T.C.
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
GAZETECİLİK ANABİLİM DALI
YÜKSEK LİSANS TEZİ
MEDYA VE DEMOKRASİ İLİŞKİSİ
BAĞLAMINDA MEDYANIN DEMOKRATİK
ROLLERİ
İSMAİL ÇITAK
2501100855
TEZ DANIŞMANI
PROF. DR. ARZU KİHTİR
İSTANBUL - 2016
ÖZ
MEDYA VE DEMOKRASİ BAĞLAMINDA MEDYANIN DEMOKRATİK
ROLLERİ
İSMAİL ÇITAK
Demokrasi kuramının idealize ettiği bir siyasal ve toplumsal sistemin temelini
oluşturan; yasama, yürütme ve yargı kurumlarından sonra kamuoyu adına üstlendiği
sorumluluklarla kendisini dördüncü kuvvet olarak ikame ettiren medya, demokratik
yönetimler için Latince tabirle ‘conditio sine qua non’ yani olmazsa olmaz bir
zorunluluktur.
Demokratik sistemlerin işlerliğini tehdit eden ve aksatan medya oluşumlarını
incelediğimizde ise kuvvetler ayrılığının farklı nedenlerden dolayı zedelendiği
ülkelerde kamusal ve siyasal gündemin ağırlıklı olarak medya tarafından belirlendiği
görülmektedir. Bu durum medya demokrasisine doğru gidişata yol açar. Böyle bir
durumda burada en önemli sorun olarak medyayı kimin denetleyeceği konusu
karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda çalışmamızda, beşinci kuvvet teorisine de
değinerek medyanın demokratik rollerinden sapmasına neden olan olgular
incelenmeye ve medyanın hangi şartlarda demokrasinin işlerliğini tehdit eden bir
unsur haline geldiği tespit edilmeye çalışılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Medya ve Demokrasi, Medya ve Kamuoyu, Dördüncü ve
Beşinci Kuvvet.
iii
ABSTRACT
IN THE CONTEXT OF MEDIA AND DEMOCRACY RELATION, THE
DEMOCRATIC ROLES OF THE MEDIA
İSMAİL ÇITAK
In the political and social basis system that the theory of democracy idealized, the
media is the fourth biggest stamina after executive, legislative and judicial powers. As
a saying in Latin, it is being described ‘conditio sine qua non’ which means ''essential''
especially in democratic regimen.
In some countries the media is being misused and it harms the separation of powers.
Then the agendas of politics and public are being notably determined by the media.
And so, those countries suddenly become a kind of media democracies. In these cases,
the biggest problem is that who will be the supervisor of the media organizations. In
this context, we mentioned about the fifth power and tried to describe how media
could become a threat for democratic process even though it is the part of the
democratic system.
Key words: Media and Democracy, Media and Public Opinion, Fourth and Fifth
Powers.
iv
ÖNSÖZ
İlk kitle iletişim aracı olarak nitelendirilen gazetelerin ortaya çıkışına matbaadan önce
varlığı bilinen haber mektuplarının zemin hazırladığı söylenir. Matbaanın icadı ise
birçok alanda olduğu gibi yazılı basın için de bir milat olarak kabul edilir. On yedinci
yüzyıldan itibaren, özellikle matbaanın icat edildiği Avrupa’da, sayısı hızla artan
gazetelerin toplumsal iletişimin en önemli aracı haline geldiği bilinir. Birey ve toplum
üzerinde onları etkileme, yönlendirme ve dönüştürme bakımından oldukça etkili
olduğu gözlemlenen gazetelerin bu gücünün, dönemin siyasi aktörleri tarafından da
fark edildiği görülür. Siyasal aktörlerin, yukarda zikredilen nedenlerden dolayı basının
bu gücünden faydalanmak istemesi ona sahip olunması ya da en azından onun kontrol
edilmesi düşüncesini de beraberinde getirmiştir. İlk çıktığı günden bugüne dört yüz
yılı aşkın bir geçmişi olan gazetelerin biçim ve içerik anlamında büyük değişikliklere
uğradığı ancak etkisini ve kontrol altında tutulma düşüncesini hala canlı tuttuğu
görülür.
Sosyolog Albert Schäffle’ın toplumu; sinir merkezlerinden oluşan insan bedenine
benzeterek açıklamasından ilhamla medya, toplumsal sinir sisteminin önemli bir üyesi
olarak kabul edilmiştir. Dolayısıyla siyasal aktörler için medyayı kontrol etmek aynı
zamanda toplumsal kontrolü sağlamanın da bir yöntemi olarak anlaşılmıştır. Medyanın
dördüncü kuvvet olarak nitelendirildiği demokratik sistemler ise; siyasal aktörlerin bu
sistemin en önemli öznesi olan kamuoyunu ve onun temsilcisi konumunda ki medyayı
baskı altına alma ve kontrol etme düşüncesine karşı çıkmaktadır. Medya’nın dördüncü
güç olma sürecinin ele alındığı bu çalışmada medyanın demokrasi ile olan ilişkisi
bağlamında üstlendiği demokratik roller ve bu rollerin önemi sorgulanmaya
çalışılmıştır. Demokratik sistemler için “conditio sine qua non” yani olmazsa olmaz
bir zorunluluk olarak kabul edilen medyanın, kamuoyu ile olan ilişkisine de değinilen
bu çalışmanın amacı medyanın demokrasi ve kamuoyu ile olan ilişkisinin
anlaşılmasına katkıda bulunmaktır. Medya-demokrasi ilişkisi çerçevesinde medyanın
demokratik rollerini anlatmaya çalıştığımız, üç ana bölümden oluşan bu tez
v
çalışmamızda medya ve demokrasi arasındaki ilişkinin anlamlandırılabilmesi için
öncelikle birinci bölümde demokrasi kavramı, kuramı ve uygulamaları ele alınmıştır.
İkinci bölümde de ise iletişim tarihi ışığında geleneksel ve yeni medya kavramlarına
değinilmiş, son bölümde ise yukarda da ifade ettiğimiz üzere medya demokrasi ve
medya-kamuoyu ilişkisi ele alınmıştır.
Mezunu olduğum İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü lisans
eğitimimi yine aynı üniversitede lisansüstü eğitim kapsamında hazırlamış olduğum ve
çok şey öğrendiğim bu çalışma ile tamamlamak gerçekten de gurur verici. Çalışmanın
bir kısmını eğitimim ve mesleki çalışmalarım dolayısıyla beş yıl süresince
bulunduğum Fransa’da, diğer bir kısmını da medya ve demokrasi sorunu her geçen
gün daha da büyüyen ve tartışılır hale gelen ülkemizde yerinde gözlemleyerek yazma
imkânı buldum. Öncelikle bu çalışmanın her aşamasında emeği bulunan, en önemlisi
de danışmanlığımı kabul ederek tez programında kalmamı sağlayan lisans ve
lisansüstü eğitimim sürecinde öğrencisi olmaktan gurur duyduğum kıymetli hocam
Prof. Dr. Arzu Kihtir’e, teşekkürü bir borç bilirim. Ayrıca bu tez programına dâhil
olmam konusunda beni cesaretlendiren, öğrenim hayatım boyunca maddi manevi her
türlü desteği esirgemeyen değerli hocam Doç. Dr. İrfan Çiftçi’ye de ne kadar teşekkür
etsem azdır.
Çalışmaya önerileri ışık tutan sevgili Dr. Mehmet Haberli ve Ar. Gör. Hatice Kübra
Sözel’e, eğitim hayatım boyunca desteklerini hiçbir zaman esirgemeyen değerli aileme
ve özellikle lisans eğitimim sırasında sunduğu burs olanağı ile eğitim hayatıma devam
etmemde büyük katkısı bulunan Hakan Çetinbaş’a ayrıca teşekkür ederim. Bu
çalışmayı bitirebilmem için Fransa’da bana adeta bir kütüphane ortamı oluşturan
sevgili ablama özellikle minnettar olduğumu belirtmek isterim. Çalışma boyunca
istifade ettiğim Bibliothéque Municipale de Lyon (Lyon Belediye Kütüphanesi),
Université Lumiére Lyon 2 (Lyon 2 Üniversitesi) Kütüphanesi, İstanbul Üniversitesi
Kütüphanesi ve Anadolu Üniversitesi Kütüphanesi’nin kurucularına ve çalışanlarına
da sundukları imkânlardan dolayı teşekkürlerimi sunarım.
vi
İÇİNDEKİLER
ÖZ....…………………………………………....................…………………………. iii
ABSTRACT ……………………………………………........................………….... iv
ÖNSÖZ ………………………………………………...…....................……….....…. v
KISALTMALAR LİSTESİ ........................................................................................ x
GİRİŞ ............................................................................................................................ 1
BİRİNCİ BÖLÜM
DEMOKRASİ KAVRAMI VE TARİHSEL GELİŞİMİ
1.Demokrasi Kavramı Ve Tarihsel Gelişimi .............................................................. 10
1.1.Demokrasi Kavramı .............................................................................................. 10
1.2.Demokrasinin Tarihsel Gelişimi ............................................................................16
1.3.Egemenliğin
Kullanılması
Açısından
Demokrasinin
Uygulama
Modelleri
...................................................................................................................................... 43
1.3.1.Doğrudan Demokrasi ..................................................................................... 43
1.3.2.Yarı Doğrudan Demokrasi ............................................................................. 44
1.3.3.Temsilî Demokrasi ........................................................................................ 44
1.4.Demokratik Siyasal Sistemler ............................................................................... 48
1.4.1.Çoğulcu Demokrasi Anlayışı.......................................................................... 48
1.4.1.1.Çoğulcu Demokrasilerde Bulunan Nitelikler ........................................ 49
1.4.2.Çoğunlukçu Demokrasi Anlayışı .................................................................. 51
1.5.Demokrasi Kuramları ............................................................................................ 52
1.5.1.Normatif Demokrasi Kuramı ......................................................................... 52
1.5.2.Ampirik Demokrasi Kuramı .......................................................................... 53
1.6.Liberal ve Sosyal Demokrasi Kuramı ................................................................... 56
1.6.1.Liberal Demokrasi Kuramı ............................................................................ 56
1.6.2.Sosyal Demokrasi Kuramı ............................................................................. 61
vii
1.7.Antik
Ve
Modern
Zamanların
Antidemokratik
Yönetim
Biçimleri
...................................................................................................................................... 63
İKİNCİ BÖLÜM
İLETİŞİM VE MEDYA
2.İletişim Ve Medya .................................................................................................... 67
2.1.İlk Çağdan Günümüze İletişim Tarihine Genel Bir Bakış .................................... 67
2.2.Medya Kavramı ve Gelişimi ................................................................................. 75
2.2.1.Gutenberg’den Kitle İletişimine Açılan İlk Kapı: Gazeteler......................... 76
2.2.1.1.Batı’da Basının (Gazeteciliğin) Gelişimi ................................................... 79
2.2.1.2.Fransız İhtilali Öncesi ve Sonrası Fransa Basını ........................................ 79
2.2.1.3.İngiltere’de Basınının Tarihsel Gelişimi .................................................... 90
2.2.1.4.Amerika Birleşik Devletlerinde Basın ve Gazetenin ve AP Haber Ajansı’nın
Gelişmi Tarihi ......................................................................................................... 94
2.3.Radyo .................................................................................................................... 98
2.4.Televizyon ve Televizyon Haberciliği................................................................. 103
2.4.1.CNN ............................................................................................................. 105
2.4.2.BBC ............................................................................................................. 106
2.4.3.FRANCE 24 ................................................................................................ 107
2.4.4.EURONEWS VE AFRİCANEWS .............................................................. 107
2.5.İnternet Ve Yeni Medya ...................................................................................... 108
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
MEDYA - DEMOKRASİ İLİŞKİSİ
3.Medya - Demokrasi İlişkisi …………………….……….......................………… 119
3.1. Medya - Demokrasi İlişkisi …………….........................……………………... 119
3.2.Medyanın Demokatikleştirilmesi ve Medya Demokrasisi …...................…....... 127
3.3. Medyanın Etki Gücü Ve Etki Gücü Kuramları …….......................................... 137
3.3.1.Yüksek Etki Kuramı ……………………………………………............... 138
3.3.2.Düşük Etki Kuramı …………………………………...………................. 139
3.3.3.Yüksek Etkiye Dönüş Kuramı …………………………………............... 139
viii
3.4.Medya Üzerine Eleştirel Yaklaşımlar ve Eleştirel Okullar………………..…… 139
3.4.1.Frankfurt Okulu’nun Medya Etki Analizi.................................................... 140
3.4.2.Chicago Okulu’nun Medya Etki Analizi...................................................... 142
3.4.3.Birmingham Okulu’nun Medya Etki Analizi............................................... 144
3.5.Medya Kuramları Perspektifinde Medyanın Demokratik Rolleri ....................... 144
3.5.1.Özgürlükçü-Liberal Medya Kuramı .......................................................... 145
3.5.2.Otoriter Medya Kuramı ............................................................................... 149
3.5.3.Sosyal Sorumluluk Medya Kuramı ............................................................. 153
3.5.4.Katılımcı Demokratik Medya Kuramı.......................................................... 154
3.5.5.Demokratik Medya Kuramı ......................................................................... 156
3.6.Medya - Demokrasi İlişkisi içerisinde Kamuoyunun Yeri ve Önemi.................. 156
SONUÇ ..................................................................................................................... 170
KAYNAKÇA ........................................................................................................... 173
ix
KISALTMALAR LİSTESİ
AA
: Anadolu Ajansı
ABD
: Amerika Birleşik Devletleri
AFP
: Agence France Presse
A.g.e.
: Adı geçen eser
A.e.
: Aynı eser
AP
: Associated Press
BBC
: British Broadcasting Corporation
bkz.
: Bakınız
CNN
: Cable News Network
Çev.:
: Çeviren
Der.:
: Derleyen
Ed.
: Editör
ERP
: Ekonomik Onarım Programı
FT
: Financial Times
PS
: Sosyalist Parti
s.
: Sayfa/Sayfalar
SSCB
: Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği
SPD
: Sosyal Demokrat Parti
TRT
: Türk Radyo Televizyon Kurumu
USIA
: The United States Information Agency
UNESCO
: Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu
VOA
: Voice Of America
x
“Demokrasilerimiz bizi üzebilir ama bize ihanet etmez.”
Giovanni Sartori
GİRİŞ
Modern devlet yapısı içerisinde toplum yararını gözetmek üzere teşkil edilen
kurumların, çok önemli bir unsuru hâline gelen kitle iletişim araçlarının birey ve
toplum üzerindeki etkisi günden güne artmaktadır. Kitle iletişim araçları denildiğinde
akla ilk olarak medya kavramı gelmektedir. Gazete, radyo, televizyon, bilgisayar ve
internet vb. yazılı, işitsel ve görsel kitle iletişim araçlarını kapsayan medyanın, zaman
içerisinde günlük yaşamın önemli bir parçası olduğu görülmektedir. Yaşamsal alana
dair birçok konuda birey ve toplumlar üzerinde etkisi gözlemlenen medyanın gerek
bireylerin gerekse de toplumların, kendilerini doğrudan veya dolaylı olarak
ilgilendiren olayları değerlendirme şeklini de değiştirdiği bilinmektedir. Teknolojik
gelişmelere bağlı olarak kendisini sürekli yenileyen medya araçları sayesinde
geleneksel medya organlarına göre daha katılımcı hâle gelen bireylerin tercihleri
hususunda da çevresel etkiye daha açık oldukları görülmektedir. Tüm bunların
sonucunda örneğin Facebook, Twitter, Instagram, Periscope ve Snapchat vb. gibi yeni
medya uygulamaları ile dış dünyayı takip eden ve kendisini de dış dünyaya açık hâle
getiren oldukça interaktif bir medya kullanıcısı profili ortaya çıkmaktadır. Yeni
iletişim teknolojilerindeki gelişmelere bağlı olarak kullanıma sunulan yeni medya
mecralarının, kendisiyle birlikte binlerce yıllık tarihi olan demokrasi ve kamuoyu gibi
kavramları da köklü bir dönüşüme uğrattığı görülmüştür. Gelinen noktada yeni
iletişim teknolojilerinin iletişim araç ve biçimleri ile beraber yönetim biçimlerini de
etkilediği düşüncesinden hareketle dijital demokrasi veya e-demokrasi olarak da
isimlendirilen yeni bir kavram ortaya atılmıştır. Arzu Kihtir’in de belirttiği üzere kendi
demokrasilerini ürettiği görülen bu yeni medya mecralarının, bizleri yerinden
1
demokrasi anlayışından günümüzde daha katılımcı hâle evrilen doğrudan bir
demokrasi anlayışına kavuşturduğu görülmektedir.1
Medya birçok konuda olduğu gibi yaşamsal alanın bir başka önemli unsuru olan
siyasal yönetim biçimleri üzerinde de önemli bir etkiye sahiptir. Medya, hangi siyasal
yönetim sistemi içerisinde olursa olsun kamuoyunun bilgilendirilmesinde üstlendiği
roller nedeniyle çok önemli bir bilgi kaynağıdır. 21. yüzyılın ideal yönetim biçimi
olarak nitelendirilen demokrasinin işlevsellik kazanmasında da hayati bir rol üstlendiği
bilinen medyanın demokratik ve antidemokratik sistemlerde kamuoyu ile iletişim
biçimi noktasında farklılaştığı görülmektedir. Demokratik sistemleri antidemokratik
yönetim sistemlerinden ayıran en önemli noktanın yönetim gücünü elinde bulunduran
seçilmişler ile kamuoyu arasındaki ilişki ve iletişim biçimi olduğu bilinmektedir.
Demokratik sistemlerde bu ilişkinin çerçevesinin belirli yasalarla belirlendiği,
katılımcılığa
ve
çoğulculuğa
uygun
bir
ortam
oluşturulmaya
çalışıldığı
gözlenmektedir. Antidemokratik sistemlerde ise zaten ortada kuvvetler ayrılığı ilkesi
bulunmadığından bu ilişkinin tek yönlü, katılıma kapalı ve çoğulculuktan uzak olduğu
görülmektedir. Demokratik sistemlerde yönetim erkine sahip seçilmişler ile kamuoyu
arasındaki iletişim biçimine bakıldığında, bu ilişkinin sağlıklı bir zemine
oturtulmasında, kamuoyu ile olan iletişime daha çok önem verildiği bilinmektedir.
Ayrıca demokratik sistemlerde kamuoyu ile olan iletişimin bir parçası olan
kamuoyunun
bilgilendirilme
sürecinin
yönetimi
daha
da
kolaylaştıracağı
düşünülmektedir. Bilgilendirme süreci ile yasama ve yürütme güçlerini elinde
bulunduran seçilmişlerin gerçekleştirdikleri icraatlar, özellikle medya kanalı
kullanılarak
kamuoyuna
aktarılmaktadır
ve
kamuoyunun
rızası
alınmaya
çalışılmaktadır. Böylelikle gerçekleştirilen icraatlere medya aracılığıyla meşruiyet
kazandırıldığı görülmektedir. Antidemokratik sistemlerde ise halkın rızası genellikle
zor kullanılarak ve halk üzerinde baskı oluşturarak sağlandığından kamuoyunun
bilgilendirme sürecinin bir önemi yoktur. Dolayısıyla bu sistemlerde yapılan
faaliyetlere meşruiyet kazandırma gibi bir kaygı da söz konusu değildir. Ancak bu
Arzu Kihtir, “Otosansür varsa özgürlükten söz edemeyiz”, aksiyon.com.tr, 12 Ocak 2016, (Çevrimiçi)
http://www.aksiyon.com.tr/medya/otosansur-varsa-ozgurlukten-soz-edemeyiz_553560, 12 Ocak 2016.
1
2
sistemlerde medyanın kontrol altında tutulma isteğinin daha baskın olduğu
söylenebilir çünkü bu anlayışa göre medya toplumu kontrol etmenin en kestirme yolu
olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla yönetim şeklinin adı ister demokratik isterse de
antidemokratik olsun medyanın siyaset alanı içerisinde çok önemli bir araç olduğu
görülmektedir. Medyanın siyasetle ilişkisinin başlangıç noktasının da burası olduğu
kabul edilmektedir.
Medyanın, toplumu ilgilendiren gelişmeler hakkında halkı bilgilendirmesi ve
halkı siyasal tartışma zeminine dâhil ederek, siyasal katılıma teşvik etmesi onu
demokratik bir sistem içerisinde olmazsa olmaz kılmaktadır. Demokrasinin
sürdürülebilirliği bakımından katılımcılık ve kamusal tartışmaların şeffaf bir şekilde
yürütülebilmesi hayati bir öneme sahiptir. Kamusal tartışmaların şeffaf bir şekilde
yürütülebilmesi ise özgür bir kamuoyunun varlığı ile mümkündür. Dolayısıyla
demokrasiyle tam bir zıtlık halinde bulunan otoriter ve totaliter rejimlerde siyasi
iktidar tarafından iktidar medyası aracılığıyla yönlendirilen bir kamuoyu söz
konusuyken, demokratik rejimlerde farklı kaynaklardan bilgilendirilmiş özgür bir
kamuoyu söz konusudur. Ayrıca demokratik rejimlerde özgür bir kamuoyunun varlığı
demokrasinin işlerliği bakımından şarttır. Bu düşünceden hareketle, kamuoyunun
oluşumunda medyanın üstlendiği sorumluluk, onun demokrasiyle olan münasebetinin
esasını oluşturmakta ve onu bu sistemin adeta garantörü yapmaktadır. Medyaya
kuramsal düzeyde birçok demokratik rol yüklenmesine rağmen, pratikte birçok tezatlık
ve çarpıklığın olduğu bilinmektedir. Bu çarpıklığın daha çok medyanın siyasetle olan
ilişkisinin özellikle finansal kaygılar çerçevesinde şekillenmesinden kaynaklandığı
düşünülmektedir. Finansal kaygılara bağlı olarak uygulamada ortaya çıkan bu
tezatlıkların medyayı özgür bir kamuoyunun teşkil edilmesine aracılık etmekten çok
kamuoyunun bazen açıktan bazen de algı yöntemleri ile yanlış yönlendirilmesine
aracılık eden bir araç hâline getirdiği görülmektedir. Bu durumun medyayı,
demokrasinin garantörü olarak nitelendirilen dördüncü kuvvet olmaktan çok,
demokrasinin altının oyulmasına aracılık eden ve onun güç kaybetmesine çanak tutan,
bir oluşum hâline getirdiği söylenebilir.
3
Siyasal iktidarın toplumla iletişiminde özellikle rıza üretme nedeniyle kilit rol
oynayan medyanın siyasetle olan bu ilişki biçiminin medyanın ilk yayıncılık
faaliyetlerinden günümüze kadar uzandığı ve gerek küçük ölçekli yerel formlarında
gerekse de en gelişmiş ve ulusal olanlarında kendisini gösterdiği söylenebilir. Medyademokrasi ilişkisinin sağlıklı bir şekilde sürdürülebilmesi açısından doğru bir model
ortaya koyamadığı anlaşılan bu ilişki biçimi medya eleştirmenleri tarafından sert bir
şekilde eleştirilmektedir. İktidarın ekonomi-politik manevralarına göre yürütülen bu
ilişkiye karşı çıkan eleştirmenlerin, medyanın bazen gönüllü bazen de zorunlu olarak
kamuoyu adına yürütmeyi denetleyen bekçi köpeği (watch-dog) rolünden, iktidar
adına halkı denetleyen ve kontrol etmeye çalışan süs köpeği (lapdog) rolüne
soyunduğunu iddia ettikleri görülmektedir.2
Hem temsilî demokrasi hem de alternatif demokrasi modelleri için öncelikli
amaç bireylerin etkin bir şekilde siyasal süreç içerisinde yer almasını sağlamaktır.
Medya bu anlamda bireylerin bu sürece dâhil olmasında en etkili mecralardan biri
olarak öne çıkmaktadır. Burada medyanın demokratik sistemi yöneten ve yönetilenler
arasında tek taraflı bir ilişki biçiminden ibaret görmemesi, demokratik sistemleri
belirli aralıklarla yapılan seçimden seçime sahnelenen bir oyun algısından kurtarması
bakımından son derece önemlidir. Özellikle liberal medya kuramının burada medyaya
biçtiği rol dikkatte değerdir. Bu kuramın medyaya biçtiği role göre medya; topluma
ilettiği bilgi ve haberlerle demokrasinin birincil öznesi olan halkı bilgilendirerek
toplumsal bir tartışma alanı inşa edip kamuoyunun oluşmasını sağlamalıdır. Ayrıca
siyasi mekanizmaların aldıkları kararlardan doğrudan veya dolaylı olarak etkilenen
bireyler adına bu mekanizmaların denetlenmesinde eleştirel bir sorumluluk
üstlenmelidir. Yasama, yürütme ve yargının ardından dördüncü kuvvet olma
sorumluluğu olarak özetleyebileceğimiz bu görevler medyanın ekonomiye ve
politikaya endeksli yayıncılık anlayışı nedeniyle günümüzde tam anlamıyla yerine
getirilememektedir. Bunun sonucunda ise medya, sayısal çoğunluğu elinde bulunduran
siyasal iktidarın meşruluğunu günlük olarak yeniden üreten bir alan ve araç ya da
Nigâr Değirmenci, “Medya ve Demokrasi: Türkiye’de Siyasal İktidar-Toplum İlişkisinde Medyanın
Rolü”, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi Bölümü
Yayımlanmamış Doktora Tezi, Dan.: Prof. Dr. Tülay Özüerman İzmir, 2010. s.16
2
4
araçlardan biri olarak varlık göstermektedir. Siyasal kararları uygulayıcı en güçlü
otorite olan siyasal iktidar ile onun denetleyicisi durumundaki medya ilişkisinin bu
noktada paradoksal bir yapıya büründüğü görülmektedir.
Demokratik ülkelerin devlet sistemini ayakta tutan anayasalarında genellikle
yasama, yürütme ve yargı kurumlarının bağımsızlığına yer verilmekte ve anayasaları
bu kuvvetler ayrılığı esas alınarak biçimlendirilmektedir. Bir devletin ve onun yönetim
şeklinin esasını oluşturan bu üç ana kurumun kendilerinden beklenen işlevselliği
sağlayabilmesi için dengeleyici bir başka yapıya ya da güce gereksinimi olduğu
muhakkaktır. Bu güç ise toplumsal kurumlar arasında üstlendiği roller ve “sivil yapısı”
ile kendisini dördüncü bir güç olarak ikame ettiren medyadır. Yasama, yürütme ve
yargı arasındaki kuvvetler ayrılığı çizgisi net bir şekilde çizilmiş, demokratik sistemi
olabildiğince gelişmiş ülkelerde medya; sahip olduğu bu gücü olması gerektiğine
yakın bir şekilde kamu yararına kullanabilirken kuvvetler ayrılığı çizgisi ortadan
kalkmış ya da silikleşmiş, demokratik sistemi yeterince gelişmemiş ülkelerde ise
medyanın bu sorumluluğundan uzaklaştığı gözlemlenmektedir. Ayrıca dördüncü
kuvvetten yoksun ülkelerde halkın büyük çoğunluğunun rızasıyla seçilmiş yürütmenin,
sahip olduğu yasama kuvveti ile önce yargıya daha sonra ise yargı yoluyla medyaya
müdahalesinin olağan bir durum hâline geldiği bilinmektedir. Yürütmenin iki kritik
güce yönelik böylebir müdahalesi sonucu hem kurumların işleyişinin hem de kurumlar
arasındaki dengenin bozulduğu ve halkın bu kurumlara olan güveninin büyük yara
aldığı kabul edilmektedir. Medyanın siyaseti temsil eden yürütme erki ile asıl
imtihanının da burada başladığı düşünülmektedir. Medya ya kendisini bu güce
yaslayıp yürütmenin hışmından kurtulmaya çalışıp mevcut nizamın bir parçası hâline
gelecek ya da yürütmenin gerek ekonomik olarak gerekse yargı yoluyla uygulamaya
çalışacağı baskılara direnmeyi seçerek bedeli ne olursa olsun asli sorumluluğundan
vazgeçmeyecektir.
Demokrasi kuramının medyayı dördüncü kuvvet olarak resmetmesi, idealize
edilmiş bir siyasal ve toplumsal sisteme gönderme yapar. Bu sistem içerisinde medya,
Latince tabirle “conditio sine qua non” yani olmazsa olmaz bir zorunluluktur.
Demokrasilerde medyanın yerine getirmesi beklenilen başlıca sorumlulukları arasında,
5
kamuoyunu bilgilendirme, halk adına hükûmeti denetleme, eleştirme ve hükûmetin
yürüttüğü politikalar hakkında toplumsal bilinç yaratarak kamuoyu oluşturma gibi
görevler sıralanabilir. Dolayısıyla, halkın yararını önceleyen bu görevler gereği
demokratik rejimlerde medya; yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerinin ardından
dördüncü kuvvet olarak yöneten ve yönetilenler arasında sağladığı iletişim nedeniyle
önemli bir konum elde etmiştir. Medyanın, özellikle vatandaşlık haklarının
kullanılabilmesi için gerekli olan enformasyonun muhataplarına aktarılmasında
oynadığı önemli rol veya taşıdığı sorumluluk nedeniyle, medya–demokrasi ve medyatoplum ilişkisini birbirinden bağımsız olarak düşünmek mümkün değildir. Medya ve
demokrasi arasındaki ilişkinin doğasını, bilimsel tespitler eşliğinde kuramsal ve
pratiğe olan yansımalarıyla birlikte açıklanmaya çalışılan bu çalışmanın konusu da bu
ilişki çerçevesinde ortaya çıkmaktadır.
Medya demokrasi ilişkisi ele alınırken dikkate alınması gereken bir diğer önemli
hususun medyanın diyalektiği meselesi olduğu görülmektedir. Bu diyalektiğin
bilinmesinin; hem demokratik olarak nitelendirilebilecek bir sistemin demokrasisi ve
medyası hakkında doğru bir değerlendirmede bulunulabilmesine katkı sağlayacağı
hem de demokrasilerin olması gerektiği gibi veya olması gerekene yakın bir şekilde
işleyişinin sağlanmasında medyaya kuramsal düzeyde yüklenen rollerin uygulamada
niçin yerine getirilemediğinin anlaşılması bakımından yol gösterici olacağı
düşünülmektedir. Bu diyalektiğe göre; medyaya üstlendiği rol itibari ile birbirinden
tamamen farklı iki sorumluluğun yüklendiği bunun sonucunda da iki farklı medya
olgusunun ortaya çıktığı görülmektedir. Birincisinde; medya kamuoyunun oluşum
aşamasında bir tartışma alanı oluşturarak kamuoyunu bilgilendirme görevini
üstlenmektedir. Bu bağlamda medya demokrasinin ana unsuru olan yürütmenin
belirlenmesi aşamasında siyasal katılımın sağlanmasına hizmet etmektedir ve toplum
adına yürütmeyi yani iktidarı denetlemektedir. Üstlendiği bu rollerin sonucunda da
demokrasilerin dördüncü kuvveti olma sorumluluğu olan bir medya olgusu ortaya
çıkmaktadır. İkincisinde ise; medya bir manipülasyon aracı olarak kullanılmaktadır
böylece yanıltılmış, yönlendirilmiş ve pasifize edilmiş bir kamuoyu oluşumunda aktif
rol oynamaktadır. Üstlendiği bu roller sonucunda ise demokrasi sanrısının veya
simülasyonunun yaratılmasına hizmet eden ve iktidar adına toplumu denetleyen,
6
demokrasilerin dördüncü kuvveti olma sorumluluğu taşımayan bir medya olgusu
ortaya çıkmaktadır. Yükleneceği sorumluluğa bağlı olarak medya ya demokratik
sistemlerin en önemli garantörü olabilmektedir ya da demokratik sistemi tehdit eden
bir oluşum olarak karşımıza çıkmaktadır.3
Eleştirel medya çalışmalarının başladığı yıllardan günümüze kadar olan süreçte
kendisine önemli demokratik görevler atfedilen medyanın, bulunduğu yerin mevcut
siyasi, toplumsal ve medya düzeninde bu görevleri yerine getirip getiremediği
tartışması sürmektedir. Bu tartışma bağlamında şekillenen bu çalışmada, öncelikle
medya-demokrasi ilişkisinin genel çerçevesi saptanmaya çalışılmıştır. Daha sonra ise
medya ve demokrasi kavramlarının tarihsel süreç içerisinde gelişimleri ele alınmış,
medyanın demokratik sistemlerdeki rolleri ve önemi ortaya konulmuştur. Bununla
birlikte medyayı demokratik işlevinden uzaklaştıran nedenler ve bu durumun
kamuoyuna yansıyan sonuçları tespit edilmiştir. Bu çalışmanın amacı çalışmanın
konusu bağlamında dördüncü kuvvet olarak nitelendirilen medyanın demokratik
sistem içerisinde ki rollerinin saptanmasına ve bu rollerin anlaşılmasına katkıda
bulunmaktır. Bu çalışma, medya demokrasi ilişkisi çerçevesinde yer alan; medya
demokrasisi ve medyanın demokratikleştirilmesi gibi konu başlıklarının yanı sıra
medyanın demokratik bir sistem içerisinde üstlendiği rollerin anlaşılmasına katkıda
bulunması bakımından önem taşımaktadır. Gelecekte medya ve demokrasi ilişkisi
konusunda kuramsal ve uygulamalı çalışma yapacak araştırmacılar için bir kaynak
niteliği taşıması arzu edilen bu çalışmanın ortaya koyduğu bilgiler ışığında hem
konunun kuramsal ve kavramsal çerçevesinin çizilmesinin kolaylaşacağı hem de
konunun olası boşluklarının doldurulması noktasında önem arz ettiği düşünülmektedir.
Araştırmanın iki ana bölümünü oluşturan demokrasi ve medya konusunun hem
siyasal hem de iletişim alanına dâhil olması nedeniyle binlerce yıllık bir tarihi geçmişi
ve birikimi söz konusudur. Bu durum doğal olarak çalışmanın kapsamını da
genişletmektedir bu nedenle çalışmada bu iki alana dair her alt başlığa değinmek hem
Yeşim Yakışır, “Medya ve Demokrasi İlişkisi: Medyanın Demokratik Rolünü Yeniden Düşünmek”,
Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Anabilim Dalı
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Dan.: Doç. Dr. Yılmaz Bingöl, Kocaeli, 2009 s. 3.
3
7
konunun sınırları hem de zaman açısından mümkün olmamaktadır. Bundan dolayı da
eksikliklerin olması söz konusu olabilir. Bu eksiklikleri en aza indirebilmek amacıyla
konuyla doğrudan ilgisi olduğunu düşünülen konu başlıklarına temas edilmeye
çalışılmıştır. Çalışmanın konusuyla doğrudan ilgili yerli kaynak eksikliğinin
bulunmasının çalışma alanını sınırlandırdığı ve güçleştirdiği görülmüştür. Araştırmada
hem medya hem de demokrasi alanına dair konularda literatür taraması yöntemi
kullanılmış, bu konular üzerine yazılmış belli başlı makaleler, analizler, köşe yazıları
ve kitaplardan istifade edilmeye çalışılmıştır. Yine bu kapsamda bu alanlarda geçmişte
yaptıkları çalışmalarla günümüze ışık tutan sosyal bilimler uzmanı birçok değerli
düşünürün ileri sürdüğü saptamalar incelenmiş ve bu saptamaların günümüz koşulları
göz önünde bulundurularak yeniden yorumlanmasına çalışılmıştır.
Çalışmada izlenilen yol haritasına bakıldığında medya ve demokrasi arasındaki
ilişkinin anlamlandırılabilmesi için birinci bölümde demokrasi kavramı ele alınarak,
kavramsal ve kuramsal bir çerçeve çizilmeye çalışılmıştır. Bu bölümde, demokrasi
kavramı tanımlandıktan sonra, demokrasinin bir kent devleti yönetim biçiminden
başlayıp günümüze olan tarihsel yolculuğu ve nasıl bir evrensel ve ideal yönetim
biçimi olarak gelişimini sürdürdüğü üzerinde durulmuştur. Demokrasi kavramının ya
da olgusunun daha iyi anlaşılabilmesi için belli başlı demokrasi kuramları ile
demokratik ve anti demokratik yönetim sistemleri ile uygulama biçimleri de bu alanda
önemli
çalışmalar
yürüten
düşünürlerin
görüşleri
çerçevesinde
anlatılmaya
çalışılmıştır.
Çalışmanın ikinci bölümünde ise iletişim ve medya kavramları ele alınarak ilk
çağlardan günümüze iletişim tarihinin izi sürülmeye çalışılmıştır. Burada matbaanın
icadıyla hayatımızın önemli bir parçası hâline gelen ilk kitle iletişim aracı olan
gazetelerin, hem demokrasi hem de basın tarihinde önemli devrimlere ev sahipliği
yapmış Fransa, İngiltere ve Amerika’daki (Batı’daki) tarihsel gelişim seyri medya
ekseninde incelenmeye çalışılmıştır. İnternetin yeni bir iletişim mecrası olarak
kullanılmaya başlanması ve yaygınlık kazanmasıyla geleneksel ve yeni olarak
nitelendirilen ve bir başka boyut kazanan medyanın, hem bireylere hem günümüz
iletişim biçimine hem de geleneksel medyaya olan etkileri üzerinde durulmuştur. Bu
8
bölümde kâğıda basılı gazeteler ile dijital (internet) ortamdaki gazetelerin geleceği
üzerine sürdürülen tartışmalara ve son gelişmelere de ayrıca yer verilmiştir.
Çalışmanın son bölümünde ise öncelikle ilk iki bölümden elde edilen bilgiler
ışığında medya ve demokrasi ilişkisi tanımlanmıştır. 1930’lu yıllardan itibaren üzerine
düşünülmeye başlanılan medyanın etki kuramlarına da değinilen bu bölümde medya
ve demokrasi arasındaki ilişkiyi sağlam bir zemine oturtmak için özellikle eleştirel
düşünce okullarının medyaya getirdikleri eleştirel yaklaşımlar üzerinde durulmuştur.
Medyanın kamuoyu üzerindeki olumlu ve olumsuz etkisine de değinilen bu bölümde
kamuoyu kavramı başta olmak üzere medyanın kamuoyunu yanlış bilgilendirme,
yanlış yönlendirme ve sessiz ve hissiz bir kitleye dönüştürme gibi olumsuz yönlerine
özellikle
temas
edilmiştir.
Medyanın
söz
konusu
etkilerinin
önüne
nasıl
geçilebileceğine bir çözüm yolu olarak sunulan medyanın demokratikleştirilmesine
yönelik düşüncelere de dikkat çekilmeye çalışılan bu bölümde son olarak medya
kuramları
perspektifinde
medyanın
demokratik
rollerine
açıklık
getirilmeye
çalışılmıştır.
9
1. DEMOKRASİ KAVRAMI VE TARİHSEL GELİŞİMİ
1.1. Demokrasi Kavramı
Bugün her türden otoriter ya da baskıcı rejimin tek alternatifi olarak sunulan
demokrasi rejimi, en geçerli yönetim biçimlerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Öyle ki içinde bulunduğumuz 21. yüzyılda demokratik olmadığını iddia eden ülke
sayısı yok denecek kadar azdır. Ünlü Fransız felsefeci ve sosyolog Raymond Aron,
günümüzde halk egemenliği üzerine kurulu olduğunu iddia etmeyen çağdaş bir rejimin
hemen hemen bulunmadığını söylemektedir. Hatta Aron, faşist rejimlerde bile halkın
gerçek iradesinin bir adamın veya bir partinin aracılığıyla kendisini demokratik olarak
ifade edebilme cesaretini gösterebildiğini ifade etmektedir. Ünlü İtalyan sosyal bilimci
Giovanni Sartori, siyasal sistemleri demokratik olarak değerlendirirken bir siyasal
sistem öbüründen daha çok veya daha az demokratiktir dediğimizde bu yargımızın
bizim demokrasi algımıza göre ve neyi gerçek demokrasi olarak tasavvur ettiğimize
bağlı olarak değişebileceğini söylemektedir. Sartori ayrıca bu demokratik değildir
veya burada demokrasi yoktur gibi savda bulunduğumuz vakit, aslında üstü kapalı bir
demokrasi
tanımı
ortaya
koyduğumuz
değerlendirmesinde
bulunmaktadır.4
Günümüzde bir siyasal sistemin demokrasisi ile ilgili herhangi bir yorum veya
çıkarımda bulunmadan önce onun hangi özelliklere göre ve ne dereceye kadar
demokratik olduğu konusu üzerinde daha çok durulduğu görülmektedir.
Demokrasi kavramının Eski Yunan’dan beri yaşadığı değişim bu kavramın
kapsamını da doğal olarak zenginleştirmiştir ve sonuç olarak doğal bir kavram
karmaşasını doğurmuştur. Demokrasi üzerine yaptığı çalışmalarla (pluralism) tanınan
Amerikalı ünlü siyaset bilimci Robert Alan Dahl, günümüzde demokrasinin ne demek
olduğu konusundaki karışıklığın nedenini demokrasinin bin yıllar boyunca gelişmiş ve
değişik kaynaklardan beslenmiş olmasına bağlamaktadır. Dahl ayrıca bizim
demokrasiden anladığımız şey ile Perikles dönemindeki bir Atinalının anladığı şeyin
aynı olmadığını söylemektedir.5 Bu bakış açısı dikkate alındığında burada demokrasi
Giovanni Sartori, Demokrasi Teorisine Geri Dönüş, Çev.: Tunçer Karamustafaoğlu ve Mehmet
Turhan, Ankara, Yetkin Yayınları, 1996, s. 13.
5
Robert A. Dahl, Demokrasi ve Elestirileri, Çev.: Levent Köker, Ankara, Yetkin Yayınları, 1996, s. 2.
4
10
nedir’i, demokrasi ne olmalıdır sorusuyla birlikte değerlendirmenin olgu ve değer
ayrımı açısından önemi ortaya çıkmaktadır. Sartori, demokrasi idealinin tek başına
demokrasi gerçeğini veya demokrasi olgusunu tanımlayamayacağını ve bunların aynı
şeyler olmadığını söylemektedir. O, ayrıca demokrasinin idealleri ile uygulamadaki
gerçeği arasındaki karşılıklı etkileşimden ve olanla olması gereken arasındaki
çekişmeden doğup şekillendirilebileceğine de dikkat çekmektedir.6 Sartori demokrasi
sözcüğünün anlamı ile ilgili görüşünü şu sözlerle ifade etmektedir:
“Demokrasi; saydam bir sözcüktür yani sözcüğün anlamı dildeki ilk anlamına
kolaylıkla bağlanabilmektedir. Bu yüzden, demokrasiyi sözcük anlamına göre tanımlamak çok
kolaydır. Nitekim sözcük anlamına göre demokrasi halk iktidarı, iktidarın halka ait olması
demektir. Ama bu, o terimin Yunancadaki, anlamının sözcüğü sözcüğüne çevirisinden başka
bir şey değildir. Oysa, demokrasi terimi bir şeyi temsil etmektedir ve o şeyin nasıl bir şey
olduğuyla da ilgilidir. Demek ki soru yalnızca sözcüğün ne anlama geldiğinden ibaret
değildir. Demokrasinin sözcük anlamı açık, kesin olmakla birlikte bu yine de gerçek
demokrasinin ne olduğunu anlamaya yardım etmemektedir. Bundan dolayı demokrasi nedir
sorusunu, demokrasi ne olmalıdır sorusundan ayırmaya imkân yoktur”.7
Demokrasi ne olmalıdır sorusu üzerinde düşünen birçok siyaset bilimcinin
kendisini demokratik olarak nitelendiren siyasal sistemlerin mutlaka sahip olması
gereken temel ilkelerle ilgili olarak çalışmalar yürüttüğü görülmektedir. Bu düşünürler
arasında yer alan Hollandalı siyaset bilimci Arend Lijphart, “Robert Dahl’ın, bir
demokratik sistemin geçerliliğini; örgüt kurma ve bunlara katılma özgürlüğü, ifade
özgürlüğü, oy verme hakkı, kamu görevlerine getirilebilme hakkı, siyasal liderlerin
seçme tercihini kazanmak için yarışabilme hakkı, değişik haber alma kaynaklarının
varlığı, serbest ve adil seçimler, hükûmet politikalarını oylara ve diğer tercih
belirtilerine dayandırmak için gerekli kurumların bulunması”8 gibi sekiz kurumsal
garantiye bağladığını söylemektedir. Dahl’ın demokratik bir sistemden bahsedebilmek
için öne sürdüğü şartlardan değişik haber alma kaynaklarının varlığı meselesi
6
Sartori, A.g.e., s. 9.
A.e., s. 8.
8
Arend Lijphart, Çağdaş Demokrasiler, Ankara, Yetkin Yayınları, 1996, s. 12.
7
11
demokrasiler için olmazsa olmaz bir gerekliliktir. Yayın çizgisi veya yayın politikası
her ne olursa olsun, farklılıklara tahammül sınırını en üst düzeyde tutan bu yönetim
anlayışının, alternatif bilgi kaynaklarına yönelik yaklaşımı ifade ve basın özgürlüğü
kapsamında oldukça esnek bir anlayışla şekillenmelidir. Bu rejimi idare edenlerin hata
yapması ne kadar olağan ise söz konusu hataların eleştirilmesi de o derece olağandır.
İktidarların ya da yönetenlerin genelde hoşlanmadığı eleştiri olgusu demokrasilerin
durağanlığa düşmemesi veya geriye gitmemesi için onları zinde tutan önemli bir besin
kaynağıdır.
Demokrasinin günümüzde eleştiri alan temel alanlarından biri; özellikle
demokratik sistemi yerli yerine oturmamış toplumlardaki sorunlu demokrasi algısıdır.
Sandık sonuçlarına göre, çoğunluğun azınlığı yönetme hakkına indirgenen bu
anlayışın, demokrasinin ana özelliklerinden karar alma ve karar verme hakkını tüm
yurttaşların eşit olarak paylaşmasına zıt bir durum teşkil ettiği görülür. Bu noktadan
hareketle demokrasinin çoğunluğun yönetimi veya halkın bir kısmının diğer kısmını
yönetmesi anlamına gelmediği söylenebilir. Demokratik sistemlerde çoğunluğun
iradesine başvurulması yine bir siyasal yöntem olarak ancak tartışma ve uzlaşma gibi
diğer yollar tıkandığı veya ortadan kalktığı zaman anlaşmazlığı çözücü bir yöntem
olarak görülebilir. Çoğunluğun kararının azınlığı etkisiz bıraktığı durumlarda ise
çoğunluğun yönetimi ideal demokratik yönetimin en iyi örneği olmaktan ziyade karara
ulaşmanın en hızlı ve kaba yolu olarak değerlendirilmelidir. Böyle bir durumda da
demokrasilerin insanları mutlu etmesi yani bir mutluluk ortamı sağlaması oldukça
güçtür. Günümüzde sandıktan çıkan sonuca indirgenen bir demokrasi anlayışlarının
demokrasi bilinci ve kültürü gelişmiş bir toplumda herhangi bir karşılığının olmadığı
görülmektedir. Aksi durumdaki bir toplumda ise böyle bir demokrasi anlayışının
halktaki karşılığının popülizm kültürüne karşılık geldiği bilinmektedir. Herhangi bir
konuda başvurulan çoğunluğun kararı her zaman demokratik olmayabilir veya bir
yerde çoğunluğun kararının dikkate alınıyor olması orada demokrasinin uygulandığına
da bir kanıt sunmayabilir. Örneğin çoğunluğun desteğine sahip bir hükûmetin
herhangi bir konuda alacağı karar karar orada yaşayan bir kişinin veya bir grubun
temel demokratik haklarını ihlal ediyorsa ve en ufak bir mağduriyet oluşturuyorsa bu
12
durumda gerçek bir demokrasinin olduğunun söylenmesi mümkün değildir.
Demokrasi üzerine önemli çalışmalar yürüten İngiliz siyaset bilimcilerden David
Beetham ve Kevin Boyle’ye göre “temel haklar, siyasal yaşama insanların katkıda
bulunmasına olanak sağlamak için gerekli olan; ifade özgürlüğü, örgütlenme
özgürlüğü, seçme ve seçilme hakkı gibi haklardır. Tüm vatandaşların bu haklarının
güvence altına alınması, demokratik sistemin temel unsurunu oluşturur. İdeal olarak
bu haklar anayasa ile korunmaya alınmalı, çoğunluğun müdahalesine karşı korunaklı
hâle getirilmelidir.”9 Demokrasi anlayışı ve kültürü gelişmemiş ama demokrasiyle
yönetildiği iddia edilen ülkelerde, temel haklar bakımından sandık sonucuna endeksli
çoğunlukçu anlayıştan kaynaklanan marazi bir durum ortaya çıkabilmektedir.
Alternatif iletişim organlarını kısıtlayarak, kendisini sandıktan çıkan çoğunluğun
oylarına
yaslayan
yönetimlerin,
demokrasilerde
herkesi
bağlayan
hukukun,
anayasanın, yasaların üzerinde görmesinin demokrasinin varlığı için büyük bir risk
teşkil ettiği bilinmektedir.
Beetham ve Boyle’ye göre demokrasi ile ilgili bir diğer önemli sorun ise
demokrasinin bir kez kurulmasının onun sürekliliğini garanti edip etmeyeceğidir.
Beetham ve Boyle, demokrasinin hem antidemokratik güçlere karşı korunması
gerektiğini hem de demokratik teamüllere göre seçilen ve kurulan hükûmetin gücünün
sınırlandırmasının demokrasi kurulduktan sonra önemli bir uğraş olduğuna dikkat
çekmektedir. Onlara göre “demokrasi bir kez kurulduktan sonra sürdürülebilmesinin
basit bir reçetesi yoktur ama işleyen bir demokrasinin dört temel unsuru vardır: 1)
Özgür ve adil seçim, 2) açık ve sorumlu hükûmet, 3) sivil ve siyasal haklar, 4)
demokratik veya sivil toplum.”10 Beetham ve Boyle’nin dikkat çektiği işleyen bir
demokrasinin unsurları arasında özgür bir medyanın varlığı şartı da yer almalıdır.
Çünkü özgür bir kamuoyu için özgür ve çok sesli bir medyanın varlığının
demokrasilerde tercih değil bir zorunluluk olduğu kabul edilmektedir.
David Beetham, Kevin Boyle, Demokrasinin Temelleri, Çev.: Vahit Bıçak, Ankara, Liberte
Yayınları, 1998, s. 24.
10
A.e., s. 32.
9
13
Demokrasi tarihinde demokrasinin uzun süreli bir halk talebi ve mücadelesi
olmadan kurulması ve kurumsallaşması yok denecek kadar az görülen bir olgudur. Bu
nedenle demokrasi özü itibariyle yukarıdan aşağıya doğru, tepeden inmeci bir
anlayışla kıymeti bilinecek ve halk rejimi olarak iki kelimeye indirgenebilecek bir
değer değildir. Tabandan yani toplumdan idarecilere doğru arz edilen talebe göre
işlerliği artan bu rejimin sürekliliğinin sağlanması ancak halkın talebi doğrultusunda
gerçekleştirilebilmektedir.
Demokratik sistemlerde kişilerin sahip oldukları siyasi ve medeni haklarını
kolektif kararlar almak için ve kolektif eylemlere katılabilmek için kullanabilmeleri
esastır. Bu, bireylerin en temel haklarından olan düşünce ve ifade özgürlüğü içinde
geçerlidir Demokrasisi yeterince gelişmemiş ülkelerde ise bireylerin hükûmeti
etkilemek için örgütlenerek kolektif bir eylem içinde bulunmaları halinde
demokrasinin sınırsız özgürlükler rejimi olmadığı, demokrasinin de kendisini korumak
zorunda olduğu resmi bir söylem olarak öne çıkar. Bunun, Batı demokrasilerinde daha
az kullanılan bir argüman olduğu bilinmektedir. Batı demokrasilerinde düşünce ve
ifade özgürlüğü birlikte düşünülmektedir
ve uygulamada da buna imkân
sağlanmaktadır. Demokrasi adı altında yönetilen fakat demokrasi sicili oldukça bozuk
ülkelerde ise ifade özgürlüğü talebi kimi zaman bir ihanet sebebi hâline
dönüşebilmektedir. Böyle ülkelerde kamuoyunu bilgilendirici gazetecilik yapanların
vatan haini olarak nitelendirildikleri ve mesleklerinin gereğini yerine getirdiklerinden
dolayı cezalandırıldıkları sıkça başvurulan uygulamalar arasında yer almaktadır.
Sivil alana ait oluşumlara önemli bir hareket alanı sağlayan demokratik
sistemlerde; sivil toplum örgütleri olarak nitelendirilen sendikalar, meslek kuruluşları,
dernekler vb. sivil alanı temsil eden her türlü örgütlenme biçimleri önemli bir yere
sahiptir. Hükûmet dışı yapılar olarak da bilinen bu kuruluşların varlığı ve örgütlenmesi
demokrasilerin ihtiyaç duyduğu bir başka önemli yapıdır. Demokrasilerde devletin
gücünü sınırlamada önemli görevler üstlenen sivil toplum kuruluşlarının, halkın
görüşlerinin yukarıdan belirlenme çabalarına karşı aşağıdan belirlenmesi için çalışan
kuruluşlar olduğu kabul edilmektedir. Bu kurumlar sayesinde toplum keyfi yönetime
direnme bakımından kendine güvenini yeniden kazanabilmektedir. Sivil toplum
14
örgütlerinin
toplumdaki
demokratik
kültürün
geliştirilme
konusunda
katkı
sunabilmeleri için öncelikle kendi kurumsal yapı ve işleyişlerinde demokratik olmaları
gerekmektedir. Bir diğer husus ise bu kuruluşların iktidarla olan ilişkileridir.
Demokrasisi sorunlu ülkelerde bu kuruluşlarda tıpkı medya gibi ekonomik kaygı ve
çıkarları nedeniyle siyasallaşmakta ve yürütmenin politikalarının taşıyıcısı hâline
gelebilmektedirler. Demokratik sistemi ayakta tutan hemen hemen tüm kurumların
siyasallaştığı bu ülkelerde sivil alanı temsil eden medya ve sivil toplum kuruluşlarının
da sivil değil siyasi bir yapıya büründükleri görülmektedir.
Yürütmenin kamuoyuna karşı şeffaf olmasını bir zorunluluk olarak kabul eden
demokratik sistemler, bilgiye erişim yollarının açık tutulması için gereken uygun
ortamı sağlamaya çalışır. Çünkü hükûmetin faaliyetleri hakkında yeterli bilgisi
olmayan seçmenlerin bilinçli bir tercih yapabilmesi güçtür. Bu bilgilere ulaşabilme
hakkı hükûmetin bir lütfu olarak kabul edilemez çünkü bu hak hem vatandaşların hem
de onlar adına gözcülük yapan medyanın en doğal hakkıdır. Bu bilgilerin ulaşılabilir
olmasının hem yolsuzlukları önlemenin hem de politik hataların kronikleşmeden tespit
edilmesine de yardım ettiği söylenebilir. Beetham ve Boyle’ye göre açık bir hükûmet
dört ana unsuru içerir: “1) Hükûmet politikaları ve bu politikaların hayata geçirilmesini
sağlayan araçlar ve maliyetlerle ilgili bilgiler hükûmetin kendisi tarafından sağlanır. 2)
Bireyler veya basın hükûmet belgelerine doğrudan veya parlamento aracılığıyla
dolaylı olarak ulaşabilmelidir. 3) Toplantılar halka ve basına açık olmalıdır. 4)
Politikaların formüle edilmesi ve uygulanmasında hükûmetin sistematik olarak
ilgililere danışması, alınan bilgi ve tavsiyelerin yayınlanmasıdır.”11 Burada aslında
demokratik olarak nitelendirilebilecek bir ülkede yürütmenin temsilcisi olan
iktidarların yaptıkları faaliyetleri kamuoyuyla paylaşarak meşruiyet sağladıklarına
dikkat çekilmektedir. Bu meşruiyetin en büyük destekçisi de medyadır. Medya bir
yandan kamuoyu gözcülüğü yaparken diğer yandan da yürütmenin kendisini ifade
edebilmesine zemin teşkil etmekte ve politikalarına meşruiyet kazandırmaktadır.
11
A.e., s. 70.
15
1.2. Demokrasinin Tarihsel Gelişimi
Bir terimin özgün anlamını soruşturmanın kural olarak bir araştırmanın esas
ölçütlerinden sadece biri olduğu kabul edilmektedir. Fakat bunu demokrasi gibi hemen
hemen iki bin beş yüz yıllık bir birikime sahip bir kelimenin sözlük anlamı üzerinde
denemenin her zaman için doğru sonuçlar vermeyebileceği düşünülmektedir. Spitz’in
Voltaire’den aktardığı gibi, aynı kelime her zaman aynı şeyi ifade etmeyebilir. Bu
prensibin demokrasi için olduğu kadar antidemokratik baskı rejimleri için de geçerli
olduğu söylenebilir.12
Demokrasi üzerine ilk yazılı değerlendirmeye Herodot tarihinin üçüncü cildinde
rastlandığı bilinmektedir. MÖ 5. yüzyılda kaleme alınmış, insanlık tarihine ilişkin
günümüze ışık tutan bu eserde, demokrasi; “halkın yönetimi, yasalar önünde eşitlik,
bütün sorunların açık tartışmaya sunulması, yöneticilerin makamlarından hareketle
sorumlu tutulmaları olarak nitelendirilmektedir.”13 Demokrasi, Antik Çağda
Yunanistan’da ortaya çıkmış ve ilk olarak buradaki kent yani polis devletlerinde
uygulanmış bir yönetim şeklidir. MÖ XI. ve XII. Yüzyıllarda Dor istilasına maruz
kalan Akhaların, Dorlardan kaçıp Yunan yarımadasını terk ederek Ege Adaları’na ve
Anadolu’nun batı kıyılarına yerleştikleri bilinmektedir. Ayrıca Akhaların yerleştikleri
bu yerlerde polis olarak isimlendirilen şehirleri kurdukları ve buraların güvenliğini
temin etmek için etrafını surlarla çevirdikleri de bilinmektedir.14 Polisler o
zamanlardan günümüze, insanlığın ortak değerleri olarak ulaşan birçok düşünce ve
kurumun beşiği olması bakımından insanlık tarihinde önemli bir yere sahip olmuştur.
Siyaset terminolojisinde Demokrasi kelimesi; “Yunanca kökenli Demos (halk)
ile Kratos (yönetim) kelimelerinin birleşmesinden oluşan ve belirli bir siyasi yönetim
biçimini adlandırmak için kullanılan bir terim olarak açıklamaktadır.”15 Kanadalı
siyaset bilimci Henry Bertram Mayo, idare metoduna işaret eden demokrasi
David Spıtz, Anti-Demokatik Düşünce Şekilleri, Çev:. Şiar Yalçın, İstanbul, Milli Eğitim Basımevi,
1969, s. 3.
13
Ahmet Taner Kışlalı, Siyasal Sistemler, Ankara, İmge Kitabevi Yayınları, 2006, s. 238.
14
Ayferi Göze, Siyasal Düsünceler ve Yönetimler, İstanbul, Beta Basım, 2007, s. 2.
15
Atilla Yayla, Siyasi Düşünceler Sözlüğü, Ankara, Adres Yayınları, 2004, s. 60.
12
16
kelimesinin müşterek sözlük anlamının, Atina’dan beri halkın iradesi veya hükûmet
etmesi olarak kabul gördüğünü belirtmektedir.16
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ise demokrasiyle
ilgili olarak şu tespitte bulunmuştur:
“Demokrasi prensibi, hâkimiyete istismak eden vasıta ne olursa olsun esas olarak
milletin hâkimiyete sahip olmasını ve sahip kalmasını icap ettirir. Demokrasi
esasına müstenit hükûmetlerde, hâkimiyet halka, halkın ekseriyetine aittir.
Demokrasi
prensibi,
hâkimiyetin
millete
ait
olduğunu,
başka
yerde
olamayacağını iltizam eder. Bu suretle, demokrasi prensibi, siyasi kuvvetin,
hâkimiyetin menşeine ve meşruiyetine temas etmektedir.” 17
Atatürk demokrasiyle ilgili olarak yine aşağıdaki ifadeleri kullanmıştır:
“Devlet şekli olarak demokrasi esasına dayanan hükûmetlerde egemenlik halka,
halkın çoğunluğuna aittir. Demokrasi prensibi, egemenliğin millette olduğunu
başka yerde olmayacağını gerektirir. Bu suretle demokrasi prensibi, siyasal
kuvvetin, egemenliğin kökenine ve geçerliliğine temas etmektedir. Demokrasinin
tam ve en belirgin hükûmet biçimi Cumhuriyettir.” 18
Demokrasiyi devlet biçimi, cumhuriyeti ise bir hükûmet biçimi olarak
nitelendiren Atatürk’ün ulusal egemenliğin sahibinin millet olduğunu ifade etmesi ve
egemenliğin
kaynağını
demokrasiye
dayandırması
dikkate
değerdir.
Siyasal
düşünceler tarihi uzmanı Alâeddin Şenel ise, demokrasi sözcüğünün geldiği yeri
anlatırken demokrasiye uzanan toplumsal siyasal gelişmelerle ilgili iki isme dikkat
çekmektedir. İlk isim İ.Ö. 594’te hem mülksüz köylülerle aristokratlar arasındaki
ekonomik çatışmayı, hem de kır zenginleri (aristokratlar) ile kent zenginleri (kent
soylular) arasındaki siyasal çatışmayı uzlaşmaya bağlaması için olağanüstü yetkilerle
Henry Bertram Mayo, Demokratik Teoriye Giriş, Çev.: Emre Kongar, Ankara, Türk Siyasi İlimler
Derneği Yayınları, 1964, s. 18.
17
Coşkun Can Aktan, “Demokrasi Üzerine Özlü Sözler”, (Çevrimiçi)
http://www.canaktan.org/politika/demokrasi/makaleler/ozlusoz-demok.htm, 05 Şubat 2016.
18
Afet İnan, Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk’ün El Yazıları, Yayına Hazırlayan: Ali
Sevim, Azmi Süslü, Mehmet Akif Tural, Ankara, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, 2000, s. 40.
16
17
yasa koyucu olarak seçilen Solon’dur. İnsanların eşitliği üzerine kurulduğu bilinen
Solon Kanunları’na göre; şehir devletlerinde yaşayan zengin fakir herkes aynı haklara
sahip olmalı ve herkese aynı cezalar uygulanmalıdır. Solon; borç köleliğini kaldıran,
borcu olan vatandaşların borçları karşılığında çocuklarını, karılarını, kendilerini
güvence göstermelerini yasaklayan ve sahip olunabilecek en geniş toprak parçasını
sınırlandıran kişi olarak bilinmektedir. İkinci isim ise, İ.Ö.560’da bir darbe ile
yönetimi ele geçiren ve tiran ailesi olarak bilinen Peisistratos’un ailesini sürgün eden
Kleisthenes’dir. Kleisthenes’in bir aristokrat olmasına rağmen yönetimi ele geçirince
aristokratları karşısına alması ve iktidarını halka dayandırması ilginçtir. Şenel’e göre
Kleisthenes, Solon’un yukarda saydığımız reformlarına rağmen Atina siyasal yapısı
içerisinde aristokratların öne çıkmasının sebebini aristokratik kabile örgütlerinin
varlığını sürdürmesi olarak açıklamıştır. Bundan dolayı da kan bağına önceleyen bu
örgütlenmeyi yıkarak yer bağına dayanan mahalle örgütlerini kurmuştur. Demokrasi
sözcüğü de buradan gelmiştir.19
Eski Yunan tarihinde demokrasi, özünde Abraham Lincoln’ün 1860’da ünlü
Gettysburg konuşmasında yer alan halkın, halk için halk tarafından yönetilmesi
anlayışını barındırmaktadır. Burada demokrasi demos tarafından yönetimi ifade
etmektedir.20 Yine toplumun yani demosun, devletten veya iktidardan yani cracyden
önce geldiği bir yönetim istediği açıktır. Yönetenlerle yönetilenler arasındaki ilişkide
yurttaşların devletin hizmetinde değil, devletin yurttaşların hizmetinde olması
beklenmektedir. Bu formülden çıkan şeyin demokrasinin güven belgesi olarak
nitelendirilmesi mümkündür. Demokrasi kavramı bu yönüyle günümüzde, sayısal
olarak azınlıkta olanların haklarının da koruma altına alındığı ve onlara gelecekte bir
gün çoğunluğa dönüşebilme yollarının açık tutulduğu, özgürlükçülüğü esas alan bir
çoğunluk yönetimi olarak da anlaşılmaktadır. Buna göre demokrasinin toplumsal
hayatın sürekliliğine dönük işlevi toplumda yer alan azınlıkla çoğunluk arasındaki
ilişkiyi garanti altına almasına bağlıdır denilebilir. Nitekim siyaset bilimci Ahmet
Taner Kışlalı, demokrasi tarihini insanlar arasında toplumsal kaynaklı eşitsizlikleri
19
20
Alâeddin Şenel, Siyasal Düşünceler Tarihi, Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları, 2004, s. 116-117-119.
Andrew Heywood, Siyasi İdeolojiler, Ankara, Adres Yayınları, 2007, s. 52.
18
ortadan kaldırmak için verilen mücadelenin tarihi olarak nitelendirmektedir.21
Raymond Aron’a göre ise demokrasi; bütün hakları ve güçleri halkın kullandığı bir
yönetim sistemidir. Yeterli her yurttaş oy verme ve halkın çıkarlarına hizmet edecek
bir hükûmet kurma hakkına sahiptir. Bu sistem içerisinde herkesin medeni, siyasi ve
ekonomik özgürlüğü güvence altında bulunmaktadır.22
Demokrasi; temelinde eşitlik ilkesinin ve bireysel özgürlüklerin güvence altına
alındığı, siyasal örgütlenme ve katılımın esas olduğu bir yönetim biçimidir.
Demokrasiyi tanımı gereği halk yönetimi olarak değerlendiren ünlü Macar siyaset
bilimci Agnes Heller, demokrasinin yurttaşların bir hakkı ve görevi olarak yasaları
yaratmaya, uygulamaya ve yargılamaya, imkân veren bir devlet türü olduğunu
söylemektedir. Ayrıca Heller, yurttaşların kendi oluşturdukları yasalara itaat etme
görevlerinin bu tanımın ayrılmaz bir parçası olduğuna dikkat çekmektedir.23 Bodin
ise, demokrasiyi bir tür halk devleti olarak tanımlamaktadır. Ona göre halk devleti;
halkın bütününün ya da çoğunluğunun hep birlikte, hem bütün topluluk hem de teker
teker bireyler üstünde egemen olduğu bir devlet biçimidir. Halk devletinin temel
özelliği sahip olduğu erki hem halkın çoğunluğu hem de halkın azınlığı üstünde
kullanabilmesidir.24 On altıncı yüzyılın ünlü düşünürlerinden biri olarak kabul edilen
Spinoza’nın demokrasi konusundaki görüşleri dikkate değerdir. Reyda Ergün,
Spinoza’nın
1652’de
yazdığı
Tractatus
Theologico-Politicus
isimli
eserinde
demokrasiyi; doğal hak ihlal edilmeden ve her türlü sözleşmeye mümkün olan en
büyük bağlılıkla uyularak bir toplumun oluşturulmasına imkân tanıyan kural olarak
tanımladığını söylemektedir. Spinoza’ya göre herkesin topluma kendisine ait olan
bütün gücü devretmesi gerekmektedir. Ancak o zaman herkesin ya özgür seçimi ile ya
da büyük cezanın korkusu ile uymak zorunda kalacakları en yüksek emir, her şeyin
üzerinde tutulmuş olur. Böyle bir toplumun hukukuna demokrasi denir ve demokrasi
Ahmet Taner Kışlalı, Kemalizm, Laiklik ve Demokrasi, Ankara, İmge Kitabevi Yayınları, 2007, s.
239.
22
Aron, A.g.e., s. 376.
23
Agnes Heller, “Biçimsel Demokrasi Üzerine”, Der.:John Keane, Sivil Toplum ve Devlet, Çev.:
Erkan Akın, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1993, s. 147.
24
Mehmet Ali Ağaoğulları, Levent Köker, Kral-Devlet ya da Ölümlü Tanrı, Ankara, İmge Kitabevi,
2004, s. 46.
21
19
insanların kendi güçleri dâhilinde olan her şey üzerinde toplu bir egemenlik hakkına
sahip oldukları insanlar birliği olarak tanımlanır.25
Demokratik sistem, özü itibariyle benimsendiği toplumdaki toplumsal yaşam
alanı içerisinde bireyin özgürlük ve güvenlik gibi öncelikli ihtiyaçlarını karşılamaya
çok yatkın bir sistem olarak belirginlik göstermektedir. Bu sistemde toplumsal
yaşamın sağlıklı bir düzlem üzerinde sürdürülebilmesi için gerekli olan yasama,
yürütme ve yargı arasındaki kuvvetler ayrılığı ilkesi önemli bir yere sahiptir.
Amerikalı ünlü siyaset bilimci George Kateb’de demokrasinin hukukla olan yakın
ilişkisine dikkat çekerek demokrasilerin ancak yargı denetimiyle desteklenen bir
anayasacılık tarafından sınırlandığında en iyi yönetim şekli olduğunu ileri
sürmektedir.26 Ali Fuat Başgil’in de demokrasilerde denetimin esas olduğuna dikkat
çektiği, denetimi olmayan bir demokrasiyi dünyanın en kötü rejimi olarak
nitelendirdiği bilinmektedir.27 Bireyin hem devlet hem de toplum ile olan ilişkisinin
biçimini de tesis eden bu temel unsurların alt ve üst sınırlarının yasalarla belirlenmesi
ve güvence altına alınması bireyin ait olduğu devlet ve toplum için ifade ettiği değeri
gösteren bir ölçüt olarak değerlendirilebilir. Bireyin içinde yaşadığı topluma ve parçası
olduğu devlete olan ünsiyeti bu sistem ile daha da güçlenmiştir yorumunda
bulunulabilir. Çünkü demokrasiler bireyi ve bireyler topluluğu olarak ifade edilen
halkı önceleyen yönetim sistemleri olarak kabul görmektedir. Ünlü Fransız sosyolog
Alain Touraine’e göre ise demokrasi; “çok sayıda kişiye en büyük özgürlüğü veren,
olası en büyük çeşitliliği tanıyan ve koruyan siyasal yaşam şeklidir. Demokrasiyi
tanımlayan sadece bir kurumsal güvenceler bütünü veya halkın çoğunluğunun
egemenliği değil, her şeyden önce kişilere ve topluluklara ait olan tasarılara saygıdır.
Öyle ki bu saygı, bireysel özgürlüğün kesinleşmesi ile toplumsal ulusal ya da dinsel
bir topluluk ile özdeşleştirmeyi bağdaştırmaktadır. Demokrasi sadece yasalara değil,
daha çok bir toplumun duyuş ve düşünüşlerini de kapsayan bir siyasal ekine
Mehmet Ali Ağaoğulları, Filiz Çulha Zabcı, Reyda Ergün, Kral-Devletten Ulus-Devlete, Ankara,
İmge Kitabevi, 2005, s. 95.
26
Özgürlük Araştırmaları Derneği, (Çevrimiçi)
https://twitter.com/ozgurlukar/status/725997618766221312, 12 Ocak 2016.
27
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi İnternet Mecmuası (Çevrimiçi) http://iuhf.net/ogrencisi-rasimcinisli-ile-roportaj/, 04 Ocak 2016.
25
20
dayanmaktadır.”28 Burada Touraine’in demokrasinin bir özgürlükler rejimi olduğuna
ve özgürlükler bakımından çeşitliliğin demokrasiyi güçlendirdiğine vurgu yaptığı
görülmektedir. Touraine aynı zamanda demokratik yönetim şeklinin özgürlükleri
yalnızca sağlamakla kalmayarak onları koruyan bir rejim olduğuna dikkat
çekmektedir.
Siyaset bilimi alanında çalışmalar yürüten birçok düşünürün geçmişten
günümüze demokrasi üzerine farklı tanım ve yaklaşımlar getirdiği görülmektedir.
Demokrasinin günümüzde halk iktidarı vb. gibi sözcük anlamına dayalı tanımından
kurtularak daha geniş kapsamlı bir tanıma ulaştığı anlaşılmaktadır. Bu anlamda
demokrasinin; asıl iktidarın halkta olduğu ve halkın kendisine belli zaman dilimlerinde
tanınan ve özgür şartlarda yapılan seçimlerde temsilcilerini seçtiği, temsili esas alan ve
devredilmiş iktidar yoluyla halk tarafından dolaylı olarak kullanılan hükûmet biçimine
fırsat veren siyasi sistem olarak kabul edildiği görülmektedir.29 Özetle günümüzde
demokrasi; en genel anlamıyla siyasal olarak halkın kendi kendini yönetmesini değil
demokratik yollarla seçtiği temsilciler vasıtasıyla ülkenin yönetilmesini ifade
etmektedir.
Geçmişten günümüze pek çok farklı tanım içeren demokrasi kavramının temel
olarak belli başlı dayanaklara sahip olduğu görülmektedir. ABD Haber ve Kültür
Merkezi (USIA) tarafından Demokrasi Nedir adlı kitapta bu dayanaklar: “Halk
egemenliği, hükûmetin yönetilenlerin rızasına dayanması, çoğunluğun yönetimi,
azınlık hakları, temel insan haklarının güvence altında olması, özgür ve adil seçimler,
kanun önünde eşitlik, davaların hukuki usullere göre görülmesi, hükûmetin anayasa ile
sınırlandırılması, toplumsal, ekonomik ve siyasal çoğulculuk, hoşgörü, pragmatizm,
iyiliğin ve uzlaşma değerlerinin benimsenmesi şeklinde sıralanmaktadır.”30
Demokrasi’nin Antik Çağda Yunan polislerinde başlayan ilk serüveninden
günümüze kadar gelen süreç içerisinde kavuştuğu formlara bakıldığında zaman
Alain Touraine, Demokrasi Nedir?, Çev.: Olcay Kunal, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2002, s.
25-26.
29
Hasan Tunç, Anayasa Hukukuna Giriş, Ankara, Nobel Yayınları, 1999, s. 187-188.
30
USIA, Demokrasi Nedir?, Çev.: Levent Köker, Ankara, Yetkin Yayınları, 1992, s. 9.
28
21
içerisinde nasıl bir dönüşüm geçirdiği görülmektedir. Bu dönüşümün kaynağı olan
Eski Yunan toplumunun; kültürü, siyasal kültürü ve siyasal düşünüşü ile çağdaş Batı
toplumlarının kültürlerinin büyük benzerlikler taşıdığı görülmektedir. Bu benzerliklere
atıfta bulunurken çağdaş Batı toplumlarının salt kültürel esinlenmelerinden öte her iki
toplumun benzer ekonomik ve toplumsal gelişme aşamalarından geçmiş olması dikkat
çekmektedir.
Antik Çağda Yunanistan’da kent devletlerinde o dönem uygulanan doğrudan
demokrasi modeli Atina Demokrasisi olarak da isimlendirilmektedir. Alâeddin Şenel,
o dönemde salt Yunan’a ait olmadığını belirttiği Kent (Polis) devletleri ile ilgili olarak;
“Yunan toplumunun siyasal düzenine ve siyasal düşünüşüne damgasını vurmuş olan
toplumsal ve siyasal örgütleniş şeklidir”
31
nitelendirmesinde bulunmaktadır. Bu
demokrasi modelinde, teoride tüm yurttaşların mecliste fikir beyan etme ve oy verme
hakkına sahip oldukları görülmektedir. Fakat, buradaki yurttaş tanımlamasının
günümüzdeki karşılığıyla tam olarak örtüşmediği anlaşılmaktadır. Çünkü o dönemde
kadınların, kölelerin ve içinde yaşanılan kent devletinde doğmamış olanların oy verme
hakkına sahip olmadıkları bilinmektedir. Bu demokrasi türünün ilkel olarak
nitelendirilmesinin sebebi ise; “Atinalıların kendileri ile ilgili olarak alınacak
kararlarda kent meydanında yaptıkları oylamaya yalnızca içlerinden belirli bir yaşa
sahip ve köle olmayan Atina erkeklerinin katılmasına izin vermelerinden ileri
gelmektedir.”32 Bir yurttaşa karşılık on kölenin mevcut olduğu Atina’da demokrasinin
çok dar bir çerçevede uygulandığını belirten Anayasa Hukukçusu Erdoğan Teziç,
örnek olarak ele aldığı Perikles döneminde (MÖ 495-420) 320 bin nüfuslu Atina
sitesinde ancak 20 bin yurttaş olduğunu söylemektedir. Kadınların, yabancıların ve
kölelerin oy hakkı olmadığını belirten Teziç bunlar dışındaki erkek yurttaşların da eşit
olarak bir oya sahip olduklarını kaydetmektedir.33 Ünlü Fransız siyaset bilimci
Maurice Duverger’de Antik Yunan’daki durumla ilgili olarak, eski demokrasilerde
demokrasinin sadece adı olduğuna dikkat çekmektedir. Duverger, bunun nedenini
buradaki meclise yalnızca özgür yurttaşların katılabilmesi medeni ve siyasal hakları
bulunmayan kölelerin ise katılamaması olarak açıklamaktadır. Duverger, 5. yüzyıl
Şenel, A.g.e., s. 113.
Mustafa Erdoğan, Anayasa Hukuku, Ankara, Orion Kitabevi, 2011, s. 107.
33
Erdoğan Teziç, Anayasa Hukuku (Genel Esaslar), İstanbul, Beta Yayınları, 2006, s. 93.
31
32
22
Atinası’nda yaşamış 400 bin kişiden yaklaşık 40 bininin meclise katılma hakkı
olduğunu, en kalabalık şekilde yapılan toplantılarda çalışmalara etkin olarak katılan
yurttaşların sayısının ise 3- 4 bin kişi dolaylarında olduğunu belirtmektedir.34
Eski Yunan’da demokrasinin, klasik biçiminin doğrudan demokrasiye olanak
tanımasını veya çağrışım yapmasını sağlayan; kadınların, yirmi yaşından küçüklerin,
kölelerin ve yabancıların seçmen dışı bırakılması olduğu görülmektedir. Burada 400
bin kişilik nüfustan çıkarılan 40 bin kişilik seçmen kitlesiyle temsilcilerini seçen ve
doğrudan demokrasiyi işleten bir rejimin ortaya çıktığı görülmektedir. Ancak, eşit ve
genel oy ilkesinin yokluğu nedeniyle günümüzdeki anlamda bir demokrasiden söz
etmek imkânsızdır. Dahl’da Yunan demokrasisinin teoride ve pratikte içsel ve dışsal
olarak iki anlamda dışlayıcı olduğuna dikkat çekmektedir. Dahl’a göre Yunan
demokrasisinin içsel anlamda dışlayıcılığı Atina yurttaşlığının akrabalık bağları
üzerine
kurulu
ve
kan
bağı
yoluyla
edinilen
bir
ayrıcalık
olmasından
kaynaklanmaktadır. Bu yurttaşlık anlayışı sonucunda da kent devletine mensup
yetişkin nüfusun büyük bir bölümü toplantılara katılamamış ve kamu hizmetlerinde
yer alamamıştır. Dolayısıyla tam yurttaşlıktan yoksun bırakılmıştır. Dahl’a göre
Yunan demokrasisinin dışsal olarak dışlayıcılığının nedeni ise buradaki demokrasinin
sadece aynı polisin üyelerini kapsamasından ileri gelmektedir. Dahl, bu anlayıştan
dolayı örneğin özgürlük gibi evrensel bir değerin bile o dönemde insan olmanın değil,
özel bir kente mensup olmanın gereğiymiş gibi anlaşıldığını ileri sürmektedir.35
Antik Çağda Yunan kent devletlerinde yani polislerde uygulanan doğrudan
demokrasi, o dönem içerisinde değerlendirildiğinde gerçek demokratik katılım
anlamında en etkin sistem olarak görülebilir. Ancak bu anlayışın yurttaş kavramına
getirdiği seçkinci anlayış ve tahditler nedeniyle günümüzdeki ideal formundan
oldukça uzak olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü buradaki kadın ve kölelerin oy verme
hakkının bulunmayışı demokrasilerin eşitlik prensibine aykırıdır. Siyasi tarih uzmanı
Oral Sander’de özellikle Yunan uygarlığının bu klasik döneminde toplumsal alanda
hiçbir medeni ve siyasal hakka sahip olmayan esirlerin bulunmasını Yunan
Maurice Duverger, Siyasal Rejimler, Çev.: Teoman Tunçdoğan, İstanbul, Sosyal Yayınlar, 1996, s.
16.
35
Dahl, A.g.e., s. 26-27.
34
23
demokrasisini günümüz demokrasi anlayışından ayıran en mühim özellik olarak
nitelendirmektedir.36 Bu dönemdeki demokrasi anlayışı, belirli kriterleri taşıyan
elitlerin yönetimi olarak da tanımlanabilir. Ünlü Yunan düşünür Platon’un, “filozoflar
kral veya krallar filozof olmadıkça insan ırkı veya şehirlerin sefaleti son
bulmayacaktır”37 sözü ile işaret ettiği filozof kral tipi bu dönemin elitist anlayışının
yansıması olarak görülmektedir. Elitist bir zümrenin seçme ve seçilme hakkını
kapsayan azınlık demokrasisi gibi anahtar sözcüklerle anlatılabilecek bu dönem, ilkel
demokrasi dönemi olarak da nitelendirilmektedir. Mayo ise, Atina demokrasisinin
günümüz
modern
demokrasilerinin
bir
örneği
olmadığını
ve
günümüzde
uygulamasının imkânsız olduğunu ileri sürmektedir.38 Dahl’da Eski Yunanlıların, çok
daha bariz bir şekilde Atinalıların yaratıcısı oldukları bu dönemi; bir azlık tarafından
yönetilme düşünce ve pratiğinden, bir çokluk tarafından yönetilme düşünce ve
pratiğine doğru ilk demokratik dönüşüm dönemi olarak adlandırmaktadır.39
Demokrasinin seyir defterine kronolojik olarak bir göz atıldığında Atina
demokrasisine benzer bir şekilde, Roma İmparatorluğu’nda da başlarda vatandaşların
oy hakkına yine tahdit koyulduğu görülmektedir. Dönemin tarihçisi Polybios’un (MÖ
120-204), (…) Roma Anayasası’nı, aristokratik (senato), monarşik (konsüller) ve halk
(meclisler)
unsurları
arasındaki
muvazeneyi
sağlamasından
dolayı
övdüğü
bilinmektedir.40 Roma İmparatorluğu’nda tabanı olabildiğince geniş tutan bir rıza
üretecek uygun bir sistemin geliştirilme amacı güdüldüğü gözlemlenmektedir. Bu
amaç kapsamında geliştirilen çözümlerin bazen demokratik, bazen aristokratik bazen
de monarşik ve hatta teokratik nitelikte olduğu bilinmektedir. Oral Sander, Roma’nın
tarihteki önemi ile ilgili olarak; tarihte Roma’ya kadar herhangi bir cumhuriyetin bir
kent-devletinin küçük coğrafi hudutlarının ötesine taşamadığını söylemektedir. Ayrıca
Roma’da 212 yılında imparatorluk içerisindeki bütün hür insanların Roma vatandaşı
olma hakkını kazandıklarına dikkat çeken Sander bu nedenle Roma’nın, insanlığın
Oral Sander, İlk Çağlardan 1918’e Siyasi Tarih, Ankara, İmge Kitabevi, 2008, s. 41.
Şeref Ünal, “İnsan Haklarının Tarihi, Felsefi ve Hukuki Temelleri”, Ankara Barosu Dergisi, 1994,
(Çevrimiçi) http://www.ankarabarosu.org.tr/siteler/ankarabarosu/tekmakale/1994-1/4.pdf, s. 47. 10
Ocak 2016.
38
Mayo, A.g.e., s. 45.
39
Dahl, A.g.e., s. 1.
40
Charles Freeman, Mısır, Yunan ve Roma Antik Akdeniz Uygarlıkları, Çev.: S. Kemal Angı,
Ankara, Dost Yayınları, 2005, s. 395.
36
37
24
ortak tarihinde ilk büyük cumhuriyet olup batılı manada da çağdaş modern devletin
öncüsü sayılabileceğini öne sürmektedir.41
Feodal düzen ile anılan Orta Çağdan demokrasinin unutulduğu bir dönem olarak
bahsedilmektedir. MS 395-1453 yılları arasını kapsayan bu dönem 1453 yılında
İstanbul’un fethine kadar sürdüğü kabul edilmektedir. Cahit Özbay’ın, Avrupa’yı
derinden etkileyen İstanbul’un fethinin Avrupa’da gelecekte görülecek birçok
demokrasi hareketine zemin hazırladığına yönelik tespiti dikkat çekmektedir. Özbay’ın
fetih sonrası durumu şu şekilde özetlediği görülür; Roma İmparatorluğu’nun yıkılması
ile Avrupa'nın doğu uygarlıklarıyla bağlarının koptuğu, Avrupa'yı yüzyıllardır ticaretle
doğu medeniyetine bağlayan Akdeniz ticaretinin Türklerin hâkimiyetine geçerek el
değiştirdiği ve Avrupa’nın eskiye göre oldukça fakirleştiği görülmektedir. Ticaretteki
gerilemenin bir sonucu olarak halkın tarıma yöneldiği geniş toprak sahiplerinin ise
halkı ezmeye başladığı bilinmektedir. Kısacası bu çağda feodal düzenin tüm kıta
Avrupa'sına hâkim olduğu kabul edilmektedir. Kilisenin söz sahibi olduğu bu çağda
11. yüzyılda Haçlı seferleri sonucunda Akdeniz yeniden kısmen Avrupalı tüccarlara
açılmıştır. Avrupalı denizcilerin doğuya Akdeniz dışında başka yollardan ulaşma
amacıyla başlattıkları keşiflerin bir sonucu olarak yeni keşfedilen Amerika kıtasının
altın ve gümüş zenginliğinin Avrupa'ya taşınmasıyla burjuvazi tekrar güçlenmiştir.
Avrupa'da ticaret ile yeniden canlanan şehirlerin burjuva adını alacak olan sakinlerinin
sosyal ve siyasal ihtiyaçları; girişim serbestliği, kişi özgürlüğü ve özel mülkiyetin
önemi gibi demokratik kavramların yeniden gündeme gelmesine katkıda bulunmuştur.
Ekonomik gücü 17. yüzyıldan itibaren artan burjuvazi, soyluların ayrıcalıklarına
dayanan toplum düzenini değiştirmek için adımlar atmış ve bunun sonucunda en başta
İngiltere'de demokrasi hareketleri başlamıştır.42 Bu kapsamda İngiltere'de devrim
olarak nitelendirilen iki olay meydana gelmiştir. Özellikle 1688'de ki ikinci devrim ile
anayasal
monarşiye
geçiş
yaşanması
demokrasinin
önemli
kurumlarından
parlamentonun teşkili açısından dikkate değer görülmektedir.
41
Sander, A.g.e., s. 43.
Cahit Özbay, Dünyada ve Osmanlıda Basının Tarihsel Gelişimi, İstanbul, Doğu Kitapevi, 2014, s.
41.
42
25
Orta Çağda demokrasi kavramının gelişimine en ciddi katkıda bulunan olayın,
İngitere’de 1215’de kral, papa ve baronlar arasında imzalan Büyük Sözleşme olarak
bilinen Magna Carta Libertatum
43
olduğu kabul edilmektedir. Büyük Sözleşme’nin,
henüz birinci maddesinde papanın ve kilisenin statüsünün korumaya alınıp tanrıya
bağlılığı ifade edilmesine ve gerçekte baronların statüsünün korumasına rağmen halkın
özgürlüğü ve hukukun üstünlüğü adına önemli bir adım olduğu kabul edilmektedir.
Halk ve din adamları adına kralın sonsuz olan yetkilerini sınırlayan bu sözleşme,
yurttaşlara sunduğu özgürlükten çok güçler dengesi kurması yönüyle dikkat
çekmektedir. Bu sözleşmeyle; imparator tanrının yeryüzündeki temsilcisidir anlayışı
büyük darbe almıştır ve kralın yurttaşların özgürlükleri ve malları üzerindeki keyfi
müdahale yetkisi kaldırılmıştır. O dönemde özellikle Doğu Roma İmparatorluğu’nda
Hristiyanlığın imparatorluk bünyesinde yayılmasıyla gücü artan kiliseye karşı, halkın
bağlılığını sağlamak için devlet idaresinin teokratik bir yapıya evrildiği görülmektedir.
Bu dönem demokrasisi vergi verme, erkek olma gibi kriterlere dayalı, sınırlı katılım
anlayışıyla demokrasi idealinden uzak görünmektedir. Chiristoper Hil’e göre
İngiltere’de Magna Carta ile kurulan sistem, 1603 yılında Tudor Hanedanı’nın sona
ermesi ve yerine Stuart Hanedanı’nın krallığı ele geçirmesi ile son bulmuştur. Tahta
geçen Kral I. James’in mutlak monarşi yanlısı yaklaşımı ve Magna Carta ile kralın
yetkilerinin sınırlandırılmasını hiçe sayan uygulamaları sert eleştirilere neden
olmuştur. Bu dönemde İngiltere ekonomisi oldukça kötü bir duruma gelmiştir ve ülke
iç savaşın eşiğine dayanmıştır. 1625 yılında tahta geçen I. Charles’da babası gibi
mutlak güce sahip olma düşüncesinde olmuştur. Kralın mutlak güç isteği ve
parlamentonun onayı olmadan yeni vergiler koyması, aristokratları ve yüksek rütbeli
din adamlarını temsil eden Lordlar Kamarası ile şövalyelerden ve burjuvanın
temsilcilerinden oluşan Avam Kamarası’ndan teşekkül eden parlamentonun tepkilerine
neden olmuştur.44 Kralın keyfi uygulamaları karşısında 1628 yılında parlamento,
Haklar Bildirisi’ni yayınlamıştır. Bildiride kralın, parlamentonun onayı olmadan
vergilendirme yapamayacağı, yargılanmadan hiç kimseyi tutuklatamayacağı ve halka
karşı orduyu kullanamayacağı açıkça ifade edilmiştir. Kral I. Charles, Haklar
Bildirisi’ni imzalasa da kısa bir süre sonra parlamentoyu kapatmıştır. Kral, Anglikan
Magna Carta Libertatum (Büyük Özgürlükler Sözleşmesi 1215), British Library, (Çevrimiçi)
http://www.bl.uk/treasures/magnacarta/index.html, 11 Aralık 2015.
44
Chiristopher Hill, 1640 İngiliz Devrimi, İstanbul, Kaynak Yayınları, 1997, s. 60-61.
43
26
Kilisesi’nin de desteği ile İngiltere’yi 11 yıl boyunca baskı rejimi ile yönetmiştir.
Ülkedeki ekonomik sıkıntıların düzelmemesi ve aristokratların da ekonomik sıkıntıyı
aşabilmek için burjuvaziye ihtiyaçlarının olduğunu anlamaları sonucunda Kral, 1640
yılında parlamentoyu yeniden açmıştır.45 Parlamento, on bir yıl süren baskı rejiminin
hesabının sorulması için bazı bakanların yargılanmasını ve cezalandırılmalarını
istemiştir. Bu süreçte bazı bakanlar yargılanmış ve idamla cezalandırılmıştır. Ancak
parlamento, kralın emrinde devamlı bir ordu bulunmasını önlemek, kralın parlamento
üzerindeki baskısını kırmak ve kilise üzerinde söz sahibi olmak istemiştir.
Parlamentonun isteklerini kabul etmeyip yetkilerini devretmek istemeyen kral ile
parlamentoyu destekleyen güçler arasında fiilen bir savaş çıkmıştır. Kralın karşısında
halk ordusunun kurulmasına kendisi de parlamentonun bir üyesi olan Oliver Cromwell
liderlik etmiştir. Yaklaşık altı yıl süren savaşın sonucunda 1648’de kral yenilmiştir.
Sonrasında ise Kral I. Charles vatana ihanet suçundan yargılanmış ve 1649’da idam
edilmiştir.46 Bir iç savaş olarak 1640 yılında başlayan İngiliz Devrimi’nin sonucunda
Kral I. Charles’ın yargılanarak idam edilmesi, Avrupa tarihinde ilk kez karşılaşılan bir
durumdur. Halk ordusunun liderliğini yapan Cromwell parlamentoyu açarak
cumhuriyeti ilan etmiştir. I. Charles’ın idamının ardından onun yerine geçen II.
Charles, kral yanlısı birlikleri toplayarak 1651 yılında Cromwell’e karşı tekrar
saldırıya geçse de yenilmiş ve İngiltere’de yeni kurulan halk rejimi gücünü kabul
ettirmiştir.47 Savaşın ardından gücünü arttıran ve tüm yetkileri elinde toplayan
Cromwell, Londra’ya geri dönüp parlamentoyu kapatmış ve kendi yönetimini resmi
olarak kurmuştur. Amerikalı politik tarihçi Barrington Moore bunu çağdaş Avrupa
siyasal tarihindeki ilk diktatoryal rejim olarak nitelendirmektedir. Böyle bir rejime
oldukça yabancı olan İngilizler Cromwell’e krallık teklifi götürmüşler ancak o bunu
kabul etmemiştir. Cromwell 1658’de ölünce eski yönetim anlayışına geri dönülmüş ve
Stuart hanedanlığından olan ve öldürülen I. Charles’ın oğlu II. Charles 1660’da tahta
çıkarılmıştır. 1685 yılında II. James kral olduğunda İngiltere’de yeni karışıklıklar baş
göstersede yaklaşık üç sene devam eden yeni bir kargaşa döneminin ardından James
de İngitere’den kaçmak zorunda bırakılmıştır. Ülke yönetimini devir alan kralların
Barrington Moore Jr, Diktatörlüğün ve Demokrasinin Toplumsal Kökenleri, Çev.: Alâeddin
Şenel-Şirin Tekeli, Ankara, İmge Kitabevi, 2012, s. 24-27.
46
A.e., s. 30.
47
Sander, A.g.e., s. 101.
45
27
karakterleri ile yakından ilişkili olan keyfilikleri yüzünden her defasında dengenin
değiştiğini fark eden parlamento, bu sorunlara bir son vermek ve kalıcı bir çözüm
ortaya koymak amacıyla krallara göre değişmeyen bir yasa yapmak istemiş ve sonunda
1689 yılında Haklar Kanunu’nu (Bill of Rights) yapmıştır. Böylece Haklar Kanunu
sayesinde bağımsız bir yasama erkinin temelleri atılmıştır. Bildirgenin kaleme
alınmasında etkili olan temel faktörlerden birinin de radikal bir Katolik olduğu bilinen
II. James’in tüm İngilizleri zorla Katolik yapmaya yönelik tutumu olduğu
bilinmektedir. 48
Batı’da özgürlükleri geliştiren tarihsel etmenlere dikkatli bir şekilde bakıldığında
bazı devletlerin; demokrasi, insan hakları ve özgürlükler bakımından niçin ileride veya
geride oldukları anlaşılabilir gözükmektedir. Alâeddin Şenel, kökeni Batı’ya dayanan
özgürlük, demokrasi ve insan hakları gibi evrensellik değeri taşıyan kavramların
toplumun farklı katmanları arasındaki mücadelenin bir sonucu olarak ortaya çıktığını
söylemektedir. Şenel’e göre bu katmanları oluşturan yapılara bakıldığında; feodal
beyler, krallar, papalar, kiliseler, aristokrat ve burjuva meclisleri dikkat çekmektedir.
Bu katmanların birbirleriyle çatışması ve bu çatışmalar sonucu birbirlerine karşı elde
ettikleri haklar, tarihsel süreç içerisinde doğal olarak ortaya bir haklar ve özgürlükler
listesi koymuştur. Ona göre Batı ülkelerindeki demokrasilerin, hakların ve
özgürlüklerin köklülüğünün altında yatan başlıca sebep budur. Batı demokrasilerinin
yöntemlerini benimsemesine rağmen bazı ülkelerde ki hakların ve özgürlüklerin
köksüz olmalarının sebebi ise onların böyle bir tarihsel boyuttan yoksun olmalarıdır. 49
Şenel’in bu düşüncesi yukarda yapılan tespiti doğrular niteliktedir.
Rönesans ve özellikle On Yedinci yüzyıl idealleri doğrultusunda açığa çıkan
İngiliz İnsan Hakları Bildirgesi (Bill of Rights)’de bu düşünsel gayretlerin ve özgürlük
arayışlarının mahsulü olarak değerlendirilebilir. Parlamenter hükûmet ve hukukun
üstünlüğü gibi modern devletin temel ilkelerinin de yer aldığı bildirgede özellikle altı
çizilen,
“Parlamento
üyelerinin
seçimi
serbest
olmalıdır.
İfade
özgürlüğü,
parlamentoda ki tartışmalar ve görüşmeler, parlamentodan başka hiçbir yerde ya da
48
49
Moore, A.g.e., s. 54-60.
Şenel, A.g.e., s. 289.
28
mahkemede suçlama ya da soruşturma konusu yapılmamalıdır.”50 ifadeleri,
özgürlüğün hukuki güvence altına alınarak yönetimi elinde bulunduran siyasal
iktidarın meşruluğunun demokratik bir düzleme oturtulmaya başlandığının işaretlerini
vermesi bakımından önemlidir.
Avrupa’da İngiliz Devrimi’nden (1688) Fransız Devrimi’ne (1789) kadar uzanan
yüzyıllık zaman dilimi 18. yüzyıl Aydınlanma Çağı olarak adlandırılmaktadır.51
Avrupa tarihi açısından son derece önemli 1776 ve 1789 gibi iki politik devrimi
doğuran bu çağın, ortaya koyduğu felsefe teokratik eğilimleri geriletirken, aklı ve
ilerlemeyi esas alan düşünsel ilkeleri açığa çıkardığı bilinmektedir. Bu ilkelerin uzun
vadede önemine bakıldığında, basılan ve dağıtılan kitaplar aracılığıyla oluşan
kamuoyu sayesinde bir taraftan Fransız İhtilali’nin alt yapısını oluşturduğu, öte
tarafdan da demokrasi ve cumhuriyetin eski formları da masaya yatırılarak ideal
yönetim biçiminin koşullarını belirlediği görülmektedir. Artık amaç sadece halkın
rızasını kazanarak topluma veya bir ülkeye hükmedenleri ayakta tutmak ya da alaşağı
etmek değil, aynı zamanda halkın her anlamda terakki etmesini sağlayacak bir idare
biçiminin esaslarını saptamaktır.
H. Birsen Örs, 18. yüzyılı, Batı insanı için her anlamda tüm değerlerinin şiddetli
bir sarsıntı ile altüst olduğu bir dönem olarak nitelendirmektedir. Örs, bu yüzyılda
özellikle doğa bilimleri alanında yapılan bilimsel keşiflerin doğanın düzenlenebilir ve
kontrol edilebilir olduğu fikrini yaygınlaştırdığını söylemektedir. Bu yüzyıla kadar
döngüsel ve durağan bir tarih ve zaman anlayışı olduğunu belirten Örs, bu anlayışın
ileriye yönelik ve ilerlemeci bir karaktere büründüğünü ifade etmektedir. Örs, ayrıca
tüm bunların sonucunda bireyi dogmalardan kurtaran ve özgürleştiren bir dünya
görüşüne ulaşıldığını ve insanın artık temel değer olarak kabul edildiğini
söylemektedir. Bu dönemde özellikle birey kavramına ilişkin değişimin çok önemli
olduğuna dikkat çeken Örs, bireyin; doğa içinde çaresiz, geleceğini kuramayan ve
ancak yaşadığı topluluğun bir parçası durumundan tek başına bir değeri olan, doğayı
kontrol edebilen dinsel dogmalarla yönlendirilemeyen, aklı ile tüm problemleri
English Bill Of The Rights (İngiliz İnsan Hakları Bildirisi 1689), (Çevrimiçi)
http://avalon.law.yale.edu/17th_century/england.asp, 11 Aralık 2015.
51
Ağaoğulları, Zabcı, Ergün, A.g.e., s. 233.
50
29
çözebilen ve geleceğini kurabilen bir bireye evrildiğini kaydetmektedir. Örs’e göre
tüm bunların sonucunda ise artık bireyin bir değer olarak varlığı, onun ırk, din, dil,
kültür gibi özelliklerine bağlı değildir. Birey evrensel bir değer olarak vardır.52
Batı’nın birey algısındaki ve bireye yaklaşımındaki bu düşüncelerin gelecek
yüzyıllarda bireylerin mutluluğunu ve refahını önceleyen modern devlet sisteminin
kurulmasında da etkili olduğu bilinmektedir.
Dünya tarihi açısından değerlendirildiğinde 18. yüzyılın ikinci devresinin en
mühim iki hadisesinin Amerikan ve Fransız Devrimi olduğu kabul edilmektedir. 18.
yüzyılın ikinci yarısındaki ve 19. Yüzyılın genelindeki geniş çaplı olaylarına
bakıldığında liberalizm akımının bu gelişmeler üzerinde baskın bir rolünün oldu
bilinmektedir. Siyasal manada liberalizmin temelini 19. yüzyıl öncesi hanedanlık
yönetimlerinde görülmeyen, yöneticilerle yönetilenler öteki ifadeyle hükûmet ile
millet arasında yeni bir ilişki biçiminin belirlediği görülmektedir. Bu anlamda
Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile resmiyet kazanan Amerikan Devrimi ilk örneği
oluştururken, devrimin Avrupa kamuoyunda 1914 yılına kadar Avrupa tarihinin en
önemli olayı olarak nitelendirilecek bir uyanışa da vesile olduğu kabul edilmektedir.
Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi 18. yüzyılda Avrupalı toplumlara aydınlanma
yüzyılının pek çok düşüncesinin pratikte uygulanabilir olduğunu göstermesi
bakımından önemlidir. Oral Sander, Avrupa’daki düşünce iklimini daha da demokratik
hâle getirdiğini söylediği bu bildirge ile ilgili olarak; bu bildirgenin Amerikan
anayasalarının Jean Jacques Rousseau’nun ortaya koyduğu Toplum Sözleşmesi’nin
uygulaması gibi göründüğünü belirtmektedir. Sander, Amerikalıların bu bildirge ile
öncelikle kendilerine yabancı saydıkları bir hükûmeti başlarından attıklarını, ardından
da devlet kurumunu; yasama, yürütme ve yargı erklerini en ideal şekilde ve birbirlerini
denetleyecek şekilde oluşturarak yeniden kurduklarını söylemektedir. Sander ayrıca
Amerikalıların bu bildirge ile hükûmetin halk tarafından var edildiğini, hükûmetin
kendisine sunulan bir yetkiyi yalnızca belirli bir süre için kullandığını kaydetmektedir.
Sander, Amerikalıların bu bildirge ile bir insan olarak kendilerinden asla
H. Birsen Örs, “Faşizm: Modernitenin Karanlık Yüzü”, 19.Yüzyıldan 20.Yüzyıla Modern Siyasal
İdeolojiler, Der: H. Birsen Örs, İstanbul, Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2009, s. 487
52
30
esirgenemeyecek; yasa önünde eşitlik, toplantı özgürlüğü, keyfi tutuklamanın
olmaması din ve basın, gibi çoğu Avrupalının sahip olmaya çalıştığı haklara sahip
olduklarını ilan ettiklerine dikkat çekmektedir. Sander ayrıca Amerikalıların böyle bir
model sunmasının Fransızları da etkilediğini söylemektedir. Ona göre Fransızların
1789’da gerçekleştirdikleri devrimlerine hem yazılı anayasa ile hem de insan
haklarıyla ilgili bir bildiri ile başlamalarının nedenlerinden biri budur.53
Sömürülen bir toplumdan çıkan, köleler ve siyah tenli insanlarla ilgili konularda
net bir sınırlama içerdiği düşünülen ve eleştirilen 4 Temmuz 1776 tarihli bu bildirgede
yer alan; “bütün insanların eşit yaratıldıklarına, yaratıcıları tarafından onlara hayat,
özgürlük ve mutluluğu arama hakkı gibi geri alınamaz bazı haklar verildiğine
inanıyoruz”54 sözleri düşünce ikliminin gelişmesi açısından çok önemlidir. Sartori gibi
birçok düşünür bu anlayış dolayısıyla Amerikan yazınının büyük bir bölümünde
demokrasi nedir sorusunun demokrasi nasıl işler sorusundan daha az sorulduğuna
dikkat çekmektedir. Hatta Sartori 1960’lı yıllara kadar Amerika’da halk egemenliği
kavramından
çok
genellikle
demokrasinin
araçları
üzerinde
durulduğunu
söylemektedir.55
Avrupa siyasi ve düşünce tarihini dönüştüren etkisi yüzlerce yıl süren bir diğer
önemli olay ise Fransız İhtilali diğer bir deyişle Fransız Devrimi’dir. Devrimin
gerçekleşeme sürecine en ciddi katkıyı yapan olayların başında Yedi Yıl Savaşları
gelmektedir. Bu savaşların İngiltere ve Fransa gibi Avrupa’da dönemin iki güçlü
devletini Amerika’daki koloniler üzerinde kimin denetim kuracağı sorunuyla karşı
karşıya getirdiği bilinmektedir. Savaşların 1763 Paris Antlaşması sonucunda İngiltere
lehine zaferle sonuçlanmasının, yaklaşık yirmi altı yıl sonra gerçekleşecek devrimin
yolunu açtığı kabul görmektedir. Bu anlaşma sonucu Kuzey Amerika’da tüm koloniler
üzerindeki üstünlüğünü İngiltere’ye kaptıran Fransa’nın kolonilerden vazgeçmediği
görülmektedir. Savaşın faturasını vergilerle on üç koloniye yıkmaya çalışan
İngiltere’nin koloniler üzerindeki baskısını fırsata çevirmek için İngiltere’ye karşı bu
53
Sander, A.g.e., s. 157.
Declaration of Independence, (Amerikan Bağımsızlık Bildirisi ), (Çevrimiçi)
http://www.archives.gov/exhibits/charters/declaration_transcript.html, 13 Aralık 2015.
55
Sartori, A.g.e., s. 57.
54
31
kolonileri desteklemeye çalıştığı ve büyük bir ekonomik yük altına girdiği
bilinmektedir. Bunun doğurduğu ekonomik sıkıntıların ise devrime giden halk
ayaklanmasının en önemli nedeni olduğu kabul edilmektedir. Nitekim Amerikalı ünlü
tarihçi Paul Kennedy, her iki ülkede ek savaş harcamaları için alınan dış borçların
sadece faiz ödemelerinin devletin yıllık harcamalarının yarısını oluşturduğunu
belirtmektedir. Ayrıca Kennedy, 1689-1815 arası yapılan yedi büyük İngiltere-Fransa
savaşının, on iki yıl süren son turunun diğerlerine göre en zor savaş olduğunu
söylemektedir.56
Fransız İhtilali demokrasi anlayışının dünyada gelişmesi ve kabul alanının daha
da genişlemesinde etkili olan en önemli olaylardan biri olarak kabul edilmektedir.
İhtilal kelimesinin Türk Dil Kurumu’ndaki karşılığına bakıldığında; “bir ülkenin
siyasal, sosyal ve ekonomik yapısını veya yönetim düzenini değiştirmek amacıyla
kanunlara uymaksızın cebir ve kuvvet kullanarak yapılan geniş halk hareketi”57 olarak
tanımlandığı görülmektedir. Toplumsal olarak bakıldığında ise devrim; bir toplumun
siyasal, iktisadi ve ideolojik yaşamında köklü bir değişmedir. Devrimin sonucunda
yönetici sınıfların ve devlet şeklinin yerlerini başkalarına bıraktığı; eski üretim
ilişkilerinin yenileriyle yer değiştirtiği, düşüncelerin ve kurumların köklü biçimde
dönüşüme uğradığı görülmektedir.58
Tarihçilerin genel olarak Fransız Devrimi’ne uzanan süreci şu şekilde ele
aldıkları görülmektedir. O dönem ülkenin başında bulunan XVI. Louis özellikle Yedi
Yıl Savaşları’nda Kuzey Amerika’daki tüm kolonilerini İngiltere’ye kaptırmıştır.
Savaşların devlete olan mali yükünü hafifletmek isteyen XVI. Louis’nin ağır vergilerle
halk üzerinde baskı oluşturduğu bunun sonucunda da halk arasında ciddi
rahatsızlıkların belirmeye başladığı bilinmektedir. Savaşın doğurduğu ekonomik
sıkıntıları görüşmek ve yeni vergiler koymak isteyen kral, ülkenin ekonomik
sorunlarına çözüm bulunması gayesiyle 1614 yılından itibaren bir araya gelmeyen
Paul Kennedy, Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri, Çev.: Birtane Karanakçı, Ankara, İş Bankası
Yayınları, 2009, s. 166.
57
Türk Dil Kurumu, Güncel Türkçe Sözlük, (Çevrimiçi)
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.56c884ebdef589.5909
1473, 13 Mart 2016.
58
Server Tanilli, Dünyayı Değiştiren 10 Yıl, 4.Baskı, İstanbul, Alkım Yayınları, 2007, s. 11.
56
32
Genel Meclisi ‘états généraux’ toplantıya çağırmıştır. XVII. yüzyılın sonlarında
Fransa’da üçüncü sınıf ‘tiers-état’ olarak adlandırılan burjuva kesimi ve köylüler, hem
ekonomik ve sayısal güçlerine hem de ödedikleri vergiye göre meclise kilise ve asiller
sınıfının iki katı temsilci göndermek istemiştir. Kral istemese de ekonomik sıkıntılara
çözüm bulmak adına bu isteği kabul etmiştir. Dolayısıyla meclisi oluşturacak 1200
üyenin 600’ünü halkın seçmesi gerekmiştir. Halkın isteklerini Genel Meclise iletmek
ve seçimleri idare etmek amacıyla idarenin merkezi Paris'te Otuzlar Kurulu isimli bir
meclis oluşturulmuştur. Bu kurul; krala bir anayasa ilân ettirilmesini, bu anayasa ile
soylulara hukuksal eşitliğin kabul ettirilmesini, özgürlüklerin garanti altına alınmasını,
bürokratik işleyişin hafifletilmesini, kanun yapma ve vergi koyma izinin halkın
temsilcilerine verilmesi gibi talepleri değerlendirmiştir. Genel Meclis için seçimler
yapılmış temsilciler belirlenmiştir. XVI. Louis’in çağrısı üzerine Genel Meclis, 5
Mayıs 1789 tarihinde idarenin merkezi Versailles Sarayı’nda bir araya gelmiştir. XVI.
Louis’in, açılış konuşmasında meclisten sadece ekonomik sorunlara çözüm
getirilmesini istemesi üyelerin tepkilerine neden olmuştur. Tiers-état temsilcilerinin,
asiller ve kilise mensuplarına aynı salonda toplanıp çalışma teklif etmeleri asiller
tarafından kabul edilmemiştir. Mecliste çoğunluğu elinde bulunduran tiers-état, 17
Haziran 1789’da Genel Meclis’in ismini ‘assemblée nationale’ yani Ulusal Meclis
şeklinde değiştirmiştir. Ulusal Meclis’in aldığı ilk karar, vergilerin halk tarafından
kabul edilme mecburiyetini ilan etmek olmuştur. Tiers-état kesiminin temsilcileri,
asiller ve ruhban sınıflarının temsilcilerini de oluşturulan bu yeni meclise dâhil olmaya
çağırmışlardır. Tiers-état'nın ortaya koyduğu bu kararlı tutum karşısında, din
adamlarından oluşan ruhban sınıfının öndegelen temsilcileri 19 Haziran 1789 tarihinde
yaptıkları oylamada 137'ye karşı 149 oyla meclise dâhil olma kararı almıştır. Fakat,
asiller bu daveti reddetmişlerdir. XVI. Louis gelişmelerden rahatsız olmuş ve
Meclis’in toplanmasını engellemek için sarayın toplantı salonunu kapattırmıştır. XVI.
Louis’in bu kararı Ulusal Meclis üyelerinin kenetlenmesine neden olmuş ve mutlak
monarşinin değiştirilmesi anlamına gelen yeni bir anayasa yapmak için onlara önemli
bir motivasyon sağlamıştır.59 Ulusal Meclis, yeni bir anayasa yapmak için otuz üyeli
Fernand Braudel, Uygarlıkların Grameri, Çev.: Mehmet Ali Kılıçbay, Ankara, İmge Kitabevi, 2001,
s. 421, Eric J. Hobsbawm, Devrim Çağı: 1789-1848, Çev.: Jülide Ergüder-Alâeddin Şenel, Ankara, V
Yayınları, 1989, s. 205., Fahir Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1789–1914, İstanbul, Alkım
Yayınevi, 2006, s. 158-160.
59
33
bir komisyon kurmuştur. Komisyonun görevi, bir hukuk deklarasyonu hazırlamak ve
kralın yetki alanının sınırların tespit etmek olarak belirlenmiştir. Komisyon mecliste
anayasa çalışmalarını yürütürken, Kral XVI. Louis çalışmaları engellemek için
askerlerine meclisi kuşattırmıştır. Kralın bu girişimine direnen Ulusal Meclis, anayasa
çalışmalarından vazgeçmemiş ve direnmeye devam etmiştir. Ulusal Meclis, 9 Temmuz
1789’da yasama yetkisinin kendisinde bulunduğunu ve halkın temsilcisinin kendisi
olduğunu ilân ederek adını Kurucu Meclis olarak değiştirmiştir.60 Kurucu Meclis’in
kurulması ile halk ilk kez kendi haklarını savunacağını düşünerek bu meclise sahip
çıkmıştır. Kısa bir süre sonra meclisin dağıtılacağı haberlerinin yayılması üzerine, 13
Temmuz 1789’da Paris halkı ayaklanmış ve Paris Belediyesi’ni ele geçirmiştir. Paris
Belediyesi’ni ele geçiren isyancı gruplar, ertesi gün hapishane olarak kullanılan ve pek
çok Fransız aydının tutulduğu Bastille Kalesi’ne saldırmıştır. Kalenin duvarlarını
yıkarak kale ele geçirilmiş ve tüm mahkûmlar serbest bırakılmıştır.61 Devrimin
sembolik yerlerinden olan, birçok düşünüre, yazara ve gazeteciye uğrak yeri hâline
gelen Bastille Hapishanesi’nin ele geçirilmesi tarihte mutlak monarşinin yıkılması
olarak nitelendirilmiştir.62
Fransız İhtilali’nin kökenine bakıldığında ihtilalin daha önce yaşanan İngiliz
anayasa hareketleri ve Amerikan hareketlerinde olduğu gibi monarşinin aşırılıklarına
karşı bir tepki olarak doğduğu görülmektedir. İhtilalin o dönem Avrupa’da Fransa’dan
daha fakir ve ondan daha çok despotik bir anlayışla idare edilen birçok devlet
bulunurken Fransa’da başlaması dikkate değerdir. Bu durum genellikle ülkenin siyasal
birliğinin yüzyıllar boyunca monarşi tarafından sağlanmasıyla açıklanmaktadır.
Devrime öncülük eden ve monarşiye karşı ayaklanan orta sınıfın istekleri arasında
basın özgürlüğü talebinin olması dikkat çekmektedir.
Fransız Devrimi’nden sonra, 28 Ağustos 1789'da Kurucu Meclis tarafından
kabul edilen ve açıklanan, Fransa İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi (La Déclaration
des Droits de l'Homme et du Citoyen)’nin on birinci maddesi özgürlükleri vurgulaması
bakımından dikkate değerdir. Bu madde ile; “düşüncelerin ve inançların özgür iletimi
60
Hobsbawm, A.e., s. 204-206.
Armaoğlu, A.e., s. 158-159.
62
Sander, A.g.e., s. 172.
61
34
insanın en değerli haklarındandır. Bu nedenle bu özgürlüğün yasada belirlenen kötüye
kullanılması hallerine denk durumlar hariç, her yurttaş özgürce konuşabilir, yazabilir
ve yayınlayabilir” denilmiştir.63 14 Temmuz 1789’da başlayan halk ayaklanması
sonrasında oluşturulan ve toplanan Kurucu Meclis’in Amerikan Devrimi’ndeki
yöntemi izleyerek ilan ettiği bu bildirinin; insanların özgürlüğü, yasalar önünde
eşitliği, özel mülkiyetin korunması ve vergilerin toplumda eşit bir şekilde
paylaştırılması ve ifade ve basın özgürlüğü gibi temel hak ve özgürlükleri içerdiği
görülmektedir. Kurucu Meclisin bu bildiriden daha sonra milli güvenlik esasına
dayanan yeni bir anayasa hazırladığı ve kralın yetki alanını sınırlandırdığı
bilinmektedir. Böylece siyasal iktidarın halkın belirleyeceği bir parlamento ile kral
arasında paylaştırılması gibi önemli bir durum ortaya çıkmıştır. Oral Sander’e göre
bildiri ve anayasadaki bu kanunların herkesçe kabul görüp uygulamaya konulması
halinde, sadece devrimin yaşandığı Fransa’da değil bütün Avrupa’da mevcut eski
kurulu düzenin yıkılabileceği düşüncesi yaygınlaşmıştır. Sander, o dönem bu bildirinin
eski rejimin ölüm fermanı olarak nitelendirildiğini belirtmekte ve bildirinin 19. yüzyıl
boyunca liberalizmin en önemli belgesi olarak kaldığını söylemektedir.64 Ayferi
Göze’de hazırlanan anayasanın baş kısmına insan hakları ve özgürlüklerini açıklayan
bir bildirinin konmasın zorunlu görüldüğünü belirtmektedir. Göze ayrıca bu anayasayı
yapanların, toplumların yaşadıkları felaketlerin ve idarenin bozulmasının nedenini
temel insan haklarının bilincinden uzak kalınmasına bağladıklarını söylemektedir.65
Fransa İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’nin ardından özgürlüklerin anayasal bir
hak olarak görüldüğü bir diğer önemli belge ise Fransız Ulusal Meclisi tarafından
1791 yılında hazırlanan ilk Fransız Anayasası’dır. Bildirgede ifade edilen özgürlükler,
anayasada yer alan; “herkesin düşüncelerini, herhangi bir sansüre ya da baskı öncesi
soruşturmaya maruz kalmaksızın konuşma, yazma, basma ve yayınlama ve dileği
şekilde ibadet etme özgürlüğü vardır”66 maddesi ile garantilenen temel haklar içerisine
Fransa İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi, (Çevrimiçi) http://www.elysee.fr/la-presidence/ladeclaration-des-droits-de-l-homme-et-du-citoyen/ Metnin İngilizcesi için bkz: http://www.conseilconstitutionnel.fr/langues/anglais/cst2.pdf, 14 Ocak 2015.
64
Sander, A.g.e., s. 164.
65
Göze, A.g.e., s. 546-547.
66
1791 Fransız Anayasası, (The Constitution of 1791”, 3 September 1791), (Çevrimiçi)
http://sourcebook.fsc.edu/history/constitutionof1791.html, 14 Ocak 2016.
63
35
dâhil
edilmiştir.
Fransızlar
bu
madde
sayesinde
hem
devlet
sistemlerini
demokratikleştirmeyi başarabilmiş hem de demokrasinin işlerliğini sağlayan medyanın
gelişmesine katkıda bulunmuşlardır. İfade ve basın özgürlüğünü esas alan bu
anayasanın kabulü ile edebiyat ve felsefe başta olmak üzere sosyal bilim alanında çığır
açan birçok entelektüeli dünyaya mal etmeyi başaran Fransa, 19. yüzyılda ilim ve
demokrasinin bayraktarlığını yapma imkânını elde etmiştir. Oral Sander, özü; insana
ve onun gücüne dayanan bu devrimin Batı demokrasisi başta olmak üzere Avrupa
tarihi açısından mihenk taşı olmasında, kişilerin soyuna ve inançlarına bakılmaksızın
bireyin bir değerinin olduğu düşüncesinin etkili olduğunu söylemektedir. Bu devrimin
dünya genelinde insani değerlere ulaşma kaygısını taşıyan tüm insanların besin
kaynağı olduğunu belirten Sander, devrimin insanı esas alan yönü dolayısıyla
dünyanın dört bucağındaki düşünce ve kurumları uzun süre etkilediğini öne
sürmektedir. Sander, ayrıca liberalizm ve milliyetçiliğin patlayıcı güçler olarak
Avrupa’ya yayılmasını, ulus devlet anlayışının tam anlamıyla yerleşmesini ve yurttaşordu olgusu ile kitle savaşı kavramlarının ortaya çıkmasının Fransız Devrimi’nin
doğrudan sonuçları olarak tarihe mal olduğunu belirtmektedir. Sander’e göre devrimin
en önemli tarafı; daha önce oldukça radikal olarak nitelendirilen hükûmetlerin ne
tanrının ne de doğanın sadece insanoğlunun yarattığı kuruluşlardır anlayışını hiç
kuşkuya meydan vermeyecek şekilde uygulamaya sokmuş olmasıdır.67
Fransa Cumhurbaşkanlığı resmi internet sitesinde, aydınlanma yüzyılının mirası
olarak kabul edilen Libérte (Özgürlük), Egalité (Eşitlik) ve Fraternité (Kardeşlik)
kavramlarının da ilk kez Fransız Devrimi sırasında slogan olarak kullanıldığı daha
sonra ise ülkenin simgesi ve ortak değerleri olarak benimsendiği belirtilmektedir.68
Devrim sırasında bir slogan olarak öne çıkan ‘özgürlük’ ve ‘eşitlik’ kavramların
devrimden sonra tüm insanlığın ortak hakkı olarak görülmesi ve diğer hakların da en
başında gelmesi kayda değerdir. Tarih alanında yürüttüğü çalışmalarıyla tanınan Zafer
Toprak, Fransız Devrimi’nin monarşinin elinde olan mutlak hâkimiyetin sahibini
değiştirdiğini ve kral yerine milleti ikame ettiğini söylemektedir. Toprak’a göre bu
devrim ile; taç kralın başından alınarak bir manevi şahıs telakki edilen milletin başına
67
Sander, A.g.e., s. 168.
Devrim Mirası 3 Kavram, orijinal metin için bakınız (Çevrimiçi) http://www.elysee.fr/lapresidence/liberte-egalite-fraternite/, 03 Şubat 2016.
68
36
konulmuştur.69 Sander ise, Amerikan ve Fransız İhtilalleri’nin uzun süreli etkileri ile
ilgili olarak iki önemli sonuca değinmiştir:
“Birincisi, Amerika ve Fransa’daki devrim, ekonomik, toplumsal ve siyasal yönleriyle
önce Avrupa’da sonra giderek tüm dünyada genel bir karışıklık yaratan dirik ve
patlayıcı güçleri açığa çıkarmıştır. Böylece bu devrim globalleşme sürecini
hızlandırmıştır. İkincisi ise, bu iki devrim bireyin bilinçli bir biçimde siyasal geleceğini
değiştirebileceğini kanıtlamış ve geleneksel hükûmetin temellerini sarsmıştır. Siyasal
ilişkiden tanrı yerine birey sorumlu olunca, yöneticiler egemenliklerini sorgusuz sualsiz
kabul ettirme durumundan vazgeçmek zorunda kalmışlardır. Böylece yöneticiler yeni
ilkeler, programlar ve çeşitli vaatlerle kendilerini halka kabul ettirmek zorunluluğunu
duymuşlardır. Yönetenler ve yönetilenler arasındaki bu yeni bünyesel bağ Amerikan ve
Fransız Devrimleri’nin gerçek etkileridir.”70
Amerikalı ünlü tarihçi William H. McNeill ise, Fransız devrimcilerinin elde
ettiği başarıyla ilgili olarak yine iki sonuca dikkat çekmektedir:
“Birincisi; devrimciler, yönetim biçimlerinin aslında insan yapısı olduğunu
gösterdiler.
Bir
plana
uygun
olarak
az
çok
değiştirilebileceğini
ve
yönlendirilebileceğini akla yakın ve hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde
ortaya koydular. Devletin tanrı tarafından kurulmuş bir kurum olduğu yolundaki
eski düşünce güçten düşürüldü. Bazı kişilerin öteki bazı kişiler üzerinde
egemenliğe sahip olmadıkları için tanrı tarafından atandıkları inancı, yetkelerini
halktan aldıklarını söyleyen rejimlerin kazandıkları başarılar karşısında gittikçe
daha az akla yakın gelmeye başladı. Liberal siyasal bakış toplumsal reformun
sürekli bir süreç olduğu düşüncesini doğurdu. Gittikçe daha çok kişi ortada
herhangi bir sıkıntı ya da haksızlık varsa bu duruma çare bulma yolunda bilinçli
olarak bir şeyler yapılabileceğini ve yapılması gerektiğini düşünmeye başladı.
Böylece toplum, yeni, azar azar değiştirilen sınırsız bir değişme esnekliği
bulunan bir yapı olarak görüldü. Bunlar eski görüşlerden son derece farklı
düşüncelerdi. 1789’dan önce çoğu kişi kurumları Tanrı’nın istenciyle (iradesiyle)
yerleştirilmiş olan bir toplumsal yapı içinde yaşadığı inancındaydı. Bu nedenle
69
70
Zafer Toprak, Türkiye’de Popülizm, İstanbul, Doğan Kitap, 2013, s. 393.
Sander, A.g.e., s. 194.
37
toplumun değiştirilme olanağı bulunmayan ve değiştirilmeye kalkışılmaması
gereken bir yapıya sahip olduğu görüşünü kuşkulanılmayacak kadar açık bir
gerçek olarak benimsenmişti. Yani liberal kafa yapısı yaygınlaşınca hızla
endüstrileşen
toplumların
toplumsal
gereksinimleri
karşılama
yolunda
takındıkları etkin tutum daha hızlı yol alma eğilimi gösterdi. Eskisinden daha az
inatçı bir dirençle karşılaşmaya başladı. Fransız devrimcilerin ve liberallerin
ikinci başarıları; Fransız Devrimi’yle ve onu izleyen yıllarda işbaşına geçen tüm
Avrupa hükûmetlerinin siyasal deneyimleriyle (siyasal önderlerin denetimleri
altındaki halkın çoğunluğunun desteğini kazanabilecek kadar becerikli olmaları
durumunda) yönetimin Eski Rejim yöneticilerinin sahip olabildiklerinden çok
daha çok daha büyük bir güce sahip olabileceğini ortaya koymalarıydı… Böylece
Batı uygarlığının demokratik devriminin ürünü siyasal esnekliğin artması ve
siyasal erkin etkinlik alanının genişlemesi oldu. Bu nedenle demokratik devrim de
endüstri devrimi gibi kendi alanında esnekliği artıran ve batılıların
kullanabilecekleri gücü birkaç katına çıkaran bir devrim olan endüstri devriminin
gerçek ikizi oldu. Yarattıkları olanaklar birlikte ele alınırsa, demokratik devrim
ve endüstri devrimi batı yaşayış biçiminin gücünü ve zenginliğini benzeri öteki
uygarlıkların batının yayılmasına karşı direnme olanaklarını yok edecek kadar
artırdı.” 71
Ayferi Göze, Fransa’nın 1789'dan günümüze kadar hemen hemen bütün siyasal
rejimleri
denediğini
söylemektedir.
Göze
monarşi,
diktatörlük,
cumhuriyet,
imparatorluk rejimleri ile başkanlık sistemi, meclis hükûmeti sistemi, parlamenter
sistemi, yarı başkanlık sisteminden oluşan bu rejimlerin sırasıyla 1. (1804-1814), 2.
(1852-1870), 3. (1871-1940), 4. (1947-1959) ve en son 1959’dan günümüzde de
devam eden 5. Cumhuriyet dönemlerinden tecrübe edildiğini belirtmektedir. Göze
ayrıca bu devrimin getirdiği özgürlük ve eşitlik gibi fikirlerin monarşi ile idare edilen
diğer kıta Avrupa ülkelerinin halklarını da etkilediğini böylece bu ülkelerde de
demokrasi yolunda gelişmelerin görülmeye başlandığını ifade etmektedir.72
İhtilal etkilerinin derinlemesine hissedildiği 18. yüzyılda demokrasinin doğal
mekânının ulus devlet ya da daha genel bir deyişle ülkeye doğru evrildiği
71
72
William H. McNeill, Dünya Tarihi, Çev.: Alâeddin Şenel, Ankara, İmge Kitabevi, 2008, s. 608-609.
Göze, A.g.e., s. 552.
38
görülmektedir. İhtilalle birlikte kent devlet yapısından ulus devlete doğru uzanan
tarihsel değişimin demokrasinin sınır ve olanaklarını derinlemesine dönüştürdüğü de
bilinmektedir. 19. yüzyıl, bütün gelişmiş ve sanayileşmiş Batılı devletlerde, uzun
mücadeleler sonucunda çeşitli toplum kesimlerinin siyasal haklarını almaya başladığı
ve parlamenter demokratik rejimlere doğru bir evrilmenin açıkça gözlendiği bir dönem
olmuştur. Liberalizmin ünlü ismi John Stuart Mill’in, “devletin uzun vadede değeri
onu oluşturan bireylerin değerine bağlıdır” düşüncesi bu dönemde yaşanan zihniyet
dönüşümünü en net şekilde özetleyen görüş olmuştur. Sander, bu yüzyılın uluslararası
sisteminin temellerinin 1648 tarihli Vestfalya Barışı ile atıldığının genellikle doğru
kabul edildiğini belirtmektedir. Bu barış ve kurduğu düzenin I. Dünya Savaşı’na kadar
süren bir kurallar bütününe dayanma olasılığının bulunduğunu kaydeden Sander, bu
sistemin Avrupa devletleri arasındaki ilişkileri düzenlediğini ve bu ilişkilerin hukuksal
çerçevesini çizdiğini söylemektedir.73
Yirminci yüzyılın başları ise modernitenin karanlık yüzü olarak tabir edilen
faşizmin, demokrasinin yükselişinin önüne geçtiği bir dönem olarak kabul
edilmektedir. Bu yüzyılın ilk çeyreğinde başta Avrupa olmak üzere dünyanın birçok
bölgesinde kaynağı geçmiş yüzyıllara dayanan ve artık ötelenemeyen sancılar
hissedilmeye başlanmıştır. Milliyetçilik olgusunun ön plana çıktığı bu dönemde çok
uluslu imparatorluklar çökmeye başlamış, Avrupa parçalanmış ve Rusya’da büyük bir
devrim gerçekleşmiştir. Birinci Dünya Savaşı’nın hemen ertesinde o döneme kadar
oldukça iyi giden özgürlükçü demokratik iklimin yerini giderek otoriter ve totaliter bir
iklim almaya başlamıştır. Özellikle 1929’da yaşanan Dünya Ekonomik Buhranı’nın ön
etkilerinin erkenden hissedilmeye başlandığı bu yüzyılda demokratik gelişmeden ilk
kopuş modernliğin ürettiği parçalanmışlığa ve bunun ortaya çıkardığı korkuya
panzehir olarak takdim edilen siyasal yönetim şekli faşizmin kurulmaya başlanmasıyla
gerçekleşmiştir. Faşist rejimlerin, ilk olarak İtalya’da 1922’de, Portekiz’de 1929’da,
Almanya’da 1933’de, İspanya’da ise 1938’de ortaya çıktığı görülmüştür.74
73
74
Oral Sander, Siyasi Tarih 1918-1994, Ankara, İmge Kitabevi, 2007, s. 592.
H. Birsen Örs, A.g.e., s. 498.
39
H. Birsen Örs, Batı’nın son iki yüzyıl içerisinde yaşadığı toplumsal, iktisadi ve
siyasal dönüşümlerin bir yansıması olarak ortaya çıkan bu anlayışı ne tek başına
otoriter kültür ile ne de faşist liderlerin karizmatik özelliği ile açıklanamayacağını
söylemektedir. Örs’e göre faşizm, son iki yüzyıldır bu coğrafyada yaşanan, büyük
iktisadi, sosyal ve siyasal altüst oluşların ürettiği, Birinci Dünya Savaşı’nın yıkımı ile
gün yüzüne çıkan krizlerin bir tezahürüdür.75 Örs için demokratik bir yönetimle
zıtlıklar içeren totaliter rejimlerin başka bir versiyonu olan faşist rejimlerin temel
şartlarından birisi; tek partili bir sistemin kurulmasıdır. Bu rejimlere göre tek partili
sistem devlet gücünü bütünüyle ele alabilmenin, farklı fikirleri diğer bir ifadeyle
muhalefeti sıkıştırabilmenin hatta ortadan kaldırmanın tek yoludur. Bu rejimlerde yine
tek parti anlayışıyla politik alanın, sosyal, ekonomik, kültürel vb. farklı alanları da
içine alan ve onların üstünde yer alan bir pozisyona çıkarıldığı görülür. Örs, bu
rejimlerde bütün devlet vazifelerine faşist parti üyelerinin getirilerek devletin bütün
işlevlerinin partiye aktarılmaya çalışıldığını söylemektedir. Parti ile devlet
ideolojisinin aynılaştırıldığı bu rejimlerde parti adeta devlet içinde ayrı bir devlet
hâline getirilmektedir. Örs, parti devletine dönüşen rejimlerin yasama ve yürütme ile
birlikte yargı kurumunu da siyasallaştırdığını ve kuvvetler ayrılığını ortadan
kaldırıldığını belirtmektedir. Örs, bireye ve bireyciliğe karşı tehdit olarak
nitelendirdiği faşizmin bireyi tek başına bir değer olmaktan uzaklaştırdığını
savunmaktadır. Örs ayrıca devlet ile bütünleşmiş partinin daha doğrusu parti
devletinin eğitim, kültür ve eğlence biçimlerini de içine alan tüm sivil hayatın bütün
alanlarına etki ederek tek tipliği önceleyen insanlardan meydana gelmiş, total bir
toplum yaratmayı amaçladığını söylemektedir. Böyle bir toplumda bireylerden
özellikle liderlerine karşı ödevlerinin bilincinde olmalarının beklendiğini kaydeden
Örs, bireylerin ancak devletin uygun gördüğü örgütlerde yer alabileceğini ve bu uygun
yerlerde eğitim görebileceğini vurgulamaktadır. Örs, bu tür rejimlerde toplumun, dış
etkilerden uzaklaştırılarak denetim altındaki basının sağladığı manipülatif haberlerle
bilgilendirildiğini ve devletleşen parti tarafından sürekli denetlendiğini ifade
etmektedir.76 Örs’e göre totaliter rejimlerin özünü korku ve kontrol oluşturmaktadır.
Bu rejim tipinde devlet; her şeyi kontrol eden ve her şeyin üstünde, kendi haricinde
75
76
A.e., s. 480.
A.e., s. 497.
40
başka alanların oluşmasına müsaade etmeyen, amaçsallaştırılmış bir idealdir.
Tektipleştirilmiş bir insan ve hayat şekli totaliter idarenin nihai amaca erişmek için
tasarladığı en ideal birey ve toplum çeşididir. Örs, totaliter yönetimleri otoriter
yönetimlerden ayıran en mühim özelliğin, siyasal ortamın bireyi ortadan kaldıran
kapsayıcılığı olduğunu söylemektedir. Burada her doğru yanlış, her yanlış doğru
olabilir ve tarihsel gerçekler devletin ideolojik amaçlarına göre saptırılabilir, yön
değiştirebilir, yeniden yazılabilir. Önemli tutulan şey devletin neyi ‘doğru’
gördüğüdür.77
Totaliter rejimlerin belli başlı göstergesi olan bu unsurların günümüzde
demokratik sistem ile yönetildiğini iddia eden birçok ülkede tezahür ettiği
gözlemlenmektedir. Totaliter demokrasiler olarak nitelendirilebilecek bu ülkelerde
aşırı devletçi ve sürekli devleti kutsayan bir dilin kullanılıyor olması dikkat
çekmektedir. Özgür basın ile problemli olduğu bilinen bu ülkelerde, bazen bir yayın
organında yayınlanan ve dünyanın her yerinde gazetecilik faaliyeti olarak
yorumlanabilecek bir haberin, gazetecilerin devlet düşmanı gibi görülmesine ve vatan
haini ilan edilmesine yol açtığı bilinmektedir.
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından demokrasiye olan eğilimin yeniden yükselişe
geçtiği bilinmektedir. Savaş sonrasında Avrupa’da demokratikleşme çabaları
hızlanmış, faşist rejimler yıkılmaya başlamıştır. İkinci Dünya Savaşı’nın, insanlık
tarihi üzerinde bıraktığı derin izlerin ardından, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları
Komisyonu’nun 1948 yılında hazırladığı İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile
bireylere tanınan hak ve özgürlükler güvence altına alınmıştır.78
Yirminci yüzyıla asıl damgasını vuran sürecin Sovyet Rusya (SSCB) ile Batı
demokrasileri arasında yaşanan ‘Soğuk Savaş’ dönemi olduğu kabul edilmektedir.
Amerika’nın ünlü ulusal güvenlik ve dış politika uzmanlarından Henry Kissinger, kırk
yıl sürecek Soğuk Savaş’ın başlaması ile ilgili olarak özellikle Nazi Almanyası’nın
77
A.e., s. 510-511.
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, (Çevrimiçi)
http://www.ombudsman.gov.tr/contents/files/688B1--Insan-Haklari-Evrensel-Beyannamesi.pdf, 11
Ocak 2016.
78
41
çöküşünün sonucunda ortaya çıkan güç boşluğunun doldurulması gereksiniminden
bahsetmektedir. Kissinger, ABD Başkanı Churchill’in SSCB’nin Orta Avrupa’yı
egemenliği altına almasını engellemek amacında olduğunu belirtirken Rus lider
Stalin’in Rus halkının çektiği acıların karşılığı olarak yeni topraklar peşinde olduğunu
söylemektedir.79 Bu iki kutuplu düzende SSCB komünizme taraftar toplamaya
çalışmış ABD’nin ise komünizmin yayılmacılığına karşı kendi yayılmacılığının
mücadelesini verdiği görülmüştür. İkinci Dünya Savaşının ardından, ‘Soğuk Savaş’
kavramı ABD ile SSCB arasında yaşanan gerilimli ilişkileri ve ideolojik çatışmayı
açıklamak için ortaya atılmıştır. Var olan çatışma ve gerilim kendisini görünür askeri
eylemlerle değil, propaganda, silahlanma yarışıyla ve ekonomik baskı ile ortaya
koymuştur. Bu dönem için genellikle Churchill’in 1946’da ki ‘Demir Perde’ söylevi
başlangıç, 1991 yılında SSCB’nin dağılması ile 1989 yılında ‘Berlin Duvarı’nın
yıkılışı da son olarak kabul görmektedir.80 1991’de SSCB’nin dağılmasıyla ortaya
çıkan tek kutuplu dünya düzeninde ABD hegemonyası doğmuştur. Bununla birlikte
ABD’nin, Soğuk Savaş döneminden beri ihraç etmeye çalıştığı liberal demokrasiyi
araçsallaştırarak, geri kalmış ülkeleri demokratikleştirme projeleriyle işgallerini
meşrulaştırdığına ve bu işgal sürecinde demokrasinin özünü oluşturan insan hakları
konusunda ihlaller yaptığına dair eleştiriler dünya kamuoyunda yaygınlaşmıştır. Son
kertede, 21. yüzyılın başlarında güçlü devletlerin çıkarları doğrultusunda yeni bir
istismar aracı olarak özünden saptırılan demokrasi formunun fonksiyon ve
uygulamalarına yönelik yeni yorum ve eleştirilerin devam ettiği görülmektedir.
Demokrasi denildiğinde ilk akla gelen Batı ülkelerinin demokrasi mücadelesine
bakıldığı zaman genellikle sancılı bir sürecin yaşandığı gözlemlenmektedir. Birçok
hususta eleştirilere maruz kalmasına rağmen uğruna büyük mücadeleler verilen,
günümüzün en ideal yönetim biçimi ve anlayışını yansıttığı düşünülen demokrasinin
Batı için değeri de buradan gelmektedir. Demokrasiler birçok Avrupa ülkesinde
olduğu üzere tepeden inme şeklinde değil tabanın talebi doğrultusunda uygulama alanı
bulmuş rejimlerdir. Uzun yıllar mücadelesi verilen ve büyük bedeller ödenen bu
rejimin çaba ve emek istediği yadsınamayacak bir gerçek olarak karşımızda
79
80
Henry Kissinger, Diplomasi, İstanbul, İş Bankası Kültür Yayınları, 2010, s. 404.
Baskın Oran, Türk Dış Politikası Cilt 1, İstanbul, İletişim Yayınları, 2006, s. 536.
42
durmaktadır. Sartori, Batı uygarlığının doğuşundan itibaren kendisine baskı olmadan
nasıl yönetilebiliriz sorusunu yönelttiğini ve bunu cevaplamaya çalıştığını,
demokrasinin de bu sorunun şu anki yanıtlanma biçimi olduğunu öne sürmektedir.81
Sartori’nin bu tespitinde de görüldüğü üzere Batılı insanların işe öncelikle kendilerine
yönelttikleri baskı olmadan nasıl yönetilmeliyiz sorusuyla başlamaları dikkate
değerdir. Burada öncelikle bireyin ideal bir yönetim arayışı söz konusudur.
Yönetilmeyi peşinen kabullenen birey baskı olmadan yönetilmenin peşindedir. Burada
bireyler ihtiyacı olan yönetim şeklinin bilincindedir.
1.3. Egemenliğin Kullanılması Açısından Demokrasinin
Uygulama Modelleri
Demokrasinin tarihsel gelişim sürecine paralel olarak uygulanış itibariyle birçok
farklı modelinin bulunduğu görülmektedir. Atina Demokrasisi’nden günümüze kadar
geçen yaklaşık iki bin dört yüz yıllık süreçte insanoğlunun ideal demokrasi arayışları
tarih boyunca devam etmiş ve etmeye devam edecek gibi gözükmektedir. Bu arayışlar
sonucunda farklı demokrasi tür ve anlayışları ortaya çıkmıştır. Demokrasinin bir
siyasal rejim olarak hem anlam, hem algılanış hem de uygulanış olarak öncelikleri
cemiyetten cemiyete hatta aynı cemiyetin farklı katmanlarına göre farklılık
gösterebilmektedir. Hangi şekliyle uygulanırsa uygulansın günümüzün en iyi yönetim
şekli olarak kabul edilen demokrasinin egemenliğin kullanılış biçimi bakımından
uygulanma tarzları; doğrudan demokrasi, yarı doğrudan demokrasi ve temsilî
demokrasi şeklinde üçe ayrılmaktadır.82
1.3.1. Doğrudan Demokrasi
Doğrudan Demokrasi, ilk olarak Antik Çağda Yunanistan’da şehir devletlerinde
görüldüğünden Atina Demokrasisi olarak bilinmektedir. Bu yönetim biçiminde,
teoride bütün yurttaşların oy kullanma ve mecliste düşüncelerini ifade etme hakkına
sahip oldukları görülmektedir. Ancak, buradaki yurttaş tanımlamasının günümüzdeki
anlamıyla değerlendirilmesi güçtür. Şöyle ki bu anlayışla yönetilen yerlerde; kadınlar,
köleler ve o an mensubu olunulan şehir devletinde doğmamış olanların oy kullanma
81
82
Sartori, A.g.e., s. 287.
Kemal Gözler, Anayasa Hukukuna Giriş, Bursa, Ekin Kitabevi Yayınları, 2006, s. 115.
43
hakkı yoktur. Günümüzde ise Doğrudan Demokrasi denildiğinde halkın sahip olduğu
egemenliğini
aracısız
kendisinin
direkt
olarak
kullandığı
demokrasi
tipi
anlaşılmaktadır. Bu demokrasi tipinde devlet işleyişi için lazım olan tüm kararlar, halk
tarafından aracı ve temsilci olmadan alınmaktadır. Özetle bu demokrasi uygulaması
halkın kendisi tarafından idare edilmesini esas almaktadır. Bu nedenle demokrasinin
olması gereken anlamına en çok benzeyen sistemdir.83 Bu demokrasi tipinin
günümüzde genelde nüfusun az, sınıf ve zenginlik farkının ise bulunmadığı İsviçre
gibi ülkelerin (Glaris vb.) küçük kantonlarında uygulanabilir olduğu bilinmektedir.
1.3.2. Yarı Doğrudan Demokrasi
Bu demokrasi uygulaması egemenliğin kullanılmasının toplum ile onun seçtiği
temsilcileri arasında bölüştürüldüğü demokrasi çeşididir. Temsilî ve doğrudan
demokrasinin bir birleşimi olarak nitelendirilmektedir. Bu modelde egemenliğin
kullanımı öncelikli olarak halkın seçimlerle belirlediği temsilcilere verilmiştir. Fakat
istisnai
durumlarda,
referandum
gibi
yöntemlerle
toplumda
egemenliğin
kullanılmasına doğrudan doğruya katılabilmektedir. Dolayısıyla bu demokrasi türü
halkın, egemenliğin kullanılmasına bazen doğrudan dâhil olabildiği bir temsilî
demokrasidir.84 Bu uygulama temsilî demokrasinin bazı mahsurlu yönlerini
engellemek ve toplum ile onun temsilcileri arasında bir işbirliği ortamı
oluşturarak,vatandaşların halk egemenliğinin uygulanmasına daha geniş bir çerçevede
katılımını sağlamak gayesinitaşıyan yönetim biçimidir. Bu yönetim şeklinin
uygulanması; referandum, halkın vetosu ve halkın kanun teklifi şeklinde
görülmektedir. Bu demokrasi tipine yine İsviçre ve İtalya gibi ülkelerde
rastlanmaktadır.
1.3.3. Temsilî Demokrasi
Temsilî demokrasi günümüzde uygulanan demokrasi biçimidir. Hatta demokrasi
denildiğinde doğrudan temsilî demokrasi olarak anlaşılan ve kabul gören bir yönetim
anlayışıdır. “Temsilî demokrasi; halkın egemenliğini kendi seçtiği temsilcileri
vasıtasıyla kullandığı demokrasi çeşididir. Öteki deyişle temsilî demokraside temsilci
83
84
A.e., s. 115.
Arif Özsağır, İnsan Hakları ve Demokrasi, Ankara, TDV/D_HEP Yayını, 2000, s. 235.
44
denen kişileri halk belirlemekte ve bu kişiler ise egemenliği kendi adlarına veya
çıkarlarına değil, halk adına kullanmaktadırlar”.85 Bu demokrasi türünün en dikkate
değer özelliği yönetenlere yönelik hukuki bir tahdit alanı getirmesidir. “Temsilî liberal
demokrasi; toplumun bütün üyelerini bağlayan, onların davranışlarını belirleyen,
kararların nasıl alınacağını, bu kararları kimin nasıl uygulayacağını, kuralları yapan ve
uygulayanların otoritelerinin sınırlarının ne olacağını gösteren bir siyasal rejim
türüdür.”86
Bu yönetim türü için öncelikli şart iktidarı kazanmak için öteki ifadeyle
çoğunluk olabilmek için birbirleriyle mücadele eden birçok temsilci adayının temsil
edeceği halkın önüne çıkmasıdır. Burada Siyasi temsilde, temsilcilerin yetkisi temsil
edilenlerin arzusuna göre yok olmamakta,
seçilmişlerin hesap vermesi veya
seçilenlerden hesap sorması vakti evelden belirlenmiş seçimle sağlanmaktadır.87
Mümtaz’er Türköne’ye göre temsilî demokrasiler açısından krize dönüşebilecek henüz
cevabı verilmemiş sorular vardır. “Örneğin yönetimi çoğunluğa verdiğimiz zaman
azınlığın durumu ne olacaktır? Yönetme hakkına sahip olmayan, çoğunluk tarafından
verilen kararlara uymak zorunda kalan azınlığı, çoğunluğun baskı ve zorlamalarından
nasıl koruyabilir, onların özgürlüklerinin ve haklarının zarar görmesini nasıl
engelleyebiliriz? Demokrasiyi tanımlarken karşı karşıya olduğumuz asıl sorun budur.
Bir yönetime demokrasi diyebilmemiz için bu sorunun makul ve azınlığı tatmin
edecek şekilde çözümlenmesi gerekmektedir.”88 Bugün sözde demokrasi ile yönetilen
bazı ülkelerde demokrasi arzusu insanların yaşamsal gereklilikler sıralamasında
istenildiği ölçüde yer bulamamaktadır. Bunu iyi bilen siyasal iktidarlarda sandıktan
çıkan sonuca atıfta bulunarak azınlığın taleplerini görmezden gelme hakkını
kendilerinde görebilmektedir. Siyasal iktidarlar herhangi bir toplumsal talep karşısında
oy aldığı kitleyi kışkırtıcı, çatışmacı ve popülist bir dil ile antidemokratik davranışlara
itebilmektedir.
Gözler, A.g.e., s. 117.
Gencay Şaylan, Temsili Liberal Demokrasinin Önlenemez Krizi, Ankara, İmge Kitabevi Yayınları,
2008, s. 12
87
A.e., s. 230.
88
Mümtaz’er Türköne, Siyaset, Ankara, Lotus Yayınevi, 2005, s. 190.
85
86
45
Günümüzde bu krize özellikle küreselleşme olgusunun yeni bir boyut
kazandırdığı ileri sürülmektedir. Küreselleşmenin demokrasiyi ne derece etkilediği
sorusuna cevaben verilen demokrasi ve demokratik meşruiyet düşüncesinin
küreselleşmeyle birlikte sınır, ülke ve egemenlik olgularının geleneksel anlamlarını
yitirmesi karşısında tartışmalı hâle geldiği görülmektedir. Demokratik toplumun doğal
inşa alanı olan ulus-devletin artık zaman ve mekân mefhumundan bağımsız bir yapıya
kayması ulus-devleti doğal olarak zayıflatmıştır. Siyaset bilimci Gencay Şaylan,
tartışmayla ilgili olarak, demokrasinin krizinin temelde kapitalizmin yeni bir evreye
geçilmesinden kaynaklanmakta olduğunu ve bu yeni evrenin en dikkat çeken
unsurlarından biri olan küreselleşmenin, ulusal-devlet boyutunda sürdürülen temsilî
demokrasiyi yavaş yavaş işlevsizleştirdiği tespitinde bulunmaktadır.89
Temsilî demokrasi krizine ilişkin tartışmalara bakıldığında bu krizin siyasetin
halktan kopuk bir gündemle yaşanır hâle gelmesiyle ve bu kriz içerisinde yürütülen
siyasal faaliyetlerin hedefler itibariyle halkın beklentilerinden uzaklaşmasıyla
doğrudan ilişkili olduğu görülmektedir. Halkın öğrenme ve iradesini bilinçli kullanma
fırsatına malik olması bu sıkıntıları atlatma bakımından mühimdir. Burada özellikle
medyanın temsilî demokrasinin karşı karşıya bulunduğu krizi atlatması açısından
alacağı görevler hayati önem taşımaktadır. Böyle bir krizin yaşandığı ülke ve o
ülkenin demokratik seviyesi medyanın kendisinden beklenen sorumluluğu yerine
getirebilmesi için önem arz etmektedir. Bu tarz ülkelerde genelde ‘halkın bilmesi’
kavramının ifade ettiği şey ‘halk ne kadarını bilmelidir’ sorusu etrafında
şekillenmektedir. Halkın iradesinin kullanmasına fırsat verilip verilmediği hususu ise
başka bir tartışma alanıdır.
Bu demokrasi uygulamasında Gencay Şaylan’ın egemenliğin kime ait olduğu ve
sınırları ile ilgili yaklaşımı şu şekildedir:
“Temsilî liberal demokrasi kuramına göre asıl otorite bir başka deyişle
egemenlik millete aittir. Halk yani yurttaşlardan oluşan topluluk, sözü edilen gücü ve
otoriteyi kullanamamakta sadece kullanacak olan temsilcileri belirlemekte ve kendisine
89
Şaylan, A.g.e., s. 23.
46
ait gücü onlara devretmektedir. Buna göre temsilî demokrasilerde otoriteyi kullanacak
ve toplumu yönetecek olan temsilciler belirlendikten sonra yurttaşların bu otoriteye
boyun eğmeleri, edilgen bir konum almaları gerekmektedir. Buna ek olarak
temsilcilerin yasama ve yürütme faaliyetleri, kuşkusuz kapsam ve içerik bakımından
yurttaşlar tarafından özgürce eleştirilebilecektir. Ancak bu eleştirme hak ve
özgürlükleri, temsilî demokrasi içerisinde yurttaşların edilgen ve uyumlu davranma
konumlarını değiştirmeyecektir. Otoriteyi kullanmak üzere yetkilendirilen temsilciler ile
temsil edilen yurttaşlar arasındaki hesap verme-hesap sorma ilişkisi dört ya da beş
yılda yapılacak seçimlerle gerçekleşecektir.”90
Temsilî demokrasi uygulamasında belirli süreliğine halk tarafından seçilen
temsilciler halka sürekli hesap vermek zorunda olduklarını ve daima vazgeçilebilir
oldukların kabullenmek durumundadırlar. Aksi takdirde hem onlar hem de halk bu
gerçeği unutursa ortaya; sorumluluk bilincinden uzak, kendisini her şeyin üstünde
gören, oligarşik yönetim anlayışı ve modelinin çıkması muhtemeldir. Bu tür
yönetimlerin halk için yönetimsel bakımdan oldukça tehlikeli olduğu bilinmektedir.
Arif Özsağır bu demokrasi rejiminin işleyişi ile ilgili olarak; “egemenlik hak ve
yetkilerini halk adına kullananlar prensip itibariyle seçilmiş olan ve kurul halinde
çalışan organlardır. Kanun yapmakla görevli olan ve genel olarak yasama organı adını
alan bu organlar tek veya çift meclisten oluşmaktadır. Bu iki meclisten birincisine
genellikle temsilciler meclisi, ikincisine de senato ismi verilmektedir ve her iki meclis
bir arada parlamento adını almaktadır.” değerlendirmesinde bulunmaktadır.91
Mümtaz’er Türköne’ye göre temsilî demokrasinin yararları şunlardır: 1) Temsilî
demokrasi sıradan vatandaşlara karar alma süreci içinde bir mesuliyet yükler. 2)
Burada sıradan vatandaşların yönetime direkt katılmaması işleyişe ve yapıya istikrar
sağlar. 3) Bu rejim türü yönetimin daha donanımlı ve tecrübeli kişilerde bulunmasına
fırsat sunabilir. 4) Temsilî demokrasi, demokrasinin uygulanabilir bir biçimini
sunmaktadır.92 Temsilî demokrasinin işlevsel olduğu ülkeler arasında ABD, İngiltere,
Almanya gibi ülkeler vardır.
90
A.e., s. 205.
Özsağır, A.g.e., s. 236.
92
Türköne, A.g.e, s. 199.
91
47
1.4. Demokratik Siyasal Sistemler
Demokrasinin tesis edilmesi için izlenecek yolda farklı demokrasi anlayışları
görülmektedir. Kavram kargaşasının önüne geçmek için bunlardan ilkine; klasik,
çoğulcu veya Batı demokrasisi, ötekine de; çoğunlukçu demokrasi denilmektedir.
Günümüzün en önemli tartışmalarından biri hangi demokrasi anlayışının demokrasinin
özüne daha yatkın olduğu sorusu etrafında dönmektedir. Özellikle demokratik sistemin
ana arterlerinden olan kuvvetler ayrılığının kaybolduğu ülkelerde çoğunlukçu bir
demokrasi anlayışının ön plana çıktığı görülmektedir. Burada demokrasi kuramının en
çok eleştiri aldığı noktalardan olan çoğunluğun diktatoryasına dönüşebilme riski
ortaya çıkmaktadır.
1.4.1. Çoğulcu Demokrasi Anlayışı
Çoğulcu demokrasi anlayışının, Batı dünyasının tüm gelişmiş büyük ülkelerinde
uygulandığı ve parlamenter, başkanlık, meclis hükûmeti gibi farklı yönetim
sistemlerine, uyum sağlayabildiği görülmektedir. Çoğulcu demokrasinin egemen
olduğu ülkelerde o ülkenin; toplumsal, siyasal ve ekonomik koşullarına göre uygulama
açısından farklılıklar söz konusu olabilmektedir. Uygulamada farklılıklar görülse de
çoğulcu demokrasinin ulaştığı seviyenin altına kolay kolay düşülmediği bilinmektedir.
Düştüğü takdirde toplumdan gereken tepkiyi görmektedir çünkü çoğulcu sistemlerde
demokrasinin koruyucusu toplumun kendisidir. Hukuk alanında yaptığı bilimsel
çalışmalar ile tanınan Kemal Gözler, çoğulcu demokrasi ile ilgili olarak; Bu demokrasi
anlayışının halkın siyasi sayısal çoğunluk tarafından idare edileceği fikrini
reddetmediğini belirtmektedir. Gözler, çoğunluğun idare hakkının azınlığın temel
haklarıyla sınırlı olduğuna da ayrıca dikkat çekmektedir. Bu anlayışa göre bugün
siyasi azınlık olarak azınlıkta olanların yarın çoğunluk hâline gelme ve yönetme hakkı
mahfuzdur. Çoğunluk, öncelikle bu hak dâhil, azınlığın bütün temel hak ve
özgürlüklerine saygı duymak mecburiyetindedir.93
Tarih alanında yaptığı çalışmalarla tanınan Şükrü Hanioğlu çoğulcu demokrasi
anlayışının toplumun şekillenmesinde önemli bir rolü olduğunu söylemektedir.
93
Gözler, A.g.e., s. 114.
48
Hanioğlu’na göre demokrasiyi genel seçime indirgemeyen, çoğulculuğu tüm alanlarda
uygulamaya çalışan bir toplum, sadece uzun vadeli bir değişim ve çoğulculuk
kültürünün kökleşmesi sonucunda olması gerektiği gibi biçimlenebilmektedir.”94
Hangi siyasi, dini vb. görüşe ve tercihlere sahip olursa olsun, çoğulculuğu kendisine
ve mevcut sisteme bir tehlike olarak görmeyen, aksine bunu bir zenginlik olarak
değerlendiren ülkelerin gerek siyasi gerekse de ekonomik açıdan istikrarlı ülkeler
sınıfında yer alacağı kabul görmektedir.
1.4.1.1. Çoğulcu Demokrasilerde Bulunan Nitelikler
Demokrasinin tanımsal açıklamalarının yanında önemli olan bir başka konuda
demokrasinin sahip olması gereken nitelikleridir. Demokrasi ne olmalıdır sorusunun
cevabı olarak nitelendirilebilecek başlıca nitelikler; siyasal çoğunluk, temsil, seçim,
siyasal partiler, çoğunluğun yönetme hakkı, temel hak ve özgürlüklerin güvence altına
alınması ve korunması ile kanun karşısında eşitlik gibi ilkeleri barındırmaktadır.
Siyasal Çoğulculuk: “Demokrasinin en temel özelliği, karar verme hakkını
herkesin eşit olarak paylaşmasıdır. Çoğunluğun kararı; tartışma, değiştirme, uzlaşma
gibi diğer yollar tükendiği zaman anlaşmazlığı çözümleyici bir usul aracıdır.”95
Çoğulcu sistemlerde siyasal iradeyi eleştirmek, karşıt görüşleri öne sürmek ve seçim
yöntemiyle iktidarı elde etmek olağan bir durumdur.
Temsil: Halkın devlet işleri konusunda doğrudan karar alması zaman ve mekân
açısından mümkün olmadığından ve bazı konuların onların bilgi ve kavrayışlarını
aşma ihtimaline karşı yalnızca karar alacak kişileri seçmekle yetinmektedirler.
Seçilmişlerde toplum adına kararlar almaktadır.96
Seçim: Demokratik yönetimlerde idare izininin ve meşruiyetin kaynağı
seçimlerdir. Çok partili demokrasilerde belirli zaman dilimlerinde yapılan genel
Şükrü Hanioğlu, “Yukarda, Demokrasi Aşağıda Çoğulculuğun Reddi”, sabah.com.tr, 19 Nisan 2015,
(Çevrimiçi) http://www.sabah.com.tr/yazarlar/hanioglu/2015/04/19/yukarida-demokrasi-asagidacogulculugun-reddi, 01 Ocak 2016.
95
Beetham, Boyle, A.g.e., s. 21.
96
Münci Kapani, Politika Bilimine Giriş, Ankara, Bilgi Yayınevi, 2000, s. 138.
94
49
seçimlerin gayesi; belirli bir zaman veya bir yasama dönemi için hükûmeti hangi
partinin tesis edeceğini, yani hangi partinin iktidar olacağını, hangi partinin muhalefet
olarak denetim görevini yapacağını belirlemektir. Bireylerin sandığa olan ilgileri ve
seçime katılım oranları, seçimlerin yasallık hissini güçlendirir ve bu da olası şiddeti
sınırlayıp düzenli mücadele yöntemlerini açığa çıkarmaktadır. Son olarak halk
tarafından görevden el çektirilme olasılığı, temsilcilerin kamu görevinin standartlarına
lâyık olmalarını temin eder, böylece farklılık gösteren koşulların gerektirdiği hükûmet
politikalarının ve yürütücülerinin değişimi güvence altına alınmaktadır.97
Siyasal Partiler: Demokratik yönetimleri antidemokratik yönetimlerden ayıran
en mühim unsur örgütlenmiş bir muhalefetin var olmasıdır. Seçimlerin serbest ve
özgür bir şekilde yapılabilmesi seçmenlerin farklı alternatifler arasında özgürce bir
seçim yapabilmelerine bağlıdır. Modern demokratik bir devlette bu alternatifler siyasal
partiler tarafından tesis edilmektedir. Bu nedenle modern demokrasi bir anlamda siyasi
partiler demokrasisi olarak ifade edilmektedir.98
Çoğunluğun Yönetme Hakkı: Çoğunluk, özgür bir ortamda ve belirli
aralıklarla düzenli olarak yapılan seçimlere göre seçmenlerden en fazla oy alan
topluluk veya görüş olarak tanımlanmaktadır. Bu kavram zamana ve mekâna göre
farklı anlamlara gelse de azınlıkta olanlara göre sayıca daha fazla olan grubu veya
görüşü ifade etmektedir. Çoğunluk dururken sayıca azınlıkta olan iradeye idare hakkı
vermek demokrasinin en mühim koşulu olan eşitlik ilkesine aykırı olarak kabul
edilmektedir. Sayısal çoğunluğa idare yetkisinin verilmesi ile demokratik işleyişin
legalliği pekişmektedir.99 Burada idareyi elinde bulunduran siyasal iradeyi denetim
altında tutmak azınlık durumunda bulunan muhalefet partilerinin vazifesidir.
Temel Hak ve Özgürlüklerin Korunması: Bireylerin sahip olduğu asgari hak
ve özgürlükler öteki ifadeyle temel insan hakları, esas itibariyle idare konumundaki
devlete yönelik özgürlük talepleridir. Çoğulculuğu esas alan demokratik rejimlerde
iktidarın keyfi uygulamalarına karşı bireylerin koruması ana gayedir.
97
Beetham, Boyle, A.g.e., s. 38.
Ergun Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, Ankara, Yetkin Yayınları, 2004, s. 87.
99
Mustafa Erdogan, Anayasal Demokrasi, Ankara, Siyasal Kitabevi, 1996, s. 221.
98
50
Yasa Önünde Eşitlik: İnanç, kültür, ırk, cinsiyet, sosyal tabaka ayrımı
gözetilmeksizin her bir birey kanunlar karşısında eşittir. Herhangi bir kişiye her ne
nedenle olursa olsun ayrımcılık yapılamaz ayrıca ayrıcalık da sunulamaz.
1.4.2. Çoğunlukçu Demokrasi Anlayışı
Çoğunlukçu veya mutlak demokrasi olarak da isimlendirilen bu anlayış
çoğunluk
prensibine
dayanmaktadır.
“Çoğunluk
prensibi
şu iki önermeyle
özetlenebilir: Devlet halkın çoğunluğunun iradesine göre yönetilmelidir ve
çoğunluğun kararı her şeyin üstündedir. Bu anlayışa göre çoğunluğun yönetme hakkı
mutlaktır ve bu yönetme hakkı, kuvvetler ayrılığı, kanunların yargısal denetimi gibi
kavram ve kurumlarla sınırlandırılmamalıdır.”100
“Diğer demokrasi anlayışlarına göre istikrarlı hükûmetler kurulmasını sağlayıp
iktidarın el değiştirmesine olanak tanıyan bu model, politikaların oluşturulmasında
seçmenler açısından açık ve kontrol edilebilir karar mekanizmalarına sahiptir. Ancak
çoğunlukçu demokrasi seçim dönemi boyunca çoğunluğa çok geniş bir takdir alanı
bıraktığından iktidarın kötüye kullanılması ve bir çoğunluk diktasına dönüşebilme
ihtimali bulunmaktadır.”101 Böyle bir durumda bu tarz ülkelerde devletin yani
demokratik sistemin tamamının (yasama, yürütme ve yargının) sandık sonucuna
indirgenerek yönetilmeye çalışılması o devleti hukuk devleti olmak yerine parti
devletine dönüştürme riskini taşımaktadır. Yargının siyasallaşması durumu hukuk
kurallarının iktidar tarafından keyfi olarak istismar edilmesine yol açabilmektedir.
Hukuka olan güvenin sarsılması vatandaşlar ile devlet arasındaki güvene dayalı
ilişkinin zarar görmesine neden olmaktadır.
Westminister Modeli olarak da bilinen bu demokrasi anlayışı ile ilgili en dikkate
değer kuramın Arend Lijphart tarafından ortaya koyulduğu görülmektedir. Lijphart
1984 ve 1999 tarihli Çağdaş Demokrasiler ve Demokrasi Modelleri isimli eserlerinde
Gözler, A.g.e., s. 114.
Ece Göztepe, Çoğunlukçu Demokrasi Anlayışına Karşı Çoğulcu Demokrasi Modellleri, Ankara,
Türkiye Barolar Birliği Yayınları:186, 2011, s. 146.
100
101
51
bu kategorileri; önce yirmi bir daha sonra otuz altı ülkede performans açısından
değerlendirmiştir. Lijphart farklı ölçüleri baz alarak toplumlar için ne tür
demokrasilerin daha iyi modeller sunduğu sorusuna yanıt bulmaya çabalamıştır. Bu
kuramsal bir çerçevenin ampirik olarak pratik edilmesi yönünden siyaset bilimi için
oldukça anlamlı değeri yadsınamaz bir katkıdır.102
1.5. Demokrasi Kuramları
İnsanların günlük hayatta kendilerini yönetenlerle kurdukları iletişim ve ilişkinin
biçimini belirleyen siyasal sistemleri tecrübe ederek günümüze kazandırmış olmaları
binlerce yılın en önemli politik kazanımlarından biri olarak kabul edilmektedir. Bu
tarihsel süreç içerisinde demokrasi rejiminin diğer rejimlere göre halk ile yönetenler
arasında daha iyi ya da daha sağlıklı bir iletişim ve ilişkinin tesis edilmesine katkı
sağladığı düşünülmektedir. Bu rejimin, siyasal sistemler içerisinde daha iyisi tecrübe
edilene kadar şimdilik en ideali olduğu kabul görmektedir. Yüzyıllardır süre gelen
birçok siyaset bilimciden hukukçuya ve siyasetçiye göre eksiklikleri bulunan
demokrasinin; tanımı, özellikleri ve işlevleri üzerine yapılan yorumlar ve eleştiriler
zamanla bir kurama dönüşmüştür. Bu kuramların en üst başlıkta değerlendirirken
Normatif ve Ampirik Demokrasi Kuramları olarak ikiye ayırıldığı görülmektedir.
1.5.1. Normatif Demokrasi Kuramı
Demokrasiyi sözlük anlamı ile tanımlayan bu kuramda demokrasinin olması
gereken hâline vurgu yapılmaktadır. Bu kurama göre bir rejimin demokratik
olabilmesi için bir toplumun tamamının isteklerini yerine getirmesi veya karşılaması
gerekmektedir. Gözler, bu demokrasi kuramı ile ilgili olarak, normatif manada
demokrasinin demokratik rejimlerin erişmeyi düşündükleri bir amaçtan öte bir şey
olmadığını düşünmektedir. Ona göre; bu idealin reddedilmesi mümkün değildir fakat
demokrasilerin bu idealle betimlenmesi da tek başına yeterli olmaz çünkü
demokrasiler bu anlamda betimlenirse dünyada demokratik rejimin olduğu
Ayrıntılı bilgi için bakınız; Arend Lijphart, Çağdaş Demokrasiler, Çev: Ergun Özbudun-Ersin
Onulduran, Ankara, Türk Demokrasi Vakfı ve Siyasi İlimler Derneği Ortak Yayını 1986. Demokrasi
Modelleri, Çev: Güneş Ayas-Utku Umut, İstanbul, İthaki Yayınları, 2014.
102
52
söylenemez103 Lijphart’a göre ise; her yönüyle toplumun ihtiyaçlarına tam anlamıyla
karşılık gelen bir idare şekli hiçbir dönem yaşanmamıştır ve belki de hiçbir zaman
yaşanmayacaktır.104
1.5.2. Ampirik Demokrasi Kuramı
Demokrasiye normatif demokrasi kuramı gibi yaklaşmayan bu kuram
demokrasiyi olması gerektiği gibi değil olan üzerinden ele alıp değerlendirmektedir.
Kuram, demokratik olarak nitelendirilen mevcut rejimler arasındaki ortak özellikleri
incelemektedir. Gözler’e göre, bu çeşit demokratik yönetimlerin karakteristik özelliği
bütünüyle demokratik bir duyarlılıktan ziyade nispeten çokça bir vatandaş
topluluğunun uzun bir müddet süresince beklentilerine yanıt verebilmesidir.105
Ortaya koyduğu demokrasi çalışmaları ve demokrasi alanına kazandırdığı
(Polyarchy) kavramı ile tanınan siyaset bilimcilerden Robert Dahl, bir rejimin
demokratik olarak nitelendirilebilmesi için bazı şartları taşıması gerektiğini
belirtmiştir. Dahl bir rejimin demokratik olarak nitelendirilebilmesi için bazı
standartlardan bahsetmektedir ona göre:
“Bu standartlardan ilki, etkin katılımdır. Bağlayıcı kararların alınması sürecinde
vatandaşlar, ortaya çıkacak sonuç hakkında kendi tercihlerini ifade etmek için gerekli
ve eşit imkâna sahip olmalıdır. Bir vatandaş için etkili katılım açısından gereken
fırsatların dışlanması, tercihleri bilinmeyeceği veya yanlış algılanacağından dikkate
alınmayacak anlamına gelmektedir. İkincisi, oy kullanma eşitliğidir. Ortak kararların
karşılaştırılma aşamasında her vatandaş, diğerinin ifade ettiği tercih ile eşit ağırlıklı
olarak işleme tabi tutulacak bir tercihi ifade etme konusunda güvence altına alınmış eşit
olanağa sahip olmalıdır. Karar alma aşamasında ve sonuçların belirlenmesinde bu
tercihler dikkate alınmalıdır. Bu kriter Eski Yunan’dan bu yana demokratik kuramın ve
pratiğin ana dayanaklarından biri olmuştur. Üçüncüsü, iyi kavramadır. Her vatandaş,
çıkarlarına en iyi şekilde hizmet edecek biçimde karara bağlanması gereken bir konuyla
ilgili tercihini bulup ortaya koymak ve (bir karara duyulan ihtiyacın izin verdiği süre
içinde) geçerli kılmak için gereken olanaklara eşit olarak sahip olmalıdır. Bu kriter, bir
Gözler, A.g.e., s. 112.
A.e., s. 112.
105
A.e., s. 113.
103
104
53
kimsenin kendi çıkarları ile bu çıkarlar yönündeki politikaların sadece kendisi için değil
ilgili diğer tüm insanlar için beklenen sonuçları konusunda bir anlayışa sahip olması
yönünde sağladığı imkânlara göre değerlendirilmelidir. Dördüncü kriter, gündemin
izlenmesidir. Demokratik olmayan yöneticilerin gündem üzerindeki denetimleri daha az
belirgin ve daha üstü kapalı olabilir. Bazı ülkelerde, örneğin askeri önderler seçilmiş
sivillerin sözde denetimleri altındadır ama seçilmiş siviller, kararlarını ordunun
istekleri doğrultusunda biçimlendirmedikleri takdirde mevkilerini yitireceklerini veya
daha kötüsünün başlarına geleceğini bilmektedirler. Bu düşünceler, dördüncü bir
kriteri, gündemin nihai olarak halk tarafından denetlenmesini ortaya atmaktadır. Son
kriter ise poliarşidir. Poliarşi (Çokluk Yönetimi), en genel düzeyde iki geniş özelliğiyle
ayırt edilen bir siyasal düzendir. Vatandaşlık, ve vatandaşlık haklarını önceleyen bu
kavrama göre vatandaşlık; yetişkinlerin görece geniş bir bölümünü içine alacak denli
genişletilmiştir. Vatandaşlık hakları ise, muhalefet etme ve yönetimde en üst düzeyde
bulunan görevlileri seçimle işbaşından uzaklaştırma olanağını içermektedir. Seçilmiş
görevliler, özgür ve adil seçimler, kapsayıcı seçme hakkı, mevki için yarışma hakkı,
ifade özgürlüğü, alternatif bilgilenme ve örgütsel özerklik poliarşinin kurumlarıdır.
Poliarşinin kurumları, geniş ölçekli, özellikle de ulusal devlet ölçeğindeki bir demokrasi
için zorunludur. Konuyu biraz farklı bir biçimde ifade edersek poliarşinin tüm
kurumları,
bir
ülkenin
yönetiminde
demokratik
sürecin
en
üst
düzeyde
gerçekleştirilebilirliğini sağlamak için gereklidir. Buradaki yedi kurumun hepsinin
gerekli olduğunu söylemek, bunların yeterli olduğu anlamına gelmemektedir. 106 Dahl,
bu kavramı demokrasinin ampirik yönüne dikkat çekmek için kullanmış olup bu
tür rejimleri ideal demokrasilerden ayırt etmek için kullanıma sokmuştur.
Kemal Gözler, ampirik anlamda demokratik olarak nitelendirilebilecek bir
rejimin minimum düzeyde altı özelliği taşıması gerektiğini belirtmektedir. Bu
özellikler:
1- “Etkin Siyasal Makamlar Seçimle İş Başına Gelmelidir: Bir siyasal rejime
demokratiktir diyebilmemiz için öncelikle o rejimde etkin siyasal makamlar halk
tarafından seçimle belirlenmelidir.
2- Seçimler Düzenli Aralıklarla Tekrarlanmalıdır: Etkin siyasal makamları belirlemek
için yapılan seçimlerin düzenli aralıklarla tekrarlanması gerekmektedir. Zira
106
Dahl, A.g.e., s. 57-66.
54
demokrasi iktidara sadece seçimle gelmeyi değil, iktidardan seçimle gitmeyi de
öngörür.
3- Seçimler Serbest Olmalıdır: Etkin siyasal makamları belirlemek için düzenli
aralıklarla yapılan seçimlerin bir anlam ifade edebilmesi için seçimlerin serbest ve
adil olması gerekir. Bunun için ise seçimlerde genel oy, eşit oy, gizli oy, açık sayım
ilkeleri uygulanmalıdır.
4- Birden Çok Siyasal Parti Var Olmalıdır: Etkin siyasal makamları belirlemek için
yapılan seçimlerin bir anlam ifade edebilmesi için ülkede birden fazla siyasal
partinin mevcut olması ve seçimlere katılması gerekmektedir. Demokratik rejimleri
demokratik olamayan rejimlerden ayıran en önemli unsur örgütlenmiş muhalefetin
varlığıdır.
5- Muhalefetin İktidar Olma Şansı Mevcut Olmalıdır: Etkin siyasal makamları
belirlemek için düzenli aralıklarla yapılan ve birden çok siyasal partinin katıldığı
seçimlerin bir anlam ifade edebilmesi için muhalefetin de iktidar olabilme şansının
mevcut olması gerekmektedir. Demokratik rejim var görüntüsü vermek için kurulan
uydu partilerin olduğu ülkeleri demokratik olarak nitelendirmek yanıltıcıdır.
6- Temel Kamu Hakları Tanınmış ve Güvence Altına Alınmış Olmalıdır: Etkin siyasal
makamları belirlemek için düzenli aralıklarla yapılan ve birden çok siyasal partinin
katıldığı serbest seçimlerin bir anlam ifade edebilmesi için ülkede temel kamu
haklarının tanınmış ve güvence altına alınmış olması gerekmektedir. Düşünce, basın,
ifade, toplantı ve gösteri yapma hürriyeti gibi temel haklar tanınmamışsa,
seçmenlerin gerçek anlamda bir tercih yaptıkları söylenemez.
”107
Gözler’e göre demokrasi ampirik kuramın şartlarından yola çıkılarak
tanımlanmalıdır. Buna göre Gözler, demokrasinin yukardaki altı şartı yerine getiren
rejim olarak tanımlanabileceğini söylemektedir. Gözler’e göre demokrasi; “etkin
siyasal makamların, düzenli aralıklarla tekrarlanan, birden fazla siyasal partinin
katıldığı, muhalefetin iktidar olma şansına sahip olduğu, serbest seçimlerle belirlendiği
ve temel kamu haklarının tanınmış ve güvence altına alınmış olduğu bir rejimdir.”108
107
108
Gözler, A.g.e., s. 114.
Gözler, A.g.e., s. 115.
55
1.6. Liberal ve Sosyal Demokrasi Kuramı
Günümüzde demokratik bir sistem dâhilinde yönetilen ülkeler için olmazsa
olmaz kabul edilen hukuk devleti ve sosyal devlet olma hasletleri, uygulama açısından
en yaygın demokrasi anlayışı olarak bilinen Liberal Demokrasi ve Sosyal
Demokrasi’nin siyaset bilimine kazandırdığı kavramların başında gelmektedir. Ahmet
Taner Kışlalı “Liberal Demokrasi’nin hukuksal adalet kavramından esinlenerek hukuk
devleti kavramını yaratması gibi, Sosyal Demokrasi’nin de toplumsal adalet
kavramından esinlenerek sosyal devlet kavramını yarattığını” söylemektedir.109
1.6.1. Liberal Demokrasi Kuramı
Demokrasi kuramları genel olarak, demokrasileri normatif kılma açısından
geliştirilmiş ve birbirleri ile benzer özellikler taşıyan demokrasiyi yorumlama
biçimleridir. Burada dikkat çeken bir diğer ortak nokta ise hemen hemen tüm
yorumların liberal temsilî demokratik uygulamanın kritik edilmesi üzerine bina
edilmesidir.
Mehmet Arı’ya göre farklı tarihsel nedenlerden dolayı temsili esas alan
demokrasi rejimleri liberal demokrasi olarak isimlendirilmektedir. Arı bunun nedenini;
liberal anayasacılık oluşumu içerisinde birçok batılı devletin demokratik bir yapıya
kavuşmadan önce liberal bir yapıda olmasına bağlamaktadır. Arı; “Monarkın
yönetiminin meşruiyeti, anayasacılık hareketinin bir sonucu olarak burjuvazinin
temsilcilerinden oluşan bir parlamentonun onayına bağlanmıştır. Böylece genel ve eşit
oy ilkesinden çok önce demokrasi temsilî bir sistem hâline gelmiştir.” görüşündedir.110
Siyasal kuramlar alanında çalışmaları ile tanınan Fatmagül Berktay, liberal
sözcüğünün Latince liber sözcüğünden (özgür) türetildiğini ve 18. yüzyılın sonuna dek
özgür insana yaraşan anlamında kullanıldığını belirtmektedir. Dolayısıyla Berktay, o
109
Kışlalı, A.g.e., s. 268.
Mehmet Arı, “Düşük Yoğunluklu Demokrasi ve Türkiye: 1980 Sonrası Dönemde Türkiye’de
Demokratikleşme Süreci”, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi ve
Siyaset Bilimi Anabilim Dalı Yayımlanmamış Doktora Tezi, Dan.: Prof. Dr. Ömür Sezgin, Ankara,
2004. s. 12.
110
56
dönem insanların liberal sanatlardan, liberal uğraşlardan, liberal eğitimden söz
ettiklerini belirtmektedir. Böylelikle liberal sözcüğünün; düşünsel birikim bakımından
hür, meselelere geniş bir çerçevden bakabilen, cömert ve müsamahalı birey anlamını
kazanmıştır. Liberalizm ise devletin merkeziyetçi ve otoriterliğine karşı bir yönelim ya
da siyasal yapı anlamında kullanılmıştır. Nitekim birçok siyaset bilimci liberalizmin
erken çağdaş Avrupa’dan otoriter idareye karşı siyasi reaksiyondan kaynaklandığına
işaret etmektedir. Berktay’a göre liberalizm geçtiğimiz dört asırda Avrupa’da ve
Avrupa kültüründen etkilenen ülkelerde birçok akıma ilham kaynağı olmuştur.
Dolayısıyla liberalizmi Batı kültüründen bağımsız olarak düşünmek ve tanımlamak
pek
olanaklı
değildir.
Berktay
bu
düşüncenin
esas
kaygısının
devletin
müdahaleciliğine karşı bireyleren sivil özgürlüklerini pekiştirmek olduğuna dikkat
çekmektedir.111 Berktay ayrıca liberalizmi; “aydınlanma geleneğine dayanan ve siyasal
iktidarı sınırlandırarak bireysel hak ve özgürlükleri tanımlayıp savunmaya yönelen
siyasal ve ekonomik felsefe” olarak tanımlamaktadır.112
Liberalizmin sözlükteki karşılığına bakıldığında; birey, toplum ve devlet
arasında sürdürülen ilişkilerde önceliğin kişilerin temel hak ve özgürlükleri esas
alınarak yürütülmesi gerektiğini savunan ekonomik ve siyasal düşünce sistemi
biçiminde açıklandığı görülmektedir. Liberalizmin tarihsel arka planına bakıldığında
bu felsefenin eski Yunan’dan kaynaklanan demokratik pratiklerin ve rasyonel bakış
açısının gelişimi ve uzantısı olduğu sonucuna varılabilir. Bu terimin siyaset bilimi
bağlamında karşılığına bakıldığında ise belirli bir toplumsal ve siyasal düşünce
geleneğini savunan iktidara karşı kişiyi ve onun temel haklarına dikkat çeken bir
yaklaşımı ifade için kullanıldığı söylenebilir.113
Berktay, liberal bireyciliğin oluşmasında tarihsel olarak Avrupa’da uzun yıllar
süren din savaşlarının, modern bilimin özellikle 16 ve 17. yüzyılda gösterdiği terakki
ile feodalizmden kapitalizme geçişin etkili olduğunu söylemektedir. Klasik
Fatmagül Berktay, “Liberalizm: Tek Bir Teorik Pozisyona İndirgenmesi Olanaksız Bir İdeoloji”
19.Yüzyıldan 20.Yüzyıla Modern Siyasal İdeolojiler, Der: H.Birsen Örs, İstanbul, Bilgi Üniversitesi
Yayınları, 2009, s. 49-50.
112
A.e., s. 50.
113
A.e., s. 51.
111
57
liberalizmin özellikle Amerikan ve Fransız Devrimleri’nin kritik rolü ile gelişme
gösterdiğini kaydeden Berktay, Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nin John Locke’un
ortaya koyduğu doğal hukuk kuramını, Amerikan anayasasının Montesquieu’nun
kuvvetler ayrılığı yaklaşımını, İngiltere Haklar Bildirgesi’nin ise, bireyin kişiliği ve
haklarını güvence altına aldığını belirtmektedir. Berktay’a göre liberal politik anlayışın
temel unsurları; 1688 İngiliz ‘Görkemli Devrim’i, 1776 Amerikan ve 1789 Fransız
Devrimleri sonrasında oluşmuştur. Bu devrimlerden doğan yeni siyasal düzeni
yerleştirmek için kaleme alınan çeşitli hak bildirgelerinde ve anayasalarda ifadesini
bulan ‘hukukun üstünlüğü’ ilkesi ise o dönemden kalan çok önemli bir miras olmuştur.
Hukukun herşeyin üstünde tutulması formülasyonunda iki temel ilke esas kabul
edilmiştir. İlki, evrensellik ilkesi gereği kanunlar herkesi eşit bir şekilde bağlayacak ve
yansız uygulanacak, bireylerin sosyal statüsü ne olursa olsun asla ayrıcalık
tanınmayacaktır. İkincisi ise, yasa önünde eşitlik ilkesi gereği kanunlar olabildiğince
bireylerin arzu ettiği hayatı sürdürebilmesi için herkese eşit olanak tanıyacaktır.114
Berktay, liberalizm ve liberal demokrasinin ortaya çıkışıyla ilgili olarak liberalizmin;
kapitalizmin yarattığı burjuvazinin talepleriyle, liberal demokrasininde yine bu
kesimin aristokrat feodal beyler karşısında eşitlik ve özgürlük gibi siyasal taleplerini
gerçekleştirmek üzere ortaya çıktığını söylemektedir. Berktay’a göre liberal
demokrasiye yüklenen anlama bakıldığında; eşitlik, özgürlük, hukukun üstünlüğü ve
bireysel girişimi destekleyici tutum gibi öğeler görülürken temel ölçütün insan olması
dikkat çekicidir. Berktay, burada devlete yüklenen anlamın hukukun işlerliği
çerçevesinde eşitlik ve özgürlüğün garantörlüğünü yapması olduğuna dikkat
çekmektedir. Berktay, liberal demokrasinin hukuksal adalet üzerinde durmasının
hukuk devleti kavramının doğuşuna zemin hazırlaması açısından oldukça anlamlı
olduğu görüşündedir.115
Liberalizmin özgürlük anlayışının temelinin, girişimciye özgürlük fikrine
dayandığı bilinmektedir. 18. yüzyılda burjuvaziyi oluşturan ticaret ehlinin hiçbir
devlet müdahalesine maruz kalmadan rahatça ticaretini yapabilmesi hedeflenmiş,
devletin varlık gayesi özel mülkiyet hakkını sağlamak ve teminat altına almak olarak
114
115
A.e., s. 66.
A.e., s. 52.
58
tespit edilmiştir. Burada devletin sınırlandırılması için siyasal erkin; yasama, yürütme
ve yargı kurumları arasında paylaştırılması öngörülmüştür. Siyasal erkin idare
edilenlerin rızasına dayanması ile ilgili olarak da sayısal olarak siyasi çoğunluğun
iradesinin dikkate alınması söz konusudur. Ancak burada çoğunluğun rızasının asgari
hak ve hürriyetlerin ihlal edilmesiyle neticelenecek bir baskıya dönüşmemesi esas
kabul edilmiştir.
Liberalizmin liberal demokrasiye dönüşümüne bakıldığında, politik anlamda
liberalizme yön veren ilkenin yönetimin iktidarının sınırlandırılması olduğu bu
konuyla ilgili çalışmalar yapan herkesçe bilinen bir gerçektir. Berktay devleti
tahditlendirme husunda mühim bir girişimin Sanayi Devrimi’nin neticesinde
kuvvetlenen burjuvaziyle gerçekleştiğini söylemektedir. Bu yeni sınıfın devleti
geçmişte olduğu gibi asillik ve toprağa dayalı zenginlik kriterine göre değil birey
noktasında tahditlendirmek istediğine dikkat çeken Berktay, ‘laissez faire’ yani
bırakınız yapsınlar yaklaşımının anahtar bir rol üstlendiğini belirtmektedir. Bu anlayış
ile beraber devletin tıpkı toplum gibi, üstlere saygı yerine üyelerinin karşılıklı rızasıyla
bir arada tutulan gönüllü bir birlik olarak görülmeye başlandığını kaydeden Berktay,
19. yüzyıl liberallerinin karşı karşıya olduğu temel sorunun, devlet otoritesi ile
bireysel özgürlük arasındaki ilişki olduğunu belirtmektedir. Berktay, burada
liberallerin, kralın kesin ve kafasına göre kullandığı gücüne karşı teminat
sağlayabilmek için; düşünce ve basın özgürlüğünü, inanç ve vicdan özgürlüğünü, keyfi
şekilde hapsedilmeme hakkını ve özel mülkiyet hakkını temin eden yazılı kanunlar
yapılmasını istediklerini söylemektedir. Liberaller bu amaçla siyasal gücün istismar
edilmesinin önüne geçmek için bu gücün özgür seçimle tesis edilen parlamentolar
arasında bölüştürülmesini savunmuşlardır. Meşruiyetini
yönetilenlerin serbest
seçimlerde açığa çıkan rızasından alan bir yönetim, liberaller açısından bireysel hak ve
özgürlükleri en az ihlal edecek yönetim olarak kabul görmüştür. Burada liberal
düşüncenin
devlet
söylenebilmektedir.
116
ile
sivil
toplum
arasındaki
keskin
ayrımı
öncelediği
116
A.e., s. 64.
59
Liberalizm
ile
demokrasinin
bileşenleri
arasındaki
ilişkinin
biçimine
bakıldığında özellikle 19 ve 20. yüzyıllarda demokrasinin ulus-devlet çerçevesi
içerisinde sürdürülmesinin vazgeçilmez olduğu görülmektedir. Öte yandan da
liberlizmin, demokratikleşme süreci üzerinde kısıtlayıcı bir rol oynadığı dikkat
çekmektedir. Berktay örnek olarak; liberallerin geçmişte mülksüzlere oy hakkı
tanınmasının mülkiyet hakkını ve piyasa ekonomisini tehlikeye sokacağı nedeniyle
endişelendiklerini söylemektedir. Onlara göre yurttaşların bağımsız karar alabilmek
için belli bir eğitim ve mülkiyet sahipliğinin olması gerekmektedir. Bu mantık
yürütme biçimine göre, belli düzeyde entelektüel ve ekonomik bağımsızlığa sahip
olmayanların bireysel özerkliği yücelten liberal yaşam biçimiyle bir ünsiyetlerinin
olması imkânsız görülmüştür. Bu akıl yürütme biçiminin neticesinde pratikte mal
sahibi olmayan erkek işçiler ve kadınlar siyasal yurttaşlıktan dışlanmışlardır.
Demokrasinin özel mülkiyeti sınırlandırabileceği endişesi de oy hakkının uzun bir süre
yalnızca mülk sahipleriyle sınırlı tutulmasına yol açmıştır. Berktay’a göre liberallerin
demokrasiyi savunmasında, özellikle yönetimin halka hesap vermesini, dolayısıyla
halkın kişisel çıkarlarının korunmasını sağlamasının ana etkenler olarak belirdiği
görülmektedir. Bu aynı zamanda yönetimin sınırlandırılmasının da gereklilikleri
arasında yer almaktadır. Neticede liberal demokraside geleneksel liberalizm gibi
temelde kişisel hakların ve özgürlüğün değerini müdafa eder ve liberal özgürlükleri
garanti altına alan bir hukuki çerçeve içinde idarenin kısıtlandırılmasının ehemmiyetini
vurgulamaktadır. Berktay, bu anlayışa göre herkesin, kamusal hayata dâhil olma
hakkına sahip olduğunun varsayıldığını ancak asıl vurgunun, bireylerin özel
hayatlarına ve özel işlerine karışılmasından sakınmaları yönünde olduğuna dikkat
çekmektedir.117
Siyasal anlamda demokratik ve liberal devlet arasında önemli bir fark olmadığını
söyleyen Sartori, liberal devletin demokratik devletin yeni bir görüngüsü olarak ortaya
çıktığını ileri sürmektedir. Bu nedenle o, siyasal demokrasi kavramını muğlaklıktan
kurtarmak için bunun yerine Liberal Demokrasi kavramının kullanılabileceğini
savunmaktadır.118 Duverger’in de siyasal demokrasi ile sosyal demokrasinin
117
118
A.e., s. 72.
Sartori, A.g.e., s. 417.
60
birbirlerini tamamladıklarını, dolayısıyla gerçek demokrasiye siyasal ve sosyal
demokrasinin senteziyle ulaşılabileceğini ileri sürdüğü bilinmektedir.119
1.6.2. Sosyal Demokrasi Kuramı
Sosyal Demokrasi’nin özü; özellikle Batı Avrupa’nın sanayileşmiş ya da
sanayileşme sürecinde olan toplumlarında ekonomik, siyasal, kültürel ve sosyal
gelişmelere dayanmaktadır. Bu noktalarda yaşanan değişimler sadece sosyalist
akımların ortaya çıkmasını sağlamamış aynı zamanda dönemin liberal yaklaşımlarında
da değişiklikler doğurmuştur. O nedenle sosyal demokrat yaklaşım; sosyalizmi liberal
siyaset ve kapitalist halkla birbirine uyumlu hale getirmr teşebbüsü gibi
değerlendirilmiştir. Sosyal Demokrasi’nin esas olarak Batı Avrupa’nın ileri sanayi
toplumlarına özgü oluşu ve sosyalizm ile liberalizm arası melez bir politik oluşum
niteliği taşıması bu demokrasi anlayışının tanımlanmasında da belirleyici bir özellik
içermektedir. Öyle ki bu anlayış bir nevi sosyalist idealler ile liberal değerlerin
buluşmasından teşekkül eden bir sentez olarak nitelendirilmektedir. 120
Sosyal Demokrasi, ekonomik yönden güçlü olan kesimlerin ihtiyaçları
doğrultusunda oluşan liberalizmin aksine ekonomik sorunları görülen bir zümrenin
ihtiyaçlarına cevap olarak ortaya çıkmıştır. Hukuki eşitlik ve özgürlük kavramları işçi
zümresi için de önemli olmakla beraber, ekonomik gücün zayıflığı işçi sınıfının
liberalizmin getirdiği hak ve özgürlüklerden yeterince yararlanmasının önüne
geçmiştir.121 Nitekim 18. ve 19. yüzyıllar, Avrupa’da Sanayi Devrimi’nin bunun
sonucunda daha da belirginleşen eşitsizliğin, tutucu monarşilerin ve özgürlükçü
düşüncelerin bir arada ve birbiriyle mücadele içinde yaşadığı tarihsel dönemler olarak
bilinmektedir. Bu mücadeleyi Avrupa’da monarşilerin yıkılış ve cumhuriyetlerin
kuruluş süreçlerinde net bir şekilde görmek mümkündür. Demokrasi kavramıyla ilgili
ilk akla gelen seçme ve temsil edilme ya da genel ve eşit oy ilkeleri olmasına rağmen,
119
Duverger, A.g.e., s. 23-24.
Sevgi Uçan-Çubukçu, “Sosyal Demokrasi: Melez Bir Politik Gelenek”, 19.Yüzyıldan 20.Yüzyıla
Modern Siyasal İdeolojiler, Der: H. Birsen Örs, İstanbul, Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2009, s. 259.
121
Yakışır, A.g.e., s. 23.
120
61
modern anlamıyla demokrasi mücadelesinin sanayileşme ile başlayan bir süreç olduğu
söylenmektedir. Bu yargıdan yola çıkarak demokrasinin özellikle çalışan kesimlerin
siyasete katılım talebini içerdiği ifade edilmektedir. Bu dönemde görülen ikinci bir
mücadelenin de liberaller için adeta bir parola olarak değerlendirilebilecek ‘laissez
faire’ felsefesi etrafında şekillenen liberal tezler ile değişimi emekçi (çalışan) yoksul
kitleler lehine olmasını talep eden sosyalist, sendikalist tezler arasında yaşandığı
söylenebilmektedir. Bu mücadele bundan yaklaşık yüz altmış sekiz yıl önce Karl Marx
ve Friedrich Engels’in yazdıkları Komünist Manifesto’nun da arka planını
oluşturmuştur. Sosyal Demokrasi’nin oluşum çağının bir anlamda Marksist tarihle iç
içe olduğu ifade edilmektedir.122
İlk etkileri 1929 yılında hissedilmeye başlanmış dünya ekonomik bunalımı
kapitalizmin tarihinde hayati kırılma noktalarından biri olmuştur. Üretimde yaşanan
düşüş ile beraber ortaya çıkan işsizlik yoksulluk ve eşitsizlik gibi çok önemli
toplumsal sorunlara yol açmıştır. Bu noktada hâkim liberal anlayış ve politikalara olan
güven azalmış sosyalist ekonomik argümanlar daha gür bir sesle dillendirilmeye
başlanmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise sosyal demokrasi için esas sorun,
sosyalizme barışçıl (parlamenter) yollardan mı yoksa devrim yoluyla mı geçileceği
konusu olmuştur. Savaş sonrasında ise ABD’nin Avrupa’da özellikle 1947 yılında
Rusya ile başlayan Soğuk Savaş sürecinde Sovyet komünizminin Avrupa içlerinde
popülaritesinin artma ihtimaline karşı daha aktif bir rol üstlendiği görülmüştür.
Marshall Yardımı olarak bilinen Ekonomik Onarım Programı (ERP) bunun ilk adımı
olmuştur ve bu adım Soğuk Savaş’ın başlangıcı olarak kabul edilmiştir. Bu dönemde
Avrupa’da anti-sosyalist kapitalist ekonomik modelin revizyonisti kabul edilen liberal
iktisatçı John Maynard Keynes’in tüketimin yaygınlaştırılmasının sermayenin
kullanımını en üst seviyeye çıkaracağı bunun da istihdamı arttıracağı yönündeki
görüşleri makul karşılanmıştır. 1960’lardan itibaren ise, refah devleti projesiyle hâkim
olan sosyal demokrat iktidar ve koalisyonlar özellikle sosyal hizmetler temelinde
devlet harcamalarını artırarak Avrupa’ya damga vurmayı başarmışlardır. Bu yıllar
sosyal demokrasinin altın çağı olarak anılmaktadır. Örneğin İngiltere’de İşçi Partisi
1969’da, Alman Sosyal Demokrat Parti (SPD), Fransa’da ise Sosyalist Parti (PS),
122
Çubukçu, A.g.e., s. 260.
62
ABD’de ise Demokratlar iktidara gelmiştir. 1970’li yılların başından itibaren ise
ekonomide görülen durgunlukla beraber baş gösteren sorunlara sosyal devlet
anlayışına sahip iktidarların cevap veremez hâle geldiği görülmüştür. O dönem
benimsenen refah devleti politikasının tüm toplumsal sınıfların beklentisini karşılama
üzerine kurulu paradigması çökme noktasına gelmiş bu tıkanıklığın nedeni olarak
değerlendirilmeye başlanmıştır.123
Ekonomik yönden güçlü sınıfların siyasal demokrasiden beklentileri; hukuksal
eşitlik, özgürlük ve güçlü olanın zayıf olan üzerindeki ekonomik tahakkümüne
müdahil olmayan bir devlet anlayışıdır. Ekonomik açıdan zayıf durumda olan işçi
sınıfı ise devletin çeşitli sosyal hak ve özgürlüklerle kendisini halktan yana
konumlandırmasını beklemektedir. Sosyal demokrasilerde devletin temel görevi, var
olması gereken özgürlüklerin ortamının hazırlanması ve bir anlamda kapitalist yapı
içerisinde emekçi sınıfın lehine düzenlemeler getirmesidir. Gelir dağılımındaki
adaletsizliğin ortadan kaldırılması, servetin belirli bir kesimin elinde yoğunlaşmasının
önüne geçilmesi, işsizliğin engellenmesi, eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması gibi
konular sosyal demokrasinin bileşenlerini oluşturmaktadır.124
1.7. Antik ve Modern Zamanların Antidemokratik Yönetim
Biçimleri
Antik Yunan döneminden günümüze kadar uzanan süreçte ilk kez modern
zamanlarda ortaya çıkan totalitarizm dışındaki birçok politik kavramın (otokrasi,
aristokrasi, despotizm, tiranlık, özgürlük, adalet ve demokrasi) ya Antik Yunan
Polisi’nden ya da Roma İmparatorluğu’ndan günümüze miras olarak aktarıldığı
bilinmektedir. Bu kavramlardan antidemokratik çağrışımlar yapan tiranlık, despotizm
ve diktatörlük kavramlarının bazen eş anlamda kullanıldıkları dikkat çekmektedir. Bu
kavramların doğru bir şekilde anlaşılması demokrasinin ne olmadığına dair sorulan bir
soruya doğru bir cevap verebilmesi bakımından önem taşımaktadır.
123
124
A.e., s. 261.
Yakışır, A.g.e., s. 24.
63
Günümüzde yönetimlerin tasnifi ile uğraşan siyaset bilimcilerin yönetimlerin
tanımlanmasına yardımcı olan geleneksel sorulardan kim yönetiyor sorusundan
ziyade, nasıl yönetiyor sorusuna odaklandıkları görülmektedir. Bir yönetimin
karakteristik yönlerinin anlaşılmasına yardımcı olacak bu sorunun, daha çok;
yönetimlerin toplum üzerindeki kontrol metotlarına ve derecelerine, meşruiyet için
ideolojik ve diğer iddialarına, politik ve idari yapılarına ve gerçekleştirmek istediği
amaçlara ilişkin olduğu söylenebilir. Sartori’nin de başka düşünürler gibi,
demokrasinin ne olduğu sorusuna cevap verebilmek için, öncelikle onun ne olmadığını
betimlemek uğraşısına giriştiği görülmektedir. Sartori’ye göre, demokrasi için iyi bir
karşıt nedir sorusuna verilebilecek cevap seçenekleri çeşitlidir. Sartori, seçenekleri
şöyle sıralamaktadır: tiranlık, despotizm, otokrasi, mutlakiyet, diktatörlük, otoriterizm
ve totalitarizm.125 O, bunlardan tiran ve despotu, Antik Yunan terimleri olarak
ayırmaktadır. Kökleri Latince ve Yunanca olan mutlakiyet ve otokrasi, politikanın söz
varlığına on sekizinci yüzyılda dâhil olmaktadır. Diktatörlük (klasik anlamda) ise
Roma terimidir, fakat şimdiki anlamını yirminci yüzyılda kazanmıştır. Totalitarizmin
ise nispeten daha yakın zamanlarda, Birinci Dünya Savaşı sonunda ortaya çıktığını
belirten Sartori bugün, demokrasinin karşıtı nedir? diye sorulduğunda, totalitarizm
veya otoriterizm yanıtını verme eğilimi gösterdiğimizi söylemektedir. Sartori genel
konuşma dilinde ise demokrasiyi zıtlık içeren sözcüğün totalitarizm olduğunu
belirtmektedir. Sartori’nin tiranlık ve despotizmi ise bugünkü söz varlığımızda daha
çok birer ad olarak yaşayan kavramlar olarak düşündüğü görülmektedir. Ona göre son
elli yıldır diktatörlük terimi gerçekte tiranlık teriminin yerini almıştır.126
Günümüzde, politik özgürlük, anayasal hükûmet ve yasa egemenliğine uygun
olmayan keyfi ve baskıcı yönetimlerin eş anlamlarına indirgenen despotizm ve
tiranlık, bir toplumun sınırsız güce sahip hükûmetlerin ya da tek bir kişinin topluca
siyasal iradesi altında olduğunu gösteren ayrı rejim türleri olarak kabul
edilmektedir.127 Despotizm kavramını ilk kullananlar Platon ve Aristoteles'dir.
Despotes sözcüğünün o dönemdeki anlamı bir hanenin efendisidir. Hane ise kadın ve
125
Sartori, A.g.e., s. 201-202.
A.e., s. 221-222.
127
David Miller, Janet Coleman, William Connolly, Alan Ryan, Blackwell’in Siyasal Düşünce
Ansiklopedisi, Çev:, Bülent Peker ve Nevzat Kıraç, Ankara, Ümit Yayıncılık, 1995, s. 172.
126
64
kölelerden oluşur dolayısıyla sözcük ‘kölelerin efendisi’ anlamına gelmektedir.128
Ünlü İngiliz siyaset bilimci Kenneth Minogue’a göre, despotun iktidarına karşı
durmak söz konusu değildir. Parlamento, muhalefet, özgür basın, bağımsız yargı,
iktidara karşı kanun korumasına sahip özel mülkiyet yoktur. Kamusal alanda duyulan
tek ses despota aittir.129 Bu tarz eğilimler demokrasi ile yönetiliyor gözüken bazı
ülkelerde de görülmektedir. Böyle ülkelerde gücünü demokratik olup olmadığı
tartışmalı olan seçim sonuçlarından yani sandıktan alan iktidar, siyasallaştırdığı yargı
kurumu ve güvenlik güçleri aracılığıyla entelektüeller ve medya üzerinde baskı
oluşturmaktadır. Ayrıca iktidar hukuki olup olmadığı bile tartışılamayan gerekçelerle
muhalif gördüğü özel mülkiyete yönelik ciddi tasarruflarda bulunabilmektedir. Franz
Neumann ise diktatörlüğü; devlet içindeki iktidarın tekelleştirilmesi ve bu iktidarın
haksız bir şekilde kendilerine ait olduğunu öne süren bir grup insan veya bir insan
tarafından, sınırlama olmaksızın kullanılması şeklinde tanımlamaktadır.130 Neumann'ın
diktatörlük çeşitlerine yönelik ortaya koyduğu üçlü tipolojisinde basit diktatörlükler;
ordu, polis, bürokrasi ve hâkimlikler üzerindeki geleneksel baskı yöntemini, sezaristik
diktatörlükler; kitle desteğini, totaliter diktatörlükler ise; bütün bunlara ek olarak
eğitimin, iletişim araçlarının ve ekonomik kurumların kontrol edilmesi yöntemini
benimseyerek yurttaşların özel hayatlarına müdahaleyi ve bütün toplumun tahakküm
neticesinde politik sistem ile konforme olmasını amaçlarlar.131
Felsefe Terimleri Sözlüğü’nde totalitarizm; “Nazizm, faşizm ve Sovyet
Komünizmi’nde örneklenen, tek bir partinin egemenliği altında, her tür politik,
ekonomik ve toplumsal faaliyetin devlet tarafından düzenlendiği ve muhalefetin baskı
altında tutulduğu ve ezildiği, özgürlüğe yer bırakmayan politik yönetim tarzı” olarak
tanımlanmaktadır.132 Arendt’e göre, totaliter diktatörlükleri seleflerinden ayıran en
önemli fark; totaliter liderlerin kendilerini istediklerini yapmaya muktedir keyfi iktidar
Asime Tuba Gülmez-Stewart, “Demokrasi Perspektifinden Totalitarizm Kavramı ve Hannah
Arendt”, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi Anabilim Dalı
Yayımlanmamış Doktora Tezi, Dan.: Prof. Dr. Suna Başak, Ankara, 2012. s. 5.
128
129
Kenneth Minogue, Politics A Very Short Introduction, New York, Oxford University Press, 2000,
s.3.
130
Franz Neumann, The Democratic And the Authoritarian State, Ed.: Marcuse Herbert, New York,
London, The Free Press, 1957-1966, s. 233.
131
A.e., s. 233.
132
Ahmet Cevizci, Felsefe Terimleri Sözlüğü, İstanbul, Paradigma Yayınları, 2003, s. 393.
65
sahipleri olarak görmeleri değil; bunun yerine evreni yöneten gayri-insani yasaların
hizmetkârı olarak görmeleridir.133 Ortadoğu’da yer alan Müslüman ülkelerde de
kendisine insanüstü özellikler atfeden liderlerin kendilerini “Allah’ın yer yüzünde ki
gölgesi” gibi bir söylem ile ikame ettikleri bilinmektedir. Amerika’da siyaset bilimi
alanında ortaya koyduğu çalışmalarla tanınan ünlü İspanyol akademisyen Jose Juan
Linz’in ise; totaliter yönetimleri birer diktatörlük olarak düşünmediği görülmektedir.
Linz, diktatörlüğü; otoritenin kullanılmasına ilişkin anayasal normları geçici olarak
ihlal eden veya askıya alan bir olağanüstü yönetim şekli olarak tanımlamaktadır.
Başka bir ifadeyle Linz, diktatörlük ile; ister demokratik ister geleneksel ister otoriter
olsun, önceki rejimin iktidara geliş ve iktidarı kullanışıyla ilgili kurumlaşmış
kurallarından bir kopmayı ifade eden ve kendisi henüz kurumlaşmamış olan ara
dönem kriz hükûmetlerini kast etmektedir.134 Totalitarizm ile demokrasi, tezat
koordinatlara sahip olmalarına rağmen, bu ikisi arasında bir ilişkinin kurulabildiği
görülmektedir. Bu ilişkiyi tanımlamak için önce Jouvenel, sonra Talmon ‘totaliter
demokrasi’ kavramını kullanmıştır. Talmon’a göre, totaliter demokrasinin itici gücü
Rousseau’nun genel irade fikrine dayanmaktadır.135 Öyle ki demokratik yönetimin
krizinde köklerini bulan ve modern toplumun sıkıntıları ile beslenen totaliter
diktatörlüklerin, kendilerini kaosa tek alternatif olarak sundukları bilinmektedir.
Faşizmin maddi değerlerden çok manevi değerlere önem veren bir ideoloji
olduğunu olduğunu belirten Ahmet Taner Kışlalı faşizmin karakteristik özelliğini şu
şekilde açıklamaktadır: “Marksizm maddeci, faşizm ise ülkücüdür. Faşizmde
Egemenlik halkın olamaz. Egemenlik hakkı en üstün olan kişinindir, tek şefindir. Bu
tek şef, İtalya’da ‘Duçe’ (Mussolini), Almanya’da ‘Führer’ (Hitler), İspanya’da
‘Cadillo’ (Franco) adını almaktadır. Örneğin ‘Führer’ halk seçtiği için değil, ‘’Führer’
olduğu için iktidara sahiptir ve bu nedenle de, iktidarı sınırsız ve denetimsizdir.”136
Gülmez-Stewart, A.g.e., s. 12.
Juan Jose Linz, Totaliter ve Otoriter Rejimler, Çev:, Ergun Özbudun, Ankara, Liberte Yayınları,
2008. s. 138.
135
Sartori, A.g.e., s. 228.
136
Kışlalı, Siyasal Sistemler, s. 293-296.
133
134
66
“Basın, özgürlüğün en mükemmel demokratik formülüdür”
Alexis de Tocqueville
2. İLETİŞİM VE MEDYA
İletişim kavramı günümüzde haber ve haberleşme olgusunu da içeren bir anlam
kazanmıştır. Bu kavramın her türden bilginin ve iletinin yani mesajın insanlar ve
toplum arasında karşılıklı aktarımı olarak tanımlandığı dikkate alındığında konunun
özünün çok eski bir tarihe dayandığı görülmektedir.
2.1. İlk Çağdan Günümüze İletişim Tarihine Genel Bir Bakış
Belirli mesajların kodlanarak bir kaynaktan bir alıcıya gönderildiği sürece
iletişim süreci denilmektedir. İnsanlar, yaşamın her alanında istemli ya da istem dışı
olarak çevreleriyle iletişim halinde bulunmaktadır. İnsanın ilişki kurduğu her yerde bir
iletişim süreci yaşanmaktadır. İletişim tanımı itibariyle; bireyler, topluluklar ve
oluşumlar arasında karşılıklı olarak yazılı veya görsel içerik paylaşımı şeklinde
anlaşılmaktadır. Buradaki içeriğin bir mesaj, fikir, bilgi veya haber olması olasıdır.137
İçeriğin aynı zaman diliminde farklı uzaklıkta bulunan birçok alıcıya veya tüketiciye
ulaştırılması ise kitlesellik kavramına karşılık gelmektedir. “Televizyon, radyo, gazete,
dergi, internet, kitap, afiş, broşür ve compact diskler dâhil olmak üzere kitlelere
ulaşma amacı taşıyan yayınlar kitle iletişim aracı” olarak değerlendirilmektedir.
Gazete, radyo, televizyon, internet gibi kitle iletişim araçlarına genel olarak ‘medya’
adı
verilmektedir.138
Kitle
iletişimin
bu
özelliği
sadece
yeni
araçlarla
gerçekleştilmesiyle ilgili olmayıp, erişim alanının ve hedef kitlesinin büyük olmasıyla
da ilişkilidir.139
UNESCO komisyonunca hazırlanan ‘MacBride Raporu’nda kitle iletişiminin;
“haber ve bilgi sağlama işlevi, toplumsallaştırma işlevi, güdüleme işlevi, tartışma
İlhan Cemalcılar, Pazarlama: Kavramlar ve İlkeler, İstanbul, Beta Yayınevi, 1998, s. 305.
Yakışır, A.g.e., s. 7.
139
Mahmut Oktay, İletişimciler İçin Davranış Bilimlerine Giriş, İstanbul, Der Yayınları, 2000, s. 222.
137
138
67
ortamı hazırlama işlevi, eğitim işlevi, kültürün gelişmesine katkı işlevi, eğlendirme
işlevi, bütünleştirme işlevi ile haber ve bilgi sağlama ve tartışma ortamı hazırlama
işlevi” olmak üzere sekiz temel işlevinden söz edilmektedir.140 Bu işlevlerden özellikle
‘haber ve bilgi sağlama’ ile ‘tartışma ortamı hazırlama’ işlevleri, kitle iletişim
araçlarının yani medyanın, demokratik sistemler içerisinde oynadığı rolle de yakından
ilişkilidir. Uzman iletişimcilerin oluşturdukları iletiler, mekanik araçlar vasıtasıyla
çabuk ve devamlı yayınlanarak çok sayıda ve homojen olmayan takipçi kitleye gider.
Kitleyi oluşturan kişiler, bu iletileri kendi tecrübelerindeki manalara göre yorumlar ve
bir biçimde bu iletilerden etkilenirler. Kamuoyu oluşumu olarak nitelendirilen bu
süreç, kamuoyunun rızasına bağlı bir sistem olarak kurulan ve sürdürülen demokrasi
ile doğrudan ilişkilidir.141
Siyaset bilimi alanında yaptığı çalışmalarla tanınan ünlü İtalyan iletişim tarihçisi
Massimo Baldini, iletişim dünyasının yakın ve uzak geçmişine bakıldığında birbirini
izleyen üç temel devrimle karşılaşılacağını söylemektedir. Baldini, bunların ilkinin
İ.Ö. 4. asırda yazının icadını takip eden Chirografik devrim, ikincisinin 15. asır
ortalarında matbaanın icadını takip eden Gutenberg devrimi ile son olarak telgraf ve
onu takip eden radyo ve televizyonun bulunması ile sonuçlanan elektrik ve elektronik
devrim olduğunu belirtmektedir.142 Baldini, ayrıca son 6 bin yıl içinde geçmişten
günümüze iletişim araçlarının ışığı altında birbirini izleyen dört farklı kültürden de söz
etmektedir. McLuhan bu kültürleri; salt konuşma yoluyla bilginin aktarıldığı sözlü
kültür, sessiz söz teknolojisi olarak yazıyı kullanan Yunanca el anlamına gelen kheire
ile yazı anlamına gelen graphon’dan türetilmiş el yazısı anlamındaki chirographic
kültür, bilgiyi basılı kitap aracılığıyla aktaran tipografi kültürü ve en son ise bilginin
televizyon ve radyo gibi daha hızlı ve etkili bir şekilde kitlelere ulaştırıldığı elektrik ve
elektronik medya kültürü olarak sıralamaktadır.143 21. yüzyıl ise teknolojik
gelişmelere bağlı olarak aslında yeni bir kültürel dönemi işaret etmektedir. Bu kültür
herhangi bir bilginin neredeyse saniyeler içerisinde başka kişi ve ortamlara
aktarılabildiği ve herkesin her şeyi aynı anda öğrenebildiği, Kanada asıllı iletişim
A. Raşit Kaya, Kitle İletişim Sitemleri, Ankara, Teori Yayınları, 1985, s. 15-16.
Erkan Yüksel, Medyanın Gündem Belirleme Gücü, 1. Baskı, Konya, Çizgi Yayıncılık, 2001, s. 4.
142
Massimo Baldini, İletişim Tarihi, Çev.: Gül Batuş, İstanbul, Avcıol Yayınları, 1. Baskı, 2000, s. 5.
143
A.e., s. 6.
140
141
68
bilimci Marshall McLuhan’ın tabiri ile yeryüzünün artık ‘global bir köy’ hâline geldiği
dijital kültürdür.
Sözlü kültürün olduğu bir toplumda insanların sözcüklerle ilişkisinin görselden
çok işitsel olduğu bilinmektedir. Bu nedenle insanların duyu organları içerisinde en
değerli organı kulağı, en önemli hazinesi ise belleğidir. Bu kültürde özellikle bilginin
kolayca bellekte kalması için şiirin düşünceleri açıklamada kullanılmış olması dikkat
çekmektedir. Bu kültürün bilginin aktarımı noktasında kendisinden sonra gelen diğer
kültürlerden daha zayıf olduğu bir gerçektir. Sözlü kültür toplumlarını kapalı, eleştiri,
değişim ve yeniliklerden hoşlanmayan geleneksel toplumlar olarak nitelendirmek
mümkündür. Bu toplumlarda belleği güçlü olan kişiler bilge kabul edilmiştir.144
Günümüz uygarlığının temelinin yazı ile birlikte atıldığı söylenebilir. Özellikle
alfabenin bulunmasından sonra insanların gerek düşünme gerekse de bunları ifade
etme biçiminin ciddi şekilde değişikliğe uğradığı bilinmektedir. Yazılı kültür ile
insanların sözcüklerle olan ilişkisi artık işitsel değil görseldir. Yani göz artık boşluğu
doldurulması çok zor olan bir organ durumundadır. Yazı ile birlikte insanların
bellekleri ile olan ilişkileri de değişmiştir ve insanlar artık sadece kendileri için mühim
olan yani hoşlandıkları bilgileri belleklerinde tutmaya başlamıştır. Yazının tarihsel
serüvenine bakıldığı zaman yazıyı ilk bulanların; Babil’in yani bugünkü Irak’ın
bulunduğu Mezopotamya’ya yerleşmiş olan (İ.Ö.3500) Sümerliler (çivi), (İ.Ö.1500)
Mısırlılar (ieratico- hiyeroglif), (İ.S.50) Çinliler ve (İ.S.1400)’de Aztekliler olduğu
bilinmektedir. Önceleri sadece hesap ve muhasebe işlerinde kullanılan çivi yazısının
zamanla tarih ya da dinsel konularda önemli hadiseleri anlatmak ve edebi metinleri
yazmak için İ.S. 50 yılına kadar kullanıldığı bilinmektedir.145 Baldini ayrıca ilk kez
Mısırlılar tarafından kullanılan sıvı mürekkebin ve kâğıdın, kalemle birleşmesinin
devrimsel bir buluş olduğunu söylemektedir. O, ayrıca bu buluş sayesinde o döneme
ışık tutan birçok el yazması eserin günümüze ulaştırıldığını belirtmektedir.146 Burada
144
A.e., s. 9-19.
A.e., s. 23-24.
146
A.e., s. 26.
145
69
özellikle İ.Ö. 15. ve 16. yüzyıllarda günümüz Suriyesi’nin kıyılarına yerleşmiş olan ve
ticaretle uğraşan Finikelilerin tüm dünya alfabelerinin kaynağı sayılabilecek ‘sesli
harfleri olmayan abece’ adını verdikleri bir yazı türü oluşturmaları ve Yunan
alfabesine esin kaynağı olmaları dikkate değerdir. İ.Ö. 8. yüzyılın ikinci yarısına
rastlayan Yunan alfabesinin bulunması herkesin fazla güçlük çekmeden okuma yazma
öğrenebilmesini sağlaması bakımından ayrıca önemlidir.147
Yazıdan sonra kitabın yolculuğuna bakıldığında ise kitabın ilk ham maddesinin
hayvan derisinden elde edilen parşömen olduğu bilinmektedir. Mısırlıların papirüs,
Sümerlerin kil tabletler, Çinlilerin ise ipek, kâğıt, tahta, kurşun, mermer ve balmumu
tabletleri yazı için kullandıkları tespit edilmiştir. Yazı için ise çivi, tahta değnek, kaz
tüyleri ile içi boş öküz boynuzlarında saklanan mürekkeb kullanılmıştır. Kâğıdın ise
ancak 8. yüzyıldan sonra Araplar tarafından kullanılmaya başlandığı, Avrupa’da ise
13. yüzyıldan sonra üretilmeye başlandığı bilinmektedir. 1268-1276 döneminde ilk
kâğıt fabrikası İtalya’da kurulmuştur. Matbaadan önceki kitap dünyasının en büyük
devriminin ise; bir değneğe sarılı papirüslerden yani rotolodan daha kullanışlı olan,
taşımayı ve okumayı kolaylaştıran, iki yüzüne de yazılabilen parşömenden üretilen ve
dikdörtgen
şekilli
codicelere
geçiş
olduğu
bilinmektedir.
Kitap
ticaretinin
başlangıcının ise 4. yüzyılın ilk yarısından itibaren yaygınlık kazanmaya başladığı ve
bu dönemde kitapların daha çok zengin aristokratlar tarafından dekoratif amaçla satın
alındıkları tespit edilmiştir. Ortaçağın ilk dönemlerinde kilisenin özellikle kültürel
faaliyetler üzerinde ciddi bir tekel oluşturduğu ve kitapların katedral ve manastırlarda
yoğunlaştırıldığı bilinmektedir. 14 ve 15. yüzyıllarda ise ticaretin yaygınlaşmasına
bağlı olarak kentlerde yaşayan orta sınıfın ekonomik olarak güçlenmesi sonucu hem
okuryazarlık oranının hem de kitap üretiminin arttığı görülmüştür. Kütüphanelerin
halkın kullanımına açık hâle getirilme düşüncesi ise ancak 14. Yüzyılda ortaya
çıkmıştır. Batı tarihinde halk kütüphanesi düşüncesinin 1346‘da İtalya‘da Francesco
Petrarca tarafından ortaya atıldığı ancak neredeyse bir asır sonra 1441’de Cosimo İl
Vecchio de Medici tarafından Floransa’da hayata geçirilebildiği bilinmektedir.148
147
148
A.e., s. 26-27.
A.e., s. 26-27.
70
Matbaanın ya da namıdiğer Gutenberg’in icadının ise iletişimde etkisi itibariyle
gerçek bir devrime neden olduğu kabul edilmektedir. Matbaanın temelinin 1400’lü
yıllarda Almanya’nın Ren bölgesinde üç bin nüfuslu Magonza yerleşim biriminde
yaşayan
Gutenberg
olarak
tanınan
Johannes
Gensfleish
tarafından
atıldığı
bilinmektedir. Buradaki politik çatışmalar nedeniyle Strasbourg’a sürgün edilen çağın
mucidi olarak kabul edilen Gutenberg’in, keten yağından icat ettiği yeni tip bir
mürekkep ile dönemin el sanatları ustalarından öğrendiği eritme tekniğini, metalden
yapılmış oynar başlı harflerle birleştirerek matbaayı icadı kolay olmamıştır.
Gutenberg, kâğıt ve mürekkep alabilmek için zengin bir avukat olan Johannes Fust’tan
borç almış geri ödeyemediği için ise dükkanındaki tezgah ve harfleri kaybetmiştir.
Karşılaştığı tüm zorluklara rağmen 14 Ekim 1457’de basım tarihi bilinen ilk eser olan
Salerio’yu çıkarmayı başarmıştır. İlk yıllarda matbaanın doğduğu ülke olan
Almanya’nın tekelinde kalan basım işleri daha sonra hızla Basel (1466), Roma (1467),
Paris (1469), Cenevre (1478), Londra (1480), gibi Avrupa’nın diğer şehirlerine de
yayılmıştır.149
Matbaanın icadı ile birlikte halka ait kütüphaneler kurulmaya başlanmış
kiliselerin kitaplar üzerindeki tekeli kırılmıştır. Tipografik kültürde basılmış kitapları
inceleyen ilk laik sansür bürosunun 1486’da Magnoza’da kurulmuş olması ve 1559’da
kilise tarafından yasaklanmış kitaplar listesinin resmen yayınlanmış olması bu tekelin
boyutunu net bir şekilde ortaya koymuştur. Bu yasakların 1789 İhtilali öncesinde katı
bir şekilde uygulandığı Fransa’da monarşik idare kuramsal olarak yasaklı eser ve
yayınlara izin vermiş böylece kitap, okuyucu ve kitapevi sayısının katlanmasını
sağlamıştır.150 Matbaa üdtündeki kitap yasağının son bulmasıyla birlikte artan kitap
sunumu aynı zamanda kendi talebini de yaratmış ve okur kitlesini geliştirmiştir. Bu
zaman dilimi içerisinde içerik olarak da teolojik mevzulardan bilimsel mevzulara
doğru artan bir dönüşümün yaşandığı görülmüştür. Bu dönüşüm, toplumdaki siyasal
149
A.e., s. 60-61.
Frédéric Barbier, Catherine Bertho Lavenir, “Kitle iletişim Araçlarının Bir Tarihi Vardır”,
Diderot’dan İnternete Medya Tarihi, İstanbul, Okuyanus Yayınları, 2001, s. 30.
150
71
dönüşümün de habercisi olmuştur.151 Matbaa sonrasında basın üzerinde kontrol amaçlı
uygulamalarla ilgili ilk örneği teşkil eden İngiltere’ye bakıldığında önceden izin
almayı belirleyen Licensing Act’ın kabul edildiği görülmektedir. 1695’de bu kanunun
kaldırılmasından sonra İngiltere’de de basın özgürlüğü seviyesinin giderek yükseldiği
kabul edilmektedir.
Her yeni buluşun insanın bir uzantısı olduğunu düşünen McLuhan’a göre, işitsel
duyuya bağlı olarak yaşayan insan, matbaanın icadıyla birlikte görsel alana ve duyuya
kaymıştır.152 Basım kültürüyle birlikte göz, bütün duyu organlarından üstün bir
duruma gelmiş böylece dinleyici konumunda olan halk okuyucu olmuştur. Okumanın
özenle ve saygı duyularak yapılan bir uğraş olarak kabul edildiği bu dönemde
birbirinden farklı okur tipleri de ortaya çıkmıştır. Okumak yoluyla bellemek eğitim
sürecinin odak noktası olmuş, bakarak öğrenmekten okuyarak öğrenmeye geçilmiştir.
Baldini, Amerikalı ünlü tarihçi Elizabeth Einstein’ın matbaanın icadıyla gelişen basımı
çağdaş toplumu oluşturan değişimlerin temel faktörlerinden biri olarak gördüğünü
söylemektedir. Ona göre el yazması haber mektuplarından gazetelere geçiş bu tespitin
en büyük kanıtı durumundadır. İlk basılı eserlerin kronolojik sıralamasına
bakıldığında; ilk haber kitabının 1503’de Londra’da çıkan Treve Encounter, ilk
dergilerin ise 1605’de Anvers şehrinde basılan Nieuwe Antwersche Tijdingne ile
1692’de Strasbourg’da basılan Ordinarii Avisa olduğu görülür. İlk gazeteler ise; 16131618 yılları arasında Amsterdam, Viyana, Londra, ve Paris gibi şehirlerde basılmıştır.
İlk günlük gazetenin 1660’da Leipzig’de basılan Leipziger Zeitung olduğu
bilinmektedir. O döneme kadar belirli bir zümreye hitap eden gazetelerin 1700’lerde
bugünkü biçimlerini aldıkları ve 1800’lerden itibaren de toplumun eğitim, kültür ve
ekonomik seviyesinin yükselmesine bağlı olarak bir zümrenin olmaktan çıkıp halkın
da gazetesi olmaya başladıkları görülmüştür.153
151
A.e., s. 26-27.
Derya Altay, “Küresel Köyün Medyatik Mimarı Marshall McLuhan”, Kadife Karanlık, İstanbul, Su
Yayınevi, 2005, s. 48.
153
Baldini, A.g.e., s. 79.
152
72
Baldini’nin aktarımına göre iletişim çalışmalarına kafa yoran birçok isim
matbaanın büyük bir devrim olduğu hususunda hemfikirdir. Örneğin ünlü bilim
tarihçisi George Sarton, oynar başlı harfleri Rönesans’ın en önemli icadı şeklinde
tanımlamaktadır. Myron Gilmore’e göre, oynar başlı harflerden oluşan matbaanın
bulunuşu ve gelişmesi Batı medeniyetinin entelektüel tarihinde en kalıcı devrimin
gerçekleşmesine imkân sağlamıştır. Ona göre matbaa düşüncelerin biçimlenmesi ve
yaygınlaşmasında yeni ufuklar açmıştır. S.H. Steinberg’de matbaanın bütün politik
yönetimsel, dinsel ve ekonomik olaylarda, sosyal, felsefi, edebi hareketlerde çok
önemli etkiler yaptığını düşünmektedir. Ona göre bu hareketlerin hiçbirinin matbaanın
yardımı olmadan gerçekleşmesi mümkün değildir. McLuhan’a göre ise matbaanın
icadı; insanın düşünce biçiminde, bilgilerin saklanmasında ve aktarılmasında o kadar
derin değişimlere neden olmuştur ki matbaa ile birlikte tipografik insan olarak
tanımlanabilecek yeni bir insan tipinin doğuşundan söz etmek mümkün hâle gelmiştir.
McLuhan basım kültürüne ait bir insan ile yazı kültürüne ait bir insan arasındaki farkın
okuma yazma bilen ve bilmeyen insan arasındaki fark kadar büyük olduğunu
düşünmektedir.154 Fransız tarihçi Henri Berr’de yazı ve matbaanın gerçeğin
aranmasında çok büyük rol oynadıklarını söylemektedir. Ona göre yazı ve matbaa
insan zekâsı tarafından düşünceyi yaşatmak için bulunan mükemmel araçlardır.155
İngiliz Sosyolog John B. Thompson ise, basım medyasının en başta Hristiyanlığın
parçalanmasına ve Protestanlığın yayılmasına etki yaptığını ve erken modern Avrupa
kültürünün başka
yönleri
üzerinde de önemli
sonuçlar
yarattığına dikkat
çekmektedir.156
Amerikalı Samuel Morse’un 1832’de icad ettiği elektrikli telgrafın 1844 yılında
bir hat olarak Washington ile Baltimore arasında kurulması ile insanlık, tipografik
kültürden yeni bir kültüre elektrik ve elektronik medya kültürüne geçmiştir.157 Bu
geçiş ile birlikte insanoğlunun o dönem iletişim veya haberleşmede kullandığı; ulaklar,
atlar, nehirler ve ilk lokomotifler de gözden düşmeye başlamıştır. Baldini, bu yüzyılda
154
A.e., s. 59-60.
Özbay, A.g.e., s. 22.
156
John B. Thompson, Medya ve Modernite, Çev:, Serdar Öztürk, İstanbul, Kırmızı Yayınları, 2008, s.
95.
157
Baldini, A.g.e., s. 88
155
73
ortaya çıkan fotoğraf, telgraf, telefon ve sinema gibi buluşların; Fotoğraf Fransız
Nicephore Niepce ve Louis Daguerre tarafından 1830 yılında, Telgraf Amerikalı
Samuel Morse tarafından 1832 yılında, telefon önce İtalyan Antonio Meucci ardından
İskoç Alexander Graham Bell tarafından 1876 yılında, sinema Fransız Lumier
Kardeşler tarafından 1895 yılında ortaya koyulduğunu söylemektedir. Telefon
teknolojisindeki ilerlemenin ise 1910-1920 yılları arasında aynı anda birden fazla
telefon konuşmasının tek hat üzerinden kullanılmaya başlanması ile büyük gelişme
kaydettiği bilinmektedir. Telefonu asıl ilerleten gelişme 1936 yılında ABD ve
Avrupa’da aynı anda birden çok konuşmayı taşıyacak güçte olan ilk iletkenli
kabloların kullanılmasıyla gerçekleşmiştir. İlk sesli film 1927’de çekilmiş ve sessiz
filmlerin sonunu getirmiştir. İlk radyo yayını 1920’de ABD ve Hollanda’da, ilk
televizyon yayını ise 1936’da Londra’da gerçekleşmiştir. 1948’li yıllarda ise P.C.
Goldmark tarafından 33’lük plaklar kullanıma sunulmuştur. İnsanoğlunu aynı anda
küçük ama global bir köyde birleştiren esas buluşun ise 1969’da ABD Savunma
Bakanlığı’nda askeri işlerde kullanılmaya başlayan, 2000’li yıllardan itibaren
hayatımıza giren bilgisayar ve internet olduğu söylenebilir.158 19. yüzyılın başlarından
itibaren gelişme kaydettiği söylenebilecek basının gelişmesinde; telgraf ile telefonun
icadının, fotoğrafçılık ile sinemanın ortaya çıkmasının, radyo ile televizyonun
kullanımının son olarak ise bilgisayarların gelişmesi ve internetle birlikte giderek
yaygınlaşmasının etkili olduğu görülmektedir.159
İletişim alanındaki bu köklü gelişmelerin en karakteristik tarafı bilginin çok
çabuk ve çok daha ekonomik olarak dağıtıma girmiş olmasıdır. Öyle ki yazının
bulunması (İ.Ö.3500) ile matbaanın icadı (1454) arasında 5 bin yıl gibi büyük bir
zaman dilimi olmasına rağmen matbaanın icadı ile elektronik medyanın kullanılmaya
başlaması arasında 400 yıl gibi kısa bir sürenin bulunması dikkate değerdir. Yine 15.
yüzyıldan günümüze kitabın dijital platforma aktarılması sayılmazsa çarpıcı bir
değişikliğe uğramadığı söylenebilir. Ancak icadı ve kullanımı 1920’lere dayanan
televizyonun yaklaşık yüz yıllık bir sürede teknik ve biçim olarak geçirdiği çarpıcı
değişim ortadadır. Geçmişi yaklaşık 70 yıla dayanan bilgisayar ve 45 yıla dayanan
158
A.e., s. 89-90-91.
İrfan Erdoğan, Korkmaz Alemdar, Öteki Kuram: Kitle İletişiminde Yaklaşımların Tarihsel ve
Eleştirel Bir Değerlendirmesi, Ankara, Erk Yayınları, 2002, s. 24-25.
159
74
internetin son 10 yılda yaşadığı dönüşümün ise baş döndürücü bir hızda ilerlediği
bilinmektedir.
2.2. Medya Kavramı ve Gelişimi
Medya kavramı, yaşam içerisinde gerek birey gerekse toplum üzerinde
doğrudan veya dolaylı olarak etkilere sahip pek çok olay ve olgunun açıklanmasında
referans alınan ya da bu olayların ortaya çıkışından sorumlu tutulan bir alana işaret
etmektedir. Medya kavramı; gazete, radyo, televizyon ve internet gibi bilgiyi kitlesel
ölçekte muhataplarına ulaştıran kitle iletişim araçlarının genel adı olarak
kullanılmaktadır. Medya tarihi, geçirdiği dönüşümler dikkate alınarak geleneksel
medya ve yeni medya dönemi olarak ikiye ayrılmaktadır. 17. yüzyılda gazetelerle
başlayan ve internetin kullanımına kadar olan dönem geleneksel medya dönemi olarak
nitelendirilmektedir. İnternet ve ağlarına bağlı olarak gelişen yeni iletişim
teknolojilerini de kapsayan dönem ise yeni medya dönemi olarak isimlendirilmektedir.
Necla Odyakmaz, medya kavramının ortaya çıkışını kitle iletişim araçlarının
1990’lı yıllardan itibaren yaşadığı yapısal ve içeriksel değişime bağlamaktadır. Ona
göre kitle iletişim araçları arasındaki etkileşimin artması, bu araçların etkilediği
kitlelerin ulus aşırılaşması ile aynı yönetim çatısı altında birden çok kitle iletişim
aracının faaliyet göstermeye başlaması ile yakından ilişkilidir. Medya alanında görülen
tekelleşmeyle birlikte ortaya dev şirketlerin çıkması, kitle iletişim araçları kavramının
yerini medya kavramına bırakmasına yol açmıştır.160 Massimo Baldini iletişim
araçlarının bireyler üzerinde olan etkisine dikkat çekmektedir. Baldini, Marshal
McLuhan’dan Walter J. Ong’a, Harold Adams Innis’den, Eric Alfred Havelock’a
kadar iletişim alanındaki sorunlarla ilgilenmiş bütün düşünürlerin medyanın bireyler
üzerindeki etkisini kabul ettiklerini söylemektedir. Baldini, ayrıca bu düşünürlerin
medyanın onların düşünüş biçimlerini ve bunun sonucunda olarak direkt ya da dolaylı
bir biçimde içinde bulundukları toplumu tesiri altına aldığı görüşünde birleştiklerini
160
Necla Odyakmaz, “Medya Ekolojisi”, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik
Anabilim Dalı Yayımlanmamış Doktora Tezi, Dan.: Prof. Dr. Nurdoğan Rigel, İstanbul, 2005. s. 75.
75
belirtmektedir.161 Toplumların daima iletişimin kendi içeriğinden ziyade bunu
sağlayan medya araçları aracılığıyla biçimlenmiş olduklarını savunan Baldini,
medyanın işleyişini öğrenmeden, cemiyette yaşanan sosyal ve kültürel değişim ve
gelişmeleri anlamanın mümkün olmadığını savunmaktadır.162
2.2.1. Gutenberg’den Kitle İletişimine Açılan İlk Kapı: Gazeteler
İletişim tarihinde yazının ve matbaanın bulunması sonucu sözlü kültürden yazılı
kültüre geçilmesiyle çağ atlayan geleneksel iletişim süreci, internet aracılığıyla
içeriğin anlık olarak değiştiği dijital medya sürecine evrilmiş bulunmaktadır.
Medyanın tarihsel süreç içerisinde dönüşümüne bakıldığında bu dönüşümün
temelinde; Batılı ülkelerde baş gösteren sosyal, siyasal ve ekonomik gelişmelerin etkili
olduğu görülmektedir. Burada özellikle 17. yüzyılda günlük olarak çıkmaya başlayan
gazetelerin oynadığı rol dikkat çekmektedir. Bu yüzyıldaki kapitalist anlayışın bir
mamülü şeklinde yayına başlayan gazeteler, geleneksel medyanın ilk ve en kadim
üyesi olarak nitelendirilmektedir. Bu nedenle gazetelerin tarihçesinin geleneksel
medyanın da tarihçesi olduğu kabul görmektedir. Basın denildiği zaman akla ilk gelen
şeyin gazete olmasının temelinde bu tarihçe yatmaktadır. Oya Tokgöz gazetenin farkı
ile ilgili olarak “kökleri 14. yüzyılda, aristokrasi hakkında bilginin taşındığı haber
kâğıtları ile burjuvazinin ticari sorunlarını çözmek için kullandığı haber mektuplarına
kadar uzanan gazetenin bunlardan farkı; düzenli aralıklarla yayınlanmış olmasıdır.”
demektedir.163 Burada matbaanın icat edilmesi ve dağıtım işlerinin daha ekonomik
hale gelmesinin etkili olduğu görülmektedir.
Baldini, gazetelerin doğuşuna zemin hazırlayan fikrin ticari mektuplarla ortaya
çıktığını söylemektedir. 1300’lü yıllarda büyük ticari şirketlerin merkez ve şubeleri
arasında malların fiyatları ve gemilerin gidiş geliş zamanlarını içeren özel
mektuplaşmaların olduğunu belirten Baldini, bu özel mektupların basılmaya
başlanmasıyla
ilk
haber
kitaplarının
ve
bültenlerinin
ortaya
çıktığını
161
Baldini, A.g.e., s. 5.
A.e., s. 5.
163
Oya Tokgöz, Temel Gazetecilik, Ankara, İmge Kitabevi, 2003, s. 58.
162
76
kaydetmektedir.164 Gazetelere ilham kaynağı olan haber mektuplarının 11. ve 12.
yüzyılda önemli bir kültür ve ticaret noktası olarak öne çıkan Venedik’te doğduğu
bilinmektedir. 15. yüzyıldan itibaren Venedik Dükalığı’nın dünyanın dört bir
tarafındaki elçiliklerine Fogli d’Avizzi denilen elle yazılmış bir çeşit haber bülteni
sayılabilecek bildiriler yolladığı tespit edilmiştir.165 O dönem bu bültenlerin belirli
yerlerde yüksek sesle okunduğu ve karşılığında da dinleyenlerden cüzi bir Venedik
parası olan Gazetta talep edildiği çeşitli kaynaklarda ifade edilmektedir. Hatta ‘gazete’
sözcüğünün kaynağının bu hadiseye dayandığı rivayet edilmektedir. Matbaanın icadı
ve yayılması özellikle gazetelerin doğuşu için bir milat kabul edilmektedir. Ancak bu
süreçte o dönemdeki haber mektup ve bildirilerinin de gazetelerin ortaya çıkmasına
zemin teşkil etmeleri bakımından çok önemli rol oynadıkları söylenebilir.
Basın tarihine bakıldığında ise öncelikle basının tanımına değinmek isabetli
olacaktır. Basın tarihi alanında yaptığı çalışmalarla tanınan Nuri İnuğur basını; geniş
manada belirli tarihlerde baskısı yapılıp birbirinden farklı havadis ve düşünceleri
kamuoyuna ulaştıran bütün yayın ürünleri olarak tanımlamaktadır. İnuğur’a göre
basının gündelik mamullerine; gazete, haftalık, iki haftalık ve aylık olarak çıkarılan
basın mamullerine ise; dergi ismi verilmektedir. Sığ anlamda ise yalnızca gazete ve
dergi gibi basılı mevkuteler basının genel adı olarak isimlendirilmektedir.166 Kitle
iletişim araçlarının en önemlilerinden biri olan basının dar anlamda gazete olarak
tanımlanması durumunda; yakın veya uzak tarihin ya da gündemin haber ve
hadiselerinin iletilmesinde, düşüncelerin toplumun büyük bir kesimine ulaştırılması ile
kültürün aktarılmasında oldukça önemli rol oynadığı kabul görmektedir.167 Gazete;
toplum başta olmak üzere; politika, ekonomi, kültür sanat ve diğer konularda
kamuoyuna haber vermek ve onları bilgilendirmek amacıyla yorumlu veya yorumsuz
olarak gündelik ya da belirli vakit aralıklarıyla yapılan yayın çeşididir. Bir başka
tanıma göre gazete; siyasi, iktisadi, içtimai vb. haberlerle alakalı bilgi veya fikir veren
gündelik basılı medya çeşididir. Gazeteyi sadece günlük haberleşme aracı olarak
değerlendirmek gazetenin tanımlanmasını eksik bırakabilir. Çünkü gazetede haberden
164
Baldini, A.g.e., s. 82.
Hamza Çakır, Osmanlıda Basın İktidar İlişkileri (Azınlık Basını, Türkçe Basın, Dış Basın),
Ankara, Siyasal Kitabevi, 2002, s. 1.
166
Nuri İnuğur, Basın ve Yayın Tarihi, İstanbul, Der Yayınları, 2002, s. 19.
167
Arsev Bektaş, Kamuoyu İletişim ve Demokrasi, İstanbul, Bağlam Yayınları, 1996, s. 130.
165
77
başka okuyucunun ilgisini çeken birbirinden farklı alanlarda çok yönlü konular
bulunmaktadır. Gazetelerin kimileri ekonomi, kimileri siyasi, kimileri ticari kimileri
de magazin haberlerini geniş bir biçimde ele alıp okurun ilgisine sunmaktadır.
Gazeteler bu nitelikleri sayesinde farklı sosyal yapıdaki kişilere dâhil olan ve farklı
hususlara ilgi duyan bireylere seslenme imkânı sağlamaktadır.168 Rıdvan Bülbül
gazeteyi; en başta haber olmak üzere duyuru ve reklam gibi yazılı ürünün içerisine
dâhil olabilecek her türden bilgiyi kamuoyuna sunan genellikle gündelik yayını
yapılan bir kitle iletişim aracı çeşidi olarak tanımlamaktadır.169 Gazeteler ortaya
çıktıkları günden beri modern uygarlığın etkili ve öğretici vasıtası şeklinde
görülmüştür. Ayrıca gazeteler; dünyada tatbik edilen tecrübeleri gündelik olarak
insanlara sunarak bilgilendirici tarafının yanında, bir sayfalık kâğıt üzerinde tüm
yeryüzünün fotoğrafını çekip insanlara aktaran olağanüstü bir zihinsel fotoğraf
makinesi şeklinde de nitelendirilmiştir.170 Burada gazete ile fotoğraf makinesi arasında
bir ilişki kurulmasının çoğulcu liberal basın yaklaşımının ortaya koyduğu ayna
metaforuyla da örtüştüğü söylenebilir. Burada hem zihinsel fotoğraf makinesi hem de
ayna benzetmesi hadiselerin olduğu gibi aktarılmasını yani haberciliğin etik
ilkelerinden biri olan nesnelliği simgelemektedir. Siyaset Bilimi alanında duayen
kabul edilen Alexis de Tocqueville, yeni medyanın henüz olmadığı dönemde
geleneksel medya ürünleri içerisinde gazeteden başka herhangi bir medya aracının bir
düşünceyi aynı zamanda yüz binlerce kişiye ulaştıramayacağını söylemektedir.171
Ahmet Oktay ise, gazetelerin hem uzlaşma sağlayıcı hem de verili öğeleri sorgulatıcı
özelliğine dikkat çekmektedir. Ayrıca Oktay, gazeteyle birlikte bilginin kitleselleşmesi
ve popülerleşmesi sürecinin başladığına dikkat çekerek bilginin yönetilenlere de
ulaştırılmasıyla
toplumsallaşma
ve
demokratikleşme
sürecine
girdiğini
belirtmektedir.172
Füsun Kocabaş-Müge Elden, Reklamcılık: Kavramlar, Kararlar, Kurumlar, İstanbul,
İletişim Yayınları, 2004, s. 34.
169
Rıdvan Bülbül, Genel Gazetecilik Bilgileri, Ankara, Nobel Yayın Dağıtım, 1999, s. 36.
170
Frederic Knight Hunt, The Fourth Estate: Contributions Towards A History of
Newspapers, and of The Liberty of The Press, Editor: David Bogue, London , (Çevrimiçi)
http://books.google.com/books?id=maA4AAAAIAAJ&printsec=frontcover&dq=
history+of+newspapers, 08 Şubat 2016.
171
Alexis de Tocqueville, Amerika’da Demokrasi, Çev:, Taner Timur, İstanbul, Türk Siyasi İlimler
Derneği Yayınları, Siyasi İlimler Serisi-4, Orj. Basım 1835, 1962, s. 176.
172
Ahmet Oktay, Toplumsal Değişme ve Basın, Bilim Felsefe Sanat Yayınları, İstanbul, 1987, s. 13.
168
78
2.2.1.1. Batı’da Basının (Gazeteciliğin) Gelişimi
Telgraf, telefon, daktilo makinesi ve fotoğrafın 19. yüzyılda gazetecilikte
kullanılmaya başlanması, gazeteyi bu teknolojileri kullanan bir kitle iletişim aracı
hâline getirmiştir. Böylelikle gazeteler daha hızlı hazırlanmaya ve fotoğraf gibi görsel
öğeler sayesinde içeriksel olarak daha da zenginleşmeye başlamıştır. Bu gelişmelerin
okuyucu ilgisini artırdığı ve gazeteleri daha da ilgi çekici hâle getirdiği
bilinmektedir.173 Batı’da basın ya da gazetecilik denildiği zaman İngiltere, Fransa ve
Amerika Birleşik Devletleri ilk akla gelen ülkeler olmaktadır. Neticeleri itibariyle
özellikle tüm dünyayı etkileyen devrimlere ev sahipliği yapan bu ülkelerde ilk
gazetelerin İngiltere’de 1621, Fransa’da 1631, Amerika Birleşik Devletleri’nde ise
1685’de yayınlandığı bilinmektedir. Bu ülkelerin demokrasi yolunda kaydettikleri
mesafede oynadıkları roller bakımından gazetelerinin çok önemli bir yeri
bulunmaktadır. Günümüzde sıkça tartışılan kâğıt baskılı gazetelerin akıbetinin ne
olacağı sorusu dikkatleri yine bu ülkelerin vereceği cevaba çekmektedir.
2.2.1.2. Fransız İhtilali Öncesi ve Sonrası Fransa Basını
Joseph Niépce ve Louis Daguerre ile fotoğrafı, Auguste ve Louis Lumiére
kardeşler sayesinde ise sinemayı insanlığa kazandıran Fransa’da gazeteciliğe Doktor
Theophraste Renaudot’un öncülük ettiği kabul edilmektedir. Özellikle otuz yıl
savaşlarının yol açtığı sıkıntıların giderilmesi ile ilgili yaptığı çalışma ve sunduğu
hizmetler nedeniyle ün kazandığı söylenen Renaudot’un, dönemin Kardinali Richelieu
tarafından Paris'e davet edildiği ve ticaretle de ilgilendiği bilinmektedir. Ticaret ile
uğraşanlarla yakın ilişkilere sahip olan Renaudot, Paris'e gelen tüccarları kaynaştırmak
için ‘Buluşma ve Adres Ajansı’ adında bir ofis kurmuştur. Ticari haberlerin çeşitli
havadislerin ve birçok dedikodunun döndüğü bu ofis Renaudot'a bir gazete çıkarma
fikrini vermiştir. Renaudot 30 Mayıs 1631'de kraldan imtiyaz alarak La Gazette'yi
çıkarmaya başlamıştır.174 Kraldan aldığı imtiyaz sayesinde Fransa genelinden topladığı
haber ve ilanları toplama ve yayma tekeline sahip olan Renaudot çok sayıda düşman
edinmiş fakat Kral XIII. Louis ve On yedinci yüzyıl Fransası’nın politik basınının
Mehmet Özçağlayan, “Gazetelerin Gelişimi ve Gazeteciliğin Geleceği”, Marmara Üniversitesi
İletişim Dergisi, Sayı:13, 2008.s. 135.
174
Hasan Refik Ertuğ, Basın ve Yayın Hareketleri Tarihi, Cilt 1, İstanbul, İstanbul Üniversitesi
Yayını, 1970, s. 48.
173
79
kurucusu Kardinal Richelieu'un desteği sayesinde etkisini sürdürmüştür. Gerek Kral
XIII. Louis, gerekse de Kardinal Richelieu’nun gazeteyi kendi çıkarına çok iyi
kullandığı bilinmektedir. Hatta Kral’ın bu gazetede bizzat kaleme aldığı makalelerin
olduğu belirtilmektedir. Renaudot Kral XIII. Louis ve Kardinal Richelieu'un
ölümlerinin ardından sahip olduğu destekten mahrum kalmasına rağmen 1653'e kadar
gazeteyi çıkarmaya devam etmiştir. Renaudot'un ölümünden sonra çocukları ve
torunları tarafından çıkarılmaya devam eden gazetenin birkaç kez isim değiştirdiği
1792 yılına gelindiğinde ise Fransa'nın resmi gazetesi hâline geldiği bilinmektedir.175
Fransızcada gazete anlamına gelen journal kelimesinin ise basın dilinde 1665’de
çıkarılan Journal des Savants isimli edebi ve ilmi bir gazete ile başladığı kabul
edilmektedir.176 Fransız basın tarihinde önemli bir diğer gazete ise 1672 yılında
kurulan Mercure’dür. Zaman içinde birçok kez el değiştirerek yayın hayatına uzun
süre devam etmiş olan bu gazete hem sayfalarında ciddi haber ve makalelere hem de
mizahi içeriğe yer vermiş olması ile dikkat çekmiştir. Fransız Devriminden önce en
güçlü kalemlerin yazıları bu gazetede yer almıştır. Gazete bir dönem çok fazla
satmıştır ve elde ettiği gelir XV. Louis'in gözdesi Madam Pompadour tarafından
taraftar kazanmak için Fransız yazarlara telif olarak dağıtılmıştır.177 18. yüzyılda
Fransız basının Mercure gazetesi hariç tutulursa oldukça cılız olduğu bilinmektedir.
Bunun nedeni ise; hem siyasi yazı yazma imtiyazının sadece La Gazette'ye verilmiş
olması hem de hükûmetin gazetelere çıkardığı zorluk ve baskılardır. Fransa'da devrime
kadar etkisiz birkaç gazetenin çıktığı bilinmektedir.178
On sekizinci yüzyılın son çeyrek yılının ise insanlık tarihindeki en büyük sosyal
ve siyasal olaylara sahne olduğu kabul edilmektedir. Batı’da gazetecilik tarihi
denildiği vakit akla ilk gelen hadiselerin başında çağdaş Batı’nın kurulmasında büyük
rol oynayan Fransız İhtilali zikredilmektedir. Devrim süreci yakından incelendiğinde
bu dönem basınının devrimin ana aktörlerinden biri olduğu bu nedenle de hem Fransa
hem de Fransa dışındaki basın faaliyetleri üzerinde önemli etkilerinin olduğu
A.e., s. 48-49., Özbay, A.g.e., s. 38.
A.e., s. 39.
177
Ertuğ, A.g.e., s. 49-50.
178
A.e., s. 57-58., Özbay, A.g.e., s. 56-57.
175
176
80
bilinmektedir. Öyle ki Fransız İhtilali’yle beraber, on sekizinci yüzyılın bitimine yakın
en başta Avrupa’da birçok hususta gözle görülür bir hareketlilik yaşanmıştır. Bu
zaman aralığında; devlet ve milliyetçilik algısında mühim değişikliklerin yaşandığı,
Orta Çağ’ın kendisine özgü otoritesinin yıkıldığı, derebeyliklerin teker teker ortadan
kalktığı, skolastizmin alanını reform ve rönesanslara bıraktığı, Almanya ve İtalya’nın
siayasl anlamda bütünleşmesinin diplomasiyi ön plana çıkardığı görülmüştür. Bu
yüzyılda önemi daha da artan diplomatik ilişkilerle birlikte toplumların artık yalnızca
kendi ülkesi veya coğrafyasından ziyade tüm yeryüzünden haberdar olmaya
başladıkları bilinmektedir. Eski hadiselerin sürekli gelişmesi bunun üzerine yeni
hadiselerin meydana gelmesi insanları hem etkilemiş hem de onların bu hadiselere
karşı ilgisini arttırmıştır. Bu dönemde habercilikte kullanılan maddiyata bağlı
kaynakların çeşitlenmesi habercilik çalışmalarını da geliştirmiştir. Haberin temel
kaynaklarına kısıtlı imkanlarla erişmedeki güçlükler ise işbirliği içerisinde çalışma
bilincinin oluşmasına katkı sağlamıştır.179
Devrim döneminden yani 27 Haziran 1789'dan, 1 Ekim 1791'e kadar olan dönem
Kurucu Meclis dönemi olarak bilinmektedir. 1789 Anayasası’nda basın hürriyeti bir
maddede belirtilmiş ancak fiiliyatta uygulanmamıştır. Bu dönemde Paris'te çıkan
gazetelerin sayısının üç yüz elliye kadar yükseldiği tespit edilmiştir.180 Öyle ki devrim
sonrası özgürlük ortamı içerisinde çeşitli partilerin ve zümrelerin fikirlerini müdafaa
eden ilk siyasi içerikli gazetelerin basılması da bu dönemde gerçekleşmiştir. Bu
iyimser havanın 10 Ağustos 1792'de yayınlanan Basın Kanunu ile dağıldığı
görülmüştür. Bu yasa ile gazeteciler için hapis hatta ölüm cezalarının getirildiği
görülmüştür. Napolyon'un iktidara gelmesine kadar Fransa’da durumun böyle devam
ettiği görülmüştür.181
Fransız Devrimi’nden sonra 28 Ağustos 1789'da, Etats-Generaux olarak kurulan
devrim meclisi tarafından kabul edilen Fransa İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’nin
Milli Eğitim Bakanlığı, Basının Doğuşu ve Gelişimi, Ankara, 2008, s. 28. (Çevrimiçi)
http://hbogm.meb.gov.tr/modulerprogramlar/kursprogramlari/gazetecilik/moduller/basinin_dogusu.pdf,
27 Şubat 2016.
180
Özbay, A.g.e., s. 68.
181
Ertuğ, A.g.e., s. 69.
179
81
(La Déclaration des Droits de l'Homme et du Citoyen) 11’inci maddesinde basın
özgürlüğü;
“Düşünce ve inançların serbestçe başkalarına ifade edilmesi, insan haklarından birini
oluşturur. Bu bakımdan her vatandaş serbestçe konuşmak, yazmak, basmak hakkına
sahiptir. Ancak kişiler bu özgürlüğünü yasaların belirttiği biçimde kötüye kullanırsa
eyleminin sorumluluğunu taşır” şeklinde belirlenmiştir.182
Bildirinin bu maddesinde görüldüğü üzere basını bağlayıcı yasal bir
düzenlemenin getirildiği görülmektedir. Yine 1791 yılında Fransız Ulusal Meclisi
tarafından hazırlanan, tarihe ilk Fransız Anayasası olarak geçen tarihi belgede de ifade
özgürlüğünün “(…) herkesin düşüncelerini, herhangi bir sansüre ya da baskı öncesi
soruşturmaya maruz kalmaksızın konuşma, yazma, basma, yayınlama ve dilediği
şekilde ibadet etme özgürlüğü (…) vardır”183 maddesi ile bu anayasa tarafından da
garantilenen temel haklar içerisinde yer aldığı bilinmektedir. Bu yasal düzenlemeler ile
devrimden önceki zamanda kral tarafından uygulanan sıkıdenetim eylemlerinin,
hukuki bir alan içerisinde sınırlandırılmaya çalışıldığı görülmektedir. Bu düzenlemeler
ile basın üzerindeki kontrolün siyasal sistem üzerindeki etkisinin ne kadar önemli
olduğunun fark edildiği, siyasal ve düşünce sisteminin kraldan bağımsızlaştırılarak
demokratikleştirilmek istendiği söylenebilir. Özellikle Robespierre, Marat ve Mirbeau
gibi güçlü isimlere sahip Fransız Radikal Partisi olarak da bilinen Jakobenlerin söz
sahibi olduğu Konvansiyon döneminin ülke tarihinde ayrı bir yere sahip olduğu kabul
edilmektedir. 1792-1795 yıllarını kapsayan bu dönem üç yüz-dört yüz bin kişinin
giyotine gönderilmesi nedeniyle ülkenin siyasi tarihinde terör dönemi olarak
nitelendirilmektedir. Jakobenlerin, iktidarları boyunca birçok demokratik düzenlemeyi
gerçekleştirmesine rağmen yüzbinlerce kişiyi ölüm ve hapisle cezalandırması ülkeyi
devrimin çok ağır sonuçlarıyla karşı karşıya bırakmıştır. Öyle ki Server Tanilli,
Jakobenlerin devrimci, demokratik bir diktatörlük olduğunu belirtmektedir.184
Jakobenlerin demokratik düzenlemelerinden kast edilen ise Jakobenler tarafından
182
Albert Pierre, L’Histoire de La Presse, Paris, Presses Universitaires de France, 1990, s. 24.
1791 Fransız Anayasası, (The Constitution of 1791, 3 September 1791), (Çevrimiçi)
http://sourcebook.fsc.edu/history/constitutionof1791.html, 18 Şubat 2016.
184
Tanilli, A.g.e., s. 97.
183
82
çıkarılmış 1793 tarihli Fransız Anayasası’nın da basına özgürlük tanımasıdır. Bu
anayasa içerisinde ‘Hakların Garantililiği Üzerine’ isimli metinde dikkat çekilen
haklardan
birinin
sınırlandırılmamış
basın
özgürlüğü
olduğu
görülmektedir.
Anayasanın yedinci maddesinde; basın aracılığıyla veya başka şekillerde düşünme ve
bunları ifade etme hakkı, huzur ortamı içerisinde toplanma hakkı, inanç özgürlüğü
kısıtlanamaz ve engellenemez denilmiştir.185 Anayasanın bu açık hükmüne rağmen
muhalif basına mensup olan Jacques Pierre Brissot, Antoine Joseph Gorsas, Jean
Louis Carra, gibi birçok gazetecinin Robespierre tarafından giyotine yollandığı
bilinmektedir.186 Tarihçi Joch Richard Censer’e göre, Fransız Devrimi dönemindeki
gazeteciler, kendilerini genellikle olayların akışını etkileyebilecek önemli insanlar
olarak ve herhangi soyut bir gazetecilik ahlakına çok az bağlılığı olan politikacılar
olarak görmüştür.187
Fransız basın tarihi içerisinde bir diğer önemli dönüm noktası Direktuar
dönemidir. Bu dönemin 1795’te referanduma göre daha az demokratik olan plebisit
olarak kabul edilen yeni anayasayla başladığı 1799 yılına kadar sürdüğü bilinmektedir.
Direktuar yönetimi; yedi milyon seçmenden yaklaşık bir milyonun katılıp onayladığı,
kırk bin kişinin hayır dediği bir halk oylaması ile kabul edilmiş yönetimdir.188 Bu
dönemde basına yönelik olarak çıkarılan üç yüz elli beşinci madde ile şu düzenleme
getirilmiştir; “basın özgürlüğünde ne ayrıcalık ne kontrol ne lonca ne de sınırlama
vardır. Bu türdeki her türlü yasaklayıcı kanun, koşullar gerektirdiği zaman temelde
geçicidir ve resmi olarak yenilenmediği sürece ancak bir yıl etkisi vardır.”189
Görüldüğü üzere Direktuar yönetiminin başa geçmesi ile birlikte basın özgürlüğünün
kısıtlandığı ve gazetecilere de ağır cezaların getirildiği söylenebilir. Fransa’da 17891799 yılları arasında görülen toplumsal olayların basının gelişimini olumlu etkilediği
söylenebilir. Yaşanan gelişmeler, geniş halk kitlelerinin habere olan ihtiyacını
La Constitution Du 24 Juin 1793, (Çevrimiçi) http://www.conseilconstitutionnel.fr/textes/constitution/c1793.htm, 18 Şubat 2016.
186
İnuğur, A.g.e., s. 92-93.
187
Ian Hargreaves, Gazetecilik, Çev.: Yeliz Özkan, Ankara, Dost Kitabevi Yayınları, 1. Baskı, 2006,
s. 39.
185
Digithèque De Matériaux Juridiques Et Politiques, “Référendum sur la constitution de l'an III”
(1795) (Çevrimiçi) http://mjp.univ-perp.fr/france/ref1795.htm, 17 Şubat 2016.
189
Constitution de 1795 Directoire 1ere République III (22 Août 1795), (Çevrimiçi) http://www.roipresident.com/bio/bio-fait-constitution+de+1795+directoire+1ere+republique+.html, 17 Şubat 2016.
188
83
doğurmuş böylece basının daha popülerleşmesini sağlamıştır. Bunun sonucunda ise
basın zor bulunan nesne statüsünü kaybetmeye ve sıradanlaşmaya başlamıştır.190
Tarihçilerin Avrupa basınında büyük ilerlemelerin yaşandığı 1789-1852 tarih aralığını
iki döneme ayırma eğiliminde oldukları görülmektedir. Birincisi, Napolyon'un basın
üzerindeki sıkı kontrolünün var olduğu 1789-1815 dönemi, ikincisi ise, basın
hürriyetinin yerleştiği hatta anayasalara girmeye başladığı 1815-1852 dönemidir.191
1799'da Birinci Konsül, 1802'de Konsül, 1804'te ise imparator olan Napoleon
Bonaparte tarafından, Direktuar yönetimine son verilmesi hazırlanan 1799
Anayasası’nda; basın özgürlüğü dâhil oy verme dışında kalan herhangi bir hakkın
devlet güvencesi altına alınmadığı görülmektedir.192 Hatta 1800 yılında yani İnsan ve
Vatandaş Hakları Beyannamesi’nin ilan edildiği tarihten 10 yıl sonra Birinci Konsül
Bonaparte’ın basına el koyduğu ve yetmiş üç gazeteden altmış tanesini de kapattığı
bilinmektedir.193 Basına ayrı bir ilgisi olan Napolyon’un generalliği döneminde
Milano ve Mısır'da birer gazete çıkartarak lehinde kamuoyu oluşturmaya çalıştığı
bilinmektedir. Napolyon imparator olduktan sonra da hür basın yerine kendi
emellerinin propagandasını yapan güdümlü basını tercih ederek enformasyon
araçlarını kullanma siyasetini sürdürdüğü görülmektedir. Muhalif basını çıkarttırdığı
kararnameler ile susturan Napolyon, onların yerine resmi ya da yarı resmi gazeteler
çıkarttırmıştır. Napolyon’un ayrıca yabancı gazeteleri de dikkatle takip ettirdiği ve
bunlara cevaplar hazırlattığı bilinmektedir.194 Burada Napolyon’un basının gücünü
anlamış olması ve bu gücü sadece kendi lehine kullanma eğilimine girmesi dikkat
çekmektedir. Bu aynı zamanda enformasyon araçlarının devlet eliyle mevcut iktidarı
korumaya ve pekiştirmeye yönelik olarak kullanıldığının şimdiye kadarki en somut
örneğini oluşturması bakımından kayda değerdir.
Cahit Özbay, Napolyon döneminde basının ciddi anlamda baskı altında
tutulduğunu
söylemektedir.
Özbay’ın
aktarımına
göre
Napolyon
1800'deki
190
Barbier, Lavenir, A.g.e., s. 65.
Ertuğ, A.g.e., s. 63.
192
Constitution of December 13, 1799 (23 Frimaire, Year VIII) (Çevrimiçi)
http://www.napoleon-series.org/research/government/legislation/c_constitution8.html, 17 Şubat 2016.
193
Cevdet Perin, Tarih Boyunca Düşünce ve Basın Özgürlüğü, İstanbul, Remzi Kitabevi, 1974, s. 78.
194
Ertuğ, A.g.e., s. 71.
191
84
kararnamesi ile Paris'te o yıl çıkan yetmiş üç gazetenin altmışını kapattırmıştır.
Yayınına devam etmesi izin verilen gazetelerden birisi kendisinin de bizzat yazılar
kaleme aldığı Moniteur'dur. Bu gazetenin görevi resmi işlemleri ve hükûmetin
politikalarını desteklemektir. Devam eden yıllarda Napolyon gazeteleri sadece baskı
altında tutmakla yetinmemiş çıkan haberleri takip edip yazılacaklarla ilgili talimatlar
da vermiştir. 1810'da gazetelerin takibi için Matbaalar ve Kütüphaneler Genel
Müdürlüğü'nü kurdurmuştur.195 Yine Özbay’ın aktarımına göre, Napolyon 1811
yılında çıkarttığı bir kararname ile Paris'te çıkan on üç gazeteden dokuzunu daha
kapatmış ve şu ifadeleri kullanmıştır: Eğer basının dizginlerini elimden kaçırırsam
iktidarda üç aydan fazla kalamam.196 Oldukça açık sözlü olduğu görülen imparatorun
bu cümlesi o dönem iktidarın basına doğrudan müdahalesini net bir şekilde ortaya
koyması bakımından önem taşımaktadır. Ünlü Fransız siyasi tarihçi Jean Noel
Jeanneney, o yıllarda gazetelere kadrolu olarak sansürcülerin yerleştirildiğini ve
Napolyon’un o dönemin basın aktörleri için:
“Gazeteleri biraz baskı altında tutun. Eğer yararlı olmadıklarını fark edersem
Débats ve Publiciste’nin redaktörlerine onları da diğerleriyle birlikte tasfiye
edeceğimi ve sadece bir tek gazeteye izin vereceğim günlerin uzak olmadığını
anlatın. (…) Devrim zamanı bitti ve artık Fransa’da tek bir parti var. Gazetelerin
çıkarlarımıza aykırı düşecek herhangi bir şey söylemelerine ya da yapmalarına
asla katlanamam”197
ifadelerini kullandığını söylemektedir. Görüldüğü üzere Fransa’da 1792-1795
Konvansiyon ile 1795-1799 Direktuvar dönemleri basın özgürlüğünün anayasada yer
almasına rağmen uygulanmadığı dönemler olarak tarihe geçmiştir.
Napolyon’un tahttan indirilerek Sainte-Héléne adasına sürgüne gönderildiği
1815 sonrası dönemde basına karşı daha ılımlı olduğu görülür. Sürgünden geldikten
sonra tekrar tahta geçen Napolyon’un ikinci devri iktidarı çok uzun sürmediği ülkenin
1830 yılına kadar gel gitli bir dönem yaşadığı bilinmektedir. Bu dönemde ülkenin;
Özbay, A.g.e., s. 71.
A.e., s. 71.
197
Jean Noel Jeanneney, Başlangıçtan Günümüze Medya Tarihi, Çev.: Esra Atuk, 2. Baskı, İstanbul,
Yapı Kredi Yayınları, 2006, s. 85-86.
195
196
85
Napolyoncular, kralcılar asiller, eski devrimciler ile ılımlı hürriyet taraftarları arasında
fikri tartışmaların yürütüldüğü bir forum hâline geldiği görülmüştür. 1824’de iktidara
gelen X. Charles 1830’da çıkardığı bir kararname de basın hürriyetine son vermiştir.
Basın hürriyetini savunan gazeteciler 30 Temmuz 1830’da krala karşı bir bildiri
yayınlamıştır. Halkın gazetecilere sahip çıkarak ayaklanması sonucu X. Charles
İngiltere’ye kaçmıştır. Basın tarihinde Gazeteciler Devrimi olarak nitelendirilen bu
ayaklanma sonunda Louis-Philippe tahta geçmiştir. Kral Philippe sansürü kaldırmış
teminat akçesi yatırma zorunluluğuna son vermiş, damga resmi ve posta ücretlerinde
indirim yapmış, basın suçları için ise jüri usulünü ihdas etmiştir. 1830-1848 yılları
arasındaki bu dönemde gazeteler arasında şiddetli rekabet yaşanmış, birçok gazete
kurulup kapanmıştır. Modern reklamın kurucusu da sayılan Emile de Girardin’in
öncülüğünde bol ilanlı, ucuz gazeteler kurulmuş sahipleri büyük kazanç elde etmiştir.
1848 yılında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde Napolyon Bonapart'ın yeğeni Louis
Napolyon oyların büyük çoğunluğu ile cumhurbaşkanı olmuştur. Louis Napolyon 4 yıl
sonra bir hükûmet darbesi ile III. Napolyon adıyla imparatorluğunu ilan edep liberal
fikirleri savunan basını susturup diktatörlüğünü kurmuştur.198
19. yüzyılda Fransa’da habercilik anlamında yaşanan en önemli gelişmelerden
biri de Havas Haber Ajansı’nın kurulmasıdır. Gazette de France’in hissedarlarından
Charles Havas’ın 1832’de Paris'te kurduğu bu ajans yerli ve yabancı gazeteleri tarayıp,
en önemli haberleri irtibatlı olduğu başka bürolara göndermeyi ve hızlı haber almayı
amaçlamıştır. Çevirileri Avrupa çapında büyük ilgi gören ajans, kısa zamanda birçok
ülkenin başkentinde aktif olarak haber üretecek temsilcilere sahip olmuştur.199
Günümüzde Agence France Presse (AFP) markasıyla dünyanın ulusötesi manada ilk
beş haber ajansından biri hâline gelen kurumun temeli Havas’tır. Havas aynı zamanda
dünyanın ilk haber ajansı olma özelliğine de sahiptir. Havas 1845 yılında Orta ve Batı
Avrupa ülkelerinde temsilcilikler açmış, 1860’dan itibaren de Avrupa’nın genelinde
abone sistemiyle haber servis hizmeti sunmayı başarmıştır. Habercilik alanında
yatırımlarını artıran ajans 1869 ve 1870 senelerinde Alman Wolf ve İngiliz Reuters
198
A.e., s.72-74., Barbier, Lavenir, A.g.e., s. 157., Sander, A.g.e., s. 187.
Orhan Koloğlu, Osmanlı Döneminde Basın Teknikleri ve Araçları, İstanbul, İstanbul Üniversitesi
İletişim Fakültesi Yayınları, 2010, s. 53-54.
199
86
ajanslarıyla anlaşarak, haber sağlama hizmetini ülke ülke bölüşerek bu alanda önemli
bir tekel oluşturmuştur.200
Haberleri dünya üzerinde yaklaşık üç milyar insana ulaşan AFP’nin, Fransa’da
Paris merkez ofisi dışında 150 dış ülkede 200 bürosu ve 80 faklı milletten 2 bin 326
çalışanı vardır. Ajans, Fransızca başta olmak üzere; İngilizce, İspanyolca, Arapça,
Portekizce ve Almanca olmak üzere 6 dilde her gün 400 bin ila 600 bin kelimelik
haber ile üç bin fotoğraf, 300 video ve 100 haber grafiği üretmektedir. Ajansın 2014
yılı itibari ile sermayesi 288 milyon Euro’dur.201 AFP’nin diğer haber ajanslarıyla
hizmet takasına dayanan anlaşmaları da vardır. Anlaşmalı olduğu 54 ajansın yirmisi
Avrupa’da, on dördü Afrika’da, dokuzu Asya’da, altısı Amerika’da, beşi ise Yakın
Doğu’da bulunmaktadır. Ayrıca AFP karşılıksız olarak 15 ajansa hizmet vermektedir.
Bu ajansların 5’i Afrika’da, 3’ü Yakın Doğu’da, 4’ü Asya’da ve 3’ü de
Amerika’dadır.202 AFP 2014 yılında Türkiye’den Cihan Haber Ajansı ile işbirliği
imzalayarak hizmet takası yaptığı ülke sayısını artırmıştır.203 AFP’nin dikkat çeken
yönlerinden en önemlisi kuruluşundan itibaren Afrika kıtasına karşı özel bir alaka
göstermesi ve bu kıtadaki gelişmelerle ilgili haberleri daha yakından takip ediyor
olmasıdır. Bu kapsamda ajansın Afrika’nın siyasi, iktisadi ve sosyo-kültürel
çalışmalarına yönelik geniş bir bülten yayınladığı bilinmektedir. Bu özel ilginin
altında ise Afrika’nın ekonomik, siyasal ve kültürel açıdan bir dönem Fransa’nın
sömürgesi olması yatmaktadır.204 Özellikle dünyanın çeşitli yerlerinde bulunan
abonelerine geçtiği fotoğrafları ile adından sıkça söz ettiren ajansın Türkiye foto
muhabirlerinden Bülent Kılıç, 2014 yılında yaşanan Gezi Parkı olaylarında ajansa
servis ettiği fotoğraflarla dikkat çekmiştir. AFP foto muhabiri Kılıç ayrıca, 131
ülkeden, 5 bin 692 fotoğrafçının, 97 bin 912 fotoğrafla katıldığı 2015 World Press
Photo yarışmasında ödüle layık görülen ilk Türk fotoğrafçı olmuştur. Gezi Parkı
Milli Eğitim Bakanlığı, Basının Doğuşu ve Gelişimi, s. 29-30.
AFP ile ilgili detaylı bilgi ve rakamsal veriler için bakınız (Çevrimiçi)
http://www.afp.com/en/agency/afp-history/, 02 Mart 2016.
202
Özgür Gönenç, Agence France Press ve Anadolu Ajansı’nın Karşılaştırılması, İstanbul, İ.Ü.
Basımevi, 2001, s. 24.
203
AFP ile CHA arasında imzalanan anlaşmanın detayları için bakınız (Çevrimiçi)
https://www.cihan.com.tr/tr/abdulhamit-bilici-aciklama-yapmak-kamera-cihan-logopCHMTM5MDYzNC8xNjUyODA5.htm, 11 Mart 2016.
204
Atilla Girgin, Uluslararası İletişim ve Haber Ajansları, Der Yayıncılık, İstanbul, 2002. s. 54.
200
201
87
direnişi sırasında çıkan olaylarda hayatını kaybeden Berkin Elvan’ın cenazesinde
çektiği fotoğraf ile ödüle layık görülen Kılıç ayrıca Time Dergisi tarafından 2014 yılı
Avrupa ve Ortadoğu’nun en iyi foto muhabiri, Guardian gazetesi tarafından ise yılın
en iyi ajans fotoğrafçısı seçilmiştir.205
1852-1859 yılları III. Napolyon'un sert denetimleri sebebi ile Fransız basını için
oldukça sönük geçmiştir. Basın politik olmayan bir tavır içinde faaliyetlerine devam
etmiştir. 1866’da günlük yayına geçen Fransa’nın en eski günlük gazetesi Le Figaro
üzerinde bu dönemin izleri net bir şekilde görülebilir. 1859 çıkan kanun ile
cumhuriyetçi basının gelişmesi sağlanmıştır. 1868 yılında ise III. Napolyon’un
çıkardığı kararname ile gazete basmak için zorunlu olan önceden izin alma şartı ve
denetim amaçlı ikaz etmeler bütünüyle kaldırılmıştır. Bu kararname sonrasında sadece
Paris şehrinde bir sene içinde yüz kırk gazete çıkarımıştır. Almanlar’ın Paris’i
kuşatılması sebebiyle II. İmparatorluk devrilmiş bunun yerine kurulan Ulusal
Savunma Hükûmeti zamanında basın tüm denetimlerden kurtulmuştur. Fransız
devrimi ile 1789 yılında kabul edilen ilkeler ülkedeki siyasal gelişmeler nedeniyle
basın yasasına ancak bir asır sonra 1881'de girebilmiştir.206
On sekizinci yüzyıl Fransız aydınlanması incelendiğinde; Voltaire, Rousseau ve
Diderot gibi filozofların sansürün tüm engellerine rağmen sistemi eleştirdikleri ve bu
minvalde yazılar yazdıkları görülmektedir. Bu dönemde gazetelerin politik konulardan
bahsetmelerine izin verilmemiştir.207 29 Temmuz 1881'de kabul edilen ve hâlen
yürülükte olan Jules Ferry Kanunu ile basın özgürlüğü kesin olarak tanınmıştır. Bugün
tüm özgür demokrasilerdeki basın rejimlerinin temeli ve ilkeleri bu kanunda yer
almıştır. Bu kanuna göre her insanın bilgisi ve düşüncesini, herhangi bir araçla
yazması ve yayınlaması hiçbir şekilde ve hiçbir nedenle kısıtlanamayacak bir haktır.208
Bülent Kılıç’a layık görülen ödülü getiren fotoğraf için bakınız (Çevrimiçi)
http://www.afp.com/en/agency/afp-history/ Ayrıca bakınız http://www.hurriyet.com.tr/bulent-kilicaworld-press-photo-odulunu-kazandiran-fotograftaki-kizin-hikayesi-28194004, 22 Şubat 2016.
206
Korkmaz Alemdar, Ruhdan Uzun, Herkes İçin Gazete-ci-lik, Ankara, Tanyeri Kitap, 2013, s. 173.
207
Asa Briggs, Peter Burke, Medyanın Toplumsal Tarihi, Çev.: İbrahim Şener, 1. Basım, İstanbul,
İzdüşüm Yayınları 2004, s. 117.
208
Perin, A.g.e., s. 99.
205
88
Dünya iletişim teknolojilerindeki gelişmelerle beraber Fransa basınında da gözle
görülür bir çeşitlenme olmuştur. 20. yüzyılda radyo ve televizyonun gündelik hayata
dâhil olmasıyla beraber kitle iletişim araçlarının yani medyanın niceliksel olarak arttığı
görülmüştür. Bugün Fransız medyası denildiği zaman; küresel anlamda çok etkili, çok
kültürlü, çok sesli, çoğunlukçu ve oldukça da özgür bir yapı ve ortamdan bahsetmek
mümkündür. Ülkenin günümüz yazılı basını değerlendirilecek olursa dünya genelinde
olduğu gibi İkinci Dünya Savaşı sonrası yayına başlayan gazete sayısında artış olduğu
görülmektedir. Fransız basınının kâğıt baskıda tiraj rakamları düşük olsa da gerek ülke
içinde gerekse de uluslararası anlamda ülkenin; çok etkili ve referans olarak tabir
edilen ulusal gazetelere sahip olduğu bilinmektedir. Bunun dışında diğer Avrupa
ülkelerinde olduğu gibi okur-yazarlık oranına da bağlı olarak burada yerel basının da
güçlü olması dikkat çekmektedir. Ülkenin en etkili ve bilinir gazeteleri 1944’te
kurulan Le Monde, 1826’da yayına başlayan Le Figaro ve 1973 tarihli Libération’dur.
İkinci dünya savaşı sonrası kurulan Le Monde günümüzde kendisini politik ya da
ideolojik olarak merkezde konumlandırırken, Le Figaro’nun sağ kesime, Libération’un
ise sol kesime yakın durduğu bilinmektedir. Fransa yazılı basınında adından söz ettiren
diğer gazeteler ise Aujourd’hui en France (Le Parisien), L’ Humanité, La Croix, Les
Echos, Le Canard Encahine, L’Equipe’dir. 300’den fazla derginin yayınlandığı ülkede
ise L’Express, Le Nouvel Observateur, Le Point ve Courier İnternational önemli haber
dergileri olup, Paris Match, Télérama, Capital ile Elle gibi moda dergileri ise farklı
alanlarda yayın yapan en bilinir mecralar arasındadır. 7 Ocak 2015’de uğradığı saldırı
sonucu Charb, Jean Cabu, George Wolinski, Bernard Maris ve Tignous gibi çizerlerini
kaybeden, toplamda 10 gazetecisi öldürülen Charlie Hebdo ise ülkenin en sansasyonel
dergisi olarak kabul edilmektedir.209 Yerel gazetelerde ise farklı bölgesel edisyonları
da bulunan Ouest France, Sud Ouest, La Tribune- Le Progrés La Voix du Nord, Le
Parisien, Le Dauphine Libéré, en fazla okunan ve bilinenler arasında bulunmaktadır.
Fransız Basını Hakkında Rakamsal Veriler için (Çevrimiçi) http://www.acpm.fr/ adresi ziyaret
edilebilir. Ayrıca Fransız Medyası hakkında detaylı bilgi edinmek için bkz. (Çevrimiçi)
http://fas.org:8080/irp/dni/osc/france-media.pdf, 20 Şubat 2016.
209
89
2.2.1.3. İngiltere’de Basınının Tarihsel Gelişimi
İngiliz basınının tarihsel gelişim sürecine bakıldığında ülke basınının 1791'de
kabul edilen, bir yayın çıkarmak için önceden izin almayı gerektiren Libel Act
yasasının kaldırılması sayesinde elde ettiği hürriyet sonucu gelişme gösterdiği ve
nüfuzlu gazetelerin kurulduğu bilinmektedir. Bu dönemde mücadele içinde bulunulan
Fransa ile girişilen savaş dönemleri haricinde basın üzerinde kısıtlamalara gidilmediği
tespit edilmiştir. Ancak Libel Act dönemi öncesine bakıldığında ise basın için özgür
bir ortamın olduğunu söylemek pek mümkün değildir. İngiltere'de 1620 yılından
itibaren iç haberler yasaklandığından haber mektuplarında sadece dış haberlere yer
verildiği bilinmektedir. 1632'de Almanya ile yapılan Otuz Yıl Savaşları sırasında
ülkede dış haberlerin de yasaklandığı 1641'de ise kaldırıldığı belirtilmektedir. 16411643 yılları arasındaki iç savaşta gazetelerin kral ve parlamentodan hak talep
edenlerden yana tavır aldığı bilinmektedir. 1643 yılında Kral I. Charles, Oxford'ta
kendisini destekleyecek The Oxford Gazete isimli bir gazete çıkarmıştır. 1648'de
İngiltere'de devrim olmuş ve Parlamento Partisi lideri Oliver Cromwell, ülke
yönetimine el koymuştur. Bu dönemde kral basının etkisini fark etmiş kendi
menfaatlerine aykırı olabilecek yazıların halkı etkilemesinden çekindiği için önce iç
haberleri sonra dış haberleri yasaklamıştır. Kralın kendi çıkarları doğrultusunda
yazacak bir gazete kurmuş olması ise başlı başına basının gücünü kabul etmiş olması
olarak değerlendirilmektedir.210 1660 yılında tahta geçen II. Charles döneminden 1688
devrimine kadar olan süreçte siyasi haberleri yaymak ve bunları yorumlamak hakkı
yalnızca krala ait görülmüştür. Bu kurallara uymayanlar cezalandırmıştır. Devrim
sonrası ise gazeteler üzerindeki sansür hafiflemiş birçok gazete yayına başlamıştır.
1695'te ilk günlük gazete Post-Boy kurulmuştur.211 18. yüzyılda gazeteciliğin geneli
için önemli bir gelişme olarak oldukça ciddi bir maddi kaynak olacak ilanlar ilk defa
İngiliz gazetelerinde yer bulmaya başlamıştır. Ticaretin gelişmesi ve tüccarların
ürünlerini tanıtma konusundaki istekliliği ilanların gazetelerde yer bulmasında etkili
olmuştur. İlanın önemi başlangıçta kavranmamış ve alay konusu olmuştur, ancak
etkileri ve önemi daha sonra hissedilmiştir212
Ertuğ, A.g.e., s. 43., Özbay, A.g.e., s. 41.
Ertuğ, A.g.e., s. 43-46.
212
A.e., s. 53.
210
211
90
Ülkede medyanın siyasetle iç içe girdiği bu yüzyılda günümüzde de varlığını
Muhafazakâr ve Liberal Parti olarak sürdüren Tory ve Whig adında iki siyasi parti
kurulmuştur. Hanedan ve siyaset arasındaki mücadelenin şiddetlendiği bu dönemde
gazetelerin önemi daha da artmıştır. Her iki siyasi parti de gazetecilerden, ilim ve
edebiyat adamlarından kendi mücadelelerine destek almaya çalışmıştır.213 Siyasi
partilerin destek arayışlarının yandaş ve muhalefet gazeteciliğinin ortaya çıkmasında
etkili olduğu görülmüştür. Okura haber aktarırken ölçü gözetmeyen bu dönemin
politik gazeteleri, daha çok yandaş bir okur kitlesi kazanmak kaygısıyla sempati
beslediği siyasi partinin gayelerinin ve politikalarının partizanca propagandasını
yapmıştır. Haber ile yorumun birbirinden ayrılmadan verildiği bu gazetelerin ilk
örneklerinin İngiltere’de ortaya çıktığı kabul görmüştür.214
İngiltere'de siyasi partilerin ortya çıkması ile politik yaşamın etkisinin artmasının
İngiltere'de gazetelerin kurulmasına olumlu anlamda katkı yaptığı söylenmektedir.
Ülkede ilk düzenli gündelik gazetenin Elizabeth Mallet tarafından bir sayfa şeklinde
The Daily Courant ismiyle 11 Mart 1702'de yayına başladığı bilinmektedir. 1735'e
kadar 33 yıl yayın hayatını sürdürdüğü belirtilen bu gazetenin daha çok dış haberlere
yer verdiği görülmüştür.215 Bu gazeteyi diğer gazetelerden ayıran özellik dış
haberlerde ait haberleri, üzerinde değişiklik yapmadan olduğu gibi yayınlamış
olmasıdır. Kraliçe Anne dönemi İngiltere’sinde oluşan özgürlük ortamının tam
yetenekli gazetecilerin yetişmesine katkıda bulunduğu söylenmektedir. Bu dönemde
Stuart’larla Hanovre Hanedanı arasındaki taht kavgası dolayısıyla siyasi mücadelenin
şiddetlenmesinin gazetelere yönelik ilgiyi artırdığı bilinmektedir. Daniel Defoe,
Joseph Addison, Jonathan Swift ve Richard Steele gibi isimlerin gazeteciliğin şerefini
yücelten kişiler olarak öne çıktıkları görülmüştür. Ülkede aktüel ve siyasi hadiseleri
konu alan düzenli yazılar kaleme alma geleneğinin Daniel Defoe (1660–1731)
öncülüğünde başladığı kabul edilmektedir. Eleştiri yazılarıyla ve romanlarıyla tanınan
Defoe 1704’de The Review isimli bir gazete çıkarmıştır. Politik konulara yönelik
düşüncelerin makale şeklinde okura iletilmesi, Defoe’nun The Review’i ile olmuştur.
213
A.e., s. 54.
Nuri İnuğur, Basın ve Yayın Tarihi, İstanbul, Çağlayan Kitabevi, 1982, s. 57-58.
215
Özbay, A.g.e., s. 51-52.
214
91
Ulusal ve uluslararası siyasi hadiselerle ilgili kamuoyu oluşturmak amacıyla ikişer
sütunluk dört sayfadan oluşan gazetenin üç sayfasında kendisinin yazdığı tespit
edilmiştir. Defoe’nin ayrıca The Tattler (Geveze) adıyla; önlü arkalı olmak üzere iki
sayfalık sosyo-kültürel ve özellikle dış haberlere ağırlık veren keyif veren bir gazeteyi
geliştirdiği de bilinmektedir.216
Kraliçe Anne’ın ölümünden sonra Liberal partiye mensup yazarlardan Steele ve
Joseph Addison’un siyasi gazetelerin yanı sıra daha mutedil bir basının kurulmasına
öncülük ettikleri bilinmektedir. 1711’de The Spectator isimli gazeteyi çıkarmaya
başlayan iki yazarın diğer gazetelere göre daha ucuz ve eğlendirici olan bu gazete ile
büyük ilgi topladığı görülmüştür. Bu dönemde aynı kulvarda yayın yapan The Tattler
ve The Spectator isimli gazetelerin halktan gereken ilgiyi gördükleri ve tirajlarını otuz
binlere kadar çıkardıkları tespit edilmiştir. Bu durumdan tedirgin olan hükûmet damga
vergisi getirerek gazetelerin etkisini kırmayı hedeflemiştir. Bu dönemde gazetelerin
birer ikişer kapanmaya başladığı bilinmektedir. Steele, 1713'te Liberal Parti destekçisi
olduğu bilinen günümüzün de en prestijli gazetelerinden Guardian'ı çıkarmıştır. Bu
dönemde liberal basın önemini kaybederken muhafazakâr parti basını önem
kazanmıştır. 1710'da Examiner ve 1726'da Craftsman gazetesi çıkarılmıştır.
Muhafazakâr gazetelerin öncüsü Jonathan Swift'tir. Swift’in Examiner'daki yazılarında
ilime karşı geleneği, burjuvalara karşı aristokrasiyi, liberallere karşı kralın
ayrıcalıklarını, Protestanlara karşı kiliseyi savunduğu görülür. İngiltere'nin en uzun
ömürlü gazetelerinden Morning Post ise 1772'de çıkmıştır. Muhafazakâr Parti'nin
yayın organı olan gazete 150 yıl ülkenin en önemli gazetesi olmuş ve 1937'de The
Daily Telegraph ile birleşmiştir. John Walter’un 1785'te en başta The Daily Universal
Register adıyla kurduğu ve adını daha sonra değiştirdiği günümüzde İngiltere'nin en
ünlü gazetesi konumundaki The Times bu asrın bir mamulüdür.217 Gazetenin zamanla
ülkesinin menfaatlerini savunan ulusal bir gazete hâline geldiğini söyleyen Hasan
Refik Ertuğ, Times’ın 1807’de Napolyon'a karşı açılan savaşları daha yakından
izlemek için Hamburg civarındaki Altona şehrine Henry Crabb Robinson isimli bir
216
Milli Eğitim Bakanlığı, Basının Doğuşu ve Gelişimi, Ankara, 2008, s. 24.
217
Özbay, A.g.e., s. 53-54-55-56.
92
muhabirini gönderdiğini aktarır. Bu yönüyle The Times yabancı ülkelere muhabir
gönderen ilk gazete olarak kabul edilmektedir.218
Havas ile beraber uluslararası haber dolaşım ağlarının kurulmaya başlandığı 19.
yüzyılda İngiltere’de, Reuters Haber Ajansı bu alanda söz sahibi olmuştur. Havas’da
bir dönem tercüman olarak çalışan Paul Julius Reuter’un 1850’de en başta Reuter
adıyla kurduğu ajans çok geçmeden Reuters adını almıştır. İlk zamanlarda daha çok
ekonomi
haberleriyle
dikkat
çeken
ajans
günümüzde
en
güvenilir
haber
kaynaklarından bir hâline gelmiştir.219 Dünyanın en büyük üç haber ajansından biri
olarak kabul edilen ve özellikle finans haberleri ile dikkat çeken ajansın abonelerine
263 borsadan bilgiler ulaştırdığı belirtilmektedir.220 Reuters’in en dikkat çeken yanı
sadece dış haberleri yayımlıyor olmasıdır. 163 farklı ülkede, 200 ofisi olan Reuters’in
2 bin 500’ü muhabir, foto muhabiri, kameraman olmak üzere 14 bin 500 çalışanı
olduğu bilinmektedir. Ajans İngiliz medyasına yönelik sunduğu iç haberleri sadece
Press Association’a satmaktadır.221 Haber dosyalarının çeşitliliği bakımından en önde
gelen uluslararası haber ajansı Reuters olarak kabul edilmektedir.222
Medya dünyasında uluslararası anlamda hem köklü hem de çok etkili gazetelere
sahip İngiltere’nin günümüz yazılı basını değerlendirilecek olursa ülkenin köklü
gazetelere sahip olduğu görülür. Ülkenin en ünlü gazeteleri 1785 tarihli The Times,
1821’de kurulan The Guardian, 1822 tarihli The Sunday Times, 1855 tarihli The Daily
Telegraph, 1888 tarihli The Finacial Times, 1896 tarihli The Daily Mail, 1903 tarihli
The Daily Mirror, 1986 tarihli The Independent, 1909 tarihli The Daily Expresse,
1964 tarihli The Sun,’dır.223 Daily Sport ve Daily Record ise ülkenin en fazla satan
218
219
Ertuğ, A.g.e., s. 65-66.
Milli Eğitim Bakanlığı, Basının Doğuşu ve Gelişimi, s. 30
Atilla Güner, “Mayamız Haber”, I. İletişim Kongresi Bildiri Kitapçığı, İstanbul Üniversitesi
İletişim Fakültesi, 1-3 Mart 2000, s. 454-456.
221
Reuters hakkında detaylı bilgi için bakınız, (Çevrimiçi) http://agency.reuters.com/en/productsservices/customers/publishers.html, 03 Mart 2016.
222
Murat Zeytinli, Uluslararası Haber Dengesizliği, İstanbul, Rebel Yayıncılık, 1997, s. 93.
223
Erken dönem İngiliz Basın Tarihi ile ilgili detaylı bilgi edinmek için bakınız (Çevrimiçi)
https://www.brent.gov.uk/media/387509/Newspaper_advertising_article_2011.pdf ve
http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-28/1923-1938-ingiliz-basininin-genel-olarak-degerlendirilmesi-vebasinda-cikan-turkiye-uzerine-yazilar-indeksi adresi ile ayrıca İngiliz Gazete Arşivi için
http://www.britishnewspaperarchive.co.uk/help/about, 13 Mart 2016.
220
93
gazetelerindendir. The Economist ve The Week Dergisi ise ünlü haber dergileridir.
Her biri birbirinden etkili bu gazeteler arasında örneğin ağırlıklı olarak bir ekonomisiyaset gazetesi niteliğindeki The Financial Times (FT) günümüzde iş dünyasına hitap
eden, dünyanın en muteber ve prestijli gazetelerdendir. FT küresel ekonomiyi ve para
piyasalarını yakından takip eden iş dünyasına yönelik yayınları ve analizleri ile
uluslararası alanda gündem oluşturan bir gazete olarak bilinmektedir.
2.2.1.4. Amerika Birleşik Devletlerinde Basın ve Gazetenin ve AP
Haber Ajansı’nın Gelişim Tarihi
Yedi Yıl Savaşları’nın İngiltere tarafından 1763 Paris Antlaşması ile Fransa’ya
karşı zaferle sonuçlanmasına kadar geçen sürede Amerika basınının kökeninde,
İngiltere koloni gazeteciliğinin izleri belirgindir. İlk gazetelerin içeriğinde daha çok
eski tarihli dış haberler ile diğer kolonilerden aktarılan haberlerin yer aldığı
bilinmektedir. İngilizlerin bu dönemde buradaki kolonilere atadıkları valiler
aracılığıyla basın üzerinde sıkı bir denetim kurdukları belirtilmektedir. 1638 yılında
Benjamin Harris isminde bir İngiliz tarafından çıkarılan üç sayfalık Public Occurences
isimli ilk koloni gazetesinin de bu denetime takıldığı ve kapatıldığı bilinmektedir.224
Ülkede kolonilerin ilk haftalık gazetesi 1704’de yayın hayatına başlayan ve İngiliz
yönetimini destekleyen Boston Newsletter, İngiliz yönetiminden bağımsız ilk gazete
ise 1721 tarihli New England Courant’dır.225
Gerçek anlamda Amerika basınından söz edebilmek için genellikle ABD
Bağımsızlık Bildirgesi’nden sonraki sürecin dikkate alındığı görülmektedir. Bunun
nedeni ise; Amerika Bağımsızlık Savaşı’na kadar koloni etkisinde olan ve tam olarak
düzenli çıkmayan o dönemki gazetelerin, bağımsızlık savaşı sonrası hem yayımcıları
koruyan hem de basın özgürlüğünü garanti altına alan yasayla tanışmaları olarak
açıklanmaktadır. Bağımsızlık savaşının, gazetelerin gelişimi için gerekli olan kurumsal
ve yasal düzenlemelerin yapılmasına öncülük ederek onların önünü açtığı kabul
edilmektedir. Öyle ki Amerika'da 1740'lı yıllarda 14 gazete yayınlandığı hâlde
Celalettin Aktaş, “Amerika Birleşik Devletleri’nde Gazetecilik”, İstanbul Üniversitesi İletişim
Fakültesi Dergisi, Sayı 6, 1997, s. 89.
225
A.e., s. 89.
224
94
bağımsızlık savaşının başladığı 1775 yılında gazete sayısının 37’ye yükseldiği tespit
edilmiştir.226 Bu savaş sırasında gazetelerin sadece dış haber veren yayın politikalarını
değiştirdikleri ve bir fikir organı olarak halkı özgürlük mücadelesi hakkında
bilgilendirmeye yöneldikleri görülmüştür. Bunun sonucu olarak Amerika’da fikir
basınının Avrupa’dan çok önce başladığı ve yaygınlaştığı söylenmektedir. Fransız
İhtilali’nin önde gelen isimlerinden Jacques Pierre Brissot’un 1789’da Amerikan
İhtilali için söylediği belirtilen “Fransa’nın şanlı rol oynadığı Amerika İhtilali,
gazeteler olmasaydı başarılamazdı” sözü bu anlamda manidardır.227
Amerika’da basın özgürlüğünün temelini; 1776 Virginia İnsan Hakları Yasası
ile 1787 tarihli ABD Federal Anayasası’nın 1791 tarihli güncellenmiş halinin
oluşturduğu kabul edilmektedir. Bu yasaların ortak özelliği; basın özgürlüğünün
özgürlüklerin
temeli
olduğunu
ve
sadece
baskıcı
yönetimler
tarafından
sınırlandırılabileceğini öngörmesidir. Bu tarihte ilk kez yapılan değişiklikle kongrenin
ifade ile basın özgürlüğünü kısıtlayan bir yasa yapmayacağı kararını alması
Amerika’da hem basın özgürlüğünü teminat altına almış hem de basının gelişmesinin
önünü ciddi anlamda açmıştır.228 ABD Başkanı Thomas Jefferson’ın 1787 yılında
Albay Edward Carrington’a söylediği belirtilen “hükûmetimizin temelinde halkın
görüşleri olduğu için ilk amacımız onu korumak olmalıdır bu nedenle gazetesiz bir
hükûmet mi yoksa hükûmetsiz bir gazete mi olmalı diye bana soracak olursanız
hükûmetsiz bir gazeteyi seçmek için bir dakika durmam”229 sözü Amerika basın
tarihine neredeyse iki buçuk asır önce geçmiş, basının önemini çok iyi anlatan tarihi
bir ifade olarak nitelendirilmektedir.
Basının siyasetle yakın ilişki kurma çabaları Amerika basın tarihinde de
kendisini gösterir. ABD’de basının siyasallaşması 1830-1840 yılları arasında özellikle
George Washington’ın başkanlığı yıllarında başlamıştır. Parti gazeteciliği dönemi
olarak nitelendirilen bu dönemle birlikte gazetelerin adeta parti bültenine dönüştükleri
bilinmektedir. 1835’te James Gordon Bennett’in yayınladığı New York Herald
Özbay, A.g.e., s. 63.
Briggs, Burke, A.g.e., s. 119.
228
Aktaş, A.g.e., s. 90.
229
Hargreaves, A.g.e., s. 38.
226
227
95
Gazetesi hiçbir siyasi partiyi desteklemeyen bağımsız tavrı ve hem seçkin zümreye
hem de isçilere hitap eden yayın politikası ile popüler gazeteciliğin öncüsü olmuştur.
Fikir basınının temsilcisi ise 1841 yılında New York Tribune adlı gazeteyi çıkaran
Bennett’in rakibi, köleliğin kaldırılması fikrini cesaretle ortaya atıp savunmasıyla
tanınan Horace Greeley olarak kabul edilmektedir. Bu iki gazetenin aralarındaki
rekabeti otuz yıl boyunca sürdürdükleri bilinmektedir. 1850’lerde birçok gazetenin
siyasi partilerin sözcüsü gibi davrandıkları hâlde bu iki köklü gazetenin tarafsız
yayıncılık
ilkesini
köklü
bir
gelenek
hâline
getirmeyi
başardıkları
kabul
edilmektedir.230 On dokuzuncu yüzyılda ise Amerika'da fikir gazeteciliğinin yerini
sansasyonel haberlerle okurun dikkatini çekmeye çalışan kitle gazeteciliğinin almaya
başladığı görülmektedir. Amerikalı William Randolph Hearst ile
St. Louis Post
Dispatch isimli gazetesinin kurucusu Joseph Pulitzer, sarı basın olarak bilinen bu basın
türünün öncüleri olarak kabul edilmektedir.231 1880 ve 1890’lı yıllarda her türlü
yolsuzluğa karşı savaşan bir gazeteci olarak büyük ün kazanan Pulitzer hâlâ
Amerika’nın idol gazetecileri arasında yer almaktadır. Pulitzer adına 1917'den beri her
yıl 21 dalda ödül verilmektedir. Gazeteciliğin oscarı olarak kabul edilen bu ödüller
New York’ta ki Columbia Üniversitesi komitesi tarafından belirlenmektedir.232
On dokuzuncu yüzyılın habercilik anlayışında ki en önemli olaylarından biri de
1846-1848 yılları arasında New York’ta yayınlanan altı gazetenin güçlerini
birleştirerek Associated Press (AP) Haber Ajansı’nı kurmuş olmalarıdır. AP bu
gazetelerin haber toplamada yaşadıkları sıkıntıyı aşmak ve haberin maliyetini
düşürmek amacıyla kurulmuştur.233 Samuel Mose’un 1853'de radyonun atası olarak
kabul edilen telgrafı ve mors alfabesini keşfetmesi dünya basın tarihinin en önemli
teknik gelişmelerinden birisi olmuştur. Bu teknik dünya çapında hızla yayılmış ve
Avrupa devletlerinin başlıca haber alma vasıtası hâline gelerek haber ajanslarının etki
alanlarını artırmalarına olanak sağlamıştır.234 19. yüzyılın ilk yarısından itibaren
İnuğur, A.g.e., s. 125-127.
Aktaş, A.g.e., s. 92.
232
Alemdar, Uzun, A.g.e., s. 201-203.
233
Aktaş, A.g.e., s. 98.
234
Hüseyin Altunbaş, “Başlangıcından Günümüze Radyo ve Radyo Reklamcılığı, Türkiye’de Yerel
Radyo İstasyonlarının Reklam Aracı Olarak Kullanılışı, Sorunları ve Model Önerisi” Anadolu
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Reklam ve Halkla İlişkiler Anabilim Dalı Yayımlanmamış
Doktora Tezi, Dan.: Prof. Dr. İlhan Ünlü, Eskişehir, 2003. s. 2-5.
230
231
96
devreye giren haber ajansları, günümüz basın sektöründe geçmişe göre daha önemli
bir konum elde etmiştir. Kâğıt baskıda kan kaybeden çoğu gazete haber üretim
safhasında çalışan personelinde tenkisat yaparak bu rolü ajanslara devretmeye
başlamıştır. Çünkü alt yapı sorunu olmayan bu ajanslar, ellerinde bulundurdukları
teknolojik olanaklar sayesinde habere ulaşma ve dağıtma hizmetlerini diğer kitle
iletişim araçlarına göre daha çabuk gerçekleştirebilmektedir. Günümüzde AP, AFP ve
Reuters Haber Ajansları uluslararası alanda hâlâ etkinliklerini sürdürmektedir.
Özellikle dış haberlerin üretim ve dağıtım alanı bu üç küresel ajansın kontrolündedir.
Dünyadaki kitle iletişim araçları, dış haberlerinin yaklaşık %80’ini New York, Londra
ve Paris merkezli bu ajanslardan almaktadır.235 AP’nin ABD dışında 112 ülkede (71’i
az gelişmiş ülkeler), 8 bin 500 dolayında radyo ve televizyon yirmi bine yakın
müşterisi bulunmaktadır. AP’nin bugün ulusal ve uluslararası yaklaşık iki yüz elli
dolayında bürosu bulunmaktadır. Bu bürolardan elde edilen haberlerle ajansın
gündelik haber sayısı üç binden fazladır. AP’nin günlük İngilizce, Fransızca, Almanca,
İspanyolca ve Flamanca dillerinde olmak üzere haber, fotoğraf, video ve grafik
yayınladığı bilinmektedir.236 Günümüzde AP en köklü haber ajansı olmadığı halde;
haber kaynağı, haber ağı, müşteri sayısı, teyid edilmiş muteberliği ve en son teknolojik
gelişmeleri kullanma yeteneğiyle bir haber ajansı olarak uluslararası haber ağlarının en
büyüğü ve en etkini olarak kabul edilmektedir.237
Yirminci yüzyılda ise; gazeteciliğin temel kurallarının, haber yazım tekniklerinin
büyük bir gelişme gösterdiği ve geleneksel yazılı basın anlayışının değişmeye
başladığı görülmektedir. Gazetelerin habere yaklaşımları ve habere verdikleri değerin
arttığı bu dönemde, hem gazete hem de okur sayısında artış olduğu tespit edilmiştir.
Özellikle İkinci Dünya Savaşı sırasında gazeteciliğin uluslararası bir boyut kazandığı
dikkat çekmektedir. Bu dönemde ABD’den bin 500 muhabirin savaşın kapsama
alanına aldığı bölgelere gönderildiği bilinmektedir. İlk kadın savaş muhabirleri ve
radyo muhabirlerinin ortaya çıkışının da bu dönemde olduğu görülmüştür.238 Bu
dönemde radyo yayınlarının gazetelere bağlı olarak içerik oluşturdukları bilinmektedir.
235
Zeytinli, A.g.e., s. 8.
AP ile ilgili detaylı rakamsal veriler için bakınız (Çevrimiçi) http://www.ap.org/annualreport/2014/ap-by-the-numbers.html, 04 Mart 2016.
237
Girgin, A.g.e., s. 355.
238
Aktaş, A.g.e., s. 93.
236
97
1960’lı yıllara gelindiğinde ise televizyonun gündelik hayata girmesi sonucu
gazetelerin televizyon ile rekabet edebilmek için haber yorumu ve haber analizi gibi
uzmanlık isteyen alanlara yöneldikleri tespit edilmiştir.
Amerika’nın iletişim teknolojilerindeki gelişmelere bağlı olarak özellikle
internet ağı ve programlarında kısa zamanda kaydettiği mesafe günümüz Amerikan
basınını diğer ülkelere kıyasla çok ileri bir noktaya taşımıştır. Öyle ki yeni medya
kısmında daha detaylı ele alınacak olan yazılı basının dijitalleşmesi veya dijital
platformlara taşınması meselesinde kilit ülkenin Amerika olduğu herkesin üzerinde
hem fikir olduğu bir düşüncedir. Amerika basını dediğimizde aklımıza ilk gelen
gazeteler The New York Times, USA Today, Wall Street Journal, Washington Post,
Los Angles Times, New York Daily News gibi gazetelerdir. Bu gazetelerin ortak
özelliği hem tiraj olarak hem de ulusal ve uluslararası arenada saygın olarak
nitelendirilmeleridir. National Geographic, Time ve Newsweek ise farklı ülkelerde
baskıları olan Amerika’nın küresel dergi markalarıdır.239
2.3. Radyo
Yirminci yüzyılın önemli teknolojik buluşların tarihine bakıldığında önce belirli
kodlar aracılığıyla yazılı bilginin gönderilmesini sağlayan telgrafın daha sonra ise
sesin iletilmesini esas alan telefonun icadının önemli rol oynadığı görülmektedir.
Radyoya giden yolu açan gelişmelerin; Michael Faraday’ın 1831’de elektromanyetik
indiksiyonu keşfetmesi ile telsizin ilim babası olarak tanınan James Clerck Maxwell’in
1864’de elektromanyetiğin atmosferde dalgalar halinde hareket ettiğini ve atmosferin
bu dalgaları taşımak için ışık hızında kapasiteye sahip olduğunu keşfetmesi kabul
edilmektedir. 1887 yılına gelindiğinde de Alman Fizikçi Heinrich Hertz’in radyo
dalgalarının varlığını ve uzunluğunu bulduğu bilinmektedir. Telsiz ile iletişim
sistemini geliştirmek isteyen İtalyan Guglielmo Marconi ise 1901’de telgrafı kablodan
kurtararak radyo dalgalarını iki bin deniz milinden daha uzağa Atlantik’e iletmeyi
başarmıştır. Marconi’nin bu başarısı 1909’da hem kendisine Nobel Ödülünü
kazandırmış hem de radyoculuğun başlangıcı olarak kabul edilen bir işe imza atmasını
sağlamıştır. Radyonun simgesel üç ismi; radyo dalgalarının mesaj taşıyabildiğini bulan
239
A.e., s. 95-99-100.
98
Marconi, sinyal üretimi için gereken audion (radyo alıcısı) teknolojisini bulan Lee De
Forest ile bulduğu alternatör sayesinde sesin radyo dalgalarıyla taşınmasını sağlayan
ve kamuya yönelik yayın yapabilmek için sinyal alıp verme kanalını bulan kişi
Fessenden olarak kabul edilmektedir.240
Birinci Dünya Savaşından önce radyoculuğun amatör olarak yapıldığını ve
amatör kişiler elinde bulunduğunu söyleyen Hüseyin Altunbaş, radyonun yaygınlık
kazanması ile beraber ilk radyo istasyonlarının kurulmaya başlandığını belirtmektedir.
Altunbaş, KDKA isimli radyonun hem resmi lisans alan ilk radyo kuruluşu olduğunu
hem de radyo programları ile radyoculuğun öncülüğünü yaptığını söylemektedir.241
Amerika’da bu gelişmeler yaşanırken özellikle İngiltere’de yaşayan Guglielmo
Marconi’ye ait şirketin radyo dalgaları üzerine yürüttüğü çalışmaların da hız kazandığı
bilinmektedir. Marconi’nin öncülüğünde 1922’de bir dünya markası olarak kabul
edilen BBC (British Broadcasting Corparation) özel bir statü ile bir devlet teşekkülü
olarak kurulmuştur.242 19 Aralık 1932’de yayına başlayan BBC Dünya Servisi, 20
Kasım 1939 tarihinden beri Türkçe dâhil 29 ayrı dilde yayın yapmaktadır. İlk olarak
İngiliz İmparatorluğu’nun uzak köşelerine haber iletmek amacıyla yayına başlayan
Dünya Servisi, sesini Londra’dan Avustralya ardından da Yeni Zelanda’ya
duyurmuştur. BBC'nin kurucusu ve genel müdürü Sir John Reith, o zaman ki adı
İmparatorluk Servisi olan Dünya Servisi’ni ilk hizmete soktuğu hafta, dönemin Kralı
V. George’un Noel konuşmasını imparatorluğun uzak noktalarına taşımış böylece
haberleşmenin stratejik önemini kanıtlamıştır. İlk olarak İngilizce başlayan dış
yayınlar, sonraki yıllarda başka dillerin eklenmesiyle daha da büyüyerek tüm dünyada
geniş bir dinleyici kitlesine ulaşmıştır.243 1927'den bu yana kamu hizmeti yayıncılığı
yapan
BBC,
dünyanın
hemen
her
tarafına
ulaşacak
biçimde
örgütlenmiş
bulunmaktadır.244 Dünyada elliye yakın merkezde yaklaşık iki yüz elli BBC muhabiri
BBC’nin haber ağını beslerken, radyo yayınlarının haftada yaklaşık iki yüz seksen
Altunbaş, A.g.e., s. 3-6-8.
A.e., s. 9-11.
242
A.e., s. 13.
243
BBC hakkında detaylı bilgi için http://www.bbc.co.uk/historyofthebbc
http://www.bbc.co.uk/turkish/europe/story/2007/12/071219_anniversary.shtml
http://www.bbc.com/turkce/kurumsal/2013/07/000000_cep_hakkimizda, 02 Mart 2016.
244
Yasemin Giritli İnceoğlu, Uluslararası Medya, İstanbul, Der Yayınları, 1997, s. 220.
240
241
99
milyon dinleyiciye ulaştığı bilinmektedir.245 BBC’nin yayıncılık bakımından özerk bir
yapıya sahip olduğu görülmektedir. Kurumun hükûmetin değil, İngiliz devleti ve
halkının menfaati için yayın yaptığı belirtilmektedir. Kurumun, gelirini reklamdan çok
radyo ve TV alıcılarından alınan vergiyle elde ettiği belirtilmektedir. BBC, otuzdan
fazla dilde yayın yapan, kapsama alanı bakımından en büyük radyo televizyon
örgütlenmesi olarak bilinmektedir.246 BBC’nin ortaya koyduğu ve sahip çıktığı bu
modelin ülkenin demokrasi kültürüyle doğrudan ilişkili olduğu düşünülmektedir.
Radyonun kamu yayıncılığını öncelemesi ve hükûmetten bağımsız çalışması; yasama,
yürütme ve yargı arasındaki kuvvetler ayrılığı ilkesinin de pratikteki bir yansıması
olarak değerlendirilebilir.
Fransa’da ise yine İngitere ile aynı tarihte bugün yedi farklı kanal ile yayınlarını
sürdüren Radio France öncülüğünde ilk yayınlar yapılmaya başlanmıştır. 2014 yılında
13,3 milyon dinleyicisi olduğu tespit edilen Radio France’ın; France İnfo ve France
İnter kanalları en çok dinlenenler arasındadır. Ayrıca Radio France İnternationale ile
Europe 1’de en fazla bilinen radyo kanallarıdır.247 Radyo’nun çok etkili kullanıldığı
dönemlerden biri de kuşkusuz ki Nazi Almanyası dönemi olmuştur. Hitler’in
cumhurbaşkanlığına aday olduğu 1933 Şubat ayında dönemin ünlü propaganda bakanı
Joseph Goebbels’in “radyo ve basın bizim hizmetimizde ve biz şuanda propaganda
şaheseri yaratıyoruz” dediği söylenmektedir. Almanya’da 1935’li yıllara gelindiğinde
her şeye hâkim olan ırkçı dilin; yayınlarda da büyük yer kapladığı ve Nazi
propagandasının edebiyattan tiyatroya kadar her alanda kendisini gösterdiği
bilinmektedir.248
245
BBC hakkında detaylı bilgi için (Çevrimiçi)
http://www.bbc.com/turkce/kurumsal/2013/07/000000_cep_hakkimizda, 02 Mart 2016.
Milli Eğitim Bakanlığı, Radyo Televizyon Tarihi, Ankara, 2011, s. 10. (Çevrimiçi)
http://www.megep.meb.gov.tr/mte_program_modul/moduller_pdf/Radyo%20Televizyon%20Tarihi.pdf
28 Şubat 2016.
246
Radio France ile ilgili detaylı bilgi için bakınız, (Çevrimiçi) http://www.radiofrance.fr/lentreprise/reperes, 01 Mart 2016.
248
Antoine Sabbagh, La Radio Rendez-Vous Sur les Ondes, Decouverts-Galimard, Evreux, 1995, s.
45-46.
247
100
Amerika’da ise Başkan Roosevelt tarafından Savaş Bilgi Ofisi tarafından 1942
yılında kurulan o dönem İngilizce, Almanca, Fransızca ve İtalyanca dillerinde
günümüzde ise Türkçe Servisi de dâhil 45 dilde yayın yapan Amerika’nın Sesi
Radyosu (VOA) yayınlarına başlamıştır.249 Resmi internet sitesinde VOA’nın, savaşın
hırpaladığı ve bunalttığı toplumlardaki insanların güvenilir haber ihtiyacını karşılamak
için yayına başladığı belirtilmektedir. 1942’de yapılan İlk VOA yayınında William
Harlan Hale’in söylediği belirtilen “Haberler iyi olabilir. Haberler kötü olabilir. Biz
size gerçeği anlatacağız” cümlesi VOA’nın sloganlardan biri hâline gelmiştir.250
Radyonun tarihine bakıldığı zaman savaş dalgasının kol gezdiği 1939-1945
yılları arasında etkili olarak kullanıldığı bilinmektedir. Özellikle ses kayıt cihazının
radyoların haber bültenlerinde kullanılmaya başlaması sonucu birçok radyo büyük
şehirlerde
ofis
kurmuş
ve
yayınlarını
buradan oldukça hızlı
bir şekilde
gerçekleştirmiştir.251 Soğuk Savaş döneminde de radyonun etkin kullanımı sürmüştür.
1944 yılında ABD’de 1900, Avrupa’da 416, Asya’da 173, Afrika’da ise 43 radyo
istasyonunun bulunduğu, 1961’de ise istasyon sayılarının 1944’e göre yaklaşık on kat
arttığı bilinmektedir. Bu dönemde Amerikan radyolarında özellikle Amerikan’ın
Sesi’nde antikomünist, Moskova radyolarında ise komünizm içerikli yayınların daha
doğrusu propagandanın yoğunlaştığı bilinmektedir. Radyonun bu dönemde özellikle
ordu tarafından devlet politikalarını halka kabul ettirmek amacıyla kullanıldığı
söylenebilir.252 Mc Phail’in de söylediği üzere, ikinci cihan harbi sonrasında
uluslararası ilişkileri kuşatan komünizm-demokrasi ve Doğu-Batı karşıtlığı ekseninde
ilerleyen Soğuk Savaş söylemleri uluslararası iletişim alanı içerisinde de etkili
olmuştur.253 Bu dönemin en etkili kitle iletişim aracı konumundaki radyo, ABD’de
iktisadi ve milli bir iletişim aracı şeklinde görülmüştür. Avrupa’da ise radyo, güvenlik
Voice of America hakkında detaylı bilgi için bakınız, (Çevrimiçi)
http://www.amerikaninsesi.com/info/biz-kimiz/1920.html, 13 Mart 2016.
250
Voice of America, About VOA, (Çevrimiçi) http://www.voanews.com/english/about/index.cfm, 13
Mart 2016.
251
Oya Şakı-Aydın, “Memoire de sur Le journalisme dans les radios nationales en Turquie dans le
cadre de la commercialisation et du developement technologique”, Galatasaray Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü İletişim Anabilim Dalı Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Dan.: Prof. Dr.
Özden Cankaya, İstanbul, 2004. s. 17.
252
Albert Pierre, Tudesk André Jean, L’Histoire de La Radio et Télévision, Vendome, 1995, s. 56-57.
253
Eylem Yanardağoğlu, “Uluslararası İletişim ve Kamu Diplomasisi: BBC Dünya Servisi Haber
Merkezi Örneği”, İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, Sayı 38, 2014, s. 122.
249
101
kaygıları dolayısıyla devletin denetiminde bulunmuş özellikle İngiltere’de, sömürge
alanları ile haberleşmeyi gerçekleştirecek ulus ötesi bir mecra kabul edilmiştir.254
Eylem Yanardağoğlu, radyonun önemli bir kitle iletişim aracı olduğu İngiltere’de o
dönemlerde dış politikanın bir aracı olarak görüldüğünü söylemektedir. Yanardağoğlu
ayrıca radyonun İngiltere’de dış politikada kullanımının onu diğer ülkelerden ayıran
bir özellik olduğunu belirtmektedir. Yanardağoğlu, James Wood’un da İngiltere’nin
bu modern alete sadece eğlence amaçlı bakmayıp aynı zamanda onu toplumu manipüle
edebilecek bir alet şeklinde gören ilk ulus olduğunu söylediğini belirtmektedir.
Wood’a göre İngiltere radyoyu devletin propagandasını ulusal alanda en hızlı şekilde
yapabilecek bir alet şeklinde değerlendiren ilk devlet olmuştur.255 BBC örneğinde
görüldüğü üzere dönemin en önemli medya aracı olan radyo, o dönem diplomasinin
önemli bir unsuru olarak kullanılmıştır.
1947’de William Shockley’in radyoyu taşınabilir hâle getiren transistörü buluşu
hem radyo hem de dinleyici sayısını artırmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında
televizyonun ortaya çıkışıyla radyo da popülaritesini hızla kaybetmeye başlamıştır.
Radyonun çıkışıyla gazetenin başına gelenler bu sefer televizyonunun çıkışıyla
radyonun başına gelmiş, radyonun hem dinleyici sayısı hem de reklam gelirleri
düşmeye başlamıştır. Radyocular dinleyici kitlesini elde tutabilmek için onların ilgisini
çekebilecek arayışlara yönelmişlerdir. 1957 yılında Japonların ürettiği küçük
taşınabilir radyolar ile yeniden geniş bir kitle elde ettiği bilinen radyoculukta 1970’li
yıllarda uydu üzerinden program yayınına geçilirken 1990’da ise daha kaliteli ses ve
daha fazla alternatif kanal sunan dijital yayınlar yapılmaya başlanmıştır. İnternetin
yaygın olarak kullanılmaya başlandığı 1994 sonrasında ise online yayın yapma ve
dinleme olanağı elde edilmiştir.256 Günümüzde BBC, Radio France ve Voice of
America gibi devlet destekli radyolar istisna tutulursa radyoların daha çok haber
kaynağı olarak değil müzik kutusu olarak görüldükleri söylenebilir.
John Vivian’a göre radyo için sonun başlangıcını; ABD’nin 1991’de Irak’a
saldırdığı dönemde ABC televizyon kanalının operasyonun başladığı gece oradan
254
A.e., s. 121.
A.e., s. 121.
256
Altunbaş, A.g.e., s. 21-24-26-27.
255
102
görüntüler geçmesi ve görüntüleri Peter Jennings’e yorumlatması oluşturmaktadır.
257
Burada görüldüğü üzere her yeni kitle iletişim aracının büyük rağbet gördüğü bir altın
çağ söz konusu olduğu gibi kendisine rakip sayılabilecek yeni araçların icadı ve
kullanımı ile birlikte de etkisini yitirmeye başladıkları bir gerçektir. Yeni bir kitle
iletişim aracının doğuşu ve yaygınlık kazanması kendisinden çokta eski olmayan ama
daha önce doğmuş kitle iletişim aracını da ciddi anlamda etkilemiştir. Radyonun icadı
gazeteyi, televizyonun icadı hem radyoyu hem gazeteyi, internetin icadı ise bütün
geleneksel kitle iletişim araçlarını etkileyerek, değişime ve de kendisine ayak
uydurmaya zorlamıştır. Günümüzde geleneksel kitle iletişim araçlarının her anlamda
kendi çarklarını döndürebilmeleri için yeni medyaya yönelik yatırımları ve onlarla
sağlayacakları uyumun çok önemli olduğu bilinmektedir.
2.4. Televizyon ve Televizyon Haberciliği
Günümüzde en yaygın olarak kullanılan kitle iletişim araçlarından biri de icadı
radyodan yaklaşık 15-20 yıl sonra tamamlanan televizyondur. Kolay erişilebilir olması
ve sunduğu içeriksel zenginlik sayesinde izleyicisini eğlendirmesi ve bilgilendirmesi
televizyonunun etkinliğini sürdürmesini sağlamıştır. Televizyon; o dönem itibariyle
dünya kavramını gözle görülür ve ulaşılabilir kılması nedeniyle McLuhan’ın ifade
ettiği global bir köy hâline getiren ilk kitle iletişim aracı olarak da nitelendirilmektedir.
Radyo’da olduğu gibi televizyonun icadı aşamasında da birçok bilim adamı
Avrupa’nın değişik ülkelerinde çalışmalar yürütmüş ve televizyonu günümüze
taşımıştır. Televizyonun radyoya göre görüntüsel özelliğinden dolayı daha karışık bir
tekniğe sahip olmasının icadının süresini uzattığı belirtilmektedir. Televizyonun
icadına katkıda bulunan isimlere bakıldığında May, Nipkow, Jenkins, Baird,
Farnsworth ve Zworykin gibi isimler dikkat çekmektedir. İlk televizyon yayın
denemelerinin 1927’li yıllarda yapıldığı bilinmektedir. ABD sinema sektöründe
olduğu gibi televizyon yayıncılığı alanında da üstünlüğünü korumaktadır. İlk düzenli
yayınlara elektronik tarama tekniğini kullanarak İngiltere’de 1936 yılında geçilmiştir.
İlk yayın Londra'da yapılmış ve büyük ilgi uyandırmıştır. İngiltere'de başlayan bu
257
John Vivian, The Media Of Mass Communication, Winona State University 8. Edition, Pearson,
2007, ss. 147-199, Aydın, A.g.e., s. 21.
103
yayın II. Dünya Savaşı’na kadar sürmüş, savaş sırasında yayınlara ara verilmiş,
1945’de ise yayınlara yeniden başlanmıştır.258 İngiltere'nin ardından tv yayınlarını
başlatan ülke Amerika’dır. Her ne kadar deneysel yayınlara RCA 1936 yılında
başlamışsa da daha yüksek görüntü kalitesi arayışları nedeniyle resmi nitelikte ilk
yayına 1939 yılında başlanmıştır. ABD’nin ilk televizyon yayınında, 1939 yılında
New York'ta yapılmakta olan Dünya Fuarı’ndan izlenimlere yer verilmiştir.259 Sinema
ve fotoğrafın ana vatanı Fransa’da ise televizyon yine 1930’lu yıllarda kaliteli görüntü
elde edildikten sonra kullanıma girmiştir. Fransa’dan ilk canlı yayın Paris Champs
Elysée Tiyatrosu’ndan 5 Haziran 1947’de gerçekleştirilmiştir. Renkli görüntülü
yayınlara ise ancak 1970’li yıllarda başlanabilmiştir.260
Televizyonun, siyah-beyaz yayınlardan renkli yayınlara, kablolu ve kablosuz
yayınlardan uydu sistemi ile ilişkili dijital yayınlara, yüksek kaliteli ve çözünürlüklü
yayınlardan, üç ve daha fazla boyutlu yayınlara doğru uzanan yaklaşık 89 yıllık
serüveni olduğu bilinmektedir. Televizyonun özellikle 1990 sonrası teknik ve
yayıncılık olanakları açısından çok hızlı bir değişim geçirdiği görülmektedir.
İnternetin diğer geleneksel kitle iletişim araçlarında olduğu gibi televizyon üzerinde de
elbette ki olumlu ve olumsuz etkilerinden bahsetmek mümkündür. Fakat gazete ve
radyoya göre televizyonun internet teknolojisine daha iyi ayak uydurduğu
söylenmektedir. Nitekim internet sonrası dönemde geleneksel medya üzerine
yürütülen tartışmalarda genellikle kâğıdın ölümünden bahsedilirken televizyonun bu
yakıştırmadan en azından şimdilik uzak tutulduğu görülmektedir.
Televizyon teknolojilerindeki tekniksel ve içeriksel değişim izleyicisinin ya da
kullanıcısının da televizyon karşısındaki durumunu farklılaştırmıştır. Dijital tv
yayınlarının iki taraflı etkileleşime imkân tanıyan yeni yönü, interaktif tv mefhumunun
kullanımını artırmıştır. İnteraktif tv; televizyon izleyicisinin televizyon programı,
televizyon kanalı veya diğer izleyicilerle etkileşim içerisinde bulunmasına imkân
sağlayan araç olarak kavramsallaştırılmaktadır. Burçin İspir’in Jensen’den aktarımına
Aysel Aziz, Radyo ve Televizyona Giriş, Ankara, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Yayınları,
No:460, 1981, s. 12.
259
A.e., s. 14.
260
A.e., s. 14.
258
104
etkileşimli televizyon; izleyicinin neyi, ne zaman ve nasıl izleyebileceği üzerinde
kontrol sağlayabildiği ya da doğrudan programa aktif bir şekilde katılım sağlayabildiği
yeni bir televizyon izleme deneyimi olarak tanımlamaktadır.261 Etkileşim kavramı
günümüzde geleneksel medya ile yeni medya arasındaki temel farklılığı ortaya koyan
bir kavramdır. Geleneksel medyadaki iletişim biçimleri ve modelleri etkileşime izin
vermeyen bir yapıdadır. Geleneksel medyadaki tek yönlü iletişim ise yeni medya ile
birlikte iletişim etkinliğini çift yönlü bir yapıya dönüştürmüştür.262 Bu durum
televizyonun ölümünden şimdilik bahsedilmemesinin önemli sebeplerinden biri olarak
görülmektedir.
Televizyonların da tıpkı diğer kitle iletişim araçları gibi haber verme,
eğlendirme, eğitme, mal ve hizmetleri tanıtma ve ikna edip yönlendirme gibi bir amacı
vardır. Bu amaçları doğrultusunda da önceliklerine göre izledikleri bir yayın politikası
söz konusudur. Bu politikalar ülkeden ülkeye, yayıncı kuruluştan yayımlanan
programa kadar farklılık gösterebilmektedir. Konuyla ilgisi bakımından haber verme
işlevini yerine getiren yayın kuruluşlarını veya haber kanalları dikkate alınacak olursa
dünyada güvenilirliği ve saygınlığı elde etmiş olan kuruluşlar arasında yine Amerika,
İngiltere ve Fransa’nın olduğu görülmektedir. Bu ülkeler sahip oldukları televizyon
kanallarıyla bu alanda da diğer ülkelere göre çok daha ileridedir. CNN, Fox News,
CNBC, Bloomberg, BBC World News, Sky News, France 24, Euronews ve
Africanews BFM gibi kanallar bu üç ülkede habercilik yürüten en tanınmış kanallar
olarak öne çıkmaktadır.
2.4.1. CNN
Ted Turner tarafından 1980 yılında kurulan CNN (Cable News Network), uydu
ve kablo aracılığıyla 24 saat haber yayını yapan ilk haber kanalıdır. 263 Yayın hayatına
ilk başladığında sadece ABD’deki kablo TV şebekelerine hizmet veren CNN, 1983’te
Burçin İspir, “Bilgi Çağında Dijitalleşme ve Yeni Teknolojiye Uyum: Türkiye’de Dijital Televizyon
Yayıncılığı Örneği”, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İletişim Anabilim Dalı
Yayımlanmamış Doktora Tezi, Dan.: Doç. Dr. Deniz Taşçı, Eskişehir, 2008. s. 79.
261
262
A.e., s. 78.
Ceyda Ilgaz-Büyükbaykal, “Türkiye’de Televizyon Alanında Küresel-Yerel Birlikteliği: CNN Türk
ve CNBC-E Örneği”, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalı
Yayınlanmamış Doktora Tezi, Dan.: Prof. Dr. Suat Gezgin, İstanbul, 2003. s. 107.
263
105
Fast East Service, 1985’te ise Europea Service’in kurulmasıyla dış dünyaya açılmış ve
ABD dışındaki ülkelerde yayına başlamıştır.264 Kapsama alanını bütün yeryüzü
şeklinde ilke edinen kanalın ismini markalaştıran hadisenin 1991’de Irak’ın Kuveyt’i
işgaliyle yaşanan Körfez Savaşı olduğu bilinmektedir. Kanalın bu savaşa ait
bombardımanı canlı yayınla vermesi sonucu, seyirciler ilk defa bir savaşa tv ile
tanıklık etmiştir.265 CNN’in önemli olayları canlı olarak yayınlaması, bir yandan
televizyon yayın teknolojisinin uydular ve kablolu yayınlarla hangi aşamaya geldiğini
kanıtlamış diğer taraftan da ABD’nin bu alandaki üstünlüğünü ilan etmiştir.266 İletişim
teknolojisinde ulaşılan bu ilerlemenin ardından haber olgusu; sona ermiş hadiseleri
değil, henüz yaşanıyor olan yani bitmemiş olayları izleyicilere iletmek manasını
taşımaya başlamıştır.267 Küresel yayıncılık kanalı olan CNN, çeşitli ülkelerle yaptığı
yerel ortaklıklar sayesinde geniş bir pazarda yayıncılık yapmaktadır. Yerel yayıncılarla
işbirliğine giden CNN’in adı, Almanya’da CNN Deutchland, İspanya’da CNN+,
Türkiye’de ise CNN Türk olarak belirlenmiştir.268
2.4.2. BBC
Dünya’da ilk televizyon yayınının 1936’da BBC tarafından gerçekleştirildiği
bilinmektedir.269 BBC, kurulduğu tarihten 1954 yılına değin televizyon yayıncılığında,
1972 yılna değin ise radyo yayıncılığında tek kurum olmuştur. 1927-1938 yıllarında
kurumun yayın yöneticiliğini yürüten John Reith’in kurumun kuruluşunun ilk
zamanlarında ciddi işler başardığı görülmektedir. İmparatorluk sınırları içerisinde
radyo yayınlarını başlatan Reith, imparatorluğun ilk televizyon yayınlarının
başlatılmasını da yönetmiştir. Reith’in, yayıncılık işlerine kamu hizmeti şeklinde bir
yaklaşım getirmesi ülkede geçerliliğini korumaktadır. Reith’in yayıncılığın sadece
eğitim amaçlı olması gerektiğine ve insanlığın kaydettiği gelişmelerin olabildiğince
fazla sayıda eve ulaştırılması sorumluluğuna inandığı bilinmektedir. Ona göre
Nalan Sönmezışık, “CNN: Bir Numaralı Haber Kanalı”, Uluslararası İletişim, Editör: Gürsel
Öngören, İstanbul, Der Yayınları, s. 253-254.
265
Mehmet Murat Mengü, “Haber Diliyle Yapılandırılan Küresel Söylem: CNN Türk ve CNN
International Örneği”, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Radyo-Sinema- Tv Anabilim
Dalı Yayımlanmamış Doktora Tezi, Dan.: Prof. Dr. Nurdoğan Rigel, İstanbul, 2003, s. 108.
266
Ilgaz, A.g.e., s. 114.
267
Sönmezışık, A.g.e., s. 254.
268
Ilgaz, A.g.e. s. 56.
269
Aslı Yapar-Gönenç, “İletişim Teknolojilerinin Medya Üzerindeki Etkileri”, 2nd International
Symposium Communication in the Millennium Kitabı, İstanbul Üniversitesi, 17-19 Mart 2004, s. 439.
264
106
programlar halka yüksek moral aşılamalı ve topluma zararlı olabilecek ne varsa
olabildiğince engellenmelidir.270 BBC 2008 Mart ayı itibariyle Arapça televizyon
yayınlarına da başlamıştır. Böylece kurum tarihinde ilk kez kendine ayrılan kamu
fonlarıyla İngilizce dışında başka bir dilde uluslararası bir televizyon kanalı
kurmuştur.271 Yeni medya mecrasının gelişme göstermesi kurumun dengeli yayıncılık
ve yansızlık gibi köklü editoryal politikalarının uygulanmasını ve küreselleşen
gazeteciliğin gereklerinin yerine getirilmesini daha da önemli hâle getirmiştir.272
BBC’nin gerek işletme yapısı gerekse de uygulamaya koyduğu ve savunduğu yayın
ilkeleri hususunda tutarlı ve hassas davranması, dünyanın birçok yerinde kurum
imajının pozitif olmasında büyük pay sahibi olmuştur.
2.4.3. FRANCE 24
France 24, Fransızca, İngilizce ve Arapça yayınlarıyla son zamanlarda
Avrupa’da yıldızı parlayan bir haber kanalı olarak görülmektedir. Beş kıtada yüz
yetmiş ülkede yayınını sürdüren kanal kesintisiz yirmi dört saat haber vermektedir.
Kanal bünyesinde 35 farklı ülkeden 400’den fazla gazetecinin çalıştığı bilinmektedir.
Kanalın bağlı olduğu France Media Grup 15 dilde yayın yapan haftalık 40 milyon
dinleyiciye ulaşan Radio France Internationale (RFI) ile Ortadoğu’ya yönelik yayın
yapan Monte Carlo Doualiya (MCD) radyolarına da sahiptir. RFI’nin internet sitesini
aylık 10 milyonun üzerinde tekil kullanıcının ziyaret etmesi dikkat çekmektedir.273
2.4.4. EURONEWS VE AFRİCANEWS
Avrupa’nın en fazla izlenen haber kanalı olarak bilinen Euronews, Avrupa
Birliği’nin çok kültürlülük felsefesini en iyi temsil eden kurumlardan biri olarak
nitelendirilmektedir. 25 ülkeden 400’e yakın gazeteci ile ‘yeni, farklı, nötr ve objektif’
bir habercilik misyonu benimseyen 23 yıllık kanal, yayınlarını televizyon üzerinden
Emir Turam, Medyanın Siyasi Hayata Etkileri, İstanbul, İrfan Yayımcılık, 1994, s. 241.
BBC Arapça Yayın Yapacak Tv Kuruyor, (Çevrimiçi) http://www.hurriyet.com.tr/bbc-arapca-yayinyapacak-tv-kuruyor-3436358, BBC Arapça Kanal Kuruyor, (Çevrimiçi)
http://www.bbc.co.uk/turkish/europe/story/2005/10/051025_bbcarabictelevision.shtml, 02 Mart 2016.
272
Yanardağoğlu, A.g.e., s. 128.
273
France 24 hakkında detaylı bilgi için (Çevrimiçi) http://www.france24.com/fr/entreprise, 10 Mart
270
271
2016.
107
Türkçe dâhil 13, internetten ise 14 dilde gerçekleştirmektedir.274 Merkezi Fransa’nın
Lyon şehrinde bulunan kanalın İstanbul dâhil önemli başkentlerde temsilcileri
bulunmaktadır. Kanalın 2015 yılında üye ülkelerden altısına ait hissenin % 53’ünü
Mısırlı iş adamı Naguib Sawiris’e 35 milyon Euro’ya satması dikkat çekmiştir.275
Türkiye 2009 yılında imzaladığı anlaşma ile kanalın % 15.70’lik hissesinin sahibi
konumunda bulunmaktadır.276
Kanal Afrika ülkelerine yönelik haberler için 2016 yılında Kongo merkezli
Africanews adında yeni bir kanal daha kurmuştur.277 Afrika kıtasına ait haberleri ilk
aşamada 33 ülkede yaşayan kişilere ulaştırmayı amaçlayan kanalın ilk etapta İngilizce
ve Fransızca dillerinde 24 saat yayın yapacağı duyurulmuştur.278
2.5. İnternet Ve Yeni Medya
İletişimde matbaanın icat edilmesiyle başlayan teknolojik gelişmeler; gazete,
telgraf, telefon kabloları, radyo, fotoğraf, hareketli film, televizyon, iletişim uyduları,
bilgisayar ağları ve internetle günümüze kadar gelmiştir.279 McLuhan, insan eliyle
oluşturulmuş dil, yasa, fikir, varsayım, alet, kıyafet, ve bilgisayar gibi bütün yapıların
insan bedeninin bir uzantısı olduğunu söylemektedir.280 McLuhan’a göre telefondan
televizyona dönemin kitle iletişim araçları yirminci yüzyılda medeniyetleri en baştan
biçimlendirmektedir.281 Teknolojik gelişmelerle yeni medyanın yükselişi küresel
Euronews hakkında detaylı bilgi için (Çevrimiçi)
http://www.euronews.com/media/download/mediapack/2014-09-MEDIA-KIT-FRENCH.pdf, 10 Mart
2016.
275
“Avec Sawiris, Euronews entame une nouvelle ère” lesechos.fr, 25.02.2015 (Çevrimiçi)
http://www.lesechos.fr/25/02/2015/lesechos.fr/0204184284184_avec-sawiris--euronews-entame-unenouvelle-ere.htm, 09 Mart 2016.
276
“Türkiye Radyo Televizyonu Euronews’un Büyük Hissedarı Oldu” medya.trt.net.tr, 16.09.2009
(Çevrimiçi) http://medya.trt.net.tr/medya/dosya/2009/09/16/ceb8d41e-f10e-49bb-b9d643e1a24648b5.doc, 13 Mart 2016.
277
Africanews hakkında detaylı bilgi için, (Çevrimiçi)
http://www.leprogres.fr/actualite/2015/11/05/euronews-lance-africanews-le-4-janvier-2016, 11 Mart
2016.
278
Africanews hakkında detaylı bilgi için, (Çevrimiçi)
http://tr.euronews.com/2016/04/20/africanews-euronews-un-yeni-haber-kanali-yayina-basladi/, 04
Mart 2016.
279
Yeşim Güçdemir, “Bilgisayar Ağları İnternetin Gelişimi ve Bilgi Kirlenmesi”, İstanbul Üniversitesi
İletişim Fakültesi Dergisi, Sayı 17, 2003, s. 372.
280
Marshall McLuhan, Bruce R. Powers, Global Köy, Çev: Bahar Öcal Düzgören, İstanbul, Skala
Yayıncılık, 2001, s. 123.
281
Altay, A.g.e., s. 24.
274
108
iletişimi kolaylaştırmıştır.282 İletişimin küreselliğini ifade eden kavramlardan biri
McLuhan’ın ‘Küresel’ ya da ‘Global Köy’ kavramıdır. McLuhan’a göre kitle iletişim
araçları kültürü yaygınlaştırarak dünyayı küresel bir köye dönüştürmektedir. McLuhan
özetle zaman ve yer kavramının yok olduğu küresel bir köyde hayat sürdüğümüzü ve
burada insan hayatına dair tüm gelişmelerin aynı zamanda gerçekleştiğini
savunmaktadır.283
Teknolojinin gelişimi ile beraber geleneksel iletişim araçlarının tamamen ya da
kısmen değişerek yerini yeni iletişim araçlarına devretmesi sonucu yeni medya olarak
da tabir edilen medya araçları kullanıma sunulmuş ve yaygınlık kazanmıştır.
Bilgisayar ve internetin öncülüğünde yeni bir iletişim ortamında, yeni bir dil kuran bu
medya türünün en önemli özelliği sahip olduğu hız ile birlikte zaman ve mekân
mefhumuna yeni bir boyut kazandırmasıdır. Bilgi Çağı olarak da adlandırılan bu
dönem içerisinde teknolojideki baş döndürücü değişim ve gelişmelerin geleneksel
medyaya olduğu kadar geleneksel yönetici davranışlarına ve yönetim sistemlerine de
etkisinin kaçınılmaz olduğu düşünülmektedir. Bugün gelinen noktada akıllı bir telefon
ve internete sahip herkes haber değeri olan bir durum karşısında bir gazeteci gibi
davranıp söz konusu olayı sosyal medya programları üzerinden doğrudan milyonlarca
insana ulaştırabilmektedir. Yeni teknolojilerin gazetecilik pratiğine olumlu etkisi
olarak kabul gören bu durum ‘yurttaş gazeteciliği’ olarak isimlendirilmektedir. Son
zamanlarda büyük haber ajansları ile basın-yayın kuruluşlarının, haberlerinde sıradan
insanlardan gelen iletileri gazetecilik pratiği içinde değerlendirmeye başladıkları
görülmektedir. Bu gazetecilik kavramı günümüzde Le Monde Diplomatique’in 19902008 yılları arasında yayın yönetmenliğini yapmış olan Ignacio Ramonet’in önerdiği
‘Beşinci Kuvvet Medya Modeli’nin de ana unsuru olarak kabul edilmektedir.
İnternet ortamında okuyucu ve izleyici konumunda ki kullanıcı ile içerik
sağlayıcılar arasında karşılıklı yani interaktif bir ilişki vardır. Okur bu ortamda ilgi
duyduğu haber hakkında his ve fikirlerini ifade ederek değerlendirme yapabilmektedir.
Birebir iletişimin, anında ve etkileşimli olarak gerçekleşebilir olması, içeriklerin anlık
282
Lyn Gorman, David McLean, Media and Society into the Twentieth Century, Blackwell
Publishing Company, 2003, s. 211.
283
Altay, A.g.e., s. 17.
109
yenilenebilmesi internet haberciliğinin öteki araçlarla sürdürülen habercilikten farklı
kılmaktadır.284 Hamza Çakır, internetin dünyanın büyük oranda küresel olarak var
olduğu kendine özgü terminolojisinin bulunduğunu ve kendine has ilkeleri ve
araçlarının olduğunu söylemektedir. Çakır’a göre internetten söz ederken internetin en
karakteristik
hususiyetlerinin
başında
bilgi
akışın
erişimciler
tarafından
yönlendirilebilmesi dikkate alınmalıdır. Bu nedenle internetin sıradan bir kitle iletişim
aracı değil, ondan daha fazlası olduğunu düşünmek daha uygun olabilir.285 Sertaç
Öğüt’de yeni medyanın, bütün bilinen değişik mecraları bir araya getirme gücüne
sahip olduğunu belirtmektedir. Yazı, sabit ve oynar görüntü ile ses gibi değerlerin
birlikteliği multimedia ya da çoklu ortam olarak adlandırılabilecek bu özelliği
meydana getirmektedir.286 Bu duruma verilebilecek en iyi örneklerden biri internettir.
Diğer iletişim ortamlarının tamamını barındırabilen internette; radyo, gazete,
televizyon gibi geleneksel medya türleri bir araya gelebilmektedir. Bundan dolayı
internette alışılmadık bir dil oluşmaktadır. İnternetin farklı bir medya dili kurmak
üzere olduğunu söyleyen iletişim bilimleri uzmanı Ümit Atabek’e göre internetin
gelişmesine paralel olarak varlık gösteren yeni gelişmelerle karşılıklı şekilde yazı, ses,
resim ve video gibi unsurlar aktarılabilir olmuştur. Dolayısıyla internet, zihnimize
gelebilecek tüm iletişim çeşitlerini ve araçlarını içinde taşımaktadır. İnternet
kullanıcılarının, tüm duyu organlarını kullanabilen bir erişimci olduğunu belirten
Atabek, bu nedenle internet kullanıcılarının gazete, radyo, televizyon kullanıcısından
farklı olduğunu söylemektedir. Atabek, ayrıca birbiri ile içe olan böyle bir medyanın
kullanıcısının da bunu yapabilecek kapasitede olması gerektiği değerlendirmesinde
bulunmaktadır.287 İspanyol sosyolog ve iletişim bilimci Manuel Castells ise, internet
ile birlikte sözden yazıya geçildiği dönemdeki gibi ciddi boyutda bir teknolojik
ilerlemenin yaşanmasıyla farklı iletişim unsurlarının interaktif bir alan içinde
birleştiğini savunmaktadır. Castells’e göre, internet sayesinde tarihte ilk defa insan
iletişiminin; yazılı, sözlü, görsel ve işitsel boyutlarını aynı ağ içerisinde birleştiren bir
284
A.e., s. 156.
A.e., s. 131.
286
Sertaç Öğüt, “Yeni Medya ve Sinema” (Çevrimiçi) http://www.sertacogut.com/blog/wpcontent/uploads/2009/03/sertac_ogut_-_yeni_medyada_sinema.pdf , s. 4., 14 Mart 2016.
287
Ümit Atabek, “İletişim Teknolojileri ve Yerel Medya İçin Olanaklar”, Yeni İletişim Teknolojileri
ve Medya, İstanbul, IPS İletişim Vakfı Yayınları, 2005, s. 68-74-75.
285
110
hipermetin ve hiper dil ortaya çıkmaktadır.288 Bu durumun günümüzde daha iyi
anlaşılması için iletişim bilimleri alanında hyper-media bölümü adı altında
üniversitelerde ders olarak okutulması da söz konusudur.289 İnternetin artık yalnızca
medyanın gazete, radyo ya da televizyon gibi bir türü olmadığı, hepsinden çok daha
fazlası olduğu doğruluk payı oldukça yüksek bir yorumdur. İletişim bilimleri alanında
çalışmalar yürüten Haluk Birsel, internetin yazının yanı sıra resim, fotoğraf,
animasyon, video ve ses kaydı gibi içerikleri de kullandığını bu nedenle melez bir araç
(hybrid medium) olarak adlandırıldığını söylemektedir.290
İlk sayısal bilgisayardan olduğu bilinen ENIA (Electrical Numerical Integrator
And Calculator)’nın 1946 yılında askeri amaçlı olarak geliştirildiği bilinmektedir.291
İki farklı bilgisayarın ilk defa ‘birbirleriyle konuşması’ 1965 yılında tecrübe
edilmiştir.292 . 1960’lı yıllarda yalnızca askeri amaçlı kullanılmış olan internetin ise
yaklaşık 40 yılı aşkın bir geçmişi bulunmaktadır. İnternet, inter ile net kelimelerinin
bir araya getirilmesiyle oluşturulmuştur. İnter kelimesi ‘arasında’, net sözcüğü ise ‘ağ’
anlamına gelmektedir. İnternet ‘ağlar arası ağ’ veya ‘bilgisayar ağlarının ağı’ şeklinde
Türkçe’ye tercüme edilebilmektedir.293 İnternet günümüzün en önemli dijital ortam
olarak kabul edilmektedir. Bilgisayar ağlarının küresel birleşimini beraberinde getiren
internet, dünya çapında halka açık bir ağdır.294 İnternet bir yandan gündelik şahsi
iletişimde, mail, mesaj ve farklı interaktif forumlarla erişimcilerin ucuz şekilde
erişimini sağlarken, öte yandan medya kurumları tarafından da farklı bir alan olarak
Manuel Castells, Enformasyon Çağı: Ekonomi, Toplum ve Kültür/ Ağ Toplumunun Yükselişi,
İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2005, s. 440.
289
Hyper- Media hakkında daha fazla bilgi almak için bakınız (Çevrimiçi) http://www.hyper-media.eu/,
26 Şubat 2016.
290
Haluk Birsen, “Differing From Print Or Being Online Newspaper: A Research About The Online
Counterparts Of Turkish Newspapers”, 1st International Symposium Communication in the
Millennium, University of Texas at Austin (U.S.A)-Anadolu University- İstanbul University, 19-21
Şubat 2003, s. 212. (Çevrimiçi) http://cim.anadolu.edu.tr/pdf/2003/15.pdf, 01 Mart 2016.
291
Sertaç Öğüt, “Veri Madenciliği Kavramı ve Gelişim Süreci”, (Çevrimiçi)
http://www.sertacogut.com/blog/wp-content/uploads/2009/03/sertac_ogut_
_veri_madenciligi_kavrami_ve_gelisim_sureci.pdf, s. 7. 4 Mart 2016.
292
Özgür Gönenç, A.g.e., s. 91.
293
Özgür, Gönenç, “İnternet ve Türkiye’deki Gelişimi”, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi
Dergisi, S.: 16, 2003, s. 89.
294
Van Dijk Jan, “Digital Media”, The Sage Handbook Of Media Studies, Ed:John D.H.Downing,
ABD, Sage Publications Inc, 2005, s. 152.
288
111
değerlendirilmektedir.295 İnternette birçok ilgi gören program mevcuttur. Elektronik
posta (e-mail), haber ağları (newsgroup) ve Dünya Çapında Ağ (World Wide Web)
kısaca www başlıcalarıdır. E-mail 1970’lerde, news group 1980’lerde, www ise
1990’larda büyük ilgi görmüştür.296 Tuğrul Tanyol internetin sadece iktisadi ve
teknolojik bir alt yapı oluşturmadığını, gün geçtikçe tüm insanların hayatını
çevreleyen bir mecraya dönüştüğünü söylemektedir. Tanyol ayrıca internetin
matbaanın bulunmasından günümüze kadar karşımıza çıkan en geniş kapsamlı bir
buluş olduğunu söylemektedir.297
Haber; öncelikle hitap ettiği kesimin kendine dair şeylerine karşı bilgi ve
merakını artıracak, onları etkileyerek dönüştürebilecek kadar etkili olabilecek mevcut
gerçekliğin kurguyla birleştirilerek bunu aktaracak medya mecrasının, fikri ve teknik
yapısına göre en baştan kurgulanmasıdır. Haber birçok katmanlı doğası sebebiyle
farklı mecralarda farklı şekillerde sunulmaktadır. Haberin internet üzerinden sunuluş
biçimine; on-line, sanal, dijital, elektronik, web veya internet gazeteciliği gibi farklı
isimler verilmektedir.298 İnternet gazeteciliğini diğer gazetecilik türlerinden ayıran
hususiyetlerini hızı olmasına geri dönülebilir olmasına, detaylara izin vermesine ve
yayıncı ile okuyucuyu daha özgürleştirici olması şeklinde sıralayabiliriz.299 Öncelikle
internetin habercilik olgusuna TV kadar çabuk, gazete kadar detaycı tanımını getirdiği
düşünülmektedir. İnternet, hadiseleri gazetelere nazaran birçok tarafıyla aktarabilirken,
televizyonlara göre ise daha çabuk ulaştırma olabağı sunmaktadır. Bunun yanında
videoları da istenildiği zaman yayına sunabilmektedir. İnternet sayesinde haber metni
hem en detayı ile aktarılabilmekte hem de bu metine görüntüleri iliştirilebilmektedir.
Bu özelliği onu bildiğimiz anlamdaki eski türden haberciliğe
karşı öne
geçirmektedir.300 İletişim Bilimci Necla Mora, bugün insanların haber alma
295
Gorman, McLean, A.g.e., s. 198.
Özgür Gönenç, A.g.e., s. 92-93.
297
Tuğrul Tanyol, “Anarşizm ve İnternet,” Cogito: İnternet: Üçüncü Devrim?, No: 30, 2002, s. 204.
298
Aslı Güngör Kırçıl, Dijital Çağda İletişime Yeni Yaklaşım : Online Gazetecilik, s. 1. (Çevrimiçi)
http://www.academia.edu/1285028/DİJİTAL_ÇAĞDA_İLETİŞİME_YENİ_YAKLAŞIM_ONLINE_G
AZETECİLİK, 17 Şubat 2016.
299
Necmi Emel Dilmen, “Yönetenler Açısından Türkiye’deki İnternet Gazeteleri ve Haber Portalları
Üzerine Bir Değerlendirme,” İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, 2005, Sayı: 22, s. 96.
296
Hamza Çakır, “Geleneksel Gazetecilik Karşısında İnternet Gazeteciliği”, Erciyes Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Kayseri, Sayı: 22, 2007. s. 141.
300
112
biçimlerinin 1993 öncesinden çok farklı olduğunu söylemektedir. Mora ayrıca 19.
yüzyılda telgrafın icat edilmesiyle başlayan elektrik-elektronik dönemin internet ile
birlikte devrim niteliğinde gelişme kaydettiğini belirtmektedir. Mora, internetle
birlikte artık gazeteleri daha az zaman ve para harcayarak internet ortamında
yayınlamak, güncel haberleri internet ortamında okumak, sadece ilgi duyulan haberleri
ekrana getirmek ve kişiye özgü bir gazete oluşturmak olanaklı hâle gelmiştir
değerlendirmesinde bulunmaktadır.301 Geleneksel medya mecralarında hitap edilen
kesim kendisne sunulan içeriğin tamamını seçme hakkı kullanamadan alırken, internet;
kullanıcılarına merakına göre seçim yapma fırsatını sunmaktadır.
İletişim teknolojilerindeki gelişmelerin geleneksel medyayı internetin haber
üretimi ve dağıtımı noktasında sağladığı olanakları değerlendirmeye zorladığı
bilinmektedir. Bu nedenle; televizyon, radyo, gazete, dergi gibi geleneksel medya
ortamları da öncelikle kendi internet sitelerini oluşturmaya ve takipçilerine özel içerik
sunmaya başlamıştır. Zaman ilerledikçe internetin öncülüğünde ortaya çıkan yeni
medya karşısında en fazla zorlanan geleneksel medya araçlarından gazetelerin
geleceğine dair soru işaretlerinin sayısı da artmaktadır. Özellikle internet üzerinden
zaman ve mekân sınırlaması olmaksızın daha ucuza veya tamamen ücretsiz olarak
gazete okumanın mümkün hâle geldiği günümüzde, ciddi anlamda tiraj dolayısıyla da
maddi güç kaybeden gazeteler kâğıt baskıyı tamamen durdurup yayın hayatını online
olarak sürdürme kararı almaktadır. Dünyada İngilizlerin önemli gazetelerinden The
Independent’ın kısa süre önce aldığı kâğıt baskıyı durdurma kararı konunun şimdilik
son örneklerinden biridir. Gazeteci Kadir Uysaloğlu’nun İngiltere’de gazetelerin
durumuna ilişkin yayınladığı analize göre ülke genelinde 2009'dan bu yana gazete
satışlarının % 36 oranında azaldığı, gazetelerin sektör genelindeki reklam pastasının
ise 2009'da % 25’ten günümüzde % 10'un altına düştüğü belirtilmektedir. Uysaloğlu,
2005 yılından itibaren ülkede 200'den fazla yerel gazetenin kapısına kilit vurduğunu
aktarmaktadır.302
Necla Mora, “Sözden İnternete Gazetecilik,” İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi,
S.:15, 2002, s. 119.
302
Kadir Uysaloğlu, “Gazeteler Tarihe mi Karışıyor” ?, zaman.com.tr, 22 Şubat 2016, (Çevrimiçi)
http://www.zaman.com.tr/teknoloji_gazeteler-tarihe-mi-karisiyor_2349807.html, 22 Şubat 2016.
301
113
Kâğıdın yerini alması beklenen dijital gazetelerin bu yeni tür yayın şeklini
ekonomik kazanca dönüştürme ya da dönüştürememe sorunu belirsizliğini
sürdürmektedir. Hem online reklam gelirlerinin düşük olması hem de bu reklam
türünde Google ve Facebook gibi internet devlerinin söz sahibi konumunda
bulunması, sektörün günümüzdeki en önemli sorunları arasında bulunmaktadır. Gazete
yönetimlerinin post-baskı dönemi için arayış içinde olduğunu belirten Uysaloğlu, her
markanın kendisine en uygun çalışma modelini bulmaya çalıştığını, kimisinin ücretli
abonelik sistemini denediğini, kimisinin de bağışlar sayesinde sadık üyelik modeline
başvurduğunu kaydetmektedir.303 İngiltere'de ücretli online üyelik sistemi hakkında
değerlendirmede bulunan Uysaloğlu, bu sistemin ülkede şimdilik Murdoch'un Times
gazetesi ve Financial Times (FT) tarafından uygulanmaya çalışıldığını söylemektedir.
FT’ın dünya genelinde özellikle iş dünyasında hazır bir okur kitlesi olduğu için kâğıt
baskıdaki takipçilerini dijital aboneliğe taşımada çok zorluk çekmediğini belirten
Uysaloğlu, Times’ın da online üyelerine İngiltere Premiere Ligi maçlarının beş
dakikadan oluşan gollerini ve özetini sunma gibi ekstra hizmetlerle kâğıt baskı
satışının çok üzerinde online aboneye sahip olduğunu söylemektedir. Uysaloğlu ayrıca
Murdoch'ın medya grubunda yer alan tabloid Sun gazetesinin de online üyeliği
denediğini ancak rakibi Daily Mail'in ücretsiz web sitesi karşısında üyelik sistemini
kaldırmak zorunda kaldığını belirtmektedir.304
İngiltere’deki gazete tirjlarına da değinen Uysaloğlu, devletçi-muhafazakâr
çizgide yayın yapan Daily Telegraph’ın ciddi gazeteler arasında en çok tiraja sahip
olan gazete olduğunu belirtmektedir. Daily Telegraph’ın kâğıt baskıdan hâlâ büyük
kazanç sağlamaya devam ettiğini söyleyen Uysaloğlu, gazetenin tirajının son altı yıl
içinde iki yüz binden fazla eridiğini belirtmektedir. Uysaloğlu, kâğıt baskıya veda
eden Independent'ın ise tirajından dolayı maliyetini karşılayamaması nedeniyle
baskıya son verme kararı aldığını kaydetmektedir. Uysaloğlu’nun ülkede en çok tiraj
kaybı yaşayan ve dolayısıyla Independent'ın akıbetine en yakın bulduğu gazetenin
dünyanın en çok okunan haber siteleri arasında yer alan ve dijitale de büyük yatırımlar
yapan The Guardian olması ilginçtir. Uysaloğlu, The Guardian yetkililerinin kısa bir
303
304
A.e.,
A.e.,
114
süre önce yaptıkları açıklamada, üç yıl içinde şirketin gelir ve giderlerinin başa baş
olmasını
beklediklerini,
buna önlem olarak
% 20
kesintiye
gideceklerini
duyurduklarını aktarmaktadır.305 Uysaloğlu, Guardian'ın da online üyeliği denediğini
ancak gazete yöneticilerinin, ücretli üyeliğin, web sitesine olan dünyadaki büyük ilgiyi
engelleyeceğini düşündüğünü bundan dolayıda ücretsiz üyeliği tercih ettiklerini
belirtmektedir. Uysaloğlu, bu nedenle gazetenin ‘bağımsız, özgür ve ödüllü’
gazeteciliğine dikkat çekilerek, sadık okuyucularından aylık düzenli bağış talebinde
bulunulduğunu bildirmektedir.306 İngiliz yayıncı grubu Pearson’un Financial Times'ı
2015’de Japon Nikkei grubuna Economist Dergisi’ndeki % 50 hissesini ise İtalyan
yatırım şirketi Exor'a sattığını belirten Uysaloğlu, Pearson'ın bu iki önemli dünya
markasını bir hafta arayla elinden çıkarmasına bakarak İngiliz yayıncıların kâğıt
baskının geleceğine ilişkin düşünceleri hakkında fikir sahibi olunabileceğini
belirtmektedir.307 Dijital yayıncılıkta dünya genelinde başarılı olan medya organlarına
bakıldığında ise 1851’den beri yayın yapan The New York Times gibi online
versiyonu için ücretli aboneliğe geçen bazı gazetelerin göz kamaştıran bir başarı elde
ettikleri söylenebilir. Öyle ki 2011’de bu sisteme geçen gazetenin ücretli online abone
sayısının 2016 yılı itibariyle 1.1 milyona yaklaştığı ayrıca gazetenin dijital reklam
gelirlerini de son iki yılda % 8 ve % 14 oranında artırmayı başardığı açıklanmıştır.308
İnternet gazeteciliğinin Avrupa’daki en başarılı örneklerinden biri de Le Monde’un
eski genel yayın yönetmeni, Fransa’nın ise ‘Elysee’yi titreten gazetecisi’ olarak
tanınan Edwy Plenel’in kurduğu Mediapart isimli haber sitesidir. Fransa’da 8 yıldır
yayınlarını sadece internet üzerinden sürdüren site Fransa Eski Cumhurbaşkanı
Nicolas Sarkozy’nin Bettencourt, Karachi, Takedine, ve Kaddafi ile olan kirli
ilişkilerini ve yolsuzluklarını ortaya çıkarmasıyla ün yapmıştır. Gazete tirajlarının
nüfus oranına göre çok da yüksek olmadığı Fransa’da bağımsız habercilik ve referans
gazeteciliği yapan, sitenin reklam almadığı bilinmektedir. Sitenin 2012 yılından bu
yana sürdürdüğü ücretli üyelik sistemi ile günümüzde 118 bin aboneye hizmet verdiği
ve 10 milyon Euro gelir elde ettiği açıklanmıştır. Son olarak iktidardaki Sosyalist
305
A.e.,
A.e.,
307
A.e.,
308
Sydney Ember, “New York Times Co. Announces Newsroomwide Strategy Review”, nytimes.com,
5 Şubat 2016, (Çevrimiçi) http://www.nytimes.com/2016/02/05/business/media/new-york-times-q4earnings-newsroom-strategy.html?_r=0, 4 Şubat 2016.
306
115
hükûmetin Bütçe Bakanı Jerome Cahuzac hakkında ki yolsuzluk iddiaları ve bakanın
İsviçre’deki UBS Bankası’nda
bulunan gizli
hesabını
afişe
etmesiyle
bakanı
koltuğundan eden site, hükûmetin vergi kıskacına alınmıştır. Sitenin kurucusu Plenel,
2016 yılı itibariyle haksız bir şekilde 4,7 milyon Euroluk vergi cezasına
çarptırıldıklarını açıklamıştır.309
Dünya genelinde gazetelerin durumuna göz atıldığında İngiltere’den Fransa’ya
oradan Kanada’ya kadar gazetelerin okur kaybettiğini bunun sonucunda da gazetelerin
ekonomik sıkıntılar yaşadığı görülmektedir. The Guardian’da yayınlanan bir makalede
Kanada medyasında da tirajların son iki yılda % 13 gelirin ise % 31 oranında düştüğü
açıklanmıştır. Ülkede 2016 Ocak ayının basın için kara bir dönem olduğu belirtilen
yazıda 141 yıllık Nanaimo Daily News’ın kapandığını 149 yıllık Torstar’s Guelph
Mercury’nin ise kâğıt baskıyı durdurduğuna dikkat çekilmiştir.310 Mehmet
Özçağlayan, kâğıt baskılı gazetelerin geleceği üzerine sürdürülen tartışmalar ne
şekilde yürütülürse yürütülsün gazetelerin ve gazeteciliğin habere ve enformasyona
olan gereksinim ortadan kalkmadığı sürece devam edeceğini söylemektedir.
Özçağlayan’a göre, gazetenin, zaman içinde haberin ve bilginin kâğıt üzerinde
sunulduğu bir araçtan farklı olarak, başka bir biçimde ve ortamda yine hayatımızda var
olması teknolojinin insan yaşamına sunduğu gelişmelerin doğal bir sonucudur.
Gazeteyi kâğıda basılı bir araçtan değil de, bilgisayar, cep telefonu veya başka bir
cihazın ekranından okumanın onu yok etmeyeceğini belirten Özçağlayan, tam tersine
bu durumun gazeteyi daha kaliteli bir içeriğe dönüştüreceğini söylemektedir.311
Medyada ki dönüşümün odağında bulunan internetin toplumsal hareketlerden
yönetim biçimlerine kadar birçok alanda etkili olduğu görülmektedir. Yer ve zaman
kısıtlamasını minimize eden ve alternatif bilgi kaynaklarına erişim olanağını en üst
düzeye çıkaran internetin demokrasiye de ciddi katkılarının olacağı düşüncesi birçok
Edwy Plenel, "Peut-être que la réussite d'une tribu d'Indiens comme nous dérange"
teleobs.nouvelobs.com, 05 Mart 2016, (Çevrimiçi)
http://teleobs.nouvelobs.com/actualites/20160302.OBS5716/edwy-plenel-peut-etre-que-la-reussite-dune-tribu-d-indiens-comme-nous-derange.html, 05 Mart 2016.
310
“Democracy warning as Canadian media outlets merge and papers close”, theguardian.com, 24
Şubat 2016, (Çevrimiçi) http://www.theguardian.com/world/2016/feb/24/democracy-warning-ascanadian-media-outlets-merge-and-papers-close, 24 Şubat 2016.
311
Özçağlayan, A.g.e., s. 157.
309
116
düşünür tarafından sahiplenilmektedir. Yeni iletişim teknolojilerinin iletişim araç ve
biçimleri ile beraber yönetim biçimlerini de etkilediğini varsayan düşünürlerden
Lawrence Grossman, teknolojik gelişmeler aracılığıyla üçüncü büyük demokrasi
devrine geçildiğini savunmaktadır. Grossman’a göre, nasıl ki 18. Yüzyılda
uygulanmaya başlayan temsilî demokrasi anlayışı ve idaresi, Yunanların yirmi asır
evvel bayraktarlığını yaptıkları doğrudan demokrasi anlayışını ve idaresini
dönüştürmüşse, günümüzde de internet teknolojilerine bağlı olarak yeni, melez bir
elektronik cumhuriyet oluşmaktadır.312 Yeni iletişim teknolojilerinin iletişim araç ve
biçimleri ile beraber yönetim biçimlerini de etkilediği düşüncesinden hareketle dijital
demokrasi veya e-demokrasi olarak da isimlendirilen yeni bir kavramla tanışılmıştır.
Dijital demokrasi konusunda değişik tanımlar yapılmıştır. Dijital demokrasi;
vatandaşların idareye büyük bir oranda katılımını sağlamak üzere yeni iletişim ve bilgi
teknolojilerinden yararlanılarak bunların demokratik süreçlerde kullanılması olarak
tanımlanmıştır.313 Dijital demokrasi kavramı çoğulcu ve katılımcı demokrasi
anlayışları açısından değerlendirildiğinde her iki anlayışa da büyük katkısının olduğu
veya olacağı söylenebilir. İletişim bilimleri üzerine araştırmalarıyla tanınan Jan van
Dijk, çoğulcu demokrasi bakımından demokrasinin yalnızca çoğunluğun karar verme
gücünden meydana gelmediğini bu nedenle toplumsal ve politik alanla birlikte
medyada da çoğulculuğun bulunmasının büyük önem taşıdığını söylemektedir. Ona
göre bu bakış açısı doğrudan ve temsilî demokrasinin melez hâlini barındırmaktadır.
Çünkü temsil yalnızca politik kişilikler tarafından değil toplumsal oluşumlar
tarafından da yerine getirilebilmektedir. Dolayısıyla on-line tartışmalara olanak
tanıyan dijital demokrasi ortamı veya idaresi çoğulculuğa da olanak tanımaktadır. Dijk
ayrıca, katılımcı demokrasi idaresine siyasetin sosyalleştirilmesi ve vatandaşların aktif
olmaya özendirilmesi anlayışının hâkim olduğunu söylemektedir. Bundan ötürü dijital
demokrasinin araçları kamudaki tartışmalara, kamuoyunun eğitimine ve kamuoyunun
siyasi katılımına olumlu katkılar yapacaktır. Ona göre demokrasinin bu modern biçimi
Bruce Bimber, “İnternet ve Siyasi Dönüşüm: Hızlandırılmış Çoğulculuk,” Cogito: İnternet:
Üçüncü Devrim?, No: 30, 2002, s. 167.
313
Mehmet Ali Zengin, “Bilgi İletişim Teknolojilerinin Demokrasi İçerisinde Kullanımı ve Dijital
Demokrasiye Geçiş”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2013, s. 274. (Çevrimiçi)
http://webftp.gazi.edu.tr/hukuk/dergi/17_4_11.pdf, 19 Mart 2016.
312
117
temsil anlayışına dayalı demokrasinin güçsüz yanlarını daha da güçlendirecektir.314
İnternet sayesinde iletişimin geleneksel medya mecralarındaki biçimine göre hem daha
bağımsız, hem daha demokratik hem de daha interaktif yapıya kavuştuğunu belirten
Hamza Çakır ise, internetin demokrasinin oturarak kurumsallaşmasına, bilgi ve
fikirlerin paylaşılarak çoğaltılmasına ve yayılmasına olanak sunduğunu söylemektedir.
İnternetin, mekâna bağlı tahdit alanlarını aştığını ve iletişimi sadece kişinin arzuları ve
beklentileri istikametinde bırakmadığını kaydeden Çakır, aynı zamanda çok taraflı
katılımcılığı teşvik eden, katılımcı demokrasiyi güçlendiren bu ağın daha da
büyüyeceğini savunmaktadır.315 Bunun yanında, Andrew Saphiro gibi internetin
kendiliğinden demokratikleştirici olmadığını, toplumsal ve politik etkisinin onu nasıl
kullandığımıza bağlı olduğunu söyleyen düşünürler de vardır.316
Jan van Dijk, “Digital Democracy: Vision and Reality” 2013, s. 1. (Çevrimiçi)
https://www.utwente.nl/bms/vandijk/research/itv/itv_plaatje/Digital%20Democracy%20Vision%20and%20Reality.pdf, 20 Mart 2016.
315
Çakır, A.g.e., s. 127.
316
Andrew L. Saphiro, “İnternet Demokratik mi? Hem Evet Hem Hayır,” Cogito: İnternet: Üçüncü
Devrim?, No: 30, 2002, s. 192.
314
118
3. MEDYA-DEMOKRASİ İLİŞKİSİ
3.1. Medya-Demokrasi İlişkisi
Demokrasi kuramının medyayı dördüncü kuvvet olarak resmetmesi, idealize
edilmiş bir siyasal ve toplumsal sisteme gönderme yapar. Bu sistem içerisinde medya,
Latince tabirle “conditio sine qua non” yani olmazsa olmaz bir zorunluluktur. Ancak
bu durumun bazen demokratik sistemi oturmuş, demokrasi kültürü ve bilinci gelişmiş
Batı ülkelerinde bile sınırlı bir gerçekliği yansıttığı görülebilmektedir.
Demokrasilerde medyanın yerine getirmesi beklenen başlıca sorumluluklar
arasında; kamuoyunu bilgilendirme, halk adına hükûmeti denetleme, eleştirme ve
hükûmetin yürüttüğü politikalar hakkında toplumsal bilinç yaratarak kamuoyu
oluşturma gibi görevler sıralanabilir. Dolayısıyla, halkın yararını önceleyen bu
görevler gereği demokratik rejimlerde medya;
yasama, yürütme ve yargı
kuvvetlerinden sonra dördüncü kuvvet olarak yöneten ve yönetilenler arasında
sağladığı iletişim nedeniyle önemli bir konum elde etmiştir. Medyanın, özellikle
vatandaşlık haklarının kullanılabilmesi için gerekli olan enformasyonun muhataplarına
aktarılmasında oynadığı önemli rol veya taşıdığı sorumluluk nedeniyle, medya ve
toplum ilişkisini birbirinden bağımsız olarak düşünmek güçtür. Burada medyanın
sorumlulukları tanımlanırken aslında bu sorumlulukların yerine getirilmesinde icracı
konumunda olan gazetecilerin veya gazeteciliğin de özellikleri vurgulanmaktadır.
Hakikatin peşinde koşmayı önceleyen bu mesleğin varlık sebebi ile ilgili olarak medya
üzerine eleştirel değerlendirmeleri ile tanınan gazeteci Alper Görmüş, gerek birey
gerekse de toplumların kişisel hayatları üzerinde doğrudan etki yapan belli başlı güç
odaklarının kendileri ile ilgili faaliyetlerini, planlarını, uygulamalarını ya da sırlarını
ortaya serebilecek güçten ve kapasiteden yoksun olduğunu belirtmektedir. Görmüş’e
göre gazetecilik, bu nedenle en temelde bunun için vardır.317 Medya alanında
çalışmalar yürüten ünlü Norveçli iletişim bilimcilerden Knut Lundby ve Helge
Ronning’de, medyaya erişimi bulunan halkın, yurttaşlık haklarını kullanabilmeleri için
gereken
enformasyonu
sağlamasından
dolayı
medyanın
demokratik
sürecin
vazgeçilmez bir öğesi olduğuna dikkat çekmektedir. Lundby ve Ronning, böylece
Alper Görmüş, “Gazetecilik sır ifşa etme mesleğidir”, aljazara.com.tr 28 Kasım 2015, (Çevrimiçi)
http://www.aljazeera.com.tr/gorus/gazetecilik-sir-ifsa-etme-meslegidir , 01 Mart 2016.
317
119
yurttaşların medya aracılığıyla kendilerini doğrudan ve dolaylı olarak ilgilendiren
tartışmalara
katılabileceklerini,
siyasal
tercihlerini
etkileyen
tutumlar
edinebileceklerini ve bu doğrultuda eylemde bulunabileceklerini söylemektedir.318
Devletin toplumsal yaşamda yerini almasıyla birlikte işlevlerinin ne olacağı ve
bu işlevleri nasıl yerine getireceği üzerine farklı zaman dilimleri içerisinde çeşitli
düşünceler öne sürülmüştür. Devlet içindeki egemenlik yetkisinin ne şekilde ve kim
tarafından kullanılacağını belirleyen düşüncelerden biri de kuvvetler ayrılığı ilkesidir.
Montesquieu’nun katkılarıyla 19. yüzyıl itibariyle geçerlilik kazanan bu ilke ile
demokratik sistemlerde egemenliği kullanan yasama yürütme ve yargı organları sahip
oldukları müstakil güçleri paylaşmışlardır. Batı’da, bir devletin modernliğinin ölçütü
olarak beliren bu ilke, demokratik sistemlerin sağlıklı işleyebilmesi için zorunluluk
hâline gelmiştir. Demokratik sistemlerde halkın iradesi, seçimler yoluyla ve bir siyasi
parti aracılığıyla yönetim ve karar alma süreçlerinde egemen irade olarak
belirmektedir. İlk olarak yasama olarak beliren bu irade çoğunluğu elde etmesi
durumunda kendi içinden yürütme organını ortaya çıkarmaktadır. Dolayısıyla yasama
ve yürütme arasında organik bir bağın kurulduğu görülmektedir. Burada genellikle;
yasamanın halkın iradesini temsil ettiği düşünülürken, yürütmenin daha çok bir siyasi
partinin uzantısı olduğu şeklinde bir algı ortaya çıkmaktadır. Yürütme gücünü elinde
bulunduran partinin, seçimlerde elde ettiği sayısal çoğunluğa güvenerek yasama
kurumu üzerinde kurmaya çalıştığı denetim onun işlevlerini etkileyebilmekte bazen
yasama
ile
yürütme
erkleri
arasındaki
ayrımın
ortadan
kalkması
riskini
doğurabilmektedir. Böyle bir durumda ise halkın iradesini temsil etmesi ve halk adına
yürütmeyi denetlemesi gereken yasama organı işlevsiz bir hâle gelmektedir.
Yasamanın işlevsizleşmesi durumunda ise yasama ve yürütme erklerinin karşısındaki
en etkin denetleme kurumu olan yargının devreye girmesi beklenmektedir. Kuvvetler
ayrılığı ilkesinin göz ardı edildiği bunun gibi durumlarda, yasama ve yürütme
organlarının sahip olduğu güçleri yürütme lehine birleştirmeleri söz konusu olabilir.
Knut Lundby, Helge Ronning, “Medya-Kültür-İletişim: Medya Kültürü Aracılığıyla Modernliğin
Yorumlanışı”, Der:, Süleyman İrvan, Medya Kültür Siyaset, Ankara, Alp Yayınevi, 2002, s. 22.
318
120
Bunun sonucunda da yargıya müdahale riskinin oluşması görülebilir hatta yargı
siyasallaştırılabilir.319
Yasama, yürütme ve yargı arasındaki ilişkiler bütününü düzenleyen kuvvetler
ayrılığı ilkesinin, zaman zaman özellikle yürütme eliyle istismar edilme riski
yürütmeyi frenleyecek yeni bir yapı ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Bu noktada Orhan
Koloğlu’nun da belirttiği üzere yasamanın meclis, yürütmenin hükûmet, yargının
adliye gibi araçlara olduğu gibi, bireyin ve bireylerin oluşturduğu kitlelerin de
istemlerini yansıtacak bir araca gereksinimleri vardır. İşte basın bu rolü üstlenmiş ve
bu sebepten dördüncü kuvvet ya da dördüncü erk diye nitelendirilmiştir. Ayrıca
mensuplarının devlet mekanizmasının dışından kimseler olması ise bu rolü iyice
güçlendirmiştir.320 İskoç felsefeci ve tarihçi James Mill, demokratik yönetimlerde
basının yüklendiği ‘bekçi köpeği’ olma fonksiyonunu somutlaştırırken, İngiliz
politikacı Edmund Burke’un parlamentoda birlikte bulunduğu gazetecileri işaret
ederek, “İşte orada dördüncü kuvvet oturuyor, hepsinin en önemlisi” sözüyle
‘dördüncü kuvvet’ kavramının literatüre kazandırıldığını aktarmaktadır.321 Denetleme
gücü veya kamu gözcülüğü adı verilen basının bu görevinin, devletin işleyişini
denetleme ve eleştiri yoluyla doğruları gösterme yönüne vurgu yapılmaktadır. Alper
Görmüş, basının dördüncü kuvvet olarak kabul görmesinin ve dördüncü kuvvet olarak
nitelendirilmesinin öylesine bir söylem olmadığına ve bu tabirin başlıca üç yönü
olduğuna dikkat çekmektedir.
“Gazeteciliğin üzerinde en fazla uzlaşılmış tanımının onun ‘demokrasinin dördüncü
kuvveti’ olması boşuna değildir. Bu tanımın başlıca üç yönü vardır. Birincisi; devlet
mekanizmasını kullanarak ülkeyi ve toplumu yönetenler, nasıl bir ülkeyi ve toplumu
yönettiklerinin bilgisini ancak çoğulcu bir medya üzerinden edinebilirler. Bu bilgiye
sahip olmadıklarında toplumsal ihtiyaçları da bilemezler ve dolayısıyla demokratik
yönetimler oluşturamazlar. İkincisi; bir toplum için neyin daha iyi ve doğru olduğunun
belirlenmesi ancak açık bir tartışmaya ‘media’lık (ortam) yapacak bir basınla
Mehmet Akgül, “Kuvvetler Ayrılığı İlkesinin Dönüşümü ve Günümüz Demokratik Rejimlerindeki
Anlamı” Ankara Barosu Dergisi, Yıl: 68, Sayı: 4, 2010. s. 81-97.
320
Orhan Koloğlu, Osmanlı’dan 21. Yüzyıla Basın Tarihi, İstanbul, Pozitif Yayınları, 2006, s. 25-26.
321
Yasemin Giritli İnceoğlu, “Yurttaş Gazeteciliği Şart”, (Çevrimiçi)
http://www.yasemininceoglu.com/default.aspx?cat=4&pag=127, 10 Mart 2016.
319
121
mümkündür. Çoğulcu bir basın olmaksızın çoğulcu bir tartışma yürütmek mümkün
değildir. Üçüncüsü; demokrasinin üç gücü (yasama, yürütme, yargı) toplum-devlet
ilişkisinin belirlendiği yerlerdir. Fakat bunların üçü de esasen devlet adına faaliyet
yürütürler ve eğer üzerlerinde bir denetim olmazsa, eşyanın tabiatı gereği sürekli
olarak devleti kayırırlar. Basın, işte bu üç ‘devlet gücü’nü denetleyen ‘toplum gücü’dür
ve o nedenle ‘dördüncü güç’tür”322
Görmüş’ün medyanın niçin dördüncü kuvvet olarak nitelendirildiğine ilişkin bu
değerlendirmesinden medyanın temel sorumluluğunun devletin yasama, yürütme ve
yargı olarak bilinen üç kuvvetine payandalık etmeyen, siyasal erki elinde
bulunduranların topluma olan sorumluluklarını hatırlatan bir dördüncü gücü kast ettiği
düşünülebilir.
Medya ve demokrasi konularında kaleme aldığı yazılarla tanınan Vedat Demir
ise medyaya dördüncü kuvvet olarak bakılmasının altındaki nedeni şu şekilde
açıklamaktadır. 323:
“Demokratik sistemlerde de devlet gücünü kullanan seçimle gelmiş iktidarların
sınırlarını aşması ve otoriterleşmesi mümkündür. Bunun için iktidar gücünü
sınırlayacak fren ve denge mekanizmalarına ihtiyaç vardır. Etkili bir kontrol
(murakabe) sistemi ile devlet gücünün iktidarlar elinde keyfî bir yönetime ve bir
zulüm aygıtına dönüşmemesi ve demokratik rejimin teminat altına alınması
gerekir. Demokrasilerde hükûmetin (yürütme) parlamento (yasama) ve yargı
kuvvetleri tarafından kontrol edilmesinin ve dengelenmesinin sebebi budur.
Ancak iktidar gücünü elinde tutanların, aynı devlet yapısının farklı tezahürleri
olan bu kuvvetler üzerindeki farklı biçim ve derecelerde müdahalelerinin, fren ve
denge sisteminin etkisizleştirilmesine yol açması her zaman mümkündür. Bir parti
parlamentoda büyük bir çoğunluğa sahip olduğunda elindeki yasama gücüyle
anayasayı ve kanunları değiştirmek suretiyle yargıyı da kontrolü altına alabilir.
Bu sebeple çağdaş demokratik sistemlerde, devletten ve bu güçlerden tamamen
Alper Görmüş, “Devletin “dördüncü kuvveti …,” taraf.com.tr, 03 Ocak 2012, (Çevrimiçi)
http://arsiv.taraf.com.tr/yazilar/alper-gormus/devletin-dorduncu-kuvvet-i/19325/, 02 Mart 2016.
323
Vedat Demir, “Medya Özgür Olmadan Demokrasi Mümkün mü?” yarinabakis.com, 11 Nisan 2016,
(Çevrimiçi) https://www.yarinabakis.com/2016/04/11/medya-ozgur-olmadan-demokrasi-mumkun-mu/,
14 Nisan 2016.
322
122
bağımsız dördüncü bir güce ihtiyaç duyulmuştur. Elbette muhalefetteki siyasî
partiler, sivil toplum kuruluşları ve öteki toplumsal organizasyonlar da
demokratik bir sistemdeki önemli denetim mekanizmaları olarak düşünülebilir.
Ancak özgür bir medya olmadan, bunların seslerini duyurabilmesi, kamuoyu
oluşturabilmesi ve iktidara etki edebilmesi çok sınırlı kalacaktır. Bu sebeple
klasik liberal düşünce, medyanın aslî rolünü iktidarları kamu adına gözetim ve
denetim (watchdog) olarak tarif etmektedir. Medyaya dördüncü kuvvet nazarıyla
bakılmasının altında yatan temel fikir budur.”
Son yıllarda basının görevini yerine getirmediği, demokrasiyi geliştirme ve
olumlu demokratik etkiler yapmakta yetersiz kaldığı ya da başarısız olduğu görüşü
yoğunluk kazanmaktadır. Medyanın bu durumu masaya yatırılarak bu algıya karşı
önlemler üretilmesi yoluna gidilmeye başlanmıştır. Bu amaçla çeşitli örgütlenmeler
ortaya çıkmıştır. Medyada ki kirlenmeye dikkat çeken örgütlenmelerin en ünlüsü,
muhalif düşünür Noam Chomsky’nin başını çektiği, medyanın devlet ile sermayenin
kontrolünden çıkarılarak, toplumun kontrolüne bırakılmasını savunan, bu amaçla çaba
harcayan İmmediast grubudur. Medyaya yönelik çok ağır eleştirilerin yer aldığı
İmmediast Grubu’nun bildirgesinde; “medya, kamunun çıkarlarına değil, devletin ve
sermayenin çıkarlarına hizmet eder. Medyanın saldırı ve ayartma ekranı, olası en
büyük halk kesimini tutsak almak ve hipnotize etmek üzere düzenlenmiştir”
denilmektedir.324 Medya-demokrasi ilişkisi üzerine oldukça sert eleştirileri ile tanınan
Chomsky’e göre, günümüzde demokrasinin ideal formu (bio) içerisinde üzerine düşen
sorumlulukları yerine getirmesi gereken medya, topluma gerçek bilgileri aktarma ve
bilinçli bir kamuoyu oluşturma ile siyasal katılımın sağlanması için topluma tartışma
platformu sağlama konusunda üzerine düşen demokratik rolü yerine getiremez
hâldedir. Bunun en önemli nedenlerinden biri de özellikle son otuz yılda medyanın
ticarileşme, şirketleşme ve merkezileşmesidir. Bunlara ek olarak medyanın ideolojik
yanının güçlendirilmesi ve toplumun rızasının üretilmesinde bir propaganda aracı
olarak kullanılması sonucu medya demokratik işleyişin altını oyan bir kurum hâline
gelmiştir.325 Bu anlamda kamusal sorumluluğunu kendisinden beklenildiği ölçüde
yerine getiremeyen ‘Dördüncü Kuvvet Medya Modeli’ne alternatif olarak sunulan
324
325
Odyakmaz, A.g.e., s. 80.
Noam Chomsky, Medya Denetimi, İstanbul, Everest Yayınları, 2005, s. 1.
123
‘Beşinci Kuvvet Medya Modeli’ oldukça dikkat çekicidir. Le Monde Diplomatique’in
1990-2008 yılları arasında yayın yönetmenliğini yapmış Ignacio Ramonet’in önerdiği
bu modele göre, küreselleşme ile birlikte özellikle son on beş yıldır yürütme veya
iktidara karşı kendisinden beklenen sorumlulukları yerine getiremeyen medya güç
kaybetmiştir. O hâlde yapılması gereken şey sadece beşinci kuvvet medya modelini
yaratmaktır. Ramonet, bu modeli yeni güçlüler sınıfında yer alan globalleşen sermaye
sahiplerinin ve onların cürüm ortakları konumundaki global medya şirketlerinin önüne
bilinçli bir vatandaş gücüyle dikilmemizi temin edecek ve onların bu cürümlerini
ortalığa serme gücüne haiz bir yeni kuvvet olarak tanımlamaktadır. Ramonet’e göre
ifade özgürlüğünün önünde engel olarak duran güç odaklarına karşı; gazeteciler başta
olmak üzere üniversiteler, sivil toplum kuruluşları yazılı, sesli ve görsel basın
takipçileri ile internet kullanıcıları birlikte tartışabilmeli ve demokratik eylemde
bulunmalıdır.326
Ramonet’in
bu
çağrısı,
medya
ve
demokrasi
bağlamında
düşünüldüğünde siyaset alanına ek olarak vatandaşların medyaya da katılımını
öngörmesi dolaysıyla dikkate değerdir. Bu modelin medyanın sivilleşmesi ve
demokratikleşmesi noktasında önemli bir katkı sunduğu söylenebilir.
Medya alanında çalışmalar yürüten kesimde ciddi tartışmalar yaratan
Ramonet’in günümüzde beşinci kuvvet medyaya niçin gereksinim duyulduğuna ilişkin
düşüncesi şu şekildedir327:
“Yasama, yürütme ve yargının yanılması ve hata yapması mümkündür ve
aslında, söz konusu yanılgılara ve hatalara, siyasi iktidarın; insan haklarını
ayaklar altına alan ve özgürlüklere saldıran politikaların asıl sorumlusu olduğu
otoriter rejimlerde ve diktatörlük rejimlerinde çok daha sık rastlanmaktadır.
Ancak, kanunların, demokratik oylamanın sonucu olduğu, hükûmetlerin genel oy
aracılığıyla seçildiği ve adaletin hiç olmazsa teorik olarak yürütmeden bağımsız
olduğu demokratik ülkelerde bile iktidarın kötüye kullanıldığı görülmektedir. Bu
nedenle, toplumsal sorumluluk sahibi dördüncü güç medya, masum insanların
aleyhine verilen adil olmayan, haksız, yasa dışı kararlara demokratik biçimde
Ignacio Ramonet, “Le cinquiéme pouvoir”, Le Monde Diplomatique, 2003, mondediplomatique.com, 10 Ekim 2003, (Çevrimiçi) https://www.mondediplomatique.fr/2003/10/RAMONET/10395, 02 Mart 2016.
327
A.e.,
326
124
karşı koymak, bunları eleştirmek ve iptal ettirmek için yurttaşların başvurduğu
bir araç olarak kabul edilmektedir. Ancak, liberal küreselleşmenin hız
kazanmasıyla birlikte, dördüncü güç medya, bu potansiyelini ve karşı-güç olma
işlevini yavaş yavaş kaybetmektedir ya da kaybetmiştir. 1980’li ve 1990’lı
yıllarda faydalı olan ombudsmanlar da medyatörler, ticarileştirilmiş ve
saygınlıklarını yitirmiştir ve ombudsmanların ya da medyatörlerin işlevi, bir imaj
kaygısıyla, medyanın itibarını yapay olarak güçlendirmek için şirketler
tarafından araçsallaştırılmıştır. Sonuç olarak, medya, bugün geçmişe kıyasla
daha az eleştireldir ve buna bağlı olarak, medyanın bir dördüncü güç olarak
işlevini yerine getirme olasılığı ya da bir başka ifadeyle, bir dördüncü güç olarak
işlevini yerine getirme noktasında başarı şansı azalmaktadır ya da azalmıştır.”
Yasemin Giritli-İnceoğlu bu tespitlerden yola çıkan Ramonet’in,
‘dördüncü kuvvet medya’yı kontrol eden, medyanın olası eksik yada yanlış
bilgilendirmelerini ortaya koyan bir ‘beşinci kuvvet-yurttaş kuvvetine’ duyulan
ihtiyacı dile getirdiğini söylemektedir.328
Chomsky’nin de belirttiği gibi, demokratik bir yapı içerisinde herkes siyasi
yükümlülüklerini ifa etmek için lazım olan bilgiye ihtiyaç duyar ve bu bilgileri de
kendi kendine edinemez.329 Dolayısıyla, medyanın toplumun kendisini doğrudan veya
dolaylı olarak ilgilendirdiği karar alma süreçlerinde en önemli enformasyon kaynağını
oluşturması, çalışmanın ilk bölümünde değinilen, Robert Dahl’ın demokrasinin
geçerliliği için öne sürdüğü koşullar içerisinde yer alan ‘değişik haber alma
kaynaklarının varlığı’ veya gerekliliği maddesi ile yakından ilgilidir. Chomsky’nin bu
yorumu hem farklı haber alma kaynaklarının olduğu, tek boyutlu olmayan çok sesli bir
medya düzenine dikkat çekmesi hem de medya-demokrasi ilişkisinin ana hattına işaret
etmiş olması bakımından çok önemlidir. Bu nedenle halkın vatandaş olarak çeşitli
haklarını kullanabilmesi için gerekil enformasyonu sağlayabilmesi, olayların
yorumlanmasına, tartışmalara katılabilmeleri, siyasal tutumlar edinmeleri ve eyleme
328
Giritli-İnceoğlu, A.g.e.
Noam Chomsky, Medya Gerçeği, Çev:, Abdullah Yılmaz, İstanbul, Tümzamanlar Yayıncılık,
1999, s. 27.
329
125
dönüştürebilmeleri gibi nedenlerden dolayı medya, demokratik sürecin ayrılmaz bir
parçası hâline gelmiştir.330
Medyanın genellikle tek taraflı bir iletişim aracı olduğu ve belli bir anda bir
kaynaktan, kitleye uzanan içerikler barındırdığı bilinmektedir. Çoğunlukla geri
bildirim imkânının olmadığı bu tür medya içeriği karşısında birey, bir kitle içerisinde
kendisini tek hissederse çaresiz kalabilir. Çünkü birey, medya aracılığı ile
gerçekleştirdiği iletişim sırasında genellikle pasiftir ve yönlendirmeye müsaittir.
durumdadır. Nigâr Değirmenci’nin Noelle-Neumann’dan aktarımına göre bireyin
medya karşısındaki güçsüzlüğü iki şarta bağlanmaktadır. İlkinde; medyanın ‘neyin
önemli olduğuna karar veren rolü’ yani ‘eşik bekçiliği’ ötekinde ise medyanın ‘teşhir
direği’ olarak değerlendirilmesidir. Medyanın ‘teşhir direği’ olarak değerlendirildiği
hallerde kişi, başkalarına ulaşan hakkındaki negatif bildirimler karşısında medyanın
‘eşik bekçiliği’ yüzünden etkisiz haldedir. Medyada kötü şekilde lanse edilen kişi
kendinisini ortada bırakılmış görür. Bu nedenle kişi medyaya karşı korumasız ve
savunmasızdır. Böyle bir durumda kişi siyasi oluşum ve hadiselere mesafeli ve
ihtiytlıdır.331 Kişilerin ne vakit ne üzerine ne şekilde konuşacakları genelde medyanın
yönlendirmesiyle şekillenmektedir. Bu alanın aşılması halinde kişinin nelerle
karşılaşabileceği de medyanın teşhir direğinde ara ara hatırlatılmaktadır. Değirmenci,
kişinin böyle bir ortamda yoğun bir şekilde ötekileştirilme kaygısı ile dışlanma tehdidi
ve dışlanma endişesi yaşadığını söylemektedir. Bu durumun kişinin ortama göre
konuşma ve susma eğilimini belirlediğine dikkat çeken Değirmenci muhataplara
ulaşılması noktasında kamuoyuna aracılık eden medyanın çoğunluğun sesi olarak
aktardığı görüşleriyle kişinin ya bu fikre katılmasını ya da susmasını öğütlemektedir
değerlendirmesinde bulunmaktadır.332
Nurullah Terkan, “Siyasal Sistemler ve Halkla İlişkiler”, Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi,
Cilt 2, Sayı 4, 2003, s.72.
331
Değirmenci, A.g.e., s. 56.
332
A.e., s. 61.
330
126
3.2. Medyanın Demokratikleştirilmesi ve Medya Demokrasisi
Demokratik sistemin doğru biçimde işletilmesine katkıda bulunan vazgeçilmez
öğelerin başında daha önce de ifade edildiği üzere medya kurumu gelmektedir.
Medyanın faaliyet gösterdiği ülkelerde saygınlık kazanmasının öncelikli koşullarından
biri, halk için doğru ve güvenilir bir platform olduklarını topluma kabul ettirmelerine
bağlıdır. Bu koşulu yerine getirmek medyanın toplumsal ve demokratik rolünü yerine
getirmesi anlamını da taşımaktadır.
Bir ülkede demokratik bir sistemin olup olmadığını anlamak veya o ülkenin
demokratik seviyesi hakkında bir fikir edinebilmek için öncelikli olarak o ülke
içerisinde temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılıp sınırlandırılmadığına bakılabilir.
Yasama, yürütme ve yargı arasındaki kuvvetler ayrılığının somut uygulamalarla gözle
görülür olması ise o ülkede sistemin demokratik teamüller esas alınarak
sürdürüldüğünü ortaya koyması bakımından önemlidir. Yine o ülkeyi oluşturan
toplumun demokratik olup olmadığını anlamak için ise o toplumun çeşitlilik, çok
kültürlülük, çoğulculuk anlayışına, yani farklılıklara olan tahammül sınırına, özgürlük
ve demokrasi anlayışına bakılması yol gösterici olabilir. Temel hakların sağlayıcısı ve
koruyucusu olarak kabul edilen demokrasiye, halkın talebinin olması gerektiğinden
daha az olması o ülkenin çok kısa bir sürede otoriter bir yapıya savrulması riskini
taşımaktadır. Toplumun demokratik değerlerden bir nebze olsun ödün vermesi onu
istismar etmek isteyen kişi veya kişi topluluklarını cesaretlendirebilir. Toplumun
demokrasi talebinin ve demokrasiyi koruma azminin demokratik bir sistemin sigortası
olduğu kabul edilmektedir. Toplumun demokratik sistem talebinin ne kadar güçlü
olursa siyasetin ve medyanın da bu sese kulak vermesinin o denli güçlü olacağı
varsayılmaktadır. Bu bağlamda medya bu sigortayı nerde, ne zaman ve nasıl
kullanmamızı en hızlı şekilde bizlere ulaştıran kullanma kılavuzu gibi düşünülebilir.
Bu kullanma kılavuzunun asıl sorumluluğu ise kamuoyunu bilgilendirmesidir. Burada
medyanın sorumluluğu tartışmaları etrafında öne çıkan bazı soruların olduğu
görülmektedir. Medya kendisinden beklenen sorumluluğu çok iyi bilmesine rağmen ne
derece yerine getirebilmektedir? Ya da medyanın
getirmesinin
önündeki
engeller
nelerdir?
sorumluluklarını
gibi
sorular
yerine
medyanın
demokratikleş(tiril)mesinin önemli bir sorun olduğunu ortaya koymaktadır. Medyanın
127
demokratikleştirilmesi denildiğinde hem mevcut medya araçlarına veya olanaklarına
insanların eşit derecede sahip olması hem de o araçların çeşitliliğiyle beraber
kendilerinden beklenen bilgilendirme sorumluluğunu yerine getirip getirememe
durumu kast edilmektedir.
Bugünün temsilî demokrasilerinin devamlılığını temin etmenin koşullarından
belki de en mühimi düşünce ve düşüncesini ifade etme hürriyetidir bu gibi temel
haklar içerisinde hakiki bilgiye erişim hakkını da barındırmaktadır. Kitle kültürünün
bir parçası ve taşıyıcısı haline gelmiş toplumlarda toplum ile siyaset arasındaki iletişim
sağlama fonksiyonu olan medyanın kitleye ulaştırdığı içeriğin hakikati yansıtıp
yansıtmadığı veya şayet haikati yansıtıyorsa bunun tamamını ulaştırıp ulaştırmadığı
problematiği demokrasinin gerçeklikle olan bağını ve en mühimi ‘seçim sonrası’
devamlılığını da tartışmalı duruma sokmaktadır. Bugünün koşullarında medyanın
demokratik sistemlerdeki iletişim sağlama vazifesinden başka direkt olarak politik
yaşamın öğeleri vasıtasıyla, politikanın bizzat kendi doğası ve süreci üstünde de
tesirleri vardır. Bu öğeler; kişiler, kamuoyu, siyasi oluşumlar ile seçimler ve tabii ki
siyasi iktidarlardır.333 John Milton’un hükûmetin sansür girişimlerine karşı bir meclis
söylevi olarak kaleme aldığı Areopagitica isimli eserinde yer verdiği şu tarihi cümle
doğru bilgiye ulaşma hakkının birey için taşıdığı önemi ifade etmesi bakımından çok
dikkat çekicidir. “Bana, bütün özgürlüklerden daha çok, vicdana uygun bir şekilde
özgürce bilme, ifade etme ve tartışma özgürlüğünü verin.” 334 Demokratik bir toplum
için basın ve ifade özgürlüğünün en önemli ihtiyaç ve haklar arasında olduğu
bilinmektedir. Bireylerin her daim ihtiyaç duyduğu bilgi ve haberlerin bir başkasına
aktarılması
bir
anlamda
iletişim
olayının
gerçekleşebilmesi
bu
hakların
kullanılabilmesine bağlıdır. Bilgi ve haber denildiği zaman bunlardan sadece olaylara
dayanan haberler anlaşılmamalı bu kavramlardan demokratik sistemin sıhhatli, halkın
özgür ve hakkaniyetli olması için lâzım gelen; fikir, değerlendirme, tenkit, tartışma ve
Değirmenci, A.g.e., s. 54.
John Milton, Areopagitica, Aktaran Jan van Cuilenburg, Medya ve Demokrasi, s. 108. (Çevrimiçi)
http://ilefarsiv.com/etik/wp-content/uploads/jan-van-cuilenburg-medya-ve-demokrasi.pdf, 20 Mart
2016.
333
334
128
müzakere mefhumları da anlaşılmalıdır.335 Kendisi demokratik olmayan bir sistemin
ve toplumun demokratik bir medyaya sahip olması neredeyse imkânsız gibidir.
Demokratik bir döngüde her üçünün de en üst düzeyde demokratik bir değer taşıması
mümkün olmasa bile en azından birbirlerini bu döngü içerisinde kalmaya teşvik
etmeleri hatta zorlamaları gerekmektedir. Özgür bir medyanın varlığının iktidar
gücünü dengelemek için elzem olduğuna dikkat çeken Vedat Demir, yürütmenin
kontrolünde ki çoğulculuktan uzak tek sesli bir medya düzeninin halkın siyasi
tercihlerini sağlıklı yapmasını engellediğini dolayısıyla da seçimleri tartışmalı hâle
getirerek demokrasiyi çürüttüğünü belirtmektedir.336 Demir, ayrıca medyanın, topluma
ilettiği haber, bilgi ve yorumların yanında, siyasî partiler ile farklı görüşte insanların
düşünce
ve
kanaatlerini
açıkladıkları
bir
müzakere
zemini
oluşturduğunu
söylemektedir. Medyanın bu yönünün kamuoyunun serbestçe oluşumuna katkıda
bulunduğunu kaydeden Demir, medya sayesinde seçmenlerin doğru ve isabetli
tercihler yapmasının kolaylaştığını seçimlerin ise adil ve dürüst bir rekabet zemininde
gerçekleşmesinin
önünün
açıldığını
belirtmektedir.337
Tocqueville’de
“Basın
özgürlüğü olmadan demokrasi olmaz”338 diyerek hem demokrasilerin kırmızı çizgisini
çizmiş hem de basının demokrasiler için önemini ortaya koymuştur. Demokratik,
parlamenter ve çoğulcu sisteme dayalı rejimlerde kendisine atfedilen sorumluluklar
dolayısıyla yarı kamusal bir nitelik taşıyan medyanın üzerine düşen sorumlulukları güç
odaklarından bağımsız olarak yerine getirebilmesi çok önemlidir. Medyanın bu
misyonu üstlenebilmesi için özgür ve olabildiğince bağımsız olması gerekmektedir.
Burada basın özgürlüğü derken sadece gazetecilerin özgürlüğünden bahsedilmeyip
aynı zamanda haber alma hakkı ve özgürlüğünden de bahsedilmektedir.
Andrew Belsey, “Mahremiyet, Aleniyet, Siyaset”, Medya ve Gazetecilikte Etik Sorunlar, Der:,
Andrew Belsey ve Ruth Chadwick, Çev:, Nurçay Türkoğlu, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1998, s. 118.
119.
335
Vedat Demir, “Tek sesli medya demokrasiyi çürütüyor”, yarinabakis.com, 28 Mart 2016,
(Çevrimiçi) https://www.yarinabakis.com/2016/03/28/istanbul-universitesi-iletisim-fakultesinden-profdr-vedat-demir-turkiyede-basin-ozgurlugu-can-cekisiyor/, 28 Mart 2016.
337
Vedat Demir, “Medya Özgür Olmadan Demokrasi Mümkün mü?”, yarinabakis.com, 11 Nisan
2016, (Çevrimiçi) https://www.yarinabakis.com/2016/04/11/medya-ozgur-olmadan-demokrasimumkun-mu/, 14 Nisan 2016.
338
Ayferi Göze, Siyasal Düşünceler ve Yönetimler, İstanbul, Beta Basım Yayım, 5. Baskı, 1989., s.
261.
336
129
Medyanın özgür ve devletten bağımsız olmadığı bir ülkede, gerçek anlamda
sağlıklı bir demokrasiden bahsetmenin mümkün olmadığını belirten Vedat Demir şu
değerlendirmede bulunmaktadır:339
“Baskı altındaki medya, haber alma hakkını kullanamayan halk, demokratik
müzakerelere katılamayan toplum kesimleri ve sesini duyuramayan muhalefet,
devlet gücünü kullanan iktidarın aldığı oy yüzdesi ne kadar yüksek olursa olsun
demokrasinin temel unsuru olan seçimlerin meşruiyetine zarar verecek, sonuçları
tartışmalı ve şaibeli hâle getirecektir. Susturulmuş ve iktidarın emrinde tek taraflı
propaganda aracına dönüştürülmüş, siyasî iktidar üzerindeki toplumsal denetimgözetim fonksiyonunu yerine getiremeyen yozlaşmış bir medya demokratik sistemi
tahrip edecek, çürütecek ve nihayetinde adı ne olursa olsun otoriter bir yapıya
dönüşecektir.”
Avrupa Birliği ve eğitim politikaları alanında çalışmalar yürüten Arzu
Kihtir ise, sinir sistemimize benzettiği dördüncü kuvvetin ve mensuplarının
otosansür uyguladıkları bir ortamda özgürlükten söz edilemeyeceğine dikkat
çekmektedir.340 Medyanın demokratikleşmesi, siyaset ve bürokrasi üzerinde
bağımsız ve sivil bir denetimin oluşması ve toplumsal taleplerin kamusal alana
ulaşımının sağlanması açısından hayati önem taşımaktadır. Bunun için hukuksal
çerçevenin iyi belirlenmesi ve medyadaki sahiplik yapısının değişmesi
gerekmektedir.
Rekabet
kurallarının
işlemediği
ve
adil
bir
şekilde
uygulanmadığı bir düzende medyanın özgürlüğünden bahsetmek olanaksız
görülmektedir. Burada siyaset alanına paralel bir biçimde, medya ve
mensuplarının zihniyetinin de dönüşmesi gerekli görülmektedir.341
Demir, “Medya Özgür Olmadan Demokrasi Mümkün mü?”, yarinabakis.com, 11 Nisan 2016,
(Çevrimiçi) https://www.yarinabakis.com/2016/04/11/medya-ozgur-olmadan-demokrasi-mumkunmu/, 14 Nisan 2016.
340
Arzu Kihtir, “Otosansür varsa özgürlükten söz edemeyiz”, aksiyon.com.tr, 12 Ocak 2016,
(Çevrimiçi) http://www.aksiyon.com.tr/medya/otosansur-varsa-ozgurlukten-soz-edemeyiz_553560
(Dergiye atanan kayyımların dergi arşivini silmeleri nedeniyle habere ulaşılamamaktadır.) 12 Ocak
2016.
341
Açık Toplum Vakfı, İletişimsel Demokrasi-Demokratik İletişim, (Çevrimiçi)
http://www.aciktoplumvakfi.org.tr/pdf/medya.pdf, 10 Mart 2016.
339
130
Medya kendisinden beklenen sorumluluğu çok iyi bilmesine rağmen ya bu
sorumluluğu ıskalıyor ya da tamamen görmezden gelebiliyor. Bunun nedeni ise daha
çok medya sermaye sahiplerinin yürütme ile olan ekonomik ilişkilerine dayanıyor.
Günümüz medya sahipliğinin el değiştirerek ekonomik alanlarda temayüz etmiş
kişilerin faaliyet gösterdiği bir alana kayması özgür ve kamu yararı güden bir medya
anlayışını ortadan kaldırmıştır. Burada da demokratik sistemi tehdit eden medya
oluşumları sorunu ortaya çıkmaktadır. Tocqueville, demokratik sistemi tehdit eden
medya oluşumlarının görüldüğü bir yerde bunun yol açacağı sorunların en başında
medya araçları arasındaki benzer yayıncılık anlayışını işaret etmektedir. Böyle bir
durumla iç içe bulunan medya işleyişinde bunun etkilerinin bir müddet sonra toplum
için dayanılamaz bir hâl alacağını söylemektedir. Tocqueville, ayrıca aynı yönden
saldırıya uğrayan kamuoyunun eninde sonunda medyanın söylemlerine boyun eğmek
zorunda kalacağını belirtmektedir.342 İnsanların böyle bir medya düzeni içerisinden
elde edebildikleri tek şey ise kendi ülkelerine ve dünyaya dair birbirlerine oldukça
benzer politik bakış açısından başka bir şey değildir. Böyle bir medya düzeninin tesis
edildiği bir ülkede bio-demokrasiden söz etmek mümkün değildir. Burada biodemokrasi tabirinin kullanılmasındaki maksat minimum demokratik göstergelerin
işaret edilmesinden ileri gelmektedir. Medyanın dördüncü kuvvet sorumluluğundan
tam anlamıyla uzaklaştığı veya uzaklaştırıldığı bu sistemde medya iktidarın halkı
kontrol aracı hâline gelerek, demokrasinin değil iktidarın dördüncü kuvveti olma
rolünü üstlendiği söylenebilir. Bu durum iktidar medyası olgusunu ortaya çıkarır.
İktidar medyası olgusu günümüzde en önde gelen bio-demokratik sisteme sahip
ülkelerde bile çok net olarak ortaya çıkabilmektedir. Burada da elbette ki yürütmenin
doğrudan veya dolaylı teşvikinin etkisi ve iktidar medyasının bio-demokrasinin genleri
ile
oynama
uğraşı
dikkat
çekmektedir.
Türkiye’nin
önde
gelen
medya
eleştirmenlerinden gazeteci Yavuz Baydar’ın iktidar medyası sorunu ile ilgili ortaya
342
Tocqueville, A.g.e., s. 83.
131
koyduğu şu tespitler ve çözüm önerileri konunun anlaşılması bakımından dikkate
değerdir: 343
“Dünyanın birçok yerinde ve özellikle Arjantin, Venezuela, Brezilya, Filipinler,
Güney Afrika, Macaristan ve Arnavutluk gibi genç ya da çalkantılı
demokrasilerde, medyanın bağımsız olmayışı önemli hasarlara yol açıyor. Kendi
başka ticari çıkarlarını korumak için hükûmetlere yaltaklanırken gazetecileri
sansürleyen veya korkutan medya patronları, demokratik siyasi kültürün
yerleşmesi ve kök salması için hayati olan medya özgürlüğünü ve bağımsızlığını
baltalıyorlar. Hükûmetler ve medya şirketleri arasındaki kirli ittifaklar, kapalı
kapılar ardında gizli kapaklı el sıkışmalar gazetecilerin kamusal bekçilik
rollerine zarar veriyor, onların yandaşlığa dayalı ilişkileri ve iktidarın kötüye
kullanılmasını
sorgulamalarını
engelliyor.
Ve
bu
yozlaşmış
ilişkilerin
devamından çıkarı olanlar aynı zamanda ciddi ve sorgulayıcı araştırmacı
gazeteciliğin yapılmasını engellemek için de sistematik olarak uğraşıyorlar Bu
itaatkar medya tarafından demokrasiye verilen zararın önüne geçmenin yolu,
seçmenler tarafından yetkilendirilmiş hükûmetlerin, devlet yayın kuruluşlarını
özerk veya bağımsız kamu hizmeti sunar hâle dönüştürmesi ve özel mülkiyetteki
medyanın da adil rekabet ve çeşitliliğe sahip olmalarını sağlayacak yasal zeminin
hazırlanmasıyla olur. Bunun İngiltere, Almanya, İsviçre, Kanada ve Avustralya
gibi bazı örnekleri mevcut bunlar hukuki çerçevede kurulmuş ve ticari
çıkarlardan bağımsız olarak halkın haber alma hakkını garanti altına alıyorlar.
Kuruluş yapıları olarak da kendi toplumlarındaki çeşitli sektörleri temsil
ediyorlar ve partizan bürokratlar yerine bağımsız profesyoneller tarafından
yönetiliyorlar.”
Son dönemde demokratik sistemi ile birlikte basın özgürlüğü anlayışının da
uluslararası platformlarda tartışılır hâle geldiği görülen Türkiye’nin, Baydar’ın ortaya
koyduğu sorunla karşı karşıya bulunduğu söylenebilir. Türk medyasının son dönemde
izlediği yayın politikalarına bakıldığında özellikle iktidar ve sermaye medyasının
Yavuz Baydar, “Türkiye’de Medya Patronları Demokrasinin Altını Oyuyorlar”, nytimes.com, 19
Temmuz 2013, (Çevrimiçi) http://www.nytimes.com/2013/07/21/opinion/sunday/turkiyede-medyapatronlar-demokrasinin-altn-oyuyorlar.html, 15 Mart 2016.
343
132
kitleleri gerçek hakkında kasıtlı yanıltma amacı taşıyan ve objektiflikten uzak bilgiler
veren bir mecraya dönüştüğü gözlemlenmektedir. Özellikle bazı medya kurumları ve
gazetecilerin Türkiye’de yaşanan Gezi Parkı olayları sırasında dillendirdikleri “Bir
grup eylemcinin Kabataş İskelesi’nde başörtülü bir kadına saldırdığı, kadının darp ve
taciz edildiği” iddiası sorunun yakın tarihteki örneklerden biri olarak kabul
edilmektedir. Bu iddia etrafında şekillenen eleştirilerde özellikle iktidara yakınlığıyla
bilinen medya organlarının ve mensuplarının mesleki sorumluluklarını bir tarafa
bırakan iliştirilmiş (embedded) bir anlayışa teslim oldukları öne sürülmektedir. Daha
çok hitap ettikleri kitlelerin düşünme kabiliyetlerini körleştirmek için onların belirli
hassasiyetlerini kullandıkları (din, devletin bekâsı vb. milli duygular) gerekçesiyle
eleştirilen bu medya organlarının bunu gerçekleştirebilmek için gerçekleri çarpıttıkları
ve sık sık algı operasyonlarına öncülük ettikleri gerekçesiyle eleştirildikleri
görülmektedir. Ünlü Fransız felsefeci ve düşünür Louis Althusser,’in de ifade ettiği
türden yani devletin (iktidarın) ideolojik aygıtı gibi çalışan bir medya anlayışına teslim
olduğu ileri sürülen bu gazete ve televizyon kanallarının siyasi iktidarın işbirliği ve
teşvikiyle, ideolojik içerikli yayınlarıyla iktidar politikalarının taşeronluğunu üstlenen
bir kuruma dönüştükleri ve demokrasinin altının oyulması için gönüllü neferliğe
soyundukları düşünülmektedir. Kitle iletişim mecralarını ideolojik çatışma alanı olarak
tanımlayan Althusser, bu çatışmanın devletin ideolojik ve denetim organlarıyla
sürdürüldüğünü belirtmektedir. Althusser’e göre; orduyu, polisi içine alan güvenlik
güçleri, adli kurumlar vesiyasi iktidarlar devletin denetim organlarını; eğitim
kurumları, sivil toplum örgütlenmeleri, dini kurumlar ve medya ise, devletin ideolojik
organlarını temsil etmektedir. Althusser, ideolojiden ve bunın ‘özne’si olmaktan
sakınmanın imkânsız olduğunu iddia etmekte ve medyaya, devletin iletişim alanındaki
ideolojik organı gibi davranması noktasında eleştiriler getirmektedir.344 Frankfurt
Okulu mensupları da medyanın iktidarı elinde bulunduranların düşüncelerini gerçeklik
olarak en baştan kurguladığını ve egemen olana itaat etmeyi salık verdiğini
söylemektedir. Bu doğrultuda toplumsal bütünlüğü sağlama vurgusuyla iktidar
sahiplerinin görüşlerini topluma her gün yeniden pompalayan medyanın, tek tip
düşünen, hatta düşünmeden ziyade sadece kendisine empoze edilen dezenformasyona
Louis Althusser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, Çev:, Yusuf Alp ve Mahmut Özışık
İstanbul, İletişim Yayınları, 2005, s. 51-55.
344
133
uğramış ve çarpıtılmış bilgileri tekrar eden bir birey ve toplumun oluşmasına aracılık
ettiği kabul edilmektedir. Örneğin İtalya’da 17 yıl başbakanlık görevi ile 2. Dünya
Savaşı sonrası en uzun görevde kalan başbakan ünvanını elde eden eski Başbakan
Silvio Berlusconi’nin İtalyası bu olgunun tam olarak anlaşılması adına yakın
zamanların somut bir örneği olarak verilmektedir. Berlusconi, 1994-95 ile 2001-2006
yılları arasında yürüttüğü İtalya Başbakanlığı görevini 2008’de üçüncü kez üstlenmiş
ancak ülkenin girdiği ekonomik sıkıntılar nedeniyle 2011 yılında istifa etmiştir.345
İtalya’da, bünyesinde ülkenin en önemli üç özel televizyon kanalını barındıran
Mediaset ile ülkenin bir numaralı yayınevi Mondadori ve Il Giornale gibi büyük
gazetenin sahibi olduğu bilinen Berlusconi’nin sahip olduğu medya gücü ile kendisini
İtalya için biçilmiş bir kaftan olarak takdim ettiği, rakiplerini ise bizzat sahibi olduğu
medya organları aracılığıyla itibarsızlaştırdığı bilinmektedir.346 Dünya siyaset
literatürüne Berlusconi tarzı siyaset olarak geçen bu anlayış, hem medya gücünü ele
geçiren iktidar olgusunu hem de iktidar medyası olgusunu gözler önüne sermiştir.
Dünya demokrasi tarihinde özellikle Roma döneminde yaptığı katkılar nedeniyle özel
bir yeri olan İtalya’nın, yakın tarihte ortaya koyduğu bu siyaset tarzının demokrasi
kültürünü zayıflattığı üstelik demokrasiyi özümsemeyen onu bir vasıta olarak gören
siyasilere de ilham verdiği düşünülmektedir.
Demokratik sistemlerin işlerliğini tehdit eden medya oluşumlarına bakıldığında
kuvvetler ayrılığının çeşitli nedenlerden dolayı silikleştiği ülkelerde halkın ve siyasi
gündeminin genellikle medya oluşumlarınca tespit edildiğini ve bir çeşit medya
demokrasisi olarak nitelendirilebilecek yöne doğru gidişatın yaşandığı görülmektedir.
Böyle bir durumda burada en önemli sorunun medyayı kimin denetleyeceği noktasında
çıktığı görülmektedir. Nigâr Değirmenci’ye göre;
“Medya demokrasisi literatürde birbiriyle doğrudan ilintili ancak iki farklı anlamda
kullanılmaktadır. Bu kavramlardan biri; medyanın demokratik dağılımı ve yönetimini
İtalya’da Silvio Berlusconi dönemi sona erdi, (Çevrimiçi) http://tr.euronews.com/2011/11/13/italyada-silvio-berlusconi-donemi-sona-erdi/, 03 Mart 2016.
346
Profile: Silvio Berlusconi, Italian ex-prime minister, (Çevrimiçi) http://www.bbc.com/news/worldeurope-11981754 , http://www.mediaset.it/corporate/televisione/italia/reti/reti_en.shtml, 03 Mart 2016.
345
134
yani medyada gerçekleştirilecek bir demokrasiye atıf yapmaktadır ve olumlu bir niteliğe
sahiptir. Diğeri ise; medyanın, gerçek siyasal aktörlerin yerini alıp ülkeyi bir siyasal
kuvvet gibi yönettiği demokrasi türüne referans vermektedir. Bu tanımlama, demokrasi
açısından olumsuz görülen bir gelişmeye işaret etmektedir. İki olguyu birbirinden
ayırmak için ikinci tür, medya demokrasisi Medyakrasi (mediacracy) adıyla
anılmaktadır.”347
Alman siyaset bilimci Thomas Meyer’e göre “Medya demokrasisi terimi;
medyanın siyasal süreçte, her şeyden önce kamuoyunu şekillendirmede ve siyasal
karar alma sürecinde belirleyici rol edinme sürecine işaret etmektedir.”348 Meyer’e
göre Amerika bu istikamette ilerleyen ve en başta gelen devlet olmakla birlikte
günümüz
Avrupa
demokrasilerinin
de
ABD’ye
yetişmek
için
çalıştıkları
görülmektedir. Meyer medyakrasinin; kamuoyu, medyada sıklıkla adından söz ettiren
siyasetçiler ve devamlı olarak yapılan yoklamalarla halkın nabzının tutulmasından
ibaret üç unsurunun bulunduğunu söylemektedir.349 Bu işleyişte medya, gündemi
oluşturma yöntemiyle toplumu denetleyerek politikacılar üstünde de denetim
kurmaktadır. Politik alanı da; yasama, yürütme ve yargı erkleri dışında dördüncü bir
erk gibi fakat ötekilerden daha istekli şekilde yönlendirmeye çalışmaktadır. Medyanın
bu süreçte ağırlıklı olarak kullandığı söylem ile ‘halk bunu istiyor’, ‘halk bunu
konuşuyor’ gibi bir algıya gerekçe oluşturulmaktadır.350 Nigâr Değirmenci,
Medyakrasi manasındaki medya demokrasisinin, liberal demokrasi anlayışının
yetersizliklerini kapatmak için bir alternatif oluşturma şeklinde değil, liberal
demokrasi anlayışının negatif bir neticesi şeklinde açığa çıktığının öne sürüldüğünü
belirtmektedir. Değirmenci, dünyada şuan için gerçek boyutuyla görülen bir
medyakrasi bulunmadığını ancak günümüz çağdaş demokrasi modelleri ve anlayışları
içerisinde bu yönde bir gidişat görüldüğünü ifade etmektedir.351 Hem siyasetçilerin
hem de vatandaşların medya tarafından aktarılan bilgiye bağımlı oldukları
bilinmektedir. Medyanın sunduğu bilgilerle kamuoyunu ve siyasi kararlar verme
Değirmenci, A.g.e., s. 80.
Thomas Meyer, Medya Demokrasisi, İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2004, s. 16.
349
A.e., s. 14.
350
Değirmenci, A.g.e., s. 81.
351
A.e., s. 81.
347
348
135
aşamasını etkileyebilmesi onu demokrasilerde baskın güç konumuna ulaştırmıştır.352
Medyanın bu baskın gücünü kullanarak siyaset oluşturması medya aracılığıyla
oluşturulmuş bir tür demokrasi simülasyonunun yaratılmasına neden olmaktadır.353
Medya aracılığıyla işleyen demokrasiden medyakrasiye geçiş aşamasında birbirinden
müstakil ve birçok farklılaştırılmış medyalar yerine, çok oluşumlu medya
kuruluşlarının
mevcudiyeti
müessir
olmaktadır.
Medya
kavramı
içerisine
yerleştirilebilecek a’dan z’ye tüm araçlar gün geçtikçe bir elin parmak sayısı kadar
olan büyük iktisadi kuruluşların bünyesinde toplanmaktadır.354 Demokrasiler,
düşüncelerin hür bir şekilde ifade edilebildiği bir ortamı icap ettirirken, medya
araçlarının sınırlı sayıdaki yapılarda toplanması, toplumun meseleler üzerinde değşik
yaklaşımlar ortaya koyma imkânlarını sınırlamaktadır. Bugün medyaya egemen olan
grupların bulundukları ülkede en gür seda şeklinde belirdikleri, hem toplumsal hemde
siyasal anlamda medyakrasiye doğru gidişatı yani dönüşümü gerçekleştirdikleri
söylenebilir.355 Medya özellikle siyasal alan üstündeki dolaysız tesiri sebebiyle
dördüncü bir kuvvet şeklinde nitelendirilmektedir. Bu kontekst içerisinde bugünün
demokrasi uygulamalarının tamamında medyakrasinin medyanın aktifliği nispetinde
zaman zaman yükseldiği zaman zaman ise alçaldığı söylenmektedir.356 Berlusconi
dönemi İtalyası, medyakrasinin varabileceği son noktayı göstermesi bakımından son
derece önemli bir örnek teşkil etmektedir.
Richard E. McGarvie, demokratik sistemlerde seçimlerin de en az medya
kurumları kadar önemli bir yerinin olduğunu söylemektedir. Ona göre seçimlerde halk
en azından kendisini temsil edebilecek kişileri seçme özgürlüğüne sahiptir fakat ne
seçmenler ne de seçilmişler, medya gücünü kimin kullanacağını seçme özgürlüğüne
sahip değildir.357 McGarvie’in öne sürdüğü bu görüşün seçmenlerle ilgili kısmına
katılmak mümkün olabilir fakat günümüzde medyanın sermaye ile olan ilişkileri
Jan Kleınnıjenhuıs, M. Rietberg Ewald, “Parties, Media, The Public And The Economy: Patterns Of
Societal Agenda-Setting”, European Journal Of Political Research 28, ss. 95-118, 1995. Aktaran
Değirmenci, A.e., s. 80.
353
A.e., s. 80.
354
A.e., s. 82.
355
Paul Kurtz, “Mediacracy” 23.04.1998, Aktaran Değirmenci, A.e., s. 82.
356
A.e., s. 82.
357
Richard E. McGarvie. “Are We Lurching Towards 'Mediacracy'?” The Age, 2003, (Çevrimiçi)
http://www.theage.com.au/articles/2003/05/12/1052591733187.html, 16 Nisan 2016.
352
136
dikkate alındığında bu görüşün seçilmişler açısından çok da geçerli olmadığı rahatlıkla
söylenebilir. Öyle ki son dönemde kendisini sandığa dayalı çoğunlukçu bir siyasi
anlayışa teslim eden, yürütmenin isteği, teşviki ve de baskısıyla kuvvetler ayrılığı
ilişkileri birbirine girmiş hatta ortadan kalkmış gözüken Türkiye’de son on yılda
yeniden kurgulanan medya düzenini bu itiraza dayanak oluşturabilir. Burada
yanıtlanması gereken iki temel soru ortaya çıkmaktadır. Bu sorulardan ilki; medya
gücünü kimin kullanacağını seçemeyen bir halk, medyanın dördüncü kuvvet olma
sorumluluğunu taşımadığı medyakrasiye evrilen bir ortamda ne yapabilir? İkinci soru
ise; halk, her anlamda aleyhine işleyen böyle bir süreçte medyaya karşı nasıl bir tavır
almalıdır? Böyle bir durumda öncelikli olarak mevcut medya düzenine demokratik bir
zeminde karşı çıkılması gerektiği söylenebilir. Eski zamanlara kıyasla daha katılımcı
bir medya ortamına sahip olunan günümüzde halkına karşı taşıması gereken asgari
sorumlulukları yerine getirmeyen bir medyayı izlememek, okumamak, dinlememek
gösterilebilecek demokratik tepkiler olarak düşünülebilir. Herhangi bir medya
organının yayın politikasında çeşitli nedenlerden dolayı meydana gelecek bir
değişikliğe karşı demokratik bir tavır koyabilmek son derece önemlidir. Böyle bir
medyaya karşı demokratik bir tepki verebilen bilinçli bir okur, izleyici veya dinleyici
kitlesinin gelişmesi için uygun koşulların sağlanması yürütmenin demokratik
samimiyetini göstermesi bakımından son derece önemlidir. Bu anlamda günümüzde
bu eksikliği gidermek adına eleştirel düşünme becerilerinin ve medya okur-yazarlığı
eğitim programlarının düzenlenmesi olumlu bir adım olarak değerlendirilebilir.
3.3. Medyanın Etki Gücü Ve Etki Gücü Kuramları
Kitle iletişim araçlarının özellikle propaganda yönünün ön plana çıktığı 20.
yüzyıl, birey ve toplumlar üzerinde ciddi etkiler bırakan, dünya siyasi tarihi açısından
pek çok önemli hadisenin yaşandığı bir dönemdir. Bu yüzyılın önemli olaylarına
bakıldığında; Birinci Dünya Savaşı, Bolşevik Devrimi, 1929 Dünya Ekonomik Krizi,
Almanya ve İtalya gibi pek çok ülkede totaliter rejimlerin iktidara gelmesi ile İkinci
Dünya Savaşı dikkat çekmektedir. Bu hadiselerin medya aracılığıyla aktarılması
sonrasında birey ve toplumlar üzerinde ortaya çıktığı gözlemlenen etkilerin
araştırılması ve açıklanması için çeşitli dönemlerde değişik kuramların öne sürüldüğü
137
görülmektedir. Kanada’lı Siyaset Bilimci Stuart N. Soraka’nın Amerikalı siyaset
bilimci Bernard Cohen’den aktardığı “Medya insanlara ne düşüneceklerini söylemede
başarılı olmayabilir, ama okuyucularına ne hakkında düşünmeleri gerektiğini
söylemede son derece başarılıdır”
358
sözü medyanın okur, izleyici ve dinleyici
üzerinde ne kadar etkili olduğuna dikkat çekmesi bakımından önemlidir. Medyanın
etki gücünün, medyayı gerçeğe ulaşmak için tek alternatif bilgi kaynağı olarak gören
ve görmeyen iki farklı kitle tipi üzerinde değişik boyutlarda hissedildiği bilinmektedir.
Medyanın kitleleri yönlendirmede etkili olup olmadığı ya da ne derecede etkili olduğu
konusundaki tartışmalar; yüksek etki, düşük etki ve yeniden yüksek etkiye dönüş
dönemi içerisinde incelenmektedir.
3.3.1. Yüksek Etki Kuramı
Radyo gibi kitle iletişim araçlarının, Batı’da yeni ortaya çıkmaya başladığı bu
dönemde, Sanayi Devrimi sonrası büyük şehirlere göç eden insanlar üzerinde oldukça
etkili olduğu bilinmektedir. Radyonun ağırlıklı olarak sanayi ve hizmet sektöründe
çalışan ve yaşadıkları şehirlerde yeni bir hayat biçimine uyum sağlamaya çalışan
bireyler üzerinde 1930’lu yıllara kadar etkili olduğunu açıklamak için ‘Şırınga
Kuramı’ ya da ‘Gümüş Mermi Kuramı’ gibi kuramlar geliştirilmiştir. Bu araçların
etkisine bilinçli veya bilinçsiz olarak maruz kalan tüm insanlar için genel ve güçlü bir
kitle iletişim etkisini öngören görüşler ileri sürülmüştür. Bu kuramlardan yola çıkarak
kitle iletişim araçlarının kitlelere bir şırınga veya kurşun şeklinde hızlı ve güçlü bir
biçimde etki ettiği ve onları istediği şekilde yönlendirdiği iddia edilmiştir.359 Bu bakış
açısına göre, seçkinlerin kitle iletişim araçlarını kullanarak hitap ettikleri topluluklara
ilettikleri içeriklerin, onların zihinsel ve duygusal kaynaklı davranışlarında deri altına
nüfuz eden bir enjektör veya büyülü bir kurşun şeklinde direkt ve anlık bir tesir
gösterdiği düşünülmektedir. Göndericinin gönderdiği mesajın alıcı konumundaki
bireylerin davranışını etkilediğini savunan bu kuramın temelinde Nazilerin iktidara
358
Stuart N. Soraka, Media, Public Opinion and Foregin Policy, Press/Politics 8 (1) 2003, s. 29
(Çevrimiçi) http://degreesofdemocracy.net/Soroka(HIJPP).pdf, 11 Mart 2016.
359
Yüksel, A.g.e., s. 11.
138
geliş süreci ve iktidarları döneminde kitle iletişim araçlarını faşizmin amaçları
doğrultusunda etkin bir biçimde kullanmaları yatmaktadır.360
3.3.2. Düşük Etki Kuramı
Düşük Etki Kuramı’nın 1930-1960 yılları arasında belirli seçim kampanyaları ve
filmler üzerinde yapılan araştırmalar sonucunda geçerlik kazandığı bilinmektedir.
Özellikle Melvin De Fleur’un bireysel farklılıklar üzerine oturttuğu bu görüş, toplumu
oluşturan bireylerin, sosyo-kültürel ve ekonomik durumları ile siyasal görüşlerinin,
onların algılarını etkilediğini ortaya koymaktadır. Bu kuram; bireylerin kitle iletişim
araçlarından gelen iletilere sosyo-kültürel ve ekonomik durumları ile siyasal görüşleri
gibi etkenler doğrultusunda temkinli yaklaştıklarını, dolayısıyla etkinin zannedilenden
çok daha az olduğunu öngörmüştür.361
3.3.3. Yüksek Etkiye Dönüş Kuramı
Televizyon teknolojisinde yaşanan gelişmelerin 1960 sonrası kitle iletişim
araçlarının
etkilerinin
güçlülüğüne
olan
kanaatleri
yeniden
yaygınlaştırdığı
bilinmektedir. Bu dönem içerisinde sayısı arttığı görülen medya çalışmaları ile ilgili
olarak ‘Kitle Toplumu Kuramı’, ‘Marksist Kuram’, ‘Siyasal ve Ekonomik Kuram’,
‘Eleştirel Medya Kuramı’, ‘Medya Hegemonyası Kuramı’, ‘Sosyal Kültürel Kuram’
ve ‘Yapısal İşlevci Kuram’ gibi kuramlar ileri sürülmüştür.362
3.4. Medya Üzerine Eleştirel Yaklaşımlar ve Eleştirel Okullar
Medya üzerine eleştirel yaklaşımların genellikle medyayı; yasama, yürütme ve
yargı kuvvetlerinin ardından dördüncü bir kuvvet gibi ele alan Liberal Kuram’a karşı
Marksist gelenek tarafından dillendirildikleri bilinmektedir. Frankfurt Okulu, Chicago
Okulu ve Birmingham Okulu bilinen başlıca eleştirel okullardır.
Seyda Koçak, Kitle İletişim Kuramları, (Çevrimiçi)
http://www.academia.edu/8825381/Kitle_İletişim_Kuramları, 12 Mart 2016.
361
Odyakmaz, A.g.e., s.84.
362
Yüksel, A.g.e., s.15-16.
360
139
3.4.1. Frankfurt Okulu’nun Medya Etki Analizi
Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü çevresinden oluşan ve Frankfurt’ta kurulan
bu okulun eleştirilerinin, genellikle medyanın kültür endüstrisi olma özelliği üzerinden
yürütüldüğü bilinmektedir. Okul, 1923 yılında Leo Lowenthal, Max Horkheimer,
Herbert Marcuse, Theodor Adorno ve Jürgen Habermas gibi düşünürlerin
öncülüğünde kurulmuştur. Marksizm temelli çalışmalar yapan enstitü üyelerinin
Yahudi kökenli olduklarından dolayı 1930 yıllarda Hitler’in hışmından kurtulmak için
ABD’ye kaçtıkları ve İkinci Dünya Savaşı sonrasına kadar çalışmalarını burada
yürüttükleri bilinmektedir. Enstitü’nün Amerika’da çalışmalarını yürüttüğü sırada
geliştirdiği ‘Eleştirel Kuram’ Marksizm yerine kullanılan bir terim olmuştur.363 Necla
Odyakmaz, Frankfurt Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü’nün geliştirdiği eleştirel
kuramın 20. yüzyıl pozitivizminin eleştirisi olduğunu ve özellikle bilginin kaynağına
yönelik
çalışmalarıyla
iletişim
bilimindeki
önemli
bir
açığı
doldurduğunu
söylemektedir.364 Eleştirel Kuram’da toplumsal sorunlar; felsefi anlamda, iç
çelişkileriyle, boşluklarıyla ele alınmış ve yoruma açık olmayacak şekilde tüm
yönleriyle incelenmiştir. Okul kuramcılarının medyaya yönelik yaklaşımlarında genel
olarak, kitle iletişim araçlarının kapitalist sistemin yerleşikliğine ve meşruiyetine
hizmet ettiğini düşündüklerinden dolayı olumsuz kanaat taşıdıkları bilinmektedir.
Okul üyelerinin eleştirilerini ‘kültür endüstrisi’, ‘kitle kültürü’, ‘popüler kültür’ ve
‘ideoloji’ gibi kavramlar çerçevesinde yürüttükleri görülmektedir.
Frankfurt Okulu düşünürlerine göre kitle iletişim araçları; kültür endüstrisi ve bu
endüstrinin yarattığı kitle kültürünün taşıyıcılığını yapmaktadır. Dolayısıyla kitle
iletişim araçlarının sunduğu iletişim ürünleri de sisteme uyum çağrısından öte
olmayacaktır. 1956 yılı sonrası Marksist eleştirel düşüncenin yeni biçiminin başta
gelen temsilcisi olan Herbert Marcuse, kitle iletişim araçlarının, üretim toplumunu
güdülemede önemli olduğunu, ön koşullandırmanın bu araçların kitlesel üretimleri ve
denetimleriyle yapıldığını ileri sürmüştür. İletişim araçlarının kullanımı anında bireyin
bilinçaltına yöneltilen ‘senin için, sana özel vb.’ duygularla bireyin kendini özel ve
önemli hissetmesini sağladığını belirten Marcuse, kitle iletişim araçlarıyla yaratılan
363
364
Odyakmaz, A.g.e., s. 120.
A.e., s. 121.
140
özgürlük ve eşitlik duygusunun, kişiyi kullandığı ürünlerle bunu ispatlamaya, hiç
ihtiyacı olmadığı hâlde bir takım ürünleri almaya teşvik ettiğini söylemektedir.365
Habermas, modern toplumlardaki demokratik tartışma ortamının kitle iletişim araçları
tarafından empoze edilen kültür endüstrisiyle sona erdiğini ileri sürmektedir. Kitle
iletişim araçlarının ticarileşme kaygısı toplumsal çıkarların gözetilmesinin önüne
geçerek, medya tarafından yaratılan kamusal alanı büyük ölçüde bir reklam platformu
hâline getirmiştir. Habermas, siyasal oluşumların toplumu medya becerisiyle etkleyip
yönlendirdiğini dolayısıyla da toplumsal alanın bir tür sunum alanı olarak üretilmeye
başlandığını söylemektedir.366
Frankfurt Okulu düşünürlerinin en çok üzerinde durduğu kavram ‘yanlış
bilinç’tir. Bu düşünürlere göre ‘yanlış bilinç’; yanlış bir dünya görüşüne sahip grubun,
baskıcı bir yöntemle toplumsal kurumları oluşturması ve toplumu oluşturan bireylerin,
yanlış dünya görüşüyle oluşturulmuş bu toplumsal kurumların yaydıkları ideolojileri,
sorgulamaksızın kabul etmeleriyle ortaya çıkmaktadır. Baskıcı toplumsal kurumların
yarattığı ‘özgür olmayan varoluş’ durumu ‘yanlış bilinç’in devam etmesini
sağlamaktadır. Toplumsal kurtuluşun yolu bu yanlış bilinç kurumlarını ortadan
kaldırmakla olanaklıdır. Ancak öncelikle bireylerin bu kurumların yanlış bilinç
üreticisi olduklarını fark etmeleri gerekmektedir.367 Türkiye’de iletişim alanında
yürüttüğü çalışmalar ve yetiştirdiği akademisyenlerle tanınan Ünsal Oskay, okulun
temel eleştiri alanı olan kültür endüstrisinin ortaya çıkardığı birey tipi ile ilgili olarak,
bireylerin pasifleştirildiklerini dolayısıyla kültür endüstrisinin icat ettiği hayatları
sorgulamadan doğal bir şeymiş gibi yaşadıklarını söylemektedir. Burada onlar için
iradi bir tercihin söz konusu olmadığını belirten Oskay, bu endüstri ile bireylerin
parasal, zamansal ve kültürel iktidarlarının ellerinden alındığını, kaba bir tabirle
‘atomize’ edildiklerini öne sürmektedir. Oskay ayrıca, birey ve toplumun kültür
endüstrisi
yoluyla,
iktidar
aygıtlarının
onadığı
bir
mecrada
tutulduğunu
söylemektedir.368
365
Odyakmaz, A.g.e., s. 124-125.
Jurgen Habermas, Kamusallığın Yapısal Dönüşümü, Çev:, Tanıl Bora, Mithat Sancar, İstanbul,
İletişim Yayınları, 1997, s. 196-222.
367
Odyakmaz, A.g.e., s. 122.
368
Ünsal Oskay, Çağdaş Fantazya, Ankara, Ayko Yayınları, 1982, s. 188.
366
141
3.4.2. Chicago Okulu’nun Medya Etki Analizi
Birinci Dünya Savaşı'ndan 1930 yılına değin üniversite hoca ve talebelerinin
Chicago Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde kente ilişkin yapılan çalışmalar genellikle
‘Chicago Okulu’ ismiyle anılmaktadır.369 Burası ABD'de sosyolojinin ilk kurumsal
merkezi olarak kabul görmektedir. Amerikada ki ilk toplum bilimleri bölümünü
Albion Small’un 1892 yılında Chicago Üniversitesi'nde kurduğu bilinmektedir. 1895
yılında da hem Chicago Okulu hem de Amerika toplum bilimleri tarihi açısından da
önemli bir anlam taşıyan American Journal of Sociology Dergisi yayınlanmaya
başlamıştır.370
Amerika’nın başka ülkeler için bir çekim noktası olarak belirdiği bu yıllarda,
Chicago kenti, çağdaşlığın simgesi olarak ortaya çıkmıştır. Şehir özellikle sunduğu
hayat şartlarıyla, dünyanın pek çok yerinden insanın geldiği bir nokta durumuna
ulaşmıştır. Kaliteli hayat koşullarına sahip olmak için buraya ulaşanlar içerisinde
güneyden gelen zenciler dikkat çekmiştir. Geçmişte yaşadıkları yerlerde bulamadıkları
değeri güzel bir hayata sahip olmak ümidiyle buraya göçerken göçün geldiği nokta
denetlenmesi zor bir soruna dönüşmüştür. Bu göç hareketi şehrin zencilere karşı ırkçı
bir
bölge
olarak
ünlenmesiyle
sonuçlanmıştır.
Sorunların
ve
çatışmaların
hissedilmesiyle ‘ırkçılık’, toplumsal yaşamı köklü olarak etkisi altına alan bir sorun
şeklinde açığa çıkmıştır. 1920'lerin sonlarına gelindiğinde ‘black belt’ (kara kuşak)
şeklinde isimlendirilen zenci oturum bölgeleri oluşmuştur.371 Chicago, çabuk
endüstrileşmenin neticesinde oluşan sosyal
huzursuzluklar dolayısıyla farklı
problemlerle karşı karşıya kalmıştır. Aşırı göç; ırkçı oluşumlar, ırksal çatışmalar
işsizlik, mafyatik örgütlenmeler, suça bulaşma seviyesi, düşük yaşam koşulları,
evsizlik, yoksulluk, hastalıklar, çarpık şehirleşme ve gettolaşmalar sorununu
doğurmuştur. Chicago’nun bu yönü; şehir bilimciler psikologlar, sosyal hizmet
uzmanları, şehir planlamacıları ve hatta edebiyatçılardan oluşan farklı alanların
mensuplarınca incelenmeye alınmış Chicago Okulu'nun ortaya çıkışı bu çalışmalarla
369
Andrew Abbott, "Of Time and Space: The Contemporary Relevance of the Chicago School", Social
Forces, Vol. 75, No.4 (Jun., 1997), ss. 1149-1182, s. 1153.
370
Tülay Kaya, “Chicago Okulu Chicago’ya Özgü bir Perspektif”, İstanbul Üniversitesi Sosyoloji
Dergisi, Sayı 22, 2011, s. 366.
371
A.e., s. 368.
142
başlamıştır.372 Amerikan iletişim biliminin liberal demokratik biçiminin temsilcileri de
olarak anılan Charles Cooley, Herbert Mead ve John Dewey, okulun önde gelen
isimleri olmuştur. Sosyolojide ki deneyimlerini iletişim alanında ki çalışmalarına
taşıyan bu düşünürlere göre iletişim sürekliliği olan bir süreç olup; politikada, kültürel
anlayışlarda geleneklerde, ilkelerde, sanat ile imar alanlarında varlığını ortaya
koymaktadır. İletişim, kamusal yaşamda merkezi bir yer tutmakta ve tümüyle özel bir
gözcü konumunda bulunmaktadır.373
Chicago Okulu düşünürlerinin, kitle haberleşme araçlarının ortaya çıkış
yıllarında, yeni iletişim teknolojilerin toplumsal işlevleri üzerine olumlu düşünceler
ürettikleri bilinmektedir.374 ‘Bizim Özgür Olmayan Basınımız’ isimli makalesiyle
radikal medya analizinin ilk örneğini sunan John Dewey’e göre, insan ilişkilerinin
temelinde iletişim yer almaktadır. İletişim, toplumda birliği pekiştirir ve birikimleri ve
üretilen bilimsel bulguları sonraki kuşaklara aktarır. Bu yönüyle iletişim toplumsal
uzlaşımın temeline oturur.375 İrfan Erdoğan, Charles Cooley gibi okulun önde gelen
isimlerinin kitle iletişim araçlarına farklı bir rol yüklediklerini söylemektedir.
Erdoğan, bu rolün kitle iletişim araçlarının toplumu ideal demokratik duruma
dönüştürmek noktasında çizildiğini belirtmektedir. Okul düşünürlerine göre fikirlerin
serbestçe dolaşımı siyasal karar verme sürecine katılımı kolaylaştırmaktadır. Erdoğan,
ayrıca o dönem Alman kuramcıların kitle iletişim araçlarına yaklaşımlarının da okul
düşünürlerininkiyle benzerlikler taşıdığını belirtmektedir. Alman kuramcılara göre
basın, toplumu bütünleştirici bir rol oynayarak bireyler arasındaki bağlılığı
artırmaktadır. Ayrıca basının; halkın önderliğini yaptığı, liderlerle halk arasında fikir
alış verişini sağladığı, enformasyon ihtiyaçlarını karşıladığı, toplumun aynası olduğu
düşünülmektedir.376 Okul ile ilgili çalışmalarda bulunan Oya Morva, Dewey gibi
okulun önde gelen düşünürlerinin, gazetelerin ve diğer kitle iletişim araçlarının ortak
bir fikir ve ortak bir duygudaşlık yarattığını düşündüklerini söyler. Burada kitle
iletişim araçlarına sosyal düzeni sağlama adına bir önem atfedildiğini görülmektedir.
372
A.e., s. 369.
Judith Lazar, İletişim Bilimi, Çev:, Cengiz Anık, Ankara, Vadi Yayınları, 2001, s. 16.
374
Odyakmaz, A.g.e., s. 131.
375
A.e., s. 131.
376
İrfan Erdoğan, “Liberal Demokratik Görüş ve Chicago Okulu”, (Çevrimiçi)
http://www.irfanerdogan.com/makaleler1/chicago.pdf, 07 Mart 2016.
373
143
Okul
mensuplarının,
iletişimin
kusursuzlaştığı
bir
toplumda,
demokrasinin
kendiliğinden ortaya çıkacağını düşünmeleri ve ideal bir demokratik düzenin temeline
iletişimi yerleştirmeleri dikkat çekmektedir.377
3.4.3.Birmingham Okulu’nun Medya Etki Analizi
İngiltere’de Birmingham Üniversitesi bünyesinde oluşturulan okul Çağdaş
Kültürel Çalışmalar Merkezi olarak iletişim tarihinde yerini almıştır.378 Kapitalist
toplumun kültürel yapılanması üzerine çalışmalar yürüten okul popüler kültürü kitle
kültüründen ayırarak, ‘halkın sesi’ gibi görmekte ve bizzat kullanım anında toplumun
idrakli seçimine dikkat çekmektedir. Popüler kültür içerisindeki özgürleşme
olanaklarını dikkat çeken eden bu okul özellikle Raymond Williams ve Stuart Hall ve
onları takip eden De Carteau ve John Fiske gibi popüler kültüre olumlu yaklaşan
sosyal bilimcilerden oluşmaktadır.379
Kültürel Çalışmalar Okulu’nun iletişim açısından önemi; iletilerin alımlanma
sorununu tartışmaya açmasıdır. Okul düşünürleri, izleyici, dinleyici ve okuyucuların
iletileri farklı alımlamayla tükettiklerini ve tüketimde bireylerin akıl yoluyla
metinlerin kodlarını çözebildiklerini iddia etmişlerdir. Bireylerin aklına güvenmeyen
bu nedenle onların egemen ideolojinin güdümünden kurtulamayacağını öne süren
Marksist yaklaşımı reddeden okul üyeleri, kitleyi oluşturan bireylerin her birinin
medya iletilerini çözebilecek özgür seçim yetisine sahip olduğunu savunmuştur.380
3.5. Medya Kuramları Perspektifinde Medyanın Demokratik
Rolleri
Kurulu bir demokrasi rejiminin ayakta kalmasının garantörü olarak görülen
medyanın, bu rejim içerisinde üstlendiği rolleri daha iyi açıklamak için kitle iletişim
araçları sahipliğini esas alan bazı kuramlar geliştirilmiştir. 1956 yılında Fred Siebert,
Oya Morva, Chicago Okulu ve Pragmatik Sosyal Teoride İletişimin Keşfi, İstanbul, Doruk
Yayıncılık, 2013, s.108.
378
Odyakmaz, A.g.e., s. 132.
379
A.e., s. 133.
380
A.e., s. 133-134.
377
144
Theodore Peterson ve Wilbur Schramm tarafından öne sürülen ve yeryüzündeki ilk ve
en ünlü medya işleyişi derecelendirmesi olarak kabul edilen ‘Four Theories of Press’
yani Basının Dört Kuramı oldukça önemlidir. Bu alanda çalışmalar yürüten
düşünürlerce
iletişim
sistemlerinin
dayandırıldığı
düşünsel
temellerin
sınıflandırılmasında, karşılaştırmalı bir çerçeve sunmak amacıyla ortaya koyulan bu
kuramlar önemli bir başvuru kaynağı olmuştur.381 Siebert ve arkadaşlarının, ‘Basının
Dört Kuramı’ isimli etüdlerinde ilk olarak; kitle iletişim araçları ile devlet ilişkilerini
ve insan ile devlet ilişkilerini inceledikleri bilinmektedir. Bu kuramda kitle iletişim
düzenlerinin; tarihsel, toplumsal, siyasal ve mantıksal esaslarıyla birlikte, medya
sahipliği ve kontrolü gibi pek çok meseleye öncelik verildiği görülmektedir. İletişim
düzenlerinin normatif temellerini ‘otoriter’, ‘özgürlükçü-liberal’, ‘sovyet-totaliter’ ve
‘toplumsal-sosyal sorumluluk’ teorileri şeklinde dört temel yaklaşımda gruplandıran
bu çalışmanın genel olarak birçok kişi tarafından benimsendiği bilinmektedir.382 Bu
çalışmada, demokratik sistemlerde medyaya dördüncü kuvvet rolü atfeden liberal
kuram ile medyayı hükümetlerce ‘rıza üretme’ vesilesi durumuna getiren devletin
ideolojiksel bir aygıtı gibi gören eleştirel kuramın mukayese edilmesi dikkat
çekmektedir.
3.5.1. Özgürlükçü-Liberal Medya Kuramı
Liberal medya görüşünün liberal anlayışın fikri birikimleri üzerine inşa edildiği
ve klasik demokrasi olarak adlandırılan siyasi yapılardaki medya düzenlemelerine
hâkim bir görüş olduğu bilinmektedir. Otoriter Kuram’a yönelik bir tepki olarak
değerlendirilebilecek bu kuramın, Otoriter Kuram’dan farklı olarak devletin yerine
vatndaşı öncelediği, devleti ise vatandaşların huzurunun bir sağlayıcısı şeklinde kabul
ettiği görülmektedir. Günümüzde liberal demokrasilerin düşünce ve ifade özgürlüğü
gibi iletişim düzenlemelerine ilkesel dayanaklar sağlayan bu yaklaşımın kökeninin
basının siyasal erkin doğrudan denetimi dışına ilk kez çıktığı 17. yüzyıla kadar
Yalçın Yılmaz, “Siyasal Sistemler ve Medya Kuramları Bağlamında Türkiye’de Gazeteciliğin
Mesleki Kimlik Sorunu ve Bir Alan Araştırması”, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Genel Gazetecilik Bilim Dalı Yayımlanmamış Doktora Tezi, Dan.: Yasemin Giritli İnceoğlu,
İstanbul, 2011. s. 68. Ayrıca bakınız Fred S. Siebert, Theodore Peterson and Wilbur Schramm, Four
Theories of The Press, Urbana: University of Illinois Press, 1963.
382
A.e., s. 68.
381
145
uzandığı bilinmektedir. Kişinin doğruluğuna, mantığına, hakikate, terakkiye ve
milletin tercihlerinin yüceliğine olan inancı ifade eden bu kuramın ilkelerinin, liberal
demokratik ilkelerle özdeş olduğu görülmektedir.383
Liberal Medya Kuramı’nın düşünsel, siyasi ve felsefi temellerinin oluşum
sürecine bakıldığında ise; John Milton, John Erskine, Thomas Jefferson ve John Stuart
Mill’in önemli katkıları olduğu görülmektedir.384 Locke, Milton ve Mill’in eserlerinde;
basının bilgilendirme, keyiflendirme, para kazanma nispetinde iktidarı kontrol etme ve
hükûmetin hakikati görmesine yardımcı olma görevlerinden de sorumlu tutulması
gerektiğini öne sürdüğü bilinmektedir. Bu kuram içerisinde yasal sistemin; haysiyeti
zedeleyici yayına, ahlaksızlığa ve harp vakti tahrikçiliğe yönelik suç duyurusunda
bulunmaya imkân sunduğu görülmektedir. Herkesin yayın yapabileceğini öngören
özgürlükçü kuramda basın; çoğunlukla özeldir ve medya toplumun diğer
gereksinimlerini karşılamak kadar, hükûmeti de kontrolün önemli bir aracıdır.385
Metin Işık, iletişim mecralarını kişinin temel hürriyetlerini hayata geçirmesinin bir
vesilesi şeklinde gören bu kuramın zaman içerisinde gelişip yaygınlaşmasıyla birlikte
tarihsel bir sürecin içerisine girildiğini söylemektedir. Işık’a göre bu süreç medyanın
işlev ve ehemmiyetinin anlaşılması sonucu onun toplumu yansıtmasını ve dolayısıyla
‘dördüncü güç’ olmasını da içermektedir.386
Liberal Medya Kuramı’nda, basının üç politik fonksiyonu olduğundan söz
edilmektedir. Buna göre basın ilk olarak, gündelik hadiseler üzerinde toplumsal
tartışmalara bir ortam temin ederek bunun neticesinde açığa çıkan kamuoyunun
kendini anlatabilmesine yardım etmektedir. İkinci olarak, vatandaşlar adına devletin ve
hükûmetin resmî olmayan denetimini yapan bir araçtır. Üçüncü olarak ise, vatandaşları
eğiterek onların seçim zamanlarında bilinçli olarak oy kullanmalarına yardım
etmektedir.387
383
Kaya, A.g.e., s. 40.
A.e., s. 77.
385
Severin, Werner J. James W.Tankard, İletişim Kuramları, Çev:, A. Atıf Bir ve Serdar Sever
Eskişehir, Kibele Sanat Merkezi, 1994, s. 502.
386
Metin Işık, Dünya ve Türkiye Bağlamında Kitle İletişim Sistemleri, 2. Basım, Konya, Eğitim
Kitabevi Yayınları, 2007. s. 26.
387
James Curran, Jean Seaton, “Power Without Responsibility: The Press and Broadcasting in Britain”,
London, Routledge, 1992, s. 277-278 Aktaran Metin Işık, A.g.e., s. 27.
384
146
Liberal yaklaşım, kitle iletişim araçlarının siyasetin her türlü etki ve
müdahalesinden uzak olması gerektiğini savunmaktadır. Kurama göre; bir olay ya da
olgu hakkında bilgi edinmek isteyen bireylerin her birine eşit olanaklar sunulması ve
yasal sınırlamalar getirilmemesi gerekmektedir. Ardından ise bireyin elde ettiği bilgiyi
iletişim araçları vasıtasıyla diğer bireylere iletmesine izin verilmesi sağlanmalı ve
toplumda yaşayan bireylerin de kendilerine sunulan çeşitli iletiler arasında özgürce
seçim yapmalarına imkân tanınmalıdır.388 Liberal medya görüşüne göre medya;
gerçeğin aranması sürecinde icranın yönlendirme aracı olarak değil, tartışma tarafı
olarak işlev icra etmelidir. Kitle iletişim araçlarının hükûmeti denetlemesi yönündeki
taleplerin, liberal medya görüşüyle ilgili olarak ortaya çıktığı böylelikle medyanın
yasama, yürütme ve yargı ile birlikte ‘dördüncü kuvvet’ şeklinde kabul edilmeye
başlandığı bilinmektedir389 Liberal görüşe göre, liberal demokratik sistemlerde
medyanın görevi kamuoyu oluşturmak ve yönetim erklerini denetlemektir. Burada
yönetime yurttaşların doğrudan katılımlarını ve denetimlerini mümkün kılan doğrudan
demokrasilerin aksine medyanın bu görevi üstlenerek toplum adına sistemi denetlediği
görülmektedir. Medyanın burada yönetimi dolaylı yollardan denetleme görevini
vatandaşları bilgilendirilerek yerine getirdiği düşünülmektedir.390
Geleneksel liberal yaklaşıma göre, basının demokratik çıkarlara hizmet
edebilmesi için merkezi olmayan piyasa sistemi içinde çalışmasının sağlanması
gerekmektedir. Burada genellikle iki noktaya işaret edildiği görülmektedir. İlk nokta;
piyasada yapılan düzenlemeler farklı fikirlerin oluşmasını cesaretlendirebilmelidir.
Böylelikle vatandaşların bilgi sahibi olması sağlanabilir bu da demokratik
gereksinimin giderilmesine katkıda bulunabilir. İkinci nokta ise; piyasanın diğer üç
kuvveti denetleyen basın için özellikle yürütmeyi denetlemesini güvence altına alan en
iyi kurumsal düzenlemenin olduğudur.391 Liberaller için, demokrasi ve haberciliğin
uyumu serbest piyasa sisteminde kendini bulmaktadır. Bu yaklaşım, politik aktörlerce
388
A.e., s. 28–29.
Murat Sadullah Çebi, “Medyaya Çekidüzen, Kural Ayrılığı Görüşü Çerçevesinde Devlet-Medya
İlişkileri”, Yeni Türkiye Dergisi Medya Özel Sayısı, Cilt II, Sayı:12, Kasım-Aralık 1996, s. 1564.
389
Yakışır, A.g.e., s. 33.
John O’Neill, “Piyasada Gazetecilik Yapmak”, Medya ve Gazetecilikte Etik Sorunlar, Çev:,
Nurçay Türkoğlu, Der:, Andrew Belsey ve Ruth Chadwick, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1998, s. 35.
390
391
147
daraltılmayan bir piyasa, halkın ihtiyaçlarını gidermesi için basına lazım gelen ideal
sistemli alanı temin eder. John O’Neill ise piyasanın gazeteciliğin bilgili ve eleştirel
vatandaşlığı
sağlama
kapasitesini
desteklemeyip,
tam
tersine
baltaladığını
söylemektedir.392
Demokratik bir toplumda kitle iletişim araçlarının işleyişine yönelik olarak
ortaya atılan bu kuramın demokratik ilkeler ve serbest girişimciliğin gelişimiyle
paralellik arz ettiği bilinmektedir. Bu kuramın yaklaşık üç yüz yıllık egemenlik süren
görüş ve ilkelerinin, çeşitli toplumsal olayların da etkisiyle değişim ve dönüşümler
geçirerek eleştiriye uğraması, toplumsal alanda sahip olduğu etkinliği büyük ölçüde
yitirmesi sonucunu doğurmuştur.393 James Curran’a göre bu kuram, hiçbir şey
değişmemiş gibi sorgulanmaksızın sürekli olarak tekrar edilen eski mitlerin bir
mirasıdır dolayısıyla artık bunlara güzel bir cenaze töreni düzenlemenin zamanı
gelmiştir. Curran’ın bu kuramın geçerliliğini yitirmesini günümüzde, bu kuramın
ortaya çıktığı dönemden farklı sosyo-ekonomik değişkenlerin bulunmasına bağladığı
görülmektedir.394 Liberal yaklaşımın tam olarak uygulandığı demokratik bir sistemde
medyanın üstlenebileceği en dikkate değer rolün; medyayı ancak devletin
tahakkümünden uzaklaştırabileceği varsayımı dikkat çekmektedir.
Demokratik sistemi ve anlayışı sıkça eleştirilen ülkelerin medya sistemine
bakıldığında liberal medya kuramının idealize ettiği rollerin yerine getirilmediği
görülmektedir. Bunun nedeninin medyanın siyasetle olan ilişkisinden ve mülkiyet
yapısından kaynaklandığı düşünülmektedir. Bu mülkiyet yapısı içerisinde özellikle
irili ufaklı medya organlarını tek elde toplayan büyük sermaye gruplarına bağlı medya
holdingleri dikkat çekmektedir. Bu holdinglerin kendi çıkarlarıyla çatışacak bilgi ve
haberleri kamuoyuna aktarmaktan kaçındıkları ve hükûmetlere holding çıkarları
doğrultusunda baskılar yaptıkları bilinmektedir. Bu holdinglerin yine bazen iktidarın
seçtiği veya belirlediği gazetecileri istihdam ederek veya onları etkin pozisyonlara
getirerek kendi kendilerine sansür uygulattıkları görülmektedir. Yayın çizgilerini
392
A.e., s. 41.
Yılmaz, A.g.e., s. 83.
394
James Curran, “Medya ve Demokrasi: Yeniden Değer Biçme”, Medya, Kültür, Siyaset, Der:,
Süleyman İrvan, Ankara, Alp Yayınevi, 2002, s. 182.
393
148
iktidarın siyasi çizgisine angaje ederek üzerlerinde hissettikleri baskıdan kurtulmaya
çalışan bu holdinglerin iktidarın kendilerine biçtiği rolü kabullenmeleri editoryal
bağımsızlık konusunda eleştirilmelerine yol açmaktadır. Holdinglerin bu şekilde
hareket ederek kendilerini demokratik sistemin işleyişine değil de iktidara karşı
sorumlu hissetmeleri kendilerinden beklenen demokratik rollerin çoğunlukla yerine
getirilememesine sebep olmaktadır.
3.5.2. Otoriter Medya Kuramı
Ortaçağ’ın yönetim anlayışına egemen olan otoriter düşüncenin, tarihin birçok
döneminde farklı düşünürler tarafından dillendirildiği görülmektedir. Bu düşüncenin
alt yapısının Platon’un ‘Devlet’ isimli yapıtında betimlediği olması gereken devlet
tanımına dayandığı bilinmektedir. Bunun için, hakikati bilme hakkına ve idarecilik
hususiyetine haiz faik özellikli mantıklı kişiler, yönettikleri toplumun faydası adına
bütün kontrol araçlarına sahip olmalıdır. Aristokrat idare şeklini benimseyen Platon,
toplumda bütünlüğün temin edilmesi ve devletin sürekliliği için düşüncelerin ve
münakaşaların kontrol edilmesinin lazım olduğunu müdafaa etmiştir.395 Machiavelli
‘Prens’ isimli eserinde, yönetici konumundaki kişinin devletin emniyetini temin etmek
ve onun sürekliliği adına denetim ve zalimlik gibi insaniyetten uzak her yönteme
müracat etmesini doğal kabul etmiştir. Thomas Hobbes’un da ‘Leviathan’ isimli
yapıtında, mutlak monarşiyi savunduğu bilinmektedir. ‘Homo homini lupus’ (insan
insanın kurdudur) fikrini ortaya atan Hobbes, kişilerin kendilerine ait olan kudret ve
haklarını kabul ettikleri bir mukavele ile hâkim otoriteye devrettiklerini, bu egemen
gücünde toplumda yasayı koyan, kaldıran ve gerektiğinde değiştirebilen tek kuvvet
olduğunu söylemiştir. Alman felsefeci Hegel ise devleti devlete ait alan üzerinde
yaşayan yurttaşlar üstünde her çeşit imtiyaza haiz bizzat bir gaye şeklinde
betimlemiştir.396
Sacide Vural, Kitle İletişiminde Denetim Stratejileri, Ankara, Özışık Matbaacılık, 1994, s. 9.
Necla Mora, “Medya, Toplum ve Haber Kaynağı Olarak Sembolik Seçkinler,” Uluslararası İnsan
Bilimleri Dergisi, Cilt 5, Sayı 1, 2008, s. 8.
395
396
149
Otoriter sistemlerde basın, bireysel veya toplumsal nitelikte olabileceği gibi
iktidarın siyaset alanını genişletici bir mecra şeklinde de görülmektedir.397 İlk kez
Siebert tarafından bir medya kuramı olarak kullanılan otoriter kuramın hâkim olduğu
ülkelerde kitle iletişim araçlarının rollerinin bu siyasal sistemin özelliklerini yansıttığı
görülmektedir. İletişim alanındaki ilk düzenlemelerde baskın olduğu bilinen bu teori,
tarihte en uzun müddet geçerliliğini sürdüren teori olma özelliği ile dikkat
çekmektedir. 17. ve 18. yüzyılda yeni gelişmeye başlayan kitle iletişim araçlarının, bu
anlayıştaki siyasi yapının etkisiyle iktidarın kontrolü altında yayın yapmaya çalıştıkları
bilinmektedir.398
Avrupa siyasi tarihine bakıldığında Franco dönemi İspanyası’ndan, Mussolini
dönemi
İtalyası’na
ve
Hitler
Almanyası’na
kadar
birçok
üçüncü
dünya
diktatörlüklerinin mevcut medya düzenlerinde, otoriter gelenekten ayrılmadıkları
görülmektedir. Ayrıca bu kişilerin kendi iktidarlarını toplumun tüm katmanlarına
ikame ettirmek için otoriter medya kuramının gereklerini tam bir kararlılıkla
uyguladıkları bilinmektedir. Cevdet Perin’in Mussolini ve Hitler’den aktardığı onların
basına ilişkin bakış açılarını ortaya koyan şu görüşleri dikkat çekicidir. Perin,
Mussolini 1928’de “Bir devrimden doğan her muzaffer rejimde olduğu gibi totaliter
bir rejimde de basın, devletin elinde ve hizmetinde olan ve olması gereken bir güçtür.
İşte bundan ötürü tüm İtalyan basını faşisttir.” dediğini belirtmektedir. Prrin Hitler’in
de yayınladığı Mein Kampf (Benim Kavgam) adlı kitabında “Devlet, basın özgürlüğü
dedikleri o üç kâğıtçıların icadına kapılıp görevini ihmal ederek ulusu kendisine yararlı
olacak bir gıdadan yoksun bırakamaz. Kesin bir kararla, basın denilen bu araca derhal
el koymalı ve onu halkın eğitimi ve devletin hizmeti için kullanmalıdır.”399 dediğini
aktarmaktadır.
Basının özel girişimcilerin mülkiyetinde olmasına karşın, otoriteci yaklaşımın
genel olarak siyasi iktidara bağımlı kılındığı monarşik sistemlerde geçerli olduğu
bilinmektedir. Bu yaklaşımı sadece mutlakiyet dönemine veya açıkça baskıya dayanan
dikta veya olağanüstü hal rejimlerine özgü tarihsel bir kategoride düşünmek yanıltıcı
397
Werner J., Tankard, A.g.e., s. 502.
Yılmaz, A.g.e., s.73.
399
Perin, A.g.e., s. 110-111.
398
150
olabilir. Bu yaklaşım Hükûmet ve devlet otoritesi karşısında basının yansız olmasının
kural olarak beklendiği düzenleme biçimlerinden, basının baskıcı siyasal erkin
doğrudan aracı olarak görüldüğü düzenlemelere kadar uzanan geniş bir kategori içinde
de düşünülebilir.400 Otoriteci yönetimlerin açık olarak görülmediği, baskı ve sansürün
esas itibarıyla genel uzlaşmayı temsil ediyor olarak algılandığı sürekli dış tehdit
olayları durumlarında kitle iletişim alanı otoriter bir yaklaşım çerçevesinde
düzenlenebilir. Otoriter Kuramı, bugün için dünyada büyük ölçüde ortadan kalkmış bir
görüş olarak değerlendirmek de doğru değildir. Aksine, otoriteci anlayışın dünyanın
pek çok ülkesinde değişik biçimlerde geçerliliğini sürdürdüğü bilinmektedir.401
Bu kuramı uygulayan rejimlerin medya üzerindeki otoritesini; sıkı yasal
düzenlemeler, rutin dışı vergi denetimleri, kamu reklamlarını kısma veya özel sektöre
reklam vermemesi için baskı yapılması gibi sert ekonomik yaptırımlar uygulayarak
kurmaya çalıştığı bilinmektedir. Bu yöntemler içinde en dikkat çeken uygulama
denetim kurulmak istenen kurumun yazı işleri kadrosunun doğrudan hükûmet
tarafından belirlenmesidir. Birleşmiş Milletler Toplum ve Ekonomi Alt Komitesi
raporuna göre kendilerine karşı olan basını yıldırmak ve engellemek için gayri resmi
yöntemleri uygulayan ülkeler arasında yer alan Türkiye gibi ülkelerin medyaya ve
gazetecilere yönelik yaklaşım ve uygulamaları dikkat çekmektedir.402 Son olarak 14
Nisan 2016 tarihinde Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu’nda 133’e karşı 375 oy ile
kabul edilen ve bugüne kadar hazırlanan en olumsuz rapor olarak nitelendirilen 2015
Türkiye İlerleme Raporu’nda da medyaya yönelik otoriter uygulamalara önemli
eleştiriler getirdiği görülmektedir. Türkiye'de demokrasi ve hukuk devletinin
gerilediğine işaret eden raporda medya özgürlüğü alanında yaşanan gelişmelerin kaygı
verici olarak tanımlandığı görülmektedir. Raporda ayrıca iktidarın kendisine muhalif
yayın politikası güttüğü için el koyduğu belirtilen İpek Medya ve Feza Gazetecilik gibi
çeşitli medya kurumlarına kayyım atanmasının da sert bir dille eleştirilmesi dikkat
çekmektedir.403 Amerika basınının en saygın yayınlarından The New York Times’ın
da dikkatini çeken bu durumun gazetenin editoryal ekibi tarafından kaleme alınan
Yılmaz, A.g.e., s. 74.
Kaya, A.g.e., s. 40.
402
Vural, A.g.e., s. 18.
403
“Kayyım Atanan Şirketleri İade Edin” (Çevrimiçi) http://www.ozgurdusunce.com/webtv/sirketleriiade-edin-561/, 15 Nisan 2016
400
401
151
“Türkiye’de Demokrasinin Parçalanması” başlıklı başyazıda da sert bir şekilde
eleştirildiği görülmektedir. İktidarın kayyım maharetiyle Zaman Gazetesi’ne el
koyması münasebetiyle kaleme alındığı belirtilen yazıda 2016 yılı itibariyle
Türkiye’de demokrasi ve medyanın durumunun değerlendirildiği görülmektedir.
İktidarın giderek otoriterleşmesine dikkat çekilen bu yazıda:
“Bu darbe; kendisini eleştirenleri hapse atmak, ordunun etkisini azaltmak
ve Kürt ayrılıkçılar üzerinde savaşı alevlendirmek gibi iktidarın giderek
otoriterleşmesinin sonucu. Şuan medyanın büyük bir bölümünü kontrol
altına alarak ve özgür basını yok ederek Türkiye’yi gazetecileri cezaevine
atan ülkeler arasında lider hâline getirmiştir.”
ifadelerine yer verildiği görülmektedir.404
Günümüzde değişik biçim ve görünümlerde örneklerine rastlanabilen Otoriter
Medya Kuramı’nın temel ilkeleri ise şöyle sıralanabilir: Medya, kanunları veya kurulu
düzeni bozucu, siyasi otoriteyi zayıf düşürücü yayınlardan kaçınmalıdır. Medya, siyasi
güce endeksli ve bu gücün alanını genişleten bir fonksiyon görmelidir. Medya, ahlakipolitik değerler ile çoğunluğa karşı saldırgan olmamalıdır. Bu ilkelerin geçerliliğini
sağlamak için siyasi otoritenin medyayı denetlemesi, sansür etmesi ve medyaya
müdahalede bulunması meşru ve haklıdır. Otoriteye yönelik kabul edilemez saldırılar,
resmi politikadan sapmalar ve ahlaki değerlere sataşmalar cezai sorumluluk gerektiren
birer suçtur.405 Burada siyasi otoritenin kendi amaçlarını gerçekleştirmede basını
kullanmayı gayet doğal ve meşru bir hak olarak gördüğü söylenebilir. Dolayısıyla
basının kendisine biçilen ‘iktidarın sesi’ ve ‘meşruluk aracı’ olma vasfından
sapmasının değişik müeyyidelerle karşı karşıya kalmasına yol açabileceği akla
gelebilir.
“Democracy’s Disintegration in Turkey”, nytimes.com, 7 Mart 2016, (Çevrimiçi)
http://www.nytimes.com/2016/03/08/opinion/democracys-disintegration-inturkey.html?action=click&pgtype=Homepage&clickSource=story-heading&module=opinion-c-col-leftregion®ion=opinion-c-col-left-region&WT.nav=opinion-c-col-left-region, 08 Mart 2016.
404
Denis McQuail, Kitle İletişim Kuramı (Giriş), Çev:, Ahmet Haluk Yüksel, 1. Basım, Eskişehir,
Anadolu Üniversitesi Yayını, 1994, s. 120.
405
152
3.5.3. Sosyal Sorumluluk Medya Kuramı
Bu teorinin, serbest piyasanın basın özgürlüğünü yeterince sağlayamadığı bu
nedenle toplumun taleplerine karşılık bulmakta kifayetsiz kaldığı düşüncesinden
hareketle Amerika’da bir tepki şeklinde ortaya çıktığı bilinmektedir.406 Kitle iletişim
araçlarının serbest ve topluma karşı sorumlu bir tarzda eylemde bulunması fikrine
dayanan bu kuramının dört önemli düşünsel dayanak noktasının olduğu bilinmektedir.
Bu noktalar: (1) 1945’te Associated Press’in Genel Müdürü Kent Cooper’ın ilk defa
dile getirdiği ‘Kamunun Bilme Hakkı’ mefhumu, (2) ‘Hutchins Komisyonu Raporu’
şeklinde de isimlendirilen, 1947 tarihli ‘Özgür ve Sorumlu Bir Basın’ raporu, (3)
’Basının Dört Kuramı’ isimli yapıtta, Theodore Peterson’un ‘Toplumsal Sorumluluk
Kuramı’ isimli yazısında belirttiği fikirler, (4) Jeremy Bentham’ın dile getirdiği, John
Stuart Mill’in ilerlettiği ‘Yararcı Felsefe’ şeklinde sıralanmaktadır.407
‘Kamunun
bilme hakkı’ gazetecilerin kapalı
kapılar ardında olanları
gözlemlemelerine dayanan bir anlayış olarak, İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya
çıkmış bir kavramdır. Bu kavramın bütün dünyadaki sansür ve haber akışına
uygulanan engellemelere karşı kullanılmak üzere, Associated Press’in Genel Müdürü
Kent Kooper’ın ileri sürdüğü bir düşüncedir. Toplumsal sorumluluk kuramını
tamamlayıcı mefhum şeklinde ileri sürülen bu görüşte basın; kişilerin imtiyazlarını
devrettikleri ve onlar adına idarecileri ‘bekçi köpeği’ olarak izleyen bu kurumdur. Bu
görüşe göre basın; demokratik sistemde yasama, yürütme ve yargının ardından
‘dördüncü güç’ gibi ciddi bir sorumluluk taşır yapar bu nedenle halk anlamındaki
kamunun vekili durumundadır.408 Kuramın yayın denetimini yayıncı, halk ve yargıya
bıraktığı görülmektedir.409 ‘Public’s right to know’ adı verilen kamunun bilme hakkı
kavramı, basının halk adına yönetenleri gözeten ve denetleyen ilkelerini gündeme
getirmiştir.410 1947 yılında Amerika’da Robert M. Hutchins başkanlığında toplanan ve
tarihe Hutchins Komisyonu olarak geçen komisyonun ‘Hür ve Sorumlu Bir Basın’ adlı
raporunda basının bir ‘kamu hizmetini’ yerine getirmekte olduğu belirtilmektedir.
406
Kaya, A.g.e., s. 52.
Murat Özgen, Gazetecinin Etik Kimliği, İstanbul, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yayınları: 53,
1998, s. 213-214.
408
A.e., s. 116-117.
409
Vural, A.g.e., s. 28.
410
Işık, A.g.e., s. 39.
407
153
Basının bu rapor ile kamu çıkarına katkı sunan bir oluşum şeklinde tarif edilmesiyle,
asıl vurgunun hürriyetlerden yükümlülüklere kaydığı belirtilmektedir.411 Özellikle
demokrasinin mevcudiyetini koruyabilmesi hususunda kitle iletişim mecralarının
kamuoyuna yönelik yükümlülüklerinin olduğu kabul edilmektedir. Demokratik
çoğulcu parlamenter sistemle idare edilen ülkelerde, medyanın dördüncü kuvvet olarak
‘bekçi köpeği’ görevini yapması toplumsal sorumluluk yaklaşımının gereği olarak
görülmektedir. Yararcı bakış açısını esas alan bu kuramda basından sahip olduğu
kuvveti, kamu adına pratiksel şekilde toplumun mutluluğu ve refahı için kullanması
beklenmektedir. Bunun için gerek basının gerekse gazetecilerin daha etkin olması ve
sorumluluk üstlenmesi beklenmektedir.412 Sosyal Sorumluluk Kuramı’nın bazı
ülkelerde, ülkenin yapısal şartlarına bağlı olarak değişik biçim ve eğilimleri ön palana
çıkardığı gözlemlenmektedir. Örneğin, ABD’de, Basın Konseyi’nden ziyade, ‘mesleki
ahlak kuralları’ yaygın olarak kabul görürken; İsveç gibi bazı İskandinav ülkelerinde
‘ombudsmanlık’ yönteminin başarıyla uygulandığı bilinmektedir.413
3.5.4. Katılımcı Demokratik Medya Kuramı
Hangi seviyede olursa olsun toplumu oluşturan bireylerin kitle iletişim araçları
aracılığıyla yönetime doğrudan katılmasını ve fikirlerini savunmasını temel alan bu
kuramın Liberal Kuram’ın bir uzantısı olarak geliştirildiği bilinmektedir. Denis
McQuail, bağımsızlığının sorgulanabilir olduğunu söylediği bu kuramın egemen olan
kuramlara meydan okumayı temsil etmesi nedeniyle önemli olduğunu düşünmektedir.
McQuail, bu kuramın medyanın iktisadi bir yapıya evrilerek ve tekelleşmesi sonucu
sosyal sorumluluk ilkelerince belirlenen kamu yayıncılığı kuramlarının işlevselliğini
yitirmesine bir reaksiyon şeklinde geliştirildiğini söylemektedir. Ona göre bu kuram;
tektip, tek merkezili, profesyonelleştirilmiş, yansızlaştırılmış, idare denetiminde bir
medyanın
gerekliliğini
kabul
etmemektedir.
Bununla
birlikte;
çoğulculuğu,
amatörlülüğü, yerelliği, kurumsallaşmamayı, halkın tüm katmanlarında iletişim
bağlantılarının yatay oluşunu ve etkileşmeyi ise desteklemektedir. Böylece demokratik
bir sistemde demokrasinin şartı olarak toplumun idareye katılımı ve kitle iletişim
Yılmaz, A.g.e., s. 85.
Özgen, A.g.e., s. 119.
413
Işık, A.g.e., s. 39-40.
411
412
154
araçlarına ulaşımı sağlanırken, kitle iletişim araçlarının da grupların birbiriyle
etkileşimini sürekli hâle getirmesi ve halkın devlet yönetimine katılımının sağlanması
mümkün olmaktadır. 414
Kuramın temel prensipleri yedi maddede özetlenebilir: (1) Vatandaşların ve
azınlıkların medyaya ulaşma ve ihtiyaçları gereğince bilgilendirilme ve hizmet edinme
hakları vardır. (2) Medyanın yapılanmasına ve yayınlarının bağımsızlığına siyasal güç
karışmamalıdır. (3) Kitle iletişim araçlarının varlık sebebi holdingler, gazeteciler veya
müşteriler olmamalıdır, bu araçların varlık sebebi bu araçların takipçileridir. (4) Arzu
eden tüm toplumsal yapılara medya edinme özgürlüğü verilmelidir. (5) Ufak yapılı,
interaktif ve bunu sağlayıcı medya kurumları, tek taraflı profesyonelleşmiş
mecralardan yeğdir. (6) Medyaya ilişkin toplumun beklentileri devlet ve onun
organları aracılığıyla bütünüyle karşılanamaz. (7) İletişim, çalışanların inisiyatifine
terk edilemeyecek kadar önemlidir.415
Haluk Şahin, özellikle Amerika’da demokrasi kuramları üzerine çalışmalar
yürüten John Naisbitt ismine dikkat çekmektedir. Şahin, Naisbitt’in yeni iletişim
teknolojilerinin demokrasileri kökten ve olumlu bir yönde değiştirdiğini savunduğunu
söylemektedir. Naisbitt’in, iletişim devrimi sayesinde son derece iyi bilgilenmiş bir
seçmen kitlesinin ortaya çıktığına dikkat çektiğini belirten Şahin, Naisbitt’in,
günümüzde enformasyonun artık anında paylaşıldığını belirttiğini ve “ne olup bittiğini
temsilcilerimiz kadar iyi ve çabuk öğreniyoruz” dediğini söylemektedir.416 Sacide
Vural’a göre iletişim araçlarının toplumsal yapıdaki varoluş amacı toplumdur bu
nedenle hizmet sunacağı yer de toplumdur. İletişim teknolojilerindeki gelişmelerin bu
anlamda halka yeni fırsatlar sunması beklenmektedir. Dolayısıyla, iletişim araçları
küçük grupların da erişimine fırsat verecek ve kamu yararı güdecek şekilde
düzenlenmelidir. Böylelikle tekelleşmenin önlenebileceği düşünülmektedir.417
414
McQuail, A.g.e., s. 133-134.
A.e., s. 135.
416
Haluk Şahin, Yeni İletişim Ortamı Demokrasi ve Basın Özgürlüğü, Basın Konseyi Bilimsel
Araştırması, İstanbul, Basın Konseyi Yayını, 1991, s. 38-39.
417
Vural, A.g.e., s. 32.
415
155
3.5.5. Demokratik Medya Kuramı
Demokratik Medya Kuramı medyanın demokrasinin işlerliğinin sağlanması için
toplumun siyasal ve ekonomik meseleleri tartışabileceği bir platform olduğunu
belirtmektedir. Bu kurama göre bu platformda toplumun tüm farklı kesimlerinin
tartışabilmesi demokrasinin gereklerinden biridir. Kuram hem devlet otoritesinin hem
de kâr amacı güden yayın kuruluşlarının medyaya tek başına egemen olmasına
karşıdır.418
Süleyman İrvan, kuramı geliştiren Raymon Williams’ın bilgiyi aktarma ve
aktarılan bilgiyi edinme haklarını demokratik medya sisteminin temelini oluşturan
unsurlar olarak gördüğünü söylemektedir. İrvan ayrıca Williams’ın bu hakları
koruyabilmeyi kitle iletişim araçlarının, kamu hizmeti şeklinde örgütlemesine bağlı
olduğunu öngörmesine dikkat çekmektedir. Ancak İrvan’ın burada kamu hizmeti
düşüncesinin kamusal tekel düşüncesinden bağımsız olarak incelenmesi gerektiğini
savunduğu görülmektedir. İrvan bunu oluşturmanın tek yolunun yeni aracı
kurumlardan geçtiğini söylemektedir. Ona göre, demokrasinin işleyebilmesi için
hükûmetten bağımsız olarak oluşturulacak bu aracı kurumların temel işlevlerinden
biri; hükûmetin iletişim sistemi üzerindeki baskısını ortadan kaldırmak olmalıdır.419
3.6. Medya-Demokrasi İlişkisi içerisinde Kamuoyunun Yeri ve
Önemi
Kitle iletişim araçlarının gelişimi ve çeşitlilik kazanması ile alternatif bilgi
kaynaklarının çoğalması ister demokratik isterse antidemokratik siyasal sistemler
açısından olsun kamuoyunun önemini daha da arttırmıştır. Bir ülkeyi yöneten veya
yönetmeye aday olan irade her hâlükârda kamuoyunun desteğine ihtiyaç duymaktadır.
Demokratik siyasal sitemlerde kamuoyunun onayı en önemli meşruiyet kaynağıdır.
Fransa Kralı 13. Louis’nin bir devlet adamı olarak basının kamuoyu üzerindeki
etkisini gözeterek ilk resmi gazete olarak bilinen Gazette’nin yayınlanmasına öncülük
etmesi bunun en önemli örneğidir. Kamuoyu kavramının demokratik rejimlerde
Yakışır, A.g.e., s. 37.
Süleyman İrvan, “Normatif Medya Kuramları”, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, Sayı
1-2, 1994, s. 53-54.
418
419
156
siyasal sürecin en önemli parçası olduğu söylenebilir. Münci Kapani, hakiki manada
özgür bir kamuoyunun, bilgi ve düşüncelerin hür bir şekilde ulaşabildiği bir alanda
terakki edebileceğini söylemektedir. Ona göre buna imkân tanıyan çoğulcu demokratik
sistem, kamuoyunun denetimsiz oluşmasını temin eden ideal yapı olarak
nitelendirilebilir.420
Günümüzde demokratik sistemler içerisinde önemli bir unsur olan siyasi bir
partinin seçim öncesinde olduğu gibi seçim sonrasında ve kamuoyunun gündemini
belirlemek istediği görülmektedir. Burada söz konusu siyasi partinin halka götürdüğü
veya götüreceği hizmetler üzerinden doğal yollarla kamuoyu oluşturmasında herhangi
bir sakıncanın bulunmadığı kabul edilmektedir. Fakat bunu; elde ettiği iktidar gücünü
kullanarak mevcut medya düzeninde ki çok sesliliği ve muhalifliği en aza indirerek
veya tamamen ortadan kaldırarak yapmaya çalışması hem kamuoyunun hem medyanın
netice olarak ise demokratik sistemin tamiri zor yaralar almasına neden olabilir. Böyle
bir kamuoyu oluşturma yönteminin demokratik bir tarafı olmadığı gibi yapılan şeyin
tıpkı totaliter rejimlerdeki gibi propaganda yöntemiyle suni gündemler oluşturulup
kamuoyunun algısıyla oynamaktan başka bir şey olmadığı söylenebilir. Kaldı ki bir
siyasi partinin sözcülüğünü yapan bir medyanın aynı anda halkın gerçekleri görme ya
da öğrenme hakkını savunması da mümkün değildir. İngiliz felsefeci Bertrand
Russel’in “demokrasi, hükûmet, kamuoyuna saygı göstermek zorunluluğu duyduğu
sürece başarılı olur.” sözü ile hükûmetle kamuoyu arasındaki bağa dikkat çektiği
bilinmektedir.421 Medyanın kamuoyu ile olan ilişkisinin bu noktada başladığı kabul
edilmektedir. Medyanın demokrasinin işlerliğine yapacağı en önemli katkı gerçek
gündemi manipüle etmeden veya ettirmeden kamuoyunun bio yani doğal akış
içerisinde oluşmasına aracılık etmektir.
Türk Dil Kurumu lügatinde; bir konuyla ilgili halkın genel düşüncesi, halkoyu,
‘amme efkârı’ ve ‘efkârı umumiye’ şeklinde tanımlanan kamuoyu kavramı, İngilizce
‘Public’ (Kamu) ve ‘Opinion’ (Oy) sözcüklerinin birleşmesinden meydana
420
421
Kapani, A.g.e., s. 152.
Bertrand Russell, İktidar, Çev.: Mete Ergin, İstanbul, Cem Yayınevi, 2002, s. 180.
157
gelmektedir.422 Kamu kelimesi ise Latince’den gelen ‘Publicus’dur. Publicus: devlete
ait, halka ait, umuma ait, genel, yaygın, kamu görevlisi (...) olarak açıklanmaktadır.
Sözcüğün kökeninin ergen ve erginlikle [pubes - entis] ve açıklık, açık olma, tüm
insanların gözü önünde olmakla da ilişkili olduğu görülmektedir.423 Türk Dil Kurumu
‘kamu’ kelimesinin anlamlarını; toplum hizmeti sağlayan devlet kurumlarının tamamı,
bir ülkedeki toplumun tamamı şeklinde açıklanmıştır.424
Arsev Bektaş’a göre düşünceye karşılık gelen ‘oy’ kavramının bugünkü
anlamına kavuşması 19. yüzyılın sonlarında, modern devletlerin kitle demokrasisine
bağlı duruma gelmeleri ve prensip olarak halk egemenliği fikrinin benimsenmesiyle
başlamıştır. Bu vesileyle de halkın kanaat ve fikirleri de ehemmiyet kazanmış ve oy
(opinion) mefhumu günümüzdeki manasaına kavuşmuştur.425 Kamuoyunun, içinde
farklı düşünceleri, zıt yaklaşımları, tercihsiz hatta duyarsız kişileri de barındırdığını
belirten Mümtaz’er Türköne, kamuoyunun geniş manada toplumu alakadar eden belirli
bir meselede, belirli bir vakitte ki hâkim görüşleri ifade ettiğini söylemektedir.426
Türköne, kamuoyunu; belli bir vakitte, üzerinde uzlaşılamamış belli bir mesele
karşısında, bu meseleyle alakadar olan ciddi sayıda ki insanın bütünleşmiş görüşlerinin
siyasal yönetime belli bir seviyede tesir edecek ölçüde ulaşması şeklinde
tanımlamaktadır.427 Tarih ve medya alanında yaptıkları çalışmalarla tanınan ünlü
İngiliz tarihçilerden Asa Brigs ve Peter Burke, belli toplumsal gruplar içinde
paylaşılan politik bilgi, tutum ve değerleri ifade eden halkın düşüncesi anlamındaki
kamuoyu (opinion publique) teriminin Fransa’da 1750 İngiltere’de 1781, Almanya’da
ise 1793’den itibaren kullanıldığını belirtmektedir.428
Türk Dil Kurumu, Güncel Türkçe Sözlük, (Çevrimiçi)
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.56f3114619be88.9777
0879 , 12 Mart 2016.
423
Sina Kabaağaç, Erdal Alova, Latince-Türkçe Sözlük, İstanbul, Sosyal Yayınlar, 1995, s. 490–
491.
424
Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlük, (Çevrimiçi)
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.56f44adccd2c92.63292
141, 13 Mart 2016.
425
Bektaş, A.g.e., s. 49.
426
Türköne, A.g.e., s. 316-317.
427
A.e., s. 317.
428
Briggs, Burke, A.g.e., s. 90-93.
422
158
On dokuz ve yirminci yüzyıl içerisinde özellikle kitle iletişim araçlarında
meydana gelen gelişmelerle ilişkili olarak kamuoyu; iktisadi ve politik alanda “halkın
seçimi ve halkın kararı” şeklinde değerlendirilmiştir. Böylelikle tüketim ekonomisinde
ve siyasal mekanizmaların teşkil edilip sürdürülmesinde önemli bir argüman olarak
görülmüş ve kamuoyunun ne olduğu, ne düşündüğü dikkate alınması gereken önemli
unsur hâline gelmiştir.
Örneğin bu dönemde kamuoyunun temsilcisi ve kamu
gündemindeki uzlaşmazlıkların uzlaştırıcısı olan günlük gazetelerin niteliksel ve
sayısal
şekide
değişiklik
göstererek
bilgi
sunmaktan
ileriye
gittiği
kabul
edilmektedir.429 Suskunluk Sarmalı kuramının kurucusu olarak tanınan ünlü Alman
sosyal bilimci Elisabeth Noelle Neumann tarafından bugünkü kamu sözcüğü, halka
mensup tüm kişilerin ve siyasal iktidarların çekinmesi lazım gelen bir toplum
mahkemesi olarak nitelendirilmektedir.430
Kamuoyu ile ilgili bir başka kavramda ‘kamusal alan’ olarak karşımıza
çıkmaktadır. Meral Özbek, kamusal alan kavramlaştırmasının mekânsal ve toplumsal
olmak üzere iki anlam boyutu olduğunu söylemektedir. Mekânsal açıdan kamusal
alan; sosyal hayat içerisinde düşünce ve deneyimlerin ortaya konduğu, görüşülüp
tartışıldığı ve başkalarına da ulaştırıldığı bir yerdir. Böyle bir aşamadan geçerek oluşan
kamuoyu burada, birikim ve deneyim gibi şeyleri ifade etmektedir. Toplumsal açıdan
kamusal alan ise, sosyal hayat içerisindeki olay ve olguları, zaman ve mekân
düzlemini kapsamaktadır. Ona göre anlık düşünce ile meydana gelen kanaatler,
kamusal tartışmalar ve eleştiriler sayesinde kamusal aklın eleğinden geçirilerek
kamuoyunu oluşturmaktadır.431 Ünlü İngiliz siyaset bilimci ve felsefeci Charles
Taylor, kamusal alanı; toplum üyelerinin kitle iletişim mecralarının yardımıyla
toplanarak veya birebir konuşarak kamu yararına ilişkin meseleleri görüştüğü, ortak
bir fikir oluşturduğu ortak bir mekân olarak değerlendirmektedir.432 Kamusal alanın
demokrasinin bir önkoşulu olarak da tanımlandığını belirten Meral Özbek, herkesi
Jürgen Habermas, “Kamusal Alan,” Kamusal Alan, Ed.: Meral Özbek, İstanbul, Hil Yayın, 2004, s.
99-100.
430
Elisabeth Noelle Neumann, “Suskunluk Sarmalı Kuramının Medyayı Anlamaya Etkisi”, Der:,
Süleyman İrvan, A.g.e., s. 383.
431
Meral Özbek “Kamusal Alanın Sınırları,” Kamusal Alan, İstanbul, Hil Yayın, 2004. s. 41-42.
432
Charles Taylor, Modern Toplumsal Tahayyüller, Çev.: Hamide Koyukan, İstanbul, Metis
Yayınları, 2006. s. 89.
429
159
ilgilendiren konularda yurttaşların denk ve hür şekilde, ifade, irade ve davranışlarıyla
bu alanı inşa ettiklerini söylemektedir. Özbek’e göre bu alanın hudutları demokrasinin
hudutlarıyla tespit edilebilir. Dolayısıyla; fikir, ifade, bilgiye ulaşma, münakaşa, bir
araya gelme, örgütleşme özgürlüklerinin gelişmişliği ve genişliği demokrasilerde
olduğu gibi kamusal alanın da hudutlarını belirlemektedir. Dolayısıyla burada
bahsedilen temel hak ve hürriyetlerin hukuki garantiye alınması ve pratik edilmesi
demokrasinin hudutlarının da belirtisi işlevini görmektedir.433
Habermas’a göre
siyaset bilimi açısından kamuoyu kavramını önemli kılan şeyde budur. Yani
kamuoyunun demokrasiler için denetleyici bir mekanizma olmasıdır. Habermas,
hükûmetlerin politikalarını belirlerken veya uygularken bu politikalara meşruiyet
ihtiyacı duyduklarını söylemektedir. Kamuoyu burada o meşruiyet için gerekli olan
onayı medya aracılığıyla, medyayı bir geri bildirimde bulunma mekanizması olarak
değerlendirmektedir. Böylelikle medya yürütmenin faaliyetlerini kamuoyunun
denetimine açık hâle getirmektedir. Yurttaşların herkesi ilgilendiren konularda garanti
altına alınmış düşüncelerini açıklama, yayma hakkı için kamusal alanda özel araçlara
ihtiyacı olacaktır. Bugün medya çeşitli araçları ile bu ihtiyacı karşılamaktadır.434
Zygmunt Bauman, insanların siyasal denetimden uzak olan alanlara ait meseleleri
iktidarın dışında ilkeler çerçevesinde tartışabilmelerinin kamusal alan için önemli
olduğunu belirtmektedir. Bauman’a göre hakikat arayışıyla gelişen kamusal alan
herkesin konuştuğu ve ortak görüş yani mutabakat aradığı bir yedir. Bu yönüyle
kamusal alan öznel iradelerin tekrar tekrar biçimlenmesini ve ortak düşüncenin etkin
bir şekilde iktidara yöneltilmesini sağlamıştır.435
Kamu veya kamusal alan denildiği vakit bu kavramın genelde devletle
özdeşleştirildiği bilinmektedir. Habermas’a göre devlet, kamusal alanın bir üyesi
olamaz. Ancak toplumda kamu ile devletin aynı şeymiş gibi algılanması devletin
kamusal alanın sahibi veya esası gibi anlaşılmasına sebep olmaktadır. Gerçekte devlet
kamusal alanın şartlarını ve zeminini oluşturma hizmetini yerine getiren bir
Özbek, A.g.e., s. 32.
Habermas, “Kamusal Alan,” A.g.e., s. 95.
435
Zygmunt Bauman, Yasa Koyucular ile Yorumcular, Çev.: Kemal Atakay, İstanbul, Metis
Yayınları, 2. Baskı., 2003, s. 45-46-48.
433
434
160
kurumdur.436 Habermas, devlet otoritesinin, siyasi kamu alanında bulunsa bile bu
alanın üyesi olamadığını savunmaktadır. Ona göre devletin kamu otoritesi olarak
yurttaşlarının huzurunu temin etme vazifesi, mevcudiyetinin şartı olan ‘kamu’ otoritesi
olmasından kaynaklanmaktadır. Habermas’a göre kamusal alan, vatandaşları
bilgilendiren mecraların demokratik isteği ile iktidarı hukuki yöntemlerle siyasal
olarak tesir altına alabilir ve kontrol edebilir. Kamuoyu bu noktada denetim ve tenkid
işlevinin dinamik olarak yürütülmesiyle tanımlanır. Buradaki denetim ve tenkit, resmî
olmayan biçimde “devlet biçiminde örgütlenmiş egemen bir yapı aracılığı ile
vatandaşların oluşturduğu bir kamu organı” vasıtası ileyapılır.437 Nancy Frazer’e göre
bu alan, kavramsal olarak devletten farklı olan; kural olarak devlete karşı tenkitsel
retoriğin ortaya sürüldüğü ve yayıldığı bir alandır.438 Basının, toplumun bilgi edinme
ve iletişimine hizmet sağlayan ‘kamusal organlar’ içerisinde olduğunu söyleyen
Habermas, esasen kamusal alanı tesis eder bir yapıda olan basının, gün geçtikçe
siyasal idarenin sözcülüğüneevrilişini işaret etmiştir. Ona göre günümüzde medya
‘görünüşte bir kamusal alan’ özelliğindedir. Örneğin bu süreçte tv demokratik
münakaşaların gerçekleştiği bir mecra olarak, kamusal alanın yerine geçmiş ve
bireyler, kamusal alanın izleyicisi olmuşlardır.439 Burada Habermars ile anılan
‘kamusal alanın yapısal dönüşümü’ olarak isimlendirilen bir başka konu daha
karşımıza çıkmaktadır. Bu kavram kamusal alanın feodalleşmesinianlatır. Yani
kamusal alanda günümüzde halkın yararı ile alakadar meselelerde, kontrolden uzak
bağımsız akılcı bir münakaşanın yapılması mümkün değildir. Medya, bugün
kamuoyunun beklentilerinin dillendirildiği bir mecra olmaktan çıkıp bir kamuoyunu
manipüle edip yönlendiren bir mecraya dönüşmüştür. Böylece devletin, politik ve
toplumsal sorunlarda toplumsal olan tüm alanlara nüfuz etmesi, kamusal alanın baştan
itibaren özel mülk sahiplerinin etkinliği alanına indirgenmesi ile kamusal alanın sonu
gelmiştir. Kamusal alanın sonunun gelmesi ile; bilginin özgürce dolaşabildiği ve
436
Habermas, A.g.e., s. 95.
Habermas, A.g.e., s. 95-96.
438
Nancy Frazer, “Rethinking the Public Sphere: A Contribution to the Critique of Actually Existing
Democracy,” Habermas and the Public Sphere, Cambridge, MIT Press, 1991, s. 109–142. (110),
Aktaran: Ülker Yükselbaba, “Habermas’da Kamusal Alan Özel/Alan Ayrımı”, İstanbul Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamuyönetimi Anabilim Dalı Yayımlanmamış Doktora Tezi, Dan.:
Mehmet Tevfik Özcan, İstanbul, 2008, s. 81.
439
Habermas, Kamusallığın Yapısal Dönüşümü, s. 58–59., Nicholas Garnham, “The Media and
Public Sphere” pp.359–376. Habermas and the Public Sphere, Ed. Craig Calhoun, Cambridge, The
MIT Press, 1992, pp.359-376. Akataran Yükselbaba, A.g.e., s. 167.
437
161
bunun sonucunda ortaya çıkan özgür tartışma platformları sayesinde oluşan özgür bir
kamuoyunun yerini, medya tarafından güdümlenen bir halk kitlesi almıştır. Bunun
sonucunda ise ne kamusal alan ne de kurgusal olmayan bir kamuoyunun gerçek
öznesini oluşturduğu demokrasi kalmıştır. Medyanın manipülatif bu yönü, medyanın
kamusal alanda rolünün yeniden tartışılmasını gündeme getirmiştir. 440
Medya kuruluşlarının olayların belirli yönlerini ön plana çıkararak enformasyon
olarak aktarmasının manipüle edilmiş bir kamuoyunun oluşmasına katkı sağladığı
bilinmektedir. Medyanın bu yönü kamunun kamuoyunun gerçek öznesi olmaktan
uzaklaşmasına yol açmaktadır. Bu durumda rol alan aktörlerin ise kimi zaman medya,
kimi zaman da siyasal aktörler olduğu görülmektedir. Zira, medyanın ya da siyasal
aktörlerin kamuoyuna atıfta bulundukları değerlendirmelerde kullandıkları ‘kamuoyu
bunu bekliyor, kamuoyuna göre’ gibi kalıpların, kamuyu oluşturan bireyler üzerinde
etki yarattığı bilinmektedir. Bu durumun, kamuoyu mu politik alanı şekillendirir,
yoksa politik alan mı kamuoyunu şekillendirir sorunsalına neden olduğu
görülmektedir.441
Bilgisayar ve
internetin
gelişmesinin, kamusal
alanın dünya çapında
somutlaşmasında önemli bir araç olduğu bilinmektedir. Bilgisayar ve internetin
kamusal alana sunduğu başlıca katkılara bakıldığında öncelikle bilginin imtiyazlı
kişiler tekelinden kurtularak herkesin her türlü bilgiye ulaşabilmesinin önünün açıldığı
görülmektedir. İnternet ortamının sunduğu ifade özgürlüğü ortamının tartışma alanını
daha geniş bir alana yaydığı ve katılımı artırdığı bilinmektedir. Bilgisayarın internet
üzerinden sunduğu ağa girmek için bir tahdit koymamasının ve burada farklılıkları
gözeten bir duruma izin vermemesinin kişilerin kendisini rahatlıkla ifade edebilmesini
mümkün
hale
getirdiği
görülmektedir.
Böylelikle
tartışma
konularının
sınırlandırılmadığı sanal alan sayesinde yüz yüze yapılamayacak tartışmaların
yapılabildiği test edilmiştir.442
Yükselbaba, A.g.e., s. 296.
Yakışır, A.g.e., s. 42.
442
Jodi Dean, “Why the Net is not a Public Sphere,” Constellations, Vol.10, No.1, 2003, p. 97-101.
Aktaran Yükselbaba, A.g.e., s. 93.
440
441
162
Kamuoyu oluşumunu sağlayacak birçok etmenin olduğu bunun yanında birçok
aracında bu oluşumun daha geniş kapsamlı olması için katkıda bulunduğu
görülmektedir. Arsev Bektaş, kamuoyunu oluşturan araçları; yüz yüze yapılan
temaslar, kanaat önderleri ve siyasi liderler, baskı grupları ve kitle iletişim araçları
olmak üzere dört kategoriye ayırmaktadır.443 Bu rolü en etkili bir şekilde yerine getiren
aracın kitle iletişim araçlarını da kapsayan medya olduğu kabul edilmektedir. Rejimin
türü her ne olursa olsun medya; en etkili meşruiyet sağlama, rıza üretme ve insanları
mobilize etme gücü olarak öne çıkmaktadır. Rızanın baskıya başvurulmadan
kazanılmasının ancak ve ancak medya ile mümkün olduğu kabul edilmektedir. Yeşim
Yakışır, kamuoyunun biçimlenme süreci ile ilgili belli başlı bazı aşamalara dikkat
çekmektedir. Ona göre kamuoyunun oluşabilmesi için öncelikle enformasyona ulaşım
aşamasının tamamlanmış olması gerekmektedir. Elde edilen enformasyon işlenerek
problemin tanımlanması aşamasına geçilir, bundan sonrasında toplumda etkileşim
sürecine ve sonrasında öneri aşamasına geçilmektedir. Son aşamada, önerilerin kritiği
yapılarak çözüm yolları tartışılıp izlenecek hareket biçimi belirlenir ve bu doğrultuda
kabul edilen eylem biçimi gerçekleştirilir. Bu noktaya kadar kamuoyunun oluşmasına
katkı sağlayan medya, bundan sonrasında kamuoyunun yansıtılması rolünü
üstlenmektedir.444
Medyanın yeni iletişim teknolojileri aracılığı ile olayları ve yorumları neredeyse
saniyeler içerisinde dünyanın birçok yerine yani geniş kitlelere ulaştırabilme özelliği
aynı hızda kişisel kanaatleri etkileme ve onlara yön verebilme imkânını sunmuştur.
Medyanın hitap ettiği hedef kitlenin özellikleri onları etkiye çok açık ya da oldukça
kapalı bir pozisyona itmektedir. Burada medyanın bir konu hakkında kesin görüşü
olmayan ve o konu hakkında başka kaynaklardan bilgi edinemeyen kimseler üzerinde
çok daha etkili olduğu görülürken bu etkinin konu hakkında bilgisi olan ve farklı
kaynaklardan beslenen bireyler üzerinde aynı ölçüde olmadığı görülmektedir. Bu
nedenle; kamuoyunu oluşturan bireylerin özellikleri, alternatif bilgi kaynaklarının
varlığı veya yeterliliği büyük önem taşımaktadır.
443
444
Bektaş, A.g.e., s. 109-115.
Yakışır, A.g.e., s. 44.
163
Yasama, yürütme ve yargının ardından kendisini dördüncü bir güç şeklinde
benimsetmiş medyanın, demokratik bir siyasal sistem içerisinde kamu yayıncılığı
sorumluluğu içerisinde hareket etmesi gerekmektedir. Bu sorumluluğa haiz bir
medyanın; devlet kurumlarını denetleme ve bu kurumlara işlerlik kazandırma, halkı
devletin icraatları hakkında bilgilendirme ve halkın isteklerini, sorunlarını bu
kurumlara bildirme gibi olumlu etkileri vardır. Medyanın ayrıca; halkı yönlendirme,
belli bir konuyu empoze etme, gündemi halkın aleyhine değiştirme gibi olumsuz
etkilerinin olduğu da bilinmektedir. Medyanın hitap ettiği kitle üzerinde oluşturmak
istediği etkiyi belirli teknikler uygulayarak gerçekleştirdiği bilinmektedir. Medyanın
gündem belirleme gücü bu tekniklerden biridir. Medyanın gündem oluşturma
tekniğine ilk dikkat çeken isimin, 1922’de yazdığı ‘Kamuoyu’ adlı kitapta kitle
iletişim araçlarının izleyici ile dış dünya arasında bir köprü görevi üstlendiğini
söyleyen Walter Lippman olduğu bilinmektedir.445 Bernard Cohen’in daha önce de
aktarılan “medya ne düşüneceğimizi söylemekte başarılı olamayabilir, fakat ne
hakkında düşüneceğimizi söylemekte fevkalade başarılıdır” sözü medyanın gündem
oluşturma felsefesinin özünü ortaya koymaktadır. Bu felsefenin temsilcileri Donal L.
Shaw ve Maxwell McCombs’un medyanın gündem belirleme fonksiyonunu; kişilerin
fikirlerini şekillendirmek adına onların algılarına tesir etme kabiliyeti olarak ifade
ettikleri görülmektedir.446 Medyanın gündem sınırlarını oluşturmada harekete geçirici
temel güç olduğuna dikkat çeken Severin ve Tankard “Gazete insanların
çoğunluğunun ne hakkında konuşacağına, çoğunluğun gerçekleri ne olarak
düşüneceğine ve pek çok insanın sorunlarla mücadele etmede hangi yolu kabul
edeceğine karar vermede en büyük paya sahiptir.” değerlendirmesinde bulunmuştur.447
Medyanın gündem belirleme gücü demokratik sisteme ve bilince sahip ülke ve
toplumlarda medyanın dördüncü kuvvet sorumluluğu çerçevesinde sürdürülmektedir.
Böyle bir sistemi ve bilinci olmayan bir ülke veya toplumda ise medyanın bu
sorumluluğunun medyanın yürütmeyle olan ekonomik ilişkileri nedeniyle ortadan
kalktığı görülmektedir. Dolayısıyla medya siyasi iradenin gündemini kamuoyu
445
Odyakmaz, A.g.e., s. 109.
Donal Shaw, Maxwell McCombs, “The Emergence of American Political Issues: The Agenda
Setting Function of the Press”, St Paul: West Publishing Company, 1977, s. 5’den Aktaran Yüksel,
A.g.e., s. 24.
447
Werner J., Tankard, A.g.e., s. 367.
446
164
gündemiymiş gibi halka sunar ve kamuoyunun sorunlarının taşıyıcısı olmak yerine
siyasi iradenin çıkarlarının taşıyıcısı hâline gelir. Medyanın gündem belirleme gücü ve
kamu gündemi üzerindeki etkisi göz önüne alındığında, özellikle seçim dönemlerinde
medyanın aktardığı haberlerde hangi siyasi partileri, ne sıklıkla ve nasıl yansıttığı
siyasi partiler açısından büyük önem arz etmektedir. Demokratik sistemlerde herkese
eşit mesafede olması gereken ve kamuoyu lehine yayıncılık yapması beklenen devlete
bağlı medya kurumlarının, yürütmenin güdümüne girmesi sonucu yayınlarında adil
zaman paylaşımında bulunmadığı bu nedenle sık sık eleştirildikleri görülmektedir.
Örneğin, Türkiye’de TRT ve Anadolu Ajansı’nın son zamanlarda yaptığı yayıncılıkta
tarafsızlığını kaybettiği gerekçesiyle çok sert eleştiriler aldığı görülmektedir.448 Ayrıca
medyanın siyasal aktörlerin icraatlarını aktarma rolü de medyanın iktidar tarafından
belirlenen gündemi yansıtma şeklini ortaya koymaktadır. Yine son yıllarda Türkiye’de
her türden küçüklü büyüklü açılış programlarının canlı yayınla verilmesi bu tespite
örnek teşkil etmektedir.
Medyanın gerek içerik gerekse üslup unsurlarını içine katarak haberleri sunuş
şekli, izleyici kitlenin söz konusu haber hakkında ne ve nasıl düşünmesi gerektiğini
ortaya koymaktadır. Frankfurt Okulu’nun önde gelen temsilcilerinden Herbert
Marcuse, iletişim araçlarının dili kullanım biçimlerinin okuyucu üzerinde anestezi
etkisi yaparak duyu yitimine sebebiyet verdiğini belirtmektedir. 449 Medya bu gücünü
kamuoyu lehine kamuoyu oluşturma amacı ile kullanırsa toplumun fark edemediği
fakat ihtiva bakımından son derece önemli olan bir konunun gün yüzüne çıkarılmasını
ve üzerinde tartışılmasını sağlayabilir. Şayet ister holding medyası olsun isterse de
iktidar güdümünde ki medya olsun bu gücü dördüncü kuvvet sorumluluğunu bir tarafa
iterek kamuoyu aleyhine kullanırsa halkın gerçekleri ya da gerçek gündemi öğrenme
ve sorgulama hakkı elinden alınmış olur. Günümüzde pedofili vakalarıyla ilgili
haberlerde medyanın bu gücü bazen kamuoyu lehine bazen de kamuoyu aleyhinde
kullandığı görülmektedir. Demokrasinin kurumsal kimliğe kavuşmadığı, demokrasi
TRT’nin ayırdığı sürelere tepki, (Çevrimiçi) http://www.hurriyet.com.tr/trtnin-ayirdigi-sureleretepki-40006802 ayrıca http://t24.com.tr/haber/trt-tartismasi-devam-ediyor-akp-ve-erdogana-59-saatchpye-5-saat-mhpye-1-saat-hdpye-18-dakika,314394, 17 Mart 2016.
449
Herbert Marcuse, Tek Boyutlu İnsan: İleri İşleyim Toplumunun İdeolojisi Üzerine İncelemeler,
Çev: Aziz Yardımlı, İdea Yayınları, İstanbul, 1990. s. 83.
448
165
kültürünün yerleşmediği bir toplumda, kamuoyu oluşturma araçlarını tekelinde
bulunduran siyasal erkin toplumu istediği gibi yönlendirdiği görülmektedir. Böyle bir
siyasal sistemde ana sorumluluğu kamu gözcülüğü bazen de sözcülüğü olan medyanın
iktidara rağmen kendisinden beklenen rolü oynamasının mümkün olmadığı
bilinmektedir.
Medyanın dördüncü kuvvet sorumluğu çerçevesinde hareket etmesi son derece
önemlidir. Bu sorumluluk çerçevesinde hareket ettiği takdirde doğasında zaten var
olan ve herkesin kabul ettiği gücünü kamuoyu ve demokrasi lehine kullanmış olur.
Böylece demokrasinin daha güçlü olmasına katkı sağlar. Ne zaman ki bu
sorumluluğunu çeşitli nedenlerden dolayı unutur ve yerine getirmez hem kamuoyunu
manipüle etmiş hem de demokrasinin ve demokratik işleyişin altını oymuş olur.
Medyanın dördüncü kuvvet sorumluluğunu yerine getirmesinin ön koşullarından
birinin
kendisini
demokratik
bir
çizgide
konumlandırmasına
bağlı
olduğu
bilinmektedir. Bu, demokratik bir kamuoyunun oluşması için de son derece önemlidir.
Medyanın kendisini demokratikleştirmesi ve demokratik bir çizgide tutabilmesi için de
kamuoyunun medyayı demokratik bir zeminde görme talebinin olması gerekmektedir.
Günümüzde geçmiş yıllara nazaran daha katılımcı bir yapıya evrilen medyaya bu
talebi iletmek hem mümkün hem de etkili olabilmektedir. Kamuoyunun böyle bir tavır
ortaya koyması kamuoyunun tepkisinden korkan ve de kamuoyundan daha az özür
dilemek zorunda kalan bir medya anlayışına imkân tanıyabilir.
Medyanın hitap ettiği kitleler üzerinde uyguladığı bir başka teknik ise Suskunluk
Sarmalı’dır.
Alman
sosyal
bilimci
Elisabeth
Noelle
Neumann
tarafından
temellendirilen bu kurama göre Suskunluk Sarmalı: 450
“Suskunluk sarmalı anonim bir toplumda bağlılığın, değerler ve hedefler
üzerindeki yeterli bir anlaşma düzeyi aracılığıyla sürekli olarak sağlanmak
zorunda olduğu varsayımı üzerine kuruludur. Bu anlaşmaya kamuoyu diyoruz.
Bu tür bir anlaşma yalnızca siyasal konularda değil, gelenekler ve moda gibi
dışsal etmenler açısından da aranır… Suskunluk sarmalı kuramı, yalnızca
450
Neumann, A.g.e., s. 384-385.
166
üyelerin birbirlerini tanıdıkları grupların değil, toplumun da oydaşmadan
sapan bireyleri tehdit ettiği varsayımına dayanır. Toplum bunları dışlama ve
ihraç ile tehdit eder, bireyler de belki genetik olarak belirlenen bilinçaltı bir
dışlanma korkusu taşırlar. Bu dışlanma korkusu, insanların çevrelerinde hangi
fikirlerin ve davranış biçimlerinin benimsendiğini ya da reddedildiğini ve hangi
fikir ve davranış biçimlerinin taraftarlarının arttığını ya da azaldığını düzenli
olarak kontrol etmelerine yol açar… Eğer insanlar kendi fikirlerinin
kamuoyundaki oydaşma içinde yer aldığına inanırlarsa, özel ve kamusal
tartışmalarda yüksek sesle konuşma cesaretine sahip olurlar. Örneğin rozetler
ve arabalarına yapıştırdıkları sloganlarla ve yine giyimleriyle ve halkın
görebileceği biçimde üzerlerine taktıkları simgelerle inançlarını açığa vururlar.
Tam tersine, insanlar azılıkta olduklarını hissettiklerinde ise suskun ve temkinli
davranırlar, böylece kamu önünde kendi taraflarının zayıflığı hakkındaki
izlenim daha da pekişir. Bu durum, geçmişten gelen değerlere sıkı sıkıya sarılan
kararlı bir azınlık dışında, zayıf tarafın fikirleri tümüyle ortadan yok olana
kadar sürer.”
Suskunluk Sarmalı kuramı özetle;
kuram bireylerin içinde yaşadıkları
toplumdan dışlanmamak için kamuoyunda gündem olan veya olmamış herhangi bir
konuda farklı görüşlere sahip olmalarına rağmen farklı olan gerçek görüşlerini
açıklamaktan sakınmaları ve giderek suskunlaşmaları durumunu anlatmaktadır.
Kuvvetler ayrılığı çizgisi silikleşmiş ya da tamamen yok olmuş toplumlarda bu
kuramın özellikle yürütme tarafından dizayn edilmiş bir medya düzeninde kamuoyunu
denetleme adına daha sık kullanılan bir yöntem olduğu söylenebilir. İçinde yaşadıkları
toplumda herhangi bir konuda çoğunluğa göre farklı düşüncelere sahip bireylerin
medyadan aldıkları izlenimlere göre davrandıklarını öne süren bu kurama göre,
bireyler kendi düşüncelerinin kamuoyunda kabul görüp görmediği izlenimini
medyadan edinirler. Eğer kendi gibi düşünenler azınlıktaysa veya kamuoyu bu
düşünceye karşı bir tutum takınıyorsa susmayı tercih ederler. Kamuoyunu toplumsal
bir konsensüs alanı olarak değerlendiren bu kurama göre, konsensüsün dışında kalan
farklı görüşlerin ve bu görüşlerin sahibi olan bireylerin dışlanmakla tehdit edilmesi
medya aracılığıyla gerçekleşmektedir. Böyle bir toplumda medya sahip olduğu güç
167
dolayısıyla manipüle edilmiş bir kamuoyunun varlığına sebebiyet vererek demokrasi
kurumuna zarar verebilmektedir.
Suskunluk Sarmalı tekniği ile ilgili yakından ilişkili bir başka kuram da Tercih
Çarpıtması’dır. Amerika’da iktisat ve siyaset bilimi üzerine çalışmalar yapan Timur
Kuran’ın öne sürdüğü bu kurama göre, toplumsal faktörler bireyin tercihlerini
etkilemektedir. Böyle bir toplumda birey tercihini üç ayrı duruma göre verir. Kuran’a
göre bu üç durum; toplumun kararından elde edeceği tatmin, seçtiği tercihten
kaynaklanacak ödül ve zorluklar ile kendini dürüstçe ifade etmekten edineceği yarar
olarak açıklanmaktadır.451 Bu kuramı tercih çarpıtmasından ayıran en önemli fark;
suskunluk sarmalında olduğu gibi bireyin hem susarak düşüncelerini ifade etmemesi
hem de düşüncelerinin kamuoyuyla aynı olduğunu ilan etmesidir. Devlet veya
herhangi bir baskı veya çıkar grubu, çoğu zaman düşünülmesini, algılanmasını istediği
şeyi doğrudan empoze etmektense özellikle medya aracılığıyla kamuoyunun bu tercihi
sahiplenerek yönlendirmesini sağlarlar. Böyle bir ortamda bireyler toplumdan farklı
olan düşüncelerini açıklarken dışlanma, cezalandırılma, aşağılanma gibi yaptırımlara
maruz bırakılırlar. Açık kamuoyu muhalefetinin bulunmadığı bir düzenin tesis
edilmesine katkı sağlayan bu tarz teknikler aynı zamanda tek tip düşünen bir toplumun
arzu edilmesinden kaynaklanmaktadır. Tercih çarpıtmasının en tehlikeli sonucu,
toplumsal uzlaşmayı engellemesi ve sosyal patlama yaratabilecek olmasıdır.452
Özü; düşünce ve bunu dile getirme hürriyetine dayanan demokrasilerde
çoğunluğun iradesinde kendisini bulamayan kişilerin bu haklarından bahsetmek
mümkün değildir. Tocqueville’in bu durumla ilgili şu tespiti dikkate değerdir: 453
“Aristokrasilerde insanlar birey olarak daha güçlüdür, çoğunluğa ters
düştüklerinde
kendi
çevrelerinde
birbirlerini
destekler
ve
avuturlar.
Demokrasilerde ise (…) çoğunluğun dışında yaşamak, yaşamamak gibidir.
Timur Kuran, Yalanla Yaşamak: Tercih Çarpıtmasının Toplumsal Sonuçları,
Çev:, Alp Tümertekin, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2001, s. 36.
452
A.e., s. 17.
453
Tocqueville, A.g.e., s. 234.
451
168
Çoğunluğun kendisi gibi düşünmeyenlere baskı yapmak için yasalara ihtiyacı
yoktur, onaylamaması kişileri yalnızlığa ve umutsuzluğa itmek için yeterlidir.”
169
SONUÇ
Son dönemde dünya genelinde otoriterleşme eğilimlerinin yeni bir yükseliş
ivmesi kazandığı günümüzde, binlerce yıllık bir geleneğe sahip olan demokrasi
kavramının kuramsallaşarak ideal bir siyasal ve toplumsal sistemi işaret ettiği daha net
bir şekilde görülmektedir. Bu siyasal sistem içerisinde yaşayan bireylerin temel hak ve
özgürlüklerinin en üst seviyede karşılanmasını güvence altına almayı kendisine ilke
edinen, çağımızın fenomeni olarak nitelendiren demokrasi rejiminin işlerlik
kazanmasında medya ile olan ilişkisinin biçimi büyük önem arz etmektedir.
Demokrasilerin en önemli erdemlerinden biri yasama, yürütme ve yargıdan
oluşan kuvvetler ayrılığı ilkesine dayanmasıdır. Bu ilke ile yürütmenin başında ki
iktidarların denetlenebilmesi mümkün hâle gelmiştir. Demokratik sistemin öznesi olan
yasama, yürütme ve yargı gibi temel kurumların her daim birbiri ile uyumlu olması
zorunluluğu daha çok sivil bir yapıda ve kamu yararına odaklı bir kontrol
mekanizmasına olan ihtiyacı doğurmuştur. Zaman, ilk kitle iletişim araçları arasında
sayılan gazetelerin doğuşu ve üstlendiği roller ile beraber bu ihtiyacı karşılayabilecek
en etkili mecranın medya olduğunu göstermiştir. Demokrasi tarihi içerisinde son
derece önemli olan İngiltere, Fransa ve Amerika devrimlerinin gerçekleşmesinde
hayati rolleri yerine getiren o dönemin basını, söz konusu devrimlerin tabanda karşılık
bulup o ülke halkları lehinde sonuçlanmasını sağlamıştır. Bugün, basın ve ifade
özgürlüğü gibi özgürlük adına sahip olduğumuz her ne varsa hem bu devrimlerin hem
de o dönem gazetelerinin bir sonucudur yorumunda bulunmamız abartılı olmaz. Öyle
ki 10 Aralık 1948 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun kabul ettiği İnsan
Hakları Evrensel Bildirgesinin Birinci Maddesi’nde “Bütün insanlar özgür, onur ve
haklar bakımından eşit doğar. Akıl ve vicdan sahibidir, birbirlerine karşı kardeşlik
anlayışıyla davranmalıdırlar” ilkesi aynı zamanda Fransız Devrimi’nin (1789-1794)
sembolü olan devrimin üç ana ilkesi olan ‘liberté’ (özgürlük), ‘égalité’ (eşitlik)
‘franternité’ (kardeşlik) unsurları ile de yakından ilişkilidir. Anayasasında basın
özgürlüğüne ilk kez yer veren ülke Amerika Birleşik Devletleri’dir. Oral Sander bu
bildirge ile ortaya koyulan inanç, basın, toplanma hürriyeti, sebepli sebepsiz
tutuklamanın olmaması ve kanun karşısında eşitlik gibi birçok temel hakkın o dönem
Avrupalıların kazanmaya uğraştığı haklar olduğunu belirtmiştir. Sander, Amerika’nın
170
bu tarz bir model sunmasını ise Fransızların, devrimlerine insan hak ve hürriyetleriyle
alakalı bir metin rehberliğinde başlamalarına ışık tuttuğunu söylemiştir. Sander’in bu
tespitlerinin yukarda bulunduğumuz yorumu doğrular nitelikte olduğu görülmektedir.
Medya, mevcut ekonomik, kültürel, toplumsal ve siyasal sistemlerin aksayan
yönlerini eleştiren, iktidarların bu alanlara ilişkin uygulamalarını denetleyen en önemli
araç ve de güçtür. Demokratik sistemin üç önemli erkinden yasama; belirli aralıklarla
demokratik usullerle seçilmiş milletvekillerince, yürütme; yine demokratik usullerle
seçilmiş ve çoğunluğu elde etmiş bir parti grubunu temsil eden hükûmetlerce, yargı
ise; hukuk konusunda belirli bir formasyona sahip hâkim ve savcılardan oluşan
bürokratlarca temsil edilmektedir. Seçimler dışında bir vatandaşın bu üç erkin işleyiş
ve denetlenmesine aktif olarak katılması pek de mümkün olamamaktadır.
Demokrasinin dördüncü kuvveti olan medya erki ise üstlendiği kamu hizmeti rolü
itibariyle vatandaşların bu erklerden beklediği sorumlulukları yerine getirip
getirmediğini kamuoyu adına denetleyerek, sözcüsü olduğu vatandaşların bu sisteme
katılımcı olabilmelerini sağlamaktadır. Bu nedenle kamuoyu yararına yayıncılık
refleksine sahip özgür bir medyanın varlığı, demokratik bir sistem içerisinde yönetilen
konumundaki
sade
vatandaşın
yönetime
sesini
duyurabileceği
ve
onları
denetleyebileceği tek güç olarak belirmektedir. Medyanın, demokrasilerin esas öznesi
olan kamuoyu adına üstlendiği sorumluluk ve kamuoyu üzerindeki etkisi onu
demokratik sistemin çok önemli bir unsuru hâline getirmektedir.
Demokratik sistemlerde yürütme erkini temsil eden iktidarların meşruiyetlerinin
temel dayanağı kamuoyudur. Bir iktidarın demokratikliğinin önemli göstergelerinden
biri de karar ve faaliyetlerinde kamuoyunun taleplerine göre hareket etmesi ve onu
karşısına alacak türden eylemlerden sakınmasıdır diyebiliriz. Burada kamuoyu
gündemini kimin belirlediği, özgür bir ortamda oluşup oluşmadığı ve kamuoyunun
sesinin özgür bir şekilde ifade edilip edilmediği de o sistemin demokratikliği
konusunda bir fikir edinebilmemizi kolaylaştırmaktadır. Özellikle yürütme erki ve
diğer siyasal aktörler üzerinde önemli bir baskı aracı olan medyanın, yaptığı yayınlar
aracılığıyla aynı zamanda kamuoyunu yönlendirme etkisine sahip olması onu hem
demokrasinin güvencesi hem de tehdit aracı hâline getirebilmektedir. Bu nedenle iyi
171
bilgilendirilmiş yurttaşların, doğal ve reel bir tartışma sürecinin sonucunda elde
ettikleri kanının bütünü olarak tanımlanan ‘kamuoyu’nun, oluşumu ve bilgilendirmesi
sürecinde medya göz ardı edilemez bir öneme sahiptir. Günümüzde medyanın
dördüncü kuvvet sorumluluğunu taşıyıp taşımadığı, dördüncü kuvvet olma işlevini
yerine getirip getirmediği tartışılsa da kamu yararı gözeten medyanın demokrasiler
için büyük bir kazanım olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Bunun son örneği, 03 Nisan
2016 tarihinde kamuoyuna sızan dünya genelinde birçok önemli ismin vergi kaçırmak
için kullandığı Panama Belgeleri’nin yayınlanması sürecinde görülmüştür. 12 Dünya
lideri ve 140 politikacıya ait offshore hesap bilgilerinin kamuoyuna sızmasının
ardından konunun üzerine giden birçok medya organı hem kısa zamanda kamuoyu
oluşturmayı başardı hemde offshore hesabı olan kişiler üzerinde büyük bir baskı
oluşturdu.
Kamuoyu
baskısı
sonucu
İzlanda
Başbakanı
Sigmundur
David
Gunnlangsson istifa etmek zorunda kalırken belgelerde adı geçen İngiltere Başbakanı
David Cameron ise baskılar nedeniyle İngiltere tarihinde ilk kez vergi beyannamesini
açıklayan başbakan olarak tarihte ki yerini aldı.
Çalışmanın bütününü oluşturan konu başlıklarına ilişkin yaptığımız literatür
taraması ve okumalar sonucunda 17. yüzyıl da günlük gazetelerle başlayıp,
günümüzde radyo, televizyon ve internet gibi yeni iletişim teknolojilerine dayalı bir
medya ortamı ile devam eden kitle iletişiminin kamuoyundaki önemli rolünün
çeşitlenerek devam ettiği görülmektedir. Fakat burada küreselleşme ile de yakından
ilişkili olarak medya sektörünün faaliyet gösterdikleri ülkelerde siyasal iktidar ile olan
mesafesiz ilişkilerinin zaman zaman kamuoyu lehine üstlenmesi gereken rolleri göz
ardı etmesi büyük bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Halbuki demokratik
sistemlerin dördüncü kuvvet olarak tasavvur ettiği medyanın kamuoyunun kendisinden
beklediği sorumlulukları yerine getirmesi en başta kendi varlığını sürdürebilmesinin
bir ön koşuludur. Bu sorumluluk çerçevesinde hareket eden bir medyanın hem
demokratik sistemin işlerliğine hem de kamuoyuna sunacağı katkılar kendisine de
büyük bir değer kazandıracaktır. Medyanın bu sorumluluğu tam anlamıyla olamasa
bile ideale yakın bir şekilde yerine getirmeye çalışmasının onun kamuoyu ile olan
ilişkisinde ihtiyaç duyulan saygı ve güvenin tesis edilmesine de katkı sağlayacağı
düşünülmektedir.
172
KAYNAKÇA
Abbott, Andrew:
"Of Time and Space: The Contemporary Relevance
of the Chicago School", Social Forces, Vol. 75, No.4
(Jun., 1997), ss. 1149-1182.
Ağaoğulları, Mehmet Ali:
Kral Devlet ya da Ölümlü Tanrı, Ankara, İmge
Kitabevi, 2004.
Ağaoğulları, Mehmet Ali:
Kral Devletten Ulus Devlete, Ankara, İmge
Kitabevi, 2005.
Aktan, Coşkun Can:
“Demokrasi Üzerine Özlü Sözler”, (Çevrimiçi)
http://www.canaktan.org/politika/demokrasi/makalel
er/ozlusoz-demok.htm, 05.Şubat 2016.
Aktaş, Celalettin:
“Amerika
Birleşik
Devletleri’nde
Gazetecilik”,
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi,
Sayı 6, 1997.
Akgül, Mehmet :
“Kuvvetler
Ayrılığı
Günümüz
Demokratik
İlkesinin
Dönüşümü
Rejimlerindeki
ve
Anlamı”
Ankara Barosu Dergisi, Yıl: 68, Sayı: 4, 2010.
ss.79-101.
Altay, Derya:
“Küresel
Köyün
Medyatik
Mimarı
Marshall
McLuhan”, Kadife Karanlık, İstanbul, Su Yayınevi,
2005.
Alemdar, Korkmaz, Uzun,
Herkes İçin Gazete-ci-lik, Ankara, Tanyeri Kitap,
Ruhdan:
2013.
Altunbaş, Hüseyin:
“Başlangıcından
Günümüze
Reklamcılığı,
Türkiye’de
Radyo
Yerel
ve
Radyo
Radyo
173
İstasyonlarının Reklam Aracı Olarak Kullanılışı,
Sorunları ve Model Önerisi” Anadolu Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Reklam ve Halkla
İlişkiler Anabilim Dalı Yayımlanmamış Doktora
Tezi, Dan.: Prof. Dr. İlhan Ünlü, Eskişehir, 2003.
Althusser, Louis:
İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, Çev:,
Yusuf Alp ve Mahmut Özışık İstanbul, İletişim
Yayınları, 2005.
Arı, Mehmet:
“Düşük Yoğunluklu Demokrasi ve Türkiye: 1980
Sonrası
Dönemde
Türkiye’de
Demokratikleşme
Süreci”, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi
Bölümü Yayımlanmamış Doktora Tezi, Dan.: Prof.
Dr. Ömür Sezgin, Ankara, 2004.
Armaoğlu, Fahir:
19. Yüzyıl Siyasi Tarihi
1789–1914, Alkım
Yayınevi, 2006.
Aron, Raymond:
Demokrasi ve Totaliterizm, Çev.: Vahdi Hatay,
İstanbul: Kültür Bakanlığı Kültür Eserleri, No:3,
1976.
Atabek, Ümit:
“İletişim
Teknolojileri
ve
Yerel
Medya
İçin
Olanaklar”, Yeni İletişim Teknolojileri ve Medya,
İstanbul, IPS İletişim Vakfı Yayınları, 2005.
Aydın-Şakı, Oya:
“Memoire de sur Le journalisme dans les radios
nationales en Turquie
commercialisation
et
dans
du
le cadre de
la
developement
174
technologique”, Galatasaray Üniversitesi Sosyal
Bilimler
Enstitüsü
İletişim
Anabilim
Dalı
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Dan.: Prof.
Dr. Özden Cankaya, İstanbul, 2004.
Aziz, Aysel:
Radyo ve Televizyona Giriş, Ankara, Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Yayınları, No:460,
1981.
Baldini, Massimo:
İletişim Tarihi, Çev.: Gül Batuş, İstanbul, Avcıol
Yayınları, 1. Baskı, 2000.
Barbier, Frédéric, Lavenir, “Kitle iletişim Araçlarının Bir Tarihi Vardır”,
Bertho Catherine:
Diderot’dan İnternete Medya Tarihi, Okuyanus
Yayınları, İstanbul, 2001.
Bauman, Zygmunt:
Yasa Koyucular ile Yorumcular, Çev.: Kemal
Atakay, İstanbul, Metis Yayınları, 2. Baskı, 2003.
Baydar, Yavuz:
“Türkiye’de Medya Patronları Demokrasinin Altını
Oyuyorlar”
nytimes.com,
19
Temmuz
2013,
(Çevrimiçi)http://www.nytimes.com/2013
/07/21/opinion/sunday/turkiyede-medya-patronlardemokrasinin-altn-oyuyorlar.html, 15 Mart 2016.
Beetham,
David,
Boyle, Demokrasinin
Temelleri,
Çev.:
Vahit
Bıçak,
Kevin:
Ankara: Liberte Yayınları, 1998.
Bektaş, Arsev:
Kamuoyu İletişim ve Demokrasi, İstanbul, Bağlam
Yayınları, 1996.
Belsey, Andrew:
“Mahremiyet,
Aleniyet,
Siyaset”,
Medya
ve
175
Gazetecilikte Etik Sorunlar, Der:, Andrew Belsey
ve Ruth Chadwick, Çev:, Nurçay Türkoğlu, İstanbul,
Ayrıntı Yayınları, 1998.
Berktay, Fatmagül:
“Liberalizm Tek Bir Teorik Pozisyona İndirgenmesi
Olanaksız Bir İdeoloji” 19.Yüzyıldan 20.Yüzyıla
Modern Siyasal İdeolojiler, İstanbul, İstanbul Bilgi
Üniversitesi Yayınları, 2009. ss. 49-114.
Bimber, Bruce:
“İnternet
ve
Siyasi
Dönüşüm:
Hızlandırılmış
Çoğulculuk”, Cogito: İnternet: Üçüncü Devrim?,
No: 30, 2002.
Birsen, Haluk:
“Differing From Print Or Being Online Newspaper:
A Research About The Online Counterparts Of
Turkish Newspapers”, 1st International Symposium
Communication in the Millennium” University of
Texas at Austin (U.S.A)-Anadolu Universityİstanbul University, 19-21 Şubat 2003, s. 212.
(Çevrimiçi) http://cim.anadolu.edu.tr/pdf/2003/15.pdf
, 01 Mart 2016.
Braudel, Fernand:
Uygarlıkların Grameri, Ankara, Çev.: Mehmet Ali
Kılıçbay İmge Kitabevi, 2001.
Briggs, Asa, Burke, Peter:
Medyanın Toplumsal Tarihi, İzdüşüm Yayınları
Çev.: İbrahim Şener, 1. Basım, İstanbul, 2004.
Bülbül, Rıdvan:
Genel Gazetecilik Bilgileri, Ankara, Nobel Yayın
Dağıtım, 1999.
Büyükbaykal-Ilgaz, Ceyda:
“Türkiye’de Televizyon Alanında Küresel-Yerel
176
Birlikteliği: CNN Türk ve CNBC-E Örneği”,
İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Gazetecilik
Anabilim
Dalı
Yayınlanmamış
Doktora Tezi, Dan.: Prof. Dr. Suat Gezgin, İstanbul,
2003.
Castells, Manuel:
Enformasyon Çağı: Ekonomi, Toplum ve Kültür,
Ağ Toplumunun Yükselişi, İstanbul, İstanbul Bilgi
Üniversitesi Yayınları, 2005.
Cemalcılar, İlhan:
Pazarlama: Kavramlar ve İlkeler, İstanbul, Beta
Yayınevi, 1998.
Cevizci, Ahmet:
Felsefe Terimleri Sözlüğü, İstanbul, Paradigma
Yayınları, 2003.
Chomsky, Noam:
Medya Denetimi, İstanbul, Everest Yayınları, 2005.
Chomsky, Noam:
Medya Gerçeği, Çev:, Abdullah Yılmaz, İstanbul
Tümzamanlar Yayıncılık, 1999.
Cuilenburg, Jan van:
Medya ve Demokrasi, s. 108. (Çevrimiçi)
http://ilefarsiv.com/etik/wp-content/uploads/jan-vancuilenburg-medya-ve-demokrasi.pdf, 20 Mart 2016.
Curran, James:
“Medya ve Demokrasi: Yeniden Değer Biçme”,
Medya, Kültür, Siyaset, Der:, Süleyman İrvan,
Ankara, Alp Yayınevi, 2002.
Çakır, Hamza:
“Geleneksel
Gazetecilik
Karşısında
İnternet
Gazeteciliği”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, Kayseri, Sayı: 22, 2007.
177
Çakır, Hamza:
Osmanlıda Basın İktidar İlişkileri (Azınlık Basını,
Türkçe Basın, Dış Basın), Siyasal Kitabevi, 2002.
Çebi, Murat Sadullah:
“Medyaya
Çekidüzen,
Çerçevesinde
Kural
Devlet-Medya
Ayrılığı
İlişkileri”,
Görüşü
Yeni
Türkiye Dergisi Medya Özel Sayısı. Cilt II,
Sayı:12, Kasım-Aralık 1996. Çev:, Alp Tümertekin,
Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2001.
Çubukçu-Uçan, Sevgi:
“Sosyal Demokrasi:Melez Bir Politik Gelecek”
19.Yüzyıldan
20.
Yüzyıla
Modern
Siyasal
İdeolojiler, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi
Yayınları, 2009. ss. 255-306.
Dahl, Robert A.:
Demokrasi ve Elestirileri, Çev.: Levent Köker,
Ankara, Türk Siyasal İlimler Derneği TDV Yayını,
1993.
Dahl, Robert A.:
Demokrasi ve Elestirileri, Çev.: Levent Köker,
Ankara, Yetkin Yayınları, 1996.
Değirmenci, Nigâr:
“Medya ve Demokrasi: Türkiye’de Siyasal İktidarToplum İlişkisinde Medyanın Rolü”, Dokuz Eylül
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu
Yönetimi Bölümü Yayımlanmamış Doktora Tezi,
Dan.: Prof. Dr. Tülay Özüerman İzmir, 2010.
Demir, Vedat:
“Medya Özgür Olmadan Demokrasi Mümkün mü?”
yarinabakis.com, 28 Mart 2016,
https://www.yarinabakis.com
(Çevrimiçi)
/2016/04/11/medya-
ozgur-olmadan-demokrasi mumkun-mu/, 14 Nisan
2016.
178
Demir, Vedat:
“Tek
sesli
medya
demokrasiyi
yarinabakis.com, 28 Mart 2016,
çürütüyor”
(Çevrimiçi)
https://www.yarinabakis.com/2016/03/28/istanbuluniversitesi-iletisim-fakultesinden-prof-dr-vedatdemir-turkiyede-basin-ozgurlugu-can-cekisiyor/
28
Mart 2016.
Dilmen, Necmi Emel:
“Yönetenler
Gazeteleri
Açısından
ve
Değerlendirme”,
Haber
Türkiye’deki
Portalları
İstanbul
İnternet
Üzerine
Üniversitesi
Bir
İletişim
Fakültesi Dergisi, Sayı: 22, 2005.
Duverger, Maurice:
Siyasal Rejimler, İstanbul, Sosyal Yayınlar,1986.
Edwy, Plenel:
"Peut-être que la réussite d'une tribu d'Indiens
comme nous dérange
"Le Nouvel Observateur
Dergisi”,
(Çevrimiçi)
http://teleobs.nouvelobs.com/actualites
/20160302.OBS5716/edwy-plenel-peut-etre-que-lareussite-d-une-tribu-d-indiens-comme-nousderange.html, 01 Mart 2016.
Erdoğan, İrfan, Alemdar, Öteki Kuram: Kitle İletişiminde Yaklaşımların
Korkmaz:
Tarihsel ve Eleştirel Bir Değerlendirmesi, Ankara,
Erk Yayınları, 2002.
Erdoğan, İrfan:
“Liberal Demokratik Görüş ve Chicago Okulu”,
(Çevrimiçi)
http://www.irfanerdogan.com/makaleler1/chicago.pd
f, 07 Mart 2016.
179
Erdoğan, Mustafa:
Anayasa Hukuku, Ankara, Orion Kitabevi, 2011.
Eric, Hobsbawm J.:
Devrim Çağı: 1789-1848,
Ankara, Çev.: Jülide
Ergüder-Alâeddin Şenel, V Yayınları, 1989.
Ertuğ, Hasan Refik:
Basın ve Yayın Hareketleri Tarihi, Cilt 1, İstanbul,
İstanbul Üniversitesi Yayını, 1970.
Mısır,
Freeman, Charles:
Yunan
ve
Roma
Antik
Akdeniz
Uygarlıkları, Çev.: S. Kemal Angı, Ankara, Dost
Yayınları, 2005.
Uluslararası İletişim ve Haber Ajansları, Der
Girgin, Atilla:
Yayıncılık, İstanbul, 2002
Gorman,
Lyn,
McLean, Media and Society into the Twentieth Century,
David:
Blackwell Publishing Company, 2003.
Gönenç-Yapar, Aslı:
“İletişim
Teknolojilerinin
Etkileri”,
2nd
Medya
International
Üzerindeki
Symposium
Communication in the Millennium Kitabı, İstanbul
Üniversitesi, 2004.
Gönenç, Özgür:
“İnternet
ve
Türkiye’deki
Gelişimi”,
İstanbul
Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, Sayı:16,
2003.
Gönenç, Özgür:
Agence France Press ve Anadolu Ajansı’nın
Karşılaştırılması, İstanbul, İ.Ü. Basımevi, 2001.
Görmüş, Alper:
“Gazetecilik sır ifşa etme mesleğidir”, (Çevrimiçi)
http://www.aljazeera.com.tr/
gorus/gazetecilik-sir-
180
ifsa-etme-meslegidir, 01 Mart 2016.
Görmüş, Alper:
“Devletin
“dördüncü
kuvveti”…,
(Çevrimiçi)
http://arsiv.taraf.com.tr/yazilar/alpergormus/devletindorduncu-kuvvet-i/19325/, 02 Mart 2016.
Göze, Ayferi:
Siyasal Düşünceler ve Yönetimler, İstanbul, Beta Basım
Yayım, 5. Baskı, 1989
Göze, Ayferi:
Siyasal Düsünceler ve Yönetimler, İstanbul, Beta
Basım, 2007.
Gözler, Kemal:
Anayasa Hukukuna Giriş, Bursa, Ekin Kitabevi
Yayınları, 2006.
Göztepe, Ece:
Çoğunlukçu Demokrasi Anlayışına Karşı Çoğulcu
Demokrasi Modellleri, Ankara, Türkiye Barolar
Birliği Yayınları:186, 2011.
Güçdemir, Yeşim:
“Bilgisayar Ağları İnternetin Gelişimi ve Bilgi
Kirlenmesi”,
İstanbul
Üniversitesi
İletişim
Fakültesi Dergisi, Sayı 17, 2003.
Güner, Atilla:
“Mayamız Haber”, I. İletişim Kongresi Bildiri
Kitapçığı, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi, 13 Mart 2000.
Habermas, Jurgen:
Kamusallığın Yapısal Dönüşümü, Çev. Tanıl Bora
ve Mithat Sancar, İstanbul, İletişim Yayınları, 1997.
Habermas, Jurgen:
“Kamusal Alan,” Kamusal Alan, Ed. Meral Özbek,
181
İstanbul, Hil Yayın, 2004.
Hanioğlu, Şükrü:
“Yukarda, Demokrasi Aşağıda Çoğulculuğun Reddi”
sabah.com.tr,
19
Nisan
2015,
(Çevrimiçi)
http://www.sabah.com.tr/yazarlar/hanioglu/2015/04/1
9/yukarida-demokrasi-asagida-cogulculugun-reddi
01 Ocak 2016.
Hargreaves, Ian:
Gazetecilik, Çev.: Yeliz Özkan, Ankara, Dost
Kitabevi Yayınları, 1. Baskı, 2006.
Heller, Agnes:
“Biçimsel Demokrasi Üzerine”, Der.: John Keane,
Sivil Toplum ve Devlet, Çev.: Erkan Akın, İstanbul,
Ayrıntı Yayınları, 1993.
Heywood, Andrew:
Siyasi İdeolojiler, Ankara, Adres Yayınları, 2007.
Hill, Chiristopher:
1640 İngiliz Devrimi, İstanbul, Kaynak Yayınları,
1997.
Hunt, Frederic, Knight:
The Fourth Estate: Contributions Towards A
History of Newspapers, and of The Liberty of The
Press, Editor: David Bogue, London , (Çevrimiçi)
http://books.google.com/books?id=maA4AAAAIAA
J&printsec=frontcover&dq=history+of+newspapers,
08.Şubat 2016.
Işık, Metin:
Dünya ve Türkiye Bağlamında Kitle İletişim
Sistemleri, 2. Basım, Konya, Eğitim Kitabevi
Yayınları, 2007.
İnan, Afet:
Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk’ün El
182
Yazıları, Ankara, Yayına Hazırlayan: Ali Sevim,
Azmi Süslü, Mehmet Akif Tural, Atatürk Araştırma
Merkezi Yayınları, 2000.
İnceoğlu-Giritli, Yasemin:
Uluslararası Medya, Der Yayınları, İstanbul, 1997.
İnceoğlu-Giritli, Yasemin:
“Yurttaş Gazeteciliği Şart”, (Çevrimiçi)
http://www.yasemininceoglu.com/default.aspx?cat=4
&pag=127, 10 Mart 2016.
İnuğur, Nuri:
Basın ve Yayın Tarihi, İstanbul, Çağlayan Kitabevi,
1982
İnuğur, Nuri:
Basın ve Yayın Tarihi, İstanbul, Çağlayan Kitabevi,
1982. Der Yayınları 2002.
İrvan, Süleyman:
“Normatif Medya Kuramları”, Gazi Üniversitesi
İletişim Fakültesi Dergisi, Sayı 1-2, 1994.
İspir, Burçin:
“Bilgi Çağında Dijitalleşme ve Yeni Teknolojiye
Uyum: Türkiye’de Dijital Televizyon Yayıncılığı
Örneği”, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü İletişim Aanbilim Dalı Yayımlanmamış
Doktora Tezi, Dan.: Doç. Dr. Deniz Taşçı,
Eskişehir, 2008.
Jan, Van Dijk:
“Digital Media”, The Sage Handbook Of Media
Studies,
Ed:John
D.H.Downing,
ABD,
Sage
Publications Inc, 2005.
Jan, Van Dijk:
“Digital Democracy: Vision and Reality” 2013, s. 1.
(Çevrimiçi)
https://www.utwente.nl/bms/vandijk/research/itv/itv_
183
plaatje/Digital%20Democracy%20Vision%20and%20Reality.pdf, 20 Mart 2016.
Jeanneney, Jean Noel:
Başlangıçtan Günümüze Medya Tarihi, Çev.: Esra
Atuk, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları 2. Baskı, 2006.
Kabaağaç,
Sina,
Alova, Latince-Türkçe Sözlük, Sosyal Yayınlar, İstanbul,
Erdal:
1995.
Kapani, Münci:
Politika Bilimine Giriş, Ankara, Bilgi Yayınevi,
2000.
Kaya, A. Raşit:
Kitle İletişim Sitemleri, Ankara, Teori Yayınları,
1985.
Kaya, Tülay:
“Chicago Okulu Chicago’ya Özgü bir Perspektif”
İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Dergisi, Sayı 22,
2011.
Kennedy, Paul:
Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri, Çev.:
Birtane Karanakçı, Ankara, 2009.
Kırçıl, Güngör Aslı:
Dijital Çağda İletişime Yeni Yaklaşım : Online
Gazetecilik,
(Çevrimiçi)
http://www.academia.edu/1285028/DİJİTAL_ÇAĞD
A_İLETİŞİME_YENİ_YAKLAŞIM_ONLINE_GA
ZETECİLİK, 17 Şubat 2016.
Kışlalı, Ahmet Taner:
Kemalizm, Laiklik ve Demokrasi, Ankara, İmge
Kitabevi, 2007.
184
Kışlalı, Ahmet Taner:
Siyasal Sistemler, Ankara, İmge Kitabevi, 2006.
Kihtir, Arzu:
“Otosansür
varsa
aksiyon.com.tr,
özgürlükten
12
Ocak
söz
2016,
edemeyiz”,
(Çevrimiçi)
http://www.aksiyon.com.tr/medya/otosansur-varsaozgurlukten-soz-edemeyiz_553560, 12 Ocak 2016.
Kissinger, Henry:
Diplomasi, İstanbul, İş Bankası Kültür Yayınları,
2010.
Kocabas,
Füsun,
Elden, Reklamcılık: Kavramlar, Kararlar, Kurumlar,
Müge:
İstanbul, İletişim Yayınları, 2004.
Koçak, Seyda:
Kitle İletişim Kuramları, (Çevrimiçi)
http://www.academia.edu/8825381/Kitle_İletişim_K
uramları 06 Mart 2016.
Koloğlu, Orhan:
Osmanlı Döneminde Basın Teknikleri ve Araçları,
İstanbul, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi
Yayınları, 2010.
Koloğlu, Orhan:
Osmanlı’dan 21. Yüzyıla Basın Tarihi, İstanbul,
Pozitif Yayınları, 2006.
Kuran, Timur:
Yalanla
Yaşamak:
Tercih
Çarpıtmasının
Toplumsal Sonuçları, Çev:, Alp Tümertekin, Yapı
Kredi Yayınları, İstanbul, 2001.
Lazar, Judith:
İletişim Bilimi, Çev: Cengiz Anık, Vadi Yayınları,
Ankara, 2001.
Lijphart, Arend:
Çağdaş Demokrasiler, Ankara, Yetkin Yayınları,
185
1996.
Demokrasi Modelleri, İstanbul, İthaki Yayınları,
Lijphart, Arend:
Çev: Güneş Ayas-Utku Umut, 2014.
Totaliter ve Otoriter Rejimler, Çev:, Ergun
Linz, Juan Jose:
Özbudun, Ankara, Liberte Yayınları, 2008.
Lundby,
Knut,
Ronning, “Medya-Kültür-İletişim: Medya Kültürü Aracılığıyla
Helge:
Modernliğin Yorumlanışı”, Der:, Süleyman İrvan,
Medya Kültür Siyaset, Ankara, Alp Yayınevi, 2002.
Marcuse, Herbert :
Tek Boyutlu İnsan: İleri İşleyim Toplumunun
İdeolojisi Üzerine İncelemeler, Çev: Aziz Yardımlı,
İdea Yayınları, İstanbul, 1990.
Mayo, Henry Bertram:
Demokratik Teoriye Giriş, Çev.: Emre Kongar,
Ankara, Türk Siyasi İlimler Derneği Yayınları, 1964.
McGarvie, Richard E.:
“Are We Lurching Towards 'Mediacracy'?” The
Age,
2003,
(Çevrimiçi)
http://www.theage.com.au/articles/2003/05/12/10525
91733187.html, 16 Nisan 2016.
McLuhan, Marshall,
Global Köy, Çev: Bahar Öcal Düzgören, İstanbul,
Powers, Bruce R.:
Scala Yayıncılık, 2001.
McNeill, William H.:
Dünya Tarihi, Çev.: Alâeddin Şenel, Ankara, İmge
Kitabevi, 2008.
McQuail, Denis:
Kitle İletişim Kuramı (Giriş), Çev:, Ahmet Haluk
Yüksel, 1. Basım, Eskişehir, Anadolu Üniversitesi
186
Yayını, 1994.
Mengü, Mehmet Murat:
“Haber Diliyle Yapılandırılan Küresel Söylem: CNN
Türk ve CNN International Örneği” İstanbul
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü RadyoSinema-
Tv
Anabilim
Dalı
Yayımlanmamış
Doktora Tezi, Dan.: Prof. Dr. Nurdoğan Rigel,
İstanbul, 2003.
Meyer, Thomas:
Medya Demokrasisi, Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, İstanbul, 2004.
Miller, Coleman, Connolly, Blackwell’in Siyasal Düşünce Ansiklopedisi, Çev:,
Ryan:
Bülent Peker ve Nevzat Kıraç, Ankara, Ümit
Yayıncılık, 1995.
Milli Eğitim Bakanlığı:
Basının Doğuşu ve Gelişimi, Ankara, 2008,
(Çevrimiçi)
http://hbogm.meb.gov.tr/modulerprogramlar/kurspro
gramlari/gazetecilik/moduller/basinin_dogusu.pdf, 27
Şubat 2016.
Milli Eğitim Bakanlığı:
Milli Eğitim Bakanlığı, Radyo Televizyon Tarihi,
Ankara,
2011.
(Çevrimiçi)
http://www.megep.meb.gov.tr/mte_program_modul/
moduller_pdf/Radyo%20Televizyon%20Tarihi.pdf,
28 Şubat 2016.
Minogue, Kenneth:
Politics A Very Short Introduction, New York,
Oxford University Press, 2000.
187
Moore, Barrington Jr.:
Diktatörlüğün
ve
Demokrasinin
Toplumsal
Kökenleri, Ankara, Çev.: Alâeddin Şenel-Şirin
Tekeli, İmge Kitabevi, 2012.
Mora, Necla:
“Sözden
İnternete
İstanbul
Gazetecilik,”
Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, Sayı: 15,
2002.
Mora, Necla:
“Medya, Toplum ve Haber Kaynağı Olarak Sembolik
Seçkinler,” Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi,
Cilt 5, Sayı: 1, 2008.
Morva, Oya:
Chicago Okulu ve Pragmatik Sosyal Teoride
İletişimin Keşfi, İstanbul, Doruk Yayıncılık, 2013
Neumann, Elisabeth Noelle:
“Suskunluk Sarmalı Kuramının Medyayı Anlamaya
Etkisi”,
Der:, Süleyman İrvan, Medya Kültür
Siyaset, Ankara, Alp Yayınevi, 2002.
Neumann, Franz:
The Democratic And the Authoritarian State, Ed.:
Marcuse Herbert, New York, London, The Free Press,
1957-1966.
O’Neill, John:
“Piyasada
Gazetecilik
Gazetecilikte
Etik
Yapmak”,
Sorunlar,
Medya
Çev:,
ve
Nurçay
Türkoğlu, Der:, Andrew Belsey ve Ruth Chadwick,
İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1998.
Odyakmaz, Necla:
“Medya Ekolojisi”, İstanbul Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalı
Yayımlanmamış Doktora Tezi, Dan.: Prof. Dr.
Nurdoğan Rigel, İstanbul, 2005.
188
Oktay, Ahmet:
Toplumsal Değişme ve Basın, Bilim Felsefe Sanat
Yayınları, 1987.
Oktay, Mahmut:
İletişimciler İçin Davranış Bilimlerine Giriş,
İstanbul, Der Yayınları, 2000.
Oran, Baskın:
Türk Dış Politikası Cilt 1, İstanbul, İletişim
Yayınları, 2006.
Oskay, Ünsal:
Çağdaş Fantazya, Ankara, Ayko Yayınları, 1982.
Öğüt, Sertaç:
“Veri Madenciliği Kavramı ve Gelişim Süreci”,
(Çevrimiçi)
http://www.sertacogut.com/blog/wpcontent/uploads/2009/03/sertac_ogut__veri_madenciligi_kavrami_ve_gelisim_sureci.pdf,
s. 7. 4 Mart 2016.
Öğüt, Sertaç:
“Yeni Medya ve Sinema”, (Çevrimiçi)
http://www.sertacogut.com/blog/wpcontent/uploads/
2009/03/sertac_ogut_-_yeni_medyada_sinema.pdf,
14 Mart 2016.
Örs, H. Birsen:
“Faşizm:
19.Yüzyıldan
Modernitenin
20.Yüzyıla
Karanlık
Yüzü”
Modern
Siyasal
İdeolojiler, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi
Yayınları, 2009. ss. 479-514.
Özbay, Cahit:
Dünyada ve Osmanlıda Basının Tarihsel Gelişimi,
İstanbul, Doğu Kitapevi, 2014.
189
Özbek, Meral:
“Kamusal
Alanın
Sınırları,”
Kamusal
Alan,
İstanbul, Hil Yayın, 2004.
Türk Anayasa Hukuku, Ankara, Yetkin Yayınları,
Özbudun, Ergun:
2004.
Özçağlayan, Mehmet:
“Gazetelerin Gelişimi ve Gazeteciliğin Geleceği”,
Marmara Üniversitesi İletişim Dergisi, Sayı:13,
2008.
Özgen, Murat:
Gazetecinin
Etik
Kimliği,
İstanbul,
Türkiye
Gazeteciler Cemiyeti Yayınları: 53, 1998.
Özsağır, Arif:
İnsan Hakları ve Demokrasi, Ankara, TDV/D_HEP
Yayını, 2000.
Perin, Cevdet:
Tarih Boyunca Düşünce ve Basın Özgürlüğü,
İstanbul, Remzi Kitabevi, 1974.
Pierre, Albert:
L’Histoire
de
La
Presse,
Paris,
Presses
Universitaires de France, 1990.
Pierre,
Albert,
Tudesk L’Histoire de La Radio et Télévision,Vendome,
André Jean:
1995.
Ramonet, Ignacio:
“Le cinquiéme pouvoir, Le Monde Diplomatique”,
2003, monde-diplomatique.com, 10 Ekim 2003,
(Çevrimiçi) https://www.mondediplomatique.fr/2003/10/RAMONET/10395 02 Mart
2016.
Russell, Bertrand:
İktidar, Cem Yayınevi, Çev.: Mete Ergin, İstanbul,
2002.
190
Sabbagh, Antoine :
La Radio Rendez-Vous Sur les Ondes, DecouvertsGalimard, Evreux, 1995
Sander, Oral:
İlk Çağlardan 1918’e Siyasi Tarih, Ankara, İmge
Kitabevi, 2008.
Sander, Oral:
Siyasi Tarih 1918-1994, Ankara, İmge Kitabevi,
2007.
Saphiro, Andrew L.:
“İnternet Demokratik mi? Hem Evet Hem Hayır”,
Cogito: İnternet Üçüncü Devrim?, Çev.: Cem
Soydemir, No: 30, 2002.
Sartori, Giovanni:
Demokrasi Teorisine Geri Dönüş, Çev.: Tunçer
Karamustafaoğlu ve Mehmet Turhan, Ankara, Yetkin
Yayınları, 1996.
Soraka, Stuart N.:
Media, Public Opinion and
Press/Politics
8
(1)
Foregin Policy,
2003.
(Çevrimiçi)
http://degreesofdemocracy.net/Soroka(HIJPP).pdf 05
Mart 2016.
Sönmezışık, Nalan:
“CNN: Bir Numaralı Haber Kanalı”, Uluslararası
İletişim, Editör: Gürsel Öngören, İstanbul, Der
Yayınları, 1995.
Spıtz, David:
Anti-Demokatik Düşünce Şekilleri, Çev:. Şiar
Yalçın, İstanbul, Milli Eğitim Basımevi, 1969.
Stewart,
Asime
Tuba “Demokrasi Perspektifinden Totalitarizm Kavramı ve
191
Gülmez:
Hannah Arendt”, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü
Kamu
Yönetimi
Anabilim
Dalı
Yayımlanmamış Doktora Tezi, Dan.: Prof. Dr.
Suna Başak, Ankara, 2012.
Sydney Ember:
New York Times Co. Announces Newsroomwide
Strategy Review, (Çevrimiçi)
http://www.nytimes.com/2016/02/05/business/media/
new-york-times-q4-earnings-newsroomstrategy.html?_r=0, 4 Şubat 2016.
Şahin, Haluk:
Yeni
İletişim
Ortamı
Demokrasi
ve
Basın
Özgürlüğü, Basın Konseyi Bilimsel Araştırması,
İstanbul, Basın Konseyi Yayını, 1991.
Şaylan, Gencay:
Temsili Liberal Demokrasinin Önlenemez Krizi,
Ankara, İmge Kitabevi Yayınları, 2008.
Şenel, Alâeddin:
Siyasal
Düşünceler
Tarihi,
Bilim
ve
Sanat
Yayınları, Ankara, 2004.
Tanilli, Server:
Dünyayı Değiştiren 10 Yıl, 4.Baskı, İstanbul, Alkım
Yayınları, 2007.
Tanyol, Tuğrul:
“Anarşizm ve İnternet,” Cogito: İnternet: Üçüncü
Devrim?, No: 30, 2002.
Taylor, Charles:
Modern Toplumsal Tahayyüller, Çev. Hamide
Koyukan, İstanbul, Metis Yayınları, 2006.
Terkan, Nurullah:
“Siyasal Sistemler ve Halkla İlişkiler”, Selçuk
Üniversitesi İletişim Fakültesi Akademik Dergisi,
Cilt 2, Sayı 4, 2003.
192
Teziç, Erdoğan:
Anayasa Hukuku (Genel Esaslar), İstanbul, Beta
Yayınları, 2006.
Thompson, John B.:
Medya ve Modernite, Çev:, Serdar Öztürk, İstanbul,
Kırmızı Yayınları, 2008.
Tocqueville, Alexis de:
Amerika’da Demokrasi, Orj. Bas. 1835, Çev:,
Taner Timur, Türk Siyasi İlimler Derneği Yayınları,
Siyasi İlimler Serisi-4, İstanbul,1962.
Tokgöz, Oya:
Temel Gazetecilik, Ankara, İmge Kitabevi, 2003.
Toprak, Zafer:
Türkiye’de Popülizm, İstanbul, Doğan Kitabevi,
2013.
Touraine, Alain:
Demokrasi Nedir?, Çev.: Olcay Kunal, İstanbul,
Yapı Kredi Yayınları, 2002.
Tunç, Hasan:
Anayasa
Hukukuna
Giriş,
Ankara,
Nobel
Yayınları, 1999.
Turam, Emir:
Medyanın Siyasi Hayata Etkileri, İstanbul, İrfan
Yayımcılık, 1994.
Türk Dil Kurumu:
Güncel Türkçe Sözlük, (Çevrimiçi)
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&ar
ama=gts&guid=TDK.GTS.56f3114619be88.9777087
9, 13 Mart 2016.
Türk Dil Kurumu:
Güncel Türkçe Sözlük, (Çevrimiçi)
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&ar
ama=gts&guid=TDK.GTS.56f3114619be88.9777087
193
9 , 12 Mart 2016.
Türk Dil Kurumu:
Güncel Türkçe Sözlük, (Çevrimiçi)
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&ar
ama=gts&guid=TDK.GTS.56f44adccd2c92.6329214
1, 13 Mart 2016.
Türköne, Mümtaz’er:
Siyaset, Ankara, Lotus Yayınevi, 2005.
USIA:
Demokrasi Nedir?, Çev.: Levent Köker, Ankara,
Yetkin Yayınları, 1992.
Uysaloğlu, Kadir:
“Gazeteler Tarihe mi Karışıyor” ? (Çevrimiçi)
http://www.zaman.com.tr/teknoloji_gazeteler-tarihemi-karisiyor_2349807.html, 22 Şubat 2016.
“İnsan Haklarının Tarihi, Felsefi ve Hukuki Temelleri”,
Ünal, Şeref:
Ankara
Barosu
Dergisi,
1994,
(Çevrimiçi)
http://www.ankarabarosu.org.tr/siteler/ankarabarosu/tekm
akale/1994-1/4.pdf, 10 Ocak 2016.
Vivian, John:
The Media Of Mass Communication, Winona State
University 8. Edition, Pearson, 2007, ss. 147-199
Vural, Sacide:
Kitle İletişiminde Denetim Stratejileri, Ankara,
Özışık Matbaacılık (Bilim Yayınları), 1994.
Werner J. Severin, James İletişim Kuramları, Çev:, A. Atıf Bir ve Serdar
W. Tankard:
Sever Eskişehir, Kibele Sanat Merkezi, 1994.
Yakışır, Yeşim:
“Medya
ve
Demokrasi
İlişkisi:
Medyanın
Demokratik Rolünü Yeniden Düşünmek”, Kocaeli
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Siyaset
Bilimi
ve
Kamu
Yönetimi
Anabilim
Dalı
194
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Dan.: Doç.
Dr. Yılmaz Bingöl Kocaeli, 2009.
Yanardağoğlu, Eylem:
“Uluslararası İletişim ve Kamu Diplomasisi: BBC
Dünya Servisi Haber Merkezi Örneği”, İletişim
Kuram ve Araştırma Dergisi, Sayı 38, 2014.
Yayla, Atilla:
Siyasi
Düşünceler
Sözlüğü,
Ankara,
Adres
Yayınları, 2004.
Yılmaz, Yalçın:
“Siyasal Sistemler ve Medya Kuramları Bağlamında
Türkiye’de Gazeteciliğin Mesleki Kimlik Sorunu ve
Bir Alan Araştırması”, Marmara Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Genel Gazetecilik Bilim
Dalı Yayımlanmamış Doktora Tezi, Dan.: Yasemin
Giritli İnceoğlu, İstanbul, 2011.
Yüksel, Erkan:
Medyanın Gündem Belirleme Gücü, 1. Baskı,
Konya, Çizgi Yayıncılık, 2001.
Yükselbaba, Ülker:
“Habermas’da Kamusal Alan Özel/Alan Ayrımı”,
İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Kamu Yönetimi Anabilim Dalı Yayımlanmamış
Doktora Tezi, Dan.: Doç. Dr. Mehmet Tevfik
Özcan, İstanbul, 2008.
Zengin, Mehmet Ali:
“Bilgi İletişim Teknolojilerinin Demokrasi İçerisinde
Kullanımı ve Dijital Demokrasiye Geçiş”, Gazi
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2013, s. 274.
(Çevrimiçi)
http://webftp.gazi.edu.tr/hukuk/dergi/17_4_11.pdf,
19 Mart 2016.
195
Zeytinli, Murat:
Uluslararası Haber Dengesizliği, Rebel Yayıncılık,
İstanbul, 1997.
_ _ _ _ _:
Açık Toplum Vakfı, İletişimsel DemokrasiDemokratik İletişim, (Çevrimiçi)
http://www.aciktoplumvakfi.org.tr/pdf/medya.pdf, 10
Mart 2016.
_ _ _ _ _:
AFP ile CHA arasında imzalanan anlaşmanın
detayları
için
bakınız
(Çevrimiçi)
https://www.cihan.com.tr/tr/abdulhamit-biliciaciklama-yapmak-kamera-cihan-logopCHMTM5MDYzNC8xNjUyODA5.htm, 02 Mart
2016.
_ _ _ _ _:
AFP ile ilgili detaylı bilgi ve rakamsal veriler için
bakınız
(Çevrimiçi)
http://www.afp.com/en/agency/afp-history/ 11 Mart
2016.
_ _ _ _ _:
Africanews hakkında detaylı bilgi için (Çevrimiçi)
http://www.leprogres.fr/actualite/2015/11/05/eurone
ws-lance-africanews-le-4-janvier-2016, 11 Mart
2016.
_ _ _ _ _:
Africanews hakkında detaylı bilgi için, (Çevrimiçi)
http://tr.euronews.com/2016/04/20/africanewseuronews-un-yeni-haber-kanali-yayina-basladi/, 04
Mart 2016.
_ _ _ _ _:
AP ile ilgili detaylı rakamsal veriler için bakınız,
196
(Çevrimiçi)
http://www.ap.org/annual-
report/2014/ap-by-the-numbers.html, 04 Mart 2016.
_ _ _ _ _:
BBC
Arapça
(Çevrimiçi)
Yayın
Yapacak
Tv
Kuruyor,
http://www.hurriyet.com.tr/bbc-arapca-
yayin-yapacak-tv-kuruyor-3436358
_ _ _ _ _:
BBC
Arapça
Kanal
Kuruyor,
(Çevrimiçi)
http://www.bbc.co.uk/turkish/europe/story/2005/10/0
51025_bbcarabictelevision.shtml, 02 Mart 2016.
_ _ _ _ _:
BBC
hakkında
detaylı
bilgi
için
http://www.bbc.co.uk/historyofthebbc
http://www.bbc.co.uk/turkish/europe/story/2007/12/0
71219_anniversary.shtml, 02 Mart 2016.
_ _ _ _ _:
(Çevrimiçi)
http://www.bbc.com/turkce/kurumsal/2013/07/00000
0_cep_hakkimizda linkleri ziyaret edilebilir. 09 Mart
2016.
_ _ _ _ _:
Bülent Kılıç’a lâyık görülen ödülü getiren fotoğraf
için bakınız (Çevrimiçi)
http://www.afp.com/en/agency/afp-history/
http://www.hurriyet.com.tr/bulent-kilica-world-pressphoto-odulunu-kazandiran-fotograftaki-kizinhikayesi-28194004, 22 Şubat 2016.
_ _ _ _ _:
“Constitution de 1795 Directoire 1ere République,
III (22 Août 1795)”, (Çevrimiçi), http://www.roipresident.com/bio/bio-faitconstitution+de+1795+directoire+1ere+republique+.
197
html, 17 Şubat 2016.
_ _ _ _ _:
“Constitution of December 13, 1799 (23 Frimaire,
Year VIII)” (Çevrimiçi)
http://www.napoleonseries.org/research/government/legislation/c_constitu
tion8.html,17 Şubat 2016.
_ _ _ _ _:
“The Constitution of 1791, 3 September 1791,”
(Çevrimiçi)
http://sourcebook.fsc.edu/history/constitutionof1791.
html, 18 Şubat 2016.
_ _ _ _ _:
La Constitution Du 24 Juin 1793, Fransız Anayasa
Komisyonu,
(Çevrimiçi)
http://www.conseil-
constitutionnel.fr/textes/constitution/c1793.htm,
18
Şubat 2016.
_ _ _ _ _:
Declaration
of
Independence,
(Çevrimiçi)
http://www.archives.gov/exhibits/charters/declaration
_transcript.html, 13 Aralık 2015.
_ _ _ _ _:
“Democracy’s Disintegration in Turkey”, (Çevrimiçi)
http://www.nytimes.com/2016/03/08/opinion/democr
acys-disintegration-inturkey.html?action=click&pgtype=Homepage&click
Source=story-heading&module=opinion-c-col-leftregion®ion=opinion-c-col-leftregion&WT.nav=opinion-c-col-left-region
8 Mart
2016.
198
_ _ _ _ _:
“Democracy warning as Canadian media outlets
merge
and
papers
close”
(Çevrimiçi)
http://www.theguardian.com/world/2016/feb/24/dem
ocracy-warning-as-canadian-media-outlets-mergeand-papers-close, 24 Şubat 2016.
_ _ _ _ _:
Devrim
Mirası
3
Kavram
(Çevrimiçi)
http://www.elysee.fr/la-presidence/liberte-egalitefraternite/ 03 Şubat 2016.
_ _ _ _ _:
Digithèque De Matériaux Juridiques Et Politiques,
“Référendum sur la constitution de l'an III”
(1795)
(Çevrimiçi)
http://mjp.univ-
perp.fr/france/ref1795.htm, 17 Şubat 2016.
_ _ _ _ _:
English Bill Of The Rights (İngiliz İnsan Hakları
Bildirisi 1689), (Çevrimiçi) Yale Üniversitesi,
http://avalon.law.yale.edu/17th_century/england.asp,
11 Ocak 2015.
_ _ _ _ _:
Erken dönem İngiliz Basın Tarihi ile ilgili detaylı
bilgi
edinmek
için
(Çevrimiçi)
https://www.brent.gov.uk/media/387509/Newspaper_
advertising_article_2011.pdf
ve
http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-28/1923-1938ingiliz-basininin-genel-olarak-degerlendirilmesi-vebasinda-cikan-turkiye-uzerine-yazilar-indeksi adresi
ile
ayrıca
İngiliz
Gazete
Arşivi
için
http://www.britishnewspaperarchive.co.uk/help/about
, 13 Mart 2016.
199
_ _ _ _ _:
Euronews hakkında detaylı bilgi için (Çevrimiçi)
http://www.euronews.com/media/download/mediapa
ck/2014-09-MEDIA-KIT-FRENCH.pdf 10 Mart
2016.
_ _ _ _ _:
France 24 hakkında detaylı bilgi için (Çevrimiçi)
http://www.france24.com/fr/entreprise,
10
Mart
2016.
_ _ _ _ _:
Fransa İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi, (Çevrimiçi)
http://www.elysee.fr/la-presidence/la-declarationdes-droits-de-l-homme-et-du-citoyen/
İngilizcesi
için
bkz:
Metnin
http://www.conseil-
constitutionnel.fr/langues/anglais/cst2.pdf, 14 Ocak
2015.
_ _ _ _ _:
Fransız Basını Hakkında Rakamsal Veriler için
(Çevrimiçi)
http://www.acpm.fr/
adresi
ziyaret
edilebilir. Ayrıca Fransız Medyası hakkında detaylı
bilgi
edinmek
için
(Çevrimiçi)
http://fas.org:8080/irp/dni/osc/france-media.pdf,
14
Mart 2016.
_ _ _ _ _:
(Çevrimiçi)
http://www.lesechos.fr/25/02/2015/lesechos.fr/02041
84284184_avec-sawiris--euronews-entame-unenouvelle-ere.htm 09 Mart 2016.
_ _ _ _ _:
Hyper- Media hakkında daha fazla bilgi almak için
bakınız (Çevrimiçi) http://www.hyper-media.eu/, 26
Şubat 2016.
_ _ _ _ _:
İtalya’da Silvio Berlusconi dönemi sona erdi,
200
(Çevrimiçi)
http://tr.euronews.com/2011/11/13/italya-da-silvioberlusconi-donemi-sona-erdi/ 03 Mart 2016.
_ _ _ _ _:
Magna Carta Libertatum (Büyük Özgürlükler
Sözleşmesi 1215), British Library, (Çevrimiçi)
http://www.bl.uk/treasures/magnacarta/index.html,
11 Ocak 2015.
_ _ _ _ _:
“Newspapers, and of The Liberty of The Press”,
Editor:
David
Bogue,
London,
(Çevrimiçi)
http://books.google.com/books?id=maA4AAAAIAA
J&printsec=frontcover&dq=, 06 Mart 2016.
_ _ _ _ _:
“Profile:
Silvio
Berlusconi,
Italian
minister”,
ex-prime
(Çevrimiçi)
http://www.bbc.com/news/world-europe-11981754
http://www.mediaset.it/corporate/televisione/italia/ret
i/reti_en.shtml 03 Mart 2016.
_ _ _ _ _:
Radio France ile ilgili detaylı bilgi için bakınız,
(Çevrimiçi)
http://www.radiofrance.fr/l-
entreprise/reperes, 01 Mart 2016.
_ _ _ _ _:
Reuters hakkında detaylı bilgi için (Çevrimiçi)
http://agency.reuters.com/en/productsservices/customers/publishers.html, 03 Mart 2016.
_ _ _ _ _:
TRT
Euronews’in
hissedarı
oldu
(Çevrimiçi)
http://medya.trt.net.tr/medya/dosya/2009/09/16/ceb8
d41e-f10e-49bb-b9d6-43e1a24648b5.doc, 13 Mart
2016.
201
_ _ _ _ _:
TRT’nin
ayırdığı
sürelere
tepki,
(Çevrimiçi)
http://www.hurriyet.com.tr/trtnin-ayirdigi-sureleretepki-40006802
ayrıca
http://t24.com.tr/haber/trt-
tartismasi-devam-ediyor-akp-ve-erdogana-59-saatchpye-5-saat-mhpye-1-saat-hdpye-18-dakika,314394,
14 Mart 2016.
_ _ _ _ _:
Voice of America hakkında detaylı bilgi için bakınız,
(Çevrimiçi) http://www.amerikaninsesi.com/info/bizkimiz/1920.html, 13 Mart 2016.
_ _ _ _ _:
Voice of America, About VOA, (Çevrimiçi)
http://www.voanews.com/english/about/index.cfm,
13 Mart 2016.
Özgürlük
_ _ _ _ _:
Araştırmaları
Derneği,
(Çevrimiçi)
https://twitter.com/ozgurlukar/status/7259976187662
21312, 12 Ocak 2016.
_ _ _ _ _:
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, (Çevrimiçi)
http://www.ombudsman.gov.tr/contents/files/688B1-Insan-Haklari-Evrensel-Beyannamesi.pdf, 11 Ocak
2016.
_ _ _ _ _:
Kayyım Atanan Şirketleri İade Edin (Çevrimiçi)
http://www.ozgurdusunce.com/webtv/sirketleri-iadeedin-561/, 15 Nisan 2016
_____:
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi İnternet
Mecmuası (Çevrimiçi) http://iuhf.net/ogrencisi-
202
rasim-cinisli-ile-roportaj/, 04 Ocak 2016.
203