Received 01.07.2024
Accepted 09.07.2024
Review
Published 20.07.2024
JOTS
8/2
2024: 384-394
Elverskog, J. A History of Uyghur Buddhism. New York:
Columbia University Press, 2024, pp. xv+296. ISBN: 978-0231-21525-1
Hasan İSİ*
Trabzon University (Trabzon/Türkiye)
E-mail: hasanisi21@yahoo.com.tr
Budizm, Çin Dinleri ve Tibet Kültür Tarihi başta olmak üzere, ağırlıklı
olarak İç ve Orta Asya’daki gibi inanç sistemleri üzerine çalışmaları bulunan
Johan Elverskog, günümüzde daha çok Budist sahayla ilgili ortaya koyduğu
eserlerle bilinmektedir. Geneli Budist karakter taşıyan bu eserler, Buddha
dininin Hindistan, Çin, Moğol ve Uygur ülkelerindeki serüvenini ortaya
koymaktadır. Elverskog’un çalışmaları arasında yer alan A History of Uyghur
Buddhism (2024) ve Uygur Buddhist Literature (1997) adlı eserler ise doğrudan IX.XIV. yüzyıllar arası Türk Budizmi’ni ele alan çalışmalardır. Bilindiği üzere,
Manihaizm ve İslam diniyle birlikte asırlarca benimsenen Buddha öğretisi, Eski
Türk inanç kültürü noktasında kapsamlı bir yazılı mirasın varlığından bizleri
haberdar etmektedir. Nitekim Elverskog Uygur Buddhist Literature (1997) adlı
çalışmasında Eski Türk inanç sistemlerinden Budizm ile ilgili metinlerden
bahsetmekte, ilgili çalışmada basılmış Budist Uygur metinlerinin tam bir
envanteri ve bu metinler üzerine yapılmış çalışmaların bibliyografyası
verilmektedir. Çalışma, Uygur harfli Budist el yazmalarının bulunduğu yerlerle
ilgili o dönem için güncel bilgilerin verilmesi, metin özetleri, baskı türleri gibi
hususlar yönünden ayrıntılı ve sistematik bir eserdir.
*
ORCID ID: 0000-0001-7269-3596.
384
Elverkog’un Türk Budizmi üzerine diğer bir çalışması ise eldeki tanıtma
yazısına konu olan History of Uyghur Buddhism ‘Uygur Budizmi Tarihi’ (2024) adlı
eserdir. 2024 yılında Columbia University Press’ten çıkan ilgili çalışma,
literatürde şimdiye değin dağınık hâlde bulunan Uygur Budizmi Tarihi üzerine
derli toplu bir inceleme niteliğini taşımaktadır. Bu çalışma, genel olarak IX.XVII. yüzyılları kapsayan Uygur Budizmi’ni hem toplumsal (politika, ekonomi)
hem de inanç noktasında ele almasıyla dikkat çekmektedir.
Çalışmanın içeriği şu şekildedir:
Görseller Listesi (s. ix-xii)
Teşekkür (s. xiii-xiv)
Giriş (s. 1-4)
1. Budist Olmak (s. 5-39)
2. Budist Politika (s. 40-65)
3. Budist Ekonomi (s. 66-91)
4. Uygur Budizmi (s. 92-134)
5. İslam’a Geçiş: Müslüman Olmak (s. 135-169)
Sonuç (s. 170-174)
Notlar (s. 175-227)
Kaynakça (s. 229-265)
Dizin (s. 267-278)
Çalışmanın iskeleti beş bölümden oluşmaktadır. Bu bölümlerin her biri,
birbiriyle bağlantılı olup Uygur Budizmi’ni her yönüyle aktarmada öneme
sahiptir.
Uygur Budizmi’nin tarihî serüvenini yansıtan ve eldeki yazıya konu olan
eserin bölümlerine detaylıca bakmakta fayda vardır. Öncelikle ilgili eser, Çin
devleti tarafından katledilen Modern Uygur Edebiyatı yazarlarından Perhat
Tursun’un Arka Sokak adlı romanından bir alıntıyla başlar. Elverskog, Çin
zulmüne karşı verilen mücadeleye atıfta bulunmaktadır. Sırasıyla Giriş
Bölümü’ne kadar çalışma, İçindekiler, Görseller Listesi (s. ix-xii) ve Teşekkür (s. xiiixiv) kısımlarından oluşmaktadır.
385
Eserin Giriş Bölümü (s. 1-4) Ahmet Refik Altınay’ın Târih-i Umûmîsi’nden
alıntılanan pasajla başlar. İlgili pasajda, Türkler ve Moğolların aslında dindar
halklar olmadığı, Türklerin tabiatına en uygun dinin Buddha inancı olup
kendilerinin düşünce ve mizaç yönünden Budizm’e yakın oldukları
söylenmektedir. Giriş Bölümü’ne bakıldığında, bugün her ne kadar Uygurlar
ağırlıklı olarak Müslüman olsa da, geçmişte çoğunun Budist olduğu, kendilerine
asırlarca Buddha dini doğrultusunda maddî ve manevî refaha dayalı dinî bir
yaşam inşa ettikleri, dahası Buddha dini doğrultusunda inanç kültürlerinin en
parlak dönemlerini XIII.-XIV. yüzyıllar arası yaşamaları neticesiyle Orta Asya’da
hem yazılı hem de görsel sanat noktasında birçok eser ortaya koydukları ifade
edilmektedir. Doğaldır ki, yaşanılan çağın siyasî ve dinî hareketleri gereği
zamanla etki alanı genişleyen ve gittikçe güçlenen İslam karşısında Uygurlar
direnememiş ve netice itibariyle çoğu Uygur, Budizm’den vazgeçip İslam dinine
geçmiş; bu doğrultuda Budizm’in benimsenişiyle asırlar boyu süregelen inanç
kültürünün izleri yok edilip İslam dini doğrultusunda yeni bir inanç kültürü
ortaya konmuştur (s. 1-2).
Giriş Bölümünde zikredilen genel bilgilere ek olarak Elverskog, XIX.
yüzyılda Avrupalılar tarafından başlatılan araştırma gezilerine değinmektedir.
Burada asıl dikkat çekici olan Batılılar tarafından gerçekleştirilen keşifler
neticesinde Uygur Budizmi üzerine bilgilerin gün yüzüne çıkmasıdır. Başta
Julius Klaproth ve Stanislas Julien olmak üzere, birçok araştırmacı tarafından
yapılan incelemeler neticesinde Budist metinlerin kadim Uygur diline
çevrildikleri, özellikle de Britanya, Finlandiya, Fransa, Almanya, Japonya, İsveç
ve Rusya’dan gelen ekiplerin çalışmaları sonucunda Uygurlara ait birçok Budist
el yazması ve sanat eseri ele geçirilmiştir. Bu doğrultuda, Radloff, Malov ve
Müller gibi bilim adamları, Budist Uygurlara ait dinî külliyatı anlama çabaları
içerisine girmiştir (s. 2). Genel bir giriş niteliğini taşıyan bu bilgilerden
hareketle, Elverskog çalışmasının üç kaygıyla şekillendiğinden bahsetmektedir.
Elverskog’un dikkatini ilkin Budizm’in ve İslam’ın yan yana gelmesinin Uygur
tarihine olan etkileri çekmiştir. Bu doğrultuda yazar, dünya üzerindeki çoğu
halkın siyasî ve kültürel vs. gibi bir dizi faktörün etkisiyle yeni bir dini
benimsediklerini ifade ederek bu durumun Uygurlarda da benzer süreçlerle
kendini gösterdiğinden bahsetmektedir. (s. 3) Burada, yazar tarafından
vurgulanan aslında yaşanılan bölgenin stratejik önemi hususudur. Nitekim
386
tarihî bilgilerimiz göz önüne alındığında, akla Asya’da hâkim güç durumdaki
Çin gelmektedir. Çin’e karşı yapılacak direniş ve üstünlük yaşanılan coğrafya
açısından prestij durumdaki dinleri benimsemekten geçmektedir. Bu
doğrultuda, Uygurlar ilkin Manihaizm’i benimsemiş, devamında Budizm’e
geçerek Çin’e karşı direnç göstermişlerdir. Bu doğrultuda yazar, Budist
olmanın ne anlama geldiğini hedefleyerek ikinci tematik kaygısını ortaya
koymaktadır. Elverskog, bu tematik kaygıdan hareketle Budizm’i siyaset,
ekonomi ve gündelik yaşam temelinde ele alıp Budist Uygurların bir hukuk
sistemine sahip olup olmadığına, hangi zaman birimini kullandıklarına,
geçimlerini ne ile elde ettiklerine değinip ‘Budist Olmak’ın hangi anlamlara ele
geldiğine değinmiştir (s. 3-4). Yazar tarafından ‘kaygı’ olarak nitelendirilen
aslında her biri çalışmanın amacını oluşturan bu tematik sorulardan sonuncusu,
tüm çıplaklığıyla Uygur Budizmi’ni ortaya koymadır. Yazara göre, Uygurlar
Asya tarihini şekillendirmeleri yanında Budizm’e inanıyor; başta Çin ve Tibet
olmak üzere, birçok ülke ile temas hâlinde olup ilgili kültürleri birbirine
bağlıyordu (s. 4). Bu doğrultuda, yazar tarafından zikredilen bu üç tema, Uygur
Budizmi’nin oluşumu, gelişimi ve İslam dine geçişle yok oluşu üzerine
değerlendirmeleri bünyesinde barındırmaktadır.
Çalışmanın Birinci Bölümü, ‘Budist Olmak’ (s. 5-39) başlığından
oluşmaktadır. İlgili başlık, “Bir insan neden Budist olur? Bir medeniyet yeni bir
dini neden benimser?” sorularıyla başlamaktadır. Siyasî, ekonomik ve kültürel
faktörlerin devreye girdiği bir ortamda din değişiklikleri çoğu medeniyet için
doğal bir süreçtir. Bu sorulardan hareketle, Elverskog, alt başlıklar belirleyerek
konuya dair önem ve ilgiyi canlı tutmaktadır. İlgili bölümde, şu alt başlıklar
vardır:
Budist Uygur Krallığının Sağlamlaştırılması (s. 6)
Budizm’in Kademeli Olarak Benimsenmesi (s. 17)
Uygurlar, Karahanlı Tehdidine Karşı Savunma Olarak Budizm’e mi Geçiş Yaptı? (s.
20)
Uygurlar Manihaizm’i Neden Geri Çevirdi? (s. 24)
Asya Genelinde Budizm’e Dönüş (s. 27)
Verilen alt başlıklarda görüldüğü üzere, Uygurlarda Budizm birçok
faktörün özellikle de siyasî, ekonomik ve dinî etkenlerin şekillendirdiği uzun bir
387
süreci yansıtmaktadır. Bu bölüme genel olarak bakıldığında, Uygurların Budizm
ile ilk temasları, Manihaizm’i geride bırakarak Budizm’i tercih edişleri,
Manihaizm’in yönetici sınıfına yönelik çabalarından ileri gelen son
çırpınışlarına rağmen Budizm’in Uygurlar arasında önlenemez yükselişi, bu
yükselişle paralel olarak Batı Uygur Hanedanlığının siyasî ve kültürel olarak
güçlenip Dunhuang bölgesinin kontrolünü ele geçirmesi anlatılmaktadır.
Çalışmanın İkinci Bölümü, ‘Budist Politika’ (s. 40-65) başlığından
oluşmaktadır. Bu bölüm, Max Weber’in The Religion of India adlı eserinden
alıntılanan “Budizm’in herhangi bir ‘toplumsal’ hareketle bağı yoktur ve (bu hareketle)
paralel de yürümemiş; hiçbir ‘sosyal-politik hedef’ oluşturmamıştır.” (s. 40) sözleriyle
başlamaktadır. Elverskog’a göre, Weber her ne kadar Erken Budizm’i siyasi bir
başarısızlık olarak nitelendirse de, Budizm tarih boyunca özellikle de Doğu
Asya’da her zaman siyasî iktidara sıkı sıkıya bağlı olmuştur. Buddha’nın kutsal
emanetlerinin eski Hindistan’ın sekiz hükümdarı arasında paylaştırılmasından
Budist hükümdar Aśoka’nın efsanelerine kadar, erken dönem Budistlerinin
Dharma’ya dair uygulamalardaki başarısının siyasi otoriteyle yakın ilişkilerde
bulunmalarından kaynaklandığı barizdir. Çünkü Budist öğreti olarak
tanımlanan Dharma, halk üzerinde siyasi gücü sürdürmek için kullanılabilecek
en önemli manevi etmendir. Bu etmenin başarıyla kullanımı Budizm’in Doğu
Asya’nın tamamına yayılmasından anlaşılmaktadır. Bu doğrultuda yazara göre,
Uygur hükümdarları yayılmacı Budist Tangut devletinin baskısını kırıp kendi
güvenliklerini sağlama alma adına Budizm’i tercih etmişlerdir (s. 40). İlgili
bölüm, önceki kısımlarda olduğu gibi konuyla bağlantılı çeşitli alt başlıklardan
oluşmaktadır.
Devletin Ötesinde Budizm (s. 41)
Buddha Maitreya (s. 50)
Budist Olmamanın Önemi (s. 56)
Farklı Bir Budist Ülkesi (s. 59)
Verilen başlıklar göz önüne alındığında bu bölümün genel olarak
Uygurların Dharma ve onun edebî mirasıyla olan ilgisinin ‘elit’ sınıf düzeyinde
gerçekleştiği, Uygurların Budizm üzerindeki siyasî kontrol eksikliğini devlet
gücü olarak değil de farklı bir tarzda geliştirmesine değinilmektedir (s. 65).
Ancak Uygurlar için asıl önem arz eden durum, sadece düşman güçlerin
388
tehditleri ya da gerçek dünyanın kötülükleri değil, Dharma’nın sonu ve
Geleceğin Buddhası niteliğindeki Maitreya’nın varlığı üzerine geliştirilen
varoluşsal kaygılardır (s. 50). Bu kaygı neticesinde Budist Uygurlarda Maitreya
kültü doğmuş, buna paralel şekilde ortaya konan yazılı ve görsel ürünlerle
‘kurtuluş’ motifi oluşturulmuştur.
Çalışmanın Üçüncü Bölümü, ‘Budist Ekonomi’ (s. 66-91) adını taşımaktadır.
İlgili bölüm, Anguttara Nikāya’dan alıntılanan pasajla başlar. Bu bölümde,
Uygurların Buddha dinine geçişinin sadece soylu sınıftan halka doğru olmadığı,
özellikle soylu sınıfın ve tüccarların Budizm’in benimsenmesine öncelik ederek
Uygur devletine zenginlik ve statü getirdikleri ifade edilmektedir. (s. 66) ‘Budist
Ekonomi’ başlığı, önceki kısımlarda olduğu gibi çeşitli alt başlıklardan oluşarak
Budizm’in Uygurlara getirdiği maddi refaha vurgu yapmaktadır.
Budizm ve Zenginlik (s. 66)
Avrasya Ticareti (s. 75)
Manastır Ekonomisi (s. 83)
İlgili bölümde yer alan başlıklara bakıldığında, öncelikle Dharma’nın
maddî zenginlik yaratmada meşru olduğu, Buddha’nın öğretilerinin Uygurlar
da dâhil olmak üzere Asya’daki tüccar sınıflarında yankı bulduğu, Uygurcaya
tercüme edilen en eski Budist metinlerden bazılarının tüccarların korunmasını
içerdiği ve yazılan birçok Uygur Budist metninin zenginlik vaat ettiği
görülmektedir (s. 74). Ayrıca, ‘Manastır Ekonomisi’ne bakıldığında, rahiplerin
açgözlü olmadıkları, sahip oldukları servetlerini Dharma’yı teşvik etmek ve
sürdürmekle birlikte, halka yardım etmek için kullandıkları da bilinmektedir (s.
91).
Çalışmanın Dördüncü Bölümü ‘Uygur Budizmi’ (s. 92-134) adını
taşımaktadır. İlgili bölüm, Hong Hao’nun 1150 tarihli ‘Songmo Üzerine Notlar’
adlı eserinden alıntılanan pasajla başlar. 松漠紀聞 Songmo jiwen olarak bilinen
‘Songmo Raporu’, Mançurya’nın Songmo bölgesinin ele alındığı bir metindir.1
Hong Hao’nun yaşadığı dönemde Uygurlar, Budizm’e büyük bir istekle
inanıyorlardı. Songmo Raporu’na göre, Uygurların alçıdan yapılmış Buddha
heykelinin yanı sıra bir tapınakları da söz konusuydu. Onlar, her ayinde bir
1
www.chinaknowledge.de/Literature/Historiography/songmojiwen.html.
389
koyun kurban edip içki içmekteydi. Uygurlar, parmaklarını koyunun kanına
batırıp Buddha’nın dudaklarına sürüp Buddha’nın ayağını kaldırıp ona feryat
etmekteydi. Onlar, bu uygulamayı ‘gizli ibadet’ olarak adlandırıp tören
kıyafetleri giyer ve Hint dilinde ilahiler söylemekteydi (s. 92). Uygur
Budizmi’nin XII. yüzyıldaki görünümünü yansıtan bu ifadeler, Uygurlarda
Budizm’in sahip olduğu değeri göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Bu
bölüm, çeşitli alt başlıklardan oluşmaktadır.
Farklı Bir Budizm (s. 93)
Maddi Budizm (s. 106)
Uygur Budizmi’nin Altın Çağı (s. 119)
Türk Budizmi’nin üç alt başlıkla ele alındığı bu bölümde, Uygur Budizmi’ni
tam olarak anlayabilme adına her başlığın içerisine kısaca bakmakta fayda
vardır. ‘Farklı Bir Budizm’ (s. 93) isimli alt başlıkta öncelikle Uygurlar ile Song
Hanedanlığı ve Tangutlar arasında sürdürülen Budist ilişkiler doğrultusunda
Uygurların Kuzey Song Tiantai Budist uygulamasını benimsediği
söylenmektedir (s. 104). Elverkog, ilgili bölümde Uygur Budizmi’nin ilk üç yüz
yılına ait kayıtlar elde olsa da Uygur rahiplerinin manastırlarda hangi vinaya’yı
kullandıklarının bilinmediğini, keşişlerin felsefi tartışmalarının günümüze
gel(e)mediğini ifade eder. Son olarak araştırmacı, Uygur Budizmi’nin kronolojik
olarak Erken Tohar Nikāya Budizmi, Çin Mahāyāna Budizmi ve İslam’dan önceki
Tantrik Budizm aşamalarını öne çıkarmaktadır (s. 94, 95). ‘Maddi Budizm’ (s.
106) adlı alt başlıkta ise, Uygur Budizmi’nin etkisinde kaldığı Çin Budizmi
doğrultusunda Budist kültürde kendini gösteren görsel sanat unsurları üzerine
değerlendirmeler söz konusudur. Yazar, bu bölümün temel amacını ilgili
başlıkta ortaya koymaktadır. Elverskog, Uygurlar arasındaki günlük Budist
uygulamaları derinlemesine anlayabilmek için, metin ve doktrinin yanı sıra,
Budist uygulamaların bir parçası olarak üretilen nesnelere (tapınak, heykel, vs.)
odaklanmak gerektiğini ifade ederek (s. 106) Uygurlarda yansımaları görülen
Çin Budizmi ve ürünlerine çeşitli görseller yoluyla değinmektedir. İlgili alt
başlığın son bölümü, ‘Uygur Budizmi’nin Altın Çağı’ (s. 119) adlı kısımdır. İlgili
bölüm, Moğolların Tibet Budizmi’ni benimsemesiyle Uygurlarda etkisini
gösteren Tantrik etkileri yansıtmaktadır. Tibet etkili Uygur Budizmi, Budizm’in
orijinal kaynaklarına yönelme, dinî terimleri Soğdca ya da Toharca olmadan
doğrudan Sanskritçeden alma, blok baskı tekniğini kullanma gibi yenilikler
390
yönünden Uygur Budizmi’nin zirve dönemidir. Literatürde Tantrik Uygur
Budizmi ve Tantrik Türk Budizmi adlandırmalarına sahip Tibet tesirindeki Uygur
Budizmi, Moğol hâkimiyeti altındaki Uygurların yeni bir Budist gelenek
içerisinde oluşan yaklaşık 200 yıllık dinî kültürdür. Elverskog, bu alt başlıkta
öncelikle Tibet Budizmi’nin Uygurlarda gelişimine yer verip devamında bu
dönemde ortaya konan Çince, Tibetçe ve Sanskritçe eserlere değinmektedir.
Yazara göre, Uygur Budizmi, Moğollar Tibet Budizmi’ne yöneldiğinde
değişmişti. Aslında Moğolların Tantrik Budizm ile ilişkisi, Tangutlarla olan
ilişkileri ve sonunda Tangut ülkesini fethetmeleriyle başlamıştı. Tangut
sarayındaki Tantrik ustaların gazaplı tanrı Mahākāla ile ilgili savaş büyüsünü
kullanarak Moğolları başarılı bir şekilde geri püskürtmesi Moğolları derinden
etkilemiş ve sonunda Mahākāla’yı koruyucu tanrıları olarak benimsemelerine
sebep olmuştur. Moğollar, Mahākāla’nın savaş büyüsünü Asya’daki birçok
askeri seferde kullanarak başarılar elde etmiştir (s. 123). Moğollarca önemli bir
yere sahip olan Budist ilah Mahākāla, dolaylı da olsa Türk Budizmi’ni yeni bir
eksene kaydıran mitolojik faktördür. İlgili bölüm tanıklığında, Tibet etkili
Budizm’in Uygurlardaki yansımalarından biri de, Tibet dinî kültürü ve
Tibetçenin etkisidir. Bu doğrultuda, Guruyoga, Śrīcakraśamvara, TārāEkavimśatistotra gibi metinler yanında, Avalokiteśvara, Manjuśrī ve Vajrapāṇi gibi
Budist ilahlara odaklanan öğreti metinleri Tibetçeden Eski Uygurcaya çevrildi
(s. 125, 127). Moğol dönemi Tibet Budizmi’nin önemli gelişmelerinden biri de,
Yuan Hanedanı Kubilay Han’ın Budist bir kanon oluşturmasıdır. Elverskog’a
göre, 1280 yılının ortalarında Kubilay Han meşruiyetini güçlendirme adına Çin
Budist kanonun yeni ve revize edilmiş bir kataloğunu oluşturmak istedi. Bu
amaçla, Çince, Sanskritçe, Tangut, Tibetçe, Uygurca gibi mevcut dillerdeki
Budist metinleri incelemek ve şimdiye kadarki en kapsamlı Budist kanonu
derlemek için yedisi Uygur Türkü olmak üzere yirmi dokuz bilim adamından
oluşan bir ekip kurdu. Bu ekip, 1.440 metinden oluşan bir katalog çıkardı. Bu
proje karşısında, Uygurların Budist edebiyatına olan ilgisi daha da arttı.
Sonunda Uygurlarda yalnızca Dharma’ya yönelik serbest yaklaşımlarından uzak
daha Ortodoks bir Budist gelenek ortaya çıkmıştır. Bu ortodoksluk Erken
Budizm’in tüm öğretilerini bünyesinde barındıran 5 Çince āgamanın tamamının
Yuan Hanedanlığı döneminde Uygur diline tercüme edilmesiyle görülmektedir
(s. 127-129).
391
Çalışmanın Beşinci Bölümü, ‘İslam’a Geçiş: Müslüman Olmak’ (s. 135-169)
adlı başlıktan oluşmaktadır. İlgili bölüm, Budist Uygur şairinin “(Dharma) değerli
eylemlerin gücündedir, eski ustaların bu sözleriyle, önceki iyiliklerin karşılığı olarak
Müslüman Taciklerin işi olsa bile” şiiriyle başlamaktadır. Bu bölüm, genel olarak
hem Çin hem de Orta Asya’daki büyük jeopolitik değişimlerle Uygur
Budistlerinin Orta Asyalı Müslümanlarla etkileşime geçmesini, Dharma’yı terk
edip Müslüman olmalarını, Moğolların 1345’te İslam’ı seçmelerine rağmen çok
az da olsa Uygurların Budist kalmalarını ele almaktadır (s. 135-136). İlgili bölüm,
önceki kısımlarda olduğu gibi çeşitli alt başlıklardan oluşmaktadır.
Moğol Avrasyası’nda Budistler ve Müslümanlar (s. 136)
Moğol İç Savaşları (s.143)
İslam'a Giden Uzun ve Yavaş Yol (s. 154)
Çeşitli alt başlıklardan oluşan ilgili bölüm, İslam dininin Budist Uygurlarda
gösterdiği etkiyi kademe kademe yansıtması bakımından önem arz etmektedir.
Zikredilen alt başlıklara bakıldığında, ‘Moğol Avrasya’sında Budistler ve
Müslümanlar’ (s. 136) adlı bölümde başta İslamî kaynaklar olmak üzere çeşitli
kaynaklar aracılığıyla Orta Asya’daki İslamî etki ortaya konmaktadır. İlgili
bölümde, Fars kaynaklarında anlatılan Budist uygulamaların birçoğunun
Guanyin, Amitābha vs. aslında Uygurlardan geldiği, bunların Uygur Budizmi’nin
bir parçası olduğu ifade edilerek İlhanlı Budizmi’nin şekillenmesinde
Uygurların rolü ve bunun Müslüman dünyası üzerindeki etkisi anlatılmaktadır
(s. 143). ‘Moğol İç Savaşları’ (s. 143) başlıklı bölümde, kapsamlı bir tarih anlatımı
söz konusudur. İlgili bölüm, XIII.-XVIII. yüzyılları kapsayan bir süreci
içermektedir. XIII. yüzyıl Orta Asya’sında İran’daki Budist Uygurlar Müslüman
dünyasını etkilerken anavatanları acımasız Moğol iç savaşında cephe hâline
gelmişti. Moğol imparatorluğu genellikle ‘tarihteki dünyanın en büyük kara
imparatorluğu’ olarak tanımlansa da hiçbir zaman ‘birleşik’ bir imparatorluk
olmamıştır. Moğol efsanesine göre, Cengiz Han dünyayı fethettikten sonra,
‘Dört Ulus’ adıyla imparatorluğunu dört oğlu arasında paylaştırmıştı. Aslında
Moğol imparatorluğu, Cengiz Han’ın halefleri özellikle Ögeday ve Möngke
tarafından yürütülen fetih seferleri sırasında oluşmuştu. Bunların ardından
Dört Ulus’ fikri uygulamaya konuldu ve ‘Küçük Ulus’un üç hükümdarının
(Çağataylılar, İlhanlılar ve Altın Orda) bir araya gelmesi fikri hayata geçirildi (s.
143-145). Özellikle İlhanlılar ile Altın Orda arasında patlak veren çatışma, Moğol
392
imparatorluğunun tamamen ayrı varlıklara bölünmesinin ilk kıvılcımıydı. Bu
durum, Moğollar içindeki veraset mücadelesine dayanmaktaydı (s. 145-146).
Moğollar arasında yaşanan çatışmanın Yuan hâkimiyeti altındaki Uygurlara
etkisine bakıldığında, Uygur ülkesinin yıkıldığı görülmektedir. Uygurlar, Yuan
Hanedanlığından ayrılmasına rağmen, iki ulus arasında ticari ilişkilerin devam
ettiği görülmektedir. Moğol hakanlarından Kebek Han, onlarca yıl süren iç
savaş sırasında harap olan Uygur ülkesinin tarım ve kentsel yaşamını yeniden
canlandırmaya çalışarak ekonomik yükselişe katkı sağlamıştır (s. 150). Çeşitli
görseller aracılığıyla ifade edilen yoğun tarih bilgilerinden sonra, ilgili başlığın
sonuç bölümüne bakıldığında tüm siyasî kargaşaya rağmen Budizm’in ayakta
kaldığı, Tuğluk Temür’ün 1354’te tahta geçmesiyle Uygurların artık İslam
dinine geçiş yaptığı anlaşılmaktadır (s. 154). İlgili bölümün son alt başlığı,
‘İslam’a Giden Uzun ve Yavaş Yol’ başlığını taşır (s. 154). Bu başlıkta, önceki
bölümlerde olduğu gibi yoğun bir tarih bilgisine sahiptir. Tarihî bilgilere çok
fazla girmeden ilgili başlıkta ifade edilenlere bakıldığında, din değiştiren bir
halkta yeni dinin gelişiminin yavaş ve uzun olduğu söylendiği görülmektedir.
Uygurlar da benzer şekilde uzun bir sürecin sonunda Müslüman oldular.
Görünüşte yöneticileri olan Moğollar, XIV. yüzyılın ortalarında İslam’ı seçmiş
olsalar da, Uygurlar asırlar boyu Budist olmayı sürdürdüler. Bu durum,
Gansu’daki Suzhou yakınlarındaki bir Budist manastırda bulunan, 1687 ve 1688
tarihli Uygur harfli Altun Yaruk yazmalarından anlaşılmaktadır (s. 154-155).
1430’lara gelindiğinde Turfan şehri artık Müslüman olmaya başlamıştı.
1450’lerde Hami’den geçen Çinli elçiler bölgenin ‘camilerle dolu’ olduğunu
kaydedip Müslümanların bu ilerleyişine karşı bazı Uygur Budistlerinin Çin’e
sığındığını ifade etmektedir. Verilen kısa bilgilerden hareketle, çalışmanın
Beşinci Bölümü niteliğindeki ‘İslam’a Geçiş; Müslüman Olmak’ başlığı, yoğun
tarihî bilgilere rağmen Uygurlarda kendini gösteren İslamî etkiyi bakımından
önemlidir.
Beş iskelet bölümden oluşan eserin ‘Sonuç’ (s. 170-174) bölümü, önceki
anlatılarda olduğu gibi metinler arası ilişkiye sahip tarihî bir eserden yapılan
alıntıyla başlar. Buğra Han Efsanesi’nden alıntılanan “Cenâb-ı Hak, onun ruhunu
temizleyip günahlarından arındırarak Sultan Satuk Buğra Gâzî’nin her türlü sapkınlığın
ortadan kaldırıcısı olmasını buyurdu. Peygamber’in şeriatını aydınlatacak kişinin
Sultan olmasını emretti. İman ışıklarını görünür kılan, bütün kâfirleri ve münafıkları
393
öldüren O’dur.” sözleri, artık Orta Asya’da bir güç hâline gelen İslam dininin
etkisini yansıtmaktadır (s. 170). Elverskog, ilgili alıntıdan sonra Uygurlarda
Budizm’in ne zaman sona erdiğinin bilinmediğini, önceki bölümde belirtildiği
üzere, Uygurlarda Budizm’in XVII. yüzyıla kadar gelişmeye devam ettiğini
söylemektedir (s. 170). Sonuç olarak Uygur Budizmi’nin tarihî yalnızca çağdaş
Uygur bağımsızlık hareketinin çıkarlarına hizmet etmekle kalmayıp aynı
zamanda Budist olmanın ne anlama geldiğini değil, Budizm ile İslam’ın
buluşmasını nasıl kavramsallaştırdığımızı da yeniden düşünmeye
zorlamaktadır (s. 174). Verilen bilgiler göz önüne alındığında, Uygurların
Budizm’i benimseyerek Asya tarihine yön verdikleri, İslam ile birlikte asırların
verdiği Budist kimlikten sıyrılmada zorluklar yaşadığı söylenmektedir.
‘Sonuç’ Bölümü de dâhil olmak üzere çalışmanın iskeletinin ele alındığı
yazıda, ilgili eserin diğer kısımlarına bakıldığında, karşımıza ‘Notlar’ (s. 175-227)
bölümü çıkmaktadır. İlgili başlıkta çalışmanın birinci bölümünden beşinci
bölümüne ağırlıklı olarak zikredilen çalışmaların künyesi yer almaktadır.
Çalışmanın ‘Kaynakça’ (s. 229-265) bölümünde eserde kullanılan kaynaklar
alfabetik olarak dizilmiştir. Yazar, konuyla alakalı çoğu kaynağa giderek
kapsamlı bir bibliyografya ortaya koymuştur. Eserin ‘Dizin’ (s. 267-278) bölümü,
başta özel isimler olmak üzere önem arz eden çeşitli Budist ve İslamî terimleri
ele almaktadır.
Sonuç olarak şimdiye kadar literatürde bütüncül bir şekilde ele alınmamış
Uygur Budizmi’ni hem dinî hem de tarihî ve kültürel yönden kapsamlı bir
şekilde ele alan yazarı tebrik eder, eserin Uyguristik sahasına yeni bir soluk
getirmesini temenni ederiz.
Kaynakça
Elverskog, J. (1997). Uygur Buddhist Literature. Belgium: Brepols Publishers.
Elverskog, J. (2024). A History of Uyghur Buddhism. New York: Columbia University
Press.
394