Nothing Special   »   [go: up one dir, main page]

Academia.eduAcademia.edu

Atatürk’ün Dil Doktrini

2023, Cumhuriyetin İkinci Yüzyılında SOSYAL ve KÜLTÜREL ÇALIŞMALAR

Dil olgusu olmadan herhangi bir kültürden söz edilemez. Kültürün ortaya çıkışında, yaşatılmasında, geliştirilmesinde, kuşaktan kuşağa aktarılmasında dil etkin görev üstlenir. Bir kültürün doğmasında, yaşatılmasında, sürdürülmesinde de mutlak şekilde bir dile ihtiyaç vardır. Dille kültür arasında sıkı bir ilişki vardır. Bir bağlamda dil, kültürün koruyucu meleği; kültür de dilin yaşam bulduğu alandır. Ancak dille kültür arasındaki ilişki çok kırılgandır. Bunlardan herhangi biri varoluş sorunuyla karşılaştığında ötekinin sürdürebilirliği ortadan kalkmış olur. Bir kültür, taşıyıcısı olduğu dilden koparılıp yabancı bir dilin kullanım alanında yaşıyor gibi görünebilir. Ancak bu durumla karşılaşan kültürlerin uzun süre yaşayacağı söylenemez. XX. yüzyılın siyasî, askerî erkini elinde tutan irade Türkçenin yeryüzünden silinmesi konusunda kararlıydı. Türk yurtları üzerine zifiri karanlığın çöktüğü o günlerde Türk dilini, kültürünü, Türk adını koruyacak bir doktrinin, öğretinin doğması, doğacak olan bu öğretiyi uygulanmaya geçirecek çelik iradenin ortaya çıkması gerekiyordu. Bu öğretinin gücü karanlığı kaldırmağa, gökyüzünü aydınlatmağa yetmeyebilirdi ancak bir yıldız gibi aydınlığın unutulmamasını sağlayacak, ışığı unutturmayacaktı. Bu öğreti, Türk adının belleklerden silinmesini durduracak, Türklerin konuştuğu dilin adının Türkçe olduğunu canlı tutacak, Türkçenin özgürce nefes alacağı alanı sağlayan yeni bir öğreti olmalıydı. Türk dili birçok kez nezleye yakalanmış: Çince Nezlesi, Farsça Nezlesi, Arapça Nezlesi, Fransızca Nezlesi, Rusça Nezlesi. Türkçenin yakalandığı son hastalık artık nezle olmaktan çıkmış kırgın seviyesindeydi. Gökyüzü, Türkçeyi bu kırgından kurtaracak yıldızın Türkiye Cumhuriyeti olmasına karar vermişti. Bu yıldızın arkasındaki öğreti, Türk ulusunu, onun dilini, kültürünü yaşatmayı amaçlayan; bu doğrultuda devletin adını Türkiye, dilinin adını Türkçe, ulusun Türk olarak tanımlayan öğretidir. Bu öğreti tarihin derinliğinden süzülüp gelen Türk ulusunun deneyimlerinin, birikimlerinin, bilgeliğinin dışavurumudur. Bu öğretinin başöğretmeni ise hiç şüphesiz Mustafa Kemal Atatürk’tür. Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önce Türkçenin korunmasına yönelik birçok fikir akımı ortaya atılmış, birçok kişi Türkçenin korunmasına yönelik görüş bildirmiştir elbet, ancak hiçbiri Türkiye Cumhuriyeti’nin ortaya koyduğu irade kadar onu hukukî zemine oturtarak güvence altına almamıştır.

1 Çizgi Kitabevi Yayınları (e-kitap) ©Çizgi Kitabevi Aralık 2023 ISBN: 978-625-396-189-3 Yayıncı Sertifika No: 52493 KÜTÜPHANE BİLGİ KARTI - Cataloging in Publication Data (CIP) – Editör Muammer AK Cumhuriyetin İkinci Yüzyılında SOSYAL ve KÜLTÜREL ÇALIŞMALAR ÇİZGİ KİTABEVİ Sahibiata Mah. Alemdar Mah. M. Muzaffer Cad. No:41/1 Çatalçeşme Sk. No:42/2 Meram/Konya Cağaloğlu/İstanbul (0332) 353 62 65 - 66 - (0212) 514 82 93 www.cizgikitabevi.com / cizgikitabevi 7 Dil olgusu olmadan herhangi bir kültürden söz edilemez. Kültürün ortaya çıkışında, yaşatılmasında, geliştirilmesinde, kuşaktan kuşağa aktarılmasında dil etkin görev üstlenir. Bir kültürün doğmasında, yaşatılmasında, sürdürülmesinde de mutlak şekilde bir dile ihtiyaç vardır. Dille kültür arasında sıkı bir ilişki vardır. Bir bağlamda dil, kültürün koruyucu meleği; kültür de dilin yaşam bulduğu alandır. Ancak dille kültür arasındaki ilişki çok kırılgandır. Bunlardan herhangi biri varoluş sorunuyla karşılaştığında ötekinin sürdürebilirliği ortadan kalkmış olur. Bir kültür, taşıyıcısı olduğu dilden koparılıp yabancı bir dilin kullanım alanında yaşıyor gibi görünebilir. Ancak bu durumla karşılaşan kültürlerin uzun süre yaşayacağı söylenemez. Fransız dilini benimsemiş birçok Afrika ülkesi bu bağlamda örnek verilebilir. Bilindiği üzere Fransızcanın anavatanı Avrupa kıtasıdır. Ancak günümüzde resmî dili Fransızca olan yirmi dokuz (29) ülkeden yirmi biri (21) Afrika kıtasında yer almaktadır. 2 Dünyada en çok Frankofon Afrika kıtasında bulunuyor. Neredeyse kıtanın yarısı Fransızcayı anadil veya ikinci dil olarak konuşuyor diyebiliriz. Uluslararası Frankofoni Örgütünün öngörüsüne göre; 2050’de Fransızca konuşan sayısı yaklaşık 715 milyon olacak. Bu sayının %85’ini Afrika sağlayacak.3 Anadilini bırakıp Fransızcayı ana dil olarak kullanan Afrika toplumlarında gerçekleşen olay, dil ölümü olarak tanımlanır (Crystal, 2015). Bir dilin ölümü sadece onun ortadan yok oluşuyla sınırlı kalmıyor. O dilin evreninde yoğrulmuş kültürün de yok oluşunun önü açılmış oluyor. Başka bir deyişle dil ölümü kültür ölümünü de beraberinde getirir. Ana dillerini bırakıp Fransızcayı benimseyen Afrika topluluklarının kültürlerini koruyabilecekleri tartışılır. Dil ölümü gerçekleşmiş Afrika topluluklarında kültürlerin yok olmadığı, hala yaşadığı söylenebilir. Ancak bu durum söz konusu kültürlerin önümüzdeki Doç. Dr., Gümüşhane Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. cahangir@gmail.com, ORCID ID: 0000-0002-4202-1868 1 https://tr.wikipedia.org/wiki/Frans%C4%B1zcan%C4%B1n_resm%C3%AE_dil_oldu%C4 % 9Fu_%C3%BClkeler_listesi 3 https://fransizgastesi.com/2023/10/fransizca-konusan ulkeler/#google_vignette 2 128 yıllarda yok olmayacağı anlamına gelmez. Fransızcanın resmî dil olduğu ülkelerin listesi1: https://tr.wikipedia.org/wiki/Frans%C4%B1zcan%C4%B1n_resm%C3%AE_dil_oldu%C4 % 9Fu_%C3%BClkeler_listesi, 1 129 Fransızcanın konuşulduğu Afrika kıtası haritası1 Dil Kültür İlişkisi Bir kültür onu besleyen dil sınırları içinde yaşamını sürdürdüğü gibi bir dil de ona yaşam alanı sunan kültür ortamında varlığını sürdürür. 1 https://stratejikortak.com/2016/11/afrika-hangi-dil-konusuluyor.html 130 Herhangi bir topluluğun kültürü başka bir kültürün istilasına uğradığında o topluluğun dili de yok olmakla karşı karşıya kalır. Önce kültürünü sonra dilini kaybeden birçok örnek vardır. Bu bağlamda Arapçanın yayıldığı bölgelerde gerçekleşen dil ölümleri örnek verilebilir. İslamiyet’i benimseyen birçok topluluğun dilini, kültürünü kaybettiği görülür. Bu durum, Arapçanın 540 yılında konuşulduğu alanla 2022 yılında konuşulduğu alanlar karşılaştırıldığında açıkça görülmektedir. Günümüzde Arap dilli olan Mısır, Irak, Suriye gibi birçok ülke 540 yılında Arapça konuşmuyordu, dolayısıyla Arap da değillerdi. Söz konusu ülkeler İslamiyet’i benimsedikten sonra zamanla Arap dilini de benimsemiş oldular. Günümüzde kendini Arap dünyasının lideri olarak gören, resmî adı da Mısır Arap Cumhuriyeti ( ) olan ülkenin geçmişteki dili Arapça değil, kültürü de halkı da Arap değildir. Mısır Arap Cumhuriyeti’nin geçmişten günümüze gelirken uğradığı dil, kültür, kimlik ölümü, bir ulusun ölümüyle ilgili tipik bir örnektir. İskenderiye'de Ptolemaik krallığının kuruluşundan bu yana, Mısır Yunan kültürünün etkisi altında kaldı ve daha sonra Roma İmparatorluğu'nun kontrolü altına girdi. Sonunda MS 7. yüzyılda Müslüman Emevi Halifeliği tarafından Doğu Romalılardan alındı. Yunan alfabesinin Kıptik türevi kullanılarak yazılan Kiptice İslam fethinden önce Mısır'da konuşuluyordu. Mısır'ın kültürel Araplaşmasının bir sonucu olarak, benimsenen Arapça, bir dil olarak hizmet etmeye başladı. Mısır Arapça lehçesi bir takım Kiptice kelimeleri korudu ve dilbilgisi de aynı dilden bir miktar etkilendi. Günümüzde Antik Kipti dili sadece Kipti Kilisesinin dili olarak ayakta kalmıştır ve birçok Mısırlı rahip tarafından akıcı bir şekilde konuşulmaktadır.1 1 https://www.turkcewiki.org/wiki/Arapla%C5%9Fma 131 Birçok dil/kültür gibi Türk dili de kültürü de kullanıldığı geniş alanda birçok kez yok olma tehlikesiyle karşı karşıya gelmiş kimi durumlarda teslim olmuş kimi dönemlerde, bölgelerde varlığını sürdürmeyi başarmıştır. Türk dilinin kültürünün varoluş sorunuyla karşılaştığı ilk bilgiyi Çin kaynaklarından ediniyoruz. Çin hükümdarı, İşbara Kağan’dan Türklerin Çince konuşmalarını, Çinliler gibi giyinip Çin gelenek-göreneklerini benimsemelerini ister. İşbara Kağan Çin imparatoruna 585 yılında gönderdiği mektupta şöyle der: Size bağlı kalacak, haraç verecek, kıymetli atlar hediye edeceğim. Fakat dilimizi değiştiremem, dalgalanan saçlarımızı sizinkine benzetemem, halkıma Çinli elbisesi giydiremem. Çin adetlerini alamam, imkân yoktur, çünkü bu bakımlardan milletim fevkalade hassastır; adeta çarpan tek bir yürek gibidir (Kafesoğlu, 2015: 100). Türklerin Türkçeyi bırakıp başka bir dili benimsediğini yansıtan ayrıntılı çalışma yapılmamıştır. Ancak yine de Türklerin siyasî tarihleriyle çeşitli bölgelerde kurdukları devletler göz önünde bulundurularak bir tahminde bulunmak mümkündür. Elbette Türk kültürünün dünya genelindeki durumunu ortaya koymak bu incelemenin sınırlarını aşar. Burada sadece Türkçenin 20. yüzyıldaki durumuna kısaca değinmek istiyoruz. 1-20. yüzyılda artık Bulgar Türkçesi yaşamıyordu. 2-XII. yüzyıldan 1857 yılına değin Hindistan’ı yöneten Türkler artık iktidarda değillerdi. Yüzlerce yıl Hindistan’ı yöneten Türklerin artık dillerini yaşatmaları mümkün değildi. 3-868-905 yılları arasında Tolunoğulları, 935-969 yılları arasında İhşidiler, 1250-1517 yılları arasında Kıpçaklar, 1517-1914 yılları arasında Osmanlıların yönetim altında bulunan Mısır’da Türkçe artık etkisini yitirmişti. 4-Günümüzde bağımsızlığını kazanan beş Türk cumhuriyeti dâhil onlarca irili ufaklı Türk topluluğu, 20. yüzyılda Sovyetler Birliği’nin esareti altına girmişti. 5-X. yüzyıldan beri Gaznelilerin, Selçukluların, İlhanlıların, Akkoyunluların, Karakoyunluların, Safavîlerin, Afşarların, Kaçarların yönettiği İran’da Türkler atık yöneten değil yönetilen konumuna girmişlerdi. 1. Osmanlı devleti yıkılmış; Doğu Avrupa’da bağımsızlığını elde etmiş Slavlar, Bulgarlar, Yunanlar, Arnavutlar vb. halklar, oralarda yaşayan Türkleri baskı altına almışlardı. Yine Osmanlı devletinden koparılan Irak’ta, Suriye’de Türklerin varlığı silinmeye çalışılmaktaydı. Dünyanın üç kıtasında hüküm sürmüş Türkler, XX. yüzyılın ilk çeyreğinde artık bulundukları bütün bölgelerde egemenliklerini yitirmiş- 132 lerdi. Bütün dünyanın üzerine çöktüğü yalnız Anadolu Türklüğü bağımsızlığını koruyabilmiş. Kırım, Kazan, Selanik, Gence, Bakü, Tebriz, Erdebil, Rey, Semerkant, Buhara, Kaşgar, Urumçi, Kerkük, Herat, Faryab gibi eski Türk kültür merkezlerinde Türk dili, Türk kültürü baskı altına alınmıştı. Sovyet coğrafyasında alt kimlikler üst kimlik seviyesine çıkarılarak, Türk adını taşıyan hiçbir halk kalmamıştı artık. Kumuk, Karakalpak, Kırgız gibi boy adlarından Kumukça, Karakalpakça, Kırgızca gibi dil adları oluşturulmuştu. Azerbaycan’da coğrafya adından yola çıkarak Türk adına karşılık Azerbaycan milleti, Türkçeye karşılık da Azerbaycan dili adı yerleştirilmişti. Doğu Türkçesinin yazı dili olan Çağatay Türkçesi yazı dili olmaktan çıkartılmış, Kırgızca, Karakalpakça, Kumukça gibi yazı geleneği olmayan konuşma dilleri yazı dili seviyesine yükseltilmişti. Böylece Doğu Türklerini birleştiren Türk’e ait ne varsa belleklerden kazınmaya çalışılmaktaydı. Afganistan, İran, Irak ve Suriye gibi Müslüman ülkelerin yönetimi altında kalan Türklerin durumu daha da kötüydü. Bu ülkelerde yaşayan Türklere Sovyetler Birliği’ndeki gibi Türkçe öğretim hakkı bile verilmemiş. İran ve Afganistan’da Türkçenin unutulmasına yönelik planlı eğitim-öğretim politikaları geliştirilmiş, Türklerin Farslaştırılmasına yönelik her türlü psikolojik baskı uygulanmaya konmuştu. Batı Türklerinin yoğun olduğu Suriye ile Irak’ta yaşayan Türkler için de durum aynıydı. Bu ülkelerde de Türklerin Araplaştırılması, Türkçenin unutturulması yönünde bütün yöntemlerin denendiğini biliyoruz. XX. yüzyılın siyasî, askerî erkini elinde tutan irade Türkçenin yeryüzünden silinmesi konusunda kararlıydı. Türk yurtları üzerine zifiri karanlığın çöktüğü o günlerde Türk dilini, kültürünü, Türk adını koruyacak bir doktrinin, öğretinin doğması, doğacak olan bu öğretiyi uygulanmaya geçirecek çelik iradenin ortaya çıkması gerekiyordu. Bu öğretinin gücü karanlığı kaldırmağa, gökyüzünü aydınlatmağa yetmeyebilirdi ancak bir yıldız gibi aydınlığın unutulmamasını sağlayacak, ışığı unutturmayacaktı. Bu öğreti, Türk adının belleklerden silinmesini durduracak, Türklerin konuştuğu dilin adının Türkçe olduğunu canlı tutacak, Türkçenin özgürce nefes alacağı alanı sağlayan yeni bir öğreti olmalıydı. Türk dili birçok kez nezleye yakalanmış: Çince Nezlesi, Farsça Nezlesi, Arapça Nezlesi, Fransızca Nezlesi, Rusça Nezlesi. Türkçenin yakalandığı son hastalık artık nezle olmaktan çıkmış kırgın seviyesindeydi. Gökyüzü, Türkçeyi bu kırgından kurtaracak yıldızın Türkiye Cumhuriyeti olmasına karar vermişti. Bu yıldızın arkasındaki öğreti, Türk ulusunu, onun dilini, kültürünü yaşatmayı amaçlayan; bu doğrultuda devletin adını Türkiye, dilinin adını Türkçe, ulusun Türk olarak tanımlayan öğretidir. Bu öğreti tarihin 133 derinliğinden süzülüp gelen Türk ulusunun deneyimlerinin, birikimlerinin, bilgeliğinin dışavurumudur. Bu öğretinin başöğretmeni ise hiç şüphesiz Mustafa Kemal Atatürk’tür. Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önce Türkçenin korunmasına yönelik birçok fikir akımı ortaya atılmış, birçok kişi Türkçenin korunmasına yönelik görüş bildirmiştir elbet, ancak hiçbiri Türkiye Cumhuriyeti’nin ortaya koyduğu irade kadar onu hukukî zemine oturtarak güvence altına almamıştır. Sadece devletin Türk oluşu, Türkçeyi korumaya muktedir olamaz. Öyle olsaydı 868-1914 yılları arasında Türklerin yönettiği Mısır’ın resmî dili Arapça değil Türkçe olurdu. Yine 963-1925 yılları arasında Türklerin hâkim olduğu İran’ın resmî dili günümüzde Farsça değil de Türkçe olurdu. Dili, kültürü koruyan devlet erkânının etnik yapısı değil de devletin konuya yaklaşımıdır. Bu yaklaşımı belirleyen de doğal olarak devletin izlediği öğretidir. Öğreti yoksa yüzyıllarca yönettiğiniz topraklarda dilinizi de kültürünüzü de kimliğinizi da koruyamazsınız. Bir anlamda öğretisi olmayan geçmiş, bugünü de yarını da kurtaramaz denebilir. Bunun tipik örneği İran’da yaşayan Türklerin durumudur. Günümüzde Türk diline, kültürüne, kimliğine, varlığına yapılan en yoğun baskı, Türklerin yaklaşık 1000 yıl yönettiği İran’da gerçekleşmektedir. İran’da hazırlanan ders kitaplarında Türklerin barbar, uygar olmayan, ilkel halk olduğu bilgisi yer almakta olup; Türk düşmanlığının vatanseverlik olduğu anlayışı çocukların bilinçaltına işlenmektedir. On binlerce Türkçe kitap kütüphanelerden kaldırılmış, kimisi yakılmış kimisi bilinmeyen yerlere taşınmış. Türkçe köy, kent, bölge, çay, dağ adları değiştirilmiş, çocuklara Türkçe ad koymak yasaklanmış. İran yönetimi, bu duruma kimsenin kulak asmayacağını, dur demeyeceğini bildiğinden baskılarını giderek artırmaktadır. Esas sorun bu baskıların yapıldığı İran yönetimi içinde bulunan Türk kökenlilerin soruna bakışıdır. İran’da yönetimin üst düzeyinde bulunan Türk kökenli kişilerin bu duruma sessiz kalmalarının tek nedeni Türklük öğretisinden yoksun olmalarıdır. Türkiye Cumhuriyeti, Türklük doktrini üzerine kurulmamış olsaydı, Osmanlı devletinin devam ettiği dil politikası, kültür politikası devam etmiş olsaydı kesinlikle bu tartışmayı yapmıyor olacaktık. Afrika’daki yerli dillerin ölüp yerlerini Fransızcaya, Arapçaya bıraktığı gibi Anadolu topraklarında da Türkçe sonsuza değin susabilirdi. Elbette Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önce Türkçe yazılıyor, okunuyor, devletin resmî dili olarak kullanılıyordu. Bu durumda Türkçenin varlığını sürdürebileceği düşünülebilir. Ancak Osmanlı Türkçesinin Arapçadan, Farsçadan yaptığı alıntılar Türkçe üzerinde yoğun baskı oluşturmuştu. Kimi durumlarda bir dil başka bir dilin yerine geçe- 134 rek dil ölümü gerçekleşir. Kimi durumlarda bir dil, başka dillerden kaldıramayacağı ölçüde alıntı yaptığında ölür. Bu durumda başka dillerden aldığı alıntıların altında ezilen bir dilin üzerine yeni bir dil doğmuş olur. Bu dil var olan dillerden herhangi biri değildir. Bu dil birçok alıntılar alarak köklerinden ayrılan bir dilin üzerine inşa edilmiş yeni bir dildir. Konunun anlaşılması için Eski Türkçe, Eski Anadolu Türkçesi ve Osmanlı Türkçesinden aldığımız örneklere göz atalım: Eski Türkçe (Kül Tigin Yazıtı, yıl 732): Beglik urı ogluŋ kul boldı, işilik kız ogluŋ küŋ boldı. Eski Anadolu Türkçesi (Dedem Korkut Kitabı, 14. Yüzyıl): Yedi gün, yedi gece yortdı. Oġuzuŋ serḥaddine çıḳdı çadır dikdürdi. Osmanlı Türkçesi: (Mehmet Nergisi, 17. yüzyıl) Āşiḳa menşur-ı cāh-ı şādmānīdür ḫaṭuŋ - ḥāṣıl mazmun-i ḥükm-i kāmrānīdür ḫaṭuŋ. Türkçenin üç farklı döneminden aldığımız bu örneklerden Türkiye Türkçesini bilen birine anlaşılması zor olan örnek Osmanlı Türkçesinden aldığımız örnektir, diyebiliriz. 1400 yıl önce Moğolistan’da taşa yontulan tümce, 400 yıl önce Osmanlı sınırları içinde kaleme alınmış örnek dizeden Türkiye Türkçesine daha yakındır. Örnek verdiğimiz āşiḳa menşur-ı cāh-ı şādmānīdür ḫaṭuŋ - ḥāṣıl mazmun-i ḥükm-i kām-rānīdür ḫaṭuŋ dizelerinin Eski Türk edebiyatıyla uğraşan şairlere ait olduğu, Osmanlı sınırları içinde yaşayan halkın bu dili kullanmadığı söylenebilir. Ancak şairlerin, aydınların, yüksek konumlarda bulunan kişilerin kullandığı dilin seçkin dil (prestige language) olduğu, belli bir süre sonra halk tarafından da benimseneceği açıktır. Örnek verdiğimiz bu dizelerde geçen; aşık, menşur, şadımdan, hat, hasıl, mazmun, hüküm, kām ve Kamran sözcükleri artık halkın diline girmiş durumdadır. Farsçayla Arapçanın Türk edebiyatı üzerine oluşturduğu baskı Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu güne değin devam etti. Servet-i Fünun dönemi metinlerinin ağır dilinden bu durumu açıkça görebiliyoruz (Çeltik, 2022: 119). Şu ihtizâra yakın hâl-i inkisârımda Garîk-i neş'e, melâlimle eğlenirsin sen, Açıp nigâhıma dilber, safâlı bir mehtap Bütün gurûr-ı mesârınla pîş-i ye'simden Güler, geçer, bırakırsın bir iştiyâk-ı harap, Bir iştiyâk-ı muharrib dil-i nizârımda!" 135 Tevfik Fikret’in bu şiiri otuz iki anlamlı birimden oluşmuştur. Bu otuz iki sözcükten yirmisi Türkçe değildir: ihtizâr, inkisâr, garîk-i neş'e, melâlim, nigâh, dilber, safâ, mehtap, gurûr-ı mesâr, pîş-i ye'si, iştiyâk-ı harap, iştiyâk-ı muharrib dil-i nizârımda. Bu yirmi sözcükten onu günümüz Türkçesine girmiş durumdadır: hâl, gark, neşe, melâl, dilber, safa, mehtap, gurur, iştiyak, harap. Alıntı sözcüklerin Türkçe üzerinde oluşturulan baskı edebî dille sınırlı değildi. Türkçe bilim dili tamamıyla alıntı sözcüklerin istilası altındaydı. Osmanlı dönemi kaynaklarında geometriyle ilgili aşağıdaki gösterdiğim formül, konunun anlaşılması bakımından yeterli olur diye düşünüyorum1: Bir müsellesin mesahat-i sathiyesi kaidesiyle irtifainin hasıl-ı darpının nısfına müsavidir. Bilindiği üzere M. Kemal Atatürk, terimlerin Türkçeleştirilmesi amacıyla Geometri adında bir kitap yazmıştır. Atatürk’ün yazdığı Geometri kitabından sonra söz konusu formül şöyle olmuştur: Bir üçgenin alanı tabanıyla yüksekliğinin çarpımının yarısına eşittir. Elbette konuşma dili edebî dil gibi, bilim dili gibi yabancı sözcüklerin istilasına girmemiştir. Ancak çeşitli alanlarda kullanılan dillerin zamanla konuşma dilini de etkileyeceği kesindir. Bu süreç devam etmiş olsaydı Türkiye’de Türkçe yerine başka bir dil konuşuluyor olabilirdi. Farklı sebeplerle birçok dilden kelimeler ve yapılar alınarak ortaya çıkan örnek diller vardır. Dilbiliminde bu dillere pidgin ve creol dilleri denir (Demirci, 2004: 41). M. Kemal Atatürk, Türkçe olmadan Türklüğün ayakta kalamayacağının farkındaydı. Türkçenin de kurumsal düzeyde korunmadan yok olacağının bilinceydi. Bu nedenle öğretisini stratejik girişimlerle güvence altına almak istemiştir. Bu bağlamda attığı en önemli somut adımlar şunlardır: 1-Mustafa Kemal Atatürk, 12 Temmuz 1932'de bugünkü adı Türk Dili Kurumu olan Türk Dili Tetkik Cemiyeti’ni kurdu. 2-Atatürk, ölümünden sonra Türkçenin korunacağından emin olmak için mal varlığının %50’sini bu kuruma bağışlar. Atatürk’ün kendi el yazısıyla kaleme aldığı vasiyeti altı maddeden oluşmaktadır. Bu vasiyetin altıncı maddesi şöyledir: Her sene nemâdan mütebaki miktar yarı yarıya, Türk Tarih ve Dil Kurumlarına tahsis edilecektir.2 3-M. Kemal Atatürk, terimlerin Türkçeleştirilmesi amacıyla Geometri kitabını yazmıştır. Atatürk’ün ürettiği açı, açıortay, alan, artı, beşgen, boyut, 1 2 https://www.youtube.com/shorts/U6vnaClYja0 https://www.ttk.gov.tr/belgelerle-tarih/ataturkun-vasiyeti/ 136 bölü, çap, çarpı, çekül, çember, dışters açı, dikey, dörtgen, düşey, düzey, eğik, eksi, eşit, eşkenar, gerekçe, içters açı, keşit, konum, köşegen, oran, orantı, paralelkenar, taban, toplam, türev, uzam, uzay, üçgen, varsayı, yamuk, yatay, göndeş gibi birçok kavram günümüzde etkin biçimde kullanılmaktadır (Uğurlu, 2006: XII). Her öğretide olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini oluşturan Türklük öğretisi de yeni kazanımları, yeni sorunları beraberinde getirmişti. M. Kemal Atatürk’ün uygulamaya koyduğu Türklük öğretisiyle ilgili karşılaştığı sorunlara ayrı ayrı stratejilerle karşılık verdiğini görüyoruz. Bu sorunlardan biri, yeni kurulmuş devletin sınırları içinde kalan, ancak Türk olmayan azınlıklardı. Atatürk, Türklük üzerine kurulmuş siyasî iradenin, cumhuriyet felsefesinin ırkçı olmadığını, Ne mutlu Türküm diyene söylemiyle dile getirmiş, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkes Türk’tür tanımlamasıyla bu söylemine hukukî boyut kazandırmıştır. Dille kültür birbirini besler birbirlerini korur, kollar. Aralarından herhangi biri geri çekildiğinde öteki uzun süre varlık gösteremez. Dil ölümü kültür ölümünü, kültür ölümü de dil ölümünü beraberinde getirir. Birinin ayakta durması için ötekinin varlığına ihtiyacı vardır. Herhangi bir dili kültürü paylaşan topluluğun yönetim aygıtlarını ele geçirmesiyle devlet doğar. Devletin kurucu iradesi kendisini ortaya çıkaran ögelerden herhangi biriyle kendini tanımlayabilir. Bu tanımlama devletin kurucu ailesi (hanedan), din, ulus, coğrafî tanımlama, birkaç ulusun ortaya koyduğu anlaşma, ittifak olabilir. Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucu iradesi 137 kendini Türk ulusuna dayanarak tanımlamak istemiştir. Bu tanımlamanın arkasında birçok etken vardı. XX. yüzyılın koşullarında din, coğrafî bilinç veya herhangi bir ittifaka dayalı devlet kurma olasılığı ortadan kalkmıştı. Büyük imparatorlukların dağılmasıyla ulus devlet kurma düşüncesi baskın konumdaydı. Türkiye Cumhuriyeti işbu sosyal, siyasal koşullarda doğdu, dönemin baskın düşüncesi olan ulusalcılık üzerine kendini tanımladı. Türkiye Cumhuriyetini kurucu önderi M. Kemal Atatürk, ulus devletin temel dayanağı olan ulusu ulus yapan ana etkenin dil olduğunu biliyordu. Öğretisi olmayan bir ulusun önce dilini, kültürünü ardından devletini kaybedeceğini çok iyi görmüştü. Atatürk, bu doğrultuda düşüncesini söyleme, söylemini eyleme geçirmek suretiyle Türk tarihinde ayrıcalıklı bir konuma oturmuştur. M. Kemal Atatürk sadece asker, sadece devlet adamı değil; o aynı zamanda öğretisi (doktrini) olan bir bilge, kendi öğretisini (doktrinini) stratejik adımlarla güvence altına alan bir dehadır. Bu büyük dehanın ortaya çıktığı günlerde neredeyse bütün dünya ülkeleri Türkçenin yeryüzünden silinmesi konusunda işbirliğine girmişti. Anadolu dışında kalan bütün Türk yurtları bağımsızlığını yitirmiş, istisnasız yeryüzünde yaşayan bütün Türkler baskı altına alınmış, birçok ülkede Türküm demek bile yasaklanmıştı. Türk tarihinin bu karanlık günlerinde Türk’ün dilini, kültürünü, adını koruyacak bir öğretiye, bu öğretiyi hayata geçirecek kurtarıcı olarak ortaya çıktı M. Kemal Atatürk. Anadolu Türklüğü açısından değerlendirildiğinde M. Kemal Atatürk, başarılı bir komutan, saygın bir siyasî kişilik; Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu önderidir. Ancak dünya Türkleri açısından bakıldığında Atatürk, Türklüğü ayakta tutan, Türkçenin nefes alması konusunda stratejik adımlar atan bir kurtarıcıdır. O, Türk dilini, Türk töresini manevi değerler seviyesinde tutmayı öğreten bilgedir. Bu nedenle günümüzde bağımsız Türk cumhuriyetleri dâhil bütün Türk boyları arasında saygıyla anılmaktadır. Bu yönüyle M. Kemal Atatürk dünya Türklerini birbirine bağlayan değerlerden biridir. 138 139