Millî Görüş Hareketinin Partileşme Süreci ve Refah Partisi (1970-1998)
Yasin KARA*
Özet
Millî Görüş Hareketi, partileşmeye başladığı 1970’li yıllardan itibaren Türkiye
siyasetinde etkili olmuş bir oluşumdur. Biz bu yazı çerçevesinde, söz konusu
oluşumun
siyasallaşmasını,
partileşme
sürecini
izleyerek
açıklamaya
çalışacağız. Modern anlamda bir siyasal parti modelinde kitleselleşen Refah
Partisi’ni merkeze alarak, bunun öncülleri de incelenecektir. Bu tarihsel izleğin
yanında, özellikle vurgulamak istediğimiz nokta, partinin/partilerin ortaya çıkış
sebeplerinin, genel kabulün aksine, dinsel/dinî motifler değil; ekonomik ve
siyasî talepler eliyle oluştuğunu göstermektir. Buna bağlı olarak ikinci bir
husus ise parti yapılanmasının, hareketin ortaya çıktığı dergâh modelinden
bildiğimiz manada siyasal parti modeline geçiş sürecini incelemek olacaktır.
Anahtar Kelimeler: Millî Görüş Hareketi, Refah Partisi, partileşme, kitle
partisi
Abstract
Millî Görüş is a politic movement playing important roles in Turkey politics
since 1970’s. In this article we will try to explain party construction process by
taking different parties founded by the movement, especially Refah Party. It is
Arş. Gör., İstanbul Medipol Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü.
E-posta: yasinkara@medipol.edu.tr
*
a political party planned as to modern political party model. In addition to this
historical process, we want to show that the main causes of these parties are not
religious ones, but more economic and political objectives. Depending on this,
we will analyze party constitution changing from “dervish lodge” at the first
time to a modern political party, moreover a mass-party.
Keywords: Millî Görüş Movement, Refah Party, party construction, massparty
Giriş
Millî Görüş hareketi Türkiye’nin yakın tarihinde önemli bir yere sahiptir.
1970’lerden itibaren aktif politikaya katılan hareket, parlamentoda temsil
edilmiş, çeşitli koalisyonlarda hükümete ortaklık etmiş, aldığı belediyelerle
etkinlik alanını daha da artırmıştır. Millî Nizam Partisi’yle (MNP) bir
partileşme sürecine girmişlerdir. Bunu Millî Selamet Partisi (MSP), Refah
Partisi (RP), Fazilet Partisi (FP) ve en sonunda da Saadet Partisi izlemiştir. Biz
bu çalışmayı RP döneminde sonlandıracağız. Bunun için öncelikle MNP ve
MSP’yi inceleyecek, bu partilerin nasıl bir yapıya ve programa sahip olduğunu
göreceğiz. Sonrasında aynı şeyi RP için de yapacağız. Ana konumuz olan
RP’ye gelmeden öncül partileri de incelemekteki amacımız, Türkiye’nin
değişen koşullarına parti geleneğinin nasıl uyum sağladığını, MNP-MSP
çizgisiyle RP arasında ne gibi temel farklar olduğunu göstermektir. Bunu
yaparken parti karakteri ve programlarını incelemenin yanında yaşanan olayları
da anlatmayı ve böylece hepsini birlikte değerlendirmenin yerinde olacağını
düşünmekteyiz.
Bu çalışmayla yapmak istediğimiz, genel kabullerin aksine, özelde RP’nin
genelde ise bu parti geleneğinin İslamî bir yapılanma olmadığını, içeride
oldukça laik bir parti örgütlenmesine sahip bulunduklarını ve ortaya
çıkmalarını, gelişmelerini tetikleyen nedenlerin dinî değil, sosyo-ekonomik
olduğunu gösterebilmektir.
Bu çerçeve içinde birinci bölümde MNP ve MSP üzerinden partileşmenin
çıkış noktasını, sonrasında izlediği yolu göstereceğiz. Burada hem parti
incelemesi, hem siyasî tarihin anlatımı mevcut olacaktır. Partileşmeyi
anlatırken ilk olarak dergâh örgütlenmesinden partiye geçişte rol oynayan
faktörleri ve MNP’nin ortaya çıkışını; ikinci olarak hareketin partileşme süreci
olarak telakki ettiğimiz MSP dönemini göreceğiz.
İkinci bölümde ise asıl konumuz olan RP dönemini inceleyeceğiz. Bu
bölümde RP’nin ortaya çıkışında ülkenin nasıl bir konjonktür içinde olduğunu,
daha sonra partinin açılma sürecini göreceğiz. RP’nin parti geleneğinin bir
devamcısı olduğunu belirtirken aynı zamanda MNP-MSP çizgisinden nasıl
farklılaştığını, nasıl bir kitle partisine dönüştüğünü göstermeye çalışacağız. Bir
yandan RP’nin programını, partinin niteliğini, tabanının profilini ele alırken;
diğer yandan girilen seçimleri, bunların partiye etkilerini ve son olarak iktidar
dönemi olan Refahyol Hükümetini inceleyeceğiz.
I.
Millî Görüş Hareketinin Siyasal Hayata Girişi
Osmanlı Devleti devrinde de Cumhuriyet’te de kaynakları birden fazla
olmak üzere İslamî bir muhalefet mevcuttur. Ancak bu muhalefet, belli bir
kisve altında görünür ülke çapında olmamış; çeşitli isyanlar, tarikat
örgütlenmeleri ve sair yollarla kendini hissettirmiştir. Değindiğimiz gibi bir tek
İslamî muhalefetten de söz edilemez. Aynı zamanda, birçok tarikata mensup
Osmanlı toplumunda özellikle, her grup sürekli muhalefette olmamıştır.
İktidara yakın olan grup devir değişip bu konumu kaybedince muhalif olmuş,
bu sefer de bir diğer grup iktidara yaklaşmıştır. Bunu bir döngü olarak telakki
edebiliriz. Muhalif olmanın ölçütünü iktidara yaklaşmak olarak almamız, bu
hareketlerin/tarikatların pür İslamî olmadığı, dünyevî çıkarları da gözettiklerine
dair görüşümüzden kaynaklanmaktadır.
Cumhuriyet dönemindeyse laikçi reformlara karşı bir İslamî muhalefet söz
konusudur. Ancak düzenli bir hareketten bahsedemeyiz. Daha çok zaman
zaman çeşitli olaylarla su yüzüne çıkan bir durum vardır. Tek-parti döneminde
tekke ve zaviyelerin kapatılması ve baskıcı uygulamalar İslamî kesim üzerinde
etkili olmuş, sosyal alanda bunların yeri oldukça kısıtlanmıştır. Fakat bu kesim
yine de camilerde -örgütlenme diyemeyiz ama- toplanmaya devam etmişlerdir.
Tek-parti döneminin sonlarında, özellikle 1946’dan sonra komünizm
“tehlikesine” karşı İslam’ın sosyal alanda yeniden aktif olmasını isteyen bir
yönetim anlayışı hâkim olmuştur. Bu yumuşama, Demokrat Parti’nin (DP)
1950 yılında iktidara gelmesiyle daha da genişlemiştir. Zira tek-parti dönemi
Cumhuriyet Halk Partisi’nden farklı olarak DP İslamî kesimlerle iyi ilişkiler
kurmuştur. Bilindiği gibi bu pragmatik sebeplerle ilgilidir. İslamî kesim
dediğimiz zaman, sadece bir örgütlenme, hareket anlaşılmamalı; bunların
yanında toplumda kendini dindar olarak tanımlayan, “İslamî hassasiyetlere
sahip” kesimleri ifade etmek istemekteyiz. Bu kesimin halkın çoğunluğunu
oluşturduğunu düşündüğümüzde popülist bir lider için bir “oy deposu” teşkil
ettiklerini anlayabiliriz.
DP döneminde İslamî hareketler görece özgür bir ortama kavuşmuştur.
Tek-parti döneminde varlığını cami içinde sürdüren tarikatlar faaliyetlerine
dönebilmişlerdir. İslamî kesim DP’yle iyi geçiniyordu, zira iktidar bu kesimleri
de gözetmiştir. Bu dönemde gündemde olan tarıma dayalı sanayi, nüfusun çoğu
kırda yaşadığı ve bunların çoğunluğu söz konusu kesime mensup olduğu için
birtakım faydalar sağlamıştır. İslamî kesim 1960 sonrasında ise kendini DP’nin
devamcısı olarak gösteren Adalet Partisi’ne (AP) destek, yani oy, vermişlerdir.
Ancak AP, bu dönemde uygulanmaya başlanan ithal-ikameci sanayi
politikasıyla gelişmekte olan büyük sermaye lehine hareket edip DP
döneminde gözetilmesiyle yavaş yavaş büyüyen bu İslamî kesimin mensup
olduğu küçük ve orta ölçekli Anadolu sermayesini dışlayınca, deyim
yerindeyse, ortaklık bozuluyor. Bu andan itibaren, önce DP’yi sonra devamcısı
AP’yi destekleyen İslamî kesim, kendi kendine bir hareket meydana getirip
ulusal düzeyde etkin olmayı amaçlıyor. Millî Görüş Partileri diye
adlandırdığımız partiler silsilesi bu anlaşmazlıktan sonra başlayacaktır.
1. Millî Nizam Partisi: Dergâhtan Partiye (1970-1971)
Yukarıda andığımız anlaşmazlığın su yüzüne çıkması Millî Görüş
hareketinin lideri Necmettin Erbakan1 , Türkiye Odalar Birliği’ne başkan
seçildiğinde, bu başkanlığın AP Hükümeti Ticaret Bakanınca tanınmaması ve
AP listesinden milletvekilliği adaylığının veto edilmesiyle olmuştur. Erbakan,
ileride “Anadolu Kaplanları” olarak anılacak küçük ve orta büyüklükteki
Anadolu sermayesinin desteğiyle önce Odalar Birliği Sanayi Dairesi
başkanlığına, daha sonra Odalar Birliği başkanlığına seçildi.
Necmettin Erbakan üzerine bir profil çalışması: Fehmi ÇALMUK, “Necmettin Erbakan”,
Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce Ansiklopedisi-İslamcılık, İletişim, İstanbul, 2005, ss.
550-567.
1
AP Hükümeti, İstanbul-İzmir merkezli büyük sermaye lehine politikalar
uyguladığından Anadolu sermayesi gelişecek alan bulamıyordu. Bunu aşmak
için çareyi karar alma mekanizmalarına girmekte buldular. Bu da Erbakan
aracılığıyla yapıldı. Bu sebeple Erbakan 1966 yılında, ithalat kotalarını
belirleme yetkisine sahip Odalar Birliği Sanayi Dairesi başkanlığına seçildi.
Ancak bu sefer, söz konusu yetki Sanayi Dairesinden alınıp Birlik
Başkanlığına verildi. Bunun üzerine Erbakan 1968’de Odalar Birliği
başkanlığına seçilmiştir. Bu gelişme karşısında İstanbul-İzmir ekseninde
faaliyet gösteren büyük sermaye grubunun baskısı altında Ticaret Bakanı
Erbakan’ın başkanlığını tanımamış, ayrıca AP’den milletvekilliği adaylığı da
veto edilmiştir. İşte bu sembolik ama önemli gelişme büyük sermaye-Anadolu
sermayesi olarak ifade edebileceğimiz gruplar arasındaki rekabetin ilk defa
belirgin olarak görünmesidir. Erbakan bu olayı şöyle ifade etmektedir:
“Ekonomik mekanizma büyük kent tüccarlarından yana işlemekte, Anadolu
tüccarı, kendilerini üvey evlat olarak bilmektedir. İthalat kotalarındaki aslan
payı, üç-dört kentin tüccarına ayrılmaktadır. (…) Anadolu bankalarında
toplanan mevduatı, Anadolu halkı yatırmakta ama bu para kredi şeklinde
büyük kent tüccarlarına verilmektedir. (…) Odalar Birliği tümüye kompradormason bir azınlığın vasıtası şeklinde çalışmaktadır. Koca teşkilat komprador
ticaret ve sanayiin kontrolü altındadır. O halde önce idare heyetine girelim ve
Odalar Birliğini Anadolu tüccar ve sanayicisinin de hizmetine yarar bir hale
getirelim dedik.” (Sarıbay, 2005: 576). Bu sözlerden de anlaşıldığı üzere
harekete geçilmesinin nedeni sahip oldukları ekonomik kaygılardır. Bu sonraki
parti kuruluşlarında da fonda temel bir neden olarak duracak, fakat görünür
nedenler farklı olacaktır. Daha doğrusu farklı görülüp gösterilecektir.
Erbakan bunun üzerine Konya’dan bağımsız aday olmuştur. Burada önemle
belirtmemiz gereken husus, İskender Paşa cemaatinin Erbakan’a sağladığı
maddî ve manevî destektir. Bu destek uzun yıllar boyunca sürecektir. Bu
destekle birlikte büyük bir oy başarısıyla Meclis’e girdi. Bu andan sonra parti
kurma çalışmalarına girdi. Zira yukarıda anlattığımız rekabeti ileri bir safhaya
taşımak için siyasete girilmesi uygun bulundu. Bunu bizzat İskender Paşa
cemaati şeyhi Mehmet Zahid Kotku’nun icazetiyle yaptığını bilmekteyiz. Artık
bu kesimin kendi düşüncelerinin savunusu için meşru yollardan siyaset
yapmalarının elzem olduğu anlaşılmıştır. Bu koşullar altında Erbakan ve 17
arkadaşı 26 Ocak 1970’te Millî Nizam Partisi’ni (MNP) kurdular.
Bu koşullar altında kurulan Millî Nizam Partisi’nin programı bu şartlara
uygun olarak öncelikle kuruluşuna zemin hazırlayan sosyal ve ekonomik
sorunlara yönelik çözümler ileri sürmüştür. Zira değindiğimiz üzere, parti
esasen dinsel ya da ideolojik bir tepki değil, tabanını oluşturan kesimin
ekonomik kaygılarını gidermeye yönelik bir oluşumdur. Buna rağmen basında,
kamuoyunda “dinci” ya da başka bir ifade ile dinî yönü ön plana çıkan bir parti
olarak gösterilmiştir. Ancak biz partinin temel amacını, kurucusu Erbakan’ın
yukarıda alıntıladığımı ifadelerden açıkça anlıyoruz. Tabii bunun sürekli bu
şekilde ifade edilmesi oy toplamasında bir dezavantaj oluşturacağından, daha
büyük bir kitleyi etkilemek için parti kendi kendisini “milliyetçi-mukaddesatçı”
bir parti olarak tanımlamaktadır.
Bu doğrultuda ifade etmemiz gereken bir husus ortaya çıkıyor: Millî
değerlere, Osmanlı Devleti başta olmak üzere, “şanlı tarihimize”/geçmişe
övgüler ve yüceltmeler, tarihe dayanarak yükselmek arzusu, eski “şanlı
günlere” geri dönüş ve sair temalar/sloganlar partinin muhtevasını anlamak
açısından önemlidir. Bu millîliğin, Türk milletinden daha ziyade, İslam ümmeti
olduğunu hemen belirtelim. Bütün İslam âlemini bir millet olarak tasavvur
eden İslamcılık düşüncesinden hareketle böyle bir söylem geliştirilmiştir.
Geçmişe, ecdada övgü de İslam’a yaptıkları hizmetlerden, Osmanlı zamanında
yaşanmış hayalî/abartılmış bir İslam hâkimiyeti devrinden kaynaklanmaktadır.2
“Milliyetçi-mukaddesatçı” tanımını bu noktayı göz önünde bulundurarak
yorumlamak gerekir. Yani parti milliyetçilikten (nationalism) değil,
İslamcılıktan hareket etmektedir.
Programda yer alan, tabanın sosyal ve ekonomik sorunlara çözüm
önerilerini özetleyerek ifade edecek olursak, Erbakan’ın sözlerinden de
anlaşılacağı üzere, kalkınma politikasını değiştirerek yatırımları bir zümreye
(büyük-kent tüccarlarına) has kılmak yerine, ülke sathına yaymanın esas
alınması amaçlanıyor. Böylece partinin tabanını oluşturan küçük ve orta
büyüklükteki Anadolu sermayesi de arzu ettiği payı alabilecek, rekabet gücüne
ulaşabilecektir. Buna bağlı olarak iktisat politikası özel teşebbüs esasına
dayanır ve devletin büyük yatırımları yaparak özel şirketlere devretmesi
“Hayalî/abartılmış” ifadesi, Osmanlı Devleti pür İslamî bir devlet yapısına sahip olmadığı
için kullanılmıştır. Yani tamamıyla teokratik bir devlet olmayan Osmanlı Devletinin, öyle
sanılması, öyle kabul edilmesine vurgu yapmak istemekteyiz.
2
gerektiği ifade edilmektedir. Bunu, yatırımların, belirttiğimiz üzere yurt
sathına, yani Anadolu’ya yayılmasıyla birlikte düşündüğümüzde iktisat
politikasının temeli açıkça anlaşılmaktadır. Pekiştirmek için partinin Birinci
Büyük Kongresinde Erbakan tarafından sunulan köklü iktisadî değişikliklerden
birkaçını belirtmek yerinde olacaktır:
-
-
“Mahdut özel sektörcülük ve devletçiliğin yerine yaygın özel
sektörcülüğün ikame edilmesi
Yatırımların az gelişmiş bölgelere tevcihi
Merkezî planlama yerine bölgesel planlamaya geçilmesi
Kredi sisteminin tamamının değiştirilerek, çalışmak isteyen insanların
her zaman, işlerinin verimlilikleri derecesinde para bulacakları bir
nizamın getirilmesi, gibi görüşler açıkladığımız amaca, yani dayandığı
kesimin ekonomik çıkarlarının gözetilmesi amacına, yönelik olarak dile
getirilirken diğer yandan partinin milliyetçi-mukaddesatçı kimliğine
uygun olarak,
Çalışmayı ibadet aşkı ile yapacak ruhun ihyası,
Millî
turizme
dönülerek,
millî
mehfâhirimizin,
şehitlerimizin,
büyüklerimizin, evliyalarımızın tanınması, minvalinde talepler de dile
getirilmektedir.” (Sarıbay, 2005: 578-579)
Bunlara ek olarak programın, iktisadî sahadaki temel prensibi, “siyasî ve
ekonomik bağımsızlığın teminatı ağır sanayinin” geliştirilmesidir. Bu hem
yatırımların ülke çapına yayılarak gerçekleştirilmesiyle partinin hareket ettiği
kesime fayda sağlayacak, hem de siyasî ve ekonomik bağımsızlıkla, yani
ülkenin güçlenmesi, “yeniden ayağa kalmasıyla” İslam dünyasındaki lider
konumunu geri kazandıracaktır.
Bu sosyo-ekonomik çözümlerden sonra programda yer verilen önemli bir
husus, modernleşmenin getirdiği sonuçlara ideolojik tepkilerdir. Partiyi,
kuruluşuna
zemin hazırlayan pragmatik sebeplerden ayırarak, dinî
hassasiyetlere sahip bir parti hüviyetine sahip olmasını sağlayan işte bu
noktadır.
Bu iki husus, “maddî ve manevî kalkınma” sloganıyla bir arada ifade
olunabilir. Partinin üzerinde yükseldiği temel, bu şekilde ifade edilmektedir.
Maddî kalkınmayı yukarıda özetle ifade ettik; manevî kalkınma da ise İslamî
referanslara başvurulmaktadır. Öncelikle, laikliğin din aleyhtarlığı şeklinde
anlaşılıp uygulanmasına karşı çıkılmaktadır. Parti, bunun yerine din
hürriyetinin getirilmesini savunmaktadır. Bu minvalde din eğitiminin de
serbestçe yapılabilmesi amaçları arasında yer alır.
Parti amaç olarak, “inançlı insan tipi ve ahlakî nizamın” sağlanmasını
benimser. Bunu gerçekleştirebilmenin yolu eğitimden geçtiği için maarif
politikasını özel bir ehemmiyet verilmektedir.
Millî Nizam Partisi’nin ömrü çok kısa olmuştur. 1970 Ocağında kurulan
parti, 1971 Mayısında Anayasa mahkemesi tarafından kapatılmıştır. Gerekçesi,
diğer tüm Millî Görüş partilerinin de kapatılma gerekçesi olan, partinin antilaik uygulamaları, laikliği zedeleyici eylemleridir. Partinin kapatıldığı
dönemim, 12 Mart muhtırası sonrası olduğunu hatırlatmamız gerekir. Söz
konusu dönemde hâkim kılınmaya çalışılan Kemalist ideolojiyle taban tabana
zıt bir partinin kapatılması, beklenen bir sonuç olarak telakki edilebilir.
2. Millî Selamet Partisi: Hareketin Partileşme Süreci (1972-1980)
Millî Nizam Partisi’nin 12 Mart döneminde kapatılmasının ardından
Erbakan, İsviçre’ye gitmiştir. Askerî müdahalelerin altında yatan ana sebep
olan, sermayenin rahatça çalışmasını engelleyen toplumsal hareketlerin
önlenmesi politikası çerçevesinde Erbakan bizzat dönemin rejim yöneticileri
tarafından ülkeye çağırılıp bir parti kurması istenmiştir. Bunun açıklamasını
şöyle yapabiliriz: Söz konusu toplumsal hareketler; grevler ve eylemlerle artan
miktarda görünürlük kazanan işçi hareketleridir. Bunların önüne geçilmesinde
çözüm olarak görülen ise anti-komünizm mücadelesidir. Bu “mücadele”
çerçevesinde toplumda dinî değerlerin yaygınlık kazanması amaçlanmıştır. Bir
yıl önce anti-laik uygulamaları nedeniyle kapatılan partinin kurucusundan, yeni
bir parti kurulmasını istemenin sebebi burada bulunmaktadır. Zira kurulacak
partinin, dinî motiflere sahip olacağı bilinmektedir.
Millî Selamet Partisi (MSP)3 bu şartlar altında 11 Ekin 1972’de
kurulmuştur. Genel itibarı ile MNP’nin devamı olduğu halde, kapatılma
meselesinden dolayı temkinli davranılmıştır. Öyle ki Necmettin Erbakan
kurucular arasında yoktur. Parti, ilk genel başkanı da olacak olan, Süleyman
Arif Emre tarafından kurulmuştur. Daha sonra genel başkanlığa, bu çizginin
diğer partilerinde olduğu gibi, Necmettin Erbakan seçilecektir.
a) Millî Selamet Partisi’nin Genel Karakteri ve Programı
Parti, dediğimiz gibi, MNP’nin devamcısıdır. Bu doğrultuda İslamî millet
anlayışının devam ettiğini ifade edelim, yani millî-mukaddesatçı anlayış yine
hâkimdir. Partinin adı da hem bu millîlik sıfatını, hem de dinî bir referans
kaynağı olarak “selamet” kavramından oluşmaktadır.
Genel olarak Millî Görüş4 hareketinin iki temel üzerinde yükseldiğini
görmekteyiz; bunun Millî Selamet Partisinde şekillendiğini ileri sürebiliriz.
Zira hareket, partileşme sürecini MSP bünyesinde tamamlamıştır. Bu iki temel,
“ağır sanayileşme (adil toplumun kurulması için ekonomik bağımsızlık) ve
manevî kalkınma (otantik İslam kimliğinin inşası ve korunması)” idi (Yavuz,
2005: 591). Bu temel prensipler, MNP programında zikredilen maddî ve
manevî kalkınmaya tekabül eder. Devamlılık fikri, böylece daha görünür
olabilir.
Bu temel prensipler gereği, parti programı “ağır sanayi hamlesi” ve
toplumun ahlakîleştirilmesi üzerine kurulmuştur. MSP faal olduğu dönemde
girdiği bütün koalisyonlarda bu politikasını elinden geldiğince uygulamaya
çalışmıştır. İlki için, plansız-projesiz yapıldıkları için alay konusu olacak
dereceye varan temel atmalar, sanayi tesisi açılışları söz konusuyken; ikinci
prensip içinse koalisyonlardan elde ettiği bakanlıklar/kurumlar içinde
kadrolaşarak ahlâklı insanı buralardan başlayarak yetiştirmeyi amaç edinmiştir.
Konu üzerine kapsamlı bir çalışma için bakınız: Ali Yaşar SARIBAY, Türkiye’de
Modernleşme, Din ve Parti Politikası. MSP Örnek Olayı, Alan, İstanbul, 1985.
4
Bu Millî Görüş adının altında yatan düşünce partinin ilk genel başkanı Süleyman Arif Emre
tarafından, demokratik bir ülkede olması gereken üç cereyandan hareketle ifade olunur. Buna
göre AP, liberal görüşü, CHP solcu görüşü, MSP de millî görüşü temsil etmektedir. (Sarıbay,
2005: 581)
3
Partinin afişleri, sloganları da bu amaçlar doğrultusunda oluşturulmuştur.
“Montaj değil, ağır sanayi”, Türkiye’de 1960’lı yıllarda uygulanan ve 1970’li
yıllarda yavaş yavaş terk edilmekte olan iktisat politikası ithal-ikameci sistemin
yerine, sanayileşme vurgusu yapılmaktadır. Ağır sanayi, ekonominin gelişmesi
ve ülkenin bağımsızlaşması için elzem telakki edilmektedir.
Burada partinin karakteriyle ilgili ifade etmemiz gereken bir husus olarak
Batı karşıtlığını ele alabiliriz. MSP, Batılılaşmaya karşıdır, ancak moderniteye
karşı olduğunu iddia edemeyiz. Ama bu modernite, teknolojiye indirgenmiş bir
modernitedir. Bu açıdan Erbakan ve çevresini modernist olarak kabul
edebiliriz. Türkiye’de modernleşme sürecinin başlamasından itibaren sürekli
gündemde olup belli bir kesim tarafından benimsenen, “Batının teknolojisini
alalım, ama kültürümüzü koruyalım” şeklinde özetlenebilecek görüş, Millî
Görüş geleneğinde de kendini hissettirmektedir. Zaten partinin üst düzey
yöneticileri, genellikle, üniversite eğitimi görmüş, içlerinde mühendislerin,
avukatların olduğu bir profile sahiptir. Parti, bu modernist görünüşünün
yanında aynı zamanda muhafazakâr bir karakteri haizdir. Bu da, “Önce ahlâk
ve maneviyat” sloganıyla ifade olunur. Aynı zamanda, terakkiperverliğin
İslam’da da mevcut olduğunu dile getirerek bu iki görüşü birleştirmişlerdir.
Yukarıda özetlediğimiz, Batı karşıtı modernleşme isteğinin tipik bir örneğini
bu partide/parti geleneğinde görmekteyiz. Bunun doğurduğu çelişkileri, daha
görünür hale geldiği Refah Partisi bölümünde göreceğiz.
b) Millî Selamet Partisi’nin Yapılanma Modeli
Millî Görüş hareketinin partileşme süreci olarak ifade ettiğimiz MSP
döneminde hareketin niteliği değişikliğe uğramıştır. Dergâhtan çıkma bir
hareket olarak git gide bir siyasî partiye dönüşmesi, içeride çatışmaları da
beraberinde getirmiştir. Bir tarikat geleneğine sahip oldukları için bu partiye
mensup olanlar cemaate büyük önem atfetmektedirler. İletişimin yüz yüze
yapılması esastır. Parti yapılanması da cami ve tarikat çevresinde
şekillenmiştir. Ancak bu partileşme sürecinde artık cami-tarikatın dışına çıkılıp
daha çok kişiye ulaşılmasını savunanlar seslerini duyurmaya başlamıştır. MSP
içinde “camici” ve “partici” diye ayırabileceğimiz gibi grup parti içi
çatışmasının merkezinde yer almaktadır. Tebliğ geleneği üzerinde devam
etmek isteyenler ile propagandist olmaya meyledenler arasındaki bu çatışma
partiyi dönüştürmüştür. Yıllar içinde ikinci grubun baskın geldiğini aşağıda,
“Hareketin Kitleselleşmesi” bölümünde ayrıntılı olarak göreceğiz. Şimdilik bu
konuya değinip geçmekle yetineceğiz.
Partinin yapılanmasında bir diğer önemli konu parti-içi demokrasidir.
MSP’deki tablo böyle bir demokrasinin olmadığına işaret eder: “Parti içinde
demokrasi değil, sağ siyasette egemen olan tekçilik hâkimdi”. (Yavuz, 2005:
593) Yani lidere itaat esastır, partileşme sürecinde de lidere, cemaate, teşkilata
itaat sürekli vurgulanmaktaydı. Bu Türkiye’de gerek sağ, gerek sol kanatta
değişmeyen bir görünümdür, bütün siyasî partilerde lidere itaat şarttır. Bu
bakımdan Türkiye’de kurulan diğer siyasî partiler gibi, MSP’de dikey bir
yapılanma mevcuttur. Erbakan’ın partinin bütün kongrelerinde tek aday olarak
çıkması ve oyların, neredeyse her zaman, tamamını alması bu görüşümüzü
destekler niteliktedir.
c) Millî Selamet Partisi’nin Gelişimi
MSP, Ekim 1972’de kurulduktan sonra çok hızlı bir şekilde örgütlenmiştir.
Öyle ki henüz 1973’ün Ocak ayında 42 il, 300’e yakın ilçede örgütlenmiş
vaziyetteydi. Bu hızlı örgütlenme de yukarıda işaret ettiğimiz camici-partici
rekabetinde ikinci tarafın daha baskın geldiğini daha Refah Partisi’ne gelmeden
görmemizi sağlıyor. Bu örgütlenmenin meyvelerini, 11 Ekim 1973’te yapılan
genel seçimlerde almışlardır. Oyların %11,8’ini alarak 4. parti olmuş ve
Meclis’te 48 milletvekiliyle temsil edilme fırsatı bulmuştur. Bu andan sonra
partileşme süreci de hızlanmış, partinin görünürlüğü artmıştır. “Anahtar parti”
olduğu iddiası da yine bu seçimlerden sonra söz konusu olmuştur. MSP, faal
siyasî hayatında üç koalisyona ortak olup ülke düzeyinde meşruluk sağlayıp
kadrolaşarak partileşme seviyesini yükseltmiştir.
MSP’nin katıldığı ilk koalisyon 1973 seçimlerinin akabinde Cumhuriyet
Halk Partisi (CHP)-MSP koalisyonudur. MSP yöneticileri bu koalisyonu bir
meşruluk aracı olarak görmüş, yasadışı-dinci bir parti olmadığını, anayasal
çerçevede iş gören diğer siyasî partilerden biri olduğunu göstermek istemiştir.
Yukarıda da değindiğimiz üzere, aldığı bakanlıklarda kadrolaşma hareketleri
yürütmüş, ağır sanayi hamlesinin gereklerini yapmaya/yaptırmaya çalışmıştır.
Laikçi CHP ile MSP’nin nasıl olup da koalisyon ortağı olduğu tartışmaların
odak noktası olmuştur. MSP’nin dinî motifler içeren uygulamaları (Sarıbay,
2005: 584) CHP’yi çok rahatsız etmiş, nihayetinde koalisyon bozulmuştur.
Bu koalisyonunun ardından Süleyman Demirel başkanlığında milliyetçi
partiler topluluğu olarak anılan Adalet Partisi (AP), Millî Selamet Partisi,
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve Cumhuriyetçi Güven Partisi (CGP)
birleşerek Milliyetçi Cephe koalisyonunu kurdular. Bu koalisyonda da MSP,
aynı çizgisini korumuş, kendi politik görüşünün gereklerini bir koalisyonda
olmakla bağdaşmaz şekilde tek başına hareket ederek yapmaya çalışmıştır.
(Sarıbay, 2005: 586) Bunların başında ağır sanayi hamlesi projeleri
çerçevesinde art arda açılışı yapılan sanayi tesisleri gelmektedir. Bu mesele,
temel atmaktan başka bir şey olmadığı gerekçesiyle alay konusu olacak
seviyelere gelmiştir. Bu sorun özellikle AP-MSP arasında tartışmalara yol
açtığından bu ortaklık da dağılmıştır.
Koalisyon dağıldıktan sonra AP, CHP ile işbirliği yapmış, CGP ve
MHP’nin de desteği ile erken seçim kararı alınmıştır. 1977 seçimlerinde
MSP’nin oy oranı da milletvekili sayısı da düşmüştür. 5 Zira seçimlerin erkene
alınması MSP’nin planladığı bir şey değildi. MSP yöneticileri, sanayi
projelerini tamamlayıp belli oranda bir seçmen kitlesine sahip olarak seçimlere
girmek istiyordu, fakat bu mümkün olmadı. Sonuç olarak, ne AP’nin ne de
MSP’nin istediği olmuş, Kıbrıs Harekâtında Ecevit’in kazandığı popülariteyle
birlikte CHP seçimden birinci parti olarak çıkmıştır.
Ecevit hükümeti kuramayınca Demirel bir çağrı yaparak İkinci Milliyetçi
Cephe koalisyonunu kurmuştur. Hükümet ortakları AP, MSP ve MHP’dir.
Koalisyonu kurmak için Demirel’in verdiği tavizler yerini bulmamış, MSP de
icraatlarından vazgeçmemiştir. Bu da yine sorunlara yol açmış, bu koalisyonun
da sonu gelmiştir.
Ulusal düzeydeki bu gelişmelerin yanında MSP’nin gelişiminde rol
oynayan önemli bir faktör de belediye düzeyinde yerelde kazandığı
başarılardır. MSP, 1973 yerel seçimlerinde 32, 1977 yerel seçimlerindeyse 48
belediye başkanlığı kazanarak yerel düzeyde de aktif bir politika izlemiştir.
Koalisyonlarda edindiği yetkilerle tabanına ülke çapında imkân alanları
oluşturan MSP, belediyeler aracılığıyla yeni imkân alanları tesis etmektedir.
Böylece tabanını oluşturan kesimi ekonomik olarak geliştirmeye çalışmaktadır.
5
Oyların % 8,56’sını alarak 24 milletvekili çıkarabilmiştir.
Tüm bu siyasî tarih kısmıyla anlatmak istediğimiz mesele, MSP’nin kendi
içinde tutarlı bir çizgi izlediğidir. Anahtar parti olduğu iddiasını sürdürmüş,
taviz vermemiştir. Sürekli olarak aynı şekilde devam ettirmeye çalıştığı
politikasını -iki temel prensibine tekabül eden- iki ana başlık altında
toplayabiliriz: Manevî kalkınma için imam-hatip okulları açılması, imam
atamaları, cami açmalar, ahlâk dersleri; maddî kalkınma içinse devlet destekli
ağır sanayileşme. Tabanını oluşturan küçük ve orta ölçekli Anadolu
sermayesinin bu büyük yatırımları yapacak gücü olmadığından bunların
devletin girişimiyle yapılması ve özel sektöre devredilmesi öngörülmektedir.
Ekonomik çıkarlar adına kurulan MNP’nin devamcısı MSP de yine aynı
doğrultuda devam etmektedir. Destek gördüğü İslamî kesime yönelik olarak da
manevî kalkınma, din eğitimi, ahlâk düzeni ve sair kavramlara başvurmaktadır.
MSP, Konya 1979 yılında yaptığı Konya mitingi bahane edilerek, gene
aynı gerekçeyle, yani laikliğe aykırı uygulamaları nedeniyle 12 Eylül 1980’de
darbesi sonrasında kapatılmıştır. Bu sefer parti kapatma konusunda yalnız
değildi, zira askerî dikta rejimi tarafından bütün partilerin önce siyasî
faaliyetleri durdurulmuş, sonra hepten kapatılıp mal varlıkları Hazineye
devredilmiştir.
II.
Refah Partisi: Kitleselleşme Dönemi (1983-1998)
12 Eylül rejimin siyasî partilere izin vermesiyle birlikte Millî Görüş
hareketi de Refah Partisi’ni (RP) kurmuştur. Temel kadro ve anlayış itibarı ile
MNP-MSP geleneğinin devamcısı olan bu parti, niteliksel olarak birtakım
değişim-dönüşümleri içinde barındırır. Bunları aşağıda da detaylıca göreceğiz.
Şimdilik değinmekle yetinmek yerinde olacaktır. Erbakan, Demirel ve Ecevit
gibi diğer liderlerle birlikte, siyasî yasaklı olduğu için parti 19 Temmuz 1983
tarihinde Ali Türkmen tarafından kurulmuştur. 1987’de bu yasakların kalkması
referanduma sunulmuştur. Halkın onayıyla beraber yasaklı liderler partilerine
dönmüşlerdir; Erbakan da RP’nin başkanlığına seçilmiştir (11 Ekim 1987).
1. Refah Partisi’nin Kuruluş Koşulları ve Genel Nitelikleri
Bu kısa girişten sonra partinin niteliğinde, tabanında ne tür değişikler
olduğuna değinmek doğru olacaktır. Zira partiyi dönüştüren, parti içindeki ve
tabanındaki değişimlerdir.
Dolayısıyla
yıllar
içinde
dönüşen RP’yi
anlayabilmek için bu değişimlere bakmak gerekmektedir. Yukarıda ilgili
kısımda, parti kurma fikrinin nasıl ortaya çıktığını ve partileşme sürecinin nasıl
geliştiğini açıklamaya
çalıştık.
Burada
ise
neyin değişip
partiyi
dönüştürdüğünü göstermeyi amaç edinmekteyiz. Bunun içinse parti içinden
çıkıp Türkiye’nin genel durumuna bakmamız, bu yıllar içinde ne gibi
değişiklikler yaşadığına bakmamız elzemdir.
Öncelikle, Türkiye’de uygulanan iktisat politikalarının her şeyde olduğu
gibi, ele aldığımız partilerde/parti geleneğinde de büyük etkiler peyda ettiğini
belirtmekle başlayalım. 1960 sonrası Türkiye tarihini iktisadî açıdan dönemlere
ayıracak olursak, 1960’lı yıllarda 1950’lilerin tarıma dayalı ekonomik
yapısından git gide uzaklaşılıp ithal-ikamecilikle başlayan bir sanayileşme
hareketinin söz konusu olduğunu görebiliriz. Bu sanayileşme hareketi yavaş
yavaş gelişen, geliştikçe ülkeyi dönüştüren bir gidişata sahiptir. Bu dönemde
sanayileşmeyle birlikte kent nüfusu, kır nüfusunun yıllardır süren mutlak
üstünlüğünü zorlamaya başlamıştır. Bütün ülkelerde olduğu gibi bu durum,
büyük toplumsal gelişmelere, dönüşümlere sebep olmaktadır.
Bu yıllarda İstanbul-İzmir ekseninde faaliyet gösteren sermaye grupları
gelişmeye başlamış, 1960 müdahalesinden sonra kurulan, yıllar içinde
Türkiye’nin en büyük holdinglerinden biri haline gelen, OYAK’ın da piyasaya
girmesiyle sanayileşme hız kazanmıştır. 1970’li yıllarda da bu gelişme devam
etmiştir. Buna bağlı olarak işçi sınıfı büyümüş, işçi hareketleri de bu nispette
artmıştır. Kentleşme de “tabii” bir sonuç olarak yaygınlık kazanmış, kır-kent
nüfus dengesi ikincisi lehine değişme göstermiştir.
Gelişen sermaye grupları başta OYAK olmak üzere yabancı
sermayedarlarla da işbirliği içine girmiş (OYAK-Renault, 1969), Türkiye
ekonomisi artık uluslararası piyasalarla entegre olma ihtiyacı içine girmiştir.
Tüm bunlar ucuz işgücü ihtiyacını artırmış, buna bağlı olarak işçi hareketleri
mukavemeti de gelişmiştir. Bu koşullar altında gidilen 12 Eylül darbesi,
dönüşümü tamamlama açısından önemli bir merhaledir. Zira Türkiye
piyasasının artan ihtiyacını karşılamak üzere hazırlanıp 24 Ocak 1980’de kabul
edilen kararlar, askerî rejim tarafından tamamıyla uygulanmıştır. Bunun
sembolik ifadesiyse 24 Ocak kararlarının mimarı Turgut Özal’ın, askerî
yönetim içinde ekonomiden sorumlu bakan olarak görevlendirilmesidir. Rejim,
uluslararası anlaşmalarda herhangi bir aksama olmayacağını da darbeden
hemen sonra dile getirmiştir.
1980’e doğru giderken Türkiye’de yaşananlar, dünyadan bağımsız değildir.
1970’li yıllarda yaşanan petrol krizi, ki kapitalizmin krizi olarak da ifade edilir,
Les Trente glorieuses olarak adlandırılan büyük gelişme devrinin (1945-1973)
sonu, İran devrimi gibi meseleler dünya ölçeğinde bir dönüşümü beraberinde
getirdi. Genel-geçer kabul gören görüşe göre 1980’li yıllar dünya ekonomisinin
dönüşümünde kritik bir öneme sahiptir. Zira bu tarihten sonra sermayenin
dünya çapında sınır tanımadan dolaşımı, ucuz işgücü, yeni yatırım
alanlarının/pazarların arayışı ve sair ilkelerin ifadesi olan neo-liberal ekonomik
sistem, dünya çapında uygulamaya konulmuştur. Türkiye de bu koşullardan
ayrı düşünülemez. Zira Türkiye ekonomisi de artık dünya pazarıyla etkileşim
içine girecek hale gelmiş, hatta dünya pazarına açılmıştır, denebilir. 24 Ocak
kararları da işte bu pazara entegre olmanın esaslarını kapsamaktadır.
MNP ve MSP’nin doğmasına sebep olup sonrasında tabanını oluşturan
Anadolulu küçük ve orta ölçekli sermaye de bu yıllar içinde gelişme
göstermiştir. Öyle ki dünya pazarına açılma bu kesim için de geçerli bir
amaçtır. Bu gruplar da yurt dışı ticarete başlamışlar, bunu daha da geliştirmek
istemekteydiler. Yani MNP ve MSP’nin arkasındaki küçük-orta ölçekli
sermaye ile RP’nin arkasındaki, artık dünya pazarıyla ilişkili sermaye aynı
değildir, önemli ölçüde değişime tabi olmuştur. (Şen, 1995: 29)Bu durum Millî
Görüş hareketini de doğrudan etkilemiştir. Bunu adından bile anlayabiliriz:
“Millî Görüşçüler disiplini vurgulayan “nizam”dan, manevî duygusu yüksek
“selamet”e geçmişlerdi. Türkiye’nin serbest piyasa ekonomisine geçiş
yıllarındaysa “refah” adını seçmeleri sadece bir rastlantı değildi.” (Çakır,
2005: 548) İşte bunun sebebi, RP’nin arkasındaki sermayenin de serbest
piyasanın vadettiği refahı talep etmesidir.
a) Refah Partisi’nin Genel Karakteri
RP, Millî Görüş geleneğinin bir partisidir. Ancak MNP-MSP çizgisinden
oldukça farklılaşmış bir yapıya sahiptir. MSP’yi anlatırken değindiğimiz
camici/cemaatçi-partici çekişmesi, particiler lehine sonuçlanmıştır. RP
döneminde
partinin
(Burada
“parti”
ile
kastettiğimiz
bu
parti
geleneği/çizgisidir) kitleselleştiğini görmekteyiz. Bu dönemin anlayışını veciz
bir ifadeyle şu şekilde tanımlayabiliriz: “Tebliğ değil, propaganda”. (Çakır,
1994: 81-84) Ancak hemen belirtelim ki geleneksel anlayış olan cemaatçilik,
yüz yüze ilişkiler kesilmemiş, bunlar bir yandan devam ederken diğer yandan
daha geniş kitlelere hitap etmek amaçlanmıştır. Geleneksel ilişkiler, parti
tabanını bir arada tutmak için kullanılırken, kitlesel iletişim yöntemleriyle
RP’li olmayanlara ulaşılmaya çalışılmıştır. Özellikle 1980’li yıllardan itibaren
yaygınlık kazanan televizyon, diğer partiler gibi RP’nin propagandasında da
önemli bir yer tutmaktadır. RP, teknolojik gelişmelerden azami ölçüde
faydalanan bir parti olarak tanınmaktadır. (Çakır, 1994: 73; Yavuz, 2005: 599)
Kitleselleşme, herkese açılma anlayışından sonra RP’nin MNP-MSP
çizgisinden farklı olduğu ikinci bir husus RP’nin daha az dinsel kavramlardan
oluşan, daha demokrat ve daha sivil toplumcu bir söyleme sahip olmasıdır.
(Yavuz, 2005: 598) Dinselliğin terki değil, ama biraz daha yumuşaması ve
dünyeviliğin payının artması söz konusudur. Bunun iyice açığa çıktığı olay,
partinin lideri Erbakan ile, başından beri partinin destekçisi olan İskender Paşa
Cemaatinin –Kotku’nun yerine gelen- şeyhi Esad Coşan arasındaki çekişmedir.
Erbakan, politik olanın, yani kendisinin; dinsel olanı, yani tarikatı belirlemesi
gerektiği fikrindeydi. Çatışmanın esas konusu budur. Parti üstünlüğünü kabul
etmeyen Coşan, desteğini RP’den çekmiştir. Bu, partinin dinî otoritenin üstüne
çıkarak siyasî bir laiklik içine girmesine işaret eder. (Yavuz, 2005: 600) Bu
olayla su yüzüne çıkan durum, Hareketin içinde eskiden beri mevcuttu.
Partileştikten sonra Hareket her zaman parti odağında faaliyet göstermiştir.
Vakıf ve dernekler aracılığıyla birtakım fonksiyonlar yürütülmüştür ancak parti
merkezli bir çalışma sistemi vardır. Hareket git gide partileştikçe içinden
çıktığı İskender Paşa Cemaatinin fonksiyonlarını da üstlenmeye başlamıştır.
Yani parti, Cemaati aşmıştır. Aktardığımız Coşan ve Erbakan arasındaki iktidar
kavgası da partinin laik bir yapı olduğunu göstermektedir.
Bu yapıyı daha iyi anlayabilmek için parti içinde dinî bilginin önemli, fakat
şart olmadığını; daha doğrusu particilik becerilerinin, dinî bilginin önünde
geldiğini belirtmekte fayda vardır. Örneğin, Abdullah Gül gibi iyi eğitim
görmüş, donanımlı kimselerin, parti içinde hızla yükselmesi, dinî bilginin
ikincil önemde kaldığını göstermektedir. Bu da partinin laik bir sisteme sahip
olduğunu göstermektedir. Her ne kadar partinin dış görüntüsü dinî bir
yapılanma olduğunu telkin etse de gerçekte durum, ifade etmeye çalıştığımız
gibidir.
RP’nin dinîliği, İslamcılığı konusunda kamuoyunda mevcut olan algı, parti
geleneğinde olduğu gibiydi, buna göre RP de İslamcı bir partidir.
Kamuoyundaki bu algının sebebi; oy tabanının kendini –dindar- müslüman
olarak tanımlayan insanlardan oluşması, partililerin söylemlerinde çeşitli
dozlarda İslamî söylem bulunması, tarikat geleneğine sahip olmaları, Kur’an
dersleri, din eğitimi konusundaki hassasiyetleri ve sair faktörlerdir. Bunun
yanında Millî Görüş partilerine ve dinsellikten en uzaklaşan parti olması
hasebiyle özellikle RP’ye yöneltilen gayri-islamîlik eleştirileri de mevcuttur.
Eleştiride bulunanlar RP dışında, İslamî çevrelerdir. Bu kesimler, RP özelinde
Millî Görüş hareketinin, kendini Türkiye’de İslamcılığın tek temsilcisi olarak
göstermesinden rahatsızdırlar. Ayrıca bunlara göre RP, Batı taklitçisi, kapitalist
düzen savunucusu bir oluşumdur. (Şen, 1995: 14)
Burada, RP’nin genel karakterinde etkili olan Batı karşıtlığına da değinmek
yerinde olacaktır. RP, öncülleri gibi kendini Batı karşıtı bir parti olarak
görmekte, böyle göstermektedir. MSP’yi konu alan bölümde anlattığımız gibi
teknolojiyi almakta, en son model alet-edevatı kullanmakta hiçbir mahsur
görülmezken, Batı kültürü konusunda sert bir karşı çıkış söz konusudur.
Burada yine teknolojiye indirgenen bir modernite anlayışının hâkim olduğunu
görmekteyiz. Diğer İslamî kesimlerin RP’ye yönelttiği taklitçilik eleştirisi
oldukça yerindedir. Zira RP, karşı çıktığı Batı medeniyetinin oluşturduğu
modelden etkilenmiş, örnek almıştır. Parti örgütlenmesine verdiği önem, Batı
tarzı siyasî parti modelinde yapılanmayı getirmiştir. Teknolojisinin sonuna
kadar kullanması da yine bu manada okunabilecek bir durumdur. Özellikle
1990’lı yıllarda Birleşmiş Milletler, NATO, UNESCO gibi Batı ürünü
yapıların İslam dünyasında taklitlerini oluşturmayı kendisine amaç edinmiş bir
partinin, Batı karşıtlığı biraz sorunludur.
b) Refah Partisi’nin Tabanı
Yukarıda anlattığımız üzere, sanayileşme ve buna
kentleşme Türkiye’nin toplumsal yapısını büyük oranda
yıllardan itibaren başlayan kente göç dalgası, 1980’li
ulaşmıştır. Bu düzensiz, çarpık bir kentleşme örneğidir.
gelenlerin büyük sorunlarla karşılaşması sonucunu
kentliler, şehrin çeperlerine yerleşmiştir. Bu durum
sahipsiz bırakılmış gibi hissetmelerine yol açmıştır. Yeni
bağlı olarak gelişen
değiştirmiştir. 1960’lı
yıllarda had safhaya
Düzensiz göç, kente
doğurmuştur. Yeni
kendilerini dışlanmış,
yerleşim yerlerinin alt
yapı sorunları, insanların istihdamı gibi
hayatlarının başlıca gündem maddeleridir.
meseleler
bu
yeni
kentlilerin
RP’nin sanıldığının aksine dinî yönü ağır basan bir parti değil, laik yapıya
sahip bir siyasî parti olduğunu yukarıda görmüştük. Burada da RP’nin, yine
kamuoyundaki algının aksi olacak şekilde, bir kır partisi değil, kent partisi
olduğunu belirtmemiz gerekir. Yeni kentlilerin arayışlarına cevap veren RP, bu
kesimden büyük oranda oy almıştır. Aşağıda ele alacağımız “adil düzen”
projesi, umut telkin etmesi bakımından önemli rol oynamıştır. Özellikle darbe
sonrasının getirdiği travma ve hızlı kapitalistleşme, düzensiz kentleşme ve
bunların getirdiği sorunlar ülkeye bir umutsuzluk havasının hâkim olmasına
neden olmuştur. Bu koşullar altında içi tam olarak doldurulamamış ve bu
yüzden herkesin kendine göre bir şeyler anladığı “adil düzen” projesi, bir umut
ışığı olarak görülmüştür.
RP tabanının önemli bir diğer bölümünü Kürt kökenli nüfus
oluşturmaktadır. RP oylarının kaynağı yeni kentliler olduğu kadar, ve belki de
daha ziyade, Kürtlerdir. RP en çok oyu Güneydoğu ve Doğu Anadolu
bölgelerinden almıştır, buralar RP için adeta bir “oy deposu” teşkil etmektedir.
Bunun sebebi RP’nin İslamcı görüntüsüdür. Millîliği milliyetçiliğinden değil,
ümmetçiliğinden gelen bir parti, Kürt vatandaşların desteğini almıştır. Zira
İslam; Türklerin ve Kürtlerin altında toplanabileceği ortak bir çatıdır. Başta
Erbakan olmak üzere, RP’liler bu durumu çok başarılı bir şekilde yönetmiştir
(Çalmuk, 2001). 1991 genel seçimleri için Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP) ve
Islahatçı Demokrasi Partisi (IDP) ile girdiği ittifak tabanındaki bu kesimi
rahatsız etmiş, partiden uzaklaştırmıştır. Bu durumun ayrıntılarına aşağıda
değineceğiz.
RP’nin tabanında yeni kentliler ve Kürtlerden sonra belirtilmesi gereken bir
diğer husus, yazının genelinde defaatle ifade edildiği üzere, tabanın önemli bir
kısmı da partileşmenin tetikleyicisi olan Anadolu sermayesidir. Yukarıda
andığımız üzere, 1960’lı yıllarda küçük ve orta ölçekli işletmelerden mürekkep
olan bu kesim, git gide büyümüş, 1980’li yıllara gelindiğinde dünya pazarıyla
etkileşim içine girecek duruma gelmiştir. Bu sermaye gruplarına “Anadolu
Kaplanları” denmektedir. İstanbul-İzmir merkezli büyük sermaye grubuyla
rekabet edebilmek için siyasî alanda çıkarlarını koruyacak bir partisi olsun
isteyen bu sermayedarlar grubuna Batıcı değil, gelenekçi-muhafazakâr niteliğe
sahip oldukları için “yeşil sermaye” de denmektedir. 6 Bu kesim MNP-MSP-RP
çizgisinin destekçisi olmuştur. Millî Görüş hareketi de gerek katıldığı
koalisyonlarda, gerekse kazandığı belediyelerde bu sermaye grubu için yeni
yeni imkân alanları açmaya gayret göstermiştir. RP’nin gelişmesinde bu imkân
alanlarından yararlanan sermayedarların büyük katkısı olmuştur.
Bunlardan sonra ifade etmemiz gereken bir konu da RP’nin tabanının
kendini dindar olarak tanımlayan insanlardan oluştuğudur. Bu saydığımız yeni
kentliler, Kürtler ve “yeşil sermaye” gibi kategorilerin içinde ya da dışında
dindar insanlar RP’ye oy verme eğilimde olmuşlardır. Erbakan da bu durumu,
diğer partilerin seçmenleri, RP’nin ise inananları olduğu minvalinde bir sözle
anlatmıştır. Bu inananlar grubu, partinin tabanında en büyük paya sahip olan
kesimdir.
Partinin kitleselleşmesiyle söz konusu olan konuysa bu inananların dışında,
daha başka insanlara da seslenme, onları da partiye katma isteğidir. Yine
Erbakan bunu da insanları, RP’liler ve RP’li olmayı bekleyenler olarak
ayırmak suretiyle ifade etmiştir. Farklı kesimlere hitap etmek bazı sorunlara
yol açmıştır. Çünkü tabandan kayıp vermeden genişleme çabası çok boyutlu
çelişkileri beraberinde getirmektedir. (Şen, 1995: 120) Bunları aşabilmesini ya
da aşmış gibi görünmesini sağlayanın ne olduğu sorusu, bizim açımızdan
cevaplanması zor bir sorudur. Bir deneme yapacak olursak, 12 Eylül darbesisonrası dönemde ve çoğu insana göre Türkiye’nin en karanlık yılları olarak
telakki edilen 1990’lı yıllarda insanların en çok ihtiyaç duyduğu şeyi yapması,
yani umut telkin etmesi ve hükümet krizlerinin birbirini kovaladığı zamanlarda
“denenmemiş olması” önemli bir rol oynamıştır, diyebiliriz.
c) Refah Partisi’nin Programı: “Adil Düzen”
RP’nin programı “adil düzen” projesi üzerine kurulmuştur. Parti, amacını
adil düzenin tesisi olarak belirlemiş fakat hiçbir zaman bunun tam olarak ne
olduğunu anlatmamıştır. İçinin boş olmasıyla eleştirilen adil düzen projesi, tam
da bu nedenle partiye destek sağlamıştır. Çerçevesi, içeriği tam olarak belli
olmayan bu kavramdan herkes kendine göre bir şey anlamış, bu nedenle çeşitli
kesimlerden destek bulmuştur. Bu desteğin boyutlarını çok abartmamak
Bu konu üzerine bir inceleme için bakınız: Şennur ÖZDEMİR, MÜSİAD. Anadolu
Sermayesinin Dönüşümü ve Türk Modernleşmesinin Derinleşmesi, Vadi, Ankara, 2006.
6
gerektiğini hemen belirtelim. Zira RP hiçbir zaman, mesela, ANAP’ın gördüğü
desteği görememiştir.
Bir Millî Görüş projesi olarak adil düzen; faizsiz, serbest piyasanın olduğu,
üretim seferberliğini esas alan, herkese refah ortamının sağlandığı, bölgeler
arasında eşit dağılımı amaçlayan bir politikadır. Bir ideal olarak sunulan adil
düzen, RP programının esasını teşkil etmektedir. Erbakan’ın ifadelerine göre
adil düzen; kapitalizm ve komünizmin faydalı yanlarını alacak, zararlı
taraflarını ise dışarıda bırakacaktır. Bu açıdan bir “üçüncü yol” çağrışımı
yapmaktadır. Ancak bize göre, ikisinin arasında yer almamakta, faiz kısmı bir
kenarda tutulursa kapitalizme daha yakın bir sistem görünümü vermektedir.
Zira RP’nin kapitalist düzenle pek bir sorunu yoktur. Daha önce de
değindiğimiz üzere partinin ortaya çıkış sebebi, partiye yakın sermayedarların
çıkarlarını korumaktır. Bu durumda komünizmin eşit-paylaşımcı taraflarını
aldığını söylemek pek olanaklı değildir. Mülkiyeti ve serbest piyasa
ekonomisini esas alan kapitalist düzenin terki değil, bazı yönlerden
değiştirilmesi söz konusudur.
Adil düzen, bazı İslamî referanslar içermekle birlikte pür İslamî değildir.
Güncel sosyo-ekonomik sorunlara çözüm arayışında olduğundan günün
şartlarına uygundur.7 Yukarıda değindiğimiz üzere, RP İslamî bir parti değildir.
Öyle olsaydı esas amacı, Erbakan tarafından teorize edilen adil düzeni kurmak
değil, şeriat düzenini tesis etmek olurdu. RP üzerine Çakır’ın yazdığı kitapta
denilen “ne şeriat ne demokrasi”ye nazire yaparak “ama demokrasi” demek
yerine olacaktır (Sarıbay, 1994: 209). Buradan kastımız şudur: RP, hem
İslamcı bir parti olarak görünüp hem modern anlamda bir parti olup, laik bir
sistemle işlemesinden hareketle şeriat ile demokrasi arasında kalmış gibi bir
izlenim vermektedir. Aslında durum, ikinciden yana ağır basmaktadır. Bu
nedenle “ama demokrasi” denmesi yerindedir. Bizim de görüşümüz bu
yöndedir. Diğer tüm İslamî hareketlerde olduğu gibi RP için de “iktidara
yaklaştıkça İslamcılıktan uzaklaşma” söz konusudur. Pragmatik bir görüşü
ifade eden bu yaklaşım, RP’yi şeriattan ziyade demokrasiye yaklaştırmaktadır.
Demokrasi kavramını, tam anlamıyla demokratik oldukları için değil; mevcut
“Adil düzen”in en önemli alt başlığı olan “adil ekonomik düzen” hakkında daha fazlası için
bakınız: Menderes ÇINAR, “İslamî Ekonomi ve Refah’ın Adil Ekonomik Düzeni”, Birikim,
59. sayı, Mart 1994, ss. 21-32.
7
politik sisteme, yani demokrasiye, uygun hareket ettikleri için kullanmaktayız.
Bu minvalde adil düzen de İslamî olmaktan çok dünyevî ihtiyaçlara yöneliktir.
“Geçmişte ‘Ağır sanayi hamlesi’ sloganıyla dönemin gözde ideolojisi olan
ulusal kalkınmacılığa eklemlenen Millî Görüşçüler, bugün adlarının (refah) da
vurguladığı gibi bireylerin daha fazla tüketme arzusunu kaşıyorlar.” (Çakır,
1994: 75). Bu ifadelerden de anlaşıldığı üzere, RP tabanını oluşturan şehrin
merkezinden dışlanmış yeni kentlilere de, eşitsiz yatırımdan fakir düşen
bölgelere de, piyasadaki payını artırmak isteyen sermayedarlara da, günün
koşullarına tamamen uygun olarak, refah vadediyordu.
2. Refah Partisi’nin Gelişme Dönemi (1983-1993)
12 Eylül rejiminin siyasî partilere cevaz vermesiyle 1983’te kurulan RP,
aynı yıl yapılan genel seçimlere askerî yönetimin vetosu nedeniyle
girememiştir. 1984 yılında yapılan yerel seçimlere katılma imkânı bulan RP,
pek bir varlık gösterememiştir (Oy oranı: %4,4). Zira bu tarihte parti henüz
toparlanamamıştı. Öncelikle Erbakan, yasaklı olduğundan partisinin başında
değildi. İkinci olarak darbe koşullarında teşkilatlanma güçlüğü çekilmiştir.
Bunda askerî yönetimin, diğer partilerde olduğu gibi, MSP’nin mal varlığına el
koyması büyük oranda etkili olmuştur. Ayrıca geçmiş yıllarda MSP’den
milletvekili adayı olan Turgut Özal, nitelikli MSP kadrolarını Anavatan Partisi
(ANAP) saflarına kattı (Çakır, 1994: 25-26). Bütün bu faktörler bir araya
geldiğinde RP yerel seçimlerden hiç belediye başkanlığı alamadan çıkmıştır.
1987’de yapılan referandumla siyasî yasakların kalkmasını takiben eski
liderler partilerine dönmüşlerdir, Erbakan da bunların içindedir. 11 Ekim
1987’deki RP İkinci Kongresinde genel başkanlığa seçilmiştir. İktidar partisi
ANAP, rakiplerinin bu geri dönüşlerle güç kazanmalarını engellemek için
“baskın” bir erken seçim kararı almıştır. Bu genel seçimlerde bir önceki yerel
seçimlere göre oy oranını artıran (%7,16) RP, 1982 Anayasasının öngördüğü
%10’luk seçim barajı sebebiyle parlamentoya vekil gönderememiştir. Buna
rağmen bu seçimler önem arz etmektedir. Zira partinin devamlılığına işaret
eden bir tablo vardır: “RP’nin 1987 seçimlerinde yüksek oy elde ettiği illerle
1977’de MSP’nin en başarılı olduğu illerin büyük ölçüde aynı olması, Millî
Görüş hareketinin 7 yıllık bir aradan sonra kaldığı yerden yoluna devam
ettiğini gösteriyor.” (Çakır, 1994: 219). Bu iller Rize, Trabzon, Giresun gibi
Doğu Karadeniz illeri ile Kürt illeridir. Kürt bölgelerinin “oy deposu”
hüviyetini koruduğunu görmekteyiz.
Teşkilatlanma oranını yükselten, geleneksel cemaatçi yaklaşımın yanında
teknoloji destekli propaganda faaliyetlerine girişen, liderine kavuşmuş RP, ilk
sandık başarısını 1989 yerel seçimlerine elde etmiştir (Oyların % 9,8’i alarak
74 belediye başkanlığı kazandı). Bu seçimlerde Konya, Urfa, Sivas, Van ve
Maraş belediyeleri RP’li olmuştur. Erbakan’ın büyük popülaritesinin olduğu
Konya dışındaki iller yukarıda değinilen Kürt nüfusunun teveccühü ile
paralellik göstermektedir.
Yerel yönetimler RP’nin prestij kazanması için önemlidir. Henüz
parlamentoya girmeyi başaramayan RP, kazandığı bu belediyeler ve bittabi
buralarda sundukları hizmetlerle destek toplamıştır. Ayrıca, yine değinildiği
üzere, belediyeler RP tabanına yeni imkân alanları oluşturması bakımından da
önem arz etmektedir. RP’nin büyük projelerine, yerelde referans sağlaması da
RP belediyeciliğinin bir başka getirisidir.
RP’nin gelişme dönemi içinde sayacağımız son seçim, 1991 genel
seçimleridir. 1989 yerel seçimlerinde aldığı oylarla kendini hissettiren RP 1991
seçimlerinde sıçrama yapmıştır (% 16,88). Hemen belirtelim ki bu sıçrama tek
başına RP’nin başarısı değildir. Zira bu seçimlerden önce MÇP ve IDP ile
ittifak yapılmıştır. Yine adaylar RP listesinde göründüğü, her yerde RP’nin adı
anılıp, onun flaması asıldığı ve diğer partilerin liderleri Alpaslan Türkeş ve
Aykut Edibali’den çok daha fazla Erbakan meydanlarda boy gösterdiği için
oyların alınan oyun çoğunluğunun RP sayesinde geldiğini iddia edebiliriz.
Elbette bunun somut bir ölçütü olmadığı için kesin olarak bilmiyoruz. Bu oy
oranıyla kazanılan 62 milletvekilinin 22’si ayrılmış ve RP yıllar sonra
Meclis’te 40 milletvekili ile temsil edilme fırsatı bulmuştur. Yerel yönetimlerin
kazandırdığı popülariteye bir de bu vekillerin ulusal düzeydeki temsilleri
eklenince RP’nin etki alanının arttığını gözlemlemekteyiz.
Bu seçimlerin kazanımlarını böylece anlattıktan sonra olumsuz taraflarını
da ifade etmek gerekmektedir. “Irkçı-şoven” bir parti olarak görülen MÇP ile
yapılan ittifak RP’nin Kürt seçmeni ile arasını açmıştır. Bu güne kadar
milliyetçilikten ziyade ümmetçilik yaparak, Türk-Kürt farkı gözetmeden
herkesi İslâm çatısı altında toplamaya çalışan RP, bu ittifakla birlikte bu vasfını
yitirmiştir. Bu ittifakın iki önemli sonucu olmuştur: İlk olarak, Kürt İslâmcılığı
ile arasını açmıştır. Böylece Kürt sorununa devlet politikası dışında bir çözüm
olanağı ortadan kalkmış oldu. Aynı zamanda ittifaka hem MÇP’nin kendi
içinden hem RP içinden itirazlar gelmiştir. RP’nin Güneydoğu teşkilatları bu
birliktelikten çok rahatsız olmuş, istifa edenler olmuştur. Ayrıca İslamcı
aydınlar da rahatsızlıklarını gizlememişlerdir (Çakır, 1994: 38-39). İkinci
olarak, sağ ile sol arasında üçüncü bir yol olarak İslâmcı parti hüviyetini
kaybetmiş, bir sağ partisi olmuştur (Çakır, 2005: 548). Bu sonuçların dışında
yine önemli bir nokta olarak, diğer partileri sürekli olarak pragmatik
davranmakla suçlayan Erbakan, “İnananlar Refah’ta birleşti” ve “Kuvayi
Miliye ruhu yeniden canlanıyor” gibi sloganlarla ilan edilen bu ittifaka Meclis
aritmetiğini aşmak için tamamen pragmatik nedenlerle girmiştir.
3. “İktidarı Devralma Dönemi” (1993-1998)
1991 seçimlerinin sayıldığı gibi birkaç olumsuz sonucu vardır ama genel
olarak RP’ye yaramıştır, denebilir. Parlamentoda temsil olanağı bulup
propaganda yöntemleri ve dergâh geleneğinden gelen sıkı dayanışmacı
teşkilatlanmasıyla ülke çapında etki alanını oluşturmuştur. Bunların yanında
RP’ye en çok yarar sağlayan durum ise Türkiye’nin o günlerdeki sosyo-politik
durumudur. ANAP’ın git gide oy kaybetmesiyle RP’nin ANAP’ın yerini
dolduracak bir kitle partisine dönüşmesi beklentisi doğdu (Çakır, 1994: 26). Bu
noktada RP’yi cemaatçi yapısını muhafaza ederek, ideolojik bir kadro partisi
olarak tutmak isteyen “gelenekçi kanat” ile tebliğden propagandaya geçmeyi
ve kapıyı bir kesime değil, herkese açık tutan, ideolojik omurgalı bir kitle
partisine dönüştürmek istene “yenilikçi kanat” arasındaki gerilimi bir kez daha
anmakta fayda vardır. Daha önce de belirttiğimiz gibi RP’nin genel eğilimi
kitle partisi olma yönündedir. Recep Tayyip Erdoğan’ın başında olduğu RP
İstanbul teşkilatı bu konuda önemli bir örnektir. Teşkilatlanmada yenilikçi
kanadın temsilcisi olmuştur. Bu kanat, daha sonra parti içinde iktidar
mücadelesi de verecektir, aşağıda göreceğiz.
1989 yerel ve 1991 genel seçimlerinde başarılı sonuçlar elde eden RP için
1993’te yapılan Dördüncü Büyük Kongre bir dönüm noktası olarak kabul
edilmektedir (Şen, 1995: 115-126). Bu kongrede Erbakan tek aday olarak
girdiği başkanlık seçimlerinde oybirliği ile bir kez daha genel başkanlığa
seçilmiştir. Bundan daha önemli bir başka husus kongrede artık “iktidarı
devralma dönemi”nin başladığının ifade edilmesidir. Bu bir dönüşümün
habercisidir. Nitekim Ekim 1993’teki kongre sonrasındaki ilk seçim olan 1994
yerel seçimlerinde büyük bir oy oranına ulaşmış (%19,14) ve aralarında
İstanbul ve Ankara’nın da bulunduğu çok sayıda (329) belediye başkanlığını
kazanmıştır. Büyük şehirlerdeki başarısının temelini, yukarıda parti tabanını
anlatırken belirtmiştik. Bu seçimler, RP’nin bir kent partisi olduğunu
tescillemiştir. Zira, mesela İstanbul’da sadece gecekondu mahallelerinden
değil, merkez ilçeler kabul edilen Fatih, Üsküdar, Sarıyer, Beyoğlu, Eyüp gibi
ilçelerde de yüksek oy oranlarına ulaşmıştır. Genel olarak sağ kitle partilerine
oy veren bu yerlerin, bu kez RP’yi tercih etmesi RP’nin daha geniş kesimlere
hitap etmesinin yanında seçmenin ANAP ve DYP (Doğru Yol Partisi) gibi sağ
kitle partileri karşısında mesafeli bir duruş sergilediğini görmekteyiz. Ayrıca
Kürt illerinden de büyük oranda oy alan RP, milliyetçi partilerle girdiği ittifak
öncesi günlere geri dönmüş gibidir.
RP’nin kitleselleşmesini sağladığı 1990’lı yıllar, bir bakıma RP’nin
gelişimine hizmet etmiştir. Yolsuzluk bu dönemin en önemli gündem
maddesidir. Bu söylentilerin ardının arkasının kesilmemesi halkın iktidardaki
siyasî partilere güvenini sarsmıştır. Bu yıllarda yükselişe geçen terör olayları,
güvenliği sağlamakta yetersiz kalan hükümetleri, değiştirmeyi gündeme
getirmiştir. Yolsuzlukların ayyuka çıktığı, güvenliğin tesisinde büyük
sorunların yaşandığı bu yıllarda RP’nin “adil düzen” projesi ve İslamcılığından
ileri gelen barışçı havası, RP’yi öncelikle “tepki oylarının” odağı haline
getirmiş, daha sonraysa iyiden iyiye “iktidar alternatifi” olarak telakki
edilmeye başlanmıştır. Bununla bağlantılı olarak, kamuoyunda RP’nin hiç
denenmemiş olduğu algısı yerleşmiştir. Ülkenin çıkmazlarına umut telkin eden
projeleri, “yeniden büyük Türkiye” sloganları, belediyelerinde sunduğu
hizmetlerin büyük projelere referans olması ve özellikle mevcut iktidar
partilerinin sorunların çözülememesinde oynadıkları rol, bu denenmemişlik
olgusunu pekiştirmiştir. İşte bu koşullar altında gidilen 1995 genel seçimleri,
RP’nin siyasal hayatında tepe noktasını teşkil etmiştir.
a) “Refahyol Hükümeti” ve 28 Şubat Süreci
1994 yerel seçimlerinde büyük şehirlerdeki ve genel oy oranındaki
başarıları RP’yi gündeme oturtmuştur. 1995 genel seçimlerindeyse bu iktidar
alternatifliği gerçeğe dönüşmüş ve RP seçimlerden birinci parti olarak çıkmıştır
(Oyların %21,38’i alarak, 158 milletvekili kazanmıştır). ANAP-DYP koalisyon
denemesinden sonra kurulan RP-DYP koalisyonu, RP için sonun başlangıcı
olmuştur. Refahyol Hükümeti olarak bilinen 54. Hükümet 28 Haziran 1996’da
kurulmuştur. Bir yıl süren bu döneme, RP’nin uygulamaları damga vurmuştur.
Başbakan Erbakan, göreve başladıktan sonra ilk yurt dışı ziyaretlerini Arap
ülkelerine yapmıştır. Bu minvalde, Erbakan’ın hayali olan, Müslüman Ülkeler
Birliğinin kurulması için girişimlerde bulunulmuştur. Birleşmiş Milletler
modelinde örgütlenmesi düşünülen bu yapılanma, RP’nin Batı karşıtı olup
Batılı kurumları taklit etmesine önemli bir örnektir. Bunun gibi, Müslüman
ülkelerin NATO, UNESCO benzeri örgütlenmeleri de gerçekleştirilmesi
Erbakan öncülüğünde RP’nin önemli projelerindendir. Osmanlı mirasına
yaslanarak “yeniden büyük Türkiye” kavramının kullanılmasından da
anlaşılacağı üzere, bütün bu Müslüman birliklere Türkiye’nin liderlik etmesi
planlanmaktadır. Osmanlı coğrafyasında liderlik iddiası, Millî Görüş’ün
Osmanlıcılığının göstergelerindendir. Bunun payı çok da büyük değildir. 8
Daha önce ifade ettiğimiz gibi Millî Görüşçüler buldukları bütün fırsatlarda
tabanının ihtiyaçlarını gözetmiş, kadrolaşma faaliyetlerine ağırlık vermiş,
teşkilatlanmasını sağlamlaştırmıştır. MSP döneminde rol aldığı koalisyonlarda,
sonrasında kazandığı belediyelerde ve sair, az ya da çok, hâkimiyet alanlarında
bu çizgisini sürdürmüştür. Refahyol hükümetiyle bu faaliyetleri ve bunlardan
beklenen kazançlar artış göstermiştir. Zira artık RP iktidarı söz konusudur.
Nitekim çok tutarlı bir şekilde kendi politikasına uygun çalışmalar
gerçekleştirmiştir. Kamuoyunda en çok dikkat çeken taraf, laiklik meselesidir.
Zira Türkiye tarihinde ilk defa, İslamcı olarak tanımlanan bir parti iktidarı ele
almıştır. Dolayısıyla Cumhuriyet değerlerinden en önem verilen olan laiklik
gündem maddesi olmuştur.
Erbakan’ın
iftar yemeği,
milletvekillerinin
içinde olduğu
ilk gezisini Arap ülkelerine yapması, tarikat liderlerine verdiği
Taksim’e cami tartışması, başörtüsü eylemlerine RP’li
destek vermesi ve sair olaylar RP’nin anti-laik uygulamalar
algısını oluşturmuştur. Sincan Belediye başkanının düzenlediği
Mesela, güncel olarak Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) tarafından yürütülen –siyasî manada
pek başarılı olmasa da kültürel sahada etkin- Osmanlıcılık faaliyetiyle karşılaştırılamaz,
AKP’ninki çok daha öndedir. Tabii bunda RP’den çok daha uzun süre iktidarda kalması, daha
geniş imkân alanlarına ulaşmış olması önemli rol oynamaktadır.
8
“Kudüs gecesi” ve sonrasında bu ilçede dolaştırılan tanklar, döneme ordunun
müdahalesini anlatan sembolik bir olaydır. Bu silsilenin içinde tepe noktasını,
28 Şubat 1997’de yapılan Millî Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında “İrtica
ile mücadele” başlığı altında alınan kararlar oluşturmaktadır. Bu, “28 Şubat
süreci” olarak bilinen dönemin en önemli olayıdır. Başbakan Erbakan, bu
kararların altına imza atmak zorunda kalmıştır. Bunun yanında Refahyol
hükümeti döneminde Çekiç Güç’e izin, Olağanüstü Hal uygulamaları, “Kürt
sorununa” devlet politikası dışında bir çözüm getirilemeyişi ve İsrail’le
anlaşma imzalanması gibi meseleler RP’ye karşı güveni sarsmış, hayal kırıklığı
peyda olmuştur.
28 Şubat döneminde9 RP’ye karşı hem ordu başta olmak üzere devletin
içinde, hem de medya aracılığıyla kamuoyunda büyük tepkiler gösterilmiştir.
Mayıs ayında Anayasa Mahkemesinde RP aleyhine kapatma davası açılması,
durumun vahametini göstermektedir. Bütün bunların bir araya gelmesiyle
Erbakan istifaya zorlanmıştır. Kapatma davası devam ederken Haziran 1997’de
istifa eden Erbakan, hükümeti görevinin koalisyon ortağı Tansu Çiller’e
verilmesini beklerken, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, görevi ANAP genel
başkanı Mesut Yılmaz’a vermiş, Refahyol Hükümeti böylece sona ermiştir.
Dava sonucunda RP, irticaî faaliyet yürüterek laik rejimi tehdit ettiği
gerekçesiyle 16 Ocak 1998’de kapatılmıştır. Parti kapatmalara alışkın bir
geleneğe sahip olan Millî Görüşçüler bu olaydan önce 17 Aralık 1997’de
Fazilet Partisi’ni (FP) kurduklarından, RP kapatılınca bu yeni kurulan partinin
çatısı altında toplanmışlardır.
RP’ye yönelik bu müdahalenin görünürdeki sebebi, anti-laik uygulamalar
olsa da altında yatan sebep sosyo-ekonomik bir temel üzerine teşekkül eder.
Millî Görüş parti geleneğinin ortaya çıkışının, sanıldığı gibi, İslamî bir
tepkiden çok, ekonomik çıkar savunusu olması gibi, 28 Şubat süreci de laikçi
bir müdahaleden ziyade yıllar içinde bu çizgi partilerinin açtığı imkân alanları
sayesinde büyüyüp gelişen ve artık büyük sermaye ile rekabet edebilecek
konuma gelen “yeşil sermaye”nin daha fazla gelişmesini engellemek
amaçlanmaktadır. Burada laikliğin ve buna mukabil RP’nin İslamcı
görüntüsünün önemsiz faktörler olduğu savunulmamaktadır. Fakat asıl amacın
Dönem üzerine bir inceleme için bakınız: Ali BAYRAMOĞLU, 28 Şubat. Bir Müdahalenin
Güncesi, İletişim, İstanbul, 2013.
9
RP ve arkasında duran grupların siyasî, ekonomik ve hatta sosyal alandan dahi
çıkarılması olduğunu iddia etmekteyiz.
b) Refah-sonrası Dönem
RP bu koşullar altında kapatılmış, geride kalanlar FP altında toplanmıştır.
Erbakan ve başka RP yöneticileri siyasî yasaklı haline getirilmiştir. Bundan
sonraki dönemde parti politikasında bir yumuşama halinin olduğunu
görmekteyiz. Bu yumuşamanın 28 Şubat süreci sonrası “zorunlu” olarak
yaşandığını belirtmemiz gerekir. RP’nin kapatılmasıyla sonuçlan dönemin
akabinde FP söylemlerinde demokrasi, hukuk devleti, insan hakları ve sair
kavramlar daha sıkça yer almakta, Batıya karşı olunmadığı gösterilmeye
çalışılmaktadır. Erbakan’ın yasaklı olduğu dönemde FP’nin genel başkanlığını
üstlenen Recai Kutan’ın ilk yurtdışı gezisini ABD’ye yapması bunun bir
nişanesi olarak görülebilir. Avrupa Birliğine karşı tutum da değişmiştir.
Önceleri Birleşmiş Milletler’e de Avrupa Topluluğuna da karşı çıkılıp bir
Müslüman birliğinin kurulması savunulmaktayken artık Avrupa Birliği yanlısı
bir tutum benimsenmektedir.
Bu yumuşamadan sonra RP-sonrası dönemde öne çıkan önemli
gelişmelerden biri de FP içinde gelenekçilerle yenilikçiler arasında yaşana
iktidar çekişmesidir. FP kongresinde Erbakan’ın adayı Recai Kutan’a, yasaklı
Erdoğan’ın adayı Abdullah Gül rakip olmuştur. Bu güne kadar hep tek adayla
seçime girmiş olan partide bu bir yeniliktir. Ayrıca, bundan daha önemli olan
yenilikçi kanadın adayı olan Gül’ün genel başkanlığı çok az bir oy farkıyla
kaybetmesidir. Bu durum, parti içinde yenilikçilerin ne kadar güçlü olduğunu
göstermektedir. FP de geleneğin tüm partileri gibi laikliğe aykırı faaliyetleri
sonucunda kapatılınca (22 Haziran 2001) parti ikiye bölünmüştür. Öncelikle
gelenekçilerin içinde olduğu grup Kutan’ın genel başkanlığında 20 Temmuz’da
Saadet Partisi’ni (SP) kurmuştur. Yenilikçiler ise, Erdoğan yasaklı olduğu için
Abdullah Gül liderliğinde, 14 Ağustos 2001’de Adalet ve Kalkınma Partisi’ni
(AKP) kurdular. İçinde yetiştiği parti geleneğinden ayrılarak AKP’yi kuran
Erdoğan, “ikinci Erbakan” olmayı değil, “ikinci Özal” olmayı tercih ederek
ANAP benzeri dışa/Batıya açık, serbest piyasacı bir politika anlayışı gütmüş,
Türkiye siyasetini uzun yıllar idare etme fırsatı bulmuştur.
Sonuç Yerine
Millî Görüş hareketi Saadet Partisi aracılığıyla günümüzde halen varlığını
sürdürmektedir. Ancak güncel durumda ne MSP zamanındaki, ne RP
dönemindeki gücü yoktur. Bizim bu çalışmada ele aldığımı dönem (19701998), hareketin en güçlü olduğu zamanları kapsamaktadır. Bu durumu genel
konjonktür içinde ele almalıyız. Yani bu dönemde sadece Millî Görüşçüler
değil, diğer İslamcı hareketler de güç kaybetmiştir. Dünyevî ihtiyaca, bundan
kasıt ekonomik refahtır, cevap veren ideolojiler daha ön planda yer almış,
dinsel bir içeriğe sahip politik oluşumlar rağbet görmemeye başlamıştır.
Çalışmanın içinde değindiğimiz üzere, Refah Partisi kendini bu dünyevî
ihtiyaca göre konumlandırmıştır. Bunun nasıl destek gördüğünü de ifade
etmeye çalıştık. Fakat parti bölünüp ikiye ayrılınca ortaya çıkan durum hareket
için olumsuz sonuçlar doğurmuştur. AKP’nin bu gelenekten kopuşu ve hızlı
yükselişi en önemli sonuçtur. Daha açık, daha serbest piyasacı, daha liberal,
daha demokratik söylemlerle iktidar yarışına giren AKP, ülkenin içinde
bulunduğu kriz ortamından faydalanıp iktidarı ele almıştır. Bundan sonra Millî
Görüş hareketi sürekli olarak güç kaybetmiştir. Bu olayın öncesinde
gerçekleşen 28 Şubat süreci de partiye/parti geleneğine ket vurmuştur. Bu olay
RP’nin devamcılarını zor durumda bırakmış, fakat bundan çok iyi ders çıkaran
AKP bu akıbete uğramamıştır.
Tüm bunlarla birlikte Milli Görüş hareketiyle birlikte ilk defa İslamcı
olarak tanımlanan bir parti ulusal düzeyde temsil edilmiş, çeşitli hükümetlere
ortaklık etmiştir. Parti geleneğinin siyasal hayatında tepe noktasını teşkil eden
Refahyol Hükümeti ile de böyle bir parti ilk kez iktidarda bulunmuştur.
Belediyecilik hizmetleri, sıkı teşkilatlanması, “adil düzen” ve “yeniden büyük
Türkiye” gibi büyük slogan-projeleriyle özgün bir yere sahip olan hareketin
ortaya çıkışına ortam hazırlayan Anadolu sermayesi, ya da “Anadolu
Kaplanları” diyelim, de zaman içinde gelişip büyümüş, büyük sermaye
dediğimiz İstanbul-İzmir eksenli grupla rekabet edecek düzeye erişmiştir.
Bütün bu parti geleneğini bu temel meseleyle birlikte düşünmek gerektiğine
kanaat getirmekteyiz. Refah-sonrasında AKP iktidarını, hem bu çevreyle hem
büyük sermayeyle yaptığı başarılı işbirliği üzerinden değerlendirmek meseleyi
anlamamızı sağlayacaktır. MNP-MSP-RP çizgisine destek veren bu
sermayedarlar grubu AKP döneminde mevcut hükümetle uyum içinde çalışıp
Saadet Partisi’nin “oyun dışında” kalması da bu partinin ve daha genelde Millî
Görüşçülerin etkinlik alanının azalmasını açıklayıcı niteliktedir.
Kaynakça
BAYRAMOĞLU, Ali (2013), 28 Şubat. Bir Müdahalenin Güncesi, İletişim,
İstanbul
ÇAKIR, Ruşen (2005), “Millî Görüş Hareketi”, Modern Türkiye’de Siyasî
Düşünce Ansiklopedisi-İslamcılık, İletişim, İstanbul, ss. 544-575
ÇAKIR, Ruşen (1994), Ne Şeriat Ne Demokrasi. Refah Partisini Anlamak,
Metis, İstanbul
ÇALMUK, Fehmi (2001), Erbakan’ın Kürtleri. Milli Görüş’ün Güneydoğu
Politikası, Metis, İstanbul
ÇALMUK, Fehmi (2005), “Necmettin Erbakan”, Modern Türkiye’de Siyasî
Düşünce Ansiklopedisi-İslamcılık, İletişim, İstanbul, ss. 550-567.
ÇINAR, Menderes (1994), “İslamî Ekonomi ve Refah’ın Adil Ekonomik
Düzeni”, Birikim, 59. sayı, ss. 21-32
ÖZDEMİR, Şennur (2006), MÜSİAD. Anadolu Sermayesinin Dönüşümü ve
Türk Modernleşmesinin Derinleşmesi, Vadi, Ankara
SARIBAY, Ali Yaşar (1985), Türkiye’de Modernleşme, Din ve Parti
Politikası. MSP Örnek Olayı, Alan, İstanbul
SARIBAY, Ali Yaşar (1994), Postmodernite, Sivil Toplum ve İslam, İletişim,
İstanbul
SARIBAY, Ali Yaşar (2005), “Millî Nizam Partisi’nin Kuruluşu ve
Programının İçeriği”, Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce Ansiklopedisiİslamcılık, İletişim, İstanbul, ss. 576-590
ŞEN, Serdar (1995), Refah Partisi’nin Teori ve Pratiği. Refah Partisi: Adil
Düzen ve Kapitalizm, Sarmal, İstanbul
YAVUZ, M. Hakan (2005), “Millî Görüş Hareketi: Muhalif ve Modernist
Gelenek”, Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce Ansiklopedisi-İslamcılık,
İletişim, İstanbul, ss. 591-603