortaklar da buluyorlardı.
Hıristiyanların ticarette bu kadar muktedir olmalarında ve huzur içerisinde
yaşamalarında önemli olan unsurlardan birisi de başta İngilizler olmak üzere güçlü
Avrupa devletlerinin desteğini arkalarında hissetmeleriydi. Örneğin Rassam Ailesi
Britanya İmparatorluğunun Musul’da konsolosluk görevini üstlendi291. Konsoloslar
Büyükelçinin sorumluluğunda ticarî işler, nikah, boşanma, ölüm, doğum ve miras
hukuku ile ilgili hususlarda ülkeleri adına yetkililer iken tıpkı diğer konsoloslar gibi bu
aileden konsolosluk görevini üstlenenler de sürekli yetkilerinin dışına çıktılar. Bu
durumu Rasamlar hakkında bilgiler ihtiva eden yerli ve yabancı vesikalardan takip
etmek mümkündür. Hem kendileri hem de İngilizler için fevkalade önemli başarılara
imza atan Rasam Ailesinin bu faaliyetleri çoğu zaman Osmanlı Devletinin aleyhine
idi292. Britanya İmparatorluğunun Irak’ta icra ettiği siyaset, devletin bu duruma
müdahale etmesini çoğu zaman men ediyordu.
Çetinsaya, Ottoman Administration of Iraq, s. 4
Dina Rızk Khoury, Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Taşra Toplumu, Musul, Kültür Yay., İst.,
2007, s. 174-175
292
“…Musul Viskonsüllüğü’ne tatar vasıtasıyla 12 numaralı mektubumu gönderdikten sonra Yesdishir
Bey ve diğer asi Kürt şeflerine eşlik etmek gayesiyle şehirde olmadığına dair adı geçen konsolostan gizli
bir mektup aldım. Bu kişilerin gayesinin İngilizlerin himayesinde kalmak olduğu söyleniyor. Bunun için
yardımcı konsolos Rasam, Tuğgeneral Williams’ın emri ile hareket etmektedir. Musul yetkilileri bu
şeflerin fikirlerinden korktular. Bu şeflere şehirden sürgün edilen silahlı büyük bir grup yandaşlık ediyor.
Bağdat paşası endişelerini dün gece tarafıma bildirdi ve paşanın korkusu da Musul yetkililerinin
korkularından az değildir. Aslında bu sabah ziyaretinde de bana durumu açıkça ifade etti. Musul
paşasının raporunu okudu ve zihnini meşgul eden bu husus hakkında Musul yardımcı konsolosumuzla
irtibata geçmemi rica etti. İsteği üzerine dediğini hemen yaptım ve şimdi bu mektubun bir nüshasını
olurlarınızı almak için size gönderiyorum. Halihazırda bu konu ile alakalı olarak Mr. Rasam ile irtibata
geçemedim. Bu yüzden kendisinin talimatları alıp almadığını bilmiyorum. Musul’daki anarşiye ve
hepsinden öte, otoritenin zayıflığına aşinayım. Bu durumlara istinaden sizin vekâletinizi yerine getirmek
maksadıyla Musul’daki viskonsülünüze mektup gönderiyorum…” Bağdat Başkonsolosu Felix Jones, FO
78/1115 No: 9, 17.03.1855-FO 78/1115, No: 1, 06.01.1855
290
291
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
3. İNGİLTERE’NİN IRAK’TAKİ SİYASİ FAALİYETLERİ
“Bizim ezeli ve ebedi dost ve düşmanlarımız yoktur.
İngiltere’nin menfaatleri ebedidir ve vazifemiz bunları gözetmektir.”
PALMERSTON
3.1. Hindistan Yolunun Tahkimi
3.1.1.İngiltere’nin Hindistan’ı Ele Geçirmesi ve Bunun Irak’a Etkileri
Hindistan’a ilk ulaşanlar Portekizliler oldu. Vasco de Gama, Ümit Burnu’nu
dolaşarak 1498’de Kalküta’dan Hindistan’a çıktı. XVI. yüzyılın ilk yıllarında
Portekizliler burada ticarî koloniler kurdular ve kısa süre sonra Hindistan ile Batı
arasındaki ticarete hâkim oldular. Yüzyılın ortalarına doğru bu ülkeyi önce
Hollandalılar, Fransızlar sonra İngilizler takip ettiler. İngilizler zamanla Bombay
(Günümüzdeki adı Mumbai’dir.), Madras ve Kalküta başta olmak üzere Hindistan’ın
birçok eyâletine nüfuz etmeyi başardılar293.
XVII. yüzyılın başında Kralın emri doğrultusunda Doğu Hint Kumpanyası (The
British East India Company)
kuruldu ve hızla gelişti. Şirketin güvenliği İngiltere
Krallığının teminatı altındaydı294. Devletin gücünü de arkasında hisseden şirket
Portekizlilerle askerî, ticarî ve siyasî mücadeleye girişti. Bölgenin güçlü devletlerinden
olan Safevîler ile ittifak yaparak Portekiz’i yıprattı. Askerî güce de sahip olan şirket bu
devlet ile birlikte 1622 yılında Portekiz’i Hürmüz Boğazı’nda mağlup etti. Bundan
sonra kademe kademe Portekizliler önce Hindistan daha sonra da tüm bölgeden
çekilmek zorunda kaldılar. Safevîleri de menfaatleri için kullandıktan sonra bu ülkenin
bölgedeki etkinliğinin kendi menfaatlerini olumsuz etkileyecek seviyeye ulaşmamasına
özen gösterdiler ve bunda da başarılı oldular. Artık Hindistan ve kendilerini buraya
bağlayan yolların emniyetini tehdit eden en önemli rakipler Fransa ve Rusya idi. Bu
sebepten hem Fransa hem de Rusya ile diplomatik ve askerî mücadele başlattılar ve bu
www.bbc.co.uk - “… Hindistan, tarihe yaptığı fetihlerle değil, kurduğu yüksek felsefi-mistik kültürü ve
hoşgörüsü ile temâyüz etmiştir. Zengin kaynakları ve ticareti ile daima hedef ülke olmuş, sömürgecilik
tarihinde hiç de hak etmediği acı akıbetlere maruz kalmıştır. Özellikle İngiliz sömürge dönemi,
Hindistan’ın en bedbaht ve karanlık dönemi olarak tarihe geçmiştir…” Mustafa Öztürk, Tarih Felsefesi,
2. Baskı, Akçağ Yay., Ankara, 2010, s. 184
294
www.bbc.co.uk
293
91
süreç sonunda muvaffak oldular. Zira Rusya ve Fransa bölgede tek güç olmak, diğer
güçleri bölgeden uzaklaştırmak istiyorlardı295.
Rusya’nın Safevî Devleti’nin kuzeyini işgal etmesinin ardından Basra’yı da
ilerleyen zamanlarda ele geçirerek oradan da Hindistan’a ulaşacağı düşüncesi İngiliz
cephesinde kabul görmeye başladı296. Rusya’nın bölgede üstünlüğü eline almak için
Bağdat, Buşehr ve Basra’da konsolosluklar açarak hükûmet aleyhinde propagandalara
başlaması İngilizleri şüphelerinde haklı çıkardı297. Hatta İngilizler Basra ve diğer
bölgelere hem asker sevkettiler hem de ticarî depo görünümünde mühimmat depoları
yaparak burada askerî üstünlüğü ellerine almak istediler. Mühimmat yalnızca İngilizler
tarafından kullanılmadı, el altından yerel aşiretlere de dağıtılarak Osmanlı Devletinin
egemenliği zaafa uğratıldı, aynı zamanda çok stratejik bir bölgede mühimmat deposu
bulunduruldu298 (Bkz. Ek 7).
İngiliz Kumpanyası, Hindistan’daki işgalleri sayesinde siyasî bir devlet gibi
oldu. Söz konusu dönemde Irak, bu kumpanyanın egemenliği altında dolaylı olarak
İngilizler tarafından yönetildi299.
3.1.2. Osmanlı Devletinin Bölgedeki Durumu ve İngilizlerin Burada Etkin
Olma Çabaları
XVIII. yüzyılın ortalarından itibaren devletin birçok kademesinde iyiden iyiye
hissedilmeye başlayan ekonomik, askerî ve politik zayıflama ve çürümeye doğru
orantılı olarak, Osmanlı Devletinin Irak’taki otoritesi de seneler geçtikçe zayıflamaya
başladı. Aynı yüzyılın sonlarında Yeniçeriler güçlerini hemen hemen kaybettiler ve 18.
Alay bir kaç birliğini bölgede bırakarak çekildi*. Devletin varlık sebeplerinden olan
vergi, zaten bu bölgeden kısmen alınmakta
ve
yine buraya hizmet için
295
Cezmi Eraslan, “Irak’ta Türk-İngiliz Rekabeti (1876-1915)”, İstanbul Üni. Edeb. Fak. Tarih Dergisi
35, İÜ Edeb. Fak. Bas., İst., 1994, s. 230- www.bbc.co.uk
296
Eraslan, “Türk-İngiliz Rekabeti”, s. 231
297
Eraslan, “Türk-İngiliz Rekabeti”, s. 231
298
Ali Haydar Mithat, Tabsir-ül İbret, Birinci Kitap, Hilal Matbaası, İst., 1325, s. 105-107
299
Borisoviç Lutskiy, Arap Ülkelerinin Yakın Tarihi (Çev. Turan Keskin), Yordam Yay., İst., 2011, s.
140- Stefanos Yerasimos, Milliyetler ve Sınırlar, Balkanlar, Kafkasya ve Orta-Doğu, 6. Baskı, İletişim
Yay. İst., 2010, s. 122
*
Bu coğrafya; üzerinde barındırdığı millet, devlet ya da toplulukları askerî nitelikli olmaya zorlar. Bu
durum yalnızca Türkler için değil onlardan önce buraya hükmedenler için de geçerli idi. Buraya
hükmedenler bu özelliklerini yitirdikleri için de buradaki güçlü konumlarını rakiplerine kaptırdılar. Bu
durumun farkında olan İngilizler burada siyasî zafer kazandıktan sonra askerlerini hiç eksik etmediler ve
uzun seneler buranın fiili kontrolünü ellerinde bulundurdular.
92
harcanmaktaydı300. Bu amaçla kullanılmasının yanı sıra bölgedeki otoritesinin de
sembolü olan vergi artık toplanamıyordu. Durumdan istifade ile bazı devlet yetkilileri
hem keyfi olarak hem de misliyle vergi toplamaya ve hüküm sürmeye başladılar. Bu
uygunsuz ve kanunsuz hareketler cezasız kaldı. Böyle olunca yeni usulsüzlükler
birbirini takip etti301. Irak’ın İstanbul’dan uzak oluşu da burasının zaman zaman sürgün
yeri olarak görülmesine sebep oldu. Bu durum da haliyle bazı sorunları beraberinde
getirdi. Buraya atanan memurlar görev yerine ulaşsalar bile İstanbul ile olan bürokratik
işlemler bir hayli gecikiyor maaşlar düzensiz ödeniyor ve memurların yetersiz kaldığı
durumlarda ise İstanbul’un buraya müdahalesi çok geç oluyor hatta bazen olmuyordu.
Bağdat, Basra ve Musul gibi asayiş sorunlarının eksik olmadığı yerlerde koordineli
çalışmak, olaylara anında ve kararlılıkla müdahale etmek tek geçerli yoldu. Böyle
olmadığı taktirde ise atanan memurların işleri bir hayli güçleşiyor hatta zaman zaman
buradaki yetkileri izafî olabiliyordu. Bu durumda da devletin kontrolü zayıf
kalıyordu302. Bu olumsuz duruma karşın, devletin otoritesi kısmen de olsa devam
ediyordu. Yönetime gelince son dönemde değil, burasının ele geçirilmesinden
başlayarak II. Mahmud’un Kölemen iktidarına son vererek (1831) merkezden yönetici
atamaya başlamasına kadar, Osmanlı Devleti, Irak’ın yönetimine karışmadı. Devletin
kendi egemenliğini tanıyan bölgenin güçlü kişilerini ve zâdegânlarını başa getirdi.
Kabileler arasında bitip tükenmeyen mücadelelerden de yararlanan devlet bu sayede
bölgede yönetimi elinde tutmayı başardı. İstanbul’u arkasında hissetmek isteyen kabile
şeyhleri, reisler ve emirler çıkarları icabı da olsa devlete vergilerini verdiler hatta
devlete baş kaldıran diğer unsurlara karşı devletin yanında yer alarak isyanların
bastırılmasında yararlılık gösterdiler303.
Devletin müsaadesi ve desteği ile Irak’ta söz sahibi olan ve 1779’da Büyük
Süleyman Paşa’nın Bağdat Valiliği ile başlayarak Davut Paşa’nın 1831’de aynı
300
Zekeriya Kurşun, Basra Körfezinde Osmanlı-İngiliz Çekişmesi Katar’da Osmanlılar 1871-1916, TTK
Yay., 2004, s. 47
301
M.E. Yapp, The Making of the Modern Near East 1792-1923, New York USA, 1987, s. 139
302
“…Yetkililerin kayıtsızlığı çete üyelerinin çoğalmasına ve bunların jandarmayı hiçe saymalarına
neden oldu. Dahası bu çete üyeleri umumî yerlere sıkı sık uğrar hale geldiler ve hiç kimse bunlara
müdahale etme cesaretini kendisinde bulamadı. Dükkânlara ve evlere girdiler. Valinin aldığı tek önlem
şehir halkının sokaklarda silah taşımalarının önüne geçmek oldu. Bu ise insanları tamamen haydutların
insafına bıraktı…” FO 78/2352- Ebubekir Ceylan, “Namık Paşa’nın Bağdat Valilikleri”, Toplumsal
Tarih 186, 2009, s. 78
303
FO 78/1115, No: 1, s. 210-213-Yapp, The Making of the Modern Near East, s. 140- İlber Ortaylı,
Osmanlı İmparatorluğu’nda İktisadi ve Sosyal Değişim Makaleler 1, Birinci Baskı, Turhan Kitabevi,
Ankara, 2000, s. 173
93
valilikten azline kadar burasının yöneticiliğini üstlenen Memlük Paşaları304 durumlarını
kuvvetlendirmek için Avrupalılardan medet umar hale geldiler. Merkezî otoriteyi yok
sayarak Avrupa ülkelerinin temsilcileri ile anlaşma yoluna gitmekten çekinmediler305.
Bu temsilciler de devletin burada kontrolü sağlamada bir hayli yetersiz olduğunu çok iyi
biliyorlardı. Kendilerinden talep edilenleri büyük bir fırsat görerek eğitim, modern
silahlar ve yeri geldiğinde yerel güçlere karşı destek sağladılar. Dahası bu destekleri
artarak devam etti. Devletin temsilcilerinin devlet aleyhine olan bu işbirliğine
gitmelerindeki gerekçeleri ise İstanbul’un yeterli ve zamanında desteği kendilerine
sağlayamaması idi. Kısa vadede yerel yöneticilere nispî menfaatler sağlayan bu ve
benzeri işbirliği kendilerine, bölge halkına ve devlete uzun vadede büyük zarar verdi.
Büyük güçlerin Irak başta olmak üzere Ortadoğu’ya müdahalesi sonucu barış ve istikrar
dönemi sona erdi, savaş ve istikrarsızlıkların hiç durmadığı hatta günümüzde de
misliyle devam ettiği bir yer haline geldi. Bölgeyi bu hale getiren devletlerin başında ise
İngiltere geliyordu306.
El-Cezire ve Irak bölgesinin Yakındoğu ile Ortadoğu, Doğu Akdeniz ile
Hindistan arasında kilit noktada yer alması İngiltere, Rusya, Fransa ve sonraları ise
Almanya arasındaki çekişmelerin ana nedenidir. Adı geçen bu devletlerin aralarındaki
mücadeleler çok çetin olmakla birlikte özellikle XIX. yüzyıl boyunca İngiltere bölgede
en baskın ve en çok sözü geçen devlet olmayı başardı307.
Uluslararası politikada oldukça etkin bir kimse olan Lord Curzon’un ifadesiyle:
“İster resmi bir düzenleme sonucu olsun, ister halen siyasî ve askerî kontrolün ardında
304
Charles Tripp, A History of Iraq, Second Edition, United States of America, 2002, s. 8
www.britishempire.co.uk
306
Yapp, The Making of the Modern Near East, s. 140
307
Hans J. Nissen-Peter Heine, From Mezopotamia to Iraq, (Translated by Hans J. Nissen), Chicage
United States of America, 2009, s. 127-128 - Guest, The Euphrates Expedition, s. 141- “…Büyük
Britanya, uzun yıllardır, toprakları Aden’den Umman’a ve Umman’dan Basra Körfezi ağzına kadar
uzanan yerel şeyhlerin dostu ve hamisi olmuştur. Kendileriyle antlaşmalar imzaladık ve ihtiyaç
duydukları anda kendilerini koruyacağımızı vaad ettik; onları savaşçı Necid Araplarının uyguladıkları
cebrî hareketlerden kurtardık; mahkemelerine mahallinde meskûn İngiliz vatandaşları atadık, bütün
yabancı politik muhaberāt onlar aracılığıyla yapılmakta, bu düzenden de devletleri haberdar ettik.
Şeyhler bizi diğer Hıristiyanlardan daha çok seviyor, nedeni doğruluk, dürüstlük ve adalet gibi, öteki
ülkelerde olmayan bazı erdemlere sahip olmamız. Kendi çıkarımız olmamasına ve herhangi bir kazanç
elde etmememize rağmen, Basra Körfezindeki esir pazarlarını ve esir ticaretini yok etmek için kucaklar
dolusu para sarfetmiş olmamız karşısında duydukları hayret hâlâ devam ediyor. Birçok dindar Arapların
inancına göre bunun, kâfirliklerini cezalandırmak için İngilizlere ceza olarak verilen bir tür cinnet
olduğu sanılıyor. Bismillah! Kendilerine buyurun sizin olsun diye topraklarımızı teklif ettiğimizde, resmen
reddediyorlar. Bu diğergamlık aklı başı yerinde olan Araplarda söz konusu değil, öyle veya böyle
İngilizler zararsız görülüyor.” “Archibald Dunn, Basra Körfezindeki İngiliz Çıkarları”, Türk Kültürü
İncelemeleri Dergisi 3, (Cev.: Zekeriya Kurşun), İst., 2000, s. 308-Philip Willard Ireland, Iraq a Study in
Political Department, Kegan Paul Limited, London, 2004, s. 36
305
94
yatan yerel ticarî çıkarların ihmali yüzünden olsun, Basra Körfezinde tanınacak
imtiyazlar Büyük Britanya’nın Uzak Doğu’da denizdeki egemenliğini, Hindistan’daki
siyasî konumunu ve her iki yerdeki ticarî çıkarlarını ve Avrasya ile olan imparatorluk
bağlarını tehlikeye düşürecektir.”308
Yine Lord Curzon bir başka konuşmasında; “Herhangi bir yabancının Basra
Körfezinde bir yer edinmesine razı gelecek herhangi bir İngiliz temsilcisini vatanına
ihanet suçuyla suçlamaktan çekinmem” diyerek Körfez bölgesinin İngiltere için ne
kadar önem arz ettiğini vurguluyordu309.
Kendileri için bu kadar önemli olmasından dolayı İngilizler Irak’taki
faaliyetlerini ilk olarak Basra Körfezine kıyısı olan Basra’da başlattılar. Burası küçük
bir yerleşim yeri olmakla birlikte Irak’ı denize bağlayan bir körfeze sahip olması
sebebiyle kendileri için büyük önem arz etmekteydi. Ayrıca Körfez, İngiltere Kraliyet
Yolunun geçtiği güzergâhta olmasından dolayı son derece stratejik önemi haiz bir
konumdaydı310. XVIII. Yüzyılın son çeyreğine doğru Basra’da faaliyetlerine başlayan
İngilizler burasıyla yetinmeyip Bağdat ve Musul’a da nüfuz ederek Irak’ta siyasî,
iktisadî ve hukukî açıdan tek güç olmak ve burayı müstemlekeleri haline getirmek için
çalışmalarına derhal başladılar311. Politik çalışmaları sayesinde istediklerini elde etmeyi
başardılar lakin unutulmamalıdır ki İngilizlerin Irak’taki nüfuzu kısa sürede gelişen bir
olay değil yıllar süren bir organizasyonun ürünüdür.
İngilizlerin Basra’daki tacirleri ticaret yapıyor, aynı zamanda buranın siyasî, dinî
ve iktisadî ehemmiyetini de göz önünde bulundurarak şehri ve bölgede meskun ya da
yarı yerleşik kabile ve aşiretleri etkilemek için ellerinden geleni yapıyor, ticaretin
Dunn, “Basra Körfezindeki İngiliz Çıkarları”, s. 302
Dunn, “Basra Körfezindeki İngiliz Çıkarları”, s. 302
310
The Middle East (Tenth Edition), CQ Press, Washington, DC, USA, 2005-Mim Kemal Öke, Musul
Meselesi Kronolojisi (1918-1926), TDAV Yay., İst., 1987, s. 10-11- www.brtishempire.co.uk www.wsws.org
311
“Ticarî davaların hükme bağlanması için bu bölgede kalıcı bir mahkemenin kurulması hususunda
Bağdat yönetimi ve Britanya Konsolosluğu arasında gidip gelen yazışmaların nüshalarını size sunmaktan
şeref duyarım.
Mahkemenin yargılama usullerinin temeli olarak İslami hukukun formlarını derhal benimseyeceği tahmin
edilen, ulemadan birisinin başkan olarak atanması esas itibariyle, projenin başarısını bir dereceye kadar
tehlikeye atmıştır.
Bu mahzuruyla bile, söz konusu mahkeme, ulemanın üst yetkili olduğu sözde belediye yönetiminin
üzerinde bir ilerleme katedecektir. Aksi taktirde tek seslilik olur.
Türk ticarî kanununun ilanından sonra, ticarî ilişkilerle alakalı konularda Bağdat’ta katı kanuni
prosedürün ortadan kalkacağını umut ediyorum.” Stratford Canning, Bağdat Başkonsolosu. FO 195/334,
No: 7- BOA, HR.MKT, 224/39- Philip Willard Ireland, Iraq a Study in Political Department, Kegan Paul
Limited, London, 2004, s. 44
308
309
95
yanında siyasetle de iştigal olarak adeta siyasî bir kimliğe bürünüyorlardı312. Onlara
siyasî korumacılık vaad ediyor, para, silah ve çeşitli hediyeler vererek hem onların
itimadını kazanıyor hem de merkezî idareye olan bağlılıklarını kademeli olarak ortadan
kaldırmaya çalışıyorlardı. Bu işi başarıyla yürütebilmek için de İngiltere ayrıca
öğretmen, doktor ve mühendislerini menfaatleri doğrultusunda çalışmaları için bölgeye
gönderiyordu313.
İngilizler Basra’nın önemini çok iyi bildiklerinden burada kalıcı olabilmek,
burayı diğer devletlerin müdahalesinden uzak tutmak, ticarî, askerî ve siyasî üstünlük
sağlayabilmek için çeşitli faaliyetlerde bulundular. Yalnızca ticarî amaçlı olarak
başlayan faaliyetler zamanla askerî ve siyasî boyut kazandı. İngilizler ilk
konsoloshanelerini 1790’lı yıllarda burada açtılar314. Bu konsolosluğun faaliyet alanı
ticaretin takipçisi olmak ve doğabilecek sorunları ortadan kaldırmakla sınırlıydı. XIX.
yüzyıl başından itibaren özellikle Bağdat Konsolosluğunun açılması ile bu faaliyetler
hem siyasî hem de askerî niteliğe bürünerek Osmanlı hukukunu “tecavüzkâr
davranışlarla” defalarca ihlal etmekten geri durmadı.
Portekizlileri Hint Okyanusu’ndan uzaklaştırarak buralara hâkim olan İngilizler
diğer devletleri de burada etkisizleştirmek için çalışmalara başladılar. İlk iş olarak
Basra Körfezinin emniyetini muhafaza itmek ve hakîkatte İngiliz bayrağı olmayan
gemileri müşkilâta uğratıp sevâhil halkını bu takrib ile kendülere imāleye mecbūr itmek
içün masâraf-ı ihtiyâriyle mahsûs vapurlar ve gemiler tayin ederek…”315 Kızıldeniz,
312
Iraq and Persian Gulf, Geographicah Handdbook Series, 1944, s. 264
Mehmet Metin Hülagü, “Sultan Abdülhamid Dönemi Demiryolu Politikası (1876-1909)”, Devr-i
Hamid 3, Erciyes Üniversitesi Yay., 2011, Kayseri, s. 130-Kurşun, Basra’da ve Katar’da Osmanlılar, s.
65
314
Muhtelif tetkik eserlerde Britanya İmparatorluğunun Irak’ta açtığı ilk konsolosluk için farklı farklı
tarihler verilmektedir. Bu eserlerden bazısı XVIII. yüzyılın ortalarını bazısı 1810’lu hatta 1840’ları yılları
işaret etmektedir. Kanaatimizce bu tespitler yanlıştır. Çünkü hem Başbakanlık Osmanlı Arşivi hem de
Britanya Ulusal Arşivleri’nde yer alan vesikalar bahsedilen bu tarihleri doğrulamamaktadır. 30 Mart 1848
tarihli Osmanlı arşiv belgesinde “…Basra’dan iki saat mesâfe(de) Bağdat tarafında Şat kenarında kâin
Kün Franke ta‘bir olunur kal‘a zeminini (1)211 (M. 1796) senesi evânında İngiltere Devleti konsolosu
olarak Basra’da ikâmet iden Mister Minesti tebdil-i hevâ itmek içün gelip gitmek üzere iştirâ idüp bina
inşa itmiş…” BOA, A.MKT, 117/50 ifadesine yer verilmektedir. Ayrıca Britanya Ulusal Arşivlerinde
yaptığımız araştırmalar sonucunda da İngiltere’nin Basra Konsolosluğunun 1798 yılına ait raporlarına
ulaşabildik. Bu konsolosluğun 1798 yılından önceki senelere ait herhangi bir raporuna rastlamadık. Zaten
Britanyalıların Basra’dan önce ne Bağdat ne de Musul’da konsoloshaneleri mevcut idi. Bağdat’ta Doğu
Hint Kumpanyasının temsilcisi Harford Jones’un başkanlığındaki siyasî temsilcilikleri mevcuttu ve bu
temsilcilikte 1802’te başkonsolosluğa dönüştürüldü. Her iki arşivde mevcut olan bu belgeler Basra
Konsoloshanesinin daha geç dönemlerde açıldığına dair iddiaları doğrudan doğruya yalanlamaktadır. Bu
hususta ayrıca bak.: www.britishempire.co.uk
315
BOA, İ. MMS, 41/1667-Kurşun, Necid ve Ahsa’da Osmanlı Hâkimiyeti, s. 90-91
313
96
Basra Körfezi ve nehirlerde ulaşımı kontrolü altına aldılar. Zaten Osmanlı Devletinin
buralarda egemenliği neredeyse sembolikti.
Osmanlı Devletinin bölgedeki yönetiminin hakikî değil itibârî olduğuna güzel
bir örnek olacağını düşündüğümüz olay Mehmet İnce Bayraktar Paşa’nın Musul
Valiliğinin ilk yıllarında meydana geldi. Memlük Paşalarının 1831 senesinde Irak’ın
yönetiminden tamamen el çektirilmesinden sonra adı geçen Paşa, Musul Valisi oldu.
Paşa, hem ihtiyaç duyduğu asker ihtiyacını kısa ve kolay yoldan temin etmek hem de
yöneticiliğini üstlendiği şehrin nüfusunu tespit edebilmek için Musul genelinde nüfus
sayımı yaptırmak istedi. Sayımdan rahatsız olan halk valiye ve yetkililere baş kaldırdı.
İsyan bastırıldı ve akabinde de şehirde kontrolün elden çıkmasını önlemek için Ordu-yı
Hümâyun’dan yalnızca 800 asker talep edildi. Buna karşın Irak’ın güneyine sirayet eden
asayişsizlikten dolayı talep edilen sayının 600’ü Bayraktar Paşa’nın emrine verildi.
Çaresiz kalan Paşa asker eksikliğinden dolayı sayımdan vazgeçti. 1851 yılında
yapılması planlanan bir başka sayım da yine aynı gerekçeden dolayı gerçekleştirilemedi.
İstanbul’dan Musul’a gelen bir emirnâmede sayımın şartların oluştuğu uygun bir tarihte
yapılması emredildi316.
Osmanlı Devletinin uygulamaya mecbur olduğu bu politikası da İngilizlerin bir
hayli işine yaradı. Bu ve benzeri olayları fırsat olarak gören ve buraları sahipsiz bulan
İngilizler bölgeye kademe kademe nüfuz ettiler. Siyasetleri gereği sahipsiz gördükleri
yerleri hemen himayelerine almayarak yavaş yavaş kendilerine meylettirerek kendi
idarelerine almayı tercih etmekteydiler317. Körfezde de aynı siyaseti takip ettiler ve adı
geçen yerlere yerleştiler318. Namık Paşa ve bilhassa Mithad Paşa’nın Bağdat Valilikleri
döneminde İngilizlerin etkinliği hatırı sayılır derecede azalmasına rağmen bu Paşalar
döneminde de zaman zaman İngilizlere müsamaha gösterildi, hatta bunların
gücendirilmemesi için ülkenin egemenlik haklarına aykırı olan kimi faaliyetleri
karşısında sessiz kalındı. Mesela, Irak nehirlerinde ve Basra Körfezinde ticaret yapan
Lynch Şirketi, Türklerin Umman-ı Osmanî Şirketi ile amansız bir mücadele
içerisindeydi. Bu şirket Irak’ta tek başına iş yapmak istiyor Türk şirketini de batırmak
için elinden geleni yapıyordu. Bu durumda iki şirketin arasındaki husûmeti günden güne
arttırıyordu. Bu gerginliğin sonunda belki de iki ülke arasında krize neden olabilecek bir
olay meydana geldi. Olay kısaca şöyle gelişti: İngiliz şirketinin çalışanları Umman-ı
Sinan Marufoğlu, Osmanlı Döneminde Kuzey Irak, Eren Yay., İst., 1998, s. 49-50
Ali Haydar Mithat, Tabsir-ül İbret, Birinci Kitap, Hilal Matbaası, İst., 1325, s. 103-104
318
BOA, A.MKT. UM, 254/32
316
317
97
Osmani’nin
gemilerinden
birisine
ansızın
saldırarak
kavgaya
tutuştular
ve
çalışanlarından bazılarını yanlarına alarak götürdüler. Ülkenin egemenlik haklarına
aykırı olan bu davranış karşısında Mithat Paşa, iki ülke arasında gerginliğe sebebiyet
vermemek için İngiliz konsolosu ile görüşerek bu konsolosun ülkesi adına özür
dilemesini sağladı ve mesele böylece kapatıldı. Adı geçen şirket ve çalışanlarına
herhangi bir yaptırım uygulanmadı. Bir diğer önemli örnek ise telgraf istasyonunda
görev yapan İngiliz memurunun intikal halindeki Türk askerlerine saldırmasıdır. Olay
şöyle gelişti: Türk askeri Fav* (Fao) istikametinden bağlı bulunduğu Necid askerî
Kıtasına doğru intikal ederken bu bölgede bulunan telgraf istasyonu çalışanlarından bir
İngiliz memur yanlarında komutanları olduğu halde sopa marifetiyle bu askerlere
saldırdı hatta darbetti. Komutanların müdahalesi ile memur durduruldu ve askerler de
yine komutanlar tarafından güç bela teskin edildi. Mithat Paşa’nın İngiliz konsolos ve
İngiliz Hindistan’ı yetkilileri ile olan görüşmeleri ile bu meselenin de üstü kapatıldı319.
Lakin İngilizler yine rahat durmadılar ve kısa süre sonra zararlı faaliyetlerini icraya
koyuldular. Mithad Paşa’nın görevinden el çektirilmesi üzerine bu faaliyetlerini kısa
sürede arttırdılar hatta Osmanlı Devletinin toprak bütünlüğünü koruma politikasından
tamamen vazgeçtikleri 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi ve sonrasında bu faaliyetleri önü
alınamaz şekilde arttı.
İngilizler bölgede bu zararlı politikalarını yürütürken tepki çekmemek ve halkın
iltifatını kazanmak için bölge halkı ve ileri gelenleri ile görüşmeler yapıyorlar, nutuklar
irad ediyorlardı. Örneğin; Hindistan Hükûmeti Dışişleri Bakanı Lord Gurzon bölgedeki
kabile reislerine şöyle hitab ediyordu: “Bu sularda yakın tarihte ilk biz mevcudiyetimizi
gösterdik. Geldiğimizde burada kavga gürültü vardı, şimdi sulh ve sükun var. Bizim
ticaretimiz, sizin güvenliğiniz tehlikedeydi, himaye gerekiyordu. Kıyılar boyunca her
limanda İngiliz Kralının tebaaları oturmakta ve ticaret yapmakta. Savunma görevini
üstlendiğimiz Büyük Hint İmparatorluğu neredeyse kapı komşunuz durumuna geldi.
Sizleri komşularınız tarafından yok edilmekten kurtardık. Bu denizleri bütün milletlerin
gemilerine açtık ve bandralarının barış içinde dalgalanmasını mümkün kıldık. Sizin
toprağınızı elinizden almadık, bağımsızlığınıza halel getirmedik. Yüz yıl süren ve
pahalıya mal olan başarılı girişimimizi tutup atacak değiliz, tarihteki en bencil olmayan
*
“Irak’ta, Basra Vilâyeti’nde Şattal-‘Arab’ın başlıca kolunun mansabında kâin bir iskele ve aynı ismi
taşıyan bir nâhiyenin merkezidir.” İA IV, MEB., 1997, s. 529- (Bkz., Ek 8) (Bkz. Haritalar ve Krokiler
6)
319
Kurşun, Basra’da ve Katar’da Osmanlılar, s. 53-54
98
sayfayı yırtıp atacak değiliz. Bu sularda barış sürdürülmeli. Bağımsızlığınız korunacak
ve İngiliz Hükûmetinin nüfuzu üstün gelecek.”320 Gurzon’un bu konuşması gerçekleri
yansıtmaktan bir hayli uzak olmasına karşın halkın bilhassa Körfez bölgesinde
yaşayanların birçoğunun üzerinde bir hayli etki bıraktığı ve iltifatını celbettiği kesindir.
Böylelikle onları istediği gibi yönlendirdi hatta zaman zaman idarecilerini ya İngilizler
seçtiler ya da kendilerinin önerdiği kişileri seçtirdiler321. Örneğin Bahreyn’in eski
şeyhini yerinden edip zor kullanarak şeyh İsa bin Ali’yi tayin ettiler. Hatta Bahreyn’in
Necid’e ödemekte olduğu vergiyi de kaldırdılar. Adayı doğrudan istila etmek yerine
şeyhe bir danışman tayin ettiler. İsa görünürde Bahreyn’in şeyhi iken esas yetki
İngilizlerin atadığı danışmanda idi. Tepki çekeceklerini ve sıkıntı yaşayacaklarını
bildiklerinden kendilerini hiç riske atmadan danışmanları aracılığıyla fiilen Bahreyn’i
idare ettiler322.
İngilizlerin Bahreyn ile ilgilenmeleri boşuna değildi. Söz konusu yer uzun ve ard
bölgesi olan limanlara sahipti. Ayrıca tıpkı Kuveyt gibi Körfezin müstahkem bir
mevkiinde bulunuyordu. Burası İngilizlerin Körfezde hâkimiyetlerini tamamen tesis ve
ticaretlerini kontrol edebilmeleri için mükemmel bir üs bölgesi olabilirdi. Çünkü
İngilizler Basra Körfezi civarındaki ticaretin yaklaşık %84’ünü kontrol altında
tutuyorlardı. Bu yüksek ticaret oranının yanı sıra Hint Ticaret Yolunun güvenliği ve tüm
Irak bölgesini kontrol altında tutulabilmeleri ve denizden gelecek tehlikelere karşı
önlem alabilmeleri için kontrol altında tutulması gereken yerlerden birisi idi. Hiç
kuşkusuz İngilizler bu politikalarını uygulamak hususunda çoğu zaman muktedir olmayı
bildiler323.
İngilizlerden gelen bir diğer önemli girişim ise burada kereste ambarı
görünümünde inşa edilen mühimmat deposudur. Kün Franke adıyla 1797 yılında inşa
edilen ve “muzırrât-ı âdiyyesi derkâr olan” bu depo İngiliz askerî faaliyetlerinin
başlangıcını temsil eder324. Merkezî idarenin buradan uzaklığı İngilizlerin her alanda
olduğu gibi askerî alandaki faaliyetleri için de pek sorun teşkil etmedi. Yerel
yöneticilerden alınan müsaadeler neticesinde bu bina dönemin İngiltere Basra
Dunn, “Basra Körfezindeki İngiliz Çıkarları”, s. 325-Marian Kent, Büyük Britanya ve Osmanlı
İmparatorluğu’nun Sonu (1900-1923), Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu ve Büyük Güçler, (Edit.: Marian
Kent), Alfa Bas. Yay., İst., 2013, s. 264
321
Gareth Stansfield, Iraq, Polity Press, Cambridge UK, 2007, s. 31
322
BOA, BEOAYN, d. s. 46
323
Dunn, “Basra Körfezindeki İngiliz Çıkarları”, s. 303-304
324
BOA, İ.HR., 69/3354-BOA, A.MKT, 117/50
320
99
Konsolosu Minesti tarafından güya istirahatgâh olarak inşa ettirildi. Bu bina daha sonra
aynı ülkenin Bağdat Konsolosu Nilo tarafından kereste ambarına dönüştürüldü. Ambar
İngilizlerin
mühimmat
deposu
olarak
kullanılmasına
rağmen
zaman
zaman
konsoloshane zaman zaman Şat Nehri başta olmak üzere bölgedeki nehirlerde işlemekte
olan gemilerin kömürünün depolandığı bir bina olarak tanıtıldı325 (Bkz. Ek 7).
İstanbul’dan Bağdat Valisine gönderilen bir emirnamede bu ambarın
sakıncalarından bahsedilerek “…ecnebilerin elinde bulunmasından ise bedeli ödenerek
alınması ve kışlaya çevrilmesi…”326 istendi lakin bu mümkün olmadı. Sonraki senelerde
“… içinde baʻzı mühimmāt-ı harbiye bulunduğu…”327 İstanbul tarafından sonraları
kendilerine gelen ihbarlar sonucu öğrenildi ancak “… bu makūle şeylerin hiç olmaması
en hayırlı sûret ise de ne çâre ki havâlî-i Irakiye’nin idâre-i sâbıkında derkâr olan
teseyyüb ve teşettüt ve ‘adem-i tekayyüd cihetiyle ambar-ı mezkûr bir kere vaz‘ ve inşa
olunmuş…” denilerek bu binaya müdahaleden kaçınıldı ve yalnızca “…leyl-ü nehâr
dikkat olunması ve derûnuna girip çıkan eşyâya ser-riştesizce nezâret olunarak
mühimmāt-ı harbiye gibi emtia getirilir ise…”328 derhal kendilerinin haberdar edilmesi
tenbihlendi. Lakin İngilizlerin bu teşebbüsü yalnızca Fransızlar ve Ruslara karşı
caydırıcı bir engel olmakla kalmadı aynı zamanda Türklerin bölgedeki varlığına karşı
gelen önemli bir tehdit unsuru halini aldı.
Bu konuda bir diğer önemli hadise ise 1822 yılında meydana geldi. İngilizler
Maskat İmamı Seyid Sayid ile ittifak ederek külliyetli asker topladılar ve Ca‘lan
Kalesi’ne saldırarak nüfusun ekserisini katletmekten çekinmediler. Akabinde de Yemen
sahili yakınında bir kaptanın katledilmesi dolayısıyla Muha İskelesi’ne 180 kıt‘a filika
sevkettiler. Ca‘lan Kalesi’nde meydana gelen çatışmada yine birçok kişi katledildi.
Kaptanın katilini yaralamalarına karşın ellerinden kaçırdılar329. Dışişleri Bakanı Lord
Palmerston’un da ifade ettiği gibi “Nerede bir İngiliz vatandaşı tehlikeye düşse İngiliz
savaş gemileri oraya hareket etmeli ve İngiliz çıkarları korunana kadar orada
kalmalıdır.”330 İngilizlerin bu denli külliyetli asker ve gemi sevki ve buralarda savaşa
BOA, İ.HR., 76/3727- BOA, İ.HR. 80/3913-BOA, A. MKT, 117/50
BOA, A. MKT, 117/50
327
BOA, A.AMD, 12/6
328
BOA, A.AMD, 12/6
329
BOA, HAT, 1176/46442 U
330
Bayram Soy, Lord Palmerston’un Osmanlı Topraklarını Koruma Siyaseti, Türkiyat Araştırmaları, s.
145
325
326
100
tutuşarak sayısız insanı öldürmeleri Osmanlı Devleti ve diğer bölge devletleri için
büyük gözdağı idi.
Bu tarihten kısa bir süre sonra meydana gelen diğer bazı olaylar da Osmanlı
Devletinin aleyhine İngiltere’nin ise lehine sonuçlar doğurdu. Şöyleki; Süleymaniye,
Musul ve Şehrizor (Kerkük)’a sıçrayarak güneye doğru ilerlemesine devam edip 18301831 senelerinde de Bağdat’ı vuran bir veba salgını şehri perişan etti331. Basra
Körfezinde cereyan eden beyne’l-milel ticaret ve Fırat Nehri’nin bataklık bölgelerinden
sirayet eden pek çok salgın hastalık Irak’a sürekli zarar veriyor ölümcül sonuçlar
doğuruyordu. Bu durum neredeyse kronikleşmişti lakin bu salgın diğerlerinden bir hayli
farklı idi. Salgının etkileri o kadar korkunç idi ki hergün yaklaşık 300 kişi hayatını
kaybediyordu332. Şehirde yaşayan 150.000 nüfustan geriye yalnızca 20.000 kişi kaldı333.
Anthony Groves Irak’taki veba vakası ile ilgili olarak “…28 Ekim 1830 senesine kadar
Bağdat’ta 23.000 kişinin hayatını kaybettiği, bazı yerlerde ölülerin defnedilmediği ve
sokak ortasında kaldığı bunun da felaketin büyümesine sebebiyet verdiği, tarım ve
hayvancılığın felç olduğu bundan dolayı kıtlık yaşandığı, ayrıca salgının Bağdat ile
sınırlı kalmayıp onu çevreleyen köyleri, kasabaları ve şehirleri de derinden
etkilediği...”334 bilgisini veriyor. Zira Basra’da da durum pek iç açıcı değildi, 80. 000
kişiden 5.000-6.000’i yaşam mücadelesini kazandı. Çok sayıda küçük yerleşim yeri
adeta yok oldu. Hayatta kalanlar bu defa da kıtlıkla karşı karşıya kaldılar, çünkü
dükkânlar ve imalathanelerde üretim durdu. Bölgede yaşam mücadelesi oldukça çetindi.
Salgından askerî birlikler de nasibini aldı ve birliklerdeki askerlerin ekserisi hayatını
kaybetti, hayatta kalanlar ise uzunca zaman bu hastalığın olumsuz etkilerini üzerlerinde
taşıdılar335. Salgından önce askerin sokaklara tamamiyle hâkim olduğunu söylemek pek
mümkün değildi lakin sokaklardan tamamen çekilmeleri ile meydana gelen boşluğu
eşkıya doldurdu. Artık sokakların tek hâkimi haramilerdi. İstanbul ile iletişim
kopmuştu. Bölgeye yiyecek ve içecek ikmali tamamen durdu. Bu musibetin hemen
ardından Dicle Nehri taştı evler, kamu binaları, camiler ve ürünler kısacası her şey
harap oldu. Ardarda gelen bu musibetlerin faturası Davud Paşa’ya çıkarıldı. Gerekli
Daniel Panzac, Osmanlı İmparatorluğu’nda Veba (1700-1859), (Çev.: Serap Yılmaz), Tarih Vakfı
Yurt Yay., İst., 2011
332
FO 78/2518, No: 5, 22.02.1876, s. 32-Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğu’nda İktisadi ve Sosyal
Değişim Makaleler 1, s. 176
333
Lutskiy, Arap Ülkelerinin Yakın Tarihi, s. 131
334
Journal of a Residence at Baghdad During the Years 1830-1831, (Edit.: Alexander Scott), London,
2009, s. 31
335
Lutskiy, Arap Ülkelerinin Yakın Tarihi, s. 131
331
101
tedbirleri almadığı/alamadığı gerekçesiyle (Halbuki Davud Paşa da bu hastalıktan
muzdarip idi. Makamına yardımcılarının kucağında getiriliyor ve işi bittikten sonra yine
adamlarının kucağında istirahatgâhına götürülüyordu.) Paşayı derdest etmek ve şehri
teslim almak gayesiyle aynı yılın Haziran ayında Osmanlı ordusu Halep Valisi Ali Rıza
Paşa kumandasında Bağdat havalisine geldi. Bu felaketler silsilesinde hayatta kalmayı
başaran Davud Paşa, Ali Rıza Paşa’ya mukavemet göstermedi ve canının
bağışlanmasına karşılık orduya teslim oldu336. İstanbul’da Harem Ağası olarak ölümüne
kadar devlete olan hizmetini devam ettirdi. Kendisinin yerine Ali Rıza Paşa atandı.
Bağdat ve Basra Eyâletleri de merkeze bağlandı. Böylelikle bu eyâletler doğrudan
merkezden atanan Valiler tarafından idare edilmeye başlandı337.
Şehirde meydana gelen bu olaylar kuşkusuz tüm Irak’ta hissedildi. Irak’ın
mevcut durumu ve sahipsizliği İngiliz tüccarları, konsolosları ve misyonerleri için ideal
çalışma sahası idi.
Basra Vilâyetine tâbi ve Basra Körfezine hâkim bir bölgede yer alan Necid
Bölgesi kendisine egemen olan devlet ya da milletler için avantaj teşkil ediyordu.
Osmanlı Devleti buranın gerçek sahibi olmakla birlikte tüm Irak’ta olduğu gibi burada
da hâkimiyeti yok denecek kadar azdı. Bunun farkında olan İngiltere burada Osmanlı
hukukunu zaafa uğratmaya gayret ediyordu. Mithad Paşa’nın valiliği öncesinde doruk
noktasına ulaşan bu yıpratma politikası338 Paşa için kabul edilemez bir durumdu. Bölge
hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olabilmek için kendisinin güvenini kazanan birkaç
memurunu gizlice Ahsa, Katif ve Bahreyn’e gönderdi. Bu memurlar Bağdat’a son
derece önemli istihbari bilgiler ile döndüler. Mithad Paşa’ya verdikleri bilgiler kaygı
vericiydi. Memurların iddialarına göre, adı geçen yerlerdeki şeyhler ve reisler birbirleri
ile düşman hale gelmişlerdi. Ayrıca İngilizler buralara asker çıkarıp kendilerine
muhalefet edenleri sürgün ederek yerlerine kendi güdümlerinde kişileri yetkilendirmiş
ve İstanbul’dan gelecek emirlere itaat etmemeyi nasihat etmişlerdi339.
Mithad Paşa bu durum karşısında derhal çalışmalarına başladı. İstanbul’a vaziyet
hakkında bilgi vererek kendisine destek istedi. İstanbul’dan koşulsuz destek gelince de
Geoff Simons, Iraq from Sumer to Post-Saddam, London, 1994, s. 179- Gökhan Çetinsaya, Ottoman
Administration of Iraq (1890-1908), Routledge, Abingdon, Oxon, 2006, s. 5- Journal of a Residence at
Baghdad During the Years 1830-1831, (Edit.: Alexander Scott), London, 2009, s. 96
337
Mustafa Sıtkı Bilgin, “Türk-Irak İlişkilerinin Tarihsel Boyutu”, ASAM, Orta Doğu Araştırmaları
Dizisi, 1994, s. 215
338
BOA, İ.DH, 492/33349
339
Kurşun, Necid ve Ahsa’da Osmanlı Hâkimiyeti, s. 88
336
102
çalışmalarını hızlandırdı. Söz konusu yerlerin bazı şeyh ve Reisleri ile irtibata geçerek
onları kendisinin yanında olmaya ve İstanbul’a itaat etmeye ikna etti. Paşa’nın
politikaları kısa sürede sonuç verdi ve eskisine nazaran bölge üzerindeki Osmanlı
otoritesi bir hayli arttı. İngilizlerin burada tekrar etkin olabilmeleri için Mithad Paşa’nın
Bağdat Valiliğinden ayrılmasını beklemeleri gerekecekti. Paşanın Bağdat Valiliğinden
istifaen ayrılması hususunda kaynakların birçoğu kendisinin İstanbul’daki üst düzey
memurlar ile ters düştüğü ve bu memurların Paşayı çekemediği için Sultana karşı
kendisini karaladıkları bilgisi geçmektedir. Bu konu hakkında önemli kaynaklar ittifak
halindedir. Lakin Paşanın Türkler lehine Bağdat’ta hayata geçirdiği birçok icraat elbette
İngilizlerin aleyhine idi. Bu icraatlardan rahatsızlık duyan İngilizlerin de Paşanın
istifasında pay sahibi olduğu kanaatindeyiz.
Basra’dan başlayarak tüm Irak’a kısa sürede yayılan İngiliz faaliyetlerinin en
önemli temsilcileri hiç kuşkusuz konsoloslardır. İngiliz konsolosları bölgenin otoriteden
yoksunluğunu kendileri ve İngiltere için kaçırılmayacak bir fırsat olarak gördüler. Bu
konsloslardan bazıları İngiltere’den atanmakla birlikte bazıları da bölgenin yerli
halkından olup İngiliz tebaası olan vatandaşlardı. Bu şahıslar bölgeyi ve bürokrasiyi ve
konuşulan dili bildikleri için İngilizler tarafından özellikle tercih ediliyorlardı. Irak’tan
İstanbul’a gönderilen raporlarda bu temsilcilerin devlet aleyhine yürüttükleri olumsuz
faaliyetler hakkında malûmatlar verildi340. Bu raporlara rağmen İstanbul tarafından
bunlara
yönelik
girişimde
bulunulmadı
hatta
zaman
zaman
bu
kişilerin
uygunsuzluklarına karşı ses çıkarılmaması ve kendilerine nazik davranılması tenbih
edildi341. Bu konsoloslardan bazıları zararlı icraatlarıyla ön plana çıkmaktadırlar.
Bunlardan birisi hiç kuşkusuz İngiliz İmparatorluğunun uzun seneler Musul yardımcı
İngilizler Hindistan’ı işgal ettikten sonra burasını zorlanmadan idare etmeyi bildiler. Bunun için en sadık
yardımcıları buranın yerli halkından olan kişilerdi. Bunlar tıpkı koloniyal devletin vatandaşı gibi
davranıyor kendi vatandaşlarına zulmediyorlardı. Oysa efendileri Hindistan’ı terkedince aniden ortada
kaldılar. Benzeri durum Irak’ta da yaşandı. İngilizler kendilerine yakın ve bölgeyi de çok iyi bilen yerli
halktan kişileri himayelerine aldılar. Bu kişiler de menfaatleri için kendi halkına zulmetmek ve İngiliz
çıkarlarını bir İngilizden daha fazla savunmaktan çekinmediler. . Bundan sonra bu kesim ile geniş halk
tabakası arasında günümüze kadar hiç kapanmayan ileride de kapanması oldukça zor olan derin bir
uçurum meydana geldi.
340
FO 78/1768, No: 4-BOA, A/M…, 17/13-BOA, A/M… 18/15-BOA, A.MKT, 23/90-BOA, HAT,
1289/50032-BOA, HAT, 770/36178D- BOA, HR. MKT 115/42
341
Musulda mukim İngiltere konsolosunun hareketi gayr-ı lâyıkesine dâir mâkâm-ı vâlâ-yı nezâret-i
celîle-i hariciyeye mebʻus
behiyyeleriyle Musul Mutasarrıfı Saadetlü Paşanın şukkayı melfûsesi
maʻlûmu senâverî olmuşdurki vâkıâ meʻmureyni ecnebiyeden bulunanların harekâtı vâkıâları hâlen
maʻlûmeden olup fakat ahvâli câriyenin nezâketi müsemması iktizâsınca bunlar ile hüsn-ü muaşeret
olunarak ve zuhûra gelen istidʻalarından imkân ve zamanın müsaadesi derecesinde isʻaf ve tesviye ile bir
gûne şikâyet tevellid olunmaması lazımeden…”BOA, HR. MKT, 115/42
103
konsolosluğu ve sonraları başkonsolosluğunu yürüten Rassam’dır. Aslen Musul’un
yerlilerinden olup İngiliz tâbiiyetine geçen, Malta’da The Church Missionary Society
tarafından misyonerlik eğitimine de tâbi tutulan Rassam’ın yapmış olduğu
uygunsuzluklardan bazıları hakkında bilgi verelim342.
Bir Hıristiyan olan Behnan ile Hüseyin Çelebi adında iki tacirin arasındaki
anlaşmazlığı kendisi hâkim, konsoloshanesi de mahkeme gibi mahkeme etmek istedi.
Behnan’ı bariz olarak desteklemesine rağmen bu şahsın haksızlığı aşikâr olduğu için
tarafsız kalabildi. İşin mahkemeye taşınması ile bu kez de hâkime yönelik baskılarda
bulunarak Hıristiyan tüccarı haklı çıkarmaya çalıştı.
Yine bir başka belgede ise Rassam’ın bir alacak verecek meselesinden dolayı
Musul gümrük memurları ve hamalları ile münazaaya tutuştuğu ve hatta zabtiye
memurlarından birisini konsoloshanesine götürerek darbettirdiğinden dahası hapse
attırdığından bunun üzerine Musul Valisinin konsolos ile irtibata geçerek memuru güç
bela serbest bıraktırdığından bahsedilmektedir343.
Aynı konsolos altı yaşındaki küçük bir çocuğu kavasına derdest ettirerek
konsoloshaneye götürttü, duruma şahit olarak itiraz eden vatandaşı da yine tutuklatarak
konsoloshanede darbettirdi. Ayrıca gerek Musul gerekse köylerinde adamları vasıtasıyla
başta yöneticiler (Muhtar, Aza, vs.) olmak üzere halka istediğini yaptırıyor ve zaman
zaman zulmediyordu344.
İngiliz temsilciler yalnızca Müslüman vatandaşlara değil yeri geldiğinde
Osmanlı tebaası olan gayrimüslim vatandaşlara da sanki kendi ülkelerinde gibi
muamele ediyorlar, yerel otoriteyi hiçe sayarak yeri geldiğinde bu vatandaşlara şiddet
uygulamaktan çekinmiyorlardı.
Bir örnek verecek olursak; Bedros isimli Ermeni
vatandaş İngiltere’nin Bağdat Konsolosluğuna götürülüp ifadesi alındı ifadesinin
342
The Missionary Herald, Reports from Northern Irak (1833-1870) 2, Edits.: Kamal Sallabi- Yusuf K.
Khoury, Royal Institute for Inter-Faith Studies, Amman 11183, Mediterranean Press, 1997, s. 170
343
BOA, HR. MKT, 27/64
344
“…geçen gün çarşıdan konsoloshâneye giderken br mahal arasında altı yaşında bir sabî çocuk
konsolos konsolos diyerek çağırmış olmasıyla derhal sabî-i merkūmu tutmak üzre yanında bulunan
kavasına emr itmiş ve ol halde sâdâttan birisi bu va ʻkıaya nezâret eylemiş olduğundan sabî-i merkūmun
yedi gayr-i müdrik bulunduğundan afv ve kusûrunu ricâ sudûrunda bulunmuş olduğu halde bu çocuğu
sen ta‘lim ve tahrik itmişsindir diyerek kavas-ı merkūm emr ile seyid-i merkūmu şiddetle darb ittirmiş
olduğundan başka cânib-i hükûmet asla cezâ virmeksizin tarafından hapse irsâl ile tevkif ve tazyikini
mahbushâne memuruna tavsiye ve tenbih eylemiş olduğundan keyfiyyeti mahbushâne-i mezkûre memuru
tarafından cânib-i hükûmete ihbār olunmuş ve seyyid-i merkūmun celbiyle inde’l-muayene vücûdunda
eser-i cerh dahi rû-nümâ olunmuş olduğuna [ ) yirmi bir karyenin muhtar ve ihtiyarlarının zihinlerini
iknâʻ itdirerek konsoloshâneye celbiyle ba‘zılarını taltifen muhteliatı iknâ ʻ iderek kurahâ-yı merkūmenin
işbu mahsûben bedelât-ı öşriyesiyle virgü mazbadaları kendi tarafından hazineye tavsiye olunmak …”
BOA, A. MKT. UM, 189/56, 19. B. 1271(M. 7 Nisan 1855)
104
ardından dövüldü. Yani icab ettiğinde İngiltere konsoloslarının konsoloshanelerini
karakol gibi kullanmaları, söz konusu dönemde İngilizlerin bölgede ne kadar başına
buyruk hareket ettiklerini göstermesi bakımından önemlidir345.
Osmanlı Devleti içte ve dıştaki meselelerle uğraştığı için (içeride meydana gelen
isyanlar dışarıda Rusya, Fransa ve İran ile olan savaşlar ve politik mücadeleler) İngiltere
ve diğer devletlerin Irak’ta yürüttüğü faaliyetlere müdahil olma olanağını her zaman
bulamadı. Söz konusu devletler Osmanlı Devletinin bu durumundan istifade ile Irak
bölgesindeki faaliyetlerini arttırarak devam ettirdiler. Ayrıca bir yandan da meydana
gelen isyanları desteklemekten geri durmadılar346.
Mevcut durumdan vazife çıkarıp aşiretler arasında kavgalar çıkararak hem
bölgedeki otoritesini muhkem hale getirmek hem de menfaat sağlamak isteyen devlet
görevlileri de olmuştur. Vakanüvis Ahmet Lütfi Efendi’ye göre; Musul Valisi Davut
Paşa devletin kendisine verdiği yetkiyi kötüye kullanarak ihtilal ortamı hazırlamak
istedi. Müsebbibi belli olmakla birlikte ihtilal emarelerinin zayıf olması sebebiyle bu
faaliyetlerine göz yumuldu347.
Yine Musul Valisi Giridî-zâde Mehmed Paşa kendisine isnad edilen halkı
sindirmek ve zulüm etmek suçundan dolayı derhal Balıkesir’de ikâmete mecbur edildi.
Başka bir vali, Mehmed Paşa’nın yerine Musul’da görevlendirildi fakat Mehmed
Paşa’ya herhangi bir ceza verilmedi348. Giridî-zâde’nin bu ikinci vukuatı olup Silistre
345
BOA, HR. MKT, 49/40
“Geçen ayın 21’indeki yazışmamızdan bu yana bu Paşalıkta kaydadeğer bir şey gelişmedi ve aşağı
Dicle’de büyük Albu Muhammed Kabilesi meskûn hale getirildi. Bu kabilenin sadakatini kazanmak için
her şeyin tertip edildiğini yetkililerden öğrendim. Bölgede Britanya’nın ticarî gemilerinin yedi aydan beri
süregelen seyr-ü seferden men‘i ile ilgili engellerin kaldırıldığını buradaki yetkililerden öğrendim.
Kürdistan’ın güvenliğini sağlamak için alınan önlemler rapor eden resmi mektuplar dün
Musul’dan tarafıma ulaştı.
İstanbul’dan yeni emirler bekleyen büyük asi şefler, oradaki İngiliz ve Fransız konsoloslarının
teminatı altında İngiliz Konsolosluğunda bekliyorlar. Silahları ve paraları kendilerinden alındı. Onları
tekrar mukavemet etmekten alıkoyacağı umulan tedbirler alındı. Nevar ki Kürtler özellikle Türk
yönetimine karşı tehlikeli ve öfkeliler ve bundan dolayı Musul kendilerinin iskanları için uygun bir yer
değildir. Bu Kürt reisler dağ evlerine yakındırlar ve orada Ruslar ile bağlantılıdırlar. Ruslara sempati
duyuyorlar ve onlardan menfaat umuyorlar. Buna rağmen elde edecekleri menfaat geçici olabilir.
Viskonsül Rasam’ın mektuplarından öğrendim ki Musul’daki Türk yetkililer bizim himayemiz
altında olupta her gün zorluklar çıkaranların malvarlıklarını korumayı bıraktılar. Bu durum ileride kötü
sonuçlar doğuracaktır.
Aslında, Avrupalı temsilciler arasında anlayış olması gerekirken entrika olması fitneyi ortaya
çıkaracaktır. Eğer sükûnet için kati kararlar alınmaz ise Musul’daki artan huzursuzluk birçok sıkıntıya
belki de daha fazla belaya sebebiyet verecek.
Mektubumu, Mr. Rasam’ın tedbirler alınması yönündeki tavsiyelerini içeren nüshasını ekleyerek
onayınıza sunuyorum.” FO 78/1115 No: 11- Eraslan, “Irak’ta Türk-İngiliz Rekabeti”, s. 231
347
Ahmet Lütfi Efendi, Vakanüvis Ahmet Lütfi Efendi Tarihi I, s. 172
348
Ahmet Lütfi Efendi, Vakanüvis Ahmet Lütfi Efendi Tarihi VI-VII-VIII, s. 1205
346
105
Valisi iken de rüşvet aldığı ve halka zulmettiği belirlenmiş ve görevine son verilmişti349.
Vukuatlı bir valinin Musul’a tekrar vali olarak görevlendirilmesi Irak’ın sürgün yeri
olarak kabul edildiği hatta bazı devlet görevlilerinin buraya gitmemek için
görevlerinden dahi istifa ettiği iddiasını kuvvetlendirmektedir.
Irak’ta aşiretler arası sürekli kavgalar vardı bu da yöneticilerin bölgedeki
otoritesini ciddî manada zedeliyor Irak’ta iç karışıklıklara sebep oluyordu350. Bu durum
en çok İngilizlerin işine geliyor, 50.000 kişi ile 300 milyonluk Hindistan’ı nasıl idare
ediyorlarsa Irak’ta da o politikayı uyguluyorlardı. İngiltere, yalnızca Aşiretler arası
kavgalardan değil mezhepler arası anlaşmazlıklardan da istifade ediyordu. Örneğin;
Necef ve Kerbela bölgesindeki Şiîlerin ibadet şekilleri ve inançlarından dolayı
öldürülmelerinin helal olduğunu söyleyen Vahhabîlerin Kerbela’ya saldırarak yaklaşık
2000 kişiyi öldürmeleri üzerine İngiliz elçi, Küçük Süleyman Paşa ile görüştü ve
Vahhabîlerin halli konusunda İran ile anlaşılmasını istedi. Bunun için kendisinin ve
ülkesinin buna aracı olacağını aksi taktirde İran Şahının önce Vahhabîlere sonra da
Bağdat’a saldıracağını belirtti. Paşa ise İngiliz elçisine verdiği cevapta gerekenin en kısa
sürede yapılacağını, İran’ın Vahhabîlere saldırması durumunda Osmanlı sınırını ihlal
edeceğini bu durumun ise Osmanlı politikasına ters düştüğünü belirtti351.
İngilizlerle bu muhaberenin ardından Süleyman Paşa, Vahhabî isyanının
bastırılması için İngilizlerden yardım alınmasını talep etti fakat İstanbul bu isteğe de
şiddetle karşı çıktı. Osmanlı Devleti, gerek İngiltere gerekse Fransa’nın Irak’ta yönetim
işlerine müdahil olmalarını kesinlikle istemiyordu. Devletin maksadı adı geçen ülkeleri
ve Rusya’yı anlaşmazlık içerisinde bırakmak ve kendi dahlini kıracak olası tehlikeleri
Irak’tan uzak tutmaktı. İngilizlere böyle bir fırsat verildiği taktirde Fransızların bölgede
etkin olmasını istemedikleri için kısa süre önce Mısır’da yaptıklarını bu bölgede de
faaliyete geçirebilir dahası bölgedeki nüfuzlarını daha da arttırabilirlerdi 352.
Devlet bu düşüncede olmasına karşın yabancıların Irak’a müdahalelerinin bir
türlü önüne geçemiyordu. Ekim 1849 tarihinde Musul’dan İstanbul’a gönderilen
raporda İngiliz ve Fransız konsoloslarının olur olmaz nedenlerle Musul’da anlaşmazlık
çıkardıklarından üstelik Musul’un mülkî ve idarî amirlerini bu icraatları ile zor durumda
Ahmet Lütfi Efendi, Vakanüvis Ahmet Lütfi Efendi Tarihi VI-VII-VIII, s. 122-123
Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet V, Üçdal Neş., İst., 1984, s. 1684, s. 2387-2398
351
Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet IV, s. 1684 s. 1835-1840- Meir Litvak, Shi‘i Scholars of
Nineteenth Century, Cambridge University Press, Cambridge, 1998, s. 121-Zekeriya Kurşun, Necid ve
Ahsa’da Osmanlı Hâkimiyeti, TTK Bas., Ankara, 1983, s. 34
352
Kurşun, Necid ve Ahsa’da Osmanlı Hâkimiyeti, s. 33-35
349
350
106
bıraktıklarından ayrıntısı ile bahsedilmektedir353. Bu tarihte İngiltere’nin Musul
Konsolosluğunun yanı sıra fiilen fevkalade komiserliğini ve hâkimliğini de yürüten
Rasam’dır. Bu konsolosun Osmanlı Devleti aleyhine tutum ve davranışları yardımcı
konsolosluğu ve konsolosluğu zamanlarında süreklilik arzetmektedir. Konsolosun
zararlı faaliyetleri İstanbul tarafından yakinen takip edilmekte ise de hem İngiliz nüfuz
ve baskıları hem de Osmanlı Devletinin Rusya ile savaşta olduğu (1854) “vakt-i
nâzikede” bu konsolos aleyhine kararlar alınması neredeyse imkânsız hale geldi.
Cladious Rich zamanında (1808-1821) ise İngilizler her manada önemli konuma
yükseldiler. Rich, Davud Paşa’nın ardından Bağdat’ta ikinci adam olarak anılmaya
başlandı. Konsolos Osmanlı otoritesini zaafa uğratmak ve Paşayı sindirmek için İngiliz
İmparatorluğunun da desteğini arkasına alarak zararlı çalışmalarını günden güne arttırdı.
Aslında Paşa da İngilizlerle zaman zaman münasebette bulunmuş onlardan kimi aşiret
ve kabilelere karşı yardım almıştı. Fakat İngilizler hangi zamanda hangi planı
uygulamak gerekiyorsa onu icra ediyorlardı. Bu şahıs da idarecilerinin direktifleri
doğrultusunda kabileleri ve aşiretleri etkilemek ve otoriteye baş kaldırmalarını sağlamak
için çaba sarfetti. Bazı aşiretlere silah ve para yardımı yaptı, aralarında husûmet olan
aşiretlerden güçlü olanın yanında yer alarak onun itimadını kazandı zayıf olanı
sindirerek üzerinde tahakküm kurdu. Konsoloshanesi bu tür faaliyetler için bir merkez
halini aldı. Hatta bunlarla da sınırlı kalmayan konsolos Irak’ın yeraltı zenginliklerinin
ülkesine nakli için çalıştı. Irak’a antika aramak için gelen İngilizler ve İngiliz tebaası
olan yerli halkı bu hususta destekledi ve icap ettiği zaman konsoloshanesini bu kişilerin
istifadesine sundu 354.
Aynı konsolos Bağdat Valisi Said Paşa’nın halkın gözünde itibar kaybetmesi
için çabaladı. Arap aşiretlerini birbirine düşürerek valiyi zor durumda bıraktı. Çünkü
valinin bu mücadeleleri önleyecek gücü neredeyse yoktu. Aşiretler sürekli birbirleri ile
mücadele halindeydi. Konsolos ise güçlü olanın yanında yer alarak onunla dostluk
“Nezâretpenâhîleri buyurulduğu üzre Musul’da Fransa ve İngiltere devleteyn-i fahîmeteynin iki
konsolosu olup bunlar dürlü vakitlerde dürlü dürlü lisân kullanarak yollu yolsuz her murād eyledikleri
şeyleri tesviye ve icrāʻ ittirmeğe alışmış ve bu cihetle menfaât-i zâtiyelerinin tervîci emeliyle mülk veyâhûd ahâliye muzır olur olmazı mütâlaā itmeyerek heman akıllarına gelüp ifâde ve istid‘a itdikleri
maddeleri icrāya çalışmakda olduklarını mebni bende-i mütehassıslarının dahi Musul’a muvâsalât-ı
acizânemden şimdiye değin baʻzı olmıyacak şeyler teklif ve taraf-ı çâkerânemden nâzikâne cevap i‘tâsıyla
savuşdurulmuş ise de çünki ma‘lum-ı âli müşirâneleri buyurulduğu vechle hasb-el-mecbûriyye mutâbık
itmiyeceğim misüllü hukûk-ı saltanat-ı
ahd ve şart olan umũr ve husūsların tesviye ve icrāsında
seniyye iza‘â ve kesr-i nüfūzu mûcib olacak meváddan dahi kabul edemeyeceğim aşikârdır. BOA, HR.
MKT 27/64
354
Iraq and Persian Gulf, s. 264
353
107
kuruyor safı da bir anda değişiyordu. Vali bu anlaşmazlık karşısında etkisiz kalınca bu
aşiretler ve halk üzerindeki otoritesi iyiden iyiye azalıyordu. Ayrıca söz konusu
dönemde ekonomik durum da çok kötüydü. Bağdat halkı Said Paşa’nın bir an önce
azledilmesini dört gözle bekler hale geldi. Cladious Rich’in Said Paşa aleyhine
politikaları o kadar etkili oldu ki 2 Kasım 1815 tarihinde Musul’dan İstanbul’a gelen
tatarın ifadesine göre Bağdat halkı valiyi “iç kale sabisi” olarak nitelemeye başladı355.
Konsolos, Kürt Reisleri, hem dinî hem de siyasî açıdan güçlü olduğunu
düşündüğü Arap şeyhleri ve Ulema ile anlaşıp onları Osmanlı Devletine karşı kışkırttı.
Bunun üzerine dönemin Bağdat Valisi Davut Paşa ile konsolosun arasında tansiyon bir
hayli yükseldi356. İkili arasında devamlı sûrette bir gerilim vardı ve birbirlerinin ayağını
kaydırmaya çalışıyorlardı. konsolos, Paşanın ifadesi ile “tebdîl-i ab ve hevâyı vesile”
ederek “…İngilterelünün sefâyini baʻzân Basra baʻzân semt mahallerine vâsıl olanları
geri Hindistan’a gitmek üzere…”357 yönlendirdi, burada bulunan ve kendi nüfuz
dairesindeki yabancı tüccarları etkisi altına alarak ticareti baltaladı. Bunu yaparken cüzʻi
bir gümrük vergisini bahane etti fakat mesele sadece gümrük vergisi olmayıp ticareti
sekteye uğratmak ve şehirde kargaşa ortamı oluşturmaktı. Basra ticaretinin yalnızca
Basra için değil aynı zamanda tüm Irak ve Osmanlı Devleti için ne denli önemli
olduğunun gâyet iyi farkındaydı. Aslında böyle davranarak Davut Paşa’yı kendisine
dolayısıyla İngiltere’ye mecbur etmeye çalışıyordu. Bu ve benzeri faaliyetler Davud
Paşa’nın tesir altında kalmasına sebep oldu. Paşa, İngilizlerin ödemekte olduğu vergileri
arttırdı, bir süre sonra da konsolosu tutuklattı. Lakin araya giren İngilizler İstanbul’daki
siyasî bağlantılarını kullanarak temsilcilerini serbest bıraktırdılar. Ayrıca Paşa aleyhinde
yürüttükleri çalışmalar Paşanın elini bir hayli zayıflattı. İlerleyen zamanlarda
İstanbul’un Paşa hakkındaki şüpheleri arttı ve güveni azaldı. Bundan önce de ayrıntılı
olarak bahsedildiği gibi Bağdat’ta meydana gelen doğal afetlerde de Davud Paşa suçlu
bulunmuştu. Bu sebeplerden dolayı 1831 senesinde görevden el çektirildi.
Davud
Paşa’nın bilgisi, devlete olan uzun ve başarılı hizmetleri göz önüne alınarak idamından
vazgeçildi. İngilizler de İstanbul’daki elçileri vasıtasıyla Paşanın idam edilmemesi için
çok çaba sarfettiler358.
355
BOA, HAT, 791/36812 E
Eraslan, “Türk-İngiliz Rekabeti”, s. 229-230
357
BOA, HAT, 770/36178 D
358
BOA, HAT 389/20702-Mustafa Nuri Paşa, Netayic ül Vukuat, Kurumları ve Örgütleriyle Osmanlı
Tarihi III-IV, s. 261
356
108
Merkezî idareyi kuvvetlendirmek için Davud Paşa’nın azledilerek yerine Halep
Valisi Ali Rıza Paşa’nın Bağdat Valisi olarak atanması ile eskiye kıyasla bir müddet
için devlet kontrolünün arttığı zamanı hariç tutarsak J. Taylor’un Bağdat Konsolosluğu
(1823-1842) dönemini İngilizlerin Irak’ta en rahat faaliyet gösterdikleri dönemlerden
birisi olarak niteleyebiliriz. Zira kendilerine mukavemet gösteren Davut Paşa’nın bu
mukavemetinin önüne geçtiler. İstanbul’daki bağlantıları sayesinde imtiyazlar aldılar ve
daha rahat hareket etme imkânına kavuştular359. Irak’ta 1831’de meydana gelen doğal
afetler burasını uzun seneler derinden etkiledi. Irak bu afetlerin verdiği zararlarla uzun
seneler mücadele ederken İngilizlerin zararlı faaliyetleri adeta göz ardı edildi. İngiltere
1838’de yapılan Baltalimanı Ticaret Antlaşması ile bu bölgede en imtiyazlı devlet
haline geldi. Devletin Mehmet Ali Paşa gailesi (bu galilenin bertaraf edilmesinde
İngiltere’den bir hayli destek görüyordu ve bu desteği göz ardı ederek bu ülkenin
Irak’taki faaliyetlerine müdahale etmesi İngiliz desteğinden mahrum kalmasına neden
olabilirdi.) ve milliyetçilik isyanlarıyla uğraşarak Irak’taki bu meselelerle alakadar
olamaması İngilizlerin rahat hareket etmelerinin altında yatan diğer nedenlerdi360.
Osmanlı Devletine bildirilen ve konsoloshanelerde görev yapan konsolosların
yanı sıra bir de gayr-i resmi olarak atanan seyyar konsoloslar İngiliz İmparatorluğunun
emirleri doğrultusunda Irak’ta faaliyet gösteriyor ve Osmanlı Devletini bir hayli
sıkıntıya sokuyorlardı. Hindistan Şark Mekteplerinden mezun olan bu konsoloslar,
Osmanlı Devletinin bölgede olmamasından da istifade ile halkı etkilemeye ve
kendilerine meylettirmeye çalışıyorlardı. Onlara kendilerine tâbi oldukları ve Osmanlı
Devletine itaat etmeyerek onları buradan uzaklaştırdıkları taktirde kendileri tarafından
kısa sürede refah ve huzurun getirileceğini vaad ediyorlardı. Halkı etkilemek için dinin
çok önemli olduğunun farkında olan seyyar konsoloslar ya Müslüman gibi davranıyor
ya da Müslüman görünümlü bazı yardımcılar ile halk arasında çalışmalar
yürütüyorlardı. Bilhassa Osmanlı Devleti merkezî idaresinin bir hayli zayıf olduğu
Basra Körfezi çevresindeki Katar, Bahreyn, Kuveyt ve Umman gibi yerleşim yerlerinde
yönetici kesim ile ikili antlaşmalar yaparak buraların Osmanlı Devleti ile olan
bağlarının zayıflamasında pay sahibi oldular361.
359
Abdurrahman Şeref Efendi, Tarih Musahabeleri, (Sadeleştiren: Enver Koray), Kültür ve Turizm
Bakanlığı Yay., 1985, s. 7
360
Eraslan, “Irak’ta Türk-İngiliz Rekabeti”, s. 230
361
BEOAYND, d. s. 46
109
Bir diğer önemli gelişme ise İngiltere’nin Irak’tan asker toplamasıdır. Bilindiği
üzere yabancı devletler nadiren de olsa Osmanlı Devleti tebaasından asker topladılar.
Örneğin, İspanya’nın Venedik’e saldırmasına yönelik endişeler ve bu saldırının
Osmanlı Devletine olumsuz etkilerine karşı iki ülke arasındaki ahitnameler gereğince bu
ülkeye asker ve zahire yardımında bulunuldu362. Bu hususta bir diğer önemli örnek ise
İngiltere Devleti fahîmesi ordusunda bulunmak üzre Musul’dan yazılub mukaddemā
Beyrut’ta ve muʻahharen Akka’da hazır bulundurulmak üzre363 İngiltere tarafından
Irak’ta yapılan tahrirdir. Tahrir sonrasında Musul’dan toplanan toplam 500 asker önce
Beyrut sonra Akka’ya gönderildi (Bkz., Ekler 8). Araştırmalarımız sonucu ne
Başbakanlık Osmanlı Arşivi ne de İngiliz Ulusal Arşivleri’nde İngiltere Devleti’nin
Musul’dan asker toplamasına müsaade eden herhangi bir antlaşmaya ulaşamadık. Fakat
devletin Rusya ile 4 Ekim 1853-30 Mart 1856 tarihleri arasında harpte olması ve
İngiltere ile bu savaşta ittifak etmesi dolayısıyla bölgede Rusları engellemek amacıyla
söz konusu askerlerin İngiliz ordusunda istihdam ettirilmeleri ihtimal dahilindedir.
Kırım Savaşı, İngiltere’nin Irak’ta asker bulundurması için önemli bir fırsat
oldu. İki ülke arasında savaş vuku bulmadığı, Osmanlı Devletinin İngiltere’den
herhangi bir asker talebi olmadığı halde İngilizler Irak’a asker göndermekten
çekinmediler. İngiliz askerlerinin Kırım Savaşında Balkanlar, Doğu Anadolu, Kafkaslar
ya da Kırım cephelerinde olmaları gerekirken Irak’ta bulunmaları, bu askerlerden bir
kısmının Musul’dan Şam’a rahatça intikal etmeleri ve herhangi bir yaptırımla
karşılaşmamaları o dönem için son derece normal bir durum haline geldi. Bu ülke
askerinin Irak’ta bulunmasının sebeplerinden birisi hiç kuşkusuz Rusya’nın Irak’a
sarkması ve hem deniz hem de karadan İstanbul için bir tehdit oluşturmasını
engellemekti. İngiltere’nin Bağdat Konsolosu Campbell, Londra’ya gönderdiği
raporunda “…Şattü’l-Arab’a 18-20.000 askerden müteşekkil iki fırkateynin ve İngiliz
Hindistanından da askerî yardımın gönderilmesi…”364 halinde Osmanlı ordularının
Ruslar karşısında rahat nefes alabileceği ve Rusların Irak’a sarkmalarının önüne
geçilebileceği belirtiliyordu. Lakin İngilizlerin savaş sonunda da Irak’ta asker ve
mühimmat bulundurmaya devam etmeleri yalnızca Ruslara karşı Irak ve İstanbul’un
güvenliğini sağlamakla izah edilemezdi. Asıl amaç bölgedeki İngiliz menfaat
362
Mustafa Öztürk-Ahmet Aksın, Venedik Devlet Arşivindeki Bailo Defterlerine Göre Osmanlı
Devleti’ninVenedik’e Zahire ve Asker Yardımı (1624-1631), Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama
Merkezi Dergisi, Ankara Üniversitesi Bas., Ankara, 2013, s. 151
363
BOA, İ. HR., 130/6645
364
FO 78/1212, No: 4, 7.01.1856
110
alanlarının korunması idi365. Lakin XIX. yüzyılın son çeyreğine kadar olan dönem
“sömürgecilik çağı” yani sömürgeci devletin en fazla itibar edilen ve başvurulan
diplomasi aracını yani askerî gücü kullanmaktan ziyâde sömürdüğü yerdeki güçlü
kişileri kullanarak menfaatlerini uzaktan korudukları dönemde Irak’ta askerî güç
bulundurmasının tarihi zemine aykırı düştüğünü düşünüyoruz. Zira başta Britanya
İmparatorluğu olmak üzere sömürgeci devletler XIX. yüzyılın son çeyreğinden itibaren
sömürge bölgelerindeki menfaatlerini ve nüfuz alanlarını muhafaza edemediklerini ve
kısa süre sonra ellerinden gideceğini anlayarak askerî birliklerini buralara sevkettiler.
Bu dönem “Emperyalizm Çağı” olarak da kabul edilmektedir366.
Mithat Paşa Bağdat Valiliği süresince İngiltere’nin burada uyguladığı bu
siyasetten sürekli rahatsız oldu, bu faaliyetleri durdurmak ya da en aza indirmek için
mücadele etti. İngilizlerin bölge ile ilgili fasid niyetleri hakkında sürekli olarak raporlar
gönderdi ve “…İngiltere’nin Bahreyn, Muhammere ve Maskat’ı himayesi altına almak
niyetinde olduğu ve gereken önlemlerin alınması gerektiği…”ni ısrarla talep ediyor
ayrıca
“İngiltere’nin
yalnızca
Irak’ta
değil
Cezire
bölgesinde
hatta
Arap
Yarımadasında da hâkimiyet kurmak niyetinde olduğu böylelikle bölgeyi denetim altına
alabileceği, ekonomik çıkar alanı oluşturabileceği, yeni yollar açacağı, imar ve iskânı
tamamladıktan sonra ise transit ticaretin kolaylaşacağı…”367 bu durumun ise Osmanlı
Devletinin buradaki otoritesini bir hayli zayıflatacağı uyarısında bulundu.
Körfez ve Irak’a fiilen sahip olan İngiltere, Süveyş Kanalının hisselerini hile ile
Mısır Hıdivinden satın aldı. Ümit Burnu yolu ise zaten öteden beri kendisinin
idaresindeydi. Böylelikle 1875 yılına gelindiğinde Hindistan’a giden tüm yollar
İngilizlerin kontrolü altına alındı. Bunun üzerine İngiliz Kraliçesi Victoria 1877’de
kendisini Hindistan imparatoriçesi ilan etti368.
Öte yandan başta İngiltere olmak üzere Avrupa devletlerinin Irak bölgesini
hegemonyalarına almak için birbirleri ile mücadeleye girdiklerinin bilincinde olan
Osmanlı Devleti, merkezden uzak ama bir o kadar da önemli olan bu toprağının
masuniyeti için elinden geleni yaptı. Devlet, düvel-i ecnebiyenin aşiretler ve gruplar
üzerinde nüfuz kurmaya çalıştığının hatta isyan etmeleri durumunda destek verdiğinin
Cevdet Paşa, Tezakir 1-12, (Yayınlayan: Cavit Baysun), TTK Bas., Ankara, 1991, s. 42
Öztürk, Tarih Felsefesi, s.
367
Mithat, Tabsir-ül İbret, s. 104-107
368
www.royal.gov.uk-Abdul Karim Rafeq, 18. ve 19. Yüzyılda Avrupa ve Ortadoğu, (Haz.: Youssef M.
Choueiri), İnkılap Yay., İst., 2011, s. 289
365
366
111
de farkındaydı.
Lakin Türkler için İngilizlerin ve Avrupalıların bu politikalarını
bertaraf etmek hiç kolay değildi.
Doğrudan konuyla ilgili olmasa da Irak’taki İngiliz politikalarını belirleyecek
önemli bir yerde olan Körfez Şeyhliklerini tanıtmayı ve buradaki İngiliz siyasetini tespit
etmeyi, konumuzla ilgisi dolayısıyla hatırlatmayı uygun gördük.
3.2. Körfez Ülkeleri
Günümüzde körfez ülkeleri olarak bilinen ve Irak’ın Osmanlı Devleti tarafından
fethinden bu yana zaman zaman müstakil devletçikler görünümü arz etmelerine karşın
Basra Eyâletinin tabiiyetinde olan şeyhlikler ve emirliklere369 ve bunlar ile İngilizlerin
XIX. yüzyılda münasebetlerine genel olarak değinelim.
3.2.1.Katar
İngiliz İmparatorluğu bilhassa Hindistan Yolunun güvenliği ve bu yolun düzenli
olarak işleyebilmesi için sömürgeciliğin gereği olarak daha 1820’lerden itibaren Körfez
kıyılarında ve Arabistan Yarımadasında yer alan şeyhlik ve emirliklerin yerel
yöneticileri ve nüfuz sahibi kişileri ile bazı antlaşmalar yaptı*. Bu durum daha sonra
emperyalizme evrilecek ve ikili antlaşmaların yerini askerî birlikler alacaktır.
Bahsedilen emirliklerden birisi de Katar’dır370.
Katar, Osmanlı Devletine tâbi Necid bölgesinde yer alan ve Basra Körfezine
hâkim bir noktadan bakan küçük bir yerleşim yeri idi371. Katar halkı da tıpkı Kuveyt
369
1853 senesinde bu şeyhlikler ve emirliklerin idârecileri Britanya İmparatorluğu ile Denizlerde Kalıcı
Ateşkeş Antlaşmasını imzaladılar. Bu antlaşmanın imzalanmasından sonra bu devletlerin adı “Ateşkes
Devletleri” olarak anılmaya başlandı. Peter Sluglett, Sömürgecilik, Osmanlılar, Kaçarlar ve Bağımsızlık
Mücadelesi, Ortadoğu Tarihi, (Hazırlayan: Youssef M. Choueiri, İnkılap Yay., İst., 2011, s. 296
*
Basra, Kuveyt, Katar, Umman, Bahreyn gibi denize kıyısı olan yerleşim yerleri farklı kültür ve
milletlerden insanlarla iletişim halinde olduklarından dolayı buraların kontrolü ve İngiliz nüfuzunun
önlenmesi zorlaşıyordu. Ancak Musul ve Bağdat gibi iç kesimlerde ise yukarıda bahsedilen yerlere
nazaran yabancı müdahalesi ve etkileşim daha azdı. Bir lider etrafında toplanma ve kollektif yaşam tarzı
buraların kontrolünü daha kolay kılıyordu. Zira bir kabileyi ya da aşireti kontrol altında tutmak için bu
toplulukların liderlerini itaat altına almak yetiyordu. Kıyı kesimlerde ise durum daha farklıydı. Zira
buralarda münferit beceriler ön plana çıkıyor, gruplaşmalar ve bir kişi etrafında toplanmalar asgariye
iniyordu. Bu insanların kontrolü iç kesim insanları ile kıyaslandığında zordu. Devlet birincisini daha
rahat kontrol altında tuttu fakat inkıraza uğraması ile fiili kontrolü kaybetti. Bu kontrol İngilizlerin eline
geçti. Kıyı bölgeler halkı ile etkileşime geçen ve münasebetlerini geliştiren İngilizler Irak içlerine de
nüfuz ederek kabile ve aşiret liderlerini etkileri altına aldılar. Akabinde de bölgenin kontrolünü kolayca
sağladılar.
370
Sluglett, Sömürgecilik, Osmanlılar, Kaçarlar ve Bağımsızlık Mücadelesi, Ortadoğu Tarihi, s. 296Philip Robins, The Middle East, Oxford, 2009, s. 3-4-Yerasimos, Milliyetler ve Sınırlar, Balkanlar,
Kafkasya ve Orta-Doğu, s. 200
371
BOA, HR.SYS, 91/2
112
halkı gibi Kızıldeniz’de inci avcılığı yapar ve büyük gemilerle de Hindistan-Basra
Körfezine kıyısı olan yerleşim yerleri arasında ticaretle uğraşırdı. Öteden beri Irak’tan
yani Osmanlı Devletinden bağımsız bir yerleşim yeri olduğu ısrarla iddia edilse de bu
iddialar gerçekleri yansıtmaktan uzaktır. Katar, İstanbul tarafından müdür olarak atanan
bölgenin ileri gelen ve nüfuzlu kişileri tarafından idare edilirdi372. Diğer Körfez bölgesi
şehirlerinde olduğu gibi XIX. yüzyılın ilk yıllarından itibaren burada Osmanlı idaresi
oldukça zayıflamıştı. Zaten gelirleri az olduğu için halk geçimini sağlamakta zaman
zaman bir hayli sıkıntı yaşıyordu. Bundan dolayı devlete tâbi olup maddî sıkıntılar
yaşayan diğer yerleşim yerlerine olduğu gibi İstanbul’dan Katar’a da maddi yardımlar
yapıldı. Hâkimiyetin sembollerinden birisi olan verginin buradan toplanmamasının
gerekçesi budur. Burada Osmanlı hâkimiyetini vergi dışındaki alametlerde aramak
gerekir. Örneğin her Cuma, Katar’ın büyük camilerinde Osmanlı Sultanı adına hutbe
irad edilir, burası devletin görevlendirdiği kişiler tarafından idare edilirdi. Dahası
Osmanlı garnizonları burada konuşlandırılmıştı. Ancak XIX. yüzyılda Osmanlı
Devletinde meydana gelen olumsuz gelişmeler Katar’da da ziyâdesiyle kendisini
hissettirdi. Bu yüzyıl içinde İngilizler burada her sene ağırlıklarını biraz daha fazla
hissettirir hale geldiler. Bölgenin ileri gelenleri ve nüfuzlu kişileri ile 1820-1835-1852
yıllarında önceleri gizli gizli, yüzyılın ikinci yarısından itibaren açıktan açığa
antlaşmalar yaptılar. Bu antlaşmalar görünürde ticaret ve korunma, hakîkatte ise İngiliz
hâkimiyetini tescile yönelik antlaşmalardı373. Akdedilen bu anlaşmalar sayesinde
Katar’ın İstanbul ile olan bağları bir hayli zayıflatıldı. Önceleri Fransa ve Rusya’yı,
yüzyılın son çeyreğinde demiryolları ve deniz ticaretini vesile ederek buraya sarkmaya
çalışan Almanya’yı politik, askerî ve ticarî manevralarla etkisizleştirmeyi başaran
İngiltere yüzyıl sonlarına doğru burada tartışmasız en etkili devlet haline geldi.
3.2.2. Bahreyn
Bahreyn’in coğrafî olarak Irak’tan tamamen farklı olduğu ileri sürülmektedir.
Oysa burası öteden beri Basra’ya bağlı Necid bölgesinde bir yerdir374. 1558 senesinde
Bahreyn Hâkimi Murad Şah’a gönderilen bir hükümde, idaresinde olan Bahreyn’e diğer
mülkî ve idarî amirlerin tasallut etmemeleri hususunda uyarıldıkları bildirilmekte ve
BOA, İ. MMS 41/1667-Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğu’nda İktisadi ve Sosyal Değişim Makaleler I, s.
174
373
BOA, HR. SYS, 91/2-Robins, The Middle East, s. 3-4- Gareth Stansfield, Iraq, Polity Press, Cambridge
UK, 2007, s. 31
374
BOA, HR. SYS, 91/2-BOA, İ.DH, 492/33349
372
113
hem ecnebilerin hem de bu yöneticilerin tecavüzlerine karşı tedbir alması, toprağını
koruması emredilmektedir375. Zekeriya Kurşun, eski Necid Mutasarrıfı Said Paşa’dan
alıntı yaparak Bahreyn hakkında şu önemli bilgileri verir:
“…Osmanlı Devletinden maaş alan; aynı zamanda Bahreyn’deki şeyhlerin
emlaklarında da yarı yarıya pay sahibi olan Nâsır el Mübarek, Samed el Abdullah ve
Ali el Nasır’ın ataları olan Muhammed bin Halife’dir. Muhammed b. Halife’nin ölümü
üzerine yerine geçen oğlu Şeyh Ahmed Halife, babasının ölümünden üç yıl sonra
Necid’in bir parçası sayılan Bahreyn Adası’nı almıştır…”376.
Osmanlı Devletinin gelişine kadar Bahreyn’de Portekiz vardı. Bundan sonra
Portekiz buradan yavaş yavaş uzaklaşmak zorunda kaldı. Böyle olmakla birlikte diğer
Körfez bölgesi yerleşim yerlerinde olduğu gibi burada da Osmanlı idaresi zayıftı.
Devletin çöküş sürecine girmesi ve Irak’tan bîhaber olması ecnebi işgalini kolaylaştırdı.
İngiltere’nin Bahreyn’e olan ilgisi XIX. yüzyılda başladı. Bu ilgi zamanla arttı ve
görüşmeler, baskılar ve antlaşmalar birbirini takip etti377.
Bahreyn 1820’den itibaren İngiltere’nin etki alanına girmeye başladı. İngilizler,
köle ticaretini ve korsanlığı men eden antlaşmaya uymamalarını gerekçe göstererek
buraların yöneticileri üzerinde baskı kuruyorlardı. Baskıları sonuç verdi ve bu kişiler ile
ikili antlaşmalar imzalayarak burada söz sahibi oldular. Ayrıca kendi tebaası olan pek
çok tacir burada ticaretle meşguldü ve bu tacirler bu sayede sahip oldukları ayrıcalıkları
daha da arttırdılar378. İstanbul’un merkezî idareyi güçlendirme ve kontrolü sağlama
girişimleri bir türlü tam olarak hayata geçirilemedi.
1861’de İngiltere ile Bahreyn arasında dış saldırılara karşı Bahreyn’i müdafaa
etmeyi öngören bir antlaşma imzalandı. İngilizler, Bahreyn ümerasından el-Halifelerin
evlerinin yanına karakollar inşa ederek hem onların güvenliğini sağladılar hem de
“ Bundan akdem atabe-i ulyâma nice defʻa âdemin vârid olup Asitāne-i devlet âşiyān ve südde-i
seniyye-i sidre-mekânıma arz-ı ubûdiyyet-i ihlās ve fart-ı rıkkat-u ihtisās eylediğin ecilden senin hakkında
avâtıf-ı ʻaliyye-i şâhânem huzura gelip memleket-i vilâyetin sancak tarîkiyle inâyet olunup berāt-ı saâdet
âyât-ı hüsrevânem ihsan olunup ol cevânibde olan beylerbeyiler ve beyler kullardan ve sâir asâkir-i
zafer-meāsire tenbih-ü te‘kid olmuştu ki min ba‘d senin memleket-i vilâyet ve reāyā ve berāyāna dahl-i
tecâvüz olunmayıp sâir dergâh-ı muallâma arz-ı ubûdiyyet edenlerin eyyâm-ı saltanat-ı hümâyunumda
asûde hal olmak emrim olmuşdu. Hāliyā Lahsa Beylerbeyisi olan Mustafa Paşa, Südde-i Saâdetime arz-ı
i‘lam itmeden fuzûli bazı ümerā ve askerle taht-ı tasarrufunda olan Ceziretü’l- Bahreyn’e geçip dahl-i
tecavüz edip sen dahi def‘i mazarratları için üzre olup ve küffār tarafından dahi beri cânibden alıp
gittikleri kadırgalar ve sâir sefâyin alınıp…” BOA, A.DVNS.MHM, No: 3/75
376
Kurşun, Katar ve Basra’da Osmanlılar, s. 109
377
BEOAYN. d. s. 46
378
Robins, The Middle East, s. 3-4-Lutskiy, Arap Ülkelerinin Yakın Tarihi, s. 88- Yılmaz KaradenizHidayet Kara, “Bağdat, Basra, Bahreyn ve Necid Bölgelerinde Osmanlı-İngiliz Nüfuz Mücadelesine Dair
Layiha”, History Studies Ortadoğu Özel Sayısı, 2010, s. 172
375
114
himayelerine aldılar. Depolar ve limanlar yaptılar, memurlarını burada meskûn hale
getirdiler. Hem Bahreyn’de hem de Körfez civarında meskun Bahreynlilere pasaport
dağıtmayı ve böylelikle bunlar üzerinde nüfuz kurmayı amaçladılar. Gerekçeleri ise
hazırdı, deniz korsanlığını, bölgedeki bir takım asayişsizlikleri önlemek ve Bahreyn’in
refah seviyesini arttırmak. “Bu antlaşma aslında Bahreyn’i dış saldırılardan koruma
amacından çok burasının İngiliz himayesine girmesini sağlamak ve siyasal kazanımlar
elde etmekti. Aynı sene içerisinde Bahreyn Körfeze yönelik politikalarında İngilizler
tarafından bir sıçrama tahtası olarak kullanılmaya başlandı”379. Osmanlı Devleti ise
İngilizlerin bilhassa İran sefiri vasıtasıyla bu tür çalışmalarda bulunmalarından bir hayli
rahatsızdı. Devlet, İngilizlerin Bahreyn’i nüfuzu altına almalarını engellemek için
Bağdat Vilâyetine bağlamayı ve böylelikle nispeten de olsa burada kontrolü sağlamayı
istiyordu380. Osmanlı Devleti bu siyasetini kuvveden fiile dönüştüremedi. İngilizler,
bölgede Osmanlı Devleti aleyhine gelişen olaylardan da istifade ile üstelik bölge
üzerindeki hukukî haklarını da inkâr ederek burasını kontrol ve himayelerine almak
istiyorlardı. Türklerin buradaki otoritesinin zayıflığından ve mahallî idarecilerin işlerine
geldiği gibi davranmalarından da istifade ederek mevcut durumlarını kuvvetlendirmek
için diplomatik çalışmalar yürüttüler381. XIX. yüzyılın son çeyreğine gelindiğinde
İngilizler tıpkı Irak’ın diğer bölgelerinde olduğu gibi burada da kendi çıkarlarına uyan
ve Osmanlı Devletinin aleyhine olan politikalarını artırdılar. Bu tarihten itibaren bölge
halkının Osmanlı Devletine olan sadakati bir hayli zayıfladı hatta Sultana karşı
korkusuzca davranmaya başladılar ve onun yetkilendirdiği kişilere karşı saygısızlığa
varan davranışlarda bulunmaktan çekinmediler. Bölgede seyreden Osmanlı gemilerine
müdahale ve onları taciz etmeye, kaptanlardan ruhsat talep etmeye başladılar. Böyle
Robins, The Middle East, s. 3-4- BOA, HR. SYS, 93/20-Ömer Turan, Medeniyetlerin Çatıştığı Nokta
Ortadoğu, İst., 2003, s. 364-Karadeniz-Kara, “Bağdat, Basra, Bahreyn ve Necid Bölgelerinde Osmanlıİngiliz Nüfuz Mücadelesine Dair Layiha”, s. 178
380
BOA, A. MKT. UM, 426/63
381
“Necid mülhkātından olan Bahreyn İngilizler tarafından vukû‘a gelen müdâhalâtın derecâtı
mukaddem ve muahher telgraf ve tahrirāt ile arz ve ihtar kılınmışdı. İngilizlerin bir hayli vakitten berü
göz dikmiş oldukları Maskat imamı Azan(ı)
ele alarak orasının zabt ve tasarrufunu kuvve-i
karîbeye getirdikten sonra geçen de Bahreyn’e gelerek Bahreyn şeyhi sâbık ve’l-hak Mehmet ibn Halife
ve Mehmet ibn Abdullah İngiliz tabi‘iyetini teklif itdikleri halde muvâfakat itmemelerinden dolayı
kendüleri ahz ve habs ile Bombay’a gönderilmiş ve yirine İngilizlerin meclûbu olan İsa nāmında birisi
cezireye hâkim taʻyîn kılınmışdır…” BOA, İ.MMS 41/1667 –“Fi 10 Kanun-ı Sânî sene 86 tarihli ve şifreli
telgrafnâme-i sermiyeleri cevâbıdır. Suud’a muavenet edenler İngilizlerdir Bahreyn’den maāda yerlerde
fiilen muavenetleri aşikâr değil ise de akça ve silah tedbir ile muavenetleri muhakkaktır bizce olunacak
379
taraflarına asker çıkarıp ve Abdullah’ın taraftarlarını ele alıp hısımlarını Lahsa
tedbir Katif ve
kıt‘asından kaçırmak ve oralarını taht-ı zabtiye almaktır…” BOA, İ.MMS 41/1667- BOA, İ.DH,
492/33349-Kurşun, Katar ve Basra’da Osmanlılar, s. 81
115
davranmalarına gerekçe olarak İngilizlerden aldıkları emirleri gösterdiler382. Bu hareket
aslında hem bölge şeyhleri hem de İngilizler tarafından Osmanlı Devletine karşı savaş
ilanı idi. Ancak bu fiiliyatın zamanlaması gâyet manidardı. Zira söz konusu dönemde
devlet içerisinde cereyan eden birçok olumsuz hadise mevcuttu.
3.2.3. Umman
Diğer emirlikler ve şeyhliklerde olduğu gibi Umman’da da İngilizler yerel
yöneticiler ile çeşitli antlaşmalar akdettiler ve bu yöneticiler İngilizlerin etki alanından
çıkamadılar. İngilizler, Umman’ın iç meselelerine müdahale etmek için her zaman bir
bahane bulabiliyorlardı. Ayrıca tüccarları da en ziyâde müsaadeye mazhar milletin
tebaasıydılar. Günümüzde Umman’a sahip olan Said Hanedanı 1891’de İngiltere ile
anlaşmaya vararak Zanzibar karşılığında Dofar’ı Umman topraklarına kattı ve bu
ülkeyi günümüz sınırlarına ulaştırdı383.
3.2.4. Kuveyt
Abdul Karim Rafeq, Kuveyt’in kurulmasını doğrudan doğruya Vahhabî
saldırılarına ve İngilizleri’in Sabah Ailesine yardımına bağlıyor ve bu iddiasını şöyle
ifade ediyor:
“18. yüzyılın ikinci yarısında Orta ve Doğu Arabistan’a iyice yerleşen VahhabîSuudların etkinliği, pek çok kabileyi Basra Körfezinin batı kıyılarına sürükledi. Bunlar
burada İngilizlerin yardımıyla birtakım Beylikler kurdular. Sabah Kabilesi, Körfez’in
girişini kontrol eden bir noktada Kuveyt Emirliği’ni kurdu…”384
“… oraya (Bahreyn) vusûlümüzde mezkûr şeyhler bizzat bizim vapura gelip Bahreyn şeyhi ruhsat
virmedikçe buraya yolcu ve eşya çıkarmanıza ruhsat virmez deyu beyân eyledikten başka içlerinden birisi
sefînelere gidip mezkûr sefineleri iki kısım idip nısfını vapur önüne ve nısfını arkasına getirip bizi
ortalarına alarak lengerendaz ve ikâmet eylemişlerdir. Bu sûretle sefineleri etrafımıza getirmenizin
sebebi nedir muradınız bizimle muharebe mi etmektir veyâhud vapurun buradan avdetinimi itmektir deyu
şeyhlere sual eylediğimde biz İngilizin emriyle beş aydan beri Katif’in muhasarasıyçün devlet ve hazâin
sarf ediyoruz sâir mahalden bunlara bir kimesne zehâir getirip virmelerini men‘ ediyoruz efkârımız Katif
ahâlisiyle muhârebe eylemekdir burada bir sene kalmış olsanız Katif ahâlisinden bir kimesnenin gelip
sizden zehâyir almasına ruhsat ve cevap veremeyiz şu halde burada kalmakdan ise hareket eylemeniz
daha güzel olur deyu nasihat eyleriz Katif Bahreyn iskelesinde İngiliz beylik vapurunun kapudanı Donik
kapudan haber gönderüp ne gûne bize emir ider ise âna göre hareket ideriz deyü cevab
virmişdir…”BOA, İ. MMS 41/1667-BOA, HR. SYS, 91/2- Ali Haydar Midhat, The Life of Midhat Pasha,
a record of his services, political reforms, banishment and judicial murder (1903), J. Murray (Publisher),
London, s. 57
Şiraz’dan gelen İran’lı göçmenler tarafından kurulmuştur. Zencilerin sahili anlamındaki Farsça “Zangi
bar”dan gelir. Günümüzde Tanzanya’ya bağlı özerk bir bölgedir.
383
Turan, Medeniyetlerin Çatıştığı Nokta Ortadoğu, s. 364
384
Rafiq, 18. ve 19. Yüzyılda Avrupa ve Ortadoğu, s. 281
382
116
Türkler, Arap Yarımadasını ele geçirmiş olmakla birlikte Kuveyt’teki kontrolleri
izafî idi. Hatta Mehmet Namık Paşa tarafından burada doğrudan bir Osmanlı idaresi
sağlanmak istendi ise de, Mithad Paşanın Bağdat Valiliğine kadar bu mümkün olmadı.
Kuveyt, Türk yetkililer tarafından hiç yönetilmedi. İstanbul’un kanunu burada geçerli
değildi. Irak ve Suriye gibi Arap ülkelerinde olduğu şekilde Kuveyt’e bir idareciyi
doğrudan atamadı. Burası İstanbul’dan bir hayli uzak mesafede idi. Kuveyt Arap
Yarımadasındadır ancak Irak ile coğrafî bağlantısı yoktur. Burası adeta ayrı bir
cumhuriyet görünümünde idi385 (Bkz. Haritalar ve Krokiler 6). Tabi bunda da
İngilizlerin oynadığı rol çok büyüktü. İngilizlerin burasını tamamen kendi nüfuz
alanlarına katmalarından korkan Mithat Paşa, yürüttüğü akıllı politika sayesinde
Kuveyt’i Basra’ya bağlamayı başardı. İngilizlerin Kuveyt gemilerine kendi sancaklarını
çekmeleri386 ve buranın yerel yöneticileri ile ikili antlaşmalar imzalamaları üzerine
Mithad Paşa, Kuveyt’i Basra’ya bağlanması şartına karşılık her türlü vergiden muaf
tutmayı, İstanbul’un otoritesini kabul etmek karşılığında kendi kendilerini yönetmeyi
teklif etti ve bu teklif kabul edildi387. Mithat Paşa’nın Kuveyt üzerinde yürüttüğü etkin
siyaset sebebiyle İngilizler burada amaçlarına ulaşamadılar. Paşanın 1872’deki
istifasının akabinde faaliyetlerine tekrar başladılar. Neredeyse XVIII. yüzyılın başından
beri bu küçük yerleşim yerini idaresinde bulunduran Arabistan kökenli Sabah Ailesiyle
385
Nasser Ibrahim Rashid-Esber Ibrahim Shaheen, Saudi Arabia and Gulf War, USA, 1992, s. 88-89“…Basra’ya bahren altmış mil mesâfede ve Necid Kıt‘ası sâhilinde vaki‘ Kuveyt nām kasaba tahminen
altı bin hâneyi müştemil bir memleket olub ahâlisi kâmilen İslam olduğu halde hiçbir tarafa merbût
olmadıkları cihetle Vâli-yi esbak Namık Paşa tarafından bunların Basra’ya ilhak olunmak üzre himâye ve
idârelerine niyet ve teşebbüs olunmuş ise de ahâli-yi merkûme her dürlü teklîfattan müstesnâ bir hal ve
idâreye alışmış olduklarından virgü ve rüsûmat-ı gümrük misillû teklîfattan ihtirāza mebni muvâfakat
itmemiş oldukları cihetle hâl-i aslîlerinde kalmışlardır…” Mithat, Tabsir-ül İbret, s. 102
386
“…ve İngilizler ise bahr-ı muhit-i Hindiyenin sahibi olduktan sonra hasbe’z zâhir Basra Körfezinin
emniyetini muhafaza itmek ve hakîkatte İngiliz bayrağı olmıyan gemileri müşkilâta uğratıp sevâhil halkını
bu takrib ile kendülere imâleye mecbûr itmek içün masârıf-ı ihtiyâriyle mahsûs vapurlar ve gemiler tâyin
etmiş olduklarından…” BOA, İ. MMS, 41/1667-“…Gemilerinde cemiyetlerine mahsûs bir sancak ittihāz
itmişler ise de bir müddetten beri âharın ve ecânibin ta ʻadiyâtından emin olamadıkları cihetle mücerred
seyr-ü seyahati bahriyelerini te‘min için bir takımı Flemenk ve ba ʻzısı İngiliz bandrası çekmeye mecbûr
olarak ve bu usûle refte refte ülfet olunarak bir himâye-i ecnebiye mukaddemātı görünmeye başlamış ve
bunun ise Bağdat Vilâyetince ve hususuyla Basra mevkiince mezâhir-i âzime-i mülkiyesi zâhir bulunmuş
olduğundan Mithat Paşa Basra’da iken ahâlî-i merkûme-i rüesâsını oraya celb iderek ve hâl ve zamânın
ve mevkilerinin muhatarâtına dâir nesâyih-i lâzımeden sonra ihtiraz eyledikleri gümrük rüsûmu ve virgü
misüllü teklifât ile mükellef olmayacaklarını sen‘ed i‘tâsıyla te‘min eyleyerek muvâfakat ve rızãlarıyla
Basra’ya merbâtiyetleri kararlaştırılmış ve Abdullah el Sabah’ın Kuveyt kaimimakamlığı nāmıyla yine
memleketin reis-i hükûmetinde ve kadı ve müfti gibi memurların kezâlik yerlerinde ve-l-hâsıl beynlerinde
câri olan usûl ve kâide-i hükûmetin hâl-i aslîyesinde ibkâsıyla berâber memurlariyçün Dersaādet’ten
evâmir-i resmiye ve câmileri içün berât-ı şerîfe celb olunarak tabi‘iyet ve merbûtiyetlerine muktezî olan
muamelât tamamıyla icrā kılınmış ve gemilerinde olan ecnebi bandıraları derhal terk olunup yerlerine
Osmanlı sancağı çekilmiştir…” Mithat, Tabsir-ül İbret, s. 103-104
387
Ortaylı, 1, s. 180
117
görüşme trafiği başlattılar. Bu görüşmelerin sonunda gizli bir antlaşma imzaladılar
(1899)388. Varılan antlaşmaya göre İngiltere Kuveyt’e dolayısıyla bu aileye para ve
siyasî destek sağlayarak Kuveyt’in Osmanlılar, diğer kabileler ve aşiretlerin aleyhine
güçlenmesini sağlayacaktı. Bu desteğe karşılık burada İngiliz menfaatleri korunacaktı.
İngilizler bu antlaşma ile hem Körfezin en önemli mevkilerinden birinde nüfuzlarını
arttırıyor hem de Osmanlı Devletinin buradaki hâkimiyetini sonlandırmak için çok
önemli bir adım atıyorlardı389.
3.2.4.1. Küçük Karakol Kuveyt
Kuveyt’i himayelerine almak ya da en azından burada menfaatlerine zarar
gelmesini engellemek için İngilizlerin yerel yöneticiler olan Sabah Ailesini himaye
altına almak istemeleri ve bunda da muvaffak olmaları Kuveyt üzerindeki Türk-İngiliz
anlaşmazlığının başlıca nedenidir. İngilizler alakadar olmaya başlamadan evvel Kuveyt,
büyük gemileri ile Hindistan-Körfez arası ticaret, küçük gemileri ile inci avcılığı ve
balıkçılık ile uğraşan küçük bir Arap nüfusu barındıran yerleşim yerlerinin bulunduğu
kurak, son derece verimsiz ve yalnızca kum tepeleriyle çevrili idi. Kuveyt’i önemli
kılan husus ise Basra Körfezine hâkim bir noktada bulunması ve hem bu Körfez için
hem de Hindistan Ticaret Yolu için güvenlik noktası görünümü arz etmesi idi. Buna
ilave olarak doğal bir limana sahip olması da burasını İngilizler için önemli kılan diğer
gerekçe idi.
Kontrollerine
aldıkları
taktirde burasını
ikmal
merkezi
olarak
kullanabilirlerdi390.
Almanların Osmanlı Devletinden imtiyaz alarak Berlin-Bağdat-Basra tren yolu
için çalışmalara başlamaları Kuveyt için son derece önemlidir. Çünkü bu antlaşma ile
Almanlar Basra’ya kadar uzanacaklar ve buradan da Kuveyt’e sarkacaklardı. Bu
imtiyazın hemen ardından Almanlar Basra Körfezine buharlı gemi seferleri başlattılar.
Ticaret limanına sahip olan Kuveyt’in Almanlara kapılarını açmasını önlemek İngiliz
çıkarları için son derece önemli idi. Bu yüzden İngilizler, Kuveyt Şeyhi ile temasa
geçerek olası bu girişimi derhal önlediler ve burasının Irak’tan bağımsız bir devlet
haline gelmesi için düğmeye bastılar. Güçlü ve bölgenin en çok sözü geçen devleti
tarafından tanınmak ve finanse edilmek burasının yönetici kesimi için çok büyük
avantaj teşkil ediyordu. Varılan bu antlaşmalar sayesinde bu zümrenin otoritesi kısa
Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğu’nda İktisadi ve Sosyal Değişim Makaleler I, s. 181
Robins, The Middle East, s. 3-4-Turan, Medeniyetlerin Çatıştığı Nokta Ortadoğu, s. 364
390
Turan, Medeniyetlerin Çatıştığı Nokta Ortadoğu, s. 364- www.britishempire.co.uk
388
389
118
sürede arttı. Bunlara ilave olarak İngiltere tarafından tanınmalarının sonucu olarak
günümüze kadar otoritelerini korudular. El-Sabah Ailesinin burada hâkim güç
olmasının sebebi işte bu antlaşmaların bir sonucudur. Bu politika sayesinde ise İngiliz
menfaatlerine uygun olarak Kuveyt, Irak ve Basra Körfezi şişesinin “mantar”ı
oluyordu. Mantara herhangi bir müdahaleyi önlemek, bölgedeki ülke menfaatlerinin
korunması için adeta ilke haline getirildi391. Gurzon 1911’de Lordlar Kamarasında bu
hususta şunları ifade ediyordu: “…Körfez, Hindistan’ın deniz sınırının bir parçasıdır…
sadece yerel itibarımızı zedeleyeceği için değil, binlerce mil öteye uzanacak etkiye sahip
olacağı için de Körfez sularında herhangi bir rakip ya da üstün siyasal çıkarların
gelişmesine izin vermemek Britanya politikasının temel ilkesidir…”392.
İngilizler baştan sona bu ilkeye sadık kaldılar ve ne Körfez ne Irak ne de
Hindistan’da ikinci bir ülkenin güçlenmesine ve kendi menfaatlerine zarar vermesine
müsaade etmediler.
3.3. Misyonerlik Faaliyetleri
İngiltere’nin Irak’ta yürüttüğü misyonerlik faaliyetlerine geçmeden önce
misyonerliği genel olarak açıklamakta yarar vardır.
3.3.1. Misyonerlik
Misyoner, Latince “missio” teriminden gelmekte olan “misyon”, sözlük anlamı
itibariyle “görev, yetki,” bundan türetilmiş olan “misyoner “ terimi ise “görevli olan
kişi” anlamına gelmektedir. Ayrıca “İncili vaaz eden kişi” anlamında da kullanılır. Bu
deyim 1660’lardan itibaren özel görevli Hıristiyan din adamı anlamında kullanılmaya
başlanmıştır393. Hıristiyanlık dininde ilk misyoner Aziz Pavlus, Protestanlık mezhebinde
ise Saint Paul’dür.
Misyonerlik ise Hıristiyanlık dinine mensup olmayanlara bu dinin misyonerler
tarafından anlatılmasıdır. 1517 yılında Alman Martin Luther’in kiliseye isyan etmesi ve
hem kilise hem de Hıristiyan din adamlarının Hıristiyanlar üzerindeki otoritesinin
kırılmasını müteakiben Hıristiyanlık içerisinde farklı mezhepler zuhur etti. Bu olaydan
çok kısa bir süre sonra da bu mezhepler arasında önemli farklılıklar meydana geldi.
Kendi mezhebine mensup olmayanların Hıristiyanlığı yanlış yaşadığını düşünen diğer
William Polk, Irak’ı Anlamak, 2. Baskı, NTV Yay., İst., 2007, s. 73-Robins, The Middle East, s. 3-4
Kent, Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu ve Büyük Güçler, s. 264-265
393
Bayram Küçükoğlu, Türk Dünyasında Misyoner Faaliyetleri, IQ Kültür-Sanat Yay., İst., 2003, s. 27
391
392
119
mezhebe mensup misyonerler bu Hıristiyanlar arasında da misyonerlik faaliyetlerini
arttırarak sürdürdüler. Özellikle Protestanlar bu konuda bir hayli ilerleme katettiler.
Hıristiyanlık inancına göre misyonerlik Hz İsa tarafından emredilmiştir.
Misyonerler bu faaliyetleri yürütürken kendileri için en büyük dayanağın Hz. İsa
olduğunu ileri sürmektedirler.
1792 senesinde William Carrey adlı İngiliz tarafından kurulan “Babtist
Missionary Society”nin Hindistan’da yürüttüğü faaliyetler modern misyonerliğin
başlangıcı olarak kabul edilmektedir.
İslamiyeti, onun mensubu olmayanlara anlatmak yani İslamı tebliğ etmek dinî
bir vazifedir. Misyonerlik ile tebliğ kıyaslandığında her ikisi arasında fark olmadığı
görünmektedir. Fakat tarihsel süreç içerisinde yapılan misyonerlik faaliyetlerine
bakıldığında misyonerlerin yürüttüğü bu dinî faaliyetlerin misyonerliğin özü ile
çeliştiği, bu kişilerin asıl maksatlarının Hıristiyanlığa hizmet olmadığı anlaşılır. İslam
dininde gaye Allah’ın peygambere vahiy ettiği dini bu dine mensup olmayanlara
eğmeden bükmeden anlatmak dinî bir yükümlülüktür. İslamın tebliğinde siyasî ve
ekonomik menfaat gütmek kesinlikle men edilmiştir. Amaç yalnızca Allah’ın dinini
insanlara anlatmak onların Müslüman olmalarını sağlamaktır oysa Hıristiyanların
hedefledikleri yalnızca insanları Hıristiyanlaştırmak değildir.
Dinin insanlar üzerindeki etkisinin çok büyük olduğunu gâyet iyi bilen
Hıristiyan devletler bu etkiyi siyasî, dinî ve ekonomik menfaatleri için kullanmak
maksadıyla Dünyanın dört bir tarafına gönderdikleri misyonerleri vasıtasıyla dinî
propaganda yaptırdılar ve yaptırmaya da devam etmektedirler. Bu hal ise misyonerliğin
masumiyetini gölgelemektedir. Fakat ekonomik ve siyasî çıkarlarının bir gereği olarak
yürüttükleri bu politikayı gizleyerek bu faaliyetlerini yalnızca dine hizmet olarak
sunmakta bunda da gâyet başarılı olmaktadırlar. Çünkü Hıristiyanların yürüttüğü bu
politikaya Dünyadan tepkiler az olup bu tepkiler de Dünyada sözü geçen Hıristiyan
devletler tarafından bertaraf edilmektedir.
3.3.2. Osmanlı Devletinde Misyonerlik Faaliyetleri
Osmanlı Devleti sınırları içerisinde başta İngilizler ve Amerikalılar olmak üzere
birçok Gayrimüslim devlet misyonerlik faaliyetleri yürüttüler. Amerikalıların Osmanlı
Devleti üzerindeki faaliyetleri XIX. yüzyıl başlarında başlamış olup bu faaliyetleri
American Board üyeleri üstlendiler. Bu üyeler Müslüman tebaa arasında genelde dinî
120
propagandalar yaptılar fakat muvaffak olamayınca Yahudiler ve Protestan olmayan
Hıristiyanlar üzerinde yoğunlaştılar ve bir hayli başarı elde ettiler.
XVI. yüzyılın ilk
çeyreğinden itibaren çeşitli alanlarda başlayan Türk-İngiliz münasebetleri ise gelişerek
devam etti. Siyasî, iktisadî, kültürel ve dinî alanda başlayan bu münasebetler I. Dünya
Savaşı sonuna yani Osmanlı Devletinin yıkılışına kadar devam etti.
İngilizlerin vatan dahilinde yürüttükleri faaliyetlerden birisi de misyonerlik idi.
Bu faaliyetlere ne zaman başladıklarına dair kesin bir kayıt ya da belge bulunmamakla
birlikte ilk Protestan kurumunun İstanbul’da 1804 tarihinde açılan “Bible Society”
olduğu kuvvetle muhtemeldir394. İzmir’de meskûn İngiliz tebaası Rumlar tarafından
1733’te açılan ve İngiliz elçiliği tarafından himaye edilen ilk okul “Ecole
Evangelique”tir. Fakat bu okul açılışından çok geç bir tarihte yani 7 Şubat 1895’te
Babıâlî tarafından resmen tanındı395.
Bir diğer önemli kurum ise Protestan Cemaati’dir. Bu cemaatin kuruluşu da
XIX. yüzyıldadır. İngiliz ve Amerikalı misyonerler gayrimüslim tebaa arasında
Protestanlık mezhebini teşmil etmek amacıyla faaliyetlere giriştiler. Siyasî alanda
etkinlik kazanmak ve toplumlar üzerinde nüfuz kazanmak için dine hizmet etmenin ve
onu korumanın önemini kavrayan İngilizler 1840 yılında Kudüs’te bir Protestan kilisesi
kurulması için İstanbul’a müracaat ettiler. Fakat bu müracaatları ülkede Protestan
bulunmadığı ve bu yüzden herhangi bir yerleşim yerinde bu mezhep için bir kilise
kurulmasına müsaade edilmeyeceği gerekçesiyle Osmanlı Devleti tarafından reddedildi.
Devletin bu kararlılığına karşın İngilizler bu taleplerinden vazgeçmediler. İstanbul’daki
siyasî ağırlıklarını da çok iyi kullanan İngilizler Kudüs’te bir Protestan kilisesi
kurulmasını onaylayan fermanı 1845 tarihinde Babıâlî’den almaya muvaffak oldular.
15 Kasım 1850’ye gelindiğinde ise yüzyılın başından beri olduğu gibi İngilizler
başta olmak üzere Avrupanın önde gelen ülkelerinin elçilerinin baskıları sonucu
Protestan Cemaati kuruldu ve bu cemaat Osmanlı Devleti tarafından tanındı396. Bu
topluluğa Ermeniler, Rumlar ve Suriyeliler de katıldılar. Aldıkları ferman ve kurdukları
bu cemaat sayesinde kiliseler, okullar ve hastaneler açtılar, misyonerlik faaliyetlerini
yoğunlaştırarak devam ettirdiler397.
Şamil Mutlu, Osmanlı Devleti’nde Misyoner Okulları, Bilimevi Yay., İst., 2004, s. 235
Mutlu, Osmanlı Devleti’nde Misyoner Okulları, s. 236
396
Gülnihal Bozkurt, Alman-İngiliz Belgelerinin ve Siyasî Gelişmelerin Işığı Altında Gayrimüslim
Vatandaşlarının Durumu (1839-1914), TTK Yay., Ankara, 1996, s. 178
397
Bozkurt, Alman ve İngiliz Belgelerinde Gayrimüslimler, s. 179
394
395
121
İngiliz ticarî hayatında önemli bir yeri olan Levant Company’nin Osmanlı
Devletinde yürüttüğü ticarî faaliyetlerde kendisine uhrevi yardımcı olan Church
Missionary Society’nin Osmanlı Devleti toprakları içerisinde yürüttüğü misyonerlik
faaliyetlerini unutmamak gerekir. Bu kurumun Papazları 1815’te Osmanlı Devletine
gelerek faaliyetlerine başladılar. ( Misyonerlik ile ilgili olarak geniş bilgi için bkz. Erdal
Açıkses, Amerikalıların Harput’taki Msiyonerlik Faaliyetleri, TTK Bas. Ankara, 2003İlknur Polat Haydaroğlu, Osmanlı İmparatorluğu’nda Yabancı Okullar, Ocak Yay.,
Ankara, 1990-Uygur Kocabaşoğlu, Anadolu’daki Amerika, İmge Kitabevi)
3.3.3. Irak’ta İlk Misyoner Faaliyetleri
İngilizlerin Irak’ta ilk hangi tarihte misyonerlik faaliyetleri yürütmeye
başladıklarına dair kesin bir kayda ulaşamadık fakat bu bölgenin stratejik ve ekonomik
öneminin Avrupalılar tarafından farkına varılmasını müteakip bu faaliyetlere de
başladılar398.
İngilizlerin bölgede 1830’lu yıllarda yürüttükleri misyonerlik faaliyetleri
hakkında bilgi veren klasik eserler mevcuttur399. Bilindiği gibi, Napolyon’un Mısır’ı
işgali ile Hindistan’a ulaşan deniz yolu için adeta bir karakol noktası olan Irak’ın da
Fransızların kontrolüne geçmesinden korkan İngilizler derhal siyasî faaliyetlere
başlamışlardı400. Fransızları bölgeden uzak tutmakta muvaffak olan İngilizler, Irak’ın
yalnızca Kraliyet Yolu için güvenlik noktası olmaktan ziyâde kestirme yollara ve
verimli topraklara sahip olduğunun farkına varmakta gecikmediler. Siyasî ve askerî
faaliyetlere yüzyılın ilk yıllarından itibaren başlayan İngilizler 1830’lu yıllardan itibaren
sömürgeciliğin olmazsa olmazlarından misyonerliği Irak’a gönderdiği tecrübeli
misyonerleri vasıtasıyla icraya başladılar401.
Misyoner Herald’ın ve diğer misyonerlerin Irak’ın kuzeyinde yürüttükleri
misyonerlik faaliyetleri ile ilgili önemli bilgiler ihtiva eden ve yine aynı kişi tarafından
Irak’ta bulunduğu süre içerisinde kaleme alınan klasik eserde Wright ve Breath adındaki
iki misyoner arkadaşının faaliyetlerine başlamadan önce bölgenin önde gelen Kürt aşiret
liderlerinden Bedirhan ve Nur Ali Han ile görüştüklerinden ve şahısların asıl amacının
Polk, Irak’ı Anlamak, s. 71
Journal of a Residence at Baghdad During the Years 1830-1831- The Missionary Herald, Reports
from Northern Irak
400
Geoff Simons, Iraq from Sumer to Post-Saddam, Third Edition, Palgrave Macmillan, New York,
2004, s. 182-Litvak, Shi‘i Scholars of Nineteenth Century, s. 117
401
Journal of a Residence at Baghdad During the Years 1830-1831, s. 32-36, 46
398
399
122
dağlı Nastûrîler arasında çalışmalar yürütebilmek için zemin hazırlamak olduğundan
bahsediliyor. Ayrıca Bedirhan’ın bu çalışmalara ılımlı yaklaştığı fakat Nur Ali Han’ın
mesafeli durduğu bilgisine yer veriliyor. Adı geçen bu şahısların Irak’ın kuzeyinde
bilhassa Kürtler ve Nastûrîlerin yaşadıkları yerlerde faaliyetlerde bulundukları
muhakkaktır. Hatta devletin mülkî ve askerî amirlerini bir hayli sıkıntıya soktukları ve
büyük isyanları tertipledikleri malumdur. Bedirhan ve Nur Ali’nin bu etkin pozisyonları
sebebiyle adı geçen misyonerler kendileri ile görüşme tertiplediler. Bu kişilerin
misyonerlere çalışmaları için müsaade ettikleri ya da karşı çıktıklarına dair herhangi bir
bilgiye ulaşamadık lakin bu görüşmeden çok kısa bir süre sonra Nastûrîler arasında
faaliyetlere başladıklarına göre iki ihtimal ön plana çıkmaktadır. Birincisi; faaliyetlerini
icra edebilmeleri için kendilerine müsaade edildiği ikincisi ise; misyonerlerin
faaliyetlerini gizli gizli yürüttükleridir402.
Herald, Bay Stoddard isimli misyonerin günlük defterinden alıntı yaparak
yürütülen misyonerlik faaliyetlerinden birisi ile ilgili şu bilgileri veriyor: “…Bay
Stoddard’ın günlük defterinde, geçen kış bir okuldaki ilginç bir canlanma bir dirilişten
haber veriliyor. Şöyle ki, Gavar’dan bir dağlı iş için geldi. Papaz yardımcısı Temo
tarafından burada kalması için ikna edildi. Bunda amaç ise şahsın fikrini değiştirmekti.
Hıristiyan arkadaşları tarafından canı gönülden dua edildi, vaaz verildi. Şahıs derhal
etkilendi ve kısa süre sonra da İsa’nın dizlerinin dibine çöktü…403.”
Yine aynı eserde Irak’ın kuzeyine yapılan seyahat esnasında uğradıkları Gavar
adında Nastûrî köyünde yaşananlar şöyle izah ediliyor: “…Papaz yardımcısı Temo’nun
köyüne yaklaşıyorlar iken köyün erkek halkı ellerini açmışlar en samimi duygularla
onları karşılıyorlardı. Misyonerlerin söyledikleri büyük bir istekle dinlendi. Köylülerin
zahiri görünümlerindeki değişiklik şayan-ı dikkat idi. Dokuz on kişide değişiklik hâsıl
oldu…404.
İngilizlerin Irak’ta yürüttükleri misyonerlik faaliyetleri hakkında oldukça mühim
bilgiler ihtiva eden bir başka eserde de misyonerlerin yerli halkın İncil’i okuyup
anlayabilmeleri için İngilizce dersleri verdikleri, burada kutsal kitaplarını büyük bir
gayretle dağıttıkları hatta burası ile sınırlı kalmayıp ayrıca çevre şehirlere mesela Şiraz,
Tebriz, Halep, Şam ve Diyarbakır’a da İncil gönderdikleri bilgisine yer veriliyor405.
402
The Missionary Herald, Reports from Northern Irak, s. 1
The Missionary Herald, Reports from Northern Iraq, s. 13
404
The Missionary Herald, Reports from Northern Iraq, s. 2
405
Journal of a Residence at Baghdad During the Years 1830-1831, s. 36
403
123
Aynı eserde yer alan bilgiler sayesinde misyonerlerin kutsal davalarını devam
ettirmek ve ülkelerinin burada nüfuz kurması için ne kadar mücadele verdiklerini,
canlarını dahi ortaya koymaktan çekinmediklerini görüyoruz. Şöyleki, 1830-1831
senelerinde meydana gelen veba salgını ve büyük sel felaketi sonrasında başta Bağdat
olmak üzere onu çevreleyen köy kasaba ve şehirlerde yaşayan binlerce insan hayatını
kaybetti. Hayatta kalanların büyük bir kısmı yerleşim yerlerinden uzak yerlere kaçarak
hayatta kalmaya çalıştılar fakat misyonerler burada kalarak kutsal saydıkları
misyonlarını icra etmeye devam ettiler çünkü bu musibet kutsal davalarını burada kalıcı
hale getirebilmeleri ve menfaat sağlayabilmeleri için fırsat olabilirdi406.
Kısacası Misyonerler burada etkin olabilmek için her yolu denediler fakat işleri
bir hayli zordu, zaten Müslümanları İslamiyetten döndürmek neredeyse imkânsızdı.
Diğer milletlere gelince yukarıda da bahsedildiği gibi misyonerler Nastûrîler arasında
kısmen de olsa başarılı olabildiler. Bunlardan başka Ermeniler, Yahudiler, Katolik
Hıristiyanlar, Yezidîler ve Keldânîler ile münasebet kurdular bunlara İncil dağıttılar,
İngilizce öğrettiler ve bunlar arasında Hıristiyanlığı anlattılar ama hedefledikleri
başarıyı bir türlü sağlayamadılar407.
3.3.4.Anglikan Kilisesi’nin Irak’taki Misyoner Faaliyetlerini Desteklemesi
Anglikan Kilisesi, Dr. George Percy Badger’i Canterbury Başpiskoposluğu ve
Londra Piskoposluğu temsilcisi olarak 1843’te Musul’a Nastûrîlere gönderdi. Badger,
Nastûrîlerin patriği ile görüştü ve kendisinin Nastûrî halkının eğitimi hususunda yardım
etmek için gönderildiğini bildirdi. Bedger’in amacı yalnızca Nasturilere yardımcı olmak
değil aynı zamanda onlarla sıkı münasebetler geliştirmek, Katolik Hıristiyan
misyonerlerinin çalışmalarını önlemek ve Protestanlığın Nastûrîler ve diğer milletler
arasında yayılmasını sağlamaktı. Misyonerin Musul’da kaldığı süre içerisinde kendisine
en büyük tepki Kürtlerden geldi. Çünkü bu şahıs şartların müsait olmasından da istifade
ederek yalnızca Nastûrîler değil diğer gruplar ve milletler arasında da çalışmalar
yürütüyordu. Fakat pek başarılı olduğu söylenemez. Badger, Kürtler ile Nastûrîler
arasındaki anlaşmazlıkta Nastûrîler’i gizli gizli destekledi. Kürtler, Nastûrî Patriğine
saldırınca Patrik ikâmet ettiği köyü terk ederek Dr. Badger’in evine sığındı. Misyonerin
patriğe yardımı ikisinin arasındaki münasebetlerin daha da gelişmesine yardımcı oldu.
406
Journal of a Residence at Baghdad During the Years 1830-1831, s. 46
Sarah Searight, The British in The Middle East, London, 1979, s. 165- Journal of a Residence at
Baghdad During the Years 1830-1831, s. 32
407
124
İkilinin arasındaki yakın münasebet Anglikan Kilisesi ile Nastûrîler arasındaki
ilişkilerin de gelişmesine yardımcı oldu408.
3.3.5.
İngiliz
İmpartorluğu’nun
Irak’ta
Yürütülen
Misyonerlik
Faaliyetlerine Olan Desteği
İngiliz misyonerlik faaliyetlerinin en büyük destekçileri genelde vakıflar, çeşitli
hayır kurumları, dinî cemaatler ve kilise olarak kabul görse de bu genel kabul gerçekleri
tam olarak yansıtmamaktadır. Aslında bu faaliyetlerin en büyük destekçisi İngiliz
İmparatorluğu idi. Çoğu zaman elçiler ve konsoloslar vasıtasıyla bu faaliyetler himaye
ve finanse edilirdi*. Musul’da misyonerlik faaliyeti yürüten ve civar köylerde İncil ve
Hıristiyanlığı anlatan kitaplar ve risaleler dağıtan Papazlar İncil cemiyetinin mensupları
idiler. Bu cemiyetlere ”…Fransa, Rusya ve İngiltere Hükûmetleri zâhiren hiçbir vechle
müdâhale etmemekte ise de bâtınen muâvenette bulundukları…”409 herkesin malûmu
idi.
Misyonerler, öncelikle, kendilerini organize eden örgütlerle bağlantılı olarak
çalıştılar. Bu örgütler misyonerlerin hangi ülkelere ve o ülkelerin hangi yörelerine,
Bülent Özdemir, “II. Abdülhamit Döneminde Süryaniler”, Devr-i Hamid I, Erciyes Üniversitesi Yay.,
2011, Kayseri, s. 407- www.everyculture.com
* Doğu Hint Kumpanyası Hindistan’daki ekonomik çıkarları için Church Missionary Society’den istifade
ediyordu. Kumpanyanın ticarî faaliyetlerini destekleyen İngiliz Hükûmeti bu derneğin Hindistan’da
eğitim, sağlık ve uhrevi alanda yürüttüğü çalışmalarda yardımını esirgemiyordu. İngiltere ile Çin arasında
1834’te cereyan eden Afyon Savaşı İncil’e Çin’in kapılarını açtı. Bu savaş sonunda hem İngiliz hem de
diğer batılı misyonerler Çin’de faaliyetlerine başladılar. Japonya XVIII. yüzyılın sonlarından itibaren
Cizvit Hıristiyanlarına sınırlarını kapatmıştı. Bu yasak yaklaşık iki yüz yıl sürdü. 1850 yılında Amerika
Birleşik Devletleri ticarî gemileri için liman talep etti. 1859 yılına gelindiğinde Amerikalı misyonerler
Adaya ayak bastılar. Bunları beraberlerinde £ 4000 ile İngiliz misyonerler takip ettiler. İngilizler,
misyoner merkezleri açmayı talep ediyorlardı. 1873’te beş liman şehrinde merkez açmakta muktedir
oldular. Sir Bantle Frere, İngiliz Hükûmeti tarafından 1855’te Kenya’ya Kenya ile Zanzibar arasında köle
ticaretini kaldırmayı öngören anlaşmalarda arabulucu olması için gönderildi. Frere, Church Missionary
Society’yi Mombasa yakınlarında yerleşim yeri kurması için teşvik ediyordu. Yerleşim yeri kurulursa
buraya Arap akıncıların esaretinden kurtulan köleler yerleştirilecekti. Frere’nin isteği yerine getirildi ve
Frere Town adında yeni bir şehir ortaya çıktı. Burası kısa süre sonra tam bir endüstri şehri ve aynı
zamanda Kenya’daki İngiliz misyoner teşkilatının iki önemli merkezinden birisi oldu. Tanzanya’daki
misyon ise zaten Kenya misyonunun güdümündeydi. Nijerya’da faaliyetlerine 1830’larda başlayan
misyoner heyetinin gayesi batı Afrika’da faaliyet gösteren İngiliz tüccarının ticaret alanını genişletmekti.
Sierra Leone’de dinî propagandaya 1807’de başlayan misyonerlerin destekçileri koloni hükûmeti idi.
Musul konsolosu Rasam, Malta’da bu dernek tarafından sıkı bir eğitimden geçirilmiş ve hem
Hıristiyanlığa hem de tebaası olduğu İngiltere’ye hizmet etmesi için doğup büyüdüğü yer olan Musul’a
gönderilmişti. Konsolos kendisine biçilen görevi uzun seneler ve başarıyla icra etti. 1882’de Mısır
İngilizler tarafından işgal edildi. Dernek, İngiliz Hükûmeti’nin bilgisi ve izni dahilinde derhal
çalışmalarına başladı. Okullar, hastaneler, çeşitli yardım kuruluşları vs. bir bir faaliyete geçti. Bu
çalışmaların en büyük destekçi yine İngiliz Hükûmeti’ydi. İngiliz misyonerlerinin Avusturalya’daki ilk
faaliyetleri çok eskilere dayanıyordu. 1786’da ilk kiliselerini açtılar. Aborjinlerle münasebet kurmaları ise
biraz zaman aldı. 1830’da koloni hükûmetinin talepleri doğrultusunda dernek bunlar arasında dinî
propagandaya başladı ve faaliyetlerini başarıyla uzun seneler devam ettirdi. www.ampltd.co.uk
409
TTK Kütüphanesi, Yıldız Saray-ı Hümayunu Baş Kitabet Dairesi, No: 6975
408
125
oralardaki hangi etnik ve dinî azınlık üzerine çalışacaklarına karar verir ve onların
misyoner faaliyetlerini yönlendirir, yaptıkları çalışmalar hakkında düzenli raporlar
isterlerdi. Böylece yalnız dinî propaganda icra edilmekle kalınmaz aynı zamanda İngiliz
siyasî faaliyetleri için uygun zemin hazırlanmış olurdu410. Bu genel çerçeve içerisinde
misyonerler çalışmalarını sürdürürken zaman zaman sıkıntılarla ve bazı sorunlarla
karşılaştılar. İşte tam bu noktada bağlı bulundukları ülkenin veya aynı değerlere destek
veren diğer ülkelerin diplomatları yardım ellerini uzattılar ve onlara gerekli desteği
sağladılar411.
Hatta, Londra’da bulunan Protestan Misyoner Merkezi tarafından
Osmanlı Devleti yönetim kademesinde yer almak ve casusluk faaliyetlerinde bulunmak
üzere sıkı casusluk eğitiminden geçmiş ve kafi seviyeye ulaşmış küçük yaşta casus
misyonerler İstanbul’a gönderildiler412.
Çalışma alanımız olan Irak bölgesinde de yürütülen bu faaliyetlerin yine en
büyük
destekçisi
İngiltere’nin
resmi
ve
seyyar
konsoloslarıdır413.
Osmanlı
(Başbakanlık) Arşivleri’nin yanı sıra Londra’da bulunan Ulusal Arşivlerdeki Dışişleri
Bakanlığı Konsolosluk raporları Irak’ta yürütülen misyonerlik faaliyetleri ve bu
faaliyetleri destekleyen konsoloslar ile ilgili malûmatları ihtiva eder.
Buraya kadar verilen izahattan da anlaşılacağı üzere Hıristiyan devletler
menfaatleri icabı Osmanlı Devletinin en ücra köşelerine nüfuz ettiler ve dinî
propagandalar yaptılar. Devlet bu propagandaları engellemek için gayret sarfetse de
başaramadı. İstanbul ve çevrelerinde bile bu faaliyetleri çoğu zama siyasî kaygılar
nedeniyle engelleyemeyen devletin Musul, Bağdat ve Basra’da yürütülen bu çalışmalara
müdahale etmesi neredeyse imkansızdı. XIX yüzyıla gelindiğinde adı geçen eyâletlerde
devlet kontrolü, II. Mahmud’un merkezileştirme politikası kapsamında kısa süre de olsa
sağladığı nisbi istikrarı hariç tutarsak, neredeyse yoktu. Bu kontrolsüz ortamda
misyonerlik faaliyetlerinde İngilizler bir hayli ileri gittiler. Yukarıda da bahsedildiği
gibi Irak bölgesi İngilizler için vazgeçilemeyecek kadar önemli idi. Burasını kontrol
altında tutmak ve siyasî çıkarlarını korumak için misyonerlik faaliyetlerinden de
ziyadesiyle istifade etmeyi bildiler. İngiliz misyon temsilcileri Irak’ta bu faaliyetleri icra
İngiltere Devleti’nin misyonerleri vâsıtasıyla Hıristiyanlığı kullanarak Irak da dahil dünyanın
muhtelif yerlerinde siyasî ve ekonomik menfaatler elde ettiği hakkında bak.: TTK Kütüphanesi, aynı
belge.
411
Mustafa Erdem, Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri, Ensar Neş., İst., 2004, s. 284-285- Missionary
Herald, Reports from Northern Iraq, s. 170
412
Küçükoğlu, Türk Dünyasında Misyoner Faaliyetleri, s. 70
413
Missionary Herald, Reports from Northern Iraq, s. 171
410
126
ederlerken muhtelif aralıklarla meydana gelen doğal afetlerde bile burasını terk
etmeyerek ülkelerinin menfaatleri için canlarını ortaya koydular. Lakin İngilizler dinleri
için Irak’ta canlarını ortaya koyarlarken Tacikistan, Kırgızistan, Moğolistan,Romanya,
Sırbistan gibi coğrafi ve ekonomik değeri kısıtlı olan yerlerde çalışmalarını son derece
sınırlı tuttular. Arabistan Yarımadasında da, özellikle petrolün önem kazanmasına
kadar, bu çalışmaları Irak ile kıyaslanğında bir hayli gerilerdeydi. İngilizler bu
yarımadada misyonerlikten ziyade burada ortaya çıkan Vahhabilik gibi devletin
kontrolüne karşı çıkan unsurlarla siyasi münasetler kurmayı daha çok tercih ediyorlardı.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
4. BAYINDIRLIK FAALİYETLERİ
4.1. Nehir Islahı ve Ulaşımı
Bundan önceki konularda da sıkça bahsedildiği üzere İngiltere için Hindistan
ticareti ve bu ülkeye ulaşan yollar oldukça önemli idi. İngilizler Hindistan’a ulaşmak
için Ümit Burnunu dolaşmak zorundaydılar. Bu yolculuk hem masraflı hem de çoğu
zaman tehlikeli oluyordu. Hindistan ile ticaretin başlamasını müteakip İngilizler bu
ülkeye ulaşan alternatif yollar aradılar. Misyonerleri ve tüccarları vasıtasıyla Yakın ve
Ortadoğu’da araştırmalar yaptırdılar. Bu sebepledir ki Irak’ın coğrafî mevkii ve ulaşım
imkânlarının avantajlarını bölgede bulunan temsilcileri vasıtasıyla öğrenmekte
gecikmediler. XIX. yüzyılın ilk yıllarından itibaren bu bölgeden Hindistan’a
ulaşılabilecek alternatif yollar için çalışmalar başlattılar. Bu çalışmalar neticesinde
Dicle ve Fırat nehirleri ile ulaşımın hem mevcut Ümit Burnu deniz yolu hem de
açılması muhtemel Süveyş Kanalı-Kızıldeniz hattından daha kısa ve ekonomik
olduğunu öğrenen İngilizler derhal İstanbul’da diplomatik çalışmalar yürütmeye
başladılar414. Philip Willard Ireland’ın ifadesiyle “İngiltere Irak’ı Hint yolu için ileri bir
karakol, Fırat ve Dicle nehirlerini ise en kısa ve ekonomik güzergâh…”415 olarak
belirledi.
Üç asırdan fazla zamandan beri toprağı olan Irak’ın coğrafî ve ekonomik
değerini gâyet iyi bilen Osmanlı Devleti ya Mısır’da devam eden ve kendisi için çok
büyük tehlike arz eden Mehmet Ali Paşa gailesini bertaraf etmek için mücadele verecek
ya da Irak topraklarında ve nehirlerinde İngilizler tarafından icra edilmek istenilen ve
ileride devletin başını çok ağrıtacak olan çalışmalara engel olacaktı. Devlet, Mısır’da
cereyan eden ve doğrudan kendisini hedef aldığını düşündüğü Mehmet Ali Paşa
meselesini bertaraf etmek için neredeyse tüm dikkatini bu meseleye verdi. Böyle olunca
414
Sarah Searight, The British in The Middle East, London, 1979, s. 151- Hans J. Nissen-Peter Heine,
From Mezopotamia to Iraq, (Translated by Hans J. Nissen), Chicage United States of America, 2009, s.
128- Fahrettin Tızlak, “İngiltere’nin Fırat Nehrinde Vapur İşletme Girişimi Hakkında Yeni Bilgiler(18341836)”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi VI, Samsun, s. 293-294
415
Philip Willard Ireland, Iraq a Study in Political Department, Kegan Paul Limited, London, 2004, s. 39
128
da İngilizlerin Irak’ta kendi egemenlik haklarına ve ekonomik çıkarlarına uymayan
çalışmalar yürütmelerine müsaade etmek zorunda kaldı416.
1815 Viyana Kongresi ile Avrupa devletleri sınırları içerisinden akan seyr-ü
sefâyine uygun nehirlerin hukukî statüleri hususunda Avrupa devletleri arasında senet
imzalandı. Bu tarihten sonra birden fazla ülkenin topraklarından geçen nehirlerin
üzerinde diğer ülkelerin gemilerinin bu nehirler üzerinde seyredebilmesine imkân
sağlayan 108. ve 109. maddeleri417 hükme bağlandı. Bu karar yalnızca Avrupa
devletleri arasında geçerli olup Osmanlı Devletini bağlamamakta idi. 1856 Paris
Kongresi ile Osmanlı Devleti Avrupa devleti statüsü kazandı ve bu tarihten sonra
Viyana Kongresi kararlarının ilgili maddeleri Osmanlı toprakları içerisindeki nehirler
için de uygulanmaya başlandı. Bu kararlar ilk olarak Tuna Nehri daha sonraları ise
kademeli olarak diğer nehirler için uygulandı. Kararların uygulanması yani yabancı
devletlerin gemilerinin Osmanlı Devleti sınırları dahilinde yer alan nehirlerde seyr-ü
sefâyininin serbestiyet kazanması 1856 yılından sonra mümkün olmakla birlikte (Oysa
Fırat ve Dicle nehirleri yalnızca Osmanlı Devleti sınırları dahilinde akmakta idi. Avrupa
Devletleri söz konusu bu iki nehri stratejik ve ekonomik önemlerinden dolayı ve
İngiltere’nin hegemonyasından kurtarmak için kongre kararlarına dahil ettiler.) ilerleyen
bölümlerde de anlatılacağı üzere İngilizler bu tarihten çok önce Fırat, Dicle ve Şattü’lArab nehirlerinde ıslah çalışmaları yaparak bu nehirleri seyr-ü sefâyine uygun hale
getirerek gemilerini rahatça yüzdürdüler418 (Bkz. Haritalar ve Krokiler 1). Osmanlı
Devletinden imtiyaz alarak şirket kurup ticaret, hatta tersaneler inşa ederek gemi imal
ve montajı yaptılar. Oysa Osmanlı hukukunda kabotaj hakkı yalnız yerli tebaaya
verilmekte idi. İngilizler bu imtiyazı çok iyi değerlendirdiler ve nehirlerde çok
kuvvetlendiler419.
İngilizlerin Dicle ve Fırat nehirlerinde ticaret gayesiyle kurduklari Lynch Şirketi
Osmanlı Devletinin kurduğu Umman-ı Osmanîyi uzun bir ticarî rekabetin sonunda iflas
416
Cezmi Eraslan, “Irak’ta Türk-İngiliz Rekabeti (1876-1915)”, İstanbul Üni. Edeb. Fak. Tarih Dergisi
35, İÜ Edeb. Fak. Bas., İst., 1994, s. 231
417
Memleketleri içinden seyr-ü sefâyine uygun bir nehir geçen veya memleketleri böyle bir nehirle
ayrılmış bulunan devletlerin bu nehirde seyr-ü sefâyini ilgilendiren hususları ittifakla kararlaştırmayı
taahhüt ettikleri; bunun için komiserler tayin ederek nehrin ağzından seyr-ü sefere imkân olan noktasına
kadar tamamıyla serbest olarak ticaret hususunda kimseye egel olunmaması için tek nizama bağlamaları,
her milletin ticaretine açık bir bir sürette güvenlik nizamnameleri ve kaideleri getirmeye çalışacakları ve
aralarında bu nehirlerin serbestleştirilmesi için özel antlaşmalar yapacakları kararlaştırılmıştır.” İlhan
Ekinci, “Osmanlı Devleti’nde Bazı Nehir ve Göllerde Vapur İşletme Teşebbüsleri I”, Arayışlar 1/2,
1999/2, s. 68-69
418
FO 78/1212, No: 4
419
Ekinci, “Nehir ve Göllerde Vapur İşletmesi”, s. 84
129
ettirmeyi dahi başardı420.
Bu durumu Osmanlı Devleti sadece izlemekle yetindi.
Burada, sözünü ettiğimiz bu iki şirket hakkında bilgi vermemizin uygun olacağı
kanaatindeyiz. (Bkz., Tozlu Selahattin- Gazel, Ahmet Ali, Cezîretü’l-Arap’ta
Bayındırlık Faaliyetlerine Dair Kaynak Yazılar II, Orta Doğu Araştırmaları Dergisi
IV/2, Elazığ, 2006, s. 179-202)
4.1.1. Lynch Şirketi
Fırat ve Dicle nehirlerinin seyr-ü sefâyine uygun olup olmadığı hususunda
fizibilite çalışmaları yapmak üzere 1835’te bölgeye gönderilen Chesney ilk
araştırmalarının sonucunda Fırat Nehrinin ıslah edildikten sonra ulaşım için uygun hale
geleceğine dair bir rapor hazırladı ve bu raporu Londra’ya arz etti421(Bkz. Haritalar ve
Krokiler 3). Chesney’nin raporu olumlu gelince İngiliz Hükûmeti gerekli iznin
verilmesi hususunda Osmanlı Devletine müracaat etti. Devlet yetkilileri arasında istişare
edildikten sonra söz konusu hattın kullanıma açılması için aynı sene gerekli izin İngiliz
Hükûmetine verildi422. Osmanlı Devletini ruhsatı vermeye zorlamak gayesiyle devlet
yetkilileri henüz istişare halindeyken İngilizler nehirde yüzdürmeyi planladıkları Tigris
(Dicle) ve Euphrates (Fırat) adındaki gemilerinin parçalarını Birecik’e nakletmeye
başlamışlardı bile. Alınan iznin hemen akabinde Chesney ve ekibi tarafından montaj
işlemleri hızlandırıldı. İki gemi 1836 yılında Fırat Nehri ve Basra Körfezinde
yüzdürüldü. Fakat gemilerden biri aynı senenin yazında Fırat Nehri’nde battı diğer
gemiden ise umulan sonuç elde edilemediği için seferlerine son verildi. İlk denemeler
Henry Blosse Lynch’in de içinde bulunduğu İngilizler için olumsuzdu. Lynch,
Euphrates
Vapuru’nun
kaptanı
idi.
İngilizler
ilk
denemeleri
olumsuzlukla
sonuçlanmasına karşın mücadeleye son vermediler 423.
Ekinci, “Nehir ve Göllerde Vapur İşletmesi”, s. 84
Fahrettin Tızlak, “İngiltere’nin Fırat Nehrinde Vapur İşletme Girişimi Hakkında Yeni Bilgiler(18341836)”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi VI, Samsun, s. 295-Zaki Saleh, Britain and
Iraq, El-Maaref Press, Baghdad Iraq, 1966, s. 103-J. Harvard Godfrey, Iraq and Persian Gulf, 1944, s.
264- Ebubekir Ceylan, Ottoman Origins of Modern Iraq: Political Reform, Modernization and
Development in The Nineteenth Century Middle East, I.B Tauris Co Ltd, London, 2011, s. 190
422
Tızlak, “İngiltere’nin Fırat Nehrinde Vapur İşletme Girişimi Hakkında Yeni Bilgiler”, s. 299-300
423
Saleh, Britain and Iraq, s. 104-108- Ceylan, Ottoman Origins of Modern Iraq, s. 190-Cengiz
Orhonlu-Turgut Işıksal, “Osmanlı Devrinde Nehir Nakliyatı Hakkında Araştırmalar, Dicle ve Fırat
Nehirlerinde Nakliyat”, TD (Tarih Dergisi), İst., 1963, s. 101-İlhan Ekinci, Fırat ve Dicle’de Osmanlıİngiliz Rekabeti (Hamidiye Vapur İdaresi), Asis Yay., Ankara, 2007, s. 29-30- “…Mısır güzergâhının
başarısı, uzun yıllardan beri tartışılan ve oldukça popüler olan Fırat Vadisi güzergâhının başarısızlıkla
sonuçlanmasıyla anlaşıldı. Fırat yolnun, nehir gemileri ile daha kısa ve güvenli olacağı düşünülmüştü.
Thomas Love Peacock (Doğu Hint Şirketi çalışanı) Hindistan ve Britanya arasında hızlı haberleşme
(mektup)yi sağlayan Fırat yolu hakkında bir çalışma raporu hazırlamıştı. 1829’da Chesney (topçu
420
421
130
Chesney ve ekibi tarafından Birecik’te Fırat Nehri kenarında kurulan tersaneyi
tasvir eden bir resim. Sarah Searight, The British in The Middle East, London, 1979
memuru) Mısır karayolu ve Fırat güzergâhını araştırıp karşılaştırma yapması için gönderildi. 1835’te
Chesney ve ekibi Samandağ’a ulaştı. Fırat ve Dicle arasında iki gemi Bir (Birecik)’e karadan taşındı. Bu
gemileri taşımak için özel taşıyıcılar yapıldı. Bilhassa kazanları taşımak çok güçtü. Her bir kazan 40 öküz
ve 100 adam tarafından çekildi. Omurgalar çok uzun olduğundan bunları tepelerden aşırmakta
zorlanılıyordu. Çapa birkaç fit çamura battı. Chesney’nin kendisi dahi ölümden döndü. Gemiler Port
William’a ulaştıklarında ise Basra’ya doğru seyretmek için iklim uygun değildi çünkü kıştı. Mart ayına
kadar bölgenin keşfi yapıldı ve bu ay içinde Bireciklilerin de bakışları önünde demir canavarlar suya
indirildi. Yakıt her zaman azdı. Kömür ile gemiler yüzdürülüyordu. Bu gemilere Araplar saldırdılar
tekrar Birecik’e dönüldü. Hit’te katran ve toprak karışımından yakıt elde edilerek geminin çalıştırılması
denendi. Seyr-ü sefâyin oldukça güçtü. Nehrin iki yakasındaki Araplar saldırganlardı. Fırat ve Dicle
gemilerindeki yolcuları kaçırıyorlardı. Kurallar çok katı idi. Kahvaltı şafak vaktinde, akşam yemeği 5:30’
da ve çay da yemeğin akabindeydi. Işıklar 9:30’da kapatılıyor ve kesinlikle sigara güvertenin içinde
içiliyordu. Mürettebat, gemi yavaş ilerlerken sosyal aktiviteler yapıyordu. Bir fırtınada Dicle ansızın
battı. 19 kişi boğuldu (. Yolculuğun geri kalanında kayda değer bir şey olmadı. Bağdat’ta veba olduğu
için karaya inilmedi. Yakıt ikmali açık deniz (Basra)’de yapıldı. Bundan sonraki altı ay içinde denemeler
yapıldı. Sefer heyeti Karun’dan Ahvaz’a Dicle’den (Dicle Nehri ile) Bağdat’a ve tekrar Fırat Nehri ile
Bir’e dönme ve keşfi tamamlama umuduyla seyr-ü sefere başlandı ancak bataklık nedeniyle motor
bozulduğu için yollarına devam edemediler. Hayal kırıklığına uğrayan Chesney Buşehr ve sonra da
Bombay’a dönmek zorunda kaldı.
Güzergâhın kullanılabilirliği ispatlanmış oldu lakin eli sıkı hükûmet ve Doğu Hint Şirketi için
çok pahalı idi ve kâr getirecek gibi gelmiyordu. İkinci amir Lynch İngiltere’ye dönmeyerek Bağdat’ta
kaldı ve sonra Fırat ve Dicle’de gemi yüzdürmeye başladı. Kardeşleri Thomas ve Stephen, Fırat nehir
taşımacılığı şirketini kurdular ve bu şirket Dicle ve Hindistan arasında postacılık, Hint ordusu için atlar,
İngiliz-Hint memurları ve Britanya ajanlarını görev yerlerine götürüp getiriyordu…” Searight, The
British in The Middle East, s. 164 – Chesney’nin hükûmeti adına gösterdiği çaba ve katettiği mesafe
İngiliz Hükûmeti’nin taktirini kazandı. Hizmetlerinden dolayı Ticaret Bakanlığı Chesney’ye altın kılıç
hediye etmeyi öngören bir karar aldı. Lakin Chesney, Tigris gemisinde hayatını kaybeden arkadaşlarının
hakkına geçeceğini öne sürerek bu hediyeyi kibarca reddetti. Bunun üzerine Hindistan Hükûmeti kazada
ölenlerin anısına Basra yakınlarında bulunan Makil’de bir anıt dikti ve ölenlerin yakınlarına £500 aylık
bağlamayı öngören bir kanun çıkardı. Bundan sonra Chesney ödülü kabul etti. John S. Guest, The
Euphrates Expedition, Kegan Paul Limited, Oxon UK, 2013, s. 138-138
131
İngiliz İmparatorluğu tarafından ticaret yapmaları ve Osmanlı Devletinden
imtiyazlar koparabilmeleri için 1840’lı yıllarda H.B. Lynch, kardeşleri ile beraber tekrar
Basra’ya gönderildiler. Lynch kardeşler burada İngiliz sömürgeciliğinin adeta
temsilcileri oldular424. Gerek Osmanlı Devletinin içinde bulunduğu siyasî ve ekonomik
zorluklar gerekse İngilizlerin İstanbul’da uyguladığı baskı politikalarını gâyet iyi
değerlendiren Lynch kardeşler yüzyılın ikinci çeyreği boyunca özellikle Bağdat-Basra
arası bölgede nehir ticaretini tekellerine aldılar. İngiliz kardeşler, İstanbul’daki siyasî
konjönktürden de istifade ederek kendilerine tanınan iki gemi işletebilme imtiyazını
genişleterek yeni gemileri de sefere koymak istediler. Fakat bu isteğin kabul görmesi
ihtimal dahilinde değildi. Çünkü söz konusu yerde yalnızca Lynch Şirketi gemi
yüzdürmüyor aynı zamanda bir Osmanlı şirketi olan Umman-ı Osmanî de ticaret
yapıyordu. Lynch kardeşlere ilave gemi yüzdürme imtiyazı verildiği taktirde zaten
iflasın eşiğinde olan Türk şirketinin kısa sürede ortadan kalkması kuvvetle muhtemel
idi. Ayrıca başta Hollanda olmak üzere burada ticaret yapmak isteyen Avrupa devletleri
de İngiltere’ye tanınan imtiyazları kendi lehlerine genişletilmesini ısrarla talep
ediyorlardı.
Türk şirketinin ekonomik iflasının ve diğer devletlerin imtiyaz koparmak için
ısrarlarının önüne geçmek istemenin yanı sıra Lynch kardeşlerin nüfuz kazanmasını
önlemek maksadıyla İstanbul, şirketin bu talebini reddetti. Devletin tüm bu çabaları
İngilizleri bir süre frenleyebildi. Muhtelif zamanlarda ve fırsat buldukça imtiyaz
taleplerini yinelediler ve siyasî baskılarını devletleri aracılığıyla sürdürmeye devam
ettiler425.
İngiliz İmparatorluğunun bu baskılarının amacı da yalnızca ekonomik
menfaatle sınırlı değildi. Zira savaş gemilerinin barış ortamında dahi Basra’dan içerilere
kadar girdiğine dair bilgiler mevcuttur426.
Şüphesiz İngilizlerin bu baskıları her zaman kendi lehlerine sonuçlanmadı.
Özellikle Redif Paşa, Namık Paşa ve Mithat Paşaların valilikleri döneminde bu valilerin
İngiliz şirketinin zararlı faaliyetlerine müsamaha göstermemeleri, aşiretlerin gemiler ve
Lynch Şirketi’nin binalarına saldırıları427 ve II. Abdülhamid’in İngilizlerle politik
424
Searight, The British in The Middle East, s. 164
Ekinci, “Nehir ve Göllerde Vapur İşletmesi”, s. 84-86
426
“Basra Körfezinde ticaret yapan Britanya gemilerinin güvenliğini sağlamak maksadıyla zât-ı
âlilerinizin komutamdaki gemisi Africanic’e Sir Amiral Samuel Mood’un talimatlarına uyarak geldiğimi
tarafınıza bildirmekten onur duyarım.” FO 248/34-Gavin Young, Return to the Marshes, Futura
Publications Limited, Great Britain, 1978, s. 53
427
FO 78/2299, 20. 03. 1873, s. 128- Aynı belge, s. 140
425
132
mücadelesi süresince bu şirketin hareket alanı son derece kısıtlandı hatta şirket iflasın
eşiğine geldi. Tüm bu olumsuzluklara rağmen I. Dünya Savaşı sonuna kadar şirket
Irak’tan vazgeçmedi428.
4.1.2. Umman-ı Osmanî Şirketi
Lynch Şirketi ve İngiliz temsilcilerinin bölgede yürüttükleri siyasî ve iktisadî
faaliyetleri yakından takip eden İstanbul, bölgenin önemini daha iyi anlamaya başladı.
Sonuçta, İngilizleri burada yalnız ve rakipsiz bırakmamak için çalışmalarını I. Dünya
Savaşı sonuna yani savaşta mağlup olarak Irak’tan çekilene kadar devam ettirdi. Bu
çalışmalardan birisi de Bağdat Valisi Mehmet Namık Paşa tarafından kurulan Umman-ı
Osmani Şirketi’dir429.
Şirket yalnızca Bağdat-Basra arasında işliyordu. Hedefleri arasında Basra
Körfezi ile Kızıldeniz’e kıyısı olan yerlere ticarî emtia ve yolcu taşımacılığı yapmakta
vardı. Böylelikle Irak’ın kendisine yakın yerlerle olan irtibatı ve ticareti hem daha
güçlenecek hem de şirket olarak büyük ekonomik çıkar sağlanacaktı. Bu vesileyle
İngilizler de burada rakipsiz kalmayacaktı. Şirket bu hedefini ilerleyen zamanlarda
gerçekleştirdi430.
Şirket Mehmet Namık Paşa zamanında kuruldu, yeni vapurlar ilave edilerek
filosu nispeten güçlendirildi431. Şirketin asıl gelişimi ise Mithat Paşa zamanında oldu.
Mithat Paşa, şirketin filosuna yeni vapurlar kattı, yakıt masraflarını azaltmak için
Basra’ya yakın yerlerde kömür madenleri açtı, önceden mevcut olan fakat âtıl
vaziyetteki bir fabrikayı da tamir ettirerek bir çeşit tersane haline getirtti, seferleri
sıklaştırdı, Fırat-Dicle-Şattü’l-Arab nehirlerinde ıslah çalışmaları yaptırdı, şirketin
ticaret yapma alanını genişletti432 ve bu şirketin kontrol mekânizması olarak İdare-i
Nehriye’yi kurdu. Şirket önceki dönemlere nazaran Mithat Paşa zamanında gâyet iyi
durumda idi lakin Paşadan sonra gelen Osmanlı mülkî amirleri deniz taşımacılığına
gereken önemi vermediler. Lynch Şirketi gibi tecrübeli ve güçlü bir kumpanya
FO 78/2352, 13.05.1874-Enver Ziya Karal, Büyük Osmanlı Tarihi IV, TTK, İst., s. 33
Besim Darkot-M. Tayyip Gökbilgin, “Basra”, İA II, Bas., 5, M.E.B. Yay., 1997, 326
430
Darkot-Gökbilgin, Basra, İA II, Bas., 5, s. 326- Ömer Osman Umar, Basra ile Müntefikte Aşiretlerin
Mücadelesi ve Sadun Paşa, Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Dergisi II/I, Elazığ, 2004, s. 9-10
431
İlber Ortaylı bu şirketin Mithat Paşa tarafından kurulduğunu belirtmektedir. İlber Ortaylı, Osmanlı
İmparatorluğu’nda İktisadi ve Sosyal Değişim Makaleler 1, Birinci Baskı, Turhan Kitabevi, Ankara,
2000, s. 173
432
Ali Haydar Midhat, The Life of Midhat Pasha, a record of his services, political reforms, banishment
and judicial murder (1903), J. Murray (Publisher), London, s. 50
428
429
133
karşısında mücadele vermek zorunda kalan şirket bir de yetkililerin umursamaz tavırları
ve bu yetkililerin şirket hakkında İstanbul’a gönderdikleri olumsuz raporlar, işleri daha
da zorlaştırdı. Oysa İngilizler bu şirketin faaliyetlerinden son derece rahatsızlardı433.
Şirketin iflasının Irak’taki İngilizlerin elini güçlendireceğinin ve kendilerine karşı siyasî
mücadelelerinde daha rahat hareket imkânı bulacaklarının farkında olmayan Osmanlı
idarecileri şirketin iflasına kayıtsız kaldılar.
Şirketin iflas etmesinin diğer önemli nedeni ise devletin buradaki otoritesinin
izâfi olması dolayısıyla Bağdat, Basra ve Musul’daki memurlarının başına buyruk
hareket etmeleri ve kimi zaman meydana gelen hadiselere sessiz kalmalarıdır. Bu
durum her iki şirketin gemilerini yağmalayan, mürettebatı yaralamak ya da öldürmekten
çekinmeyen yerel güçlerin, çetelerin ve kabilelerin arazi üzerinde nüfuzlarının
artmasına, başına buyruk kalan bu grupların nehir ulaşımını ve taşımacılığını ciddî
manada aksatmalarına sebep oldu435. Saldırılar önlenemedi ve bu saldırılar sonunda her
iki şirket de zarara uğradı lakin Lynch Şirketi bu zararları telefi etmeyi ve Umman-ı
Osmanînin iflası sonunda bu gruplarla anlaşarak onların saldırılarını nispeten azaltmayı
bildi. İngiliz şirket tüm bu olumsuzluklara karşın ısrarla seferlerine devam etti. Bunda
yalnızca ticarî kaygı gütmesinin yanı sıra buradaki mevcudiyetinin ülkesine sağladığı
menfaat en önemli etkendi. İngiliz temsilcilerin bölgede yürüttükleri siyasi faaliyetlerin
yanısıra Türk şirketinin uğradığı zararın telafi edilmemesi ve Türk yetkililerin
umursamaz davranışları şirketi iflas sürecine soktu436.
433
Lynch Şirketi, Türk şirketinin faaliyetlerinden ve kendisine rakip olarak belirmesinden o kadar
rahatsızdıki bu şirketin bazı kaptan ve personeli önemsiz bir meseleyi bahane ederek Türk vapuruna
saldırdılar ve kaptan dahil mürettebatı kaçırdılar. Mithat Paşa zamanında cereyan eden bu olay iki ülke
arasında gerginlik olmaması için İngiliz konsolosunun özür dilemesi ile halloldu. Zekeriya Kurşun,
Basra Körfezinde Osmanlı-İngiliz Çekişmesi Katar’da Osmanlılar 1871-1916, TTK Bas., 2004, Ankara,
s. 53
Reformlar doğrultusunda 1826 yılında Yeniçeri Ocağı’nın lağvedilerek yerine düzenli ordunun
kurulması ve Irak’ın telgraf ağı içine alınması burada nispeten asayiş ortamının oluşmasını sağladı. Bu
durum sorun çıkaran kabile ve aşiretleri zor durumda bıraktı. Kendilerinin menfaatine aykırı olan bu
durumu ortadan kaldırmak için ise bu kabileler telgraf hatlarına, vapurlara ve kervanlara zarar vermek
için de ellerinden geleni yaptılar. -FO 7878/2352-Tarbush, The Role of the Military in Politics, s.22
435
“12/13 Haziran 1872’de geceleyin posta gemisi Cashmere nehir kıyısından gelen haydutlar tarafından
Buşehr’de yağmalandı. Bir kazancı öldürüldü yedi kabin görevlisi yaralandı….
Cashmere’i yağmalayanlar, bir zaman önce Buşehr’i istila eden harami çetesinin üyeleridir. Bir önceki
kış boyunca yetkililerin kayıtsızlığı bu çete üyelerinin sayısının artmasına ve jandarmayı hiçe
saymalarına zemin hazırladı…”FO 78/2352- FO 78/2299, 20. 03.1873, s. 128- FO 78/2299, 10.01.1873,
s. 140-141- Guest, The Euphrates Expedition, s. 63-64
436
FO 78/2352- “…Samandağ’dan Basra Körfezine kadar olan hattın güvenliğini alabiliriz ancak iklimin
elverişsizliği bu hat için dezavantaj teşkil ediyor. Ayrıca bölgedeki aşiretler hat için tehlikelidirler.
Buradaki Türk yetkililer kanunları uygulamaktan bîhaber. Bölgede olası İngiliz-Avrupalı savaşında
özellikle Ruslar ve Fransızlar bölge halkını bize karşı yani demiryolu ve telgraf hattını sabote etmeleri
134
13 Mayıs 1874 tarihinde Irak’tan İngiliz Dışişleri Bakanlığına gönderilen rapor
Buşehr’deki asayişsizliğin hangi boyutlara ulaştığını ve devletin mülkî amirinin
şehirdeki nüfuzunun izafî olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. “…yetkililerin
kayıtsızlığı çete üyelerinin sayısının artmasına ve jandarmayı hiçe saymalarına olanak
verdi. Üstelik bu çete üyeleri şehir halkına ve polise yabancı olmamalarına karşın
kahvehanelere ve diğer umumî yerlere sıklıkla uğradılar ve kimse bunlara mani olmaya
cüret edemedi. Gece 40-50 kişi bir araya geldi, dükkanlara ve evlere girdiler. Vali
tarafından alınan tek önlem şehir halkının sokaklarda silah taşımasını yasaklamak oldu.
Alınan bu önlem insanları tamamen haramilerin insafına bıraktı…437”. Meydana gelen
bu tür asayişsizlikler nedeniyle Irak, Avrupalılar tarafından “Türk Sibiryası” olarak
adlandırılır hale geldi438. Ülkelerinin temsilcileri ya da seyahat amaçlı olarak gelen
Avrupalılar Irak hususunda yazdıkları yazılarında ya da ülkelerinin yetkililerine arz
ettikleri raporlarında sürekli devletin mülkî, askerî yetkililerini, yerel Aşiret ve Kabile
reislerini eleştirmekten zaman zaman da aşağılamaktan çekinmezler, lakin söz konusu
kişiler ile kendileri ve ülkelerinin münasebetlerinden ve bu münasebetlerin Irak’a ne
kadar zarar verdiğinden neredeyse hiç bahsetmezler.
4.2. Ulaşım İçin Planlanan Muhtemel Güzergâhlar
El-Cezire bölgesi yalnızca XIX. yüzyılda değil XVI., XVII. ve XVIII.
yüzyıllarda ulaşım, ticaret ve iletişim açısından önemli idi. Basra-Bağdat-Anadolu ya da
Basra-Bağdat-Şam üzerinden karayolu ile hem ticaret hem de postacılık yapılmaktaydı.
Bu güzergâhların bakımı ve güvenliğine devlet azamî derecede önem veriyordu439.
Coğrafî konumu ve nehir ulaşımı imkânları dolayısıyla XIX. yüzyılda başta İngiltere
olmak üzere Avrupa devletlerinin sömürgecilik faaliyetlerine ağırlık vermeleri bu
bölgeye olan ilgiyi daha da arttırdı. 1860’lara gelindiğinde Irak’ın ithalat ve ihrâcatı
İngiltere ve İngiliz Hindistan’ı ileydi. 1864-1866 tarihleri arasında Irak’ın söz konusu
devletlerle olan ithâlatı %83’e ihrâcat’ı ise %99’a tekabül ediyordu440.
için kışkırtması hiç de zor değil…”( İngiliz-Hint Hükûmeti’nden Londra’ya gönderilen ve 24 Temmuz
1868 tarihli Pall Mall Gazetesi’nde yayınlanan muhaberat)
437
FO, 78/2352
438
Tarbush, The Role of the Military in Politics, s. 21
439
Godfrey, Irak and Persian Gulf, s. 264- A.DVNS.MHM.d. No: 241, Hüküm No: 1636, s. 259
440
Mustafa Sıtkı Bilgin, Türk-Irak İlişkilerinin Tarihsel Boyutu, ASAM, Orta Doğu Araştırmaları Dizisi,
1994, s. 215
135
İngiltere ve İngiliz Hindistan’ı Irak’tan tarımsal meta ithal ve işlenmiş mal ihraç
ediyordu. Ticaretin bu denli yüksek olduğu Irak ile ulaşımın en kısa ve ekonomik
yollardan sağlanması İngiltere için hayatî derecede önemli idi441. Bunun yanı sıra Fırat
ve Dicle nehirleri üzerinde ticaret ve bu nehirler vasıtasıyla Basra’ya, oradan da
Hindistan’a ulaşım olanaklarının İngiltere için önemi sebebiyle İngiliz Dışişleri Bakanı
Palmerston bölgeye bir keşif heyeti gönderdi. Osmanlı Devleti ise Mısır Meselesi
sebebiyle Irak ile ilgilenemedi. İngilizler bu fırsatı değerlendirmek için faaliyetlerini
hızlandırdılar442. Bunun için de yapılması gereken en mühim şey yeni yollar inşa
etmekti. Böylelikle bölgede daha hızlı ve rahat hareket edeceklerini kontrolü daha kolay
sağlayacaklarını ve en önemlisi de Hindistan’a ulaşan daha ekonomik, kısa ve emniyetli
güzergâhlara sahip olabileceklerini gâyet iyi biliyorlardı.
Açmayı planladıkları yollar ise şöyle idi:
Birinci yol; İskenderun limanından Birecik’e oradan da Basra ve Hindistan’a
ulaşacak olan hat olup ki bu tasarı Süveyş Kanalının açılması ile suya düştü443.
İkinci yol İskenderun-Birecik arası kanal açma girişimidir. Projenin hayat
bulması halinde Akdeniz ile Basra Körfezi arasında doğrudan bağlantı kurulacaktı 444.
Çok arzu edilmesine rağmen, İskenderun ile Birecik arasındaki kot farkından dolayı bu
projeden vazgeçildi.
Üçüncü yol; Süveydiye yani günümüzde Hatay sınırları dahilinde kalan
Samandağ’da bulunan limandan başlayıp Asi Nehri ile Suriye içlerine girilip kervanlar
vasıtasıyla Halep ve Fırat Nehrine, buradan da Şattü’l-Arab Nehri ve Basra Körfezine
ulaşılacaktı445.
4.3. Telgraf Hattı
Telgraf hattının hızlı haberleşme ve merkezî idare için kolaylıklar sağlayacağını
bilen Osmanlı Devleti hattın teşkili için komisyonlar kurarak çeşitli ülkelerle bu hususta
görüşmeler yaptı ve ülkenin telgraf ağlarıyla örülmesi için özel çaba sarf etti.
Gökhan Çetinsaya, “Sultan II. Abdülhamid Döneminde Osmanlı Devleti’nin Irak Politikası”, Devr-i
Hamid III, Erciyes Üniversitesi Yay., 2011, Kayseri, s. 172, aynı eser, s. 160
442
Eraslan, “Türk-İngiliz Rekabeti”, s. 227-228
443
Karal, Büyük Osmanlı Tarihi II, s. 257
444
Borisoviç Lutskiy, Arap Ülkelerinin Yakın Tarihi (Çev. Turan Keskin), Yordam Yay., İst., 2011, s.
108
445
Ekinci, Fırat ve Dicle’de Osmanlı-İngiliz Rekabeti, s. 80-81
441
136
Telgraf ağı içine alınması düşünülen bölgelerden birisi de hiç kuşkusuz merkezî
idarenin çok zayıf olduğu Irak idi446. (Bkz., Ekler 1-16) Bu hususta İngilizler de
oldukça istekliydiler. Çünkü can damarlarından birisini teşkil eden Hindistan ile en
pratik yoldan haberleşebilmeleri telgraf hattı ile mümkündü. Bunun için de Anadolu
üzerinden döşenecek hat en uygun olandı447.
Londra ile Anadolu ve Hindistan arasında muhaberatı teshil için telgraf hattı
döşenmesi hem İngilizler hem de Türkler için zaruriyet teşkil ediyordu. Ulaştığımız
belgelere göre İngiltere ile Osmanlı Devleti arasında bu hat hususunda ikili
görüşmelerin 1850’lerde başlatıldığı söylenebilir.448 Bu projenin de fikir babası yine
İngiltere Devleti idi. En önemli sömürgesi olan Hindistan ile iletişimini sağlayacak ve
çıkarlarına hizmet edecek olan bu hattın hayata geçirilmesi İngiltere için hayatî önem
arz ediyordu. Zira Hindistan’da Sepoy (Hint askeri) ayaklanması çıkmış, Londra bu
isyandan 40 gün sonra haberdar olabilmişti. İngilizler bu ve benzeri nedenlerden dolayı
hat için çalışmalara derhal başladılar449.
Söz konusu hat İstanbul’dan başlayarak Boğazı geçecek Anadolu üzerinden
Suriye’ye ulaşacak ve burada mevcut olan İskenderun-Bağdat arası hat ile birleşerek
Bağdat’a uzanacak sonraları ise fasılalı olarak bütün Irak bölgesi telgraf ağı içerisine
alınacaktı. (Bkz., Ekler 1)
Bağdat ile Basra arasında yağmacı Kürt ve Arap Aşiretlerinin hatta zarar verme
ihtimali göz önüne alınarak hat Dicle Nehri’nin altından Basra Körfezine ulaştırılacaktı.
Zira bu Aşiretlerin kontrolü bir hayli güç oluyor hatta bazen mümkün olmuyor neticede
kamu mallarına ciddî zararlar veriyorlardı450. Bağdat-Basra arasındaki bölgede meskun
ve göçebe aşiretlerle yapılan görüşmelerde de hattın güvenliği için tatmin edici bir
sonuç alınamamıştı.
Hat su yolundan döşendiği taktirde bu mesele ortadan
kalkacaktı451.
1859 yılında Osmanlı Devleti ile İngiltere Devleti arasında varılan mutabakat
neticesinde İstanbul ile Basra arasına döşenecek tegraf hattının ön çalışmasını yürütmek
446
FO 78/1451, No: 8
Mustafa Öztürk, “Arap Ülkelerinde Osmanlı İdaresi”, History Studies Ortadoğu Özel Sayısı, 2010, s.
16-FO 78/1451, No: 8-Geoff Simons, Iraq from Sumer to Post-Saddam, Third Edition, Palgrave
Macmillan, New York, 2004, s. 181
448
FO 78/1536, No: 18- 1860 -Ceylan, Ottoman Origins of Modern Iraq, s. 187
449
Ceylan, Ottoman Origins of Modern Iraq, s. 188
450
Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğu’nda İktisadi ve Sosyal Değişim Makaleler 1, s. 176
451
Yaşar Yücel, “Mithat Paşa’nın Bağdat Vilâyetindeki Altyapı Yatırımları”, Uluslararası Mithat Paşa
Semineri, Edirne, 1984, s. 181-182
447
137
üzere bir İngiliz uzman ekip 1860 yılında Bağdat’a ulaştı452. (Bkz., Ekler 16) Yapılan
incelemeler ve ön çalışmalar sonunda derhal çalışmalar başladı. Valinin direktifleri
doğrultusunda hat Fırat Vadisi üzerinden Sûku’ş-Şuyûh-Kuttü’l-amare-Şattü’l-hiye
istikametinde döşenmeye başlandı fakat en güvenli bölgelerden olan Bağdat
yakınlarında bile telgraf telleri defalarca kesildi. Bunun üzerine hattın yüzeyden değil
de su altından döşenmesi fikri tartışmaya açıldı. İstanbul, Basra-Bağdat arası hattın Fırat
Nehri yatağına döşenmesinde ısrar etti fakat İngiliz ekip bu nehirde seyreden gemilerin
tellere ciddî zararlar vereceği ve arızalanan tellerin tamirinin fevkalade güç hatta bazen
imkânsız olacağını ısrarla hükûmetine bildirdi. Ekip yaptığı çalışmalar neticesinde Fırat
Nehrinden ziyâde Dicle Nehrinin yatağının bu iş için daha uygun olacağı hususunda
diretiyordu. Üzerinde çok durulmasına karşın hattın nehir yatağına döşenmesi mümkün
olmadı ve tekrar yer üstünde çalışmalara başlandı453 (Bkz Ek 11).
1863 yılında yapımına başlanılan ve 1865 senesinde bitirilen Bağdat-Basra arası
hat Anadolu’dan gelen hatla birleştirildi ve İstanbul ile haberleşme başladı454. İngilizler
Hint Okyanusunun altından döşedikleri bir hatla Anadolu’dan gelen hat birleştirildi ve
İstanbul-Hindistan arası iletişim sağlanmış oldu. Toplam beş istasyonun biri Karaçi’de
diğer dördü ise Gwader, Masandam, Buşehr ve Şattü’l-Arab bölgesindeki Fav (Fao)’da
kuruldu. Karaçi’deki istasyon genel merkez idi. Bu hattın da mülkiyeti ve geliri
Osmanlı Devletine, kullanım hakkı da her iki devlete aitti455.
FO 78/1451, No: 8-FO 78/1536, No: 2-BOA, İ.DH, 443/29259
FO78/1536, No: 2, 01.02.1860, s. 68-FO 78/1768, No: 6-Ceylan, Ottoman Origins of Modern Iraq, s.
188
454
FO 78/1768, No: 8
455
FO 78/1768, No: 6, 29.04.1863-Searight, The British in The Middle East, s. 168- Lutskiy, Arap
Ülkelerinin Yakın Tarihi, s. 134
452
453
138
Telgraf hattının inşasını temsil eden bir resim. Sarah Searight, The British in The
Middle East, London, 1979
Tegraf hattı yüzünden denetim altına alındıkları için birçok aşiret ve kabile
Bağdat-Basra arası hatta daimi sûrette zarar veriyordu. Bu yüzden Mithat Paşa bölgeye
yedek bir hat çektirdi. Hatta bu Aşiret ve Kabileler ile anlaşmaya vararak hatların
inşaasında kendilerini istihdam etti. Ücret karşılığında hatların güvenliğini kendileri
sağlıyor, tamirinde de yine kendileri amele olarak çalışıyorlardı. Uyguladığı akıllı
politika sayesinde Paşa, haberleşmenin kesintiye uğramasının önüne geçti. Böylelikle
bu gruplar üzerinde devlet kontrolü daha da arttı456. Bununla da yetinmeyen Paşa, İran
üzerinden Hindistan’a bir hat döşetti. Ekonomik sebepler ve Arapların sık sık saldırıları
nedeniyle bu hat akim kaldı.
İngilizlerin Orta Doğu ve Hindistan’da yürüttüğü siyasetten ve buralarda
oldukça etkin olmalarından Rusların rahatsız olmamaları imkânsızdı. Ruslar,
456
Tarbush, The Role of the Military in Politics, s. 122- Ceylan, Ottoman Origins of Modern Iraq, s. 189
139
İngilizlerin Irak’ta yürüttüğü hemen tüm çalışmalara gösterdikleri muhalefeti telgraf
hattı için de gösterdiler. Lakin İngilizler ve Türklerin kararlılığı ve işbirliği içerisinde
olmaları Rus muhalefetini bertaraf etmeye yetti457. Telgraf hattını engellemekte
muktedir olamayan Ruslar bu hatta alternatif olarak İran üzerinden Hindistan’a ulaşan
bir telgraf hattı döşediler. Fakat bu hat güvenilir olmadığı ve Aşiretler tarafından sık sık
tahrip edildiği için Türkler ve İngilizlerin döşediği hatta rakip olamadı458.
4.4. Demiryolu Hattı
“Memleketime demiryolu yapılsın da isterse sırtımdan geçsin, razıyım.”
Sultan Abdülaziz
Sanayi Devrimi sonrasında en önemli buluşlardan birisi kuşkusuz lokomotif
oldu. Başlangıçta kısa mesafelerde istifade edilmiş olmakla birlikte XIX. yüzyılın ikinci
yarısından itibaren uluslararası kullanımda yararlanılmaya başlandı. Ayrıca çok yüksek
tonajlı vagonlarla o günkü şartlarda olağanüstü miktarlarda taşımacılık gerçekleştirildi.
Üstelik bir önceki yüzyıl ile kıyaslanamayacak ölçüde kısa zaman zarfında ve düşük
maliyetlerle bu taşımacılık gerçekleştirilir oldu*.
Ekonominin yanı sıra askerî ve politik açıdan da oldukça önemli olan demiryolu,
bu yüzyılda ekonomisi zayıflamış, özellikle iç ve uzak bölgelere ulaşımda gâyet sıkıntı
çeken Osmanlı Devleti için kayıtsız kalınamayacak bir yenilikti. Tüm ülke demiryolu
ağı ile örüldüğü taktirde en ücra köşelere dahi kısa sürede intikal edilerek merkezî idare
kuvvetlendirilebilir, savaş durumunda da kâfi miktarda asker ve teçhizat nakli
demiryolu sayesinde gerçekleştirilebilirdi. Ayrıca ticarî ve tarımsal emtia demiryolu
sayesinde ülkenin muhtelif yerlerinden istenilen şehirlere kısa sürede ve daha ucuza
457
Gareth Stansfield, Iraq, Polity Press, Cambridge UK, 2007, s. 30
Yücel, “Midhat Paşa’nın Bağdat Valiliği”, s. 182
*
İngiltere’nin Wylam kentinde yaşayan ve kömür ocağında çalışan George Stephenson bu madendeki
tulumba motoru ile yakından ilgilenmeye başladı. Kısa süre sonra madenin yetkilileri tarafından
işletmenin mühendislik işleri için görevlendirildi. Henüz çok küçük yaşta olmasına rağmen önemli işler
başarmaya başladı. Bu da patronlarının gözünden kaçmadı. Bu madenin sahipleri çıkardıkları kömürü
Stockton’dan Darlington’a ve diğer pazar alanlarına nakledebilmek için tren hattı döşenmesine karar
verdiler. Bu hattın döşenmesi için de Stephenson’ı görevlendirdiler. 1821’de yapımına başlanılan hat
1825’te tamamlanarak taşımacılığa başlandı. 21 kömür vagonu ile iki lokomotif saatte 8 mil (12.874 km)
mesafe katediyordu. Bu hız ve taşınan yük o dönem için oldukça önemliydi. Çünkü demiryolu
taşımacılığında benzer çalışmalar bundan çok kısa süre önce de yapılmıştı ancak çalışmalar
Stephenson’unkine kıyasla bir hayli geri kalıyorlardı. Şirket kısa sürede kâra geçti ama asıl başarıyı
Stephenson yakaladı çünkü hayata geçirmeyi başardığı bu hat Dünya tarihinde demiryolu çağının
başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Demiryolunun geçmişten günümüze tarihi ve gelişimi hakkında
ayrıntılı bilgi için bak., www.trainhistory.net - www.historylearningsite.co.uk – www.historic-uk.com
458
140
taşınabilir ve Osmanlı iç pazarı hem ülkenin diğer şehirleri hem de Avrupa pazarları ile
buluşabilirdi. Tarımsal vergiler ve gümrük vergileri de artabilirdi. Buna ilave olarak
vatandaşlar kendilerinin hizmetine ve istifadesine sunulan mevcut demiryolu hatları
sayesinde istedikleri yerlere daha kısa sürede ve emniyet içinde intikal edebilirlerdi.
Sultan Abdülmecid ve onun yöneticileri Mustafa Reşit, Âli ve Fuad Paşalar tüm
Osmanlı ülkesine demiryolu döşenmesi için çok çaba sarfettiler459.
Yukarıda ifade edilmeye çalışılan nedenlerden ve adı geçen Paşaların çalışmaları
ve gayretlerinden dolayı demiryolu yapımı için Avrupa devletleri ile görüşüldü ve
demiryolu döşenmesi hususunda kendilerine imtiyazlar verildi. Başta İngilizler olmak
üzere Ruslar, Fransızlar ve Almanlar bu imtiyazları elde etmek için birbirleri ile
rekabete giriştiler.
Devletin demiryolu yapımı için sermaye ve teknik personel eksikliği nedeniyle
imtiyaz hakkını elde eden devletler ciddî menfaatler sağladılar. Zira bu devletler
yapımını üstlendikleri hatların işletim hakkını da alıyorlar ve bu sayede demiryolunun
ulaştığı yerlere nüfuzlarını da götürüyorlardı. Bu olumsuzluklarına karşın demiryolu
yapımı için çalışmalar XIX. yüzyılın ikinci yarısında başladı ve kademe kademe ülkenin
her tarafına yayıldı. İlk demiryolu hattı ise 50 yıllık işletme hakkını elinde bulunduran
İngilizler tarafından 1866’da tamamlanan İzmir-Aydın hattıdır. Bu hat İzmir-BucaAydın-Sarayköy-Dinar-Eğirdir’i birbirine bağlıyordu. Yine 1869’da İzmir-TurgutluAlaşehir-Uşak-Afyon ve İzmir-Bandırma arası ulaşımı sağlayan hat İngilizler tarafından
yapıldı ve hem yük hem de yolcu taşımacılığı için hizmete sunuldu460. Tamamlanan bu
hattı müteakip İngilizlerin yanı sıra Fransızlar ve Almanlar da ülkenin farklı
bölgelerinde hatlar döşediler. Bu tarih Avrupa’nın diğer ülkeleri ile kıyaslandığında bir
hayli erkendir, çünkü demiryolu taşımacılığının öncüsü İngiltere 1850 yılında 25.000km
yüzyılın sonlarında yaklaşık 35.000km hatta sahipti. Almanya’nın toplam hattının
uzunluğu ise 1850’lerde yaklaşık 4.000km idi461.
Murat Özyüksel, Osmanlı-Alman İlişkilerinin Gelişim Sürecinde Anadolu ve Bağdat Demiryolları,
Arba Yay., İst., 1988, s. 10-11
460
Osmanlı Devleti sınırları dahilinde muhtelif zamanlarda hayata geçirilen demiryolları hakkında
ayrıntılı bilgi için bak., www.trainsofturkey.com
461
Mehmet Metin Hülagu, “Sultan Abdülhamid Dönemi Demiryolu Politikası (1876-1909)”, Devr-i
Hamid III, Erciyes Üniversitesi Yay., Kayseri, 2011, s. 136-141-Mustafa Öztürk, Batılı Devletlerin
Osmanlı Üzerindeki Politikaları ve Bunun Osmanlı Dış Politikasına Etkisi (19. Yüzyıl), Türk Dış
Politikası Osmanlı Dönemi II (Ed.: Mustafa Bıyıklı), Gökkubbe Yay., İst., 2008, s. 350www.historylearningsite.co.uk459
141
İngiltere imtiyazlı devlet olmakla birlikte II. Wilhelm’in Almanya Kralı
olmasıyla Osmanlı-Alman münasebetleri bir anda gelişti. Bunda şüphesiz iki ülkenin de
menfaatleri söz konusu idi. Almanlar sömürgecilik yarışına geç katıldılar. Sömürge
alanları büyük devletler arasında pay edildiği için Almanlar yeni sömürge alanları
bulmaya ve ele geçirmeye ihtiyaçları vardı. Zira, büyüyüp güçlenebilmeleri için bunu
yapmaları şarttı. Batıda ve Afrika’da bunun mümkün olmadığını bilen imparator II.
Wilhelm doğuya yani Osmanlı Devletine yöneldi. Böylelikle hem Osmanlı Devleti gibi
geniş ve sanayisi gelişmemiş bir pazara sahip olabilecek hem de İngilizlerin Osmanlı
üzerindeki nüfuzunu kırabilecekti.
Osmanlı Devleti de İngiltere’nin son zamanlarda Rusya ve Fransa’ya
yakınlaşmasından ve kendi toprakları üzerinde yürüttüğü yıkıcı faaliyetlerden son
derece rahatsızdı. İki devlet anlaşınca Osmanlı Devletinin en büyük demiryolu projesi
olan Bağdat demiryolu projesini II. Abdülhamid, İngilizlere değil de Almanlara verdi462.
Oysa İngilizler Osmanlı toprakları üzerinde en etkili güç olduklarını ve bu tür imar
faaliyetlerinin içinde kendilerinin bulunacaklarını iddia ediyorlardı. Fakat bu büyük
imtiyazı mevcut fizibilite çalışmalarının mevcudiyeti ve İngilizlerin bölgedeki büyük
deneyimlerine karşın İngilizler değil Almanlar aldılar. I. Dünya Savaşı sonuna kadar
sürecek olan Türk-Alman ittifakının belki de temelini oluşturan bu proje tüm
engellemelerine ve siyasî baskılarına karşın İngilizlerin elinden kaçtı. Oysa kendileri II.
Abdülhamid tahta geçmeden önce defalarca demiryolu projelerini gündeme getirmişler
fakat yine kendileri vazgeçmişlerdi463. Şimdi, hayata geçiremedikleri bu projelerden
bahsedelim.
4.4.1. Fırat Vadisi-Basra Körfezi Demiryolu Hattı
İngiliz araştırma ekibinin 1820-1840 yılları arasında kanal ve demiryolu
döşenmesi için yaptığı çalışmalar olumlu sonuç verip de el-Cezire bölgesinin hem
demiryolu döşenmesine hem de Akdeniz’i Fırat Nehri vasıtasıyla Basra Körfezi ile
birleştirmeye imkân vermesi buranın önemini daha da arttırdı (Bkz. Haritalar ve
Krokiler 5). Çalışmaları Chesney yürütürken Alman Moltke de bölgenin topoğrafyasını
462
Searight, The British in The Middle East, s. 157-165-Wiliam Polk, Irak’ı Anlamak, 2. Baskı, NTV
Yay., İst., 2007, s. 70-72- www.encyclopedia.com
463
Özyüksel, Bağdat Demiryolları, s. 7-8-Stefanos Yerasimos, Milliyetler ve Sınırlar, Balkanlar,
Kafkasya ve Orta-Doğu, 6. Baskı, İletişim Yay. İst., 2010, s. 201- www.wsws.org
142
çıkarmakta ve bu hususta ayrıntılı raporları ülkesine sunmaktaydı464. Moltke, Almanlar
tarafından bir demiryolu yapılarak Irak’ın Basra Körfezinden itibaren Almanya ile
bağlanması durumunda tüm Irak bölgesinin zenginliklerinden ziyâdesiyle istifade
edilebileceğini savunuyordu. Ona göre Irak Almanlar için çok kısa süre sonra yani
Alman birliği sağlanır sağlanmaz vazgeçilmez olacaktı. Afrika ve Amerika’da
sömürgeler sömürge devletleri tarafından parsellenmişti. Osmanlı Devleti kademe
kademe sömürgeleştirilmeliydi. Bu devlet içerisinde hem stratejik hem ekonomik
açıdan en önemli yerlerden birisi de hiç kuşkusuz Irak idi. Bu bölge; İngiliz, Fransız ve
Ruslara karşı önemli bir üs ileri bir karakol vazifesi görebilirdi. Lakin Almanların
önceliği Alman Birliğinin yanı sıra, iktisadî ve sosyal bütünlüklerini sağlamaktı. Bunun
gerçekleşmesi ise 1871 yılını bulacaktı. İngilizler de Almanların bu durumunun farkında
oldukları için onlara çok fazla önem atfetmediler. 1841 yılında imzalanan Londra
Antlaşması ile Yakın ve Orta Doğu nispeten durgunlaştı ve İngilizler için burada Rusya
ile Fransa’yı kontrol etmek kolaylaştı. Lakin bir yandan Rusya’nın hem Türkiye hem de
İran’da etkinleşmeye başlaması bir yandan da Fransa’nın politik manevraları İngilizlerin
Fırat ve Dicle vadisi ile Basra’ya oradan da Hindistan’a ulaşan demiryolu projelerini
1850’de tekrar gündeme getirdi. Lord Palmerston’un projeleri finanse etmek için
verdiği sözler Fransızları gücendirmemek ve düşman Rusların husûmetini arttırmamak
için yerine getirilmedi. Zira Ruslar, İngilizlerin hem demiryolu hem de Irak’ta
yürüttükleri faaliyetlerden son derece rahatsızlardı ve bu rahatsızlıklarını her fırsatta
belli etmekten çekinmiyorlardı465. Fransızlar da Rusların politikasına benzer politika
güdüyor ve onlar da rahatsızlıklarını İngilizlere ziyâdesiyle hissettiriyorlardı. Avrupa’da
mevcut olan gerilim ve İngilizlere olan husûmet Rus-Fransız ittifakını meydana
getirebilirdi. Bunlar projenin askıya alınmasının ana nedenleri olmakla beraber, 1857’de
Palmerston’un hükûmetten desteğini çekmesi ve İngiliz kamuoyunun da projeye taraftar
olmaması diğer önemli gerekçe olarak gösterilebilir466.
Bazı tetkik eserlerde İngilizlerin bu projeyi ortaya koymalarının ana
gerekçelerinin Irak petrolünü buradan kolayca nakletmek olduğu ve bu amaçla 1857’de
464
Edward Mead Earle, Bağdat Demiryolu Savaşı, Milliyet Yay., I. Bas., İst., 1972, s. 189- Ireland, Iraq a
Study in Political Department, s. 45-M. Streck, “Birecik”, İA II, Bas., 5, , MEB. Yay., 1997, s. 632
465
Gareth Stansfield, Iraq, Polity Press, Cambridge UK, 2007, s. 30
466
Ireland, Iraq a Study in Political Department, s. 46-Searight, The British in The Middle East, s. 157165
143
hat için çalışmalara başlandığı iddia edilmektedir467. Lakin söz konusu dönemde
petrolden ısınma, aydınlatma ve taşımacılıkta yakıt olarak istifade edilmiyordu. Petrolün
bu amaçla kullanımı için bir süre daha beklemek gerekecekti. Irak’taki petrolün bolluğu
ve kalitesi o dönemde henüz bilinmiyordu. Dahası yukarıda da izah edildiği gibi bu
proje Chesney tarafından politik ve ekonomik çıkarlar elde etmek gayesiyle 1830’lu
yıllarda gündeme getirildi fakat 1857 yılında yine aynı sebeplerden dolayı askıya alındı.
Hızlı değişen siyasî ve ekonomik dengeler İngilizleri de harekete geçmeye zorladı.
Süveyş Kanalı Fransızlar tarafından ulaşıma açılmadan önce Lord Palmerston Fransa ile
ilişkilerini iyi tutmak ya da en azından çatışmadan uzak durmak ve başta Rusya olmak
üzere diğer devletlerle ittifak kurmasına mani olmak istiyordu. Bu sebepten projenin
hayata geçirilmesinin uygun olmayacağı kanaatini taşıyordu. Nitekim öyle de oldu ve
bu önemli proje ilerde tekrar ele alınmak üzere askıya alındı. Fakat Fransızların 1869
yılında kanalı faaliyete geçirmeleri, Rusların Anadolu ve Irak’ta etkin olma çabaları
İngilizleri aynı yıl projeyi hayata geçirmeye zorladı468.
4.4.2. Calais-Basra Demiryolu Hattı
İngiliz politikacılar arasında hem de kamuoyunda tartışma ve büyük heyecan
yaratan bir başka proje ise Calais-İstanbul-Anadolu-Basra-Hindistan arası döşenmesi
planlanan demiryolu projesidir. Bu çalışma 1848 yılında Pave adında bir İngiliz
tarafından gündeme getirildi. Pave’e göre İngiltere’ye yaklaşık 30km mesafedeki bir
Fransız kıyı şehri olan Calais’den başlayan hat daha sonra Pekin’e kadar uzatılabilirdi.
Hayata geçirildiği taktirde İngiltere’ye tartışmasız büyük menfaat sağlayacağı
muhakkaktı, fakat bu projenin o dönemde hayata geçirilmesi imkânsızdı. Demiryolu
yapımı ve işletiminde İngilizler öncü olmalarına karşın dönemin teknik imkânları bu
denli büyük bir proje için yeterli değildi469.
4.4.3. Akdeniz-Birecik Demiryolu Hattı
Musul Konsolosu Rasam’ın 1871 yılında gündeme getirdiği güzergâhlar ise
şunlardır: Fırat Vadisi boyunca devam eden yol ve el-Cezire’den Bağdat ve Kurna’ya
doğru uzanan diğer yol. Her iki yolun da İskenderun ya da Samandağ’dan başlatılması
467
Yılmaz Karadeniz-Hidayet Kara, “Bağdat, Basra, Bahreyn ve Necid Bölgelerinde Osmanlı-İngiliz
Nüfuz Mücadelesine Dair Layiha”, History Studies, Ortadoğu Özel Sayısı, 2010, s. 166-167
468
Saleh, Britain and Iraq, s. 111- Cengiz Orhonlu-Turgut Işıksal, “Osmanlı Devrinde Nehir Nakliyatı
Hakkında Araştırmalar, Dicle ve Fırat Nehirlerinde Nakliyat”, TD (Tarih Dergisi), İst., 1963, s. 100-102
469
Özyürek, Osmanlı-Alman İlişkileri, s. 8
144
öngörülüyordu. Rasam’a göre hat İngiltere Hükûmeti için hem ekonomik hem kısa hem
de daha kullanışlı olacaktı. Üstelik bu hat için gerekli olan emtia hattın geçtiği
güzergâhlardan temin edilebilecek ayrıca bölge halkı da bu hattın inşaatında istihdam
edilebilecekti. 470. ( bkz: Ek 9)
Akdeniz’den Birecik’e bir demiryolu döşenmesi halinde Akdeniz’e gemiler
aracılığıyla getirilen emtia, mühimmat ya da asker karaya çıkacak ve buradan Birecik’e
tren ile nakledilecek ve oradan da gemiler ile Fırat Nehri üzerinden Basra’ya
ulaşılacaktı471. Aynı şekilde, münbit hale getirilecek olan el-Cezire bölgesinin
12.000.000 dönüm arazisinden hasat edilen bol mahsülat buradan İngiltere’ye
nakledilebilecekti472. İngilizler çok istekli olmalarına rağmen bu hattı hayata geçirmeyi
başaramadılar.
4.4.4. Üsküdar-Basra Demiryolu Hattı
İngilizler tarafından gündeme getirilen ve İstanbul’un da bir hayli istekli olduğu
bir diğer güzergâh ise Üsküdar’dan Basra’ya ulaşacak olan yoldur. Projenin planı ile
ilgili olarak İngiliz Hint Hükûmetinden Londra’ya gönderilen rapor 24 Temmuz 1868
tarihli Pall Mall Gazetesinde de “muhaberat” başlığı altında neşredilmiştir473. (Bkz.,
Ekler 10)
Gazetede Fırat ve Dicle vadileri üzerinden döşenmesi planlanan hattan ayrıntısı
ile bahsedilmekte, Üsküdar’dan vadiye kadar olan hat ile ilgili bilgi verilmemektedir.
Fakat Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nden ulaştığımız belgede söz konusu hat ile ilgili
ayrıntılı bilgiler mevcuttur474 (Bkz. Ekler 2). Belgenin ihtiva ettiği bilgiler
470
FO 78/2195, 22.11.1871
Earle, Bağdat Demiryolu Savaşı, s. 189-190- Zevra Gazetesi, 26 Rebiülevvel 1286 (M. 6 Temmuz
1869)
472
“…ameliyât-ı fenniyye yapılırsa Cezîretü’l-Arab dünyânın en münbit kıtʻalarından biri olacak ve aç
Avrupa’yı doyurmak için Asya’da pek mühim ve cesîm bir erzâk anbarı haline gelecektir. Çünkü toprak
fevkalâde münbit olup, yalnız muntazaman irvâ ve iskâ olunması iktizâ ider. Bundan başka Cezîretü’lArab, Mısır gibi sırf bir çöl olmayıp sed sed birer park hâlinde bulunduğu cihetle pek güzel mevâşî
beslenir. Burada kâbil-i fellâhat 12.000.000 dönüm arâzî vardır ki, muntazam surette irvâ olunması
lâzımdır. Fakat bir şeye daha ihtiyaç vardır: O da Bahr-i Sefîd’e doğrudan doğruya bir şimendüfer
inşasıdır. Çünkü iskâ edilecek arâzînin mahsûlü için en mühim bazar-ı revâc şark değil garbdır…”
Selahattin Tozlu-Ahmet Ali Gazel, “Cezîretü’l-Arap’ta Bayındırlık Faaliyetlerine Dair Kaynak Yazılar
II”, Orta Doğu Araştırmaları Dergisi IV/2, Elazığ, 2006, s. 180
473
Pall Mall Gazette, “Muhaberat”, 24.07.1868
474
“Üsküdardan Basra Körfezine kadar bir temur yolu inşâ ʻsı imtiyâzını istihsâl için ba‘zı zevât-ı
mu‘tebere taraflarından bi’l-vükelâ bu kere Dersaādet’e gelmiş olan İngilterelü Mösyö İstovart (Steward)
ile hadd-ı esâsiyyesi huzûr-ı âli cenâb-ı dāverîlerinde kararlaşdırılmış olan mevādd-ı meclîs-i meâbir’de
dahi müzâkere ve tetkik olunarak bir mukaddeme-i mukâvele şekline konulmuş ve tercümesi manzûr-ı
aleyh vekâletpenâhileri buyurulmak üzre leffen takdîmi pişkâh-ı sâmi kılınmış olmağla ve mumâileyh
471
145
doğrultusunda hattın yapımına başlanılması için Sultanın hemen onay verdiği
anlaşılıyor ancak alınan bu onaya ve her iki devletin bu hususta oldukça istekli
olmalarına karşın bu proje de hayata geçirilemedi. Süveyş Kanalına alternatif olarak
düşünülen demiryolu projesinin hayat bulamamasının yegâne sebebi ise yine Süveyş
Kanalıdır. Kanalın açılışından sonra Mısır Hidivi İsmail Paşa ekonomik açıdan sıkıntıya
girince kendisine ve Osmanlı Devletine ait kanal hisselerini İngilizlere sattı. İngiltere
Başbakanı Disraeli demiryolu projesine harcanacak para ile kanal hisselerini alınca
kanala alternatif olarak düşünülen demiryolu projesinden vazgeçildi ya da ileri bir tarihe
ertelendi475. Fasılalarla bu tren yolu projeleri İngiltere gündemine gelse de fazla revaç
bulmadı. Fakat birliğini sağlayan Almanya’nın ekonomisini düzeltmek, yeni çıkar ve
nüfuz alanları elde etmek için doğuya yöneleceği tahmin edilmekte idi. Zira Almanların
böyle davranmaları menfaatlerinin gereği idi. Nitekim öyle de oldu ve Türk-Alman
münasebetleri hızla gelişti. İngilizler önceleri Almanlara fazla önem atfetmediler ve
İstanbul’daki siyasî çalışmalarında Almanların takipçisi olmadılar. Bu siyasî hata 1903
yılında Almanların demiryolu imtiyazını almalarına olanak sağladı. Bu hamle iki ülke
arasında diplomatik gerginliği bir anda arttırdı. Almanlar İngilizlere, İngilizler de
Almanlara içten içe kin duymaya başladılar. I. Dünya Savaşına giden yolda Almanİngiliz çekişmesinin odak noktalarından birisini teşkil eden bu proje Almanlar
tarafından hayata geçirildi. Alman diplomasisi İngiliz diplomasisine üstün geldi476.
4.5. Hindistan Posta Sistemi (Indian Postal System)
Irak’ın
jeopolitik
ve
jeostratejik
özelliklerinin
Avrupalılar
tarafından
farkedilmesinin ardından burada siyasî, iktisadî ve dinî nüfuz alanları oluşturmak için
özellikle İngilizler, Fransızlar, Ruslar ve XIX. yüzyılın sonlarından itibaren Almanlar
burası için birbirleri ile amansız mücadeleye tutuştular. Uzun soluklu olan bu
mücadelenin en fazla kazananı hiç kuşkusuz İngilizlerdi477.
mukâvelenâme-i mezkûru olub bir an evvel Viyana’ya avdet emelinde bulunmağla muvâfık irâde-i ʻaliyyei dâverîleri buyurulacağı mezkûr mukâvelenâmenin hasb-el me‘muriye taraf-ı kemterânemden imzâ
olunarak mûmâileyh yedine i‘tâsına ibtidār olunacağı... BOA, I.MMS, 35/1444
475
Earle, Bağdat Demiryolu Savaşı, s. 189-193
476
Earle, Bağdat Demiryolu Savaşı, s. 189-193
477
“…Avrupalılar, geri kalmışlığına rağmen Irak’ın stratejik önemini kavradılar. Britanya bölgeyi zaten
kontrol ediyordu ve şimdi de burasını Hindistan için geçit olarak görüyordu. İstanbul’u Irak’ın büyük
şehirlerine bağlayan telgraf ve posta servisi hususunda Osmanlı Devletinin yardımcısı oldu. Tabi bu
hatları da Körfez ve Hindistan’a bağladı. Zamanla da Mezopotamya’yı çıkar alanı haline getirdi. Aynı
zamanlarda da Fransa kuzeydeki Musul’a, Rusya ise Basra Körfezine göz dikmişti. Almanya Osmanlı
Devleti ile ittifak kurmuştu…” Geoff Simons, Iraq from Sumer to Post-Saddam, Third Edition, Palgrave
146
Doğal zenginliklerinin yanı sıra Hindistan’a ulaşım için son derece önemli kara
ve nehir taşımacılığına uygun güzergâhlara sahip olan bu bölge için İngilizler
çalışmalara başladılar. Bu çalışmalardan birisi de Londra’nın Hindistan ile iletişimini
sağlayacak olan Hindistan Posta Sistemidir (Indian Postal System). İngilizler geçmişte
Moğollar, Fatımiler ve İranlıların kullandığı deve postasını faaliyete geçirdiler478. Yani
gemilerle Suveydiye* iskelesine gelen posta buradan develere yüklenerek Basra
Körfezine ve buradan da Hindistan’a ulaşmakta idi. Bu sistem sayesinde LondraBombay arası haberleşme okyanus üzerinden ve Afrika Kıtası dolaşılarak yapılan diğer
sistemle kıyaslanamayacak derecede kısa ve ekonomik idi479.
Doğu Hint Kumpanyası, posta sisteminin güvenliğini sağlamak ve yeni yeni
hayata geçmeye başlayan Basra ticaretini kontrol altında tutmak amacıyla 1764-1766
yılları arasında Basra’da, XIX. yüzyılın başlarında da Bağdat’ta temsilcilikler açtılar.
Bu sistem İngilizlerin Irak üzerindeki faaliyetlerinin ilkidir. İngilizlerin bu sistem ile
Irak’ta başlayan faaliyetleri sürekli ve artarak devam etti480.
Sistem diğerine göre oldukça avantajlı idi fakat halen aksiliklerin, gecikmelerin
ve bazı aşiretlerin saldırılarının önüne geçmek tam olarak mümkün olamıyordu. Bu
aksilikleri ortadan kaldırmak ve nüfuz alanlarını daha da arttırabilmek maksadıyla
1834’te gemilerini Irak’ı boydan boya katederek Basra Körfezine akan Fırat ve Dicle
nehirlerinde yüzdürmeye başladılar. Güvenliği sağlamak maksadıyla savaş gemileri bu
gemilere eşlik ediyordu. Böylece bahsedilen aksilikleri bir hayli azaltmakta muvaffak
oldular481. Fırat ve Dicle nehirlerinin nehir taşımacılığı için uygunluğunu araştrmak
maksadıyla Chesney’nin ekibinde yer alan Henry Blosse Lynch İngiliz ekibi ile
İngiltere’ye dönmeyerek Irak’ta kaldı. Lynch kardeşler burada taşımacılık şirketi
Macmillan, New York, 2004, s. 181-182-Iraq, Visual Geography Series, www.vgsbooks.com, s. 24-25Saleh, Britain and Iraq, s. 95-Ireland, Iraq a Study in Political Department, s. 38-39
478
Godfrey, Iraq and Persian Gulf, s. 264- İbrahim Hasan, Siyasî-Dinî-Kültürel-Sosyal İslam Tarihi VI,
Dördüncü Baskı, İst., 1997, s. 71-72
*
Bugün Hatay ili sınırları içerisinde kalan Samandağ İlçesi.
479
Lutskiy, Arap Ülkelerinin Yakın Tarihi, s. 62-63- www.postalheritage.org.uk
480
www.postalheritage.org.uk - Simons, Iraq from Sumer to Post Saddam, s. 183-184
481
Guest, The Euphrates Expedition, s. 141- “ Efendim;
Basra Körfezinde ticaret yapan Britanya gemilerinin güvenliği ve korumasını sağlamak maksadıyla zât-ı
âlilerinizin komutamdaki gemisi Africanic’e Sir Amiral Samuel Mood’un talimatlarına uyarak geldiğimi
tarafınıza bildirmekten onur duyarım.” FO 248/34-Polk, Irak’ı Anlamak, s. 71-72
147
kurdular ve yük taşımacılığının yanı sıra Anadolu üzerinden Hindistan-Britanya posta
sisteminin Hindistan-Irak arasındaki muhaberâtını sağladılar482.
Madras’tan Londra’ya 1830’da gönderilen bir mektup. The British Postal
Museum &Archive
Searight, The British in The Middle East, s. 164-Orhonlu-Işıksal, Osmanlı Devrinde Nehir Nakliyatı
Hakkında Araştırmalar, Dicle ve Fırat Nehirlerinde Nakliyat, s. 101-Bilgin, “Türk-Irak İlişkilerinin
Tarihsel Boyutu”, s. 215 - Guest, The Euphrates Expedition, s. 141
482
148
Hindistan’dan Edinburg’a gönderilen bir başka mektup. The British Postal
Museum &Archive
4.6. Karayolu (Şose)
El-Cezire XVI. ve XVII. yüzyıllarda ulaşım ve iletişim açısından önem arz
etmekteydi. Basra-Bağdat-Anadolu ya da Basra-Bağdat-Şam arasında karayolları
mevcuttu483. Uzun seneler bu güzergâhlar önemlerini korudular ve ticaretin yanı sıra
iletişim amaçlı olarak azamî derecede istifade edildiler. Bu güzergâhlar yalnızca
Türklerin ya da Arapların kullanımı için değil, izin alan ve gümrük vergilerini ödeyen
her ülke ve millete açıktı. Ayrıca kendi can ve mal güvenlikleri de devletin koruması
altında idi. Muhtelif mesafelerde kurulan hanlar ve kervansaraylar bu yollara canlılık
kazandırıyordu.
Anadolu üzerinden Musul, Bağdat, Basra, Basra Körfezi ve buradan da
Hindistan’a ulaşan yol İngilizler için oldukça önemli idi. Böylelikle hem Irak içlerine
kadar nüfuz edebilir hem de sömürgelerine giden kısa ve ekonomik alternatif bir yola
483
71
Godfrey, Iraq and Persian Gulf, 1944, s. 264-Hasan, Siyasî-Dinî-Kültürel-Sosyal İslam Tarihi, s. 70-
149
sahip olabilirlerdi. Tüccarlar ve seyyahlar böyle bir yol için hükûmetlerine
başvuruyorlardı. Çünkü Ümit Burnunu takip ederek gidilen yol kendilerine yaklaşık üç
aya mal oluyordu. Bu yola altermatif güzergâhlar ise Süveyş Kanalı ve İskenderun’dan
Fırat Nehri’ne ve buradan gemilerle Basra’ya oradan da Hindistan’a giden yoldu. Diğer
güzergâh ise Basra’ya ulaşmadan Bağdat’a oradan da İran’ı geçerek Hindistan’a ulaşan
yoldu484.
İngilizler sömürgesine ulaşmak için Irak’ı muhakkak sûrette göz önünde
bulundurmak ve burasını bayındır hale getirmek ve güvenliğini sağlamak için ellerinden
geleni yaptılar. Mevcut yolları ıslah ettiler ve yeni yolları hayata geçirdiler. Bunların
güvenliğini sağlamak için hem yerel yöneticiler hem de bölge aşiret ve kabile reisleri ile
antlaşmalar yaptılar. İngilizler bu yollar sayesinde hem ticaretlerini arttırdılar hem de
bölge içerisinde daha hızlı hareket etme imkânı buldular485.
4.7. Eğitim ve Sağlık Kurumları
Osmanlı Devletinin içinde bulunduğu ekonomik, siyasî ve sosyal çıkmazdan en
çok etkilenen bölgelerden birisi de hiç şüphesiz Irak idi. Merkezden uzaklığı ve
idaresinin zorluğu belirgin bir otorite boşluğu doğurdu. Bu durum kamu hizmetlerinin
buraya ulaşmasına mani oldu.
XIX. yüzyıla kadar Osmanlı Devleti birçok batılı devletin de yaptığı gibi sosyal
ve iktisadî hayatın işleyişi için bir bütçe ayırmadı bunu vakıflar ve bazı hayır
kurumlarına havale etti. Sanayi İnkılabı ve değişen Dünya düzeni, devletleri bu
politikalarını değişmeye zorladı. Osmanlı Devleti bu tarihten itibaren kademe kademe
merkez ve çevresi ile sınırlı kalan sosyal çalışmalar yürüttü, bu çalışmalar için sınırlı da
olsa bütçe ayırdı. Bu çalışmalar içerisinde yeni yolların inşası ve mevcut olanların
ıslahı, köprüler ve viyadükler, ibadethaneler, okullar ve hastaneler sayılabilir486. Fakat
yukarıda da değinildiği gibi bu faaliyetler merkez ve çevresi ile sınırlı kaldı. Örneğin
tüm Irak’ta okullaşma oranı çok düşük seviyede kaldı. Osmanlı genelinde de eğitim
düzeyi oldukça düşük olmasına karşın Irak’ta bu oran İstanbul ve İstanbul’a yakın
şehirlerle kıyaslandığında bir hayli gerilerdeydi. Bir yerleşim yerinin olmazsa
olmazlarından olan sağlık kuruluşları ise yok denecek kadar azdı. Basit hastalıklar dahi
484
Searight, The Britisih in the Middle East, s. 51
Guest, The Euphrates Expedition, s. 241
486
Mustafa Öztürk, Tarih Felsefesi, 2. Baskı, Akçağ Yay., Ankara, 2010, s. 285-286
485
150
ölümlere sebep olabiliyordu. Dahası ilaç bulmak imkânsızdı487. Karantina hizmetleri
son derece kısıtlıydı. Nitekim 1831’de tüm Irak’ı sarmalayan bir veba salgını ve hemen
ardından meydana gelen sel felaketi halkı perişan etti. Felaketin meydana geldiği senede
Bağdat’ta günde ortalama 200-300 kişi hayatını kaybediyordu488. Basra ve Musul’da da
neredeyse aynı durum söz konusuydu. Irak’ın bu hassas durumu yabancı, bilhassa
İngiliz, müdahalesi ve nüfuzu için davetiye çıkarıyordu. Zira bu devletler siyasetleri
icabı bu durumdaki yerlere önce yardım elini uzatıyorlar ardından da öğretmenleri,
mühendisleri ve doktorları burada ülkelerinin menfaatleri doğrultusunda her türlü
faaliyeti icra ediyorlardı. Bu kişiler mesleklerini icra etmelerinin yanı sıra kimi zaman
misyoner, kimi zaman antikacı kimi zaman da özgürlükleri ve demokrasiyi anlatan bir
vaiz olabiliyorlardı. Bu durum da Irak’ın dini, kültürü ve ekonomisi üzerinde olumsuz
etkiler meydana getiriyordu.
İngilizlerin bu faaliyetleri 1830’lu yıllarla sınırlı kalmadı tam aksine artarak
devam etti. Merkezî idarenin bu kadar zayıf olması İngilizlerin elini oldukça
kuvvetlendirdi. Yüzyılın son çeyreğine gelindiğinde İngiltere Irak’a fiilen hâkim hale
geldi. Bu dönemde Milliyetçi propagandaya da ağırlık verilerek Irak halklarının
Osmanlı Devletine olan bağlılığı zayıflatıldı. I. Dünya Savaşına giden yolda Osmanlı
Devleti gözden çıkarıldı ve toprakları gizli antlaşmalarla paylaşıldı. Bu antlaşmalar
neticesinde Irak İngilizlere düştü. Yüzyıl boyunca Irak’tan ziyâdesiyle istifade eden
İngilizler için burasının kendileri tarafından işgali zamanı gelmişti. Uzun zamandır
uyguladığı şeyh ve emir gibi nüfuz sahibi kişileri himayesine alma ve bunları otoriteye
karşı kışkırtma politikasını savaş öncesi ve savaş esnasında da devam ettirdiler. Bu
siyasetleri sayesinde İngilizler Irak’ın İstanbul ile bir hayli zayıflayan bağlarını politik
manevralarla koparmakta ve Türkleri buradan uzaklaştırmakta zorlanmadılar.
“…gurebâ hastalarının tedâvîsine mahsûs hastane şöyle dursun koca memleketin tabip ve eczacısı bile
olmadığından haste-gân hastalık hakkında tesirât-ı külliyesi şer‘an ve aklen müsbet ve müsellem olan
müdâvât-ı tıbbiyeden mahrum oldukdan başka bir takım gurebâ ve fukârâ hastaları bakacak kimseler
olmamasıyla şurada ve burada ve harab medreselerde ve han köşelerinde ve hatta ekser def ʻa sokak
ortalarında sürünerek halleri ve bu takımının âvâze-i âh ve ityanları görenlerin ve işidenlerin yüreklerini
paralamaktadır…” Zevra Gazetesi, Numro: 7, 1 Cemaziyelahir 1286 (M. 8 Eylül 1869), s. 14
488
Simons, Iraq from Sumer to Post-Saddam, s. 179
487
151
SONUÇ VE ÖNERİLER
Çalışmada Britanya İmparatorluğunun 1798-1876 yılları arasında Irak’ta
yürüttüğü siyasî, iktisadî, kültürel ve dinî politikalar ve bunun hem Irak hem de Osmanlı
Devletine yansımaları hakkında bilgi verilmeye gayret edildi.
Varılan sonuçları şöyle sıralayabiliriz:
Amerika Kıtasından büyük kayıplar vererek çekilmek zorunda kalan İngilizler,
anavatanı besleyecek ve zenginleştirecek başka zengin ve birlikten yoksun yerler
aramaya koyuldular. İngilizlerin yeni sömürgesinin Hindistan olması gerektiği
hususunda İngiliz politikacılar görüş birliğine vardılar. Zenginliğine karşın siyasî ve
dinî yönden parçalanmış olan bu memleket, İngiltere’den önce birçok devlet tarafından
istila edilmekten kurtulamamıştı. Hindistan’ın bu hassas durumu İngilizler tarafından iyi
değerlendirildi ve kısa sürede burası işgal edildi.
İşgalden sonra Hindistan ve buraya ulaşan yol ya da yolların emniyet altına
alınması
Sömürge Bakanlığının
en önemli
görevlerinden biri
oldu.
İngiliz
İmparatorluğu için Irak bölgesinin jeopolitik ve jeostratejik konumu işte bu güvenlik
kaygılarından dolayı ehemmiyet kazandı. İngiltere, Irak’a egemen olduğu taktirde
burası Hindistan Ticaret Yolu emniyeti için adeta ileri bir karakol vazifesi görebilirdi.
Ayrıca bu yola alternatif nehir, demiryolu ve şose (karayolu) aracılığıyla Irak üzerinden
daha kısa ve ekonomik güzergâhlara sahip olunabilir, Irak’ın kontrol altında
tutulmasıyla Ortadoğuda Rusya ve İran’ın İngiltere aleyhtarı politikalarına set
çekilebilirdi. Bu amaçla İngiltere Osmanlı Devleti ile ittifak halinde oldu ve kurduğu
dostluk sayesinde bu devletten Irak’ta yapacağı çalışmalar için çoğu zaman müsaade
almaya mazhar oldu.
XVIII. yüzyılın son çeyreğinde Basra’da temsilcilik açan İngilizler aynı yüzyılın
sonunda burada konsolosluk açmayı başardılar. Bundan çok kısa bir zaman sonra
Bağdat ve Musul’da da konsolosluklar açarak Osmanlı Devleti aleyhine olan
faaliyetlerini yüzyıl boyunca hatta I. Dünya Savaşı sonuna kadar icra ettiler. Bunun için
de başta konsolosları olmak üzere, ajanları, temsilcileri, memurları, tüccarları ve
misyonerleri aracılığıyla devletin mülkî ve idarî yetkilileri, kabile ve aşiret şeyhleri,
ulema ve nüfuzlu kişileri ile sıkı münasebete girerek bunlar üzerinde nüfuz kurmaya
çalıştılar ve bunu da çoğu zaman başardılar. Devletin içinde bulunduğu siyasî ve
ekonomik çıkmazı iyi değerlendiren İngilizler Irak’ta istediklerini elde etmekte
152
zorlanmadılar. Irak’ı fiilen kontrolleri altında tutarlarken burada Osmanlı Devletinin
egemenliğini göstermelik de olsa kayıtsız şartsız desteklediler. Çünkü zayıf ama kendi
kendine yetebilen Osmanlı Devletinin varlığını devam ettirmesi ve Irak’ın resmen
sahibi olması İngilizlerin çıkarlarına hizmet ediyordu. Bu siyaset Osmanlı Devletinin
sürekli zayıflaması ile zaman içerisinde akâmete uğradı. İngilizler XIX. yüzyılın son
çeyreğine doğru bu politikalarını değiştirmeye başladılar ve artık Osmanlı Devletinin
düşmanları ile işbirliğine yöneldiler. Devletin iyiden iyiye yok olma yoluna girdiği
hususunda Ruslar ile hemfikir oldular. 93 Harbi olarak da bilinen 1877-1878 OsmanlıRus Harbi öncesinde Osmanlı Devletini desteklemekten vazgeçtiler, dahası bu safhadan
sonra devleti yıkmak, mümkünse topraklarına tamamen sahip olmak ya da diğer
devletlerle paylaşmak için politikalar geliştirmeye ve açıktan ya da gizli antlaşmalar
yapmaya başladılar. Bu çerçevede önce Ruslar sonra da Fransızlar ile anlaştılar.
I. Dünya Savaşı patlak vermeden yıllar önce muhasım devletler birbirlerine karşı
bloklar oluşturmaya ve stratejiler geliştirmeye başladılar. İngiltere; Almanya, Avusturya
Macaristan ve İtalya’ya karşı Rusya ve Fransa ile İtilaf Devletleri blokunu oluşturdu.
Osmanlı Devleti ise bu blok içerisinde yer almak ve İngiltere ile dostluğunu tazelemek
taraftarıydı lakin İngiltere, İtilaf Devletleri ile gizli antlaşmalar yaparak Osmanlı
Devletini masa üstünde paylaşmıştı bile. Bundan sonra Osmanlı Devleti kendisini İttifak
Devletleri arasında buldu. Harp sırasında İngiltere ve müttefikleri aralarında yapmış
oldukları antlaşmaları hayata geçirmek için harekete geçtiler ve Osmanlı Devletinin
topraklarını bir bir işgal etmeye başladılar. Bu yerlerden birisi de hiç şüphesiz Irak idi.
Yüzyılı aşkın süredir oluşturduğu çıkar alanını İngiltere ne Rusya ne de Fransa’ya
kaptırmak niyetinde idi. İngiltere, Osmanlı Devletine karşı verdiği mücadelede başarılı
oldu ve burasını ele geçirdi. Misâk-ı Millî sınırları içerisinde kalan Musul ise Türkiye
Cumhuriyetinin tüm çabalarına karşın İtilaf Devletleri tarafından çizilen sunʻi sınırın
diğer tarafında kaldı. İngiltere’nin Irak’ta sabırla, yılmadan ve kararlılıkla uyguladığı
uzun soluklu siyaset böylelikle başarıya ulaştı ve Irak, Osmanlı Devletinden koparılarak
İngiltere mandası haline getirildi. Bunun temelleri çalışmamızda gizlidir. 1921’de
monarşik bir Krallık kuruldu ve Faysal bin Hüseyin Irak’ın ilk Kralı oldu. Manda rejimi
yerini Krallığa bıraktıysa da İngiltere’nin tahakkümü devam etti. 1958 senesinde ise
Abdülkerim Kasım’ın Başbakan olması ile bağımsız bir Irak Devleti kuruldu fakat bu
devlet de yine İngiltere’nin uydusu olmaktan kurtulamadı. İngilizlerin direktifleri
doğrultusunda hareket eden Iraklı politikacılar ülkeyi İngiltere’nin etki alanından
153
kurtarmaktan bir hayli uzaktılar. Buna teşebbüs edenler ise darbelerle derhal bertaraf
edildiler.
İstikrarsızlaştırılan Irak’ta savaşlar, uyuşmazlıklar, kabile ve aşiretler arası
kavgalar hiç eksik olmadı. İç ve dış meseleler aslında petrol ve doğalgaz zengini olan
Irak’ı güçsüz ve fakir düşürdü. İran ile girişilen ve 9, 5 yıl süren kazananı belirsiz savaş
sıkıntıları daha da arttırdı. Fakat Irak petrolü ve doğalgazı halen Irak’ın yeraltı
zenginliği olarak varlığını sürdürüyor ve petrolü Dünya rezervinin 1/10’una tekabül
ediyordu. Dönemin Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin ülkesinde kimyasal silah
bulundurmak,
diktatörce ülkesini yönetmek ve halkına zulmetmekle suçlanarak
Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere tarafından 1990 ve 2003 yıllarında iki defa
yenilgiye uğratıldı ve ülkesi yine bu devletler tarafından işgal edildi. Tarihte bugün,
geçmişin yekünüdür. Günümüz olayları, geçmişten devam edegelen olaylardır. Tarih
süreklilik arzetmektedir. Günümüzde Irak’ın işgali, Şiî-Sünnî çatışması geçmişten gelen
olaylardır. Kısa süre önce ortaya çıkarak Irak ve Suriye’nin politik ve stratejik
noktalarını ele geçirerek kendinden olmayanları katleden Işid terör örgütü yaptıkları ve
hedefleri dikkate alınırsa Vahhabi örgütü ile aralarındaki benzerlik daha iyi
anlaşılacaktır. İngilizler, Vahhabileri bertaraf etmeyi başaramayınca bu örgüt ile
anlaşma yoluna gitmiş ve bundan sonra Vahhabiler sürekli kuvvet kazanmışlardı.
Günümüzde İngilizlerin Irak’ta bu kadar etkin olmalarına muhalif olarak terör
örgütlerinin vücuda gelmesi ve bu kadar etkili olmaları dinî ve millî gerekçelerle
açıklanamaz. Ayrıntısıyla anlatılmaya çalışıldığı üzere İngilizler Irak’ta etkin olmaya
başlayınca buranın idarecileri, aşiretlerin önde gelenleri ile münasebetler kurmaşlar
zamanla bu münasebetler İngiliz himayesine dönüşmüştü. Bu durum doğal olarak
İngilizlerin burada kontrolü ellerine almalarını bir hayli kolaylaştırmıştı. Günümüzde de
bu durum pek değişiklik göstermez. İngilizlerin bilgisi ve izni dışında Iraklı
yöneticilerin kararlar alması neredeyse imkansızdır. İngiltere-ABD ittifakı ile Irak
arasında meydana gelen iki büyük savaşın Irak üzerindeki yıkıcı etkileri halen devam
ederken Irak’ın en yakın dost ve müttefik ülkerinden birisi yine İngiltere’dir. Irak’ın öz
kaynakları İngiltere’nin kontrolünde olmasına rağmen bu durumdan rahatsızlığını ifade
eden Iraklı yönetici sayısı bir hayli azdır. İngilizler Basra Körfezinde hakim güç haline
gelince günümüzde Körfez ülkeleri olarak adlandırılan Katar, Kuveyt, Umman ve
Bahreyn gibi şeyhlikleri tek tek himayelerine aldılar. Bu şeyhlikler günümüzde
154
bağımsız devletler görünümü arz etseler de üzerlerinde İngiliz himayesi aynen devam
etmektedir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Irak bölgesinin siyasî, hukukî, sosyal ve ekonomik durumu, yabancı devletlerin
müdahaleleri ve bunun Irak, Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyetine yansımalarının
konunun uzmanları, araştırmacılar ve ihtisas yapmak isteyen öğrenciler tarafından
araştırılması ve değerlendirilmesi, Irak tarihi hakkında Başbakanlık Osmanlı Arşivi ve
Londra’da bulunan The National Archives’ta yer alan sayısız ana kaynaktan elde edilen
bilgi ve belgelerin bilim dünyasının istifadesine sunulması hem Irak tarihi hem de Türk
tarihi için son derece önemlidir. Bu konuda yapılacak olan çalışmalar Irak tarihinin
aydınlatılmasına ve günümüzde Irak’ta meydana gelen ve ülkemizin de içinde
bulunduğu Ortadoğuyu yakından etkileyen olayların görünürde olmayan gizli yanlarını
daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır.
155
EKLER
HARİTALAR VE KROKİLER
Ek 1: MFQ, 1/1302 (Birinci Kısım) İngiliz kumandan Selby tarafından hazırlanan Dicle Nehrinin taşkınlarını gösterir
kroki.
1)Sert balçıklı dik kıyı 2) Kumlu toprak 3) Kum düzlük 4) Kumsal 5) arazi 6) Fil-a-Fil’in bir saat mesafe
yukarısında nehrin sol kıyısında bulunan Svaji 7) Majestelerinin Hindistan donanması komutanı ve Mezopotamya
müfettişi William Beamond Selby tarafından Dicle Nehri taşkını hususunda suyun en düşük olduğu mevsimde hazırlanan
plan 8) Çalılık 9) Çalılıkla kaplı geniş kumluk arazi 10) Kum düzlük 11) Dik kıyı 12) Sert balçık 13) Kumluk arazi 14)
15) Çalılık 16) Sert balçıklı dik kıyı 17) Çalılık 18) Kum düzlük 19) Nehrin sol tarafında bulunan Oom el Henna
156
(İkinci Kısım)
1)
Dicle Nehri 2) Bataklık 3) Magnezit 4) Çalılık 5) meyilli kıyı 6) Kısa seyrek çalılık 7) Sık çalılık
8) … 9) Dik kıyı 10) Hud Çayı 11) Sık çalılık 12) … 13) Ekim 1869 tarihinde Kumandan Selby tarafından çizilen
Dicle Nehrinden Hud Çayı baskını 14) Basra Körfezine doğru Dicle Nehri
157
(Üçüncü Kısım)
1)Otlak 2) Otlak 3) Zubeyr 4) Otlak 5) Kırsal Alan 6) Bataklık 7) Bataklık 8) Albu Muhammed 9) Dicle
Nehrinin taşkın yaptığı yer 10) Araplar 11) Nehir suyunun en alçak olduğu dönemdeki kuraklıkta büyük çeltik hasadı 12)
Bataklık 13) Ebu Sejra 14) Manyetik kuzey
158
Ek 2: MFQ, 336 Basra Körfezi ve Civarı Krokisi.
1)Kurna 2) Sevib 3) Türkiye tarafından iddia edilen sınır 4) Havize 5) Karun 6) İsmailiye 7) İmam Ali Ebu
Hasan 8) Horta 9) Ceziretü’l-Ayn 10) Basra 11) Hamedan 12) Basra Körfezi
159
Ek 3: MR, 1/647
H. Blosse Lynch’in başkanlığındaki keşif ekibi tarafından “Fırat-Dicle-Kurna nehirleri hattındaki Akdeniz ve
Basra Körfezi arasındaki yerleşim yerleri ve burada meskun aşiretleri ve kabileleri gösterir harita. (birinci Kısım)
1)Mezopotamya ya da el-Cezire 2) Düleym Arapları 3) Düleym Arapları 4) Medyan Seddi (Nemrud Seddi) 5) Ambar 6)
Bağdat 7) Şammar Arapları 8) Zubeyd Arapları 9) Kerbela 10) Luristan 11)Hamrin bölgesi 13) Dulahu 14) Kirmanşah 15) Karadağ
16) Halepçe 17) Konda
160
(İkinci Kısım)
1)Babil Kalıntıları 2) Hille 3) Hazail Arapları 4) Divaniye 5) Lamlun Bataklıkları 6) Muntafık
7) Muntafık Arapları 8) Bataklıklar ve Çeltik sahası 9) el-Cezire 10) Chab Arapları 11) Karun 12) İsmailiye
13) Haviza Bataklıkları 14) Albu Muhammed Arapları 15) Basra 16) Abadan Adası 17) Şattü’l-Arap 18)Bubiyan Adası
19) Basra Körfezi
161
(Üçüncü Kısım)
1)Mezopotamya 2) Suriye 3) Kürt Bölgesi 4) İskenderun 5) Halep 6) Velda Arapları 7) Velda Arapları 8) Has Dağ 9)
Daiza Arapları 10) Manakhur Dağı 11) Çöl Saha 12) Bagyarah Arapları 13) Agadath Arapları 14) Dicle 15) Musul
162
Ek 4 MFQ 203 Zohab Eyaleti Haritası
1)Zohab Eyâleti haritası
…….Aracı komiserler tarafından önerilen hat
…….İranlı komiserler tarafından iddia edilen hat
…….Osmanlı komiserleri tarafından iddia edilen hat
2)Hershel 3) Hooren 4) Meydan 5) Seervan 6) Derkendi 7) Bend Bamou 8) Seervan 9) Avroman 10) Hoyzel 11) Pusht-i
Kalaʻa 12) Hancı Sor 13) Dest-i Mour 14) Garee 15) Şeyhan 16) Shevaldir 17) Hacılar 18) Dari Deydaban 19) Serkalaʻa 20) Jogiran
21) Laklak 22) Saravend 23) Deşt-i Hor 24) Deşt-i Leyl 25) Salmana 26) Şeyhruz 27) Bezinan 28) Koureton 29) Goumbezi
30)Beşikhan 31) Kashka 32) Kasr-ı Şirin Harabeleri 33) Anuşirvan 34) Diyala ya da Seervan 35) İmam Muhammed 36) Bin Koudre
37) Giour Tepesi 38) Akdağ 39) Kasr-ı Şirin 40) Elvend 41) Tengi Hamman 42) Hamman Ali 43) Zohab 44) Banzerdeh 45) Dulahu
46) Bend-i Yaran 47) Kiani Kelb Ali 48) Derbed-i Chou 49) Badiraz 50) İmam Ali Mahmud Baba Pilavcı 51) Dekke plain 52)
Hanikin 53) Hacı Kapa 54) Elvend
163
Ek 5: BOA, HRT 1614
Fırat ve Dicle nehirleri arasındaki vadide işletilmesi planlanan demiryolu hatlarını gösterir harita.
1)Dicle Nehri 2) Samarra 3) Sindia 4) Sadia 5) Fırat Nehri 6) Ramadi 7) Felluce 8) Bağdat 9) Ctesiphon (Medayin) 10)
Aziziye 11) Kerbela 12) Tuareg 13) Hille 14) Kıfıl 15) Necef 16) Çöl 17) Kûfe 18) Şâmiye 19) Divaniye 20) Hit 21) Semaveh 22)
Bağdat Demiryolu 23) Muhtemel Demiryolları 24) A-B Dicle Nehri Boyunca 25) B-C Eski Melca Nehri üzeri 26) C-D Hai Nehri
kolunun sağ kıyısı boyunca 27) D-E Fırat Vadisini geçerek 28) C-F Dicle Nehrinin pek çok taşma alanını geçerek 29) F-G Dicle
Nehri boyunca 30)A-B Önerilen sağ Dicle Kanalı 31) Melca Kanalı 32) Bağdat’tan Basra’ya tahmini uzaklıklar
Bağdat-Demiryolu ……. 560 km ya da 350 Mil
Kut ve Nasıriye üzerinden …. 560 Km ya da 350 Mil
Kut-Amara-Kurna üzeri …..520 Km ya da 325 Mil
______________________
Nehir yoluyla Bağdat-Basra 785 Km ya da 490 Mil
___________________
Hai Nehri üzerindeki Şatra’dan Baida Nehri üzerindenden Kurna’ya bir demiryolunun yapılıp yapılamayacağı hususunda
bir etüd çalışması yapılmadı.
Çizim No: 52
W. Wilcocks
164
Ek 6: BOA, HRT 1614
El-Cezire’yi gösterir kroki
1)Dicle 2) Kut 3) Sulak arazi 4) Fırat Nehri 5) Demiryolu 6) Fırat 30 m genişlik 7) Nâsıriye 8) Şûku’ş-Şuyûh 9) Açık su
10) Eski Fırat 11)Yeni Fırat 12) Kurna 13) Dicle 60 m genişlik 4 m derinlik 14) Şattü’l-Arab 500 m genişlik 6m derinlik 15) Mahmere
16) Kuveyt 17) derinliği 3m olan bölge 18) Basra Körfezi 19) Yeni Fırat 200 m genişlik 20m derinlik 20) Karun Nehri 21) Dicle Nehri
60m genişlik 4m derinlik 22) Fav (Fao)
Buckingham, Travels in Mezopotamia adlı seyahatnamesinde Raowolf’tan alıntı yaparak 1575
senesinde Fırat Nehrinin Birecik’teki genişliğinin 1 mil (1 mil 1609km dir) olduğu bilgisini verir. J.S.
Buckingham, Travels in Mezopotamia, London, 1827, s. 28
165
Ek 7: BOA, HRT, 0447
Rumiye ve civarı krokisi
1)Bâyezid Sancağı 2) Erzurum Vilâyeti 3) Van Sancağı 4) Musul Sancağı 5) Selmas Mahalli 6) Mişir Dağı 7) Caf 8)
Aras Nehri 9) Rusya Toprağı
166
Ek 8: BOA, HRT 0447
Irak’ı gösterir bir kroki
1)Şehid Dağı 2) .. 3) Kirmanvan 4) Morağa 5) Şirinkend 6) Azizkendi 7) Açarı 8) Kızılca 9) …10) Yenice 11) Karaağaç
12) Erinc 13) Gencâbâd 14) Keltepe 15) Azizkend 16) Arablu 17) Seraskend 18) … 19) Firaklı 20) Kaçıçalı 21) Dehna
167
Ek 9: BOA HRT 0447
Soğuk Bulak ve civarı krokisi
1)Rumiye Gölü 2) Meraʻ 3) Çikato Nehri 4) Gerderiş 5) İyazile 6) Meyandevvab 7) Suud bin Vakkas 8)Yalanı 9) Yukan
10) Polikanlı 11) Kozlu 12) Sorman Cevatan 13) Mamakend 14) Hasan Ağa 15) Soğuk Bulak Mahalli 16) Savcılak Soğuk Bulak
17) Eğri Kaş 18) Seldüz Mahalli 19) Çakır Gediği 20) Frengi Dağı 21) Himar Dağı 22) … 23) … 24)Ester Dağı 25)… 26) Lend
Şeyhan 27) … 30) Lahican 38) Dağ Molla Veli 53) Deşt-i Hicab 54) Köhne’l-Hicab 56) İbrahim Celal 57) Kipri Dağı 58) Kipri
Mahalli 64) Gülhen 66) Sornan Tepesi 67) Deşt Pister 68) Revandız Kazası 69) Soğuk Bulak ve Civarı Krokisidir. Takrîben
1/300.000 mikyâsındadır.
168
EKLER
Ek 1 Mahmud Mesud Paşa, Muahedat-ı Umumiye Mecmuası I/I, s. 290-295,
Marmara Üniversitesi Kütüphane ve Dokümantasyon Daire Başkanlığı Dijital Nadir
Eserler Koleksiyonu
İskenderun’dan Bağdat’a kadar mevcut olan telgraf hattının Şatt’ül-Arap’a ve
Benderbuşehr’e kadar uzatılması, bu hattın kullanımı, muhafazası ve tamiratı
hususunda Hariciye Nazırı Mehmed Ali Paşa ile İngiltere Büyükelçisi Henry Lian
arasında İstanbul’da 20. 09.1864 tarihinde imza edilen muahede.
İskenderun-Benderbuşehr Telgraf Hattı Muahedesi
İşbu muahede 1281 sene-i hicriyesi şehr-i Rebiülahirinin ikinci ve 1864 sene-i
… alafranga Eylülünün üçüncü gününde Hariciye Nâzırı Mehmed Ali Paşa ve İngiltere
Devleti tarafından nezd-i Saltanat-ı Seniyyede mûkim büyükelçisi Sir Henry Lian
tarafından memuriyetleriyle Dersaādet’te akd ve tanzim olunub fi 18 Rebiülahir sene
1281 tarihinde tasdik buyurulmuşdur.
1.
Madde:
Devlet-i ʻAliyye masârıfı vakıâsı kendisine aid
olmak üzre İskenderun’dan Bağdat’a kadar el hâlet-i hâzihî mevcud olan büyük
hatt-ı telgrâfiyi Şatt’ül-Arab Boğazı’na kadar temdid ile Hanikin tarafından işbu
hatt-ı kebîri Benderbuşehr hatt-ı bahriyesine merbut olan İran hudûdu berriyesine
rabt ve …buyuracak ve zikr olunan Osmanlı hududlarının muhafaza ve tamiratı
Devlet-i Aliyye telgraf idâresine râci‘ olunur.
2.
Madde:
Hindistan idâresi dahi masârıf-ı vakıâsı kendise aid
olmak üzre bir hatt-ı bahrî vaz‘ ve inşa idecek ve işbu hatt-ı bahrî Hindistan’ın
bir mahallinden Beda‘ ve Benderbuşehr’den mürûr iderek Şattü’l-Arab
Boğazında Devlet-i ʻAliyye hudûd-ı berriyesinde rabt olunacak ve bu hattın
muhafaza ve tâmirâtı Hindistan idâresine aid olacaktır.
3.
Madde:
Zât-ı şevketsemʻan Hazret-i Pâdişâhi Devlet-i
ʻAliyye toprağında Şattü’l-Arab Boğazı’nda bir İngiliz telgrafhânesi vaz‘ına
ruhsat buyurur. İşbu telgrafhânenin müstahdemeyn münhasıran bir İngiliz merkez
müdiri mâiyetinde bulunacaktır. İşbu telgrafhânenin masârıfı vâkıasıyla hatt-ı
169
tahte’l-bahriyenin işlemesine lâzım olan kâfe-i âlât ve edavat İngiltere Devleti’ne
aid olacaktır.
4.
ceryânı
Muhaberât-ı muhtelite-i
Madde:
için
zikr
olunan
Şattü’l-Arab
telgrâfiyenin
Boğazı’nda
Devlet-i
teshîl-i
ʻAliyye
telgrafhânesinin bulunduğu mahalde vaz‘ ve inşa kılınacaktır. İşbu merkez-i
muhtelitin gerek Türkçe ve gerek İngilizce muhaberâtı âlâtı birbirine gayr-i
muttasıl ve fakat yakın dairelerde vaz‘ olunacak vürud iden telgrafnâmeler bir
pencere vasıtasıyla tarafeyn-i memurlar beyninde elden ele derhal teâti kılınacak
ve işbu iki odanın hidmet-i muhaberesi daimi olacaktır. İşbu muhtelit merkezin
icâre ve idâresi masârıfı Devlet-i ʻAliyye ve İngiltere Devleti telgraf idâreleri
taraflarından ber-vech-i münâkasa tesviye kılınacaktır.
5.
Madde:
Şurası mukarrerdir ki İngiliz telgraf kaleminin
Devlet-i ʻAliyye toprağında işi hatt-ı tahte’l-bahr ile Hindistan’dan gelen
telgrafnâmeleri olub elden ele Osmanlı telgraf kalemine i‘tâ ve teslim ve mezkûr
kalemden i‘tâ kılıacak tahriratı imrar ile Şattü’l-Arab Boğazıyla Hindistan
beyninde muhaberât-ı telgrâfiyenin temâdi ceryânına nezâret itmekten ibâret
olacaktır. Mezkûr merkez-i muhtelitin nezâret-i umumiyesi Devlet-i ʻAliyye
telgraf idâresine aid olup ancak idâre-i mezkûrenin İngiliz kaleminin umûr-ı
dâhiliyesine müdâhaleye hakkı olamayacaktır.
6.
Madde:
Devlet-i ʻAliyye Hindistan ve Avrupa’dan irsal
kılınan telgrafnâmelerin sür‘at-i teâtisini ve bir sûʻret-i muntazamada ahz ve
imrar olunmalarını te‘min itmek içün Bağdat ve Basra’da ve Dersaādet ile Basra
beyninde bulunan hatt-ı kebîr üzerinde vâkî merâkiz-i telgrâfiyede bir muhabere-i
dâimiye hidmet-i bulundurmağa ve bu hidmet-i mühimmenin hüsn-i ifâsiyçün
derece-i kifâyede İngiliz lisânına âşinâ memurlar tayinine himmet buyuracaktır.
Bir
de
Devlet-i
ʻAliyye
kendi
memâlikinden
Hindistan
ve
Avrupa
telgrafnamelerinin daha bir sûret-i matlûbede sür‘at-i nakl ve emrarını arzu
buyurduğundan Hindistan’dan gelecek ve Hindistan’a geçirilecek telgrafnâme
hidmetine münhâsı olmak üzre Dersaādet’te bir muhabere kalemi tesisi ve
teşkilini taahhüd buyurur. İşbu kaleminin müstahdemeyni ve hususiyle müdiri
Devlet-i ʻAliyye telgraf memurlarının İngiliz lîsânına gereği gibi âşinâ
olanlarından intihab olunacaktır.
170
Madde:
7.
Devlet-i ʻAliyye Dersaādet’ten Basra’ya kadar olan
hatt-ı kebîrin bir sülüsü münhasıran Hindistan ve Avrupa telgrafnâmelerinin
nakline tahsis buyuracaktır. İşbu telde sakatlık vuku bulduğu veyâhud
tegrafnâmelerin kesretle vürûdu taktirde Hindistan ve Avrupa’nın tahrîrât-ı
resmiyesi Devlet-i ʻAliyye muhaberât-ı resmiyesinden sonra
olmak üzere
muhaberât-ı dahiliyeye mahsûs olan tellerin biriyle nakil ve imrar idilebilecekdir.
Efrâda müteallik Hindistan ve Avrupa telgrafnâmeleri tarihi vürudları her ne olur
ise olsun telgrafhâneye tevârid itmiş olan sâir ehad (?) telgrafnâmeleri ile birlikde
ve mütesâviyen nakil ve imrar olunacakdır.
Madde:
8.
Müfredât-ı umûr-ı telgrâfiye hakkında fi 30
Haziran 1858 tarihiyle bir mukâvelenâmesinin işbu mukâvelenâme mantûkuna
muhalif
olmayan
ahkâmına
devleteyn-i
muahedeteyn
tarafından
riâyet
olunacaktır.
9.
Madde:
Hindistan
ve
Avrupa
telgrafnâmelerinin
Dersaādet’ten Basra’ya veyâhud Hanikin cihetinden hudûd-ı İraniye ve
Basra’dan veyâhud Hanikin cihetinden hudûd-ı İraniyeden Dersaādet’e kadar
Anadolu hatt-ı telgrâfiyesi vasıtasıyla Dersaādet’ten karaya ve karadan
Dersaādet’e olmak üzre imrar olunan âdi telgrafnâmelerin beherinden alınacak
ücret-i nakliye yirmi yedi Frank elli santimi tecâvüz itmiyeceği misüllü
Dersaādet’ten Hanikin ve Hanikin’den Dersaādet’e irsal kılınacak âdi
telgrafnâmelerin beheri yirmi iki Frank elli santim ve kezâlik hatt-ı tahtʻel-bahr
vasıtasıyla Hindistan’dan karaya ve karadan Hindistan’a imrar kılınacak
telgrafnâmeden altmış iki Frank elli iki santim ve Hindistan’dan Benderbuşehr’e
ve Benderbuşehr’den Hindistan’a nakil olunacak telgrafnâmelerden elli
Frank’dan ziyâde ücreti nakliye alınmaması tarafeyn-i müteahedeyn beyninde
mukarrerdir.
10.
Madde:
Devleteyn-i müteahideyn telgraf idâreleri merâkiz
ve hudûd-ı telgrâfiyelerinin Hindistan ve Avrupa miyânesinde hatt-ı telgrafı
ta‘yin olunan Basra’ya nisbetle olan ücürât-ı nakliye tarifesini mümkün mertebe
az müddet zarfında
birbirlerine tebliğ edeceklerdir. Mezkûr Basra hatt-ı
telgrâfiyesi vasıtasıyla iki idâre beyninde teâti kılınacak telgrafnâmelerin ücret-i
nakliyeleri zikr olunan tarife mûcebince şehriye muhasebat defterlerine kayd ve
idhal kılınacakdır.
171
Tarafeynin ücürât-ı telgrâfiyesine ve posta ve
Madde:
11.
postacı masârıfına dair hesap defteri beher mah hitâmında tanzim ve her üç ayda
bir kere tanzim ve tesviye kılınacağından muhasebâtın katiyen rü‘yet tesviyesiyle
sâlif-üz-zikr idârelerden birinin veyâhud diğerine i‘tâʻsı iktizâ idecek fazla her üç
mah nihâyetinde te‘diye kılınacak ve zikr olunan idârelerin defterleri yalnız
ücürât-ı mezkûreden dolayı olan zimmeti hâvî olacaktır. Devlet-i ʻAliyye telgraf
idâresi işbu defter-i Frank ve santim hesabıyla tanzim-i birle yekününü Şilin ve
Pense tahvil idecek ve İngiliz telgraf idâresinin tanzim ideceği defter dahi Şilin
ve Pens hesabı üzerine tanzim kılınıp mebâliği yekünü Frank ve santim olarak
terkim olunacakdır. Bu hesaplardan bir Lira İsterlin yirmi beş Frank ve bir Şilin
bir Frank yirmi beş santim ve birini on Santim ad ve itibar kılınacaktır.
Her üç mahda bir kere rü‘yet-i muhasebat olunarak
Madde:
12.
zikr olunan idârelerin birbirlerine i‘ta idecekleri fazla gerek Osmanlı altunu ve
gerek Lira İsterlin veya yirmi Franklık Fransız altunu olarak te‘diye
olunabilecektir. Mezkûr fazla Hindistan idâresine i‘tâsı lazım geldiği taktirde
taraf-ı Devlet-i ʻAliyyeden idâre-i mezkûrenin Dersaādet’te bulunacak me‘muru
yedine taraf-ı Devlet-i ʻAliyyeye i‘tası iktizâ itdiği halde dahi me‘mur-ı
mûmâileyh tarafından Devlet-i ʻAliyye telgraf idâresine te‘diye ve teslim
kılınacakdır.
Hindistan idâresi Devleti ʻAliyye telgraf idâresiyle
Madde:
13.
beher üç ayda bir kere muhasebât-ı vakıâlarının rü‘yet ve tesviyesi muamelatının
teshil ve tesri‘ maksadıyla idâre-i mezkûrenin merkezi olan Dersaādet’te bir
me‘mur-ı mahsûs bulundurulacak ve kezâlik ve Devleti ʻAliyye dâhi şu maksatla
Hindistan
telgraf
idâresi
nezdine
memur-ı
mahsûs
nasb
ve
tâyin
buyurabilecekdir. Memureyn-i mûmâileyhim meb‘us oldukları idârelerden
kendülerince
muktezî
olacak
bilcümle
ma‘lumat
ve
i‘zahatı
istihsâl
idebileceklerdir.
14.
Madde:
Hindistan’a irsâl kılınacak veyâhud Hindistan’dan
tevârid idecek bilcümle muharrerâtı telgrâfiye icâb-ı hale göre bilâfark gerek
Basra ve gerek Hanikin hatlarından imrar olunabilecekdir.
15.
Madde:
Şurası dahi mukarrerdir ki gerek Basra ve gerek
Hanikin hudûd-ı telgrâfiyesi vâsıtasıyla bilâfark imrar olunacak kâfe-i
muharrerât-ı telgrâfiyeden dolayı Devlet-i ʻAliyye’nin Hindistan idâresiyle daimi
172
muhasebesi ve idârece doğrudan doğruya münâsebâtı câri olacak ve bu taktirde
devleteyn-i müteahideynin Hindistan ve Avrupa telgrafnâmelerinin Hanikin’den
Benderbuşehr’e kadar İran hattından imrarı mülasebesesiyle İran Devletine aid
olacak ücürât-ı telgrâfiyenin gayri hiçbir şeyden dolayı devlet-i müşârünileyhâ ile
muhasebe ve idârece münâsebeti ceryan etmeyecekdir.
16.
İşbu
Madde:
mukavelenâme
tahte’l-bahriyenin
hatt-ı
Osmanlı ve Hindistan hudûd-ı berriyesi rabt icrā-yı muhaberâta dair bedi‘İ
olunduğu tarihden itibâren üç sene müddetle câri ve mu‘teber olacakdır. Mamafih
devleteyn-i müteahideteyn işbu mukâvelenâmeye bi’l-ittifak kaideli ve lâzımeden
add idecekleri tâdilatı icrā eyleyebileceklerdir. Zikr olunan üç sene müddetin
inkızâsından sonra işbu mukâvelenâme gayre’l-nihâye bir müddetle veyâhud
devleteyn-i müşârünileyhâdan biri tarafından ta‘dilat-ı mezkûrenin lüzûm-ı icrāsı
haber virileceği tarihden itibâren altı mah müddetin hitâmına değin mer‘il icrā
olacakdır.
17.
İşbu
Madde:
mukavelenâme
tasdik
olunacak
ve
tasdiknâmeleri bir an evvel Dersaādet’te teâti kılınacakdır.
Hatime
Mevádd-ı mezkûre taraf-ı eşref-i şâhânemizden dahi tasdik kılınmış
olduğunu
mâbeyn-i
devlet-i
hümayunum i‘ta kılındı.
müşârünileyhâ
tarafına
işbu
tasdiknâme-i
173
Ek 2: BOA, İ.MMS 35/1444
Üsküdar’dan Bara Körfezi’ne kadar döşenmesi planlanan demiryolu hakkında
irade.
Maruz-ı çakerkemineleridirki
Üsküdardan Basra Körfezine kadar bir temur yolu inşâʻsı imtiyâzını istihsâl için
ba‘zı zevât-ı mu‘tebere taraflarından bi’l-vükelâ bu kere Dersaādet’e gelmiş olan
İngilterelü Mösyö İstovart (Steward) ile hadd-ı esâsiyyesi huzûr-ı âli cenâb-ı
dâverilerinde kararlaşdırılmış olan mevādd-ı meclis-i maâberde dahi müzâkere ve tetkik
olunarak bir mukaddeme-i mukâvele şekline konulmuş ve tercümesi manzûr-ı aleyh
vekâletpenâhileri buyurulmak üzre leffen takdîmi pişkâh-ı sâmi kılınmış olmağla ve
mûmâileyh mukâvelenâme-i mezkûru olub bir an evvel Viyana’ya avdet emelinde
bulunmağla muvâfık irâde-i ʻaliyye-i dâverîleri buyurulacağı mezkûr mukâvelenâmenin
hasb-el me‘muriye taraf-ı kemterânemden imzâ olunarak mûmâileyh yedine i‘tâʻsına
ibtidār olunacağını mebni muhataallim-i âli cenabı asifaneleri buyuruldukda ol babda
emr ve ferman hazreti men lehül emrindir.
174
Ek 3: BOA, İ.HR 122/6074
Tebriz, Bitlis, Van vesâir bölgelerde Rus casuslarının zararlı faaliyetler icra
ettikleri ve bu faaliyetlerin önlenmesi gerektiği hakkında
Havâdisât-ı ahireye nazaran Kürdistan Eyâleti muʻahharen zuhur iden isyandan
sonra günden güne düzelmekde ve fesad ve ihtilalce oraca şübhe kalmamakda ise de
Tebriz ve sâir mahallerde bulunan Rusya casusları Bitlis ve Van havalisinde icrā-yı sui
nüfuz itmekde olduklarından bunların önü alınmadığı halde evvel-i bahar mevsiminde
başlanması mesmum olan umur ve muamelatı-ı muzırrat-ı külliyeleri olacağı
melhuzdur.
175
Ek 4: BOA, HAT, 806/37167
İngiltere ve Rusya’nın İran coğrafyasında nüfuzlarının çatışması dolayısıyla
bölgenin hassas olması, bu sebepten hem İngiliz hem de Rus temsilcilerin gelmeleri
halinde tarafsızlığa özen gösterilmesi ve bu kişilere hürmet edilmesi hususunda Bağdat
Valisine
yazı
176
Şahâmetlü İran Şâhı bir seneden beri Herat’ın teshîrine saʻy ve kûşeş itmekde ise
de elʻân dest-res olmayub dûçar müzâyaka ve ıstırap olmuş olduğundan ve Şâh-ı
müşârünileyhin bu vechle hareketi Rusya Devleti’nin tahrikiyle olmak hasebiyle
İngiltere Devleti dahi Kâbil ve Kandehar hâkimlerini Herat hâkimleri ile birleştirip
Şiraz’ın iskelesi pişkâhında vâki Hariç ve Hariko (?) nam iki kıtʻa cezireyi zabt ve istilâ
itmiş idigünden ve Herat tarafında bulunan İngiltere konsolosunun Bağdat’a geleceği
ifâde kılındığından bahisle devlet-i müşârünileyhimâ beyninde bir husûmet-i aleniyye
vukuundan ne vechle muamele olunması istizânına dâir bu defʻa başvekâlet mesned-i
celîline mebʻus bir kıtʻa kaime-i ʻalileri meal ve mezâyası rehin-i ikazı ʻacizi olmuş ve
huzūr faiz alınur hazreti kâtib-i sâniye arz ve takdim ile meşmûl-ülhaz şevket ifâde-i
Cenâb-ı Hilâfet-penâhî buyurulmuşdur. Devlet-i müşârünileyhimâ meyânında olvecihle
harekât-ı husûmet vukuunda hasbe’l-vakt velhal bîtaraflık usûlüne teşebbüs olunmak
lâzım gelüp fakat İngiltere konsolosunun Bağdat’a vürûdu takrîrinde hakkında lâyıkıyla
hareket ve ikram ve sâirlerden ziyâde hüsnü muamele ile ihtiram kılınması ve İngiltere
şâyed Basra Körfezi tarafından baʻzı zehâyir mübâyaa itmek murâd eylediği halde dahi
güya zât-ı âsifânelerinin haberi olmayarak ahâli cânibinden mücerred ticâret arzıyla
virilmesi Rusyalu tarafından oralara gelen olur ise ayde’l-devam ile Rusya Devleti
beyninde derkâr olan hubb ve vifâk ve mezʻd-i dostu ve ittifaktan iktizâsı vechle bahis
ve beyân buyurularak muāmele-i cemîle izhar olunması veʻl-hâsıl gerek İranlu ve gerek
İngiltere ve Rusyaludan birini kuşkulandırmayacak sûrette üslûb-ı hekimâne ve idâre
kılınması hususlarına irâde-i seniyye Hazreti Mülükâne müteallik buyurulmuş olmağla
müşirâneleri olan şeymâyı behiyye-i Kemal-i Muhammedâni ve ʻatıfet-i ʻalileri üzre
gerek İranlu ve gerek İngiltere ve Rusyalunun ber-minvâl-i meşruh hüsnü idâreleri
hususunu …ʻalileri derkâr buyurulmak lâzım geleceği beyânıyla kaime.
177
Ek 5: BOA, HAT, 1348/52704
İngiltere Baylosu Rich’ten Basra Mütesellimi Selim Ağa’nın isyana kalkıştığına
dair İstanbul’da bulunan aynı ülkenin elçisine gönderilen mektup.
Mahrûse-i Bağdat’ta İngiltere Baylosu Mister Rich nam İngilterelünün
Dersaādet’te mûkim İngiltere elçisine tahrir itdüğü bir kıtʻa kağıdın tercümesidir.
Münhâyı hâlisânemdirki fiʻl-asl Bağdad Vâlisi kölelerinden olub üç seneden
berü paşa-yı müşârünileyh tarafından Basra’da Mütesellimlik emrine me‘mur olan
178
Selim Ağa nām sâbık Basra Mütesellimi ol makama mûkim olalı dimağında mektûm
olan makâsıd-ı fitne müzâhirine vesîle-i husûl olmak üzre sükkân ve ahâliyi kendüye
celb ve bend itmek kaydıyla takayyud-ı sebkat itmekden nâşi bu def‘a azli haberi bayağı
isyan sülûk ve Vâli-i müşârünileyhin taht-ı itâatinden huruc ile müstakilen hâkim olmak
iddiasına kanaat itmiyerek vezâret hâsıl olmak garzını dahi izhâra cesâret idüb bu garzı
ise kuvveden fiile getürmek hususunu kendüye mâil bir Arab kabilesinin imdâdı ve
İngilterelünün dostluğu ve ez-cümle ‘âtebe-i seniyyeye kendünün arz ve mürâcaâtı
takribleriyle icrāya muvaffak emelinde idi. İbtidayı emrde keyfiyyeti isyanı nefsi’l-emr
sûret-i heyʻette göründü idi. Lâkin encâmında mersûmun böyle maddenin uhdesinden
çıkacak âdem olmadığı vâzıh ve mütebeyyin oldu. Paşanın tertibiyle bir takrib Arabın
kendüden müttefik olması müyesser olmağla sâir hevesdarları meʻmul olan emrâdın
hiçbir cânibden zuhur itmediğini gördüklerinde anlar dahi mufârakâta mübâderet ve
karar virmeleriyle berü yanından Paşanın hademesinden bir takım Arap tüfenkçileri
şehrin içine duhul eyleyip kesb-i kuvvet itdikleri müşâhede olundukda Selim Ağa havf
ve hasara düşüp nehren firar itmişdir. Hâlâ ne canibe gitdiği malum değildir lâkin
Basra’da olan vekilin tahririne göre firar itdügi mahalde Araplardan alıkonulup
yanlarında mahbusdur diye rivâyet câridir. Bu böyle olduğu takdirde elbette Araplar
Paşa ile dostlaşmak için Selim’i eline teslim iderler. El hâlet-i hazihi Paşanın askeri
Basra’nın içindedir ve esenlik ve rahatlık tekrar yüz tutub fitne ve ihtilal mündefʻ
olmuşdur. Elyevm Selim Ağa külliyen münʻedim olmağla Paşaya göre vesvese ve havf
idecek kimesne kalmadı deyu kağıdı mersumun mesturdur.
179
Ek 6: BOA, HR, SYS, 93/20
İngiltere Konsolosluğunun Basra’da meskun Bahreynlilere kendi ülkesinin
pasaportunu dağıtmak istemesi ve bu İstanbul’un bu faaliyet karşısında ne yapılması
gerektiğine dair ilgili Bağdat Valisine gönderdiği ferman.
Bağdat Vilâyetine 19 .. sene 90 tarihiyle makamı ali cenabı vekâlet-penâhîye
mebhûs telgrafnamenin halidir.
Basra’da kâin Bahreyn ahâlisine İngiltere konsolosu himâye pasaportu virmek
üzre isimlerini defter itdirmekde olduğu Basra Mutasarrıflığından bi’l-mukâbele
harekât-ı vakıʻanın tamamen sıhhati hükûmet–bakiyye … eyledikde işbu teşebbüsâtı
gayrimeşru hükûmetçe şâyân-ı iʻtibar olmayacağından ve bu yolda virilecek
pasaportların tanınmayacağını sûreti resmiyede konsoloshaneye bildirilmesi cevaben
Mutasarrıflığa bildirilmekle arz-I keyfiyyeti ictisar kılınan ferman.
180
Ek 7: BOA, İ.HR, 69/3354
İngiltere
Devleti’nin
Basra’da
görünümündeki mühimmat deposuna dair
inşa
ettirmiş
olduğu
kereste
ambarı
181
İngiltere Devleti’nin Basra’da bir kereste ambarı ve derûnunda baʻzı mühimmāt
olduğu ve aralıkta oraya baʻzen sefâyin-i harbiye gelüb gitmekde bulunduğu istihbârıyla
keyfiyât-ı sahîhesi Bağdat Valisi Devletli Paşa Hazretleri tarafından lede’l-istiʻlam
zikrolunan mahal konsoloshâneden ibâret ve derûnunda mühimmāt olmadığı cevaben
işaret olunduğu bahs-i âlisiyle bundan böyle yeniden böyle şeyler ihdas olmamasıyla
hareket ve mişvârlarına ve gelüb gidenlerine dikkat olunarak öyle bir vukuat olur ise
vaktiyle arz ve inhâ kılınması idâresini şâmil mübâhen ihtirâyı heman tefhim olan bir
kıtʻa fermannâme-i sâmi vekâletpenâhi meali âlisi…. olmuş ve filhakika derûnu
Basra’da olan konsoloshâneden maāda olarak belde-i mezkûrun yarım saat yukarı
cânibinde kalınca kerpiç divarıyla mahdud olmak üzre tarihi halden kırk sene mikdâr-ı
evvel Bağdat Valisi müteveffa Saadet Paşa zamanında Kün Franke namıyla bina
eyledikleri ve ol vecihle bir mahalleri olub baʻzı mertebe cebehâne dahi olacağı rivâyet
kılınmakda ise de Basra’dan Bağdat’a ve Bağdat’tan Basra’ya işlemekde bulunan
devlet-i müşârünileyhânın vapuru kömürünü getürüp ve mekâtib-i postayı alıp götüren
sefineler ve zikrolunan vapur mahall-i mezkûr pişkâhına lengerendaz oldukları misüllü
irâde tevârid iden devlet-i müşârünileyhâ tüccarı teknelerde dahi maruz-zikr mahalle
gidüb emtia ve eşyayı mahmûlesine ihraç itmekde ve Bağdat (?) oraya mahalli
mezkûrdan Bağdat’a vapur-ı mezburun getirip götürdüğü sefinelerin … ihraç ve tahmil
eylediği eşya ve emtia-yı mütenevvianın başka … esas olunmadığı ve anın dahi önü
kesdirilmesi babında … esbâbı teşebbüs olunmak iktizâ ider ise keyfiyetin taraf-ı
bendegâneme emr ve ferman buyurulmak teferruatıyla baʻdemâ yeniden …ihdas
olunmasına ve gelüb gidenlerüne dikkat olunarak öyle bir vukuatın zuhûrunda derʻakıb
arz ve ibtidar ve mübâderet olunacağı ol-babda emr ve irâde Efendim Hazretlerinindir.
182
Ek 8: BOA, İ.HR 130/6645
İngiltere ordusunda bulunmak üzere Musul’da tahrir olunan başıbozuk askerler
hakkında malûmat.
183
Devletlü Efendim Hazretleri
İngiltere Devleti fahîmesi ordusunda bulunmak üzre Musul’dan yazılub
mukaddemā Beyrut’da ve muʻahharen Akka’da ikâmet itdirilmiş olan başıbozuk sivāri
alayı bu defʻa Akka’da baʻzı muamelâtı serriştesiyle oradan firar sûretiyle cümleten
huruç ve Şam Eyâletine duhul itmeleri üzerine bunların öyle heyʻeti mecmua veyâhut
müteferrikan dahil-i eyâlette gezinmeleri uygunsuzluğu intaç ideceği ve dağılup
yerlerine gitmek istedikleri sûrette dahi devlet-i müşârünileyhânın memurların Hâkipayı Âliye tasaddʻi iderek masraflarını heba itmemek isteyecekleri derkâr olmasıyla
bunların heyʻetiyle dağılmaksızın ele geçirilmesi ve şerlerinden serali-i devlet-i ebed
müddetin ve eyâletin muhafazası tedbiri seriine ibtidar ile beraber icabı Şam’da mukim
İngiltere konsolosu cânibleriyle dahi şöyleşilerek celblerine teşebbüs olundukda …
kerim alay-ı mezkûr külfetsizce zâbitânıyla Şam’a celb olunmuş ve kendilerine
gösterilen vaad-ü vâid mülâbesesiyle mecmuʻ sivāri asâkiri Hazreti Mülükâne kışlasına
idhal ve eyâlette firarileri bulunduğu halde anların celblerine dahi ibtidar kılınmışdır.
Bu asâkirin zâbitan ve neferâtı daʻvalarını dine hasaret derecesinde tutarak memleket-i
Şam’da içiçe mesâhib ve sahib bularak kışlaya girinceye kadar hayli hareketlerde
bulunmuş ve göz doldurulup korkudulmuş ise de avn-ı hakk ve muvaffakiyeti Celile-i
Hazret-i Halife-i Resul’ül-hakk Efendimiz tesyir-i umur itmesiyle bu maslahat dahi
emniyet-i eyâlet ve memleket hamdolsun bir halel getürmiyerek mezkûr alay cümleten
kışlaya dâhil ve matlub hâsıl olmuşdur. Akd-ı mukâvele olunduğu vechle bunlar serian
iskeleye iʻsal olunur ise asla endişe idecek şey kalmayub bu mukâveleden nükûl iderler
ise artık hükûmetten bir iddiaları kalmayacağı derkâr idügi muhataallim-i âli cenâbı
buyuruldukda herhalde emr ve ferman hazreti menlehül enmrindir.
184
Ek 9: FO 78/2195, s. 39, Britanya Musul Konsolosluğu
Akdeniz ile Basra Körfezi arasında bir demiryolu hattı döşenmesi hususunda
İngiltere’nin Musul Konsolosu tarafından Londra’ya 22.11.1871 tarihinde gönderilen
rapor.
185
186
187
188
189
Efendim;
Fırat Vadisi ile Türkiye üzerinden Hindistan ile bağlantı hususunda Avam
Kamarası komisyonunun kullanımı için genelge raporunuzun ilmuhaberini aldım.
General Chesney’nin son Fırat keşif seferine katılarak o bölgelerin pek çoğunu
dolaştım. Bağdat’ın yanı sıra Fırat Nehri’ne kadar Samandağ ve İskenderun arasındaki
tüm bölgeyi bilirim. İngiltere’de iken bay Andrews ve diğer beyefendi Fırat Vadisini
benimsediler ve bu sebepten o yol için tüm görüşler tamamen değişti.
İncelenmesi gereken iki güzergâh var, Fırat Vadisi ve Bağdat’a doğru
Mezopotamya’dan geçen diğer yol.
Nehrin diğer yakasındaki vadi boyunca uzanan yol devamlı sûrette inişli
çıkışlıdır ve birkaç mil ara ile nehir ya genişler (derinlik azalır) ya da açıklıklar
(adacıklar) oluşur. Yağmurlu mevsimde sular çoğalır ve oluşan sel darboğazlardan
taşar. Bu sebepten viyadükler yapılması zorunludur. Dahası, nehir doğrudan akmaz
kıvrılır. Eğer demiryolu bu güzergâhı takip edecek ise hat uzar ve masraf artar.
Demiryolunun ehemmiyetinden dolayı geçtiği yerler şenlenecektir. Şu anda
Hille’den Birecik’e nehrin iki tarafı fakir Arap kabileleri tarafından meskundur ve bu
kabileler arazinin küçük bir kısmını ekip biçerler. Fırat’ın batı yakasının içlerine doğru
olan bölge ise kötülüğü ile ün salmış olan göçebe Aneze Aşireti tarafından iskan
edilmiştir. Bu aşiret için talan bir gelenek haline gelmiştir. Sürekli olarak nehri geçerler
ve düşmanları olan Şammar Araplarını soyarlar.
190
Keza, Şammar Arapları da karşılık verirler. Uygun bir an bulduklarında ırmağı
geçer ve Anezeye saldırırlar. Her iki kabile de muhtelif yerlerden nehri develeri ile
geçerek hatta zarar verebilirler.
Teklif ettiğim yol geçtiği yerlere menfaat, şirkete kazanç sağlar. Güzergâh ise
aşağıdaki beyânatta gösterildiği gibidir.
Rota ya İskenderun ya da Samandağ’dan başlar, Orantes Irmağı’nı geçer ve sağa
doğru Hammam’dan ayrılarak Alamuck Ovası’nı geçer, ardından Aphreen Irmağı’nı
geçer. Oradan düzlük araziyi takip ederek Genderiş Köyü’nden sola ayrılırve Halep’in
yaklaşık 45 mil sağındaki Akhterin’e gider ve Bales’e ulaşana kadar o ovada işler sonra
aşağı Bales’te Fırat Nehri’ni geçer ve Urfa’nın güneyindendeki Birecik kırsalından
devam eder . Oradan Mardin’in yaklaşık 35 mil güneydoğusundaki Nusaybin’e ulaşana
dek Ayqoobel kırsalını takip eder. Nusaybin’den Musul’a araziden dümdüz devam eder,
Dicle’yi geçer, Erbil’in yaklaşık 20 mil batısındaki Kazir ve Zap nehirlerini, Şammar
arazisini, Kerkük’ün batısındaki Küçük Zap’ı ve Bayat’ı geçer. Oradan Bağdat’a
ulaşana kadar Quazim arazisini geçer ve eğer istenir ise demiryolu, Dicle’nin batı
yakasına doğru devam ederek Kurna’ya uzatılabilir. Diyala Irmağı’nı geçer, oradan
bataklık arazilerin olduğu Banglam’a ulaşana kadar devam eder.
Ağaçlık araziler mevcut olduğu için kereste buradan temin idilebilir. Ayrıca halk
da demiryolu inşaatında istihdam edilebilir.”
191
Ek 10 British Newspaper Archive, Pall Mall Gazette, “Muhaberat”
İngiltere’nin Anadolu üzerinden döşenecek bir demiryolu hattı vasıtasıyla
Hindistan’a bağlanması hususunda İngiliz Hint Hükümeti tarafından Londra’ya
sunulan ve Pall Mall Gazetesinde de 24.07.1868’de neşredilen muhtemel güzergahları
gösterir rapor.
“Demiryolu vasıtasıyla Hindistan’ı İngiltere’ye yaklaştıran iki plan var.
Bunlardan birincisi:
General Chesney ve Bay W.P. Andrews’in savunduğu Fırat Vadisi demiryolu
hattı ve diğeri ise daha uzun olan Üsküdar, İstanbul Boğazı üzerinden Bağdat-Basra’ya,
ki bu projenin imtiyazı, İstanbul’dan Hon isimli bir şirket tarafından yakın bir zamanda
alındı. Başkanı ise Randolph Stewart’tır.
192
Hindistan’a giden ve oradan gelen askerî birliklerin nakilleri hususunda izne tâbi
olan bu iki yol için birkaç söz söylememe müsaade edin.
İlk olarak: Samandağ’dan Fırat Nehri vadisi üzerinden demiryolu ile Dicle ve
Fırat’ın birleştiği Kurna’ya giden güzergâh.
1. Mevcut Hindistan yolu ile kıyaslandığında daha kısadır.
2. Doğudaki zenginliklerimize giden ilave yoldur.
Planlanan demiryolu hattının döşendiğini ve düzen içinde çalıştığını tasavvur
edin, hiç şüphesiz, Hindistan’a giden yol kısalmış olur. Ama kesinlikle uzaması
düşünülemez. Aşağıdaki tabloda görüleceği gibi:
Planlanan Fırat güzergâhı aşağıdaki gibidir.
Marsilya-Samandağ
7 Gün
Samandağ-Beles
1 Gün
Beles-Kurna
2 ½ Gün
Kurna-Bonbay
7 ½ Gün
18 Gün
Not: Samandağ-Beles-Kurna demiryolu ile yaklaşık 800 mil olacaktır.
Kurna’dan Karaçi’ye bu hat iki gün daha az olabilir.
Marsilya’dan Bonbay’a mevcut hat:
Marsilya-İskenderiye
6 Gün
İskenderiye-Süveyş
1 Gün
Süveyş-Aden
6 Gün
Aden-Bonbay
7 Gün
20 Gün
193
Ek 11: FO 78/1536, No: 2, Bağdat Başkonsolosluğu
İstanbul’u Basra Körfezine bağlayacak olan telgraf hattının döşenmesi sırasında
ortaya çıkan olumsuzluklar, hattın döşenmesi için Osmanlı Devletinin hizmetine verilen
İngiliz ekibinin yerel yönetim ile ihtilafa düşmesi hakkında bilgileri havi Britanya
Bağdat Konsolosluğunun 01.02.1860 tarihli raporu.
194
195
196
Geçen Temmuz’un başında Osmanlı Devletinin hizmetinde olan bir mühendis
dört yardımcısı ile birlikte İstanbul ve Basra arasında telgraf hattı döşemek için buraya
geldi.
Ömer Paşa, hattın Fırat Vadisi ile Sûku’ş- Şuyuh’a doğru döşenmesi ve en
güvenli hattın Kut-ul Amara’nın uzağında kalan Dicle Nehri’nin sol yakası olduğuna ve
telgraf hattının Shat-el-Hye’ye kadar döşenmesine karar verdi. Telgraf telleri defalarca
kesildi. Bu olay ülkenin en az sorunlu, en barışçıl bölgesinde meydana geldi ve bazı
kerelerde Bağdat surlarına çok yakın bölgelerde meydana geldi. Yüzeyde çalışmanın
sağlıklı olarak devam edeceğine dair umutlar çok zayıf.
Bay Charter, mühendis, Kut-ul Amara’dan Basra’ya nehir yatağına telgraf
hattının döşenmesinin akıllıca olacağını İstanbul’a bildirdi ve şimdi hattın tetkikini
yapmak ve bu çalışma için gerekli kablo ve kalitesi hakkında (tahmini) bilgi vermesi
için emir aldı. Türk Hükûmetinin Sook-esh-Shiukh yoluyla kabloların alttan döşenmesi
için kararlılığı pek çok güçlüğün yaşanmasına neden olacak çünkü Hije ve Fırat ve
Fırat’ta seyreden gemilerin hatta zarar verme ihtimali vardır.
Bağdat ve Basra arasında telgraf bağlantısı için en iyi ve en kolay yol Dicle
Nehri’nin yatağıdır. Bu yatak zeminine kablo döşenmesi durumunda nehir üzerinde
seyreden gemilerden doğacak risk çok az olacak ve arızalandığı zaman da tamiri
mümkün olacaktır.
Türk Hükûmetinin Dicle üzerinde seyreden bir gemisi var. Diğer küçük gemi ise
Basra’da inşa ediliyor. Söz konusu gemi hat gelmeden muhtemelen tamamlanmış
olacak ve bu iki gemi hattın bir kısmını döşemek için yeterli ve hazır olacaktır. Ama
mühendisler ve memurlar için bu gemiler çok yetersiz ve işletmesi genel olarak o kadar
kötüki bu işi bitirebileceklerine dair yeteneklerine olan umudum çok azdır.
197
Ek 12: FO 78/1018, No: 37
Britanya Bağdat Başkonsolosu Rawlinson’un Osmanlı Devletinin Irak’taki
askerî durumu, İran’ın bölgeye yönelik hasmane tutumunu sürdürmesi halinde ne
yapılacağı ve Arap kabileleri ile yerel yöneticiler hakkında İstanbul elçisi Stratford de
Redcliffe’e gönderdiği 28.12.1853 tarihli rapor.
198
199
200
201
202
203
Lordum;
Geçen iki hafta süresince Bağdat’ta rapor edilebilir çok az şey meydana geldi.
Fakat aşağıdaki maddeleri bilgilerinize sunuyorum.
Süleymaniye’den Abdullah Paşa Kerkük’te konumunu güçlendirdi ve neredeyse
1000-1500 kişiden oluşan süvari birliği kendi kontrolünde, kış boyunca gücünü 25003000’e çıkaracak.
Güneye yerleştirilen düzenli birliklerin pek çoğu Bağdat’a döndü ve bahardan bu
yana Hille Vali vekili olarak görev yapan yetenekli ve tecrübeli Şakir Paşa, İran’ın
düşmanca tutumunu sürdürmesi durumunda sahra kuvvetlerini kumanda etmek için
geldi.
Arap kabilelerini şu ana kadar çok başarılı şekilde pasifize eden ve Fırat
bölgesinde asayişi yeniden tesis eden Selim Paşa şu anda emir bekliyor.
İran konsolosunun birkaç gün önce Şuster ve Dezful Mirzalarında aldığı
mektuplarda H.R.H.’nin Tahran’dan aldığı talimat ile 20.000 adamdan müteşekkil bir
ordu topladığı, Mahmere ile Ahvaz arasında kamp kurduğu ve yeni talimatlar beklediği
ifade ediliyor.
Türk tarafında Müntefik Arapları ve onların müttefikleri tarafından İran
nümayişine karşı muharebe etmek için enerji sarf ediyor ve Şuster kuvveti Bussarah’a
ilerlediği taktirde söz konusu bölgenin savunması için Sûku’ş-Şuyuh’tan 20-30.000
kişinin hareket edeceği hususunda Reşit Paşa bana teminat veriyor.
Tüm askerî hazırlıkların askıya alındığını ve Osmanlı-Rus mücadelesi süresince
Şahın tamamen tarafsız kalması hususunda Majestelerinin kararından Mirzanın
haberdar edildiğini Kirmanşah’tan öğrendim.
Son raporumdan bu yana tarafıma herhangi bir şey ulaşmadı.
204
Ek 13: FO 78/957, No: 18, s. 31-37
Mirza Abbas’ın eğitim amacıyla İngiltere’de bir müddet ikâmet etmek amacıyla
Bağdat Başkonsolosuna müracaatı, Mirza’nın siyasi durumu hakkında verdiği bilgileri
muhteva eden 04.01.1853 tarihli rapor.
205
206
207
208
209
210
211
212
Lordum;
Sizin de bilginiz olduğu üzere saltanat naibinin annesi, oğlunun İngiltere’de
birkaç yıl kalması ve İngilizce eğitim almasını çok arzu ettiğini bildirdi. Mirza
annesinin bu isteğine katılıyor. Naib dikkate değer, gelecek vaad eden ve İran’ın
genelinde çok popüler birisidir. Ülkesinin tarihinde de önemli bir role sahip olabileceği
düşüncesiyle gözden geçirmeniz için Mirza’nın İngiltere’ye gelmesi mevzuunu size
bildirmenin görevim olduğunu düşündüm.
Doğu’nun şu anki durumunda, İngiliz fikirleri ile donanmış ve Avrupa kültürü
ile eğitilmiş Mirzanın tahta çıkmasından elde edeceğimiz menfaat çok büyüktür. Abbas
Mirza’nın Londra’da bulunması Gürcistan’da Rus hamiliğinde ikâmet eden Behmen
Mirza’ya karşı denge unsuru teşkil eder. Öte yandan popüleritesi her zaman rahatsızlık
verici olan Mirza (aslında kardeşinin kıskançlığından kurtulmak için İran’dan ayrılmak
zorunda kalmıştı) ile irtibat halinde olmamızın Şahı rahatsız ettiği göz önünde
bulundurulmalıdır.
213
Rusya Abbas Mirza adına Gürcistan’da himayesinde tuttuğu İran Mirzası ile
yakın bağlantılar kuracağımızdan korkarak söz konusu Mirza ile görüşülmesini
yasakladı.
Şu anki Şahın ölmesi durumunda Mirza naiplik hatta tahta çıkmaya yönelik
taleplerini daha aktif desteklemeye başladı. Karşılaşılacak asıl mesele Abbas Mirza’nın
ziyaretinin masrafının üstlenilmesidir. Mirza, İran Hükûmetinden yıllık 1.500 Pound
ödenek almaktadır ve bu miktar İngiltere’deki bakımı için ziyâdesi ile yeterli ama
ödenek tamamen Şahın istek ve idaresine bağlı ve tabî ki ilk önce Şahtan müsaade
almadan İngiltere’ye gider ise bu ödenek askıya alınabilir.
Uygun bulmanız durumunda, göz önünde bulundurulması gereken iki açık yol
var:
İlk olarak Mirzanın İngiltere’ye daveti için gerekçemiz İngiliz bakan tarafından
doğrudan Şaha iletilebilir ve Osmanlı Devletinin ihtilaflı tebaanın Bağdat’ta ikâmet
ettirilmesi hususundaki gönülsüzlüğü ile ilişkilendirilebilir. Ya da İran’daki mevcut
hükûmetin istikrarını sağlamak arzumuzdan dolayı Mirzayı uzak bir ülkeye naklettik
denilebilir. Eğer böyle teklifler yapılır ise Şah, Mirzanın ziyaretine muvafakat verebilir
ve delikanlının İngiltere’deki ikâmeti boyunca yıllık 1500 Pound’un gönderilmesini
kabul eder. Ya da diğer taraftan İran’a bağımsız olarak hareket ettiği düşüncesi
oluşturulursa Şiraz’ın sürgün Mirzalarına ödediğimiz 2000 Pound yıllık külfeti azaltır
ve o meblağ Abbas Mirza’nın destek ve eğitimi için verilebilir. Mirza’nın İngiliz
centilmeni olarak yetiştirilmesi, tahta çıkma ihtimali göz önünde bulundurulduğunda
bizim için çok önemlidir.
Uygun bulduğunuz taktirde Türk Arabistan (Irak)’ından dönüşümde Şehzâdeyi
de beraberimde getireceğim.
214
Ek 14: FO 78/1115, No: 1
Bağdat Başkonsolosunun Irak’ın kuzeyinde Kürt grupların gayrimüslim
azınlıkların canına kastederek onlara saldırıları ve bu saldırılar karşısında Osmanlı
yöneticilerinin durumu hakkında malumatların yer aldığı 06.01.1855 tarihli rapor.
215
216
217
218
219
220
Musul ve Bitlis arasındaki tüm araziyi kontrol eden Bohtan Kürtleri, Zaho’da
ellerine düşmüş olan Yahudiler ve Hıristiyanları hunharca katletmektedirler. Söz
konusu bölgede ise zaten çoğunluklu bu iki inanca sahip insanlar yaşamaktadır.
İnsanların sahip oldukları mülkleri ne kadar küçük olsa da, onları çekilmeye
zorlamak için en dehşetli işkencelere tâbi tuttuktan sonra ekseriyetle katlettiler. Kadınlar
Kürt askerlerin insanlık dışı muamelelerine maruz kaldılar.
Eminim, Zaho’nun yanı sıra Kürtlerin elinde her nerede Yahudi ve Hıristiyan
varsa en dehşetli şekilde katledildiler. Bedirhan Bey’in dehşetli katliamı şu anda
güneydeki ihtilali yöneten yeğeni Mansur Bey’in katliamından daha beterdir.
İsyanın çevresinde bulunan Türk memurlar Kürtlerin bu cüretleri karşısında
tamamen felç oldular. Güçlerini birleştirmek ya da isyana karşı durmak yerine her Paşa
kendisini sorumluluk altına sokmamak için kendi koltuğuna çekildi.
Bu eylemin en önemli özelliği İstanbul’un emri ile sürgün edilen Musul
isyanının liderlerinin Yesdishir Bey tarafından Türklerin elinden kurtarılmasıdır. Yine
221
aynı kişi bu isyancıları Türk Devleti ve Hıristiyanlar’a karşı amansız düşmanlıklarını
hayata geçirmeleri için yine aynı yere yerleştirmişti.
Size rapor edeceğim tek hayırlı şey, Reşit Paşa’nın büyük Arap kabileleri ile
gerçekleştirmiş olduğu görüşmelerdeki beklenmedik ilerlemedir. Zât-ı âlileri şu birkaç
gün içinde, Musul’un savunmasına yardım için silahlı ve düzenli piyade alayını teşkil
etmeye muktedir oldu. Paşa, Fırat’ta yetersiz olan garnizonları ıslah etti ve hizmete
soktu. Ay içinde kuzeye doğru yürümek maksadıyla Bağdat’ta hatırı sayılır bir güç
toplamak için uzaktaki birliklerini çağırdı. Eğer İstanbul tarafından isyancılara karşı bir
sefer yapmakla görevlendirilirse, zât-ı âlileri her halükarda bu hafta içinde Bağdat’a
dönecek ve Kürtlere boyun eğdirmek için mücadele edecektir.
Efendim Clarendon Lorduna
Dışilişkiler/Dışişleri Bakanlığına
LONDRA
222
Ek 15: FO 78/1115, 16.03.1855
Britanya İmparatorluğu’nun Musul Konsolosu Rasam’ın isyancı Kürtleri
himayesi sebebiyle Bağdat Valisi Reşit Paşanın duyduğu memnuniyetsizlik hakkında
Britanya Bağdat Konsolosunun raporu.
223
Efendim;
Reşit Paşa bu sabah benimle konuşmak istedi. Aramızda geçen görüşmenin
içeriği hakkında sizi bilgilendirmek beni için onurdur.
Zât-ı âlileri, İngiliz yardımcı konsolosu Rasam’ın Musul’dan ayrıldığını ve Kürt
asilerin başı Yerdishir’i yanına aldığı ve evinde barındırdığını bildirdi.
224
İsyancı Bohtan Kürtleri’nin hadiseleri ile bağlantısı hususunda Rasam’ın sessiz
kalması ve Paşanın sitemleri karşısında mahcubiyet duyuyorum. Rasam’ın bundan
sonra hata içinde olmaması gerekir. Şunu da belirtmeliyim ki zât-ı âlilerinin buradaki
pozisyonu kendisi hakkındaki istihbaratlardan dolayı tehlikede, Çünkü Paşa, Sultan’ın
buradaki otoritesini güçlendirmek için bir şey yapmadı hatta bölge kendi kontrolünde de
değil.
Bağdat Başkonsolosluğu
225
Ek 16: FO 78/1451, No: 8, 20.06.1859
Bağdat Başkonsolosluğundan İngiliz Dışişleri Bakanlığına gönderilen ve Irak’ta
döşenmesi planlanan telgraf hattı ile ilgili malûmatları içeren 20.06.1859 tarihli rapor.
226
227
Albay Riddulph’un yerine Türk Hükûmeti tarafından görevlendirilen Bay
Charter ayın 11’inde dört yardımcı ile birlikte Bağdat’a geldi.
Musul yönüne doğru ilk olarak kuzeyden başlanması önerilen çalışmaya
başlamak, Bussarah’a doğru güneyin kalan bölümünün tamamlanmasını üstlenmek ve
sıcak mevsimde çalışmanın mümkün olmadığı yerlerin teftişini yapmak için şu an
Süleymaniye’de bulunmayan Ömer Paşa’nın talimatını beklemekte.
Eski yol vasıtasıyla telgraf, Kerkük üzerinden posta yolunu takip edecek ve
sonra İstanbul’un talimatlarına göre, eğer mümkünse, Fırat üzerinden engebeli Hille,
Semaveh ve Sûku’ş-Şuyuh’u takip edecek.
Bay Carthew en uygun malzemenin sağlanması için tetkikler yapıyor. Direklerin
dizilişi için enine boyuna düşünülürse kabloların 15-20 fit yüksekten çekilmesi akla
yatkındır.
228
Orjinallik Raporu
229
KAYNAKLAR
ARŞİVLER
Başbakanlık Osmanlı Arşiv Belgeleri
BOA, HAT, 389/20702, 1316/51290-D, 1186/46759, 1178/46565, 282/16816,
1316/51290-B-1,
806/37167,
805/37154,
1315/51262,
1181/46662,
1177/46493, 161, 1348/52704, 451/22357, 360/20075 A, 1176/46442U,
373/20405, 1289/50032, 770/36178 D, 791/36812 E,
BOA, İ.MMS 41/1667, 35/1444, 41/1667,
BOA, A. MKT, 117/50, 18/8, 24/95
BOA, MF. MKT, 55/104, 57/61
BOA, A. MKT.UM, 254/32, 189/56, 426/63, 120/58
BOA, A.AMD, 12/6
BOA, A.DVNS.MHM, 3A/91, 240/37, 243/56, 239/995, 241/1636, 237/36, 250/453,
3/75,
BOA, İ.DH, 656/45621, 492/33349, 443/29259,
BOA, HR.SYS, 91/2, 93/20,
BOA, İ. HR, 130/6584, 5556, 122/6074, 72/3480, 258/15445, 69/3354, 76/3727,
80/3913, 130/6645,
BOA, HR, MKT, 43/87, 24/51, 185/55, 224/39, 27/64, 49/40, 115/42
BOA, C.DH, 31/1537
BOA, MVL, 236/34 4. Mühimme 253
BOA, YEE, 42/144,
BOA, BEOAYN. d. 851
The National Archives
FO, 195/334,
FO, 78/ 907, 1848, 753, 2195, 574, 1018, 957, 656, 704, 1115, 2299, 1018, 1397, 251,
1768, 1212, 2352, 1604, 1451, 1536,
FO, 248/83, 34
FO, 2715
MR, 1/647
MFQ, 1/1302
230
MFQ, 336
The British Newspaper Archives
Pall Mall Gazette
The Daily News
Hampshire Telegraph
Sussex Chronicle
The Morning Chronicle
The Morning Post
The Standard
The Leeds Times
The British Postal Museum & Archive
Tetkik Eserler
Abdurrahman Şeref Efendi, Tarih Musahabeleri, (Sadeleştiren: Enver Koray), Kültür ve
Turizm Bakanlığı Yayınları, 1985
Açıkses, Erdal, Amerikalıların Harput’taki Msiyonerlik Faaliyetleri, TTK Bas. Ankara,
2003
Ahmet Lütfi Efendi, Vakanüvis Ahmet Lütfi Efendi Tarihi, 1,2-3,6-7-8, YKY, Yay.,
İstanbul 1999
Amirahmadi, Hooshang, The Political Economy of Iraq Under the Qajars, Society,
Politics, Economics and Foreign Relations 1796-1926, I.B Tauris & Co Ltd,
2012
Antonius, George, The Arab Awakening the Story of the Arap Nationak Movement,
Great Britain 1938
Ali Haydar Mithad, Tabsir-ül İbret, Hilal Matbaası, İstanbul 1909
Ali Haydar Midhat, The Life of Midhat Pasha, a record of his services, political
reforms, banishment and judicial murder (1903), J. Murray (Publisher),
London
Akçura, Yusuf, Osmanlı Devletinin Dağılma Devri (XVIII. Ve XIX. asırlarda), TTK
Bas., Ankara 1931
Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet 3, Üçdal Neş., İstanbul 1984
231
Anderson, M.S., The Great Powers and The Near East 1774-1923, (Edits:, A. G.
Dickens-Alun Davies), Edward Arnold Ltd, London 1970
Archibald Dunn, Basra Körfezindeki İngiliz Çıkarlar, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi
3, (Çev.: Zekeriya Kurşun), İstanbul 2000 ss. 299-326
Austen H. Layard, Discoveries in the Ruins of Nineveh and Babylon, London 1853
Ayverdi, İlhan, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, Kubbealtı, İstanbul 2011
Bozkurt, Gülnihal, Alman-İngiliz Belgelerinin ve Siyasî Gelişmelerin Işığı Altında
Gayrimüslim Vatandaşlarının Durumu (1839-1914), Türk Tarih Kurumu,
Ankara 1996
Buckingham, J.S., Travels in Mezopotamia, London, 1827
Besasel, Yusuf, Osmanlı ve Türk Yahudileri, Gözlem Yay., İstanbul 1999
Başbakanlık Osmanlı Arşivi Rehberi, Başbakanlık Basımevi, Ankara 2010
Cevdet Paşa, Tezâkir 1-12, (Yay.: Cavid Baysun), TTK Bas., Ankara 1991
Cleveland, William, Modern Ortadoğu Tarihi, (Çev., Mehmet Harmancı), İstanbul 2008
Ceylan, Ebubekir, Namık Paşa’nın Bağdat Valilikleri, Toplumsal Tarih 186, 2009, ss.
76-84
Ceylan, Ebubekir, Ottoman Origins of Modern Iraq: Political Reform, Modernization
and Development in The Nineteenth Century Middle East, I.B Tauris Co
Ltd, London 2011
Commins, David, The Wahhabi Mission and Saudi Arabia, I.B. Tauris&Co. Ltd, New
York, USA 2006
Çetinsaya, Gökhan, Sultan II. Abdülhamid Döneminde Osmanlı Devletinin Irak
Politikası, Devr-i Hamid 2, Erciyes Üniversitesi Yay., Kayseri 2011
Çetinsaya, Gökhan, Ottoman Administration of Iraq (1890-1908), Routledge Abingdon,
Oxon 2006
Darkot, Besim- Gökbilgin, M. Tayyip, Basra, İA II, Bas., 5, MEB Yay., 1997 320-327
Devellioğlu, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Aydın Kitabevi Yayınları,
Ankara 2007
Ekinci, İlhan, Osmanlı Devleti’nde Bazı Nehir ve Göllerde Vapur İşletme Teşebbüsleri
I, Arayışlar I/2, 1999/2, ss. 67-90
Eroğlu, Cengiz-Babuçoğlu Murat-Özdil, Orhan, Osmanlı Vilâyet Salnamelerinde Basra,
Global Strateji Enstitüsü, Ankara 2005
232
Eroğlu, Cengiz-Babuçoğlu Murat- Özdil, Orhan, Osmanlı Vilâyet Salnamelerinde
Bağdat, Global Strateji Enstitüsü, Ankara 2006
Ekinci, İlhan, Fırat ve Dicle’de Osmanlı-İngiliz Rekabeti (Hamidiye Vapur İdaresi),
Asis Yay., Ankara 2007
Eraslan, Cezmi, Irak’ta Türk-İngiliz Rekabeti (1876-1915), İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi 35, İÜ Edeb. Fak. Bas., İstanbul 1994
Erdem, Mustafa, Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri, Ensar Neş., İstanbul 2004
Earle, Edward Mead, Bağdat Demiryolu Savaşı, Milliyet Yay., I. Bas., İstanbul 1972
Fattah, Hala Mundhir, A Brief History of Iraq, New York, The USA 2009
Göyünç, Nejat, Dicle ve Fırat Nehirlerinde Nakliyat, Belleten, LXV/243, Ağustos, 2001
Guest, John S., The Euphrates Expedition, Kegan Paul Limited, Oxon UK 2013
Gündüz, Ahmet, Osmanlı İdaresinde Musul (1523-1639), Ortadoğu Araştırmaları
Merkezi Yay., Elazığ 2003
Guillaume, Şammar, İA XI, MEB. Bas., İstanbul 1979
Güler, Mustafa, Bağdat Valisi Süleyman Paşa ve Faaliyetleri (1779-1802), İslam
Medeniyetinde Bağdat Uluslararası Sempozyum I, 7-9 Kasım 2008, İst.,
2011, ss. 689-707
Godfrey, J. Harvard, Irak and Persian Gulf, 1944 ss. 406-408
Hülagü, Mehmet Metin, Sultan Abdülhamid Dönemi Demiryolu Politikası (1876-1909),
Devr-i Hamid 3, Erciyes Üniversitesi Yay., Kayseri 2011
Hasan, İbrahim, Siyasî-Dinî-Kültürel-Sosyal İslam Tarihi 6, Dördüncü Baskı, İstanbul
1997 s. 70-71
Haydaroğlu, İlknur Polat, Osmanlı İmparatorluğu’nda Yabancı Okullar, Ocak Yay.,
Ankara, 1990
Ireland, Philip Willard, Iraq a Study in Political Department, Kegan Paul Limited,
London 2004
Ireland, Philip Willard, Iraq a study in Political Department, London, England 2004
İsmail, Fehmi, 1807’de Rusların ve İngilizlerin Osmanlılarla Yeniden Münasebet
Kurma Teşebbüsleri, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi
30, İstanbul 1976
Iraq and Persian Gulf, Geographicah Handbook Series, 1944
John Ross, Notes on Two Journeys From Baghdad to The Ruins of Al Hadhr, in
Mesopotamia, in 1836 and 1837, The Royal Gographical Society
233
Kocabaşoğlu, Uygur, Anadolu’daki Amerika, İmge Kitabevi
------------------------, Britanik Majestelerinin Konsolosları, İzmir, 2004
Kütükoğlu, Mübahat, Osmanlı-İngiliz İktisâdî Münâsebetleri I (1580-1838), Ankara
1974
Kütükoğlu, Mübahat, Osmanlı-İngiliz İktisâdi Münâsebetleri II (1838-1850), Edebiyat
Fakültesi Bas., Ankara 1976
Karadeniz, Yılmaz – Kara, Hidayet, Bağdat, Basra, Bahreyn ve Necid Bölgelerinde
Osmanlı-İngiliz Nüfuz Mücadelesine Dair Layiha, History Studies
Ortadoğu Özel Sayısı, 2010 ss. 166-181
Kürkçüoğlu, Ömer, Mondros’tan Musul’a Türk-İngiliz İlişkileri, İmaj Yay. Ankara
2006
Kılıç, Remzi, Osmanlı Yönetiminde Irak ve Suriye, İdeal Yay., İstanbul 2011
Kurşun, Zekeriya, Necid ve Ahsa’da Osmanlı Hâkimiyeti, TTK, Ankara 1998
Karal, Enver Ziya, Büyük Osmanlı Tarihi II, TTK, İstanbul
Küçükoğlu, Bayram, Türk Dünyasında Misyoner Faaliyetleri, IQ Kültür-Sanat Yay.,
İstanbul 2003
Kocabaşoğlu, Uygur, Britanik Majestelerinin Konsolosları, İzmir 2004
Kurşun, Zekeriya, Necid ve Ahsa’da Osmanlı Hâkimiyeti, TTK Bas., Ankara 1983
Kızıltoprak, Süleyman, Mehmet Ali Paşa’dan II. Abbas Hilmi Paşa’ya Mısır’da
Osmanlı’nın Son Yüzyılı, TBBD Yay., İstanbul 2010
Karal, Enver Ziya, Büyük Osmanlı Tarihi II, TTK, Ankara
Küçük, Sabahattin – Öztürk, Mustafa, Mithat Paşa’nın Türkiye’nin Mazisi ve İstikbâli
Adlı Risalesi, Prof. Dr. Özer Ergenç’e Armağan, Bilge Kültür Sanat Yay.,
ss. 244-255
Marian Kent, Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu ve Büyük Güçler, (Edit.: Marian Kent),
Alfa Bas. Yay., İstanbul 2013 ss. 263-309
Layard, Austen H., Discoveries in the Ruins of Nineveh and Babylon, London 1853
Lutskiy, Borisoviç, Arap Ülkelerinin Yakın Tarihi, (Çev., Turan Keskin), Yordam
Kitap, İstanbul 2011
Lobdell, H., Letter from H. Lobdell, M.D., Missionary at Mosul, Respecting Some
Resent Discoveries at Koyunjik, American Oriental Society 1854
Litvak, Meir, Shi‘i Scholars of Nineteenth Century, Cambridge University Press,
Cambridge 1998
234
Lewis, Bernard, Ortadoğu, (Çev. Selen Y. Kölay), 8. Baskı, Arkadaş Yay., Ankara
2011
Mutlu, Şamil, Osmanlı Devleti’nde Misyoner Okulları, Bilimevi Yay., İstanbul 2004
Mustafa Nuri Paşa, Netayic-ül Vukuat, (Sadeleştiren Neşet Çağatay), TTK Basımevi,
Ankara 1980
Marufoğlu, Sinan, Osmanlı Döneminde Kuzey Irak, Eren Yay., İstanbul 1998
Menant, joachim, Ninova Sarayı Kütüphanesi, (Çev.: Vedii Bilmen), Yaba Yay.,
İstanbul 2005
Mutlu, Şamil, Osmanlı Devleti’nde Misyoner Okulları, Bilimevi Yay., İstanbul 2004
Nissen, Hans J. – Heine, Peter, From Mezopotamia to Iraq, (Translated by Hans J.
Nissen), Chicage United States of America 2009
Ortaylı, İlber, Osmanlı İmparatorluğunda Alman Nüfuzu, Kaynak Yay., İstanbul 1983
Ortaylı, İlber, Osmanlı İmparatorluğu’nda İktisadi ve Sosyal Değişim Makaleler 1,
Birinci Baskı, Turhan Kitabevi, Ankara 2000 ss. 173-182
Orhonlu, Cengiz–Işıksal, Turgut, Osmanlı Devrinde Nehir Nakliyatı Hakkında
Araştırmalar, Dicle ve Fırat Nehirlerinde Nakliyat, TD (Tarih Dergisi)
13/17-18, İstanbul 1963 ss. 78-102
Özdemir, Bülent, II. Abdülhamit Döneminde Süryaniler, Devr-i Hamid 1, Erciyes
Üniversitesi Yay., Kayseri, Kayseri 2011
Öztürk, Mustafa, Arap Ülkelerinde Osmanlı İdaresi, History Studies Ortadoğu Özel
Sayısı, 2010
Öztürk , Mustafa – Aksın, Ahmet, Venedik Devlet Arşivindeki Bailo Defterlerine Göre
Osmanlı Devletinin Venedik’e Zahire ve Asker Yardımı (1624-1631),
Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, Ankara
Üniversitesi Bas., Ankara 2013 ss. 141-170
Öke, Mim Kemal, Musul Meselesi Kronolojisi (1918-1926), TDAV Yay., İstanbul 1987
Öztürk Mustafa-Özkaya Özer-Sevda (Yay. Hazırlayanlar) Bâb-ı âli Hâriciye Nezâreti
Mısır Meselesi, Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi Yay.,
No: 22, Tarih Şubesi Yay., No: 18, Elazığ 2011
Özyürek,
Erkan,
20.
Yüzyılın
İlk
Çeyreğinde
İngiltere’nin
Irak
Politikası,
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2010
Panzac, Daniel, Osmanlı İmparatorluğu’nda Veba (1700-1859), (Çev.: Serap Yılmaz),
Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2011
235
Polk, William, Irak’ı Anlamak, 2. Baskı, NTV Yay., İstanbul 2007
Reckendorf, Aneze, İA I, M.E.B. Bas., 1997 ss. 433-434
Rafeq, Abdul-karim, 18 ve 19. Yüzyılda Avrupa ve Ortadoğu, Ortadoğu Tarihi,
(Hazırlayan: Youssef M. Choueiri, İnkılap Yay., İstanbul 2011 ss 273-295
Scott, Alexander (Edit.), Journal of a Residence at Baghdad During the Years 18301831, London 2009
Simons, Geoff, Iraq from Sumer to Post-Saddam, London 1994
Searight, Sarah, The British in The Middle East, London 1979
Saleh, Zaki, Britain and Iraq, El-Maaref Press, Baghdad Iraq 1966
Sahillioğlu, Halil, Irak’ın İdarî Taksimatı, (Çev.: Mustafa Öztürk), Belleten LIV/209211, TTK, Ankara, ss. 1232-1257
Sami Şemseddin, Kâmûs-ı Türkî, Çağrı Yayınları, İstanbul 1996
Saray, Mehmet, Türk-İran İlişkileri, Ankara 1999
Soy, Bayram, Lord Palmerston’un Osmanlı Topraklarını Koruma Siyaseti, Türkiyat
Araştırmaları,
M. Streck, Birecik, İA II, Bas., 5, M.E.B. Yay., 1997 ss. 629-632
Şemsettin Günaltay, Türk Tarihinin İlk Devirlerinden Yakın Şark Elam ve
Mezopotamya, İkinci Baskı, TTK Bas., Ankara 1987
The Missionary Herald, Reports from Northern Irak (1833-1870), (Edits.: Kamal
Sallabi-Yusuf K. Khoury), Royal Institute for Inter-Faith Studies, Amman
11183, Jordan, Mediterranean Press, 1997
Tarbush, Muhammad, The Role of the Military in Politics,
Tızlak, Fahrettin, İngiltere’nin Fırat Nehrinde Vapur İşletme Girişimi Hakkında Yeni
Bilgiler(1834-1836), Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi
VI, Samsun 1991 ss. 293-301
Tozlu Selahattin- Gazel, Ahmet Ali, Cezîretü’l-Arap’ta Bayındırlık Faaliyetlerine Dair
Kaynak Yazılar II, Orta Doğu Araştırmaları Dergisi IV/2, Elazığ, 2006, s.
179-202
Uçarol, Rifat, Siyasî Tarih, 7. Basım, Der Yayınları, İstanbul 2007
Umar, Ömer Osman, Basra ile Müntefikte Aşiretlerin Mücadelesi ve Sadun Paşa, Fırat
Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Dergisi II/I, Elazığ 2004, ss. 5-39
Uzunçarşılı, İbrahim Hakkı, Büyük Osmanlı Tarihi 5, 6. Baskı, TTK Yay., Ankara
Uçarol, Rifat, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi 11, Çağ Yay., İstanbul 1993
236
Van de Boogert , Maurits H., Kapitülasyonlar ve Osmanlı Hukuk Sistemi 18. Yüzyılda
kadılar, Konsoloslar ve beratlılar, (Çev: Tuncer, Ali Coşkun), Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2014
Yerasimos, Stefanos, Milliyetler ve Sınırlar, Balkanlar, Kafkasya ve Orta-Doğu, 6.
Baskı, İletişim Yay. İstanbul 2010
Youssef M. Choueiri, Ortadoğu Tarihi, İnkılap Yay., İstanbul 2011
Yapp, M.E., The Making of the Modern Near East,
Yazım Kılavuzu, Atatürk Kültür ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Dil Kurumu, Ankara
2009
Young, Gavin, Return To the Marshes
Yıldırım, Recep, Eskiçağ’da Anadolu, Meram Yay., İzmir 1996
Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig, (Haz.:Yaşar Çağbayır), Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları, Ankara 2003
Yücel, Yaşar, Midhat Paşa’nın Bağdat Vilâyetindeki Altyapı Yatırımları, Uluslararası
Midhat Paşa Semineri, Edirne 1984
Ansiklopediler
Darkot, Besim, Irak, İA V/ II, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1987 Ss. 667-679
Altundağ, Şinasi, Mehmed Ali Paşa, İA VII, Milli Eğitim Bas., İstanbul 1988 ss. 566579
Gökbilgin, M. Tayyib, Midhat Paşa, İA VIII, MEB. Yay., İstanbul 1979 ss. 270-282
Minorsky, V., Sincabi, İA X, MEB. Yay., İstanbul 1988, ss. 675
İA XIII, Yahudilik, MEB. Yay., 1997 ss. 339-342
Meydan Larousse V, Meydan Yay., İstanbul 1990
Meydan Larousse XI, Meydan Yay., İstanbul 1990
Meydan Larousse IV, Meydan Yay., İstanbul 1990
İnternet Kaynakları
www.britishempire.co.uk, 01.07.2015
www.bbc.co.uk, 01.07.2015
www.royal.gov.uk, 05.07.2015
www.foreignaffairs.com, 07.07.2015
www.trainhistory.net, 01.07.2015
237
www.trainsofturkey.com, 01. 07.2015
www.historylearningsite.co.uk, 02.08.2015
www.britishmuseum.org, 03.08.2015
www.postalheritage.org.uk, 21.07.2015
www.historic-uk.com, 09.08.2015
www.historyofwar.org, 08.08.2015
www.notablebiographies.com, 07.08.2015
www.shmmr.net, 01.08.2015
www.reference.com/browse/Jabal+Shammar, 10.08.2015
www.encyclopedia.com, 11.08.2015
www.everyculture.com,12.08.2015
www.vgsbooks.com, 13.08.2015
www.wikipedia.org, 23.07.2015
www.wsws.org, 24.08.2015
www.wikimedia.org. 17.11.2015
238
ÖZ GEÇMİŞ
Kişisel Bilgiler
Adı – Soyadı
: Sungur DOĞANÇAY
Doğum Yeri ve Tarihi
: Şefaatli/15.11.1978
Eğitim Durumu
Lisans Öğrenimi
: Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Fen-Edebiyat
Fakültesi Tarih Bölümü (2004-2008)
Yüksek Lisans Öğrenimi
: Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih ABD (2008-2010)
Doktora Öğrenimi
: Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yakınçağ
Tarihi ABD (2011-2015)
Bildiği Yabancı Diller
: İngilizce
Bilimsel Faaliyetleri
: Britain’s Serch of Historical Artifacts and Their
Smuggling in Nineveh and Babylon, International Journal of Humanities and Social
Science, Vol.5, No: 7(1) July, USA, 2015
Batılılaşma Sürecinde Osmanlı Devletinde Musikinin Tarihsel Gelişimi, 1.Uluslararası
Müzik ve Dans Kongresi (6-8 Mayıs 2015), Diyarbakır
Cumhuriyet Döneminde Eğil, Peygamberler Krallar Nebiler Sempozyumu, Eğil, 2010
XIX. Yüzyılın Sonlarında Adıyaman Şehri, SBarD 16, ss. 17-25, 2010
Dulkadir Türkmenleri’nin Güneydoğudaki Faaliyetleri, Uluslararası Dulkadir Beyliği
Sempozyumu, Kahramanmaraş, 2011
İş Deneyimi
Çalıştığı Kurumlar
: Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü (Arş. Gör.) (2008-2009)
Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi
Tarih Eğitim ABD (Arş. Gör) (2009-…)
İletişim
E-Posta Adresi
: Sungur.dogancay@dicle.edu.tr
Tel.
: 0553 595 43 85