DERRİDA VE DWORKİN ARASINDAKİ İLİŞKİ:
YAPIBOZUM VE YARGIÇ HERKÜL*
The Relation Between Derrida and Dworkin:
Deconstruction and Judge Hercul
Rabia SAĞLAM∗∗
ÖZET
Makalenin
amacı
Derrida’nın
yapıbozumsal
stratejisinin,
transformasyona uğramış bir Herkül aracılığıyla deneyimlendiğini ve bir
Herkül metaforunu önvarsaydığını göstermektir. Yapıbozumsal strateji
çifte/ikili bir yükümlülük/buyruk olarak okunabilir; Batı metafizik düşünce
mirasını yapıbozuma tâbi tutarken zorunlu olarak bu mirasla ve bu mirasın
anlam ışığıyla kaynaşır. Bir bakıma, yapıbozumsal strateji, bir yanıyla Batı
metafiziğini temsil eden metinlere eleştirel bir şekilde yaklaşan ve bu
metinlerdeki dile getirilmemiş açmazları ifşa eden, diğer yandan da
eleştirdiği Batı logosentrizminin/metafiziğinin dilini kullanan ikili bir
hareketle gerçekleşir. Bu çifte yükümlülük, Herkül metaforunun, belirli bir
açıdan, Dworkin’in Hukuk İmparatorluğu’nda da aynı yapıbozumsal
stratejiyi yerine getirdiğine ilişkin geçerli bir argüman sağlar. Dworkin,
hukukun Herkül yargıç tarafından hukuksal bütünlük dikkate alınarak
yorumlanması gerektiğini belirtir. Şayet dava, uygulanacak yerleşik hiçbir
kuralın olmadığı zor dava ise o zaman Herkül, ahlâkî ilke ya da politika
üreterek karar vermelidir. Hukuku yorumlamadaki bu strateji, bir boyutuyla
Herkül’ün, Batı logosentrizminde ‘öteki’nin mutlak tekilliğine yer açan bir
*
Makalenin dilinin ve anlamının berraklaşması hususunda yardımlarını ve tavsiyelerini
esirgemeyen Fırat Mollaer’e ve Doç. Dr. Herdem Belen’e teşekkür ederim.
∗∗
Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Anabilim Dalı
Araştırma Görevlisi (rabia.saglam@kocaeli.edu.tr).
Derrida ve Dworkin Arasındaki İlişki…
AUHFD, 61 (1) 2012:275-320
yapıbozumcu gibi davranmasına olanak sağlar. Sonuç olarak, yapıbozum
için Derrida’nın dönüşüme uğramış bir Herkül metaforuna ihtiyaç
duyduğunu söylemek yerinde olacaktır. Ayrıca Dworkin için yorumun,
Hukuk İmparatorluğu’nda bir yarı-yapıbozumcu Herkül eliyle yapıldığı
söylenebilir.
Anahtar Sözcükler: Yapıbozum, Herkül, hukuksal yorum, çifte
yükümlülük/buyruk, Derrida, Dworkin
ABSTRACT
The main purpose of this article is to demonstrate that Derrida’s
deconstructive strategy is experienced through a transformed Herculs and
presupposes a metaphor of Herculs for its acts. Deconstructive strategy can
be interpreted as a double bind which is necessarily combined with the
legacy of Western metaphysics/logocentrism and its light of meaning while
deconstructing this legacy. Somehow, deconstructive strategy is practiced in
a double activity, which on the one hand, critically approaches to the sample
texts of the Western metaphysics and reveals the unspokenaporias in these
texts, but on the other hand, it uses the language of the Western
logocentrism/metaphysics. This double bind provides a valid argument to
claim that metaphor of Herculs, in some respects, performs the same
deconstructive strategy in Dworkin’s Law’s Empire. Dworkin tells us law
must be interpreted by judge Herculs according to integrity in law. If the
case is a hard case that there are not settled rules to apply, then Herculs
should decide by generating either policy or moral principles. This strategy
in interpreting law, to some extent, provides an opportunity to Herculs as if
he acts as a deconstructivist, which makes room for the absolute singularity
of the ‘Other’ in Western logocentrism. Consequently, it would perhaps be
more appropriate to say that Derrida needs a kind of transformative
metaphor of Herculs for deconstruction and for Dworkin, it might be said
that interpretation is made by a quasi- deconstructive Herculs in Law’s
Empire.
Keywords: Deconstruction, Herculs, legal interpretation, double bind,
Derrida, Dworkin
276
AUHFD, 62 (1) 2012:275-320
Sağlam
GİRİŞ
Dworkin’in -ideal bir yargıç olarak tasavvur ettiği- Herkül (metaforu)
hukuk teorisi açısından bir mihenk taşıdır. Dworkin, bir yandan hukuku
yorumsal bir faaliyet olarak tanımlayarak hocası H.L.A. Hart’ı ve dolayısıyla
hukuksal pozitivizmi eleştirmeyi, diğer yandan da Amerikan hukuk
dünyasına hâkim olan pragmatizmden kaçmayı hedefler. Dworkin’in
Herkül’e biçtiği temel rol, bir hukuksal bütünlüğün birbirini tamamlayan iki
unsuru olan ilke ve kuralları makul bir şekilde yorumlamak ve ‘tek bir
doğru’ cevaba ulaşmaktır.
Bu yazının amacı, Derrida’nın yapıbozumu ile Dworkin’in Herkül
yargıcını karşılaştırmaktır. Karşılaştırma üç soru üzerinden yürütülür: (1).
Derrida’nın, hukuksal pozitivizm ile mücadele içinde olan, hukuku bir
yorum faaliyeti olarak tanımlayan ve yorum için tek bir standardın
olabilirliğini –en azından edebî ve hukuksal metinler açısından- iddia eden
Dworkin gibi bir ‘teorisyen’le ortak noktası nedir? (2). Dworkin’in Herkül
yargıcı bir yapıbozumcuya mı karşılık gelmektedir? (3). Yoksa Derrida’nın
yapıbozum stratejisi bir Herkül metaforunu mu içerir? Bu üç soru,
yapıbozumun ne olduğu sorusuna verilecek belli bir cevap noktasında
şekillenir. Derrida’nın 1960’lı yılların sonunda Kıta Avrupası
geleneğininden yola çıkarak kullandığı yapıbozum kavramı, 1970’li yıllarda
Amerikan edebiyat ve felsefe teorisyenlerince Amerikan pragmatizmi ile
ilişkilendirilmiştir. Bunun bir sonucu olarak da yapıbozum, hukuk âlemine
‘yeni formalizm’ ya da yeni bir tür ‘analitik felsefe’1 olarak yansımıştır.
Oysa Derrida, “Yasanın Gücü: Otoritenin Mistik Temeli” makalesinde,
yapıbozumu “imkânsızın bir deneyimi” olarak sonsuz adaletle eşleştirir ve
böylece hukuksal yapı için yapıbozumun imkânını ‘öteki’nin mutlak
tekilliğine yönelik aşkın bir deneyimle bütünleştirir2. Bütünleşmenin nedeni,
1
2
Rosenfeld, Michel. (1989-1990). Deconstruction and Legal Interpretation: Conflict,
Indeterminacy and the Temptations of the New Legal Formalism. Cardozo Law Review,
Vol. 11. Weber, Samuel. (2000). Deconstruction as Analytic Philosophy, USA: Stanford
University Press.
Balkin, yapıbozumun aşkın olduğunu ve aşkın yapıbozum anlayışının nihilist ve septik
argümanların aksine insanî ve kültürel değerlere karşı duyulan bir inanç üzerine
kurulduğunu belirtir. (Bkz. Balkin, J. M. (1994). Transcendental Deconstruction,
Transcendent Justice, Michigan Law Review, Vol. 92, No. 5, s. 1141-1142). Aynı şekilde
Fred Dallmayr, Derrida’nın yapıbozum faaliyetini, “nihaî bir adalet tutkusu olan derûni
metafizik pathos ya da aşkın tutku” şeklinde tanımlar. (Bkz. Dallmayr, Fred. (1991-1992).
277
Derrida ve Dworkin Arasındaki İlişki…
AUHFD, 61 (1) 2012:275-320
Derrida’nın 1980’li yılların sonlarından itibaren yapıbozumu etik ve politik
bir bağlamda ele almasıdır. Batı felsefesi ve dilinde ‘öteki’ne yer açma
eylemi olarak yapıbozum, bu anlamda, Batı metafizik düşünce sisteminin
temel özelliklerini taşıyan tüm metinlerin ve toplumsal yapıların
eleştirilmesinde de belirli bir işleve sahiptir3.
Dolayısıyla yanıtlanması gereken asıl soru; yapıbozum, bir tür analitik
felsefeye ya da formalizme indirgenemezse, Dworkin’in klasik Amerikan
hukuk geleneğini hocası Hart üzerinden bir anlamda yapıbozuma uğratırken
durduğu yer ile Derrida’nın paralelliğinin ne olduğudur. Bu makalede,
Dworkin ve Derrida arasındaki paralellik, yapıbozumun etik ve politik
bağlamda ele alınması açısından değil, yapıbozumun çifte/ikili
yükümlülüğünden/buyruğundan (double bind)4 hareket eder. Çifte
3
4
Justice and Violence: A Response to Jacques Derrida. Cardozo Law Review, Vol. 13, s.
1238). Fakat hemen belirtilmelidir ki, Derrida için yapıbozum Nietzscheci bir düşünce
tarzını bir yanıyla sürdürmeye devam eder (Bkz. Derrida, Jacques. (2010). Yasanın Gücü:
Otoritenin Mistik Temeli. çev. Zeynep Direk, Şiddetin Eleştirisi Üzerine, Hazırlayan ve
Sunan: Aykut Çelebi, İstanbul: Metis, s. 53).
‘Öteki’ kavramı, yalnızca, politik, kültürel ya da ekonomik anlamda görmezden gelinen,
azınlıkta kalan birey, grup ya da toplulukları değil, sistemin düşünsel yapısıyla bir şekilde
organik bağı kopan ya da koparılan herkesi ve her şeyi kapsar. Örneğin ‘beyaz, sağlıklı,
hristiyan, erkek ve insan’ anlayışına dayanan Batı metafizik düşünce kipleri dışında
oluşturulan tüm felsefî düşünceler, hukuki yapılar ve siyasî kurumlar ‘öteki’ olarak
damgalanabilir. Bu makalede, ‘öteki’, bu sistematik ‘öteki’leştirme anlayışına atıf
yapmakla birlikte, daha çok bu anlayışın Batı metafizik diline sirayet etmesi açısından ele
alınır. Bir bakıma Derrida’ya göre ikili kavramsal karşıtlıklar üzerine kurulu olan Batı
metafizik dili, sürekli, farklı olan ‘öteki’ni kendisinden ayırt eder ve anlamı, bu farkın
kesinliği üzerine inşa eder. Dilin göstergeleri arasında kesin bir farkın (kadın/erkek,
savaş/barış, dost/düşman) mevcut olduğuna ‘inanan’ Batı metafizik düşünce yapısı,
‘öteki’ni, farklılığıyla birlikte anlamlandırmak yerine, farklılığını ortadan kaldırarak ve onu
aynılaştırarak mevcut kılar. Dolayısıyla Derrida’ya göre, Batı metafiziği, önermelerini
olumlu bir kesinlik biçiminde oluşturur: “Ancak belirli koşullar altında X, Y olacaktır”.
(Batı metafiziği önermelerini şu şekilde somutlaştırabiliriz: ‘Ancak Fransızca konuşması
koşuluyla bir Arap, Fransız vatandaşı olacaktır’ ya da ‘ancak belirli koşullar altında
düşman, dost olabilir’). Buna karşın, yapıbozumun ‘öteki’ anlayışı olumsuz bir önermedir:
“X olmaksızın Y olmayacaktır”. (‘Arap olmaksızın, Fransız olmayacaktır’ ya da ‘düşman
olmaksızın, dost olmayacaktır’). Batı metafiziği ve Yapıbozum önermeleri için (bkz.
Derrida, Jacques. (2003). Öteki Hedef (Başka Baş), çev. Melik Başaran, İstanbul: Bağlam,
s. 79).Batının ‘Öteki’ algısı için (bkz. Borradori, Giovanna. (2008). Otoimmünite: Gerçek
ve Simgesel İntiharlar, Jacques Derrida’yla Söyleşi, çev. Emre Barca, Terör Günlerinde
Felsefe, İstanbul: Yapı Kredi, 2008).
Yapıbozumun çifte/ikili yükümlülüğü/buyruğu için (bkz. Derrida, Jacques. (2006). Gün
Doğmadan: Jacques Derrida Elisabeth Roudinesco ile Konuşma. çev. Kenan Sarıalioğlu,
İstanbul: Dharma, 2006, s. 10-12); Derrida, (2003), s. 32, 33.
278
AUHFD, 62 (1) 2012:275-320
Sağlam
yükümlülük, yapıbozuma uğratılan şeyin mirasçısı olmak, onu yinelemek,
onun dilini kullanmak anlamına gelir. Yapıbozumun çifte buyruğunun
imlediği paralellik, Herkül’ün, Derrida’nın yapıbozum için öngördüğü
koşullara sahip bir metafor olması ve Dworkin’in Herkül’e hukuku
yorumlama işlevi yüklemesinin belirli açılardan yapıbozumsal bir stratejiyi
gerektirmesi noktasındadır. Böylelikle, hem Derrida’nın yapıbozumsal bir
pratik için mutasyona uğramış Herkül metaforunu öngördüğü hem Dworkin
Herkül’ünün hukuku yorumlarken belirli bir perspektiften yapıbozumsal bir
pratiği deneyimlediği iddia edilebilir5. Makalenin amacı, Dworkin’in
yapıbozumsal okuması üzerinden, Herkül’ün hukuksal yapıda belirli
açılardan yapıbozum stratejisini gerçekleştirdiğini ve Derrida’nın yapıbozum
stratejisinin de hukuksal yorum süreçinden farklı türdeki yapı ve metinlere
5
Derrida ve Dworkin, yazdıkları kitaplarda birbirlerine atıf yapmayan ve belki de
başharflerinin aynı olması dışında ortak noktaları pek az olan iki düşünürdür. (Bkz. bu
makalenin sonuç dipnotu, s. 23). Zira biri kurucu (constructive) diğeri bozucu
(deconstructive) yorumu savunur. Fakat buna rağmen, Derrida’nın Dworkin’in Herkül
yargıcından ve Dworkin’in de Derrida’nın düşüncelerinden haberdar olduğu yönünde üç
önemli dayanağımız vardır: Birincisi, Derrida’nın 1989 yılında Cardoza Law School’da
‘Yasanın Gücü: Otoritenin Mistik Temeli’ başlıklı konferansında temel referans kaynağı
olarak Stanley Fish’in ‘Doing What Comes Naturally’ adlı kitabını almasıdır. İlginç olan
Fish’in, Dworkin’le hesaplaşması ve Dworkin’in Hakları Ciddiye Almak, A Matter Of
Principle ve Law’s Empire kitaplarına doğrudan atıf yapmasıdır. Derrida, adı geçen
metinde Hart’a, J. Rawls’a, Eleştirel Hukuk Çalışmalarına atıf yaparken Fish’i referans alır.
İkincisi, Dworkin’in Hans G. Gadamer okumaları vasıtasıyla genel olarak hermenötik
gelenekten beslenmesi ve bu sayede dolaylı olarak Derrida’dan haberdar olmasıdır.
Üçüncüsü ise, Dworkin’in Fish ile girdiği kalem kavgası aracılığıyla Derrida’nın
yapıbozum kavramını dolaylı olarak eleştirmesidir. Bir bakıma Dworkin, Fish üzerinden
Amerika’daki Derridacı postmodern algıyla hesaplaşmıştır. Tüm bunlar bir araya
getirildiğinde çıkan sonuç şudur; Fish’ten ödünç alınan ‘taze karar’ kavramı ve bunun
üzerinde yürütülen adalet-hukuk-yasa ayrımını yaparken Derrida’nın kafasında bir Herkül
metaforu vardır. Herkül, Derrida’nın dillendirmediği ama adaletin “imkânsızın bir
deneyimi” olarak tanımlanmasında başrole sahip bir metafordur. Dworkin içinse Derrida ve
yandaşları, kendi hukuksal yorum teorisine karşıt argümanlar ileri süren, “ölümcül
şüpheye” düşmüş kişilerdir. Hermenötik gelenek üzerinden Dworkin ve Derrida
karşılaştırması için (bkz: Hoy, David Couzens, “Interpreting the Law: Hermeneutical and
Poststructuralist Perspectives”, Southern California Law Review, Vol. 53, No. 135, 1985).
Fish’in yapıbozumu yorumlayıcı bir teknik ya da metot olarak görmesi, hukuku ağırlıklı
olarak retorikle tanımlamasına neden olmuştur. Fish’in yapıbozumsal yorum yaklaşımı
vasıtasıyla Dworkin’in kurucu yorum teorisini eleştirmesi için (bkz. Fish, StanleyJameson, Fredric. (1989). Doing What Comes Naturally, London: Duke University Press).
Dworkin’in ilkelerin nesnelliğine vurgu yaparak kurucu yorum teorisini savunması için
(bkz. Dworkin, Ronald. (1985). A Matter of Principle, Harvard University Press, özellikle
6. ve 7. bölüm).
279
Derrida ve Dworkin Arasındaki İlişki…
kadar mutasyona
göstermektir.
uğramış
AUHFD, 61 (1) 2012:275-320
bir
Herkül
metaforunu
önvarsaydığını
Bu doğrultuda Dworkin ve Derrida karşılaştırması, yargıcın yorum
faaliyetinin anlam ve amacı üzerine yapılan tartışmalara, hukuksal yorumun
‘öteki’nin tekilliğine yer verme/açma pratiği olarak düşünülebileceğine
ilişkin yeni bir alternatif sunar. Yapıbozumun yeni bir alternatif olması,
modern hukuk felsefesi okullarının hukuksal yorum konusunu ele alışından
çok daha farklı olarak, hukuksal dilin çok anlamlılığında ‘öteki’ne yönelik
bir açılım oluşturma çabasını deyimler.
I. Ronald Dworkin ve Herkül
1.1. Kurallar, İlkeler ve Politika
Dworkin’in hukuk teorisini, Hart’a yönelttiği eleştiriler üzerinden iki
ana başlık altında sınıflandırabiliriz. Bunlardan birincisi, Hart’ın yargısal
takdir meselesine bakışıdır. Hart, hukuksal pozitivizmin, uyuşmazlığa
uygulanacak açık bir hukuk kuralı bulunmadığında, yargıcın takdir yetkisini
kullanarak uyuşmazlığı çözmesi gerektiği düşüncesini destekler. İkincisi ise
Hart’ın hukuku, temelinde kurallardan oluşan bir yapı olarak görmesi ve bir
kuralın hukuk kuralı olup olmadığını ‘tanıma kuralı’ ile belirlemesidir.
Hart’ın tanıma kuralı, neyin hukuk olduğunu ve hukuk olanın geçerliliğini
belirlemeye yarayan bir ölçüttür. Hart, bir hukuk kuralının geçerliliğini,
yetkili bir makam tarafından yasalaştırılmasına bağlar ve bunun dışında
kalanları ya düzenleyici işlem şeklinde ya da mahkeme içtihatlarıyla oluşan
hukuk kuralları şeklinde sınıflandırır6. Dolayısıyla Hart’a göre bir kuralın
geçerliliği, yetkili bir makam tarafından yasalaştırılmasına, düzenleyici işlem
olmasına ya da mahkeme içtihatlarıyla oluşmasına göre ‘soy testine’ tâbi
tutularak saptanabilir.
Dworkin’e göre, Hart’ın da temsilcisi olduğu hukuksal pozitivizmin
temel iddiası, yargıcın önüne gelen somut uyuşmazlığa var olan hukuk
kuralını uygulaması, uygulanacak bir kural yoksa takdir yetkisini kullanarak
6
Hart, H.LA. (1988). The Concept of Law, Oxford: Clarendon Law, s. 97-114; Akbaş, Kasım.
(2004). Ronald Dworkin: Pozitivizmin ve Doğal Hukukun Eleştirisinden Bir Yargılama
Kuramına. Çağdaş Hukuk Felsefesine Giriş, Ed. Ahmet Haluk Atalay, İstanbul: Teknik, s.
133-137; Ceylan Şahin, Şule. (2004). H.L.A. Hart: Hukuk Kavramı ve Ayrım Tezi, Çağdaş
Hukuk Felsefesine Giriş, Ed. Ahmet Haluk Atalay, İstanbul: Teknik, s. 110-112.
280
AUHFD, 62 (1) 2012:275-320
Sağlam
yasa koyucu gibi hukuk yaratması düşüncesine dayanır. Buna karşın
Dworkin’in hukuk teorisinin özü, ‘standartlar’ dediği ‘politik’ ve ‘etik’
ilkelerin hukuk kapsamında olduğu görüşüne dayanır. Hukuksal kurallar gibi
standartlar da yargıcın yargılama sürecinde referans aldığı temel
kaynaklardır. Dworkin açısından, politik ve ahlâkî ilkeler de en az kurallar
kadar hukukun içindedir ve yargıç uygun bir pozitif yasa bulamadığında
standartlara başvurur. Peki, standartlar nedir? Neden bu kadar önemlidir?
Dworkin standartları, ‘politika’lar ve ‘ilke’ler olarak ikiye ayırır ve yargıcın
her koşul altında olaya uygulayacağı bir kural, kural yoksa bir ilke ya da
politika olduğunu belirtir. Örneğin “kimse kendi hatasından yarar
sağlayamaz” ahlâkî bir ilke, “otomobil kazalarının azaltılması” standardı bir
politikadır. Dworkin’e göre bu standartlar “paralı yollarda yasal azami hız 60
mildir” ya da “bir vasiyetname üç tanık tarafından imzalanmadıkça geçerli
değildir” gibi hukuk kurallarından oldukça farklıdır7. Yargıç bu standartları
her zaman referans göstermeli midir? Bunun bir sınırı var mıdır? Dworkin
bunu ‘zor davalar’ dediği bir kavramla açıklar. Zor davalardan kasıt,
yargıcın, uygulanacak bir hukuk kuralı bulunmadığında politika ve ilkelere
başvurmasıdır. Dworkin açısından ‘herkese eşit ilgi ve saygı’ ilkesine
dayanan ‘haklar tezi’ çerçevesinde hukukî kararların oluşturulması oldukça
önemlidir. Bunun anlamı, yargıcın, çatışan ilke ve politikalar arasında
bireysel hakların üstünlüğünü her zaman gözetmesi gerektiğidir.
Buradan çıkarılacak iki temel sonuç vardır:
a. Takdir Yetkisinin Yanlışlığı ve Yetersizliği: Hart, hukukun soyağacı
olarak tanıma kuralını hukukun varlık ve geçerlilik koşulu olarak savunsa da
Dworkin, bu tür bir hukuksal pozitivist yaklaşımın yanlışlığını açığa
çıkarmaktan geri durmaz. Bu yanlış algı, yargıcın takdir yetkisidir. Hukuksal
pozitivizme göre takdir yetkisi –biz buna yargıcın hukuk yaratma yetkisini
de ekleyelim- yalnız ve ancak somut olaya uygulanacak bir yasal kural, bir
emsal karar olmadığında başvurulan bir yöntemdir. Dolayısıyla hukuksal
kurallar dışında kalan karara dayanak oluşturacak diğer tüm standartlar,
hukuk soyağacının dışında kalır ve kurala göre ikincil bir nitelik taşır.
Dworkin ise tüm bu standartları tıpkı kurallar gibi hukukun bir parçası sayar.
Peki, bir hukuksal pozitivist olarak Hart ilke ve politikaları nasıl görür? En
7
Dworkin, Ronald. (2007). Hakları Ciddiye Almak, çev. Ahmet Ulvi Türkbağ, Ankara: Dost,
s. 48-50.
281
Derrida ve Dworkin Arasındaki İlişki…
AUHFD, 61 (1) 2012:275-320
iyi ihtimalle, mevcut bir uyuşmazlıkta uygulanacak bir yasa bulunmadığında
ilke ve politikaların “her yargıcın kendi kavrayışına göre takdirini kullanarak
seçtiği hukuk üstü standartlar olduğu sonucuna varır”8. Hukuk üstü olan ilke
ve politikalar yargıca hüküm oluştururken yol gösterir. İşte Dworkin tam bu
noktada “en azından bazı ilkelerin yargıçlar üzerinde bağlayıcı olduğu ve
belirli bir takım kararlar almayı gerektirdiği kabul edilmediği sürece, hiçbir
kural, yargıçlar üzerinde bağlayıcı olamaz ya da pek azı bağlayıcı(dır)”9
diyerek takdir yetkisinin yanlışlığını ve yetersizliğini açıkça ortaya koyar.
Dworkin’in hukuksal pozitivizme yönelik bir diğer itirazı ilkelerin
kurallardan farklı olduğudur. Zira hukuksal pozitivistlerin, yargıcın takdir
yetkisiyle hukuk üstü (lex-legal) bazı standartlara başvurulmasına ve
hükmün bu standartlara atıfla oluşturulmasına olanak tanımaları, bu
standartların açık bir şekilde kuraldan farkları olmadığını gösterir. Fakat
Dworkin’e göre, kural ve standartlar arasında fark vardır: Bir kuralın
geçerliliğini ispatlamak soy testiyle mümkündür ve kurallar yargıcı tek bir
sonucu ortaya çıkarmaya yönlendirir. Dworkin’in standartları ise soy testine
tâbi tutulamaz, yalnızca, yargıca sonuca ilişkin bir yönlendirme sağlar.
b. İlke ve Politikaların Bağlayıcılığı:Hart, tüm hukuk metinlerinin ‘açık
dokulu’ olduğunu söyler. Bunun anlamı, kuralların bile bazı durumlarda
belirsizlikle karşı karşıya kalabilmeleridir. Yine de Hart, ilke ve politikaları
geçerli ve bağlayıcı normlar olarak kabul etmez. Fakat Dworkin’e göre,
hukuk metinlerinin açık dokulu yapısı, yargıçların, hukukî hak ve
yükümlülükleri denetlerken, ilke ve politikaları bağlayıcı standartlar olarak
kabul etmelerini gerektirir. Özellikle “ahlâkî ilkelerin hukukî olmasını
sağlayan şey, hakkaniyet veya adaletin gereklerine uygun olmalarıdır. Diğer
bir ifadeyle ilkeler, ahlâkîliğin veya hakkaniyetin önemli görünümlerini
ortaya koydukları için hukuken bağlayıcı(dırlar)”10. Dworkin burada,
standartların kurallar gibi bağlayıcı kabul edilmemesinin nedenini İngilizce
konuşulan hukuk dünyasında ‘kural’ ve ‘yasa’ arasında belirleyici bir ayrım
yapılmamasına bağlar. Dworkin’e göre, hukukçular, yasa ile hukuksal kuralı
birbirine indirgemiş, aynı anlamda kullanmışlardır. Oysa yasa ve kural iki
8
Dworkin, (2007), s. 66.
Dworkin, (2007), s. 63.
10
Uygur, Gülriz. (2003). Hukuki Pozitivizmin Değişen Yüzü mü?, Ankara Üniversitesi
Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 52, Sayı: 3, s. 153.
9
282
AUHFD, 62 (1) 2012:275-320
Sağlam
ayrı kavramdır ve dolayısıyla hukuksal kurallar dendiğinde bundan anlaşılan
yalnızca yasalar değildir11. Yasanın bağlayıcılığı ve geçerliliği soy testine
tâbi tutulabilir. Ancak ‘yasa’ değil de ‘kural’ olarak ilke ve politikalar soy
testine tâbi tutulamasalar da hukuken bağlayıcıdırlar.
Nihayetinde Dworkin, yargıcın takdir yetkisinin yanlışlığına, ilke ve
politikaların bağlayıcılığına ilişkin önemli bir açılım getirir. Fakat hukuksal
kurallara içsel olduğu iddia edilen standartlara ilişkin belirsizlik devam
etmektedir. İlkelerin karmaşık yapısı, aynı uyuşmazlıkta birden fazla ilkenin
uygulanabilirliği, ilkelerin kendileriyle hatta kurallarla çatışmaları, onları,
kuralların soy testine tâbi olma ve yetkili bir otorite tarafından usulûne
uygun yürürlüğe konulma şartlarından muaf tutar. Bu durumda yargıç hangi
ilkeyi uygulayacağını ve bu ilkenin geçerliliğini -zira geçerlilik için tanıma
kuralına başvurulamaz- nasıl belirleyecektir? Dworkin’e göre bunun iki
sonucu ve anlamı vardır: Birincisi, yargıç karar verirken en az kurallar kadar
ilke ve politikaları da uygulamak zorundadır. İkinci olarak, bazı kurallar
güçlerinin en azından bir bölümünü bu ilke ve politikaların gücüne
borçludur. Dworkin’in en dikkat çekici itirazı, pozitivistlerin, hukuksal
imgemizi ele geçirerek hukuku bir normlar hiyerarşisinden, kurallar
modelinden ibaretmiş gibi göstermeleridir. Oysa Dworkin’e göre hukuk
denilen şey, yasalar, ahlâkî ilkeler ve politik tercihlerden oluşur; en azından
hukuk insanları, özellikle yargıçlar, karar gerekçelerinde sıklıkla bu
standartlara başvurur. Öyleyse sorun özünde, genel ve soyut bir geçerlilik
ölçütüne dayanarak hukuk kuralını belirlemek ve uygulamak değil,
kapsamında ilke ve politikaları barındıran hukuk kurallarını yorum faaliyeti
aracılığıyla belirlemek ve onlara dayanarak bir karara varmaktır.
Böylece Dworkin, hukuku bir yorum faaliyeti şeklinde tanımlayarak,
ilkeleri, hukuk kuralları içine monte etmeyi kolaylaştırır. Yargıç, açık bir
kural varsa onu uygular; yoksa emsal kararlara kıyasla karar verir; bu da
yoksa hukuk yaratmak yerine ilkelere başvurur. Sıralamada mantıksal bir
silsile yoktur, zira uygulanacak bir yasanın bulunduğu basit davalarda dahi
yasanın gücü açık ya da örtülü bir ilkeye dayanır. Ayrıca yasalar dışındaki
tüm hukuksal referans kaynakları hukukun bir parçasıdır ve uygulanacak bir
yasanın bulunmadığı zor davalarda, yargıç, yorum yaparak diğer standartları
kararına gerekçe yapabilir. Dworkin’in amacı her hukuksal standardı içine
11
Dworkin, (2007), s. 65.
283
Derrida ve Dworkin Arasındaki İlişki…
AUHFD, 61 (1) 2012:275-320
alacak bir yorum tekniği oluşturmaktır. Bu sayede, Herkül, tek doğru cevabı
bulabilir.
1.2. Kurucu Yorum ve Zincirleme Roman
Dworkin, sanat eleştirisinde ve toplumsal açıklama şemalarında
kullanmak amacıyla, tek bir yorum biçimi olarak ‘kurucu’ (constructive)
yorum adını verdiği genel bir teknik geliştirir. Kurucu yorum özet olarak
“türünün ya da biçiminin en iyi örneğini oluşturmak için konusu ya da
pratiği üzerine bir amacın empoze edilmesidir”12. Dworkin’e göre kurucu
yorum bir amaca, bir değere ve bir gerçekliğe yöneliktir. Dolayısıyla kurucu
yorum faaliyeti, bir değerden bir şey ortaya çıkaran eser sahibi ile bu değeri
geliştiren o şeyin yorumcusu arasında ortaklaşa hareketi şart koşar. Bu
yüzden, Hamlet’in politik bir oyun olup olmadığı ile Amerikan ya da Fransız
Devrimi’nin veya Mona Lisa’nın gerçek anlamı konusunda yapılan edebî,
sanatsal ve hukuksal yorumların hepsi her zaman normatif bir iştir13.
Hukukta ise kurucu yorum, hukuksal önermelerin olası tüm
yorumlanma çeşitliliği içinde yargıcın ‘en iyi ışık’ altında tek bir doğru
yanıtı bulmasıdır. Peki, bu ‘en iyi ışık’ nedir? Yargıcın kişisel tutumunun
yorum faaliyetine etkisi ve en önemlisi septik ve nihilist itirazlar nasıl
aşılarak tek bir doğru cevaba ulaşılacaktır? Dworkin bunların cevabını temel
olarak iki şekilde verir:
a. Dworkin, ‘hukuk’un bir yargılama pratiğinden ayrı
düşünülemeyeceğini belirtir. Bunun sonucu olarak hukuk teorisi ve pratiği
arasında bir ayrılık söz konusu olamaz. Dworkin, makul bir uyuşmazlık
“aynı kriteri, bu kriteri açıklayalım ya da açıklamayalım, kabul ve takip
ettiğimizde mümkündür”14 diyerek hukukta sadece ampirik ihtilafların değil
teorik uyuşmazlıkların da olabileceğine inanır. Teorik uyuşmazlıklar,
paylaşılan pratiklerin ve geleneklerin yorumlanmasında kullanılan kriterin ne
olacağı hakkındadır.
İşte bu kriterler Dworkin’e göre ‘bütünlük’ (integrity) ve ‘uygunluk’tur
(fit). Fakat bu iki kritere geçmeden önce kurucu yorum üzerinde devam
12
Dworkin, Ronald. (1986). Law’s Empire, Harvard University Press, s. 52.
Dworkin, Ronald. (2008). Şüphe Ölümcül Olursa. çev. Altan Heper, Hukuk Felsefesi ve
Sosyolojisi Arkivi, İstanbul Barosu Yay. Sayı: 18, s. 245.
14
Dworkin, (1986), s. 45.
13
284
AUHFD, 62 (1) 2012:275-320
Sağlam
edelim. Bir şekilde hukuksal teori, yargılama pratiği ve yargıcın bu
pratikteki rolü kurucu yorumu kaçınılmaz kılar. Zira Dworkin “teorik
açıklamada tarafsızlık ya da yansızlık imkânsızdır, bir bakıma değerlendirme
kaçınılmazdır”15 diyerek hukuksal önermelerin yalnızca “tanımlayıcı” değil
“değerlendirici” olduğunu da belirtir. Dworkin, hukuk zeminindeki bir yasal
önermenin, hayaletimsi bir figür tarafından ortaya atılmadığını ya da dünya
dışından vahyedilmediğini, bunun aksine, yasama meclisinde gerekli sayısal
çoğunluk tarafından onaylandığı için hukuksal bir gerçekliği yansıttığını
açıklar. Bu gerçeklik, hukukun, hukukçular ve yargıçlar tarafından doğru ya
da yanlış olarak değerlendirilmesine imkân tanır. Yargıçlar bir yasal
önermenin doğruluğu üzerinde anlaşamayabilir, fakat hepsi bu önermenin
hukuk zemininde olduğunu bilir16. Dworkin’in ıslarla vurguladığı gibi,
hukuksal önermenin doğruluğu ve yanlışlığı ile o önermenin doğruluğunu
değerlendirecek ölçüt sorunu birbirinden ayrıdır. Dworkin bu noktada iki tür
ifade düzeninden bahseder. Birinci tür ifadeler ‘benim şuna hakkım var’
diyen, değer yargısı ihtiva eden, tözsel ve belirli bir normatif yapıya bağlı
yargılardır. İkinci tür ifadeler ise ‘bir hakka sahip olmanın ne olduğuna’
ilişkin kavramsal, açıklayıcı yargılardır. İkinci tür ifadeler, hukuksal pratikte
bir hakka sahip olmanın ‘doğru’ olarak ne anlama geleceğini yasa
koyucunun düzenlemelerine göre belirleyen tanımlayıcı önermelerdir.
Çatışma, tanımlayıcı önermeler üzerinde değil normatif önermeler söz
konusu olduğunda ortaya çıkar; normatif önermeler değer içerikli yasal
önermeler oldukları için bunların doğruluğunu ya da yanlışlığını belirleyecek
ölçütün ne olduğu tartışmalıdır. Bu nedenledir ki politik ve hukuksal değer
yargıları normatiftir, bağlıdır, kavramsaldır ve bir doğaları, özleri vardır17.
Hukuksal önermelerin amaç veya değer açısından değerlendirilmesi
kaçınılmazsa o zaman hukukun bir amacı olduğundan bahsedebiliriz.
Dworkin, bu amaç ve değerin hukuksal yorum pratiği açısından ‘politik
ahlâk’ olduğunu söyleyecektir:
“Şayet iki yargıç bir yasanın nasıl okunması gerektiği konusunda
uzlaşamazsa ya da emsal kararlara ne tür bir güç verilmesi gerektiği
15
Aktaran: Marmor, Andrei. (1992). Interpretation and Legal Theory, Oxford: Clarendon
Press, s. 56.
16
Dworkin, (1986), s. 4.
17
Paterson, Dennis. (2006). Dworkin on the Semantics of Legal and Political Concepts.
Oxford Journal of Legal Studies, Vol. 26, No. 3, s. 547-548.
285
Derrida ve Dworkin Arasındaki İlişki…
AUHFD, 61 (1) 2012:275-320
doğrudan açık değilse, normal olarak bu, toplulukların yargılama
pratiklerinin en iyi genel yorumu üzerine derin bir uzlaşmazlığı yansıtacaktır
ve bu, politik ahlâk bakış açısından en iyi ışık altında kendini gösteren bir
pratik hakkındadır”18.
b. Dworkin’e göre, yargıçlar, hukukçular ve hukuk felsefecileri aynı
yorum oyununun bir parçasıdır. Aslında herkes bir şekilde yorumla hukukun
ne olduğu ile ne olması gerektiğini hukuk düzeni etrafında belirlemeye
çalışır. Fakat asıl yorum işi, yani zor davalarda yasa koyucunun niyetine,
geçmiş emsal kararlara ve nihayet toplumun sahip olduğu politik-ahlâkî
ilkelere göre tek doğru cevabı bulma işlevi Herkül’e düşmektedir. Herkül
hem geleceğin hem şimdinin hukuksal öyküsünü oluştururken ne yeni bir
hukuk yaratır ne de takdir yetkisini kullanır. Herkül’ün -kurucu yoruma
göre- hukuksal yargılamadaki işlevi tıpkı bir roman yazarı gibidir. Dworkin,
Herkül’ün tek doğru cevabı bulma çabasını ve karar verme sürecini
zincirleme bir roman yazmaya benzetir. Bir bakıma her yargıç edebiyatçı
gibi roman kurgusu oluşturmalı, kararını gerekçelendirmelidir. Her romancı
bir önceki bölümü yazan farklı romancıya göre yeni bölümü yazmak
zorundadır. Aynı şekilde üçüncü bölümü yazacak olan da ilk iki bölümü
okumalı ve yeni bölümü ona göre yazmalıdır19. Nihayetinde Herkül,hem
18
Dworkin, Ronald. (1989). Legal Theory and The Problem of Sense. Issues in
Contemporary Legal Philosophy, ed. Ruth Gavison, Oxford: Clarendon Press, s. 14 (vurgu
bana aittir).
19
Dworkin, yargıçların hukuk yaratmadıklarını, ‘uygunluk’ ve ‘bütünlük’ kriterlerine göre bir
roman yazar gibi geçmiş kararları yorumladıklarını belirtir. O zaman, romanın ilk
bölümünü yazan yargıcın yorumlamaktan öte yeni bir şey yarattığı akla gelebilir. Romanın
ilk bölümünü yazan Herkül’ün diğer yargıçlardan daha yaratıcı olması gerekmez mi?
Stanley Fish, Dworkin’in ilk romancısının tamamen yaratıcı (creative) bir role sahip
olduğunu, diğer romancıların ise yaratıcı ve yorumcu olmaları gerektiğini belirtir. (Bkz.
Fish, Stanley, “Working on the Chain Gang: Interpretation in the Law and in Literary
Criticism” Politics of Interpretation, ed. W.J.T. Mitchell, University of Chicago Press,
1983, s. 271-286’den aktaran: Marmor, (1992), s. 74). Fish’in Dworkin’e yönelik bu
eleştirisi doğrultusunda, Herkül’ün yorum faaliyetinin yaratıcılığını bir tür yapıbozum
pratiği sayabiliriz. Zira hukuksal bir yargıda yaratıcı olmak, belirli bir aşamaya kadar
mevcut hukuksal uzlaşımları ve kuralları bozmak demektir. Ayrıca, Derrida’nın ‘icat’
kavramınında belirli bir tür yaratıcılığı (inventive) gerektirdiği ve “tek olanaklı icadın
ötekine yer verecek”, onu “gelmeye bırakacak” yapıbozumsal bir edim olduğu
düşünüldüğünde Herkül’ün hem yaratıcılığının hem yorumculuğunun yapıbozumsal bir
pratikle aynı stratejiyi paylaştığı görülebilir; “bir icat daima biraz yasadışılık, örtük bir
sözleşmenin kesintiye uğratılmasını varsayar, şeylerin barışcıl düzenlenişi içine kargaşa
286
AUHFD, 62 (1) 2012:275-320
Sağlam
diğer emsal davalardaki yargıç gerekçeleriyle uyumlu (fit) hem hukuksal
kurallarla -yasa, ilke ve politika-bütünlük (integrity) oluşturacak şekilde
karar vermelidir.
Fakat Dworkin yine de bazı soru işaretleri bırakır. Kurucu yorum
gerçekte nedir? Neden hukuku yorumlarken aynı zamanda kurucu olmamız
gerekir? Çünkü Dworkin, liberal değerlerin bir savunucusudur. Dworkin’in
liberalizmi, özünü ‘eşit ilgi ve saygı hakkı’nın oluşturduğu bireysel hakların
önem ve önceliğine dayanır. Bireysel haklar anti-faydacı ve anti-çoğunlukçu
bir karaktere sahiptir; genel refah ya da kamusal çıkar hakkında verilen
çoğunluk kararları üzerinde sınırlayıcı bir işlev yürütürler. Ayrıca Dworkin,
bireysel haklarla çatışmayan diğer toplumsal, ahlâkî ve politik değerlerin
(popular morality) korunması gerektiğini de savunur. Yukarıda söylendiği
gibi toplumsal ahenk bozulduğunda -yani bir uyuşmazlık çıktığında- hukuk
devreye girecekse o zaman Herkül’ün yorumu bireysel hakları ve politikahlâkî amaçları gözetmelidir20. Fakat bunu yaparken Herkül hukuk inşa
etmez. Varolanı yeniden bulur; geçmişe uygunluğunu test eder; verili
durumda hakkaniyeti sağlayıp sağlamadığını değerlendirir ve geleceği de
hukuksal bütünün bir parçası olarak kurar. Dworkin açısından bunu
sağlayan, kurucu yorumun uygunluk ve bütünlük kriterleridir: “Yargısal
bütünlük ve uygunluk ilkesi yargıçlara, hukuksal hak ve ödevlerin mümkün
olduğu kadar tek bir yazar tarafından yaratıldığı varsayımını -kişileştirilmiş
toplum- tutarlı bir adalet ve hakkaniyet anlayışını ifade ederek belirleme
talimatı verir”21.
1.3. Tek Doğru Cevap, Hukuksal Bütünlük ve Uygunluk
Hukuksal romanın tek bir yazar tarafından yazıldığı varsayımı, yazarın
(Herkül) tek doğru cevabı bulacağı öngörüsüyle paraleldir. “Yargıcın kendi
katacağı yorum, kendi ahlâkî ve siyasî düşüncesini kaçınılmaz olarak
yansıtsa da Dworkin, yargıcın yapacağı yorumun o zamana kadar gelen
hukuk düzenine uygun ve sonuçta zincirleme okumaların birbirine uyumlu
olacağı ön kabulünden hareket etmekte ve böylece sanki aklın yolu birdir
sokar, görgü kurallarını zedeler (…) beklentiler oyununu boz(ar)”. Derrida, Jacques,
“PSYCHE Ötekinin İcadı”, çev. Melih Başaran, Toplumbilim, Sayı: 10, 1999, s. 105.
20
Allan, T.R.S. (1993). Justice and Fairness in Law’s Empire. Cambridge Law Journal, Vol.
52, s. 64-66.
21
Dworkin, (1986), s. 225.
287
Derrida ve Dworkin Arasındaki İlişki…
AUHFD, 61 (1) 2012:275-320
varsayımına dayanmaktadır”22. Dworkin “aklın yolu birdir” varsayımının
dayandığı en iyi yorum ölçütünün ne olduğunu kesin ve indirgemeci bir
yaklaşımla ifade etmez. Bu aşamada sorun septiklerin karşıt argümanlarının
üstesinden gelebilmektir. Yargıç tek bir doğru cevabı arayacaksa, doğru
bilgiye ilişkin nesnel bir ölçüt var demektir. Oysa Dworkin’in hedefi
epistemolojik anlamda bir nesnelliği yorum meselesi açısından tartışmak
değildir. Mesele “yorumun nesnel olarak doğruluğunu kanıtlamak değil,
fakat neden yorumcunun bu tür bir yoruma inandığını haklılaştırma
gerekçesidir”23. ‘Her yorumcu en iyi yorumu yapar’ gibi bir argümanı yoktur
Dworkin’in. Kurucu yorum-tek doğru cevap ikilemesinden anladığı, her
yorumcunun kendi yaptığı yorumun geçerliliğine, en iyi yorum olduğuna
inanmasıdır, yoksa her yorumun nesnel olarak doğru ve ahlâkî olarak da en
iyi olduğu değildir.
Dworkin bunu bir örnekle açıklar. Dikkatsiz bir şoför, annesinin
yanında yürüyen bir çocuğa çarptığında, anne uğradığı manevî zararın
tazminini sürücüden talep edebilir. Peki ya yeğenine araba çarptığını
telefonda öğrenen teyzenin yaşadığı duygusal acı ne olacaktır? Buradaki
hukukî problem, teyzenin uğradığı manevî zararın telafi edilmesini talep
hakkı olup olmadığıdır. Annenin manevî zarar talebi teyzeyi de kapsar mı?
Dworkin böyle bir durumda, yargıcın uygunluk ölçütüne göre geçmişteki
emsal kararlara bakacağını ve geçmiş yargıçların verdikleri kararları nasıl
gerekçelendirdiklerini -bir bakıma haklılaştırma nedenlerini- gözden
geçireceğini söyler. Fakat bunun anlamı, geçmiş kararların şimdiki karar
üzerinde tam bir egemenlik kurması değildir. Çünkü yargıç, geçmiş
kararları, kaçınılmaz biçimde belli bir perspektiften ele alır. Eğer bir yargıç,
bir hukuksal sistemin temel amacının ekonomik olduğunu düşünüyor ve
hukukun buna hizmet etmesi gerektiğine inanıyorsa, geçmiş kararları
kazaları tümüyle ekonomik maliyetlere indirgeyen bir stratejiyle
okuyacaktır. Öte yandan önceliği farklı olan başka bir yargıç, geçmiş
kararlarda bu tür bir stratejiyi keşfetmeyecek ve uzlaşımsal sorumluluk
ahlâkını desteklemeye girişecektir24. Dolayısıyla her yargıç kendisini
Metin, Sevtap. (2003). Ronald Dworkin’in Hukuk Teorisinde Yorum Yaklaşımı. İstanbul
Üniversitesi Hukuk Mecmuası, Cilt: LXI, Sayı: 1-2, s. 44.
23
Hoy, David Couzens. (1987). Dworkin’s Constructive Optimism Versus Deconstructive
Legal Nihilism, Law and Philosophy, Vol. 6, s. 324.
24
Dworkin, Ronald. (1985). Law as Interpretation. Lloyd’s Introduction to Jurisprudence, ed.
Lord Llyod of Hampstead and M.D.A. Freeman, London: Stevens, s. 1214-1218; Dworkin,
Ronald. (1981-1982). Law as Interpretation. Texas Law Review, Vol. 60.
22
288
AUHFD, 62 (1) 2012:275-320
Sağlam
tarihteki sayısız kararların, yapıların, uzlaşımların ve pratikler zincirinin bir
halkası olarak kabul etmelidir. Yargıç önce yorumlamalıdır; çünkü kendisi
sıfırdan bir yorum icat etmektense eldekini -mevcut olan benzer yargısal
kararı- geliştirme sorumluluğuna sahiptir. Nihayetinde, kendi öznel
yargısına,önceki kararlara, şimdiye kadarki hukuksal pratiklerin konu ve
amacına göre, tüm bunları gerçekten oldukları gibi bir bütün şeklinde ele
alarak karar vermelidir25.
Uygunluk ilkesi, geçmiş kararların tarihsel yorumunu yapmayı, hukuk
tarihindeki yargısal gerekçelere ya da zincirleme romandaki bir önceki
bölümün karakterlerine, öyküsüne ve gidişatına göre karar vermeyi
gerektirir. Bütünlük ilkesi ise romanın bütünüyle tekrar okunmasını ve
böylelikle tutarlı bir anlam öyküsü oluşturmayı, şimdiki hukuksal olaya
uygun düşecek hukuksal öyküyü bir zincirin parçası olarak yazmayı ve
nihayet ‘en iyi ışık’ altında verilen kararın haklılaştırılmasını sağlar. Herkül
tek doğru cevaba, aslında, roman dışı (hukuk dışı) gibi görünen unsurların
devreye girmesiyle ulaşır. Çünkü Dworkin, hukukun aynı zamanda sosyal
bir pratik olduğunu da belirtir. Politik ahlâk, kişisel tutum ve görüşler,
toplumsal konsensuslar, politik değer ve inançlar hukukun bir unsurudur ve
onun kapsamındadır. “Herkül her davaya bir filozof mantığı (Kantçı bir
mantık) ile yaklaşır ve olayları oluşturduğu genel kuramlar çerçevesinde
(adeta her davada Medeni Kanunun 1. maddesine göre hukuk yaratıyormuş
gibi) çözer. Hiçbir davaya yalnızca o olayda haklı görülen çözümler bulmaz,
daima genel bir kuramın, aynı konudaki hukuk uygulaması tarihinin ve
politik ahlâkın ideal kesişim noktasında bir hüküm verir”26. Tek doğru
yanıtın bulunma süreci ve gerçekleşme koşulları epistemolojik bir kesinliğe
odaklanmak yerine böyle bir kesinliğin varsayılması gerektiğinin
kaçınılmazlığını ortaya koyar. Her yargıç kendi yorumunu gerekçelendirmeli
ve rasyonalize etmelidir. Dworkin’in yorumun rasyonel karakterine yaptığı
bu vurgu, alelade bir politik hissiyatla değil, yorumu sınırlayan, yorumu
disiplinize eden ve soyut bir şekilde yapılandırılan ahlâkî ve dogmatik
standartlarla ilişkilidir. Bu standartlar anlamın anlaşılmasını değil daha
ziyade felsefî bir hakikati ortaya koymaya çalışır27.
25
Dworkin, “Law as Interpretation”, s. 1216.
Türkbağ, Ahmet Ulvi. (2010). Kanıtlanamayanı Kanıtlamak: Ronald Dworkin’in Hukuk
Kuramı, İstanbul: Derin, s. 116.
27
Warnke, Georgia. (1992). Legal Interpretation and Constraint, Justice and Interpretation,
Cambridge: Polity Press, 1992, s. 86.
26
289
Derrida ve Dworkin Arasındaki İlişki…
AUHFD, 61 (1) 2012:275-320
Derrida’ya geçmeden önce, Dworkin Herkül’ü ile Derrida’nın
yapıbozumunu karşılaştırdığımızda özet olarak şunları söyleyebiliriz:
(1) Hukuk sadece yasalardan, normlardan değil aslında geleneksel
anlamda hukuk dışı olarak kabul edilen diğer standartlardan da –ahlâkî
ilkeler, toplumsal ve politik değerler, adalet ve hakkaniyet- oluşur. (2).
Yargıçlar bu standartları karar gerekçelerinde tıpkı geçerli bir hukuk kuralı
gibi kullanabilir. (3). Yargıç, somut uyuşmazlık açısından en doğru olanı
bulmak ve uygulamak için kuralları ve standartları yorumlar. (4). Yorum,
kurucu olmalı bir amaç ve değer içermelidir. (5). Yorumun amacı
‘uygunluk’ ve ‘bütünlük’ ilkesine göre karar vermektir. (6). Yargıç yorum
yaparken aynı zamanda bir edebî metin, bir roman yazar. (7). Hukuk,
metafizik olanla değil tarihsel ve kültürel olanla ilgilidir.
II. Jacques Derrida ve Yapıbozum
2.1. Derrida, Yapıbozum ve Çifte/İkili Yükümlülük/Buyruk
Derrida’nın felsefesi üzerine birbirinden farklı pek çok yorum vardır.
Bu nedenle hangi Derrida okumasından hareket edildiği sorusunun
yanıtlanması gerekir. Yapıbozum, Derrida’nın Of Grammatology (1974),
Speech and Phenomena (1973) Writing and Difference (1978) kitaplarının
İngilizceye çevrilmesinden sonra, Anglo-Amerikan akademik çevrelerde
edebî ve felsefî metinleri okuma metodolojisi olarak gündeme gelmiştir. Bu
süreçte Derrida, kimilerince nihilist olarak yorumlanmış ve yapıbozumun dil
içinde sıkışıp kalmış göstergeler oyunundan ibaret olduğu, insanı politik ve
etik bir tutum almaktan alıkoyduğu iddia edilmiştir. Oysa Derrida
yapıbozum kavramını Heidegger’in ‘destruktion’ ve ‘abbau’ sözcüklerini
çevirmek amacıyla kullandığını ve yapıbozumun “yıkmaktan çok, bir
bütünlüğün nasıl yapılandığını anlamak ve bunun için onu yeniden
yapılandırmak gerektiği(yle)”28 ilgili olduğunu belirtmiştir. Yapıbozum
hareketinin itici gücü, kültürün, kurumların ve hukuksal sistemin verili
belirlenimlerini sürekli olarak eleştirmektir. Fakat bu eleştiri yıkmak için
değil, yalnızca askıya almak ya da ertelemek için yapılır29. Amerikan
akademi çevrelerinde analitik bir yöntem gibi algılanan yapıbozum,
‘kavram’ları, ‘norm’ları, ‘değer’leri, ‘öz’leri ve ‘hakikat’in kendisini dahi
28
Derrida, Jacques. (1999). Japon Bir Dosta Mektup, çev. Medar Atıcı-Mehveş Omay,
Toplumbilim, Sayı: 10, s. 188.
29
Derrida, Jacques. (1997). The Villanova Roundtable, A Conversation with Jacques Derrida.
Deconstruction in a Nutshell, ed. John D. Caputo, New York: Fordham University Press, s.
18.
290
AUHFD, 62 (1) 2012:275-320
Sağlam
parantez içine alarak sorunsallaştırmaktır. Bu sorunsallaştırma, bir soru
işareti bombardımanını eleştirel bir uyanıklık içinde tüm iddia, tez ve
konumlara yöneltir30.
Derrida, yapıbozumun eleştirel uyanıklığını, Karl Marx ve Emmanuel
Levinas okumalarıyla pekiştirmiştir. Derrida’nın, ‘bağışlama’, ‘adalet’,
‘konukseverlik’, ‘sorumluluk’, ‘yeni enternasyonel’, ‘gelecek demokrasi’
gibi kavramları ele alış şekli yapıbozumun yüzünü politik ve etik bir yöne
çevirmiştir. Derrida, özellikle Levinas okumasından sonra, yapıbozumsal
okuma pratiğini, ‘ötekine’ karşı sonsuz bir sorumluluk ilişkisine dayanan
etik bir taleple bütünleştirmiştir31. Bundan böyle yapıbozum, tetikte olmanın
yanısıra politik ve ahlâkî bir tür konum almaya ya da farkındalığa işaret
etmektedir. Yapıbozumun sorunsallaştırdığı şeye, politik ve etik bir tutumla
yaklaşması Derrida’nın ilk dönem yapıbozum algısıyla tutarlılık
göstermektedir. Spivak’ın işaret ettiği gibi Derrida’nın yapıbozuma tâbi
tutulamayan ‘adalet’ düşüncesi, ‘imkânsızın deneyimi’, ‘bağışlama’ ve
‘ötekine karşı sorumluluk’ gibi ‘yeni’ kavramlarının kökleri 1968’e,
Derrida’nın différance düşüncesine kadar geri götürülebilir32. Okuyucuya
genel bir bilgi vermek açısından yapıbozum, Derrida’nın ilk ve son dönem
yazılarının bütünlüğü göz önüne alınarak, politik ve etik bir kaygıyla
kavramsal hiyerarşilerin ve bunların dayandığı kurumsal tüm yapıların
‘öteki’ne yönelik örtük şiddetine33 karşı sürekli bir tetikte olma hali olarak
tanımlanabilir.
Yapıbozum, tetikte olduğu yapının ya da özün bazı unsurlarını
kullanmaktan ya da onları kendince eğip bükerek içselleştirmekten
kaçınmaz: “Derrida’nın düşüncesini karakterize eden tetikte olma (…)
talebine yapısallığın ve özselliğin kaçınılmaz farkındalığı eşlik eder.
30
Gasché, Radolphe. (2006). Views and Interviews: On Deconstruction in America, USA:
The Davies Group, s. 9.
31
Critchley, Simon. (2005). Derrida/America: The Present State of America’s Europe
Philosophy, Cardozo Law Review, Vol. 27, No. 553, s. 6.
32
Spivak, Gayatri C. (1996). İşe Koyulmak: Ulusalötesi Kültürel Çalışmalar, Eleştirel Bakış,
ed. Peter Osbourne, Ankara: Dost, s. 211.
33
Hukuksal dil ve şiddet arasındaki ilişkinin yasanın yorumlanmasında ortaya çıkışı için (bkz.
Cover. (2010). Robert, Şiddet ve Söz, çev. Ferit Burak Aydar, Şiddetin Eleştirisi Üzerine,
Hazırlayan ve Sunan: Aykut Çelebi, İstanbul: Metis, s. 175-213). Tanrı isminin ‘öteki’
üzerinde yarattığı şiddet için (bkz. Derrida, Jacques. (2008). İsim Hariç, çev. Didem Eryar,
İstanbul: Kabalcı). Dilin uyguladığı şiddete, Levinas’ın ‘öteki’ etiğinin dahi mahkûm
olduğuna ilişkin (bkz. Derrida, Jacques. (2006). Şiddet ve Metafizik, çev. Zeynep Direk,
Cogito, Sayı: 47-48, s. 142-143).
291
Derrida ve Dworkin Arasındaki İlişki…
AUHFD, 61 (1) 2012:275-320
Dolayısıyla bu tür bir uyanıklık, sahip olduğu sınırların farkındalığını da
içerir”34. Bu nedenle Derrida, Batı logosentrizmine/metafiziğine karşı
yönelttiği yapıbozum ediminin sorunsallaştırdığı metafizik dilden tamamıyla
sıyrılamayacağını belirtir. Yapıbozum “bundan ötürü ne bir olumlama ne de
bir yadsımadır”35.
Her yapıbozum tetikte olduğu şeyin -metnin, doksanın, kurumun,
yasanın, söylemin- sınırlarında oyun oynar. Derrida’nın sınırlarda oyun
oynamasının nedeni, yapıbozumu, Batı külliyatında ‘öteki’ne yer açma
edimi olarak görmesidir36. Derrida açısından ‘öteki’ne yer açma, dilin
‘öteki’sini bulma ya da ‘başka bir dil’ arama şeklinde yapılır; yapıbozum,
Batı metafiziğinin dilinden kurtulmaya girişmelidir. Fakat bu, metafizik
dilden tamamen kurtulma girişimi değildir. Çünkü Derrida’nın ifade ettiği
gibi metafizik dilden kurtulmak kendi tarihimizi unutmamızı gerektirir ki, bu
imkânsızdır. Ayrıca metafizik dilden tamamen kurtulma girişimi bizi o dilin
anlam aydınlığından mahrum edecektir37. Bundan ötürü, Derrida açısından
başka bir dil arama yapıbozum pratiğine çifte/ikili yükümlülük/buyruk
dayatır38. Çifte yükümlülük, yapıbozumun, tetikte olduğu şeyin dilini
kullanması, onun anlam aydınlığından faydalanması, öte yandan da o dili
dışa açmasıdır. Yapıbozumun ikili buyruğu “iç içe geçmiş bir karışma ya da
dublaj olarak adlandırılabilir. Birinci yükümlülük metafiziğin kapalı alanı
34
Gasché, (2006), s. 14.
Jameson, Fredric. (2008). Marx’s Purloined Letter, Ghostly Demarcations, ed. Michael
Sprinker, Verso, s. 33.
36
Derrida’nın son dönem eserleri ‘adalet’, ‘kimlik’ ve ‘politika’ açısından mevcut kurumsal,
yapısal ve felsefî şemaları yapıbozuma uğratarak ‘öteki’ni bu şemalarda konumlandırma
arzusunu taşır. Derrida’nın, modern hukuk söyleminde ‘öteki’ne yer açma edimi olarak
yapıbozumu adaletle eşleştirmesi konusunda (bkz. Derrida, “Yasanın Gücü: Otoritenin
Mistik Temeli”). Avrupa kültürel kimliğinde ‘öteki’nin yeri için (bkz. Derrida, 2003).
Politik alanda ‘öteki’nin bir dost olarak gösterilmesi için (bkz. Derrida, Jacques. (2005).
The Politics of Friendship, Verso).
37
Derrida, Jacques. (2009). Force and Signification, translated: Alan Bass, Writing and
Difference, London: Routledge, s. 33.
38
Yapıbozumun çifte yükümlülüğü, bir yönüyle, Heidegger’in Varlık ve Zaman kitabında
‘destrüksiyon’ kavramını kullandığı bağlamla ilişkilidir. Zira Heidegger’e göre
‘destrüksiyon’ felsefî mirası dinlemenin ve onu yeniden kazanmanın bir yolu olup, pozitif
bir amacın gerçekleştirilmesine hizmet etmektedir. (Moran, Dermot. (2000). Introduction to
Phenomenology, London: Routledge, s. 451’den aktaran: Küçükalp, Kasım. (2008). Batı
Metafiziğinin Dekonstrüksiyonu: Heidegger ve Derrida, Bursa: Sentez, s. 244). Fakat
Derrida’nın dekonstrüksiyonu (yapıbozum) Heidegger’in düşüncesine olan bu borca
rağmen, onun düşüncelerini mevcudiyet metafiziği külliyatına yerleştirmiştir. Bir anlamda
Derrida, Heidegger’in mirasından yararlanmış, ona olan borcunu ödemiş, fakat aynı
zamanda onun onto-teolojisini yapıbozumsal bir okumaya tâbi tutarak eleştirmiştir.
35
292
AUHFD, 62 (1) 2012:275-320
Sağlam
içinde gerçekleştirilir, ikincisi ise o alanı dışarıyla ilişkiye sokar”39.
Yapıbozum bir strateji olarak verili yapı ve sistemlerin kendi içlerine
kapanışına bir son vermek için, onların kurallarını ya da göstergelerini
kullanarak dışa açılmalarını sağlar. Dışa açılmak, kültürün, kurumların ve
hukuksal dilin özdeş kılma mantığında ‘öteki’ne yer açmaktır. ‘Öteki’yi
farklılığıyla birlikte konumlandırmaya yönelik yapıbozum faaliyeti, tetikte
olduğu şeyi bir yandan yinelemesini öte yandan da yeniden icat etmesini
zorunlu kılar40. Üçüncü halin olanaklı olduğu bir dil yaratmak arzusunda
olan Derrida, Batı metafizik düşünce mirasını devralmanın yükünü,
geleneğin kurallarına saygı duymanın gerekliliğini ve Batı metafizik dilinin
marjlarında yapıbozumu deneyimlemenin kaçınılmaz olduğunu bilir.
Dolayısıyla yapıbozum, daima çifte bir buyrukla deneyimlenir. Yapıbozuma
içkin olan bu çifte yükümlülük tam da Derrida’nın Herkül’le olan ilişkisini
açığa çıkarır.
Makalenin bu ve bundan sonraki bölümlerinde, yapıbozum, Derrida’nın
‘adalet’, ‘sorumluluk’ gibi ‘yeni’ kavramları bağlamında değil, ilk dönem
eserlerinde şekillenen felsefî ve edebî metinleri okuma stratejisi üzerinden
ele alınacaktır. Derrida’nın, Batı felsefesinin ‘dil’, ‘merkez’, ‘yapı’
düşüncesi ve edebiyat metinlerini yapıbozuma tâbi tutma stratejisi
açıklandıktan sonra Herkül ve yapıbozum ilişkisi çifte yükümlülük
bağlamında değerlendirilecektir.
2.2. Yapıbozum Différance’dır! Différance bir Stratejidir! Öyleyse
Yapıbozumsal Strateji41 Nedir?
Yapıbozum bir metin okuma stratejisi olarak üç unsuru içerir: (1). Dil,
anlam istikrarsızlığı ve belirlenimsizliğinin silinmez izlerini taşır. (2).
Böylesi bir istikrarsızlık ve belirlenimsizlik karşısında, hiçbir analiz
yöntemi, metnin yorumu açısından herhangi bir otorite iddiasında
bulunamaz. (3). Bu nedenle (yapıbozumsal) yorum, alışıldık anlamıyla
39
Akay, Ali, “Yapıbozma ve Plastik Sanatlar”, Toplumbilim, Sayı: 10, 1999, s. 24.
Derrida,‘öteki’ne yer açma edimi olarak icat etmenin ve dolayısıyla yapıbozumun ‘aynı’nın
iktisadından geçerek, hatta ona öykünerek veya onu ile sözcüğü ile yineleyerek mümkün
olduğunu söyler; icadın ya da ‘öteki’nin gelişi kendini (Batı logosentrizmini/metafiziğini)
yinelemeye ve de onun belleğine yabancı kılamaz. Derrida, “PSYCHE Ötekinin İcadı”, s.
125-126. İcat ve Herkül ilişkisi için (bkz. bu makale, dn. 92 civarı).
41
Strateji, yapıbozumun ikili/çifte yükümlülükle/buyrukla iş görmesi anlamına gelir; “mirasın
kendisini yapıbozuma uğratmak için gerekli kaynakları yine mirastan ödünç almak”. (Bkz.
Spivak, Gayatri Chakravorty. (1997). Translator’s Preface, Derrida, Jacques, Of
Grammatology, Baltimore: John Hopkins University Press, 1997, s. 18).
40
293
Derrida ve Dworkin Arasındaki İlişki…
AUHFD, 61 (1) 2012:275-320
‘analiz’e benzemeyip, bir tür oyunu andıran, serbest bir alandır42. Buradan
yola çıkarak yapıbozumsal strateji, Derrida’nın; Saussure’ün yapısalcı
dilbilimine, Levi Strauss’un yapısalcı antropolojsine ve Amerikan
Bağımsızlık Bildirisine yönelik okumaları üzerinden ele alınabilir.
a. Gösteren (signifier)-Gösterilen (signified) İlişkisi: Derrida,
Saussurecü yaklaşımın dili bir göstergeler sistemi olarak ele aldığını ve her
göstergenin ancak bir göstergeler sistemi içine dâhil olmak koşuluyla bir
anlam ifade ettiğini belirtir. Oysa Derrida’ya göre dil, gösteren ile gösterilen
arasındaki doğrudan bir ilişki değildir. Saussurecü düşüncede bir gösterge
(söz), birliğin (dil) bir parçası, bir birlik olarak görülürken; Derrida’da bir
gösterge, farklılık yapısı olarak, yarısı daima ‘burada olmayan’ ve öteki
yarısıda daima ‘bu olmayan’dır. Saussure’ün iddia ettiğinin aksine gösterilen
ve gösterenler sürekli birbirinden kopar ve yeni bağlam ve içerikte tekrar
birleşirler. Gösterilen ve gösteren arasındaki bu eşitsiz mesafe anlama da
aynı şekilde yansır. “İster bir anlamın ister bir gösterilenin şeffaf betimi
olsun, hiçbir sözcük mutlak olarak tek anlamlı, şeffaf değildir”43. Bir
göstergeyi okuduğumuzda, anlam, şimdi ve şuanda açık ve belirgin değildir.
Her sözcük kendisinden önce gelen sözcüğün izini taşıdığı gibi, bir sonraki
göstergeye de işaret eder. Dolayısıyla anlam, bir sonraki göstergeye bağlı
olarak biçimlenir. Anlam zincirindeki her gösterge, cümledeki her kelime,
tüketilemeyecek bir izleği içerir. Bunun sonucu olarak aynı gösterge, farklı
bağlamlarda görülse de hiçbir zaman aynı anlamı sunmaz. Anlam,
bağlamdan bağlama asla aynı sessizlikte kalmaz ve gösterilen, dolaşan çeşitli
gösteren zincirlerince değişir44.
Hem konuşmada hem yazıda bir gösterge diğer bir göstergeye atıf
yaptığı için anlam sürekli ertelenir. Zira her gösterge bir ‘şey’in yerine geçer
ve o şeyin şimdide, burada yokluğunda o şeyi işaretler, gösterir. Dolayısıyla
sözlü ya da yazılı göstergelerin dolaşımı, işaret ettiği şeyin kendisiyle
karşılaşma, onu elde etme, tüketebilme, harcayabilme ve burada, şimdide
görebilme anımızı erteler45. Her gösterge, temsil ettiği gerçekliği ya da
Sim, Stuart. (2000). Derrida ve Tarihin Sonu, çev. Kaan H.Ökten, İstanbul: Everest, s. 30.
Derrida, Jacques. (2000). Fransız Düşünürleriyle Söyleşiler, Raoul Mortley, çev. Baki
Güçlü, Ankara: İmge, s. 152.
44
Sarup, Madan. (1993). Post-Structuralism and Postmodernism. New York: Harvester
Wheatsheaf, s. 32-34.
45
Derrida, Jacques. (1982). Différance, translated: Alan Bass, Margins of Philosophy, The
University of Chicago Press, s. 9.
42
43
294
AUHFD, 62 (1) 2012:275-320
Sağlam
varlığı burada, şimdide erteleyerek ikincil ve geçici kılar.Tıpkı göstergeler
gibi her metin, diğerinin izlerini takip ederek yer ve zamana ilişkin
gerçekliğini erişilmez yapar46. Derrida’ya göre mevcudiyet metafiziğinin
dayandığı gösterilen ve gösteren arasındaki farklılık, mutlak ve
indirgenemez olan aşkın bir gösterilene de atıf yapmak zorundadır47;
gösterge bundan böyle bir gösterge değildir, kendi doğallığı içinde temsil
edilemez olanın bir temsili olacaktır. Bu tür bir gösterge, yalnızca tüm
göstergelerin, tüm temsillerin ve yazının dışında varolabilen aşkın bir
gösterilen48 olacaktır.
Derrida’nın çabası, gösterilen ve gösteren arasında bir ayrıştırmanın ya
da farklılığın değil, birinin ötekine yayıldığı bir oyunun zincirleme bir roman
gibi devam ettiğini, aralarındaki katışıksızlığın gerektiğinde ilavelerle temsil
edildiğini göstermektir. Bu zincirleme roman yazımında, okuyucunun
metnin anlamı üzerinde yadsınamaz bir etkisi vardır. Okuyucu yazara ilave
olur, onun yerine geçer49. Zira yazma ve okuma arasında Derrida’nın dediği
gibi zamansal bir boşluk vardır ve bu zaman aralığında her okuma, metin
üzerinde okuyucunun imtiyazlı bir mevcudiyetine (privilege of presence)
izin verir. Sonuç olarak her gösterge, her yeni okuyucuyla yeni bir anlam
kazanır, yeniden yazılır. Yazının son sözü her zaman ertelenmiş olur.
b. Mevcudiyet Metafiziği: Derrida, Batı felsefesinde Platon’dan
Heidegger’e
egemen
olan
sözmerkezciliği-logosentrizmi
(phonecentrism/logocentrism) ‘mevcudiyet metafiziği’ ile tanımlar.
Mevcudiyet metafiziği konuşmanın lehine yazının ikincilleştirilmesini,
anlamın insan sesinin hareketliliği ve dolayımsızlığı nedeniyle şimdide,
burada, huzurda yer edinmesinin olanaklılığını ifade eder50. Derrida’ya göre,
46
Örneğin kitap sözcüğü, dilsel bir gösterge olarak söylendiği ya da yazıldığı anda elle
tutulur, gözle görülür gerçekliğini ya da kendi somut varlığını şimdiki anda ikincilleştirir.
Bir bakıma her gösterge, temsil ettiği gerçekliği ya da varlığı konuşma ve yazma anı içinde
erteler. Aynı şekilde bir metin, diğer metinlerle olan ilişkisi nedeniyle anlamını sürekli
erteler.
47
Derrida, Jacques. (1997). Of Grammatology. Baltimore: John Hopkins University Press, s.
20.
48
Lucy, Niall. (2004). A Derrida Dictionary. Blackwell Publishing, s. 132.
49
Okuyucu yazarın bir ekidir, fakat bu daima tersi durumu yani yazarın okuyucuya ilave olma
durumunu önvarsayar.
50
Mevcudiyet metafiziği, aşkın gösterge ve yapıbozum ilişkisini şöyle bir örnekle
açıklayabiliriz: Bir tebeşirin anlamını dünyanın geri kalanı varolmasa da bilebilir, işlevi ve
yapısının ne olduğunu söyleyebiliriz. Anlamın, bunun gibi mutlak kendi kendine müstakil
295
Derrida ve Dworkin Arasındaki İlişki…
AUHFD, 61 (1) 2012:275-320
Batı’nın, Aristoteles’in mantık yasaları ile (özdeşlik, çelişmezlik, üçüncü
halin olanaksızlığı) Hegel’in diyalektik senteze ulaşma çabasına dayanan
logosentrik düşünce sistemi aynı zamanda ‘Tanrı’, ‘hakikat’, ‘töz’,
‘kendinde öz’ gibi aşkın gösterilenlerle yani metafizik bir algıyla doğrudan
bir ilişki içindedir.
Derrida aşkın bir ‘temel’e, ‘öz’e ya da ‘ilk ilke’ye dayanan her düşünce
sistemini metafizik olarak addeder. Bu tür sistemler çoğunlukla dışladıkları
kavramlarla karşılıklı zıtlıklar kurarak tanımlanırlar. Tüm kavramsal
metafizik hiyerarşiler ya da karşıtlıklar şimdinin mevcudiyetine, şimdide
anlamın yakalanabilirliğine ilişkin nihaî bir referansa sahiptirler. Buna göre
Derrida différance kavramının ikili anlamından yola çıkarak -ayrım ve
erteleme- Batı felsefesine hâkim olan ikili kavramsallaştırmaları ve anlamın
karşıt kavramlar üzerinden metafizik bir yapıyla inşa edilişini sorgular.
Gösterilen-gösteren, konuşma-yazma, Doğu-Batı, kötü-iyi, erkek-kadın,
dost-düşman gibi kavramsal ikilikler, Derrida’ya göre, Batının sözmerkezci
yaklaşımının bir neticesi olarak kesinliğe duyulan ihtiyacı deyimler ve
yapıbozuma uğratılabilir. Yapıbozum bu kavramsal hiyerarşileri ters yüz
eder, metnin tutarsızlıklarını ve alt katmanlarında gizlenen üçüncü bir
kavramı içerden dışa yönelen bir müdahale ile açığa çıkararak anlamın
mevcut yapı ile olan karmaşık ilişkisini sorgular.
c. Différance: Yapıbozum ikili kavram çiftleri üzerinden inşa edilen
metafizik karşıtlıkları aşan bir différance’dır. Différ(e)nce ‘burada olan’ı
oluşu daha yüksek bir otorite, bir Logos ya da dünyada her şeyin özel ve tasarlanmış bir
anlamının olduğunu garantileyen aşkın bir gösterence tasdik edilmelidir. Buna rağmen, bu
tür bir metafizik mevcudiyeti yapıbozuma uğratmış olsaydık, tebeşirin anlamının aslında
onun şimdiki varlığıyla tutarsız olduğunu ve kendisiyle sınırlanabilir olmadığını
tartışabilirdik. Gerçekte, tebeşirin anlam ve amacı onun şimdiki varoluşunun çok ötesine
genişleyen ilişkilerde ortaya çıkar; örneğin onun anlamı yazma için tasarlanmış bir tahta
kavramına bağlıdır; aynı şekilde tebeşir ve tahta anlamını gittikçe artan bağlamlardan (sınıf,
eğitim kurumu) alır. Bu nedenledir ki tebeşirin anlamı, kendi somut yalıtılmış varlığının
çok ötesinde bulunan büyük bir ilişkiler ağıyla genişler. Dahası tebeşirin anlamı, bir Logos
mevcudiyetince teyit edilmekten ziyade verili bir toplumsal ve kültürel yapı ile ilgili
görülecektir. Bir bakıma tebeşir, özdeşliği diğer nesne ve kavramlarla sayısız ilişkiler
aracılığıyla dağıldığı için kendine özdeş değildir. Tebeşir, kendinden öz (self subsistent),
kendine kapalı bir varlığın ismi değil, bir takım kompleks ilişkilerin eğreti odak noktasının
ismidir. Dolayısıyla ‘mevcudiyet’ metafiziğinin, kendinden mevcudiyete, şimdide
mevcudiyete işaret ettiği, ‘anlam’ metafiziğinin de bir Logos mevcudiyetince korunan ve
teyit edilen tam bir kendine özdeşliğe dayandığı görülebilir. Habib, M.A.R. (2005). Modern
Literary Criticism and Theory a History, Blackwell Publishing, s. 654.
296
AUHFD, 62 (1) 2012:275-320
Sağlam
deyimlerken, bir harfin değişmesiyle oluşan différ(a)nce “hiçbir biçimde
şimdide, burada olmayandır, ne varlığı ne özü” ne uzamsal ne zamansal
anlamda mevcuttur. Geçişken, dolayımlı, aynı anda hem ayıran hem
erteleyen bir ‘mutlak başkalık’tır51. Derrida différance’ı Batı metafizik
metinleriyle ilişkiye sokar ve différance’ın Saussure, Nietzsche, Freud,
Levinas ve Heidegger’in metinlerinde izini sürer. Bu iz sürme sürecinde
Différance kavramı ‘arkhe-yazı’, ‘kızlık zarı’, ‘ek’, ‘öteki’, ‘kenar’ ve
‘pharmakon’ ile eş anlamlı olur. Différance’ın Batı metafiziğini temsil eden
metinlere uygulanması Derrida’nın bir stratejisidir. Bu sayede Derrida,
‘burada-olan’ olmayan olarak ‘différance’ın ‘burada’, ‘şimdide’ olmadığını,
varlığı ve özü olmadığını kanıtlamaya çalışır. Différance, bir harfin yer
değiştirmesiyle dahi metafizik dil içinde var olmadan, ayrımları ortaya koyar
ve bunu yaparken de gerçek varlığını, uzamsallığını ve zamansallığını
erteler.
d. Merkez Yokluğu ve Yapı: Derrida’nın Saussure’ün yapısalcı
dilbilimine yönelttiği yapıbozum stratejisini, Levi Strauss’un yapısalcı
antropolojisini değerlendirmesinde de takip edebiliriz.Herhangi bir
yapı/sistem tanımlaması bir merkez varsayımına dayanır. Oysa Derrida’ya
göre merkez aslında merkezde değildir; merkez sadece yapının kökenini
belirlemek, mevcudiyetini sağlamlaştırmak, kesinliğini güvencelemek üzere
geliştirilmiş bir varsayımdır. Tıpkı Batı metafiziğinin tarihi gibi, tüm yapılar
da zorunlu olarak böyle bir merkezi, kökeni, telosu göstergelerle yeniden
üretmek ve adlandırmak durumundadırlar. Merkeze ya da öze ilişkin her
adlandırma, aynı anda bir aşkın göstergeyle işbirliği yapar ve böylelikle
yapının kökenine, merkezine, özüne ilişkin oyun bir dizi kuralla sabitlenir52.
Yapının merkez varsayımını sürekli aşkın bir gösterge üzerinden kurması ve
sürdürmesi, yapının, varlığını rasyonalize etmesini sağlayacak bir
göndergeye sığınmasını da gerektirir. Böylelikle her sistem ya da yapı
düşüncesi “namevcut kökenin kayıp ya da imkânsız mevcudiyetine”,
“kökenine yönelik bir nostalji etiği”, “bir tür mevcudiyet etiği”53 yaratır.
51
Derrida, “Différance”, s. 6.
Conklin, William E. (1996). The Trace of Legal Idealism in Derrida’s Grammatology,
Philosophy&Social Criticism, Vol. 22, No. 5, s. 25-27.
53
Derrida, Jacques. (2009). Structure, Sign and Play in the Discourse of the Human Science.
translated: Alan Bass, Writing and Difference, London: Routledge, s. 369.
52
297
Derrida ve Dworkin Arasındaki İlişki…
AUHFD, 61 (1) 2012:275-320
e. Kurucu Edim, İmza ve İcat: Varsayılan merkez ya da köken
düşüncesini takip edebileceğimiz alanlardan biri de hukuksal sistemdir.
Hukuk sistemi köken ya da merkez olarak Tanrı’yı referans gösterir ve
böylelikle, bir yandan aşkın gösterge üzerinden hukuksal yapının
meşruiyetini kurar ve sürdürürken, diğer yandan da sistemi rasyonalize eder.
Hukuksal yapının kökeninin Tanrı’ya göndergede bulunması aynı zamanda
hukukun tarihselliğini ve zamansallığını da örterek ona evrensel bir
genelgeçerlik sağlar. Derrida, Amerikan hukuk sisteminin ‘merkez’i olarak
kabul edilen Amerikan Bağımsızlık Bildirisinin meşruiyeti sorununu ve
hukukun kökenine Tanrı göstergesinin yerleştirilmesini imza ve temsil
arasındaki bulanıklıkta gösterir:
“Dolayısıyla Birleşik Amerika Devletlerinin temsilcileri olan bizler,
umumî kongre halinde toplanmış olarak ve kâinatın yüce yargıcını
amacımızın doğruluğuna tanık göstererek, bu sömürgelerin iyi halkı adına ve
ondan aldığımız yetkiye dayanarak, bu birleşmiş sömürgelerin hür ve
bağımsız olduklarına (…)”54
Amerikan Bağımsızlık Bildirisini kaleme alan Thomas Jefferson ve
diğer temsilciler, ancak imza olayından sonra özgür ve bağımsız bir halkın
varlığını ortaya çıkarır. İmza ediminden önce ortada kendilerine böyle bir
yetki vermiş halk olmadığı için Bildirinin altına imza atanlar, eş zamanlı
olarak hem kendilerini temsilcilerin temsilcisi kılmış hem böyle bir halkın,
Amerikan halkının, varlığını açığa çıkarmışlardır. Bir bakıma, kendilerini
Amerika’nın ‘iyi halkı’ adına yetkilendirerek bağımsızlıklarını ilân
etmişlerdir. Hemen ardından kendileri için bir imza kimliği icat etmiş, bunu
Tanrı ve doğa yasaları adına imzalamışlardır. “Kurumsal yasalarını, doğal
yasalar temelinde ve doğanın yaratıcısı, Tanrı adına (yorumlayıcı güç
hareketiyle), aynı hareketle ortaya çıkarmış ya da varsaymışlardır.
Dolayısıyla Tanrı, insanların iyiliğinin ve birliğinin, halkın niyetinin
doğruluğunun bir garantisi olarak bildiride yerini al(mışt)ır”55. İmza ve
temsil arasındaki gerilim Tanrının şahitliğinde ve Amerikan halkının ‘iyiliği’
54
“We, therefore, the Representatives of united States of America, in General Congress,
Assembled, appealing to the Supreme Judge of the world for the rectitute of our intentions,
do, in the Name, and by Authority of the good People of these Colonies, solemnly publish
and declare (…)”. (İtalikler bana aittir). Bağımsızlık Bildirisinin tam metni için (bkz.
http://www.archives.gov/exhibits/charters/declaration.html, 26.12.2010).
55
Derrida, Jacques. (1986). Declarations of Independence, New Political Science, s. 11.
298
AUHFD, 62 (1) 2012:275-320
Sağlam
vurgulanarak sunulmuştur. Amerikan halkını bir anlamda yaratan bu kurucu
edim, “sonucun nedeni, sonranın önceyi doğurduğu paradoksal
zamansallıktır. Halk, temsilcileri yoluyla kendisinden farklılaşır ve kendisini
erteler (çünkü halkın temsilcilerinin temsilcileri de ancak imzadan sonra
meşru hale gelir). Temsilciler zincirine ait olan bu farklılaşma ve erteleme
différance yapısının işaretidir”56.
Yasanın kökeninde artık bir Tanrı vardır ve bu Tanrı, Amerikan
Anayasasının tarihselliğini ve uzamsallığını örtbas eder. Evrenin yaratıcısı
ve yargıcı olan Tanrı, amaçların ve bu amaçlar için yerine getirilen edimin
doğruluğuna şahitlik eder, referans olur ve politik-yasal her türlü gönderimin
bağlamını belirler. İmza, yeni devleti kurarken, icat ederken, Tanrı adıyla
edimin ve niyetin yerini de sabitler. Böylece sahnenin arkasında oyunun tüm
kuralları
göstergelerin,
işaretlerin
kesinliğine
dayandırılır
(yasa/imza/olay/kurucu edim) ve mevcudiyet metafiziğiyle de (Tanrı
aracılığıyla) sağlama alınır. Kuruluş aşamasındaki imza-temsil eden-edilen,
yasa-olay karşıtlıkları birbirinin içine geçen, birbirine bulaşan, biri ötekinin
izini taşıyan bir dizgeden oluşur.
2.3. Yapıbozum Edebiyattır!
Yapıbozumsal Edebiyat Nedir?
Edebiyat
Hukuktur!
Öyleyse
Her yazı bir sözle, her Logos bir mitosla, her dil bir Tanrısal sesle
bezenmiştir ve bunlar birbirine dolayımlı, geçişkendir. Aynı geçişkenlik
edebiyat ve hukuk disiplinleri için de söz konusudur. Derrida, türleri
birbirinden
ayrıştırma
ve
bölme
anlayışına
dayanan
Batı
metafiziğini/logosentrizmini yapıbozuma uğratır. Derrida’ya göre Batı
metafiziği/logosentrizmi, hukuk disiplinini sahip olduğu otorite nedeniyle
(Tanrı) kutsal kabul ederken, edebiyat türüne özgü metinleri bu kutsallığın
dışında değerlendirir. Yine edebiyat metinleri ya da edebî veriler bilimsel bir
‘yasa’ olarak değil, bir ‘kurgu’ olarak görülür. Derrida’nın amacı, Kafka’nın
Yasanın Önünde hikâyesini yapıbozumsal bir okuma stratejisine tâbi tutarak,
edebiyatın da hukuk türüne ait metinler gibi kutsallaşabileceğini ve hukukun
da edebî yapıtlar gibi kurmaca olabileceğini göstermektir. Böylelikle, ‘yasa’
ve ‘kurgu’ arasındaki bulaşmayı, birbirine sirayet eden anlamı gözler önüne
serer. Derrida’nın disiplinler ya da türler arasında gördüğü geçişkenlik,
56
Direk, Zeynep. (2005). Yasanın Kaynağı Üstüne. Başkalık Deneyimi, Kıta Avrupası
Felsefesi Üzerine Denemeler, İstanbul: Yapı Kredi, s. 131.
299
Derrida ve Dworkin Arasındaki İlişki…
AUHFD, 61 (1) 2012:275-320
Dworkin’in hukuksal karar verme sürecini bir roman yazmaya benzetmesi
nedeniyle önemlidir. Felsefenin alanı edebiyatla, edebiyatın sınırı hukukla
kesişir ve bu nokta Dworkin ve Derrida’nın asgari buluşma alanıdır.
Derrida, Kafka’nın Yasanın Önünde hikâyesi57 üzerinden Batı
logosentrizminin dayandığı edebî metin ile hukuk metni arasındaki sarsılmaz
ayrıştırma zeminini yapıbozuma uğratmaya girişir. Derrida’ya göre,
Kafka’nın hikâyesini okumaya ilişkin dört adet aksiyomatik inanç vardır ki
bunlar, bu okumanın konsensus koşullarıdır: (1). Metnin kendi kimliğine,
tekilliğine ve birliğine sahip olduğuna dair kabulümüz. (2). Metnin,
hikâyedeki karakterlerin aksine, imzasının varlığı kurgusal olmayan bir
yazarı bulunduğuna ilişkin inancımız. (3). Olay örgüsünün anlatı ile ilişkili
olması ve bunun da edebiyat olarak adlandırılan şeye ait kabul edilmesine
dair önvarsayım ya da inancımız. (4). Başlığı bildiğimizi düşünmemiz58.
Derrida,yasa ve edebiyat adlandırmalarını, kesişen noktalar, kimin bir
metnin hangi türe ait olduğuna karar verdiği ve bir hikâyenin edebiyat türüne
ait olup olmadığı üzerinden problematize eder.
a. Edebiyatın Kutsallığı: Bir eserin hangi türe ait olduğu sorunu, onun
hem kendi türünü belirleyen ‘yasa’yla hem kendi özgünlüğünü koruyan
57
Kafka’nın Yasanın Önünde hikâyesi ayrıca Dava adlı kitabının son bölümünde de yer alır.
Hikâye şudur: “Yasa önünde nöbet tutan bir bekçi vardır. Taşralı bir adam bir gün ona gelip
yasaya girme izni ister. ‘Belki’ der bekçi ‘ama şimdi olmaz’. Bekçi, her zamanki gibi açık
duran kapının önünden çekilir ve adam içeri bakmak için eğilir. Bunu gören bekçi güler ve
şöyle der: ‘mademki girmeyi bu kadar çok istiyorsun, beni aşarak içeri girmeyi dene
bakalım. Ama bil ki ben güçlüyüm. Üstelik bekçilerin en küçüğüyüm. Her bir salonun
girişinde gitgide daha güçlü bekçilere rastlayacaksın’. (…) Taşralı adam bunca zorluk
çıkacağını beklememiştir. Yasanın herkese her zaman açık olduğunu sanmıştır. (…) Adam
günlerce, yıllarca oturur. Girme izni koparabilmek için girişimlerini sürdürür ve
yalvarışlarıyla bekçiyi yorar. İlk yıllarda, talihin zalimliğine yüksek sesle lânetler okur.
Sonraları yaşlandıkça homurdanmakla yetinir. (…) Artık ölüme yaklaşmıştır. Ölmeden
önce, beyninde toplanan tüm anıları, bekçiye henüz sormadığı bir soruya dönüşür. Kaskatı
kesilen bedenini doğrultamadığı için de bekçiye yanına gelmesi için bir işaret yapar (…) ve
‘herkes yasayı öğrenmek istediği halde, nasıl oluyor da uzun süredir benden başka hiç
kimse içeri girmek istemedi?’ (diye sorar). Bekçi adamın hayata veda etmek üzere
olduğunu görür ve kaybolan işitme duyusuna ulaşabilmek için kulağına gürler: ‘Bu kapıdan
girme hakkı yalnız sana tanınmıştı, bu giriş sırf senin için yapılmıştı. Ben artık gidiyorum,
kapıyı da kapatıyorum’”. Kafka, Franz. (2004). Dava, çev. Funda Reşit, İstanbul: Varlık, s.
191-192; Kafka, Franz. (2007). Yasanın Önünde, Ceza Kolonisinde, çev. Tevfik Turan,
İstanbul: Can.
58
Derrida, Jacques. (2010). Yasanın Önünde, Edebiyat Edimleri, çev. Mukadder Erkan-Ali
Utku, İstanbul: Otonom, s. 239 vd.; Royle, Nicholas. (2003). Before The Law, Jacques
Derrida Routledge Critical Thinkers, London: Routledge, s. 94.
300
AUHFD, 62 (1) 2012:275-320
Sağlam
dışsal yasa59 ile kurduğu enigmatik ilişkide açığa çıkar. Derrida, bir
söyleşisinde, dışsal yasanın edebî bir metni yasal metinler, hatta Tanrısal
metinler gibi kutsallaştırdığından bahseder: “Kural olarak hiçbir yazınsal
metne, yayınlandıktan, yasalaştıktan ve çoğaltılma hakkı verildikten sonra
kimsenin dokunma hakkı yoktur; artık bu yazınsal eser kutsal bir mirastır
(…) bir şiire ya da yasal bir metne dokunamazsınız ve yasa tıpkı
Rousseau’nun toplum sözleşmesi gibi kutsaldır”60. Edebî bir metin
yayınlandıktan sonra pozitif yasanın güvencesi altına girer ve özgünlüğü
kayıt altına alınır. Bu yolla her edebî metin kendi dışındaki pozitif yasa ile
kutsallaşır. Zira dışsal yasanın kökeninde bulunan Tanrı, yasanın kendisini
dokunulmaz kılar. Pozitif yasanın kutsallığı,edebiyat türüne ait bir metnin
tekilliğini koruma altına aldığı anda, o edebî metin de dokunulmazlık zırhına
büründürülmüş, diğer bir deyişle kutsallaştırılmıştır. Böylelikle pozitif
yasanın kutsallığı edebiyat metnine de sirayet eder. Yasanın dayandığı
Logos, Tanrı ile kutsallaştırılırken edebî metin de bu kutsallaştırılan yasanın
kendisini güvence altına almasıyla kutsal bir mirasa dönüşür.
b. Edebiyat Metninin Otoritesi ve Hukukun Kurgusu: Edebî bir metnin
tekilliğini koruyan pozitif yasa ile anlatının bir parçası olan Yasa arasındaki
ilişki nasıldır? Kafka, Yasayı bir metafor olarak kendi anlatısının bir parçası
yapar. Yasaya girmeye çalışan bir köylünün ömrünün sonuna kadar Yasanın
önünde beklemesine rağmen aslında kendisi için, yalnızca kendisine açılan
Yasanın kapısından girmesine izin verilmemesinin açmazını tasvir eder.
Sorun, Kafka’nın anlatısına konu olan Yasa ile pozitif yasa -şayet varsaarasındaki bağlantının nasıl kurulduğudur. “Yasa ve edebiyat kurumları, iyi
bir argümanın ya da doğru bir anlatının nasıl yapılacağını karışık
varsayımlarla, çoğunlukla da ‘yazılmamış yasalarla’belirler”61. Her iki tür bu
yasalardan aldıkları ilhamla edebî (kurmaca) ve yasal metni (gerçekliği)
oluşturur. Derrida, Kafka’nın öyküsüne konu olan açmazın, pozitif yasa
otoritesinin, tarihselliği ve anlatısallığı kendi alanının dışında tutmak
istemesine rağmen bir şekilde bunun imkânsızlığının gösterilmesinde ortaya
59
Dışsal yasa, bir metnin hangi türe ait olduğunu belirleyen aksiyomatik inanca dayanan
‘yasa’dan ayrı, bir metnin özgünlüğünü koruyan pozitif yasadır. Örneğin, ‘Fikir ve Sanat
Eserlerinin Korunmasına Dair Yasa’ dışsal, pozitif bir yasadır.
60
Derrida, Jacques. (2005). Not Utopia, the Im-possible, translated: Rachel Bowlby, Paper
Machine, Stanford University Press, s. 142.
61
Miller, J. Hiller. (1989-1990). Laying Down the Law in Literature: The Example of Kleist,
Cardozo Law Review, Vol. 11, s. 1493.
301
Derrida ve Dworkin Arasındaki İlişki…
AUHFD, 61 (1) 2012:275-320
çıktığını belirtir. Bir diğer deyişle, Batı metafiziği/logosentrizmi yasanın
rasyonalitesi açısından kurguyu ya da aşkın göstergeyi kendisine yabancı
görmesine rağmen, özüne, anlatısallığı ya da kurguyu bir şekilde sokar.
Pozitif yasanın bir otoriteye sahip olabilmek için evrensel ve genel
olması gerektiği söylemi ile anlatı içindeki Yasanın tarihsel ve tekil yapısına
rağmen bir otoriteyi temsil etmesi arasındaki açmaz iki türü birbirine
yakınlaştırır. Peki, anlatı içindeki Yasa tekil ve tarihsel olmasına, bir
otoriteyi temsil etmesine62 rağmen, köylünün, sırf kendisi için açılan Yasa
kapısından girmesi neden imkânsızdır? Bu imkânsızlık, anlatı içindeki Yasa
metaforunun pozitif yasayla aporetik ilişkisi nedeniyledir. Anlatı içindeki
Yasa metaforunun aksine anlatı dışındaki yasanın bir otoriteye sahip
olabilmesi için (evrensel) tarihsiz, soykütüksüz olması hiçbir hikâyeye yol
açmaması gerekir. “Kant’ın bize hatırlattığı gibi, saf ahlâkın (ahlâk
yasasının) tarihi yoktur. Yasanın kendine içkin bir tarihi bulunmadığına
göre, yasayla ilgili hikâyeler anlatılsa bile bunlar yasaya dışsal olan şartlar
ya da yasanın ifşa edilmesinin kiplerini ilgilendirir”63. Dolayısıyla yasaya
ilişkin öyküler -yasanın otoritesini kurmak ve sağlamlaştırmak için- yasanın
soykütüksüz ve evrensel olduğu söylemiyle saf dışı edilir ve yasa, kendisini,
anlatıya açarak ulaşılabilir, görünür kılmaz. “Buna karşın kendisini anlatıya
açmayan yasa, saklandığı yerden böyle bir anlatıyı sürekli davet eder ya da
kışkırtır”64. Bu da yasanın açmazıdır; anlatı yasayı çözemezken yasa da
hikâyesiz, kurmacasız yapamaz. Anlatının tikelliği, yasanın genelliği ve
otoritesi ile dokunulmaz kılınırken iki tür arasındaki geçişkenlik, yasanın ve
edebiyatın karmaşıklığını açığa çıkarır. Bir başlığın edebiyata ait olması bir
yasal otoriteye sahip olmasını engellemez. Edebiyat ve yasa tuhaf bir şekilde
birbirine karışır. Yasanın kalbinde belirli bir kurmaca vardır65.
62
Anlatı içindeki Yasa tarihsel ve tekildir, çünkü yalnızca köylü için bir kapı açılmıştır.
Ayrıca Yasanın Önünde olma başlığı ile Kafka, Yasayı belirli bir uzamda konumlaştırır; bir
şeyin önünde olmak belirli bir tarihselliğe karşılık gelir. Buna rağmen anlatı Yasasının bir
otoritesi de vardır; Bekçi. O, Yasanın otoritesini temsil eder ve köylünün girmesine izin
vermez.
63
Direk, “Yasanın Kaynağı Üstüne”, s. 122; Derrida, “Yasanın Önünde”, s. 206.
64
Direk, “Yasanın Kaynağı Üstüne”, s. 122; Derrida, “Yasanın Önünde”, s. 207.
65
Royle, “Before The Law”, s. 96.
302
AUHFD, 62 (1) 2012:275-320
Sağlam
III. Herkül ve Yapıbozum
3.1. Derrida’nın Metaforik Dili Üzerinden Bir Karşılaştırma
Bu bölümde yanıt aranacak temel soru, Derrida ile Dworkin arasındaki
kuramsal karşıtlığa rağmen, Derrida’nın, Herkül’ü yapıbozuma uğratırken
örtülü bir Herkül varsayımına nasıl icazet verdiği üzerinedir. Yapıbozum,
Batı metafiziğinde ‘öteki’ne yönelik yeni bir dil oluşturma stratejisi olarak
Herkül metaforuna gereksinim duyar. Bunun başlıca nedenlerini şu şekilde
özetleyebiliriz: (1). Yapıbozum, eleştirdiği Batı metafizik dilini ve bu dile
bağlı olarak inşa edilen felsefî düşünceyi bir yanıyla yineler, sürdürür. (2).
Yapıbozum, açmazlarla birlikte deneyimlenir; çifte yükümlülük dayatır. (3).
Çifte yükümlülük, bozarken yeniden olumlar, yapıbozuma uğrattığı şeyin
mirasını devralır. Bu üç neden, yapıbozum ve Herkül bağlantısı açısından
hem bir gerekçe hem bir çıkış noktası oluşturmaktadır. Yazının bu
bölümünde, Derrida’nın metafizik, akıl ve metafor ilişkisi, Dworkin
Herkül’ü ile karşılaştırılacaktır. Karşılaştırma, Dworkin Herkül’ünün, bazen
yapıbozumsal bir pratiği yerine getirdiği, bazen de, tam böyle bir pratiğin
yapıbozuma tâbi tutulduğu bir düzlemde yapılacaktır. Bu nedenle, Dworkin
Herkül’ünün bir yapıbozumcuymuş gibi yorum faaliyetinde bulunduğuna
ilişkin her tespit, ardından, Dworkin’in kuramının yapıbozumunu gerektirir.
a. İnsan Yargıç ve Yarı-Tanrı Herkül: Dworkin, Hakları Ciddiye Almak
kitabında neden bir Herkül66 kurgusu oluşturduğunu şöyle anlatır: “Felsefî
bir yargıcın uygun davalarda, yasama amacının ve yasal ilkelerin
gerektirdiği şeyi nasıl geliştirebileceğini düşünmekle iyi yaparız (…) Bu
amaç için Herkül adını vereceğim insanüstü bir beceri, öğrenme, sabır ve
dirayete sahip bir avukat (hukukçu) uydurdum”67. Dworkin, şimdiye kadar
Batı metafiziğinde adaletin ve hukukun sembolü olan Tanrıça Themis’in
yerine Herkül’ü geçirir68. Hukuk İmparatorluğu kitabında da bu mitolojik
66
Yunan mitolojisinde Herakles olarak bilinen Herkül, Tanrılar Tanrısı Zeus ve ölümlü bir
prenses olan Alkmenin oğlu bir yarı-Tanrıdır. Mitolojiye göre çok güçlü olan
Herkül,insanın doğaya karşı savaşma ve direnme gücünü simgeler. Doğanın insanın başına
sardığı felaketlerin üstesinden gelerek insanlığa yardım ettiğine inanılır.
http://yunanmitolojisi.blogspot.com/2009/07/takmyldzlarn-mitolojik-oykuleri-herkul.html.
20.12.2010.
67
Dworkin, (2007), s. 141.
68
Burada önemli olan, Herkül’ün, Themis’in aksine erkek ve gözleri açık olmasıdır.
Herkül’ün sahip olduğu şey terazi ya da kılıç değil yalnızca akıl ve becerisidir. Dworkin
eski mitolojik temsil yerine yeni bir mitolojik kahramanı simgeleştirir. Böylelikle, bir
303
Derrida ve Dworkin Arasındaki İlişki…
AUHFD, 61 (1) 2012:275-320
yargıcı gerçek yargıçlar için örnekleştirir. Buna göre Herkül, gerçek yargıcın
ihtiyacı olacağından çok daha fazla ne yaptığını bildiği için yararlıdır.
Gerçek yargıçların kararlarındaki gizli yapıları bize gösterir ve dolayısıyla
bu yapıların, eleştirmemiz ve üzerlerinde çalışmamız için, üstünü açar69.
Dworkin Herkül metaforuyla sınırlı kalmaz; bu mitolojik yargıcın bazı
özelliklerinin
gerçek
yargıçlarda
olduğunu,
olmayanların
da
aktarılabileceğini söyler: “Herkül’ün gerçek yargıçlara geçirimsiz olan aşkın
esrarengiz bir tasavvuru yoktur. Politik ahlâk ve uygunluk yargısını aynı
materyali kullanarak verir, gerçek yargıçlarla aynı karaktere sahiptir (…)
(Gerçek yargıçların), Herkül’den öğrenecekleri farklı bir hukuk anlayışına
değil, fakat Herkül’ün hiçbir zaman geliştirmek zorunda olmadığı mesleki
idare ve etkinlik becerisine (skills of craft husbandry) ihtiyaçları vardır”70.
Yarı-Tanrı Herkül metaforu insan (gerçek) yargıcın yerine geçer.
Bazende tam tersi, insan yargıç hukuku yorumlarken yarı-Tanrı yargıcın
yerine geçer. Herkül, insan yargıçların verdiği kararlardaki gizli yapıları,
üstü örtülmüş kökenleri ve ‘doğru’ cevabı görmemizi sağlarken insan yargıç
da hukuku nasıl yorumlayacağımıza ilişkin etkin çözümler bularak, mesleki
becerisini geliştirmelidir. Yarı-Tanrı Herkül ile insan yargıç, sahip oldukları
becerileri sürekli birbirlerine aktararak gerçek ile mitos arasında eşsüremli
bir oyun oynarlar. Oyun, yapıbozumla aynı stratejiyi sürdürür; yapıbozum da
yarı-Tanrı Herkül’ün yaptığı gibi gizli yapıları bize gösterir. Dworkin’in,
insan ve yarı-Tanrı Herkül arasında birbirine sirayet eden özelliklerin
bulunduğunu söylemesi, Derrida’nın, gösterenler arasında kurduğu
zincirleme ilişkiye benzer. Hukukun anlamının ortaya çıkarılmasında
gösterenler (insan yargıç ve yarı-Tanrı Herkül), daima hukuksal metnin alt
katmanlarında kalmış, dile getirilmemiş kavramları bulurlar ve üzeri
örtülmüş yapıların, kökenlerin örtüsünü açarlar. Hukuksal göstergeler,
böylelikle, gösterenlerin birbirinin yerine geçmeleri ile her bağlama göre
farklı bir anlam kazanır.
b. Dworkin Metafiziğinin Yapıbozumu: Dworkin ile Derrida arasındaki
bu yakınlaşma aynı zamanda Dworkin’in hukuk teorisinin yapıbozuma tâbi
tutulabileceği bir izlektir. Dworkin için yarı-Tanrı Herkül ve insan yargıç
bakıma Batı mevcudiyet metafiziğinin ‘temsil’ini yapıbozuma uğratırken diğer yandan
kendi yeni ‘temsil’ini yapıbozumun ellerine teslim eder.
69
Dworkin, (1986), s. 265.
70
Dworkin, (1986), s. 265.
304
AUHFD, 62 (1) 2012:275-320
Sağlam
arasındaki geçişkenlik, metafizik bir düşünceyi teorisine dayanak
yapmadığını göstermek açısından özellikle vurgulanır. Oysa bu vurgu,
Dworkin’in yapıbozumsal bir okumasını gerektirir. Dworkin açısından oyun,
insan yargıçların verdikleri yargısal kararı haklılaştırmak için aklın
evrenselliğine başvurmaları, diğer yandan da yukarıda Derrida’nın dile
getirdiği gibi, yasanın kökenindeki mistik bir otoriteye (Tanrı) atıf
yapmalarıyla süreklilik kazanır. Hukuk İmparatoluğu’nda, “Aydınlanmaya
rağmen mitlerden temizlenemeyen yasanın tanrısal niteliği”71 Dworkin
Herkül’ünün tanrısallığı ile çifte katlanır. Yasanın kökenindeki Tanrı ile yasa
adına karar verecek olan yargıcın tanrısal özelliklerine rağmen Dworkin hâlâ
Hukuk İmparatorluğu’nun rasyonelliğinin evrenselliğine işaret eder. Derrida,
Beyaz Mitoloji olarak tanımladığı Batı metafizik düşüncesinde, Beyaz
adamın sahip olduğu kendi mitolojisini, kendi dilinin (idiom) mitosu olan
Logosu hâlâ ‘akıl’ (reason) olarak adlandırmayı isteyerek, evrensel bir
biçimde ele aldığını belirtir72. Derrida’ya göre, aklın evrenselliği savunusu
dahi mitolojik bir göstergeye atıf yapmaktan kaçınmaz; Logos, daima
yanındaki ‘mitos’a73 göz kırpar. Hukuk da, Logos savunusunda, metafiziğin
gücünü kullanmadan kendisini meşru kılamaz. Hukuk, “nihayetinde aşkın
veya varlıkbilimsel bir (Tanrı) ayrıcalık adına meşrulaştırma iddiasında
bulunur ve kendini böyle sunar, bunu talep eder”74. Bu anlamda Dworkin,
Herkül’ün “gerçek yargıçlara geçirimsiz olan aşkın esrarengiz bir tasavvuru”
olmadığını söyleyerek Herkül’ün aşkın-metaforik karakterini Logos adı
altında sunmaya çalışır. Zira yarı-Tanrı Herkül sahip olduğu tüm becerileri
insan yargıçlara geçirerek aşkınlığını gizler. Fakat tam bu nokta, Dworkin’in
teorisi açısından üzeri örtülmeye çalışılan bir çelişkidir. Dworkin, hukuksal
gerçekliği mitolojik bir yargıçla kuramsallaştırır ve tek doğru yanıt, içerden
dışa doğru bir yönelimle, gerçeklikten mitosa doğru bir açılımla ortaya
71
Fitzpatrick, Peter. (1992). The Mythology of Modern Law, London: Routledge, s. 62.
Metafiziğin en hırslı savunucusu olan Aristoteles dahi dialoğunu bir kaçamakla keser ve
metafizik savunusunun aksine akla olan bağlılığını şöyle dillendirir: “İkna olmadan
gidiyorum. Şayet kurallarla akıl yürütmüş (reasoned) olsaydınız, argümanlarınızı çok
rahatlıkla çürütebilirdim”. Derrida, Jacques. (1982). White Mythology: Metaphor in the
Text of Philosophy, translated: Alan Bass, Margins of Philosophy, The University of
Chicago Press, s. 213.
73
Derrida açısından, Batı metafiziği metaforla, mitolojiyle iç içedir fakat sürekli Logos adı
altında kendini sunar. Logos ise, ‘akıl’ ve ‘söz’ ile aynı anlamdadır. Dolayısıyla makalede,
mitos, metafor ve metafizik aynı bağlamda kullanılmıştır.
74
Derrida, (2003), s. 48.
72
305
Derrida ve Dworkin Arasındaki İlişki…
AUHFD, 61 (1) 2012:275-320
çıkarılır. Buna rağmen, Dworkin ısrarla ‘aşkın’ gösterge ve gösterenlerin
hukuksal yapıyı belirleyemeyeceğini ve hukuksal zemine neyin dâhil
olduğuna ilişkin bir konsensusun varolduğunu belirtir. Dworkin’in hukuksal
yorum söylemi, metafizikle arasına bir mesafe koyduğunu ve Herkül’ün,
politik ahlâk ve ilkeleri, toplumsal kültüre yerleşik değerlerden esinlenerek
gerekçelendirdiğini ileri sürer75. Oysa bizzat hukuksal yorumu yapacak olan
yargıcın kendisi metaforiktir ve kendi kurgusallığını hesaba katmadan
hukuksal gerçekliği yorumlayabilir; kural ve ilkeleri aynı anda
argümanlaştırabilir ve tek doğru cevap olarak rasyonelleştirebilir.
c. Derrida’nın Metaforik Dili ve Herkül: Herkül, Batı metafiziğini
sembolize eden bir metafordur. Derrida, Beyaz adamın, Batı felsefesinde
daima metaforu yönetmek istediğini söyler. Derrida’ya göre Batı
felsefesinde metafor, felsefede eğreti bir anlam kaybı yaratır, fakat telafisi
olanaksız bir zarar olmadan işleyen bir teori için kaçınılmaz bir dolambaçlı
yol olarak kullanılır76. Derrida, Batının bu beyaz mitolojisini yapıbozuma
uğratırken Nietzsche’nin metinlerine başvurur. Nietzsche’ye göre, dilin ve
hakikatin temel özellikleri metaforiktir fakat zamanla metafor normalleşmiş
ve kökeni unutulmuştur. Örneğin bir kavram olarak ‘iyi’nin kökeni bir
metafordur. Bu doğrultuda Derrida da, argümanında metafor kullanan tüm
metinlerin kökensel, şimdide mevcut, kesin bir anlamı olmadığına ya da
sahip oldukları anlamın diğer metinlere yayıldığına işaret eder. Beyaz
mitolojinin yapıbozumsal okunması neticesinde, Derrida, metaforun
belirsizliğini açığa çıkarır ve kendi metaforunu oluşturur. Derrida’nın kendi
metaforunun doğası çoğul, öngörülemez ve birçok bilinmeyen şeyin
niteliğini taşır77.
Kendisini, Beyaz mitolojiyi yapıbozuma uğratırken metafor teorisi
oluşturmakla itham eden Ricoeur’ye karşı Derrida, aslında yapıbozumsal bir
kip için sorunsallaştırdığı ifadelerinin bir metafor teorisine değil
yapıbozumsal bir eğip bükülmeye (twist) işaret ettiğini vurgular.
Yapıbozumsal bükülme, Derrida’nın dirençli yapılara ya da teorilere karşı
75
Dworkin’in kurucu yorum teorisi, toplumun sahip olduğu sosyal formlara dayandırılır ve bu
nedenle metafizik bir imayı dışlar. (Bkz. Fagelson, David. (2002). Justice as Integrity:
Objectivity and Social Meaning in Legal Theory, Social&Legal Studies, Vol. 11, No. 4).
76
Derrida, “White Mythology: Metaphor in the Text of Philosophy ”, s. 270.
77
Powell, Jason. (2006). Jacques Derrida: A Biography, London: Continuum International
Publishing, s. 82-83.
306
AUHFD, 62 (1) 2012:275-320
Sağlam
oluşturduğu ifadelerini, yapının diliyle dolaysız iddialar olmaktan, yapıyla
uzlaşma ya da hesaplaşma olmaya dönüştürür. Yapıbozum, dirençli yapılara
dışarıdan dâhil olur ve yönlerini değiştirerek onları yeniden yönlendirir78.
Dolayısıyla Ricoeur’ün Derrida’yı metafor teorisi oluşturmakla itham ettiği
yerde aslında Derrida yapıbozumsal bir stratejiyi uygulamaktadır.
Yapıbozumusal strateji, bir yandan yapıbozuma uğrattığı Batının metafor
algısına bulaşmaz, fakat diğer yandan o metafor algısıyla, yapısıyla uzlaşır.
Yapıbozumun ikili buyruğu burada devreye girer. Yapıbozum, beyaz adamın
metaforuyla hesaplaşırken eş zamanlı olarak onunla uzlaşır. Tam bu nokta,
felsefî bir ürün olan Derrida’nın kendi metnini metaforik olandan ayırmayı
imkânsızlaştırır. Bu yüzden Derrida’nın son çalışmalarında “dil, anlamın
geri çekildiği metaforun bir metaforu olur ve Derrida yeni tür dilini bir
metafora”79 dönüştürür.
Derrida’nın yeni metaforik dili, Herkül’ün, yapıbozumsal bir eğip
bükülme için gerekli stratejiyi uygulayabilecek bir metafor olarak kabul
edilmesine olanak sağlar. Herkül, bir metafor olarak artık Derrida’nın
yapıbozumu için de kaçınılmazdır. Çünkü bir yapıyla hem hesaplaşmak hem
uzlaşmak tam da Dworkin’in Herkül kurgusunun amacıyla örtüşür. Dworkin
Herkül’ü, diğer yargıçların karar gerekçelerine bakarak hukuksal sistemle
uzlaşmaya çalışır (uygunluk kriteri), öte yandan da hukuk dışı ya da üstü
olarak görülen ilke ve standartlara başvurarak geleneksel hukuk yapısının
dayanağını oluşturan normlar hiyerarşisiyle hesaplaşır. Ancak metaforun
yapıbozumsal bir eğip bükülme için izlekleştirilmesi, Derrida’nın kendi
Herkül’ünü oluşturduğu ana karşılık gelir. Şimdi Derrida’nın kendi
Herkül’ünü icat etme sürecini yakından inceleyelim.
3.2. Dworkin Herkül’ünün Yapıbozumu ve Derrida’nın Mutasyona
Uğramış Herkül’ü
Derrida’nın yeni metaforik dili, felsefî ve edebî bir yeni yazı türü
oluşturmaya çalışır ki bu, dildeki sapmalar ve fay kırılmalarını dikkate alan
bir yazı türüdür. Yeni bir yazı türü oluşturmak Derrida’nın yegâne uğraşıdır
ve bu uğraşta yapıbozum, geleneksel yazının ya da dilin anlam ışığından
beslenir. Diğer bir ifadeyle, yapıbozumun ikili buyruğu bir yandan
78
Cazeaux, Clive. (2007). Metaphor and Continental Philosophy from Kant to Derrida, New
York: Routledge, s. 176.
79
Powell, (2006), s. 83.
307
Derrida ve Dworkin Arasındaki İlişki…
AUHFD, 61 (1) 2012:275-320
“geleneğin içinde iş görmeye devam ederken, diğer yandan da aniden bir
canavar, normatif ya da geleneksel bir öncülü olmayan ucube bir yaratık, bir
mutasyon olarak kendi içinde kendi dillini üretebil(meyi)”80 gerektirir.
Derrida Batı metafiziğinin dilini kullanmadan yeni bir dil oluşturmanın
kaçınılmaz olduğunu ifade ederken her yeniliğin de eski uzlaşımları,
konumları ve koşulları önvarsayarak, kurumsal kurallara saygı göstererek
icat edilebileceğini söyler:
“Yapıbozum edimi kurallara saygı duymasına duyar, ancak bunu, garip
bir tavırla, kendi (…) koşullarına sadık ve açık bir şekilde uysa da
başkalarının sapkın olarak yargılayacakları bir biçimde yapar. Bu tavır, bu
kurallara saygıyı elden bırakmadan (…) bu kuralların eğreti yapısına meydan
okuma ve onları teşhir etme şeklindedir”81.
Derrida’nın, Herkül’ü yapıbozuma uğratırken, kendi Herkül’ü tam bu
anda belirir. Zira birinin hem geleneğin içinde iş görüp hem bir ‘sapkın’
olması, yeni bir dil icat etmesi ancak mutasyona uğramış bir Herkül eliyle
gerçekleşebilir. Derrida’nın Herkül’ü, Themis’ten Herkül’e, Herkül’den
ucube bir Herkül’e evrilir. Böylelikle Derrida’nın ‘öteki’si için aradığı dil,
yapıbozumun çifte yükümlülüğüyle deneyimlenir. Derrida’nın çifte buyrukla
yaratmaya çalıştığı yazı, geçmişin mirasını reddetmeden dili yeniden icat
etmeye uğraşır. Bir bakıma ucube Herkül, beyaz mitolojinin yargıç insanı ile
yarı-Tanrısı arasında salınmakta, ‘öteki’ne yasanın homojen, saf, kavramsal
yapısında, Kafka’nın varlığına doğrudan ulaşmanın imkânsız olduğunu
söylediği yasanın şiddet yüklü dilinde yer açmak için sonsuz bir sorumluluk
hissetmektedir82.
Bu bir bakıma, Batı metafizik düşünce yasalarının içinde olup, onlardan
esinlenmek, onlara saygı duymak ve aynı zamanda o düşünce yasalarında
devrim yapmaktır. Tıpkı Derrida’nın Nelson Mandale’nın Apartheid’a karşı
verdiği mücadeleyi “siyasal-yasal sistemin öncüllerini sorunsallaştırmayı, bir
önceki yasal-siyasal sistemin mevcut tarihini aşmanın acziyetinin farkında
olarak, onun temellerini bozmanın yolunu arayan bir dönüşümü etkileme
Kearney, Richard. (2008). Zihnin Halleri, Çağdaş Düşünürlerle Söyleşiler, çev. İsmail
Yılmaz, Ankara: Bilgesu, s. 242.
81
Derrida, “PSYCHE Ötekinin İcadı”, s. 125.
82
Yasanın şiddet yüklü dilinden anlaşılması gereken yasa koyucu şiddet ve yasa koruyucu
şiddetin bir bütün olarak ‘öteki’ni ‘aynı’lığa ya da ‘özdeş’liğe mahkûm etmesidir. (Bkz.
Derrida, “Yasanın Gücü: Otoritenin Mistik Temeli”, s. 87-127).
80
308
AUHFD, 62 (1) 2012:275-320
Sağlam
girişimi” olarak okuması, ya da Derrida’nın Marx’ın Hayaletleri kitabında,
özellikle “hegemonik global ekonominin varlığı ve neo- liberal söylemlerin
ışığı altında mevcut siyasal-yasal ve ahlâkî etki alanını eleştirmek için
vazgeçilmez görünen Marx’ın felsefî devrim mirasını”83 arzulaması gibi. Bu
yeni dilin ‘öteki’ne açılması, kurumsallaşmış Batı metafiziği diline, o dilin
şiddetine rağmen metnin buyruklarına sadık kalmayı fakat bir o kadar da
yeniden yaratımı tecrübe etmeyi gerektirir.
3.3. Dworkin ve Derrida’nın Nihaî Bir Karşılaştırması
Buraya kadar Derrida’nın, Dworkin Herkül’ünü yapıbozuma uğratarak
kendi ucube Herkül’ünü icat edişini anlatmaya çalıştık. Böylelikle,
Derrida’nın metaforik ya da metafizik bir dilden kaçamayacağını,
yapıbozumun çifte yükümlülükle gerçekleştiğini; bozmak için devraldığı
mirası içselleştirmesi gerektiğini belirttik. Buna, Herkül’ün çifte
yükümlülüğü de denilebilir. Herkül, Batı metafiziğinin dilini kullanırken
aynı zamanda da o dili yapıbozuma uğratır. Böylelikle her yapıbozum edimi,
ucube bir Herkül metaforunu önvarsayar. Bundan sonra Dworkin’in
Herkül’ü ile Derrida’nın mutasyona uğramış Herkül’ü arasındaki ortak
noktaları tespit edebilir ve yine genel hatlarıyla Dworkin’in yapıbozumsal
okumasını yapabiliriz.
a. Ortak Nokta: Dworkin Herkül’ü bir yapıbozumcudur: Yapıbozumsal
strateji, ele aldığı her nesne ve yöneldiği her konum üzerinde sürekli bir
tetikte olma olayı olarak tanımlanır. Tetikte olma, bir diğer deyişle
uyanıklık, yerleşik tüm söylem ve pratiklere karşı eleştirel bir duruşu
gerektirir. Fakat yapıbozum eleştirel duruşla yetinmez, eleştirdiği dilsel,
felsefî, politik ve nihayet hukuksal yapıda ‘öteki’ni tekilliği ile birlikte
konumlandırmayı hedefler. Yapıbozumun bu bağlamı, Dworkin’in, hukukun
ne olduğuna ilişkin geleneksel söylem alanını değiştirme ve genişletme
arzusuna karşılık gelir. Dworkin bir yandan hukukun merkezine kurallar gibi
politik ve ahlâkî ilkeleri de dâhil etmiş, diğer yandan da Herkül’ü, hukukun
kural-ilke yapısı içinde farklı olanı dikkate alması için yetkilendirmiştir84.
83
Buonamano, Roberto. (1998). The Economy of Violence: Derrida on Law and Justice,
Ratio Juris, Vol. 11, s. 177 (vurgular bana aittir).
84
Dworkin Herkül’ünün ‘öteki’ni konumlandırma yaklaşımı ile Derrida’nınki arasında
oldukça büyük bir fark olduğu açıktır. Derrida, ‘öteki’ne sonsuz bir sorumluluk arzusuyla
yaklaşır ve ‘öteki’nin kim olduğu sorusunun yanıtı genel kalıplara indirgenemez. ‘Öteki’
daima tikel olandır. Dworkin’in ‘öteki’ anlayışı ise uzlaşımsal değerler üzerine kuruludur
309
Derrida ve Dworkin Arasındaki İlişki…
AUHFD, 61 (1) 2012:275-320
Zira Dworkine göre hukuk, bir yorum faaliyeti olarak her ne kadar bütünlük
ve uygunluk kriterleri ile çerçevesi çizilmiş bir yapı olsa da, diğer sosyal
pratikler ve ilkeler ile karmaşık bir ilişki içindedir. Herkül, karmaşık
hukuksal yapıyı tek bir yazar tarafından yapılıyormuş gibi yorumlamalı ve
düzene koymaya çabalamalıdır. Aynı şekilde adil ve hakkaniyetli
davranmakla da yükümlüdür. Herkül, kuralı, emsal kararı, politik ya da
ahlâkî ilkeyi yargısal kararına gerekçe yaparken aynı zamanda somut olayın
tikelliğini de gözetir. Bu anlamda Dworkin, Herkül’e zor bir ödev verir.
Herkül bir yapıbozumcu gibi davranmalıdır; yasal ve hukuksal göstergelerin
birbirine sirayet eden anlamlarını ve temsillerini bir hukuk oyunu oynar gibi
yorumlamalıdır. Önce somut hukuksal olaya ilişkin bir kural aramalı,
bulamadığında emsal kararlara başvurmalı fakat zor dava ile karşılaştığında,
toplumsal uzlaşımlara, politik ve ahlâkî ilkelere ve hakkaniyete göre karar
vermelidir. Bir bakıma Dworkin, Herkül’den daima uyanık ve tetikte
olmasını bekler. Açıktır ki daima tetikte olmak insan yargıçlara
yüklenebilecek bir sorumluluk değildir. Belki de bu yüzden Dworkin, bir
yarı-Tanrı yargıç metaforunu seçmiş ve ona Hukuk İmparatorluğu’nda
‘merkezi’ ve ‘kurucu’85 bir rol vermiştir. Derrida’nın da yapıbozumu
“imkânsızın bir deneyimi” olarak tanımlaması, bu deneyimi
yaşayabileceklerin ancak mutasyona uğramış bir Herkül olabileceğini
göstermektedir86.
Fakat bu aşamada, Dworkin’in Herkül’e tek doğru cevabı bulma gibi bir
misyon yüklemesinin Derrida’nın yapıbozum düşüncesine karşıt olduğu
söylenebilir. Peki, Dworkin’in tek doğru cevaptan anladığı nedir?
Dworkin’in Herkül’e biçtiği tek doğru cevabı bulma ödevi göründüğünün
aksine şimdide olan, arızî bir doğruluktur. Bu doğruluk genelgeçer bir
doğrulukla değil, mevcut gerçekliğin koşullarıyla sınırlıdır. Dworkin’in tek
doğru yanıt yaklaşımı, bir mutlaklığı ifade etmemekte, ancak kendi anlık
gerçekliği ve gerçekliğin sınırları içerisinde bir doğruluğu; kendi anlık
ve ‘öteki’, ‘herkese eşit ilgi ve saygı hakkı’ çerçevesinde liberal adaletin ‘ortak aklı’na
başvurularak konumlandırılır. (Bkz. Dworkin, Ronald. (2000). Sovereign Virtue: The
Theory and Practice of Equality, Cambridge: Harvard University).
85
Herkül, Dworkin’in hukuk teorisinin ‘merkezi’dir ve yaptığı her hukuksal yorum faaliyeti
‘kurucu’ olmalıdır. Bu anlamda Derrida ile Dworkin arasındaki farklılığın altı çizilmelidir.
86
“İmkânsızın deneyimi” bir delilik anına karşılık gelir (bkz. Derrida, “Yasanın Gücü:
Otoritenin Mistik Temeli”, s. 75.) ve dolayısıyla yapıbozum da delilik anını deneyimlemeyi
göze alacak bir insana değil, yarı-Tanrı bir Herkül’e gereksinim duyar.
310
AUHFD, 62 (1) 2012:275-320
Sağlam
tekliğine birebir denk düşmek üzere bir tek doğru olarak
değerlendirmektedir87. Tek doğrunun anlamı inanma ve inandırmadır
yalnızca. Tam bu nokta, hukuk ve yargıç arasındaki ilişkinin kutsallığını
göstermektedir. Zira tek doğru cevabı bulan ve diğerlerini buna inandıran bir
yargıç düşüncesi hukuku ve dili dokunulmaz kılar ve hukuku tamamıyla
yargıcın konumuyla belirler. Yargıçsız hukuk olmaz. Derrida’nın dediği gibi
“hukuk ne çokluktur ne de bazılarının inandığı gibi evrensel bir genelliktir.
Hukuk daima bir (idiom) yazıdır”88. Bu yazıyı oluşturacak, tek doğru cevabı
bulacak olan da bir Herkül’dür. Herkül, hem her bulduğu doğru cevapta
temsilcisi olduğu Batı metafiziğinin kurallarına saygı gösterir hem
yapıbozumu hukuksal yapı içinde işlevsel kılar.
Ancak Derrida’nın Batı metafiziğine yönelik eleştirileri, Hukuk
İmparatorluğu’nun temel tezlerinin yapıbozumsal bir okumaya tâbi
tutulmasını gerektirir.
b. Farklı Nokta: Dworkin’in Yapıbozumsal Okuması: Derrida’ya göre
yasal dil, görünüşte sonsuz göstergeler zincirini kuran kökensel bir
merkezden yoksundur. Yasal dilin temsilcileri (gösterenleri) bu gerçekte
olmayan merkez tarafından gasp edilmiştir. Derrida, bu tür merkez algısını
bedensiz ve ruhsuz bir hayalet olarak tanımlar. Bir bakıma yasal dil, kendi
kendini bağlayıcı, kendine referanslı ve kapalı bir dil olarak gösterenler
arasında konuşulur ve yazılır. Kafka, yasanın önünde bekleyerek merkeze,
‘yüce’ olana girmek isteyen köylünün dramını resmedişinde, aslında,
gerçekte olmayan bu merkezin ‘yüce’liğine işaret etmektedir. Bekçiler
sadece bir merkez olarak ‘varolan’ bir merkez ‘inancı’nı temsil etmektedir89.
Yasanın kökeni görünmezdir. Bekçi herhangi bir şeyi yasanın kökeni,
merkezi olarak gösterdiği anda gösterilenler gösterenlerle çarpışır.
Derrida’ya göre yasal dilin merkezinde bulunan hayalet, hukuksal
muhakememiz ve yargısal pratiğimizin dayandığı tüm ‘temel’, ‘birincil’
kuralları aşkınlaştırır. Gerçekte, hiçbir yasal dil temsilcisi bu
aşkınlaştırmanın mevcudiyetini kabul etmez. Örneğin Dworkin, Hukuk
87
Stavropoulos, N. (1996). Objectivity in Law, Oxford, 1996’dan aktaran: Furtun, Ayşe.
(1999). Hukuk Kavramı, Ankara: Seçkin, s. 59.
88
Derrida, Jacques. (1986). Préjugés Devant La Loi, La Faculté de Juger, s. 128’den aktaran:
Plasencia, Madeleine. (1997). Who’s Afraid of Humpty Dumpty: Deconstruction Refences
in Judicial Opinions, Seattle Univeversity Law Review, Vol. 21, No. 215, s. 8.
89
Conklin, “The Trace of Legal Idealism in Derrida’s Grammatology”, s. 26-28.
311
Derrida ve Dworkin Arasındaki İlişki…
AUHFD, 61 (1) 2012:275-320
İmparatoluğu kitabının ilk giriş sayfasında hukuksal önermelerin
doğruluğunun ya da yanlışlığının‘hayaletimsi’ bir varlık tarafından
yargıçlara ve hukukçulara söylenmediğini belirtir. Hukuksal önermeler,
hayaletimsi bir varlık tarafından söylenmeleri ya da gökyüzünde aşkın
tabletler şeklinde bulunmaları nedeniyle doğru olarak kabul edilmez90.
Dworkin, hukuksal dilin sınırlarını ve hukuk zeminini (merkezi) kesin bir
şekilde, rasyonel tutarlılık adına, aşkın olandan ve hayaletimsi ‘yüce’likten
ayırır. Oysa tam da Dworkin’in reddettiği bu hayaletimsi varlık ya da
aşkınlaştırma mevcut olmadığında yasanın ‘yüce’liği rasyonel tutarlılıktan
mahrum olacaktır. Zira hukuksal yapı, kendi dilinde sürekli olarak aşkın
göstergelere ve hayaletimsi bir merkez varsayımına referans yaparak işlevini
sürdürür. Herkül, Dworkin’e rağmen, hukukun hayaletimsi merkezini aşkın
bir gösterenle rasyonalize eden bir metafordur. Yargıç Herkül, bundan böyle
hem Kafka’nın Bekçisi rolünü üstlenir hem hayaletimsi bir yasal merkez
inancını yargısal pratiklerde mevcut hale getirir.
Dworkin’in yapıbozumsal okuması, edebiyat ve hukuk arasında kurulan
ilişki de, yeni bir ortak nokta açığa çıkarır: Bir edebî bir metnin yorumu ile
hukuksal bir metin yazmak arasındaki analojide Dworkin ve Derrida yine
birleşir.
c. Nihaî Buluşma: Yapıbozum ve Zincirleme Roman: Dworkin bir
yargıçın hem roman yazarı hem eleştirmen olduğunu belirtir. Herkül yaptığı
hukuksal yorumla, diğer bir deyişle hukuksal romanın kendine ait bölümünü
yazarken, geleneğe eklenir, fakat geçmiş bölümlerden farklı bir şey yazabilir
ya da geçmiş yargıç kararlarını çok daha radikal bir şekilde yorumlayabilir91.
Emsal kararların yanında politik ahlâk ve ilkeler de Herkül’ün yazısınıyorumunu besler. Dolayısıyla hukuksal bir göstergenin anlamı, her Herkül
okumasına göre değişme, her farklı bağlamda genişleme ya da daralma
potansiyeline sahiptir. Dworkin’in zincirleme roman yazmaya benzettiği
hukuksal yorum faaliyetinde, Herkül metinlerarası bir okuma yaparak
hukukun anlamını yakalamaya girişir, önceki yargıç kararlarının dilini
çözmeye çalışır, aynı zamanda da hukuk dışı-üstü gibi görünen standartlara
90
91
Dworkin, (1986), s. 4.
Dworkin, (1986), s. 229, 232.
312
AUHFD, 62 (1) 2012:275-320
Sağlam
başvurur. Bir bakıma yapıbozumsal stratejide olduğu gibi, Herkül, bir roman
yazarı olarak hukuksal olanın anlamını sürekli olarak erteleyecektir. Bir
hukuksal gösterge, bir yargısal metin kendisinden önce gelen göstergelere
(emsal karar) bağlı olarak şimdiyi ele alacak ve geleceğe yönelik yeni
okuma-anlama, yani yapıbozum faaliyetini apriori olarak içselleştirecektir.
Hukukun anlamı her okuyucuyla, her Herkül’le farklı şekilde yorumlanır.
Dworkin Herkül’ünün verdiği karar bir sonraki Herkül’le bir anlamda
yapıbozuma uğratılır ve her Herkül verdiği kararın yeniden okunacağını,
yeniden yorumlanacağını, söylediği son sözün (yazdığı metnin) yalnızca
kendisine ait olmayacağını, verdiği doğru cevabın melezliğini ve
geçişkenliğini bilecektir.
Edebî bir eser türü olan roman yazmak icat ederken geçmişi yineler,
yeniden kurar, aktarır ve düzenler. Tüm bunlar yapıbozumsal bir stratejinin
kaçınılmaz edimleridir. Derrida, Francis Ponge’un Masal adlı şiirini ele
alarak her şiirin icada ilişkin olduğunu, fakat tam da böyle bir icat olmak için
dilbilimsel kuralları, okuma ve alımlamanın toplumsal kiplerini, belli bir
yeteneği, şiirsel alanın ve edebî geleneğin tarihsel bir ortak biçimlenişini
gereksediğini belirtir92.Roman yazmak da bir icattır ve her icat gibi
geleneğin söz dizim kurallarına, geçmişin mirasına ev sahipliği yapar.
Yapıbozumun çifte buyruğu, icat etme ile yineleme arasındaki melez alanda
‘öteki’ni konumlandırır. Derrida açısından Herkül metaforu, yapıbozumun
çifte yükümlülüğü nedeniyle, yapıbozumsal bir stratejiyi sürekli kılmak için
kaçınılmazdır. Herkül, yapıbozumu mümkün kılarken aynı zamanda Batı
metafiziğinin temel iddia ve tezlerinin bir mirasçısı olur. Bu anlamda
Derrida’nın yapıbozumsal stratejisi Dworkin’in yorum faaliyeti ile benzer
nitelik gösterir. Dworkin’in hukuksal yorum teorisi de, bir bakıma, yazılan
her gerekçenin emsal kararı yinelemesini değil, hukuk geçmişi ile bir ilişki
içinde olup yeni bir edebî-hukuksal dil oluşturma olasılığını bize sunar.
Dworkin Herkül’ü önündeki hukuksal problemi çözmek için geçmiş yargıç
92
Derrida, “PSYCHE Ötekinin İcadı”, s. 116.
313
Derrida ve Dworkin Arasındaki İlişki…
AUHFD, 61 (1) 2012:275-320
yorumlarından, deneyimlerden yararlanmalı yani geleneksel metafizik dili
kullanmalı, fakat kendi yeni yorumunu, yeni dilini de yaratmalıdır93.
SONUÇ∗∗∗
Herkül’ün, Hukuk İmparatorluğu’nda bir yapıbozumcu gibi faaliyet
gösterdiğini söylemek Dworkin üzerine aşırı bir yorum yapmak demektir.
Aksine, Dworkin’in hukuk teorisi ve Herkül metaforunun konumu sürekli
yapıbozum pratiğini davet eder. Ancak belirli bir perspektiften bakıldığında,
Dworkin Herkül’ünün, Derrida’nın öngördüğü yapıbozum şartlarına sahip
93
Hukukun, edebî bir metinle benzer nitelik gösterdiğine ilişkin tespit Dworkin ve Derrida
arasındaki en önemli ortak noktadır. Fakat Dworkin ve Derrida arasındaki bu paralellik,
Derrida’nın, “Yasanın Gücü: Otoritenin Mistik Temeli” makalesinde hukuksal yapının
şiddetle kurduğu organik bağı vurgulamasıyla farklılaşır. Artık Derrida için hukuksal bir
metne salt bir edebî metin muamelesi yapmak, adaleti ve yasa koyucu-koruyucu şiddeti
görmezden gelmek demektir. Buna rağmen, kimi Derridacı düşünürler, yapıbozumun edebî
ve felsefî metinlere yaklaşımını hukuksal alanda linguistik ve yorumlayıcı açılardan ele
almış, hukuku yalnızca dilsel ve anlamsal bir yapı olarak görmüş ve hukuka ilişkin bir “dil
hapishanesi”nin yürütülmesini açıklamaya ve haklılaştırmaya yönelmiştir. (Bkz. Costas,
Douzinas and Gearey, Adam. (2005). Critical Jurisprudence, The Political Philosophy of
Justice, Oxford: Hart Publishing, s. 71). Hukukun edebî bir metin gibi okumasında ön
planda olan dilsel ve anlamaya odaklı belirlenim, hukukun şiddetle ve güçle ilişkisini arka
plana atmıştır. Hukukun bir tür hikâye anlatıcılığı olduğuna ilişkin bir “düşünce
rahatsızlığı” yaratmayı amaçlayan, fakat buna rağmen, hukuku ebebî bir türden müteşekkil
görme hususunda bir o kadar iddialı ve indirgemeci bir çalışma için (bkz. Demir, Yavuz
Gökhan, “Edebî Bir Tür Olarak Hukuk”, Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Arkivi, İstanbul
Barosu Yay., Sayı: 19, 2010, s. 230-237).
∗∗∗
İki düşünür arasında yapılan bu spekülatif karşılaştırmanın makale biçimini almasından
hemen sonra argümanlarımı destekleyecek ya da aksini kanıtlayacak bir ‘gerçeği’ belirtmek
ve bunun nihaî değerlendirilmesini okuyucuya bırakmak zorundayım. 25 Nisan 2011
tarihinde Anayasa Mahkemesinin 49. kuruluş yıldönümü sebebiyle Ankara’ya davet edilen
Ronald Dworkin’e “yapıbozumu ‘öteki’ler için ‘kapı açmak’ olarak yorumlarsak, bu
durumda Herkül’ün bir yapıbozumcu olduğu söylenebilir mi” diye sorduğumda aldığım
cevap şuydu: “Herkül’ün yapıbozumdan haberdar olduğunu sanmıyorum, ama Herkül de
‘öteki’lere kapı açmak ister. Ben Derrida’yı çok kafa karıştırıcı buluyorum. Ama emin olun
bundan sonra Derrida’yı daha fazla dikkate alacağım”. Kıssadan hisse: Elisabeth
Roudinesco, Derrida ile söyleşisinde Freud ve Lacan arasında bir karşılaştırma yapar;
Freud’u anlatması bitince, “Lacan’a gelince” diyerek devam eder. Derrida, sanki iki ruh
analisti arasında ayrım yapmak, birinden ötekine kesin belirlenmişlikler yaparak geçmek,
iki düşünürü birbirinden bağımsız gibi ele almak mümkünmüş gibi şaşırır ve şöyle der:
“Sizin ‘Lacan’a gelince’ cümlesine hayranım”. (Derrida, 2006, s. 146). O zaman asıl
problemli olan, başharfleri dışında çok az ortak noktaları olan Dworkin ve Derrida’yı aynı
yazının konusu yapmak ya da Herkül ve/ile yapıbozum arasında bir koşutluk kurmak değil,
Dworkin’i anlattıktan sonra ‘Derrida’ya gelince’ gibi bir cümle kurmaktır. Sonuç olarak
şöyle diyelim: ‘Yapıbozum olmadan Herkül olmayacaktır’ ya da ‘Herkül olmadan
yapıbozum olmayacaktır’.(Bkz., bu makalenin 5. dipnotu).
314
AUHFD, 62 (1) 2012:275-320
Sağlam
olduğu ve yapıbozumsal bir stratejiyi gerçekleştirdiği görülebilir. Bu açıdan
Dworkin Herkül’ünü hukuksal yapı içinde bir yarı-yapıbozumcu olarak
kabul edebiliriz.
Fakat Derrida açısından yapıbozumun, Herkül gibi insanüstü bir
metaforla zorunlu bir ilişki içinde olduğunu söyleyebiliriz. Derrida’nın
yapıbozum için, özellikle hukuksal metnin yorumu açısından mutasyona
uğramış bir Herkül metaforunu öngörmesi gerekir. Zira yapıbozumun çifte
yükümlülüğü, geleneğin kurallarına saygı göstererek, geleneği yeniden icat
etmeyi gerektirir. Yegâne uğraşı da ‘öteki’ için başka bir yazı ya da yeni bir
dil oluşturmaktır. Batı metafiziğinin kavramlarıyla, metaforlarıyla,
metinleriyle hesaplaşmak ve aynı zamanda da onların bir mirasçısı olmaktır.
Bu, Derrida’nın dediği gibi, zor bir iştir ve bir bakıma ucube bir yaratığı şart
koşar. Dolayısıyla yapıbozumun ikili yükümlülüğü/buyruğu mutasyona
uğramış bir yaratık olarak Herkül’ü içerir. Bu yüzden, yapıbozumsal bir
stratejinin başta hukuksal yapı/metin olmak üzere diğer alanlarda da ‘sapkın’
bir Herkül eliyle gerçekleştirilebileceğini söyleyebiliriz.
315
Derrida ve Dworkin Arasındaki İlişki…
AUHFD, 61 (1) 2012:275-320
KAYNAKLAR
Akay, Ali. (1999). Yapıbozma ve Plastik Sanatlar, Toplumbilim, Sayı: 10.
Akbaş, Kasım (2004 ). Ronald Dworkin: Pozitivizmin ve Doğal Hukukun
Eleştirisinden Bir Yargılama Kuramına, Çağdaş Hukuk Felsefesine
Giriş, Ed. Ahmet Haluk Atalay, İstanbul: Teknik.
Allan, T.R.S. (1993). Justice and Fairness in Law’s Empire, Cambridge Law
Journal, Vol. 52.
Balkin, J. M. (1994). Transcendental. Deconstruction, Transcendent Justice,
Michigan Law Review, Vol. 92, No. 5.
Borradori, Giovanna. (2008). Otoimmünite: Gerçek ve Simgesel İntiharlar,
Jacques Derrida’yla Söyleşi, çev. Emre Barca, Terör Günlerinde
Felsefe, İstanbul: Yapı Kredi.
Buonamano, Roberto. (1998). The Economy of Violence: Derrida on Law
and Justice. Ratio Juris, Vol. 11.
Cazeaux, Clive. (2007). Metaphor and Continental Philosophy From Kant to
Derrida. New York: Routledge.
Şahin Ceylan, Şule (2004). H.L.A. Hart: Hukuk Kavramı ve Ayrım Tezi,
Çağdaş Hukuk Felsefesine Giriş, Ed. Ahmet Haluk Atalay, İstanbul:
Teknik.
Conklin, William E. (1996). The Trace of Legal Idealism in Derrida’s
Grammatology. Philosophy&Social Criticism, Vol. 22.
Costas, Douzinas and Gearey, Adam. (2005). Critical Jurisprudence, The
Political Philosophy of Justice. Oxford: Hart Publishing.
Cover, Robert. (2010). Şiddet ve Söz, çev. Ferit Burak Aydar, Şiddetin
Eleştirisi Üzerine, Hazılayan ve Sunan: Aykut Çelebi, İstanbul: Metis.
Critchley, Simon. (2005). Derrida/America: The Present State of America’s
Europe Philosophy. Cardozo Law Review, Vol. 27, No. 553.
Dallmayr, Fred. (1991-1992). Justice and Violence: A Response to Jacques
Derrida. Cardozo Law Review, Vol. 13.
Demir, Yavuz Gökhan. (2010). Edebi Bir Tür Olarak Hukuk. Hukuk
Felsefesi ve Sosyolojisi Arkivi, İstanbul Barosu Yay. Sayı: 19.
316
AUHFD, 62 (1) 2012:275-320
Sağlam
Derrida, Jacques. (2010). Yasanın Gücü: Otoritenin Mistik Temeli çev.
Zeynep Direk, Şiddetin Eleştirisi Üzerine, Hazırlayan ve Sunan: Aykut
Çelebi, İstanbul: Metis.
Derrida, Jacques. (2003). Öteki Hedef (Başka Baş), çev. Melik Başaran,
İstanbul: Bağlam.
Derrida, Jacques. (1999). Japon Bir Dosta Mektup, çev. Medar Atıcı-Mehveş
Omay, Toplumbilim, Sayı: 10.
Derrida, Jacques. (1997). The Villanova Roundtable, A Conversation with
Jacques Derrida. Deconstruction in a Nutshell, ed. John D. Caputo,
New York: Fordham University Press.
Derrida, Jacques. (1997). Of Grammatology, Baltimore: John Hopkins
University Press.
Derrida, Jacques. (2005). The Politics of Friendship, Verso.
Derrida, Jacques (2009). “Force and Signification”, translated: Alan Bass,
Writing and Difference. London: Routledge.
Derrida, Jacques. (2008). İsim Hariç, çev. Didem Eryar, İstanbul: Kabalcı.
Derrida, Jacques. (2006). Şiddet ve Metafizik, çev. Zeynep Direk, Cogito,
Sayı: 47-48.
Derrida, Jacques. (2006). Gün Doğmadan: Jacques Derrida Elisabeth
Roudinesco ile Konuşma. çev. Kenan Sarıalioğlu, İstanbul: Dharma.
Derrida, Jacques. (2010). Yasanın Önünde, Edebiyat Edimleri, çev.
Mukadder Erkan-Ali Utku, İstanbul: Otonom.
Derrida, Jacques. (2000). Fransız Düşünürleriyle Söyleşiler, Raoul Mortley,
çev. Baki Güçlü,Ankara: İmge.
Derrida, Jacques. (2009). Structure, Sign and Play in the Discourse of the
Human Scienceü translated: Alan Bass, Writing and Difference,
London: Routledge.
Derrida, Jacques. (1999). “PSYCHE Ötekinin İcadı”, çev. Melih Başaran,
Toplumbilim, Sayı: 10.
Derrida, Jacques. (1982). Différance, translated: Alan Bass, Margins of
Philosophy, The University of Chicago Press.
317
Derrida ve Dworkin Arasındaki İlişki…
AUHFD, 61 (1) 2012:275-320
Derrida, Jacques. (1986). Declarations of Independence, New Political
Science.
Derrida, Jacques. (1982). White Mythology: Metaphor in the Text of
Philosophy, translated: Alan Bass, Margins of Philosophy, The
University of Chicago Press.
Derrida, Jacques. (2005). Not Utopia, the Im-possible, translated: Rachel
Bowlby, Paper Machine, Stanford University Press.
Direk, Zeynep. (2005). Yasanın Kaynağı Üstüne, Başkalık Deneyimi, Kıta
Avrupası Felsefesi Üzerine Denemeler, İstanbul: Yapı Kredi.
Dworkin, Ronald. (1985). Law as Interpretation, Lloyd’s Introduction to
Jurisprudence, ed. Lord Llyod of Hampstead and M.D.A. Freeman,
London: Stevens.
Dworkin, Ronald. (2007). Hakları Ciddiye Almak, çev. Ahmet Ulvi Türkbağ,
Ankara: Dost.
Dworkin, Ronald. (1986). Law’s Empire, Harvard University Press.
Dworkin, Ronald. (2008). Şüphe Ölümcül Olursa, çev. Altan Heper, Hukuk
Felsefesi ve Sosyolojisi Arkivi, İstanbul Barosu Yay., Sayı: 18.
Dworkin, Ronald. (1989). Legal Theory and The Problem of Sense Issues in
Contemporary Legal Philosophy, ed. Ruth Gavison, Oxford: Clarendon
Press.
Dworkin, Ronald. (2000). Sovereign Virtue: The Theory and Practice of
Equality, Cambridge: Harvard University.
Dworkin, Ronald. (1985). A Matter of Principle, Harvard University Press.
Fish, Stanley- Jameson, Fredric. (1989). Doing What Comes Naturally,
London: Duke University Press.
Fish, Stanley. (1983). Working on the Chain Gang: Interpretation in the Law
and in Literary Criticism. Politics of Interpretation, ed. W.J.T. Mitchell,
University of Chicago Press.
Fitzpatrick, Peter. (1992). The Mythology of Modern Law, London:
Routledge.
Gasché, Radolphe. (2006). Views and Interviews: On Deconstruction in
America, USA: The Davies Group.
318
AUHFD, 62 (1) 2012:275-320
Sağlam
Habib, M.A.R. (2005). Modern Literary Criticism and Theory a History,
Blackwell Publishing.
Hart, H.LA. (1988). The Concept of Law. Oxford: Clarendon Law.
Hoy, David Couzens. (1987). Dworkin’s Constructive Optimism Versus
Deconstructive Legal Nihilism, Law and Philosophy, Vol. 6.
Hoy, David Couzens. (1985). Interpreting the Law: Hermeneutical and
Poststructuralist Perspectives, Southern California Law Review, Vol.
53, No. 135.
Fagelson, David. (2002). Justice as Integrity: Objectivity and Social
Meaning in Legal Theory. Social&Legal Studies, Vol. 11.
Furtun, Ayşe (1999). Hukuk Kavramı, Ankara: Seçkin.
Jameson, Fredric. (2008). Marx’s Purloined Letter, Ghostly Demarcations,
ed. Michael Sprinker, Verso.
Kafka, Franz. (2004). Dava, çev. Funda Reşit, İstanbul: Varlık.
Kearney, Richard. (2008). Zihnin Halleri, Çağdaş Düşünürlerle Söyleşiler,
çev. İsmail Yılmaz, Ankara: Bilgesu.
Küçükalp, Kasım. (2008). Batı Metafiziğinin Dekonstrüksiyonu: Heidegger
ve Derrida, Bursa: Sentez.
Lucy, Niall. (2004). A Derrida Dictionary. Blackwell Publishing.
Marmor, Andrei. (1992). Interpretation and Legal Theory. Oxford:
Clarendon Press.
Metin, Sevtap. (2003). Ronald Dworkin’in Hukuk Teorisinde Yorum
Yaklaşımı. İstanbul Üniversitesi Hukuk Mecmuası, Cilt: LXI, Sayı: 1-2.
Miller, J. Hiller. (1989-1990). Laying Down the Law in Literature: The
Example of Kleist, Cardozo Law Review, Vol. 11.
Moran, Dermot. (2000). Introduction to Phenomenology, London:
Routledge.
Paterson, Dennis. (2006). Dworkin on the Semantics of Legal and Political
Concepts. Oxford Journal of Legal Studies, Vol. 26, No. 3.
Plasencia, Madeleine. (1997). Who’s Afraid of Humpty Dumpty:
Deconstruction Refences in Judicial Opinions. Seattle Univeversity Law
Review, Vol. 21, No. 215.
319
Derrida ve Dworkin Arasındaki İlişki…
AUHFD, 61 (1) 2012:275-320
Powell, Jason. (2006). Jacques Derrida: A Biography. London: Continuum
International Publishing.
Rosenfeld, Michel. (1989-1990). Deconstruction and Legal Interpretation:
Conflict, Indeterminacy and the Temptations of the New Legal
Formalism. Cardozo Law Review, Vol. 11.
Royle, Nicholas. (2003). Before The Law, Jacques Derrida Routledge
Critical Thinkers, London: Routledge.
Sarup, Madan. (1993). Post-Structuralism and Postmodernism, New York:
Harvester Wheatsheaf.
Sim, Stuart. (2000). Derrida ve Tarihin Sonu, çev. Kaan H. Ökten, İstanbul:
Everest.
Spivak, Gayatri C. (1996). İşe Koyulmak, Ulusalötesi Kültürel Çalışmalar,
Eleştirel Bakış, ed. Peter Osbourne, Ankara: Dost.
Spivak, Gayatri Chakravorty. (1997). Translator’s Preface, Derrida, Jacques,
Of Grammatology, Baltimore: John Hopkins University Press.
Türkbağ, Ahmet Ulvi. (2010). Kanıtlanamayanı Kanıtlamak: Ronald
Dworkin’in Hukuk Kuramı, İstanbul: Derin.
Uygur, Gülriz (2003). Hukuki Pozitivizmin Değişen Yüzü mü? Ankara
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 52, Sayı: 3.
Warnke, Georgia. (1992). Legal Interpretation and Constraint. Justice and
Interpretation, Cambridge: Polity Press.
Weber, Samuel. (2000). Deconstruction as Analytic Philosophy, USA:
Stanford University Press.
http://yunanmitolojisi.blogspot.com/2009/07/takmyldzlarn-mitolojikoykuleri-herkul.html. 20.12.2010.
http://www.archives.gov/exhibits/charters/declaration.html, 26.12.2010.
320