“Derrida ve Yapıçözüm” veya “Vav”
2013/20
153
Araştırma Makalesi
Research Article
Melih BAŞARAN
“Derrida ve Yapıçözüm” veya “Vav”
Özet
Bu çalışmada, Jacques Derrida’nın “ve” bağlacının çeşitli dillerdeki ve felsefe
dilindeki (Latince cum, Yunanca sum) çoğul değerlerine vurgu yaptığı “Et cetera”
makalesinden itibaren yapıçözümün ilişkili olduğu temalardan sadece uzam ve
zamana (uzamda aralanma, zamanda erteleme) değinerek “ile-olmanın” etik ve
siyasi olmadan önceki ontolojik statüsü tartışılmaktadır.
Anahtar Terimler
Jacques Derrida, Yapıçözüm, Uzay, Zaman.
“Jacques Derrida et la Déconstruction” ou bien “Wav”
Résumé
A partir d’un article de Jacques Derrida (“Et cetera”) où il fait signe aux valeurs
multiples de l’adverbe “et” dans les diverves langues et dans celles philosophiques
(cum en Latin, sum en grec), on discute la statue ontologique de l’ “être-avec”
avant ses significations éthiques et politiques, en ouvrant précisement le problème
de l’espace et du temps (espacement dans l’espace, différer dans le temps) entre
les autres problèmes avec lesquels la déconstruction est liée.
Les mots clés
Jacques Derrida, Déconstruction, Espace, Temps.
“Derrida ve Yapıçözüm” veya “Vav”
154
2013/20
“O halde bir harften söz edeceğim”
1
Bu başlık bana ait değil. Bu yüzden de “Derrida ve Yapıçözüm” şeklinde bir
başlığın “tırnak içinde” işitilmesini/ okunmasını dilerim. Bunu, bu başlığın bana bir
şekilde beni buraya davet edenler tarafından empoze edilmiş olduğunu imâ etmek için
söylemiyorum şüphesiz 2 (zira söz konusu olan sıcak ve içten bir davetti, ve her davette
söz konusu olduğu gibi, başlığın ve üzerinde konuşmam için davet edildiğim konunun
bir davetli-misafir olarak tarafımdan seçilmesi için yeterince serbestlik sağlanmıştı).
Buna rağmen bu başlığın “ötekinden gelen”, az çok seçme şansı bırakmayan, neredeyse
kendini bir gereklilik olarak empoze eden bir niteliği olduğunu, nihayetinde benden
geldiği veya benim tarafımdan onaylandığı halde sanki öteki tarafından buyrulmuş gibi
benim üzerime –bir vazife gibi– düşen, üzerinde yanıt vermeye, sorumluluğunu
üstlenmeye çağrıldığım bir başlık olduğunu da gizlemeye gerek var mı?
Ancak bu seçimsizlikte, ya da bu yarı-seçimsizlikte her şeyden önce benim kendi
yazıp çizdiklerimin, en azından son yirmi yıl boyunca yayımladıklarımın bir rolü
olduğu, kendi kendimi bir özel isim (Jacques Derrida –şüphesiz tek isim değil, ama
diğerleri arasında özel bir isim) ve bir başka cinsten özel bir isim, ya da çok özel tarzda
bir “cins isim” (déconstruction/ yapıçözüm: Türkçe çevirisinde “yapıbozum”,
“yapısöküm” gibi çoğul adların araya girdiği bir cins isim) etrafında bir angajmana, bir
bağlanmaya sokmuş olduğum inkâr edilebilir mi? 3
Ama bu başlığın bana ait olmadığını, bu başlığı sahiplenmemin neredeyse
imkânsız olduğunu söyleyerek başlamamın başka, daha genel, hatta tarihsel,
konjonktürel nitelikte nedenleri de var: onun (J. D.) metinleriyle, seminerleriyle
geçirmiş olduğum yirmi yılı aşkın sürenin sonunda böylesi kapsayıcı ve genel,
kişiselleşmemiş bir nitelikte başlığa benzer başlıkların -özellikle Anglo-sakson
akademik yayın dünyasında onun yapıtı üzerine yazılan eserlerde- bir artış gösterdiğini
1
2
3
Jacques Derrida, “La différance”, Marges de la Philosophie, Minuit, 1972, s. 3.
Nihayetinde Jacques Derrida’nın felsefesi ve “yapıçözüm” kavramı etrafında bir tartışma
açabilme amacıyla kısa notlar, “ekler” ve tematik hatırlatmalardan ibaret olan bu metin, ilk
olarak Uludağ Üniversitesi, Felsefe Bölümünün nazik daveti üzerine 12 Mayıs 2006’da
Bursa’da sözlü olarak sunulmuştur.
Yayım serüvenim içinde benim de bu konu (“Derrida ve yapıçözüm”) üzerine, başlıkta benzer
işlevde bir “ve” bağlacıyla bağlanan bir çok metnim olduğunu bugün biraz da şaşırarak
farketmem -ve birazdan tartışacağım konuyla yakın ilgisi- dolayısıyla bunlardan birkaçını
burada hatırlatmama izin verilirise: En azından 1988’de Defter dergisinde ilk versiyonu
yayımlanan (N. 5, İstanbul) bir makalem “Kıymet-i Tarih/ Kıyamet-i Tarih; Derrida ve Tarih:
‘déconstruction’ Kavramı Üzerine Bir Deneme” başlığını taşıyordu. 1996’da yine Defter
dergisinde (N. 27) yayımlanan bir başka makalenin başlığı ise “Yapıçözüm ve Kaynak
Sorunsalı, ‘M.C.Anday’ın Kaynakları’” idi (Gıyabında, Yerineler, Paradigma, 2004’de tekrar
basılmıştır). Bunun da ötesinde “ve” bağlacına duyduğum ilgi, yayımlanmış ilk kitabımın
başlığının ilk kelimesinde ortaya çıkacak denli (Ve niçin (yine) Felsefe... Yapıçözümler, YKY,
1993, İstanbul), hatta bu kitabın içinde bulunan ve onun başlığını esinleyen, haber veren “Ve
niçin (yine) şairler üzünç devirlerinde” makalesine kadar vurgulanmakta ve kendini haber
vermekteydi.
“Derrida ve Yapıçözüm” veya “Vav”
2013/20
155
biliyoruz. Bu akademik ve üretken meraka ya da oyuna Derrida’nın kendisinin de, her
zaman kendisine özgü, beklenmedik yapıçözümsel stratejilerle yanıt verdiğini, oyuna
dahil olduğunu ya da dahil olurmuş gibi yaptığını da biliyoruz (“hayır” demesini
bilmeyen, ve olumlayıcı “evet”i de iki defa kullanan/ düşünen bir filozoftu). Bunun en
son örneklerinden biri de 2000 yılında Nicholas Royle’un çağrısı ve editörlüğünde
gerçekleşen bir oyundu: Royle katılımcıların her birini “yapıçözüm ve ...” konusunda
bir incelemede bulunmaya çağrı yapmış ve ortaya çıkan, örneğin G. C. Spivak’ın
kaleme aldığı “Déconstruction and Cultural Studies”, Boothroyd’un “Déconstruction
and Drugs”, G. Bennington’un “Déconstruction and Ethics”, D. Elam’ın
“Déconstruction and Feminism”, D. Attridge’in “Déconstruction and Film”, R.
Gasché’nin “Déconstruction and Hermemeutics”, P. Kamuf’un “Déconstruction and
Love”, J. H. Miller’in “Déconstruction and a Poem”, R. J. C. Young’un
“Déconstruction and the Postcolonial”, M. Ellmann’ın “Déconstruction and
Pshychoanalysis”, T. Clark’ın “Déconstruction and Technology”, C.Rooney’in
“Déconstruction and Weaving” başlıklı metinleri Deconstructions. A User’s Guide
(Yapıçözümler. Bir Kullanma Kılavuzu) 4 şeklinde ilginç ve sözde bir nahiflik içeren,
hatta gülünç bir başlık altında bir kitapta toplanmıştı. J. Derrida’nın bu toplama katkısı
da yine “ve” bağlacını, sözcüğünü veya konusunu, onun çoğul anlamlarını inceleyen “Et
cetera... (and so on, und so weiter, and so fort et ainsi de suite, und so überall, etc.)”
başlıklı bir metin olmuştur.
Ve bu metin “Ve başlangıçta ve var(dı)” ile başlar ve çoğul seslere bölünerek
“-Evet, evet. Ve evet [çevrilemez bir “et oui”]” ile sona erer. 5
*
Metnin başını ve sonunu, alfa ve omega’sını –en azından zahiri olarak–
bildiğimize göre (aynı bir metin olarak, ya da metinlerden geçen bir yaşam olarak
Derrida’nın yaşamının da başını ve sonunu bildiğimiz gibi –eğer tabii böyle bir bilgiye
sahip olduğumuz söylenebilirse– zira bu ne tam olarak bir bilgi ne de anlamın ve
bilincin birliğine geri götürülebilecek bir şey), geriye kalan aradaki, doğum ve ölüm
tarihi arasındaki tirede, aralıklarda ve belli bir aralanmada (espacement) –zamanda ve
uzamda aralanmada... Ve geriye bu aralanmadan itibaren vuku bulmaksızın vuku bulan
bir “anlam serüveni” veya “anlamın bitimsiz üretim sürecinin” serüvenini, ya da
anlamın çatallanmasının, çoğul anlamlara bölünmesinin serüvenini izlemek kalıyor.
Bunun metinlerden geçen bir çalışma olmaksızın, belli bir yol katetmeden
gerçekleşebilecek, doğrudan ve cehpeden ulaşılabilecek, logos’un veya söz-anlam
merkezciliğin yoluyla, sezgisel bir bütün içinde, bilincin yönelimselliği ile ulaşılaşılacak
bir şey olmadığı konusunda, bütün Derrida külliyatı bizi sürekli bir şekilde uyarmaktan
başka bir şey yapmamıştır denebilir belki.
Metni başlatan “ve başlangıçta ve var” önermesi bir yandan Yuhanna İncili’nin
“Başlangıçta söz vardı” önermesini hem hatırlatır hem ona karşı çıkar (burada
4
5
Yayımcı N. Royle, New York, Palgrave, 2000.
Metne göndermeler için bundan böyle Fransızca aslının sayfa numaraları belirtilecektir: J.
Derrida, “Et cetera... (and so on, und so weiter, and so fort et ainsi de suite, und so überall,
etc.)”, L’Herne, N.83, Paris, 2004, s. 21.
“Derrida ve Yapıçözüm” veya “Vav”
2013/20
156
başlangıçta söz veya logos değil, eklenti’nin ve’si vardır), öte yandan da Hegel’in
“başlangıcın sonuç olduğuna” (“Der Anfang ist das Resultat”) 6 dair önermesini
hatırlatır, ve anlam içeriği olarak onunla ancak görünüşte uygunluk gösterir. Zira “ve”
ile başlama, başlangıcın her şeyden önce bir tür eklenti veya yeniden başlama olduğunu
söyler (“le commencement est toujours un récommencement”). “Ve başlangıçta ve var”
önermesi aslında –Hegel’den farklı olarak– belki de sadece bu önermenin kendi
başlangıcı (sentaktik/ sözdizimsel veya gramatik) üzerine bir gerçeği söylemekle
yetinir: yani “bu önermenin başında ve var” türünden bir gerçeği... Ve bu önermenin
bütünü içinde işaret ettiği şey yanlışlanamaz bir doğruluk taşır. Derrida’nın burada
Psyché I kitabında “Ötekinin İcadı” adlı metninde incelediği F. Ponge’un dizesindekine
benzer dil içi –dil içre, şiirsel bir hakikati dile getirdiğini söyleyebiliriz:
“İle (par) sözcüğü ile başlar o halde bu metin /
ilk satırı gerçeği söyler” (F. Ponge) 7
Görünüşe göre zayıf, fakir bir hakikattir bu, oldukça da kırılgan. Tümceyi veya
dizeyi kendi başına, yalnız bırakır. Veya tözsel olmayan bir hakikattir; kendi tözünü
kendisi biraz önce –yolda– yaratmış/ ya da yitirmiş gibidir.
[“Et cetera” metninin çoğul sesleri “ile” veya “ve”nin yapıçözümü maruz
bıraktığı “teklikeli ilişkiler”den söz ederken (“Bu ‘ile’ (cum, syn, mit, with) ile beraber,
ve bu ‘ve’ ile, işte maruz kaldığımız bunca teklikeli ilişkiler...” diye yazar Derrida), bir
diğer ses de “aynı zamanda ilişkisizliklere de maruz” kalındığından söz eder: “Emin
olun. Ve bir bilseniz yapıçözüm nasıl da bağımsız, ve yalnız, öylesine yapayalnız ki,
sanki bir kollokyumun tam ortasında bir tren garında bırakılmış -veya bir havaalanında
bilmem hangi sefer için kalkış pistindeki birine benziyor...”, s. 21].
Neredeyse kendi hakikatini edimsel yoldan (söz edimleri kuramının bir sınır
örneği gibi) eşzamanlı olarak kendisi kuran bir hakikattir bu... Ama bu zamanda
eşzamanlılık, uzamda bir aralanmadan, bir -ile veya -siz/-sız olmaktan itibaren
kurulmuştur: en azından sözcüklerin, dizelerin kendi aralarındaki mesafeden itibaren...
Birinci “ile”nin (veya “ve”nin) ikinciyi (“ile” veya “ve”yi) alıntılama, veya yineleme
değerinden itibaren bu eşzamansallık gerçekte zamanda bitişmeyen bir ardışıklıktan
itibaren kurgulanmıştır.
[Bu örnek, Derrida’nın Heidegger üzerinden Felsefe Tarihinde Aristoteles’ten
Kant’ta ve Hegel’e kadar zaman ve uzam kavramlarının nasıl kurgulandığı ve bunun
mevcudiyet veya hakikat değeri ile nasıl bağlantılandırıldığı sorununa geçmek için, en
azından taslak halinde uygun bir geçiş veya bir sıçrama noktası oluşturabilir belki de.
Buradan da yine Derrida ile beraber, “ve”, “ile”, “-den itibaren”, “üstünde”, “ötesinde”,
“öncelik”, “sonralık” gibi bir yandan uzamsal öte yandan da zamansal değerlerin
yeniden düşünülmesinin, mevcudiyeti (ousia, varolmaklığı) bilincin mevcudiyetine
6
7
Hegel’in Mantık Bilimi’nin ilk kitabı olan “Varlık Doktrini”nin başlangıcında yer alan bu
önerme bir yandan Heidegger tarafından (“La constitution onto-théologique de la
métaphysique”, Question I-II, Gallimard, 1968, s. 287 ve devamı) öte yandan da Derrida
tarafından (Marges, s. 335) yorumlanmıştır.
Alıntılayan J. Derrida,“Ötekinin İcadı”, çev. M.Başaran, Toplumbilim, N. 10, 1999, s. 106.
“Derrida ve Yapıçözüm” veya “Vav”
2013/20
157
taşıma, hakikat değerine ulaşma sorunlarının, yeni bir yazı (grammè) pratiğinden
itibaren yapıçözüme uğratılabilmesinde nasıl bir katkıda bulunabileceği, buradan da
uzamda aralanma ve zamanda ertelenme (henüz değil/ artık değil), ve birlikte-varoluş
değerleriyle nasıl yeniden düşünülebileceği sorununa değinebilmeyi umuyoruz].
Bu “Et cetera...” metnine dönersek, burada Hegel’e değil ama Husserl’e
başvurulacak, ve onun “ve” örneği üzerinden bağlaçların (syncatégorème) tek başına
alındıklarında nasıl anlamlı olabileceklerine dair bir zorlukla karşılaştığına dair bir
çözümlemesine değinilecektir: Bağlaçlar Hussel’de kendi başına alındıklarında “bir
anomali” (s. 29) göstermekte, veya anlam doluluğuna, yani “Erfüllung”a ulaşamamış,
“özgün olmayan temsiller” (s. 27) olarak betimlenmektedir. 8
Görünüşte masum bir “bağlaç” etrafında dönen, kategorem’ler ve
syncategorem’ler arasındaki mantıksal ayrımlarla, bağlantılar (conjonction) ve
ayrımlarla (disjonction) ilgili tartışma, gerçekte birlikte olma (mit-sein –ile-olma; être
ensemble) pratikleri, yani siyasi bir pratiğin esasına ilişkin aynı ile öteki, aynı kümeye
yerleştirilebilir olup olmama (Gödel’in “kümeler teorisi”ne burada da atıfta
bulunulacaktır, s. 21), “ayrışıklık” veya “karmaoluş”, heterojenite (“énumérations
hétérogènes” –J. L. Borges, s. 24), tikellik, yalnızlık (“bir tren garında” veya “bir
havaalanında”, s. 21), yalnız bırakılma (esseulement, s. 25), benzersiz olanın yalıtılması
(“isolation de l’unique”, s. 25), “münezzeh” olma (sauf; “sağ-salim”, sain et sauf),
mutlak (ayrılmış; “ab-solu”) veya bir araya gelme, toplanma veya birlik olasılığın
(Heidegger’de bunca tartışmalara yol açmış “Versammlung” olasılığının, s. 26) yeniden
düşünülmesine yönelik bir tartışmaya zemin hazırlar veya –en azından bu tartışmaların
Derrida’nın çeşitli çalışmalarında başlatılmış olduğu düşünülecek olursa– ardında bu
önemli tartışmaları gizler gibidir.
“Yapıçözüm ve...” başlığı etrafında dönen bu ironik (“ve başlangıçta ve var(dı)”
tarzında) girişten öte, sadece “ve” bağlacını yeniden düşünme en azından şu sorunun
yeniden sorulmasına imkan verecektir: yapıçözüm (kimliği belirlenebilir bir ne’liği
olduğu/ saptanabildiği takdirde) kimlerle veya hangi alanlarla ittifaka girecektir veya
girebilir, ve de bu ittifakın “bağlacı”nın kipliği nasıl olmalıdır: bu kiplik bir defaya
mahsus olarak ve içerisi-dışarısı arasına sınır çekercesine tanımlanabilir mi, veya
tanımlanmalı mıdır?
Kimi zaman Heideggerci Destruktion’la (“yıkım”) karşılaştırılmış, kimi zaman
bazı dillere şaşırtıcı bir biçimde “perestroyka” 9 şeklinde, veya “yapıbozum” diye
çevrilmiş, çoğul seslere ve karakterlere, mizaçlara veya zorunluluklara göre edebiyattan
siyasete, mimarlıktan psikanalize, fenomenolojiden tekno-bilime, şiire kadar değişik
alanlarda uygulama alanı bulmuş bir düşünme pratiği bugün (gelinen noktada; “bugün”
sözcüğünün saptadığını iddia ettiğimiz birlik’te –“zamanın mutlak bu’su”, ya da “işaret
8
9
Husserl, Les Recherches Logiques, çev. H.Elie, L.Kelkel, R.Schérer, II. cilt, ikinci kısım,
Paris, PUF, 1960; “özgün ve özgün olmayan temsiller için” s. 107-108 ve “normal ve anormal
ayrımı için” s. 116.
“Bir kaç yıl önce Moskova’dayken, bazı sovyet felsefecileri bana, perestroyka’nın en iyi
çevirisinin gene ‘yapıçözüm’ olduğunu söylemişlerdi” diye yazar Derrida (Marx’ın
Hayaletleri, çev. Alp Tümertekin, Ayrıntı, 2001, s.140).
“Derrida ve Yapıçözüm” veya “Vav”
2013/20
158
zamiri”, das absolute Dieses der Zeit, diyecektir Hegel– veya dağılmada) bu ittifakı
icadi bir şekilde nasıl tanımlayacaktır? Söz konusu olan bugün bu cem veya
Latince’deki com (cum)’un, Yunanca’daki syn veya sum’un, Arapça’daki (veya
İbranice’deki) vav ve bundan itibaren de ayva’nın nasıl okunacağı/ işitileceği,
tanımlanacağı, ya da “evet” deme kiplikleridir (bu arada silinmiş bir iz olarak,
Anadolu’daki Kommagene uygarlığının adının başındaki kom’un da Latince’deki bu
“bir araya gelme” değeri taşıyan cum’la ilişkili olduğunu hatırlatalım: Yunanca
Kομμαγηνῆς).
Ayrıca “Et cetera” makalesinde Derrida’nın Tevrat İbranice’sinde “ve”nin bir
çeşit “cümle başı” oluşturma (“noktalama işareti”) işlevi olduğundan söz ettikten sonra
Arapça’daki vav’ın “ve” dışında “ile”, “aynı zamanda”, “eşzamanlılık” ifade ettiğini de
hatırlatır (s. 26). Mounira Khemir’e gönderme yaparak, kendisine bu harfin Arapça’da
“şevkat harfi” (lettre de tendresse) olduğunun söylendiğini belirtir: “Sanki bu
birleştirmeyle, bu dilbilgisel mıknatısla, bir birliktelik, belli bir yakınlaşma jesti, bir
sevgi yönelimi orada bir duygunun izini bırakıyor gibidir” der. “Hatta görünüşte durum
bunun tersi bile olsa, yani bir karşıtlık, bir ayrılma, bir uyumsuzluk, bir mahrum
bırakma: ‘bir dışında’, ‘karşısında’, bir ‘-siz/-sız’, bir ‘yokluğunda’ olsa bile. Zira
tahmin edebileceğiniz gibi, ‘-siz/sız’da ‘-ile olmaksızın’ [sans-avec, avec-sans, et-sans]
vardır. Bu biçimsel mantığın genel yasasıdır: her türlü ayırmada bir birleştirme oraya
daha baştan sızmış, girmiştir, ve bunun tersi de geçerlidir (vice versa)”. Başka bir yerde
de yazacağı gibi her türlü inkârda veya hayır’da belli bir “evet” vardır.
Ve dipnotta şaşırtıcı bir biçimde, Kuran’da “ve” ile başlayan ayetlerde bu harfin
(vav), adına and içilen, yemin edilen, bağlantıya girilen şeyi belirttiğini yazar. 10 Ve 89.
sureyi (resmi sıralamaya göre 89, iniş sırasına göre 10’uncu olan bu sure ilk surelerin
şiirselliğini taşır), yani Fecr (Tan Ağarması) suresinin başını alıntılar:
“Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla, 1-Andolsun fecre, 2-On geceye, 3-Çifte
ve teke, 4-Gitmekte olan geceye, 5-Bunda [akıl sahibi için] 11 bir yemin var değil
mi?”
Gerçekten de Türkçe çeviride ne yazık ki belirgin olmamakla birlikte ilk dört
ayet “vav” ile başlar ve Fransızca söz dizimine göre Arapça ile uyum içinde “par” ile
çevrilmiştir (s. 33, not. 11).
**
Bilindiği üzere kategoriler Aristoteles’te on adet, Kant’ta oniki adettir (Bkz.
Aristoteles, Kategoriler, 4.bölüm). “(ta skhemata tes categorias): töz (nelik: ti), nicelik
10
11
Kuran’da “ve” ile başlayan ayetlerin bir çoğu “ve iz”, “ve iza”, “ve iz kâle” biçimlerindedir;
bunun “hatırlama”, “hatırlatma”, bir “bağın yinelenmesi” veya “söz verme”yle ilişkisine daha
önce bir Derrida çevirisine düştüğümüz dipnotta dikkat çekmiştik. Bkz. J. Derrida, “İman ve
Bilgi. Basit Aklın Sınırlarında ‘Din’in İki Kaynağı”, Toplumbilim, N. 10, 1999, s. 143.
Köşeli parantezin içindeki kısım (büyük olasılıkla Fransızca söz diziminde sonda kaldığı için
anlam bütünlüğünü bozmadan kesilebildiğinden) Derrida tarafından alıntılanmamıştır. Türkçe
çeviri için bkz. Süleyman Ateş, Kur’an-ı Kerim Tefsiri, 6. cilt, Milliyet, 1995, s. 3040.
“Derrida ve Yapıçözüm” veya “Vav”
2013/20
159
(poson), nitelik (poion), ilişki, yer (nerede: pou), zaman (ne zaman: pote), konum
(position) , hal (statu) , etkinlik, edilginlik.” 12
Kant’ın “kategoriler tablosu” ise, bilindiği üzere: nicelik (birlik, çokluk,
bütünlük), nitelik (gerçeklik, olumsuzlama, sınırlama), ilişki (tözsel-ilineksel; sebepsonuç; karşılıklılık), kiplik (olanaklılık-olanaksızlık; varolma-varolmama; zorunlulukolumsallık) şeklinde mükemmel bir simetriye göre sıralanmıştır. 13
Et cetera” metninde Borges’i alıntılayan Derrida, Schopenhauer’in şu anlamlı
Kant eleştirisine değinir: “Bu yapıya ilişkin olarak, Schopenhauer’in Kant’ın oniki
kategorisine ilişkin olarak söylediği şeyi tekrarlamak uygun olacaktır: [Kant] herşeyi bir
simetri çılgınlığına (rage) kurban etmiştir.” 14 Bu sözü ciddiye almak ve varlığın,
anlamın ve hakikatin sahiplenilmesinde nelerin kurban edildiğini veya göz ardı
edildiğinin dikkatli bir araştırmasına girişmek gerekir.
Zaman ve uzam, bilindiği üzere, Kant’ta Aristoteles’ten farklı olarak kategoriler
tablosundan çıkarılıp, daha önsel, a priori bir form olarak her türlü duyarlığın “aşkınsal
estetiği” içinde yerleştirilmiştir: uzam her türlü dışsal görünün veya duyarlığın önsel
formu iken, zaman da her türlü içsel görünün/ duyarlığın önsel formu olarak
tasarlanmıştır.
Varlığın veya her türlü deneyimin, deneyimin kendisinden türemeyen biçimsel
koşulu veya içsel duyunun a priori formu olarak zaman, Aristoteles’in belki
Kategoriler’inden değil ama Fizik IV. kitabından itibaren belli bir geleneğin
devralınmasıyla Kant’ta bir dönüşüme uğramıştır. Aristoteles’in Fizik IV. kitabı ile
Kant’ın Saf Aklın Eleştirisi’ndeki “Zaman kavramının aşkınsal sunuluşu” (§5) kısmının
sıkı bir karşılaştırmasını yapan Derrida, Aristoteles’in zamanı değişim ve hareketle
(hareketin sayısı: arythmos kineseos) ile tam olarak özdeşleştirmediğini, ama zamanın
bunlarla belli bir ilişki olduğunu söylediğini: genelde “hareketi algılayarak zamanı
algılıyoruz” diye yanlış bir şekilde çevrilen
“ama gar kineseos aisthanometha kai khronou”
sözünün daha çok “hareket ve zaman duyumuna (aisthesis) birlikte/ eşzamanlı olarak
(ama) sahip oluruz” şeklinde okunması gerektiğini; Aristoteles’in “duyum”u ve “ruhta”
(en te psykhe) gerçekleşen hareketi göz önüne aldığını; dolayısıyla da Kantcı “aşkınsal
serimleme”nin buna sadık olduğunu, bu nedenle de zamanı “içsel duyum biçimi” olarak
tanımladığını belirtir. 15
12
13
14
15
Bu konuda, kategorilerin Yunan diline içkin bir yapısı olup olmadığına dair, E.
Benveniste’ten itibaren bir tartışma için, bkz. Derrida, “Le supplément de copule”, in Marges
de la Philosophie, s. 219-221.
Bkz. Saf Aklın Eleştirisi, “Anlayış gücünün saf kavramları veya kategoriler”, “Analytique
Transcendantale”. Critique de la Raison Pure, §10, fr. çev. Tremesaygues-Pacaud, PUF,
2001, s. 94.
J-L. Borges, Fictions, Gallimard, 1951, s. 113 (Bkz. J. Derrida, a.g.y., s. 33, not: 8, italikler
bize ait).
“Ousia et Grammè, note sur une note de Sein und Zeit”, Marges, s. 54-5.
“Derrida ve Yapıçözüm” veya “Vav”
2013/20
160
Ancak bu “içsel görü”nün hiçbir duyulur biçimine (figure) sahip olmadığımız
için, ve buna rağmen, veya tam da bu nedenle bir “biçim verme”, bir analoji gerekliliği
aynı Aristoteles’te olduğu gibi ortaya çıkar. Zamanın “nokta”, “çizgi”, daha sonra da
“yüzey” ile imgelendirilme gerekliliği (zamanın sıradan veya gündelik algısı diyecektir
buna Heidegger) Aristoteles’te olduğu gibi Hegel’de de (içsel) zamanı tekrardan uzamla
ilişkilendirme (uzamdan itibaren açımlama/ serimleme) ihtiyacını doğurmuştur.
Kant da tam bu noktada kendisi “maddi” veya “ontik”, “duyulur” bir varoluşa
zahip olmayan, ancak “içsel durumlarımızı” ve “kendimizi sezgi yoluyla”
deneyimlememizin koşulu olan zamanın bu duyulur olmayan niteliğinin analojiler
yoluyla ikame edilmeye çalışıldığını ifade etmiştir:
“Ve tam da bu içsel duyu hiçbir [duyulur] figüre sahip olmadığı için, bu eksikliği
(manque) analojiler yoluyla ikame etmeye (suppléer) çalışıyoruz, ve de zamansal
bir kesiti sonsuza doğru yol alan bir çizgi şeklinde temsil ediyoruz” (Kant,
a.g.y.). 16
Derrida, işte bu şekilde tanımlanan “çizgi” veya “iz” (tracé) kavramını grammè,
ve sadece duyulur şeylerin (temsillerin) kaydına indirgenemeyen, dolayısıyla her türlü
duyusal veya temsili kesinlik ve ontik indirgemeciliğe direnen genel bir yazı
problematiği içinde okur.
***
“La Mythologie Blanche” adlı makalesinde ise Derrida, synkategoremlerden
(örneğin: -ile, -için, -üstünde, -önünde, -dışında, -e doğru, -de, -den, vb) söz ederken
Husserl’in şu görüşüne yer verir: Mecazi kullanım, “olduğu haliyle” (kendi başlarına)
herhangi bir anlam taşımayıp ancak bir söz dizimi içinde anlam taşıyan
synkategoremlerin (veya saf gramatik, mantıksal öğelerin) değil, ancak kendi başına bir
“isim” veya “isimleşme” (nominalisation) imkanına sahip olup (dolayısıyla ontik veya
duyulur dünyada bir şeye tekabül eden) bir anlam taşıyan categoremlerin bir yerden
diğer yere “taşınması” (meta-phorein) yoluyla gerçekleşebilecektir. Ancak ne var ki,
Husserl bazı syncategoremlerin (Türkçe’de de “içinde”, “dışında”, “önünde”
örneklerinde olduğu gibi) “isimleşebileceğini” kabul eder. Dolayısıyla, diyebiliriz ki,
bunların da bir mecazlaştırma, veya (daha üst, karmaşık zihinsel işlemlere) aktarım
olasılıkları mevcuttur.
17
Bundan da öte, ayrıca, dikkatli incelendiğinde, syncategoremlerin çoğunun zaten
bir yere, mesafeye, uzaklığa veya yakınlığa, harekete, düzene, ardışıklığa, farklılıklara
veya benzerliklere göndermede bulunan uzam-zamansal tasarımlamalar, dolayısıyla saf
“kavranabilir” (mecazi ve duyulur şeylerin karşıtı anlamında) şeyler, saf gramatik,
mantıksal öğeler olmak bir yana her türlü duyulur uzamsal “taşınmaya” (uzamsal
mecazlara) izin verebilen şeylerdir.
Diğer yandan, “süre” (durée) kavramını geliştiren ancak onu nihayetinde “yaşam
atılımı” (élan vital) gibi bazı vitalist kavramların bağımlılığında bırakan Bergson’la
hemen hemen çağdaş olan Husserl’in bir yandan “zamanın içsel bilinci”
16
17
Bkz. J. Derrida, Marges, s. 55.
Marges, s. 278-9.
“Derrida ve Yapıçözüm” veya “Vav”
2013/20
161
araştırmalarından, öte yandan da syncategorem çözümlemelerinden itibaren,
Heidegger’in de “varlığın grameri” diyebileceğimiz (mit-sein; zu-sein; Umwelt, vb.)
varoluşsalların analizine doğru yöneldiğini biliyoruz (Ontik bir uzama veya
Vorhandenkeit’a indirgenemeyecek özgün bir zaman anlayışının varlığı anlamada elzem
olduğunun farkında olan Heidegger’in bu konuyu Varlık ve Zaman’ın hiçbir zaman gün
yüzü görmemiş ikinci cildinde ele almayı planlamaktaydı).
Hem a priori niteliğini koruyan hem de tarihsel koşullara göre kesintili bir
değişkenlik gösteren bir başka zaman anlayışını ise, yeni tarihsel önsel koşulların
araştırılışıyla Foucault’nun tarihsel a priori kavramında bulabiliriz. Foucault, “tarihsel a
priori” kavramıyla, temel belirleyici yapılar sorununu tarihselliğe açmış olmasıyla
Kant’tan sonra kökten bir farklılık ortaya koymuş gözükmektedir. Onun çalışmaları bir
yandan epistemik kopuşların araştırılışına, bilginin arkeolojisine doğru yönelirken, diğer
yandan da belli bir tarihsel kesitte insan deneyimini belirleyen “dispositif”lerin, bize
göre “yarı-aşkınsal” yapıdaki düzeneklerin araştırılışına doğru evrilmiştir.
Buradan da belki G. Deleuze’ün farklılaşma-farklılaştırma (différenciationdifférentiation) analizlerinden itibaren, 18 Derridacı différance kavramıyla, zamanda
erteleme ve uzamda aralanma’nın birlikte düşünüldüğü yeni bir anlam üretimparçalanma sürecine/ serüvenine, dünya-resimleri (Welt-bild) çağının “resimlerinin”,
“temsillerinin” veya “resmi ideolojilerinin” her bir yönde dağılma, ve “varlığın evi”
olan dilin katmanlarının tortusu üzerinde bitimsiz ve başlangıçsız (en azından önceden
belirlenmiş bir arkhe’si ve telos’u olmayan) bir “yeniden başlama” çağına girildiğini
söyleyebiliriz.
Aynı “ilişki-siz ilişki”, “belki”, “yarı-aşkınsal”, “çifte zorunluluk” (double-bind)
veya “eidetique yasa”, vb. yarı-kavramlarına olduğu gibi “karar verilemezlik”
kavramına da büyük bir önem veren Derrida, La Dissémination” 19 kitabında da, Gödel’e
göndermede bulunarak, “karar verilemez bir önermenin, bir aksiyomlar sisteminin bir
çokluğa hâkim olarak düşünülebilecek [bir kümeye ilişkin] konumunu bu
aksiyomlardan analitik veya tümdengelimsel bir sonuç olarak türetilemeyecek, onlarla
ne çelişki içerisinde bulunan, ne de bu aksiyomlara göre doğru veya yanlış olan,
bireşime girmeyen (sans synthèse), Tertium datur 20 bir önerme” olarak nitelemiştir.
18
19
20
Gilles Deleuze’ün bazen “c/t” şeklinde birlikte yazdığı différenc/tiation kavramını
“farklılaşarak farklılaştırma” şeklinde anlayabiliriz. Bkz. Différence et Répétition, PUF, 1968,
s. 267-270 ve devamı. Derrida, “différance” (ayıram) kavramıyla ilişkili makalesinde,
diğerleri (Hegel, Nietzsche, Freud, Heidegger, Levinas’ın)yanısıra Deleuze’ün Nietzsche et la
Philosophie adlı kitabını da alıntılıyarak, bir anlamda Nietzsche düşüncesi dolayımıyla (gücün
güçler arasındaki nicel ayrımdan başka -ontik- bir varoluşunun olmaması) Deleuze’ün fark
kavramına olan borcunu teslim eder (Différance, çev. Ö. Sözer, Toplumbilim, N. 10, s. 56).
Seuil, 1972, s. 248-9.
Bu arada, yukarda Kant’ın kategorilerine yapmış olduğu eleştiriyle gündeme gelen A.
Schopenhauer’un da Le Monde comme volonté et comme représentation’un (III. cilt)
“Dördüncü kitabına ek”inin son satırlarında (başka bir bağlamda) “üçüncü halin
olanaksızlığı”ndan (non datur tertium) söz edip “bütün felsefenin bugüne kadar bu yollardan
ya birini ya da ötekisi aldığını,” “ancak bu tertium’un gerçek varlığını ortaya koyarak” (bu
“Derrida ve Yapıçözüm” veya “Vav”
162
2013/20
Burada Derrida ve “ve” bağlacı çerçevesinde geliştirdiğimiz bu konuşmadan
itibaren, olmayan sonuç yerine, ve her türlü olası (mantıksal, varlıksal) ilişkinin
protokollerini bir defaya mahsus ve genelliği içinde sabitlemeye çalışmış filozoflar
silsilesi ve onların “skhemata”ları, kategoriler tabloları, bazen da shammata’ları
(musevi dininde “afaroz etmek”; burada “dışlamak”) karşısında, ve onlara ek olarak
aynı uzamı ve zamanı paylaşmaksızın paylaşarak, Derrida ile beraber uzamda ve
zamanda bir ilişkinin belki de doğrunun ve yanlışın ötesinde, “bireşime girmeyen”,
karar verilemez bir tarzını (belki de varolmanın ve varolmamanın ötesinde bir “üçüncü
tarz”, bir tertium quid veya triton genos olarak, 21 hem o hem o, veya ne o ne o şeklinde)
içimize sindirme yönünde bir aşama kaydedebiliriz...
“Ousia et Grammè” makalesinde Aristoteles’in Fizik IV. kitabında (218a) ortaya
konulan zaman paradoksundan itibaren, Derrida, bütün paradoksun şu Yunanca “aynı
zamanda”, “ile” anlamına gelen ancak ne zamansal ne de uzamsal bir değerle
sınırlandırılamayacak “ama” sözcüğünde sıkıştırılmış olarak bulunduğuna dikkat
çeker. 22 Sonra da eşzamanlılığın bir eş zamansızlığı varsaydığını, her türlü uzamda bir
araya gelmenin, toplaşmanın da bu bir araya gelmenin imkânsızlığından itibaren
mümkün olduğunu belirtir:
“Latince konuşmak gerekirse” (a.b.ç.) der Derrida, “ortak-varoluşun (coexistence) co’su veya cum’u ancak bunun imkânsız olmasından itibaren bir anlam taşır.”
Ya da birlikte-varoluş bu yüzden anlamlıdır. “Uzam adı altında tam olarak ne anlama
geldiğini bildiğimizi sandığımız şey, [yani] ortak-birlikte-varoluş olasılığı, imkânsız bir
ortak-varoluş uzamıdır” (Marges, s. 63).
Bergson’un da Düşünce ve Devingen’de dediği gibi, zaman, uzam üzerinden
düşünülemez: zaman sorunu “yanyanalık” veya “üstüste bitişme” (juxtaposition)
kavramlarından, zamanda iki “nokta”nın aynı anda üst üste gelemeyeceği nedeniyle,
“ardışıklık” (succession) kavramına geçilerek sorunu çözümlemiş olmayız. 23 Duyulur
bir takım figürlerle ikame etmeye çalıştığımız bu eksiklik her türlü grammè, veya genel
anlamda yazı problemini açar: Bu da varlığın veya an’ın bir defaya mahsus olarak
yekpare bir şekilde sahiplenilemeyeceği, ama bir “ve” veya “eklenti” olasılığını her
zaman, bitimsizce bıraktığı, anlamın da arada, aradaki bu paylaşımsız paylaşım
uzamında olduğu anlamına gelir.
21
22
23
ona göre, Derrida’dan oldukça uzak bir kavram, yani “kendisinden dünyanın doğduğu istenç”
olacaktır), ilk kez kendisinin bu seçimden uzaklaştığını iddia ettiğini de hatırlatalım.
Bu kavramlar için bkz. J. Derrida, Khôra, Galilée, 1993, s. 91. Derrida, başta Platon’un
Sofist’inde Parmenides’in varlık kuramıyla ve Timaios’ta o çok özel “yer/uzam” kavramı
Khora’ya ilişkili olarak felsefeyi meşgul etmiş sözleri olmak üzere, olumsuz ilahiyatın
önermelerine de duyarlıydı. Örneğin A. Silesius’la ilişkili olarak Sauf le nom, Galilée, 1993.
Marges, s. 61-65.
H. Bergson, La pensée et le Mouvant, PUF, 1941, s. 5.
“Derrida ve Yapıçözüm” veya “Vav”
2013/20
YAZAR HAKKINDA
Melih BAŞARAN, Prof. Dr.
Galatasaray Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü, İstanbul.
E-posta: mbasaran@gsu.edu.tr
ABOUT THE AUTHOR
Melih BAŞARAN, Prof. Dr.
Galatasaray University, Faculty of Arts and Sciences, Department of Philosophy, İstanbul.
E-mail: mbasaran@gsu.edu.tr
163