1967 yılında İstanbul'da doğdu, lisans öğrenimini İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazete... more 1967 yılında İstanbul'da doğdu, lisans öğrenimini İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Bölümü'nde tamamladı. Aynı üniversitede halkla ilişkiler alanında yüksek lisans yaptı. Uzun yıllar profesyonel olarak reklam ve medya sektöründe çalıştı. 1995 yılında kurumsal iletişim üzerine Türkiye'deki ilk şirketlerden birini kurdu. 2000 yılında akademisyenliğe başladı. Lisans üstü eğitimini Ankara Üniversitesi'nde tamamladı. Türkiye'nin pek çok üniversitesinde iletişim ve sinema üzerine dersler verdi, seminerler yürüttü. 2010-2012 yılları arasında "Sinema Hayatı Anlatır" başlıklı seminer dizisiyle sinema kültürünü yaymak için konferanslar düzenledi.
Global Journal on Humanities and Social Sciences, 2016
Having served as the capital of Tsarist Russia for two hundred years until the Bolshevik Revoluti... more Having served as the capital of Tsarist Russia for two hundred years until the Bolshevik Revolution in 1917, the second biggest city of Russia and her gate to Europe, St Petersburg is the city full of historical buildings of fantastic architecture with its historical texture. Because of its historical and cultural significance, St. Petersburg is in UNESCO’s List of World Heritage Sites.On one side, there we have St. Petersburg, a fascinating city, the subject of Dostoyevsky’s novels, with cathedrals, churches, palaces, bridges, statues, and museums, housing rich cultural and historical heritage; on the other side, there we see jewels, reflecting the soul of women and embellishing their bodies.With this study, inspired by the authenticity and the city’s architectural pattern, innovative designs have been created via advanced 3D modeling technology. Thus, it was aimed that the beauty of the grandeur of history could be utilized as accessories, gaining a new functionality and transferr...
Journal of Educational Technology and Online Learning
This study examined the influence of active learning method on students’ achievements in and atti... more This study examined the influence of active learning method on students’ achievements in and attitudes towards simple electric circuits within the scope of the course of physics. The active learning method allows students to structure the information themselves by doing and experiencing. The study was carried out with 28 students from the department of Computer Education and Instructional Technologies of a state university in a period of five weeks including the process of data collection within the scope of the physics lesson unit of Simple Electric Circuits. In the application process of nine course hours in three weeks, the lesson unit of Simple Electric Circuits was taught to the students with the help of simulation-like activities that they developed based on their own coding using the programming environment of Scratch to solve the given problems. In the study, as the data collection tool, the “Attitude Scale for the Lesson Unit of Simple Electric Circuits” developed by Erdal TAŞLIDERE and Ali ERYILMAZ, the Simple Electric Circuits Achievement Test developed by the researcher of this study and a semi-structured interview form again developed by the researcher were used. For the analysis of the quantitative data collected in the study, the paired-samples t-test, one of parametric test techniques, was used. As for the analysis of the qualitative data, descriptive analysis was applied. The findings obtained in the study demonstrated that the active learning environment established using the programming environment of Scratch had significant influence on the students’ achievements in the lesson unit of Simple Electric Circuits. In addition, according to the results, no significant difference was found between the attitude scale pretest and posttest mean scores. Lastly, the semi-structured interviews held with the students revealed that the active learning method carried out for the learners supported permanent learning thanks to the visual contents included, concretized and made learning entertaining and that teaching with the help of this method should be made common.
Seçmen Duygularının Yönetimi: Siyasi Mesajların Üretim Stratejileri Ve Seçmen Duygularına Hakim O... more Seçmen Duygularının Yönetimi: Siyasi Mesajların Üretim Stratejileri Ve Seçmen Duygularına Hakim Olma İddiası: 1987 Yılı, Shp'nin"Limon" Kampanyası Örneği…. Öz: Seçmen davranışlarının somut göstergesi olan 'oy verme", her seçim döneminde öncelikle ekonomik beklentilere yönelik bir eylemle gerçekleşmesine rağmen, siyasal partilerin propaganda dönemlerinde kullandıkları mesajların etkisi de yadsınamaz. Siyasi parti söylemi, mesaj, seçmen algısı ve oy verme kararı düzleminin 1980'lerden bu yana geçirdiği aşamalar başlı başına bir çalışma konusudur. Bu makalenin amacıysa; Türkiye'de profesyonel olarak propaganda çalışmalarının başlangıcı sayılan 1987 yılı genel seçimlerinin, mesaj-seçmen ilişkisi bağlamında incelenerek, bu alandaki çalışmalara referans oluşturmaktır. Sivil iktidara geçişin ikinci seçimi olan 1987 seçimlerinin efsane olarak nitelendirilen Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP)'nin "limon" konseptli kampanyası, kullanılan metafor ve anlamlandırma açısından iyi bir örnek olduğu iddiasıyla seçilmiştir. Anahtar Kelimeler: Seçmen davranışları, propaganda, siyasi mesaj, algı yönetimi, duygu sosyolojisi Abstract: Even though "voting", a concrete indicator of voter behavior, primarily occurs with an action towards economic expectations in every electoral period, the effect of messages used by political parties during the propaganda period cannot be undermined. The phases experienced since the 1980s within the platform of political party discourse, message, perception of voter and decision to vote is a field of study in itself. The purpose of this article is to analyze the 1987 general elections, which is seen as the starting point for the running of professional propaganda, within the context of message-voter relationship and to set the pace for the studies in this field. The "lemon" campaign of SHP (Socialist Democrat Populist Party), which is characterized as a legend during the 1987 elections-the second election of the transition to civilian authority-is chosen as it is an appropriate example in terms of the metaphor being used and sense-making.
Yeşilçam sinemasının 1960-1970 yılları arasındaki dönem melodramların altın çağının yaşandığı dön... more Yeşilçam sinemasının 1960-1970 yılları arasındaki dönem melodramların altın çağının yaşandığı dönemdi. Zıtlıklar üzerine kurulan melodramlarda en çok işlenen hikaye zengin kız-fakir oğlandı. Bu 10 yıllık süreç, Dünya sinemalarıyla karşılaştırıldığında en çok film üreten ülke ünvanının da Türk Sineması'na ait olmasını sağladı. Türk Sineması'ndaki " star " sisteminin başladığı ve her bir kahramanın birer fenomen olduğu zamanlarda, özellikle kadın yıldızlar, sadece sinemaya değil, modaya da damgasını vurmuştu. Melodramlarda kullanılan kıyafetler, henüz modacıların elinden çıkmamıştı, giysi sponsoru kavramı ise tamamen yabancıydı. Her filmin kadın yıldızı, filmin hikayesine uygun olarak kendi bütçeleri ve öngörüleriyle kıyafetlerini hazırlıyor, film için aldığı bedelin büyük bir kısmını bu kıyafetlere harcıyordu. Örneğin Türkan Şoray röportajlarında, bu bütçenin oldukça ciddi bir bedel olduğunu belirtmiştir. Filmlerin birbiri peşi sıra çekilmesi, neredeyse haftalık bir sirkülasyonda vizyona girmesi nedeniyle, bir filmde kullanılan kıyafet, başka bir filmde kullanılamıyordu. Bu handikap, yıldızların kıyafet konusunda oldukça zorlanmasına neden oldu. Yeşilçam Sineması'nın kadınları ne kadar belliyse, kıyafetlerinin formu, aksesuarları ve renkleri de o kadar belliydi. Örneğin; Fatma Girik, her filminde mutlaka mavi rengi kullanıyor, özellikle eşarp ve kaşkollarda bu rengi tercih ediyordu. Mavi renk, Fatma Girik'in muhteşem mavi gözlerinin ve gece siyahı saçlarının olmazsa olmazıydı. Anadolunun mücadeleci kadının sembolü olan Fatma Girik, aynı zamanda gerçek hayattaki " Erkek Fato " yakıştırmasına uygun maskülen bir tarzın da temsilcisiydi. Yeşilçam'ın en cesur kadın yıldızı olan Girik'in kuralları, yasakları yoktu. Dekolteyi de iyi taşıyordu, mini eteği de. Hülya Koçyiğit, Türk Sineması'nın hanım hanımcık yıldızıydı. Ailenin kızı, masum ve mazlumdu. Köylü kıyafetlerinin (Kınalı Yapıncak) içinde bile kentli olduğu havasını taşıyordu. Kezban olduğunda Roma'ya veya Paris'e gidip Avrupai eğitimler alsa da hanımefendiliğini ve masumiyetini kaybetmiyor, seçtiği kıyafetlerde feminen olmaktan çok şık olmayı temsil ediyordu. Avrupa; modanın, asaletin, salon kadını olmanın tek kaynağıydı Yeşilçam hikayelerinde. Ya Avrupa'ya gidilirdi ya da Avrupalı birinden dersler alınırdı. Türkiye'nin modernleşme çırpınışlarının ve batı hayranlığının göstergeleri bu filmlerdi. Hülya Koçyiğit, Türk sinemasının neredeyse tek döpiyes (etek-ceket takım) giyen başrol oyuncusuydu. Ekose kumaşlar, döpiyesleri tamamlayan şapkalar ve eldivenler, gece elbiselerinde şifonlar, Hülya Koçyiğit'in tercihleri olarak yansıdı beyaz perdeye. Filiz Akın; Yeşilçam'ın Avrupalı simasıydı. Kendinden sarı saçları, ince fiziği, zarafeti ve güzelliği ile fethetti sinema seyircisini. Köy öğretmenini canlandırdığı filmlerde bile, o köyün kızı olmadı hiç. Büyükşehirden gelen, idealist, modern bir öğretmendi o. Hayata bakışı gibi sadeydi kıyafetleri. Sevgilisi, kendisini hor görüp terkettiğinde, arkasından şehre gider ve erkeğin sosyetik (!) çevresine uyum sağlamak için en moda kıyafetlerle cazibeli hale gelirdi. Ya da kendi halinde, gariban bir fıstıkçı kızken, patron tarafından keşfedilip şarkıcı olduğunda renklerin, çeşitli saç tasarımlarıyla dikkat çeken perukların, kürklerin baştan çıkarıcılığına kapılırdı. Gündüz pantalonlar, rengarenk kazaklar, uzun yelekler, tuniklerle namuslu (!) ev kızı olurken, geceleri gazinoların göz kamaştırıcılığı ile bütünleşirdi. Ama hep manken gibiydi, hep hayranlıkla izlenirdi.
ÖZET Modernitenin ortaya çıkardığı bir tür olarak kabul edilen melodram, bu nedenle modernitenin ... more ÖZET Modernitenin ortaya çıkardığı bir tür olarak kabul edilen melodram, bu nedenle modernitenin getirdiği tüm temsilleri taşır. Modernitenin kentteki görünümleri, bireyler arasındaki ilişkileri biçimlendirmesi, geleneksel ile modernlik arasındaki bocalamalar, modernliğin yüceltilmesi ama son tahlilde geleneksele dönülmesi, modern hayatın getirilerinden yararlanılırken, duygusal ilişkilerde geleneksel kadın-erkek davranışlarının bırakılmaması melodram-modernite etkileşimini farklı bağlamlarda sunarken, moderniteye yönelik eleştirilerini de dile getirmiştir.
Liderlik kavramının tartışılması 1960'lı yılların ilk yarısına denk gelir. ABD'de yapılan bir baş... more Liderlik kavramının tartışılması 1960'lı yılların ilk yarısına denk gelir. ABD'de yapılan bir başkanlık seçimi sırasında yapılan araştırmalar medya kadar, hatta belki de ondan daha güçlü bir kavramı gündeme taşımıştır: Kanaat Önderleri. Bu kavram bugün sosyal liderlik kavramının eşdeğeridir. Çünkü " kanaat önderleri " , bilgi donanımları, karizmatik kişilikleri, topluma yön verebilme kabiliyetleriyle öne çıkarlar. Sosyal liderler, hem toplumsal, hem de kurumsal alanda farklı ve özgün bir kimliğin temsilcileridir. Küreselleşme sonrasında çok uluslu şirketlerin yerel pazara girmesi ve ortaklık yapısıyla geleneksel kurumlardaki örgüt işleyişlerini değiştirmesi sonucunda kurumsallaşmanın önemi anlaşılmıştır. Özellikle hizmet sektöründe yer alan şirketler hızlı bir re-organizasyon süreci geçirmiş ve şirket sahiplik pozisyonundan , en alt pozisyonda çalışan elemana kadar kurum içi hiyerarşik yapı ve müşterilerle bağlantılı kurum dışı faaliyetler yeniden yapılandırılmıştır. Bu durum hiyerarşik yapıda en üst pozisyonda yer alan patron ya da genel müdürün profesyonel yöneticilikten ziyade bir lider olarak öne çıkmasını zorunlu hale getirmiştir. Şirketlerin kurumsallaşma sürecinde, günümüz iş dünyası bu liderlik anlayışını " Sosyal Liderlik " e dönüştürmüştür. İş dünyasının liderleri, " sosyal liderlik " politikasını, kişisel özellikleri, iş dünyası içindeki problemlere yaklaşımları, ekip ruhu oluşturma ve yönetme konusundaki başarıları, kurumsal aidiyet yaratma stratejileri, çözüm odaklı ve yapıcı yaklaşımları ile gerçekleştirmektedir. Dolayısıyla kurumlar, bu tür liderlerle kurum yaşam grafiğini yukarılara çıkartırken, sektörel alandaki rekabette de başarıyı yakalarlar. Sosyal liderler, kurum içi ve kurum dışı faaliyetlerin doğal temsilcileridir ve sadece bulundukları kurumları değil, iş hayatının işleyiş felsefesini de değiştirirler. Geleneksel liderlikten sosyal liderliğe geçiş , kurumları da, toplumları da bulundukları platformda liderliğe taşıyan bir yönetim sürecidir. Aynı yaklaşımla siyasal düzendeki sosyal liderliğin de kaçınılmaz kriterleri vardır. Hitabet gücü ya da saldırgan tutumlar asla sosyal liderliğin bir parçası değildir. Bu sadece kitleleri geçici bir süreliğine etkilemeyi sağlar, o kadar. Eğitim, bilgi birikimi, insancıl tutumlar, uzlaşmacı tavırlar, kişisel değil kitlesel kalkınma anlayışı, zalimi değil mazlumu koruma içgüdüsü, eşitlikçi bir dünya görüşü ve vicdanı olmayan liderler(!), sadece geçici zaman dilimlerine hükmedebilirler.
ÖZET Modernitenin ortaya çıkardığı bir tür olarak kabul edilen melodram, bu nedenle modernitenin ... more ÖZET Modernitenin ortaya çıkardığı bir tür olarak kabul edilen melodram, bu nedenle modernitenin getirdiği tüm temsilleri taşır. Modernitenin kentteki görünümleri, bireyler arasındaki ilişkileri biçimlendirmesi, geleneksel ile modernlik arasındaki bocalamalar, modernliğin yüceltilmesi ama son tahlilde geleneksele dönülmesi, modern hayatın getirilerinden yararlanılırken, duygusal ilişkilerde geleneksel kadın-erkek davranışlarının bırakılmaması melodram-modernite etkileşimini farklı bağlamlarda sunarken, moderniteye yönelik eleştirilerini de dile getirmiştir.
Seçmen davranışlarının somut göstergesi olan 'oy verme", her seçim döneminde öncelikle ekonomik b... more Seçmen davranışlarının somut göstergesi olan 'oy verme", her seçim döneminde öncelikle ekonomik beklentilere yönelik bir eylemle gerçekleşmesine rağmen, siyasal partilerin propaganda dönemlerinde kullandıkları mesajların etkisi de yadsınamaz. Siyasi parti söylemi, mesaj, seçmen algısı ve oy verme kararı düzleminin 1980'lerden bu yana geçirdiği aşamalar başlı başına bir çalışma konusudur. Bu makalenin amacıysa; Türkiye'de profesyonel olarak propaganda çalışmalarının başlangıcı sayılan 1987 yılı genel seçimlerinin, mesaj-seçmen ilişkisi bağlamında incelenerek, bu alandaki çalışmalara referans oluşturmaktır. Sivil iktidara geçişin ikinci seçimi olan 1987 seçimlerinin efsane olarak nitelendirilen Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP)'nin "limon" konseptli kampanyası, kullanılan metafor ve anlamlandırma açısından iyi bir örnek olduğu iddiasıyla seçilmiştir.
Geleneksel liderlikten sosyal liderliğe geçiş , kurumları da, toplumları da bulundukları platform... more Geleneksel liderlikten sosyal liderliğe geçiş , kurumları da, toplumları da bulundukları platformda liderliğe taşıyan bir yönetim sürecidir.
The period starting with the election of İsmet İnönü as the president on 11 November 1938 who was... more The period starting with the election of İsmet İnönü as the president on 11 November 1938 who was also announced as “Milli Şef’ (National Chief) lasted until the elections in 1950. The years between 1938 and 1946 are called as “the period of National Chief with one political party” and the ones between 1946 and 1950 are “the period of National Chief with multi political parties”. Starting with the World War II in 1939, extraordinary economical, political and social applications were to be implemented and the general characteristics of “the period of National Chief” were started to be formed. Regarding the political life, it is seen that there were continously changing governments and trial and error policy was implemented by laws. However, the most striking feature of this period is that oppressive activities were frequently performed with the effect of war. The oppression of the one-party-one-authority government on media which was seen as the medium by which the government could achieve its legitimacy brought the media at the stage of struggling to survive. The Act of Media was changed in 1938 by increasing punishments and all power on media was assigned to organisations loyal to the government. This situation created opportunities for the government to apply its desultory attitude. Moreover, journalists who were also members of the government are allowed to act freely, whereas opponent journalists were frequently introduced with physical and moral sanctions.
Among journalists at Babıali, Bedii Faik was drawn attention with his opponent attitude towards İsmet İnönü in this period. He was the first journalist writing his opponent ideas. He started his career in journalism at Son Saat Gazzette, and continued at Demirkırat, Tasvir, Tan, Milliyet and Dünya Gazzettes. When his writings between 1946-1950 are examined, both the whole picture of this period and the reasons of his opponent ideas can be seen clearly. He generally focused on blunders of the government’s policies, the anti-democratic structure of Media Act, injustice in applications, implicit cencorship and the strong desire for democracy. Furthermore, Bedii Faik had a different style from other writers of the same era.
As a part of the period starting with the foundation of Turkish Republic in 1923 up to the present day, “the media of National Chief period” is seen as the media of a period when a struggle to survive under an oppressive regime was seen, and Bedii Faik is seen as the representative of arising opponent ideas in this kind of regime.
1967 yılında İstanbul'da doğdu, lisans öğrenimini İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazete... more 1967 yılında İstanbul'da doğdu, lisans öğrenimini İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Bölümü'nde tamamladı. Aynı üniversitede halkla ilişkiler alanında yüksek lisans yaptı. Uzun yıllar profesyonel olarak reklam ve medya sektöründe çalıştı. 1995 yılında kurumsal iletişim üzerine Türkiye'deki ilk şirketlerden birini kurdu. 2000 yılında akademisyenliğe başladı. Lisans üstü eğitimini Ankara Üniversitesi'nde tamamladı. Türkiye'nin pek çok üniversitesinde iletişim ve sinema üzerine dersler verdi, seminerler yürüttü. 2010-2012 yılları arasında "Sinema Hayatı Anlatır" başlıklı seminer dizisiyle sinema kültürünü yaymak için konferanslar düzenledi.
Global Journal on Humanities and Social Sciences, 2016
Having served as the capital of Tsarist Russia for two hundred years until the Bolshevik Revoluti... more Having served as the capital of Tsarist Russia for two hundred years until the Bolshevik Revolution in 1917, the second biggest city of Russia and her gate to Europe, St Petersburg is the city full of historical buildings of fantastic architecture with its historical texture. Because of its historical and cultural significance, St. Petersburg is in UNESCO’s List of World Heritage Sites.On one side, there we have St. Petersburg, a fascinating city, the subject of Dostoyevsky’s novels, with cathedrals, churches, palaces, bridges, statues, and museums, housing rich cultural and historical heritage; on the other side, there we see jewels, reflecting the soul of women and embellishing their bodies.With this study, inspired by the authenticity and the city’s architectural pattern, innovative designs have been created via advanced 3D modeling technology. Thus, it was aimed that the beauty of the grandeur of history could be utilized as accessories, gaining a new functionality and transferr...
Journal of Educational Technology and Online Learning
This study examined the influence of active learning method on students’ achievements in and atti... more This study examined the influence of active learning method on students’ achievements in and attitudes towards simple electric circuits within the scope of the course of physics. The active learning method allows students to structure the information themselves by doing and experiencing. The study was carried out with 28 students from the department of Computer Education and Instructional Technologies of a state university in a period of five weeks including the process of data collection within the scope of the physics lesson unit of Simple Electric Circuits. In the application process of nine course hours in three weeks, the lesson unit of Simple Electric Circuits was taught to the students with the help of simulation-like activities that they developed based on their own coding using the programming environment of Scratch to solve the given problems. In the study, as the data collection tool, the “Attitude Scale for the Lesson Unit of Simple Electric Circuits” developed by Erdal TAŞLIDERE and Ali ERYILMAZ, the Simple Electric Circuits Achievement Test developed by the researcher of this study and a semi-structured interview form again developed by the researcher were used. For the analysis of the quantitative data collected in the study, the paired-samples t-test, one of parametric test techniques, was used. As for the analysis of the qualitative data, descriptive analysis was applied. The findings obtained in the study demonstrated that the active learning environment established using the programming environment of Scratch had significant influence on the students’ achievements in the lesson unit of Simple Electric Circuits. In addition, according to the results, no significant difference was found between the attitude scale pretest and posttest mean scores. Lastly, the semi-structured interviews held with the students revealed that the active learning method carried out for the learners supported permanent learning thanks to the visual contents included, concretized and made learning entertaining and that teaching with the help of this method should be made common.
Seçmen Duygularının Yönetimi: Siyasi Mesajların Üretim Stratejileri Ve Seçmen Duygularına Hakim O... more Seçmen Duygularının Yönetimi: Siyasi Mesajların Üretim Stratejileri Ve Seçmen Duygularına Hakim Olma İddiası: 1987 Yılı, Shp'nin"Limon" Kampanyası Örneği…. Öz: Seçmen davranışlarının somut göstergesi olan 'oy verme", her seçim döneminde öncelikle ekonomik beklentilere yönelik bir eylemle gerçekleşmesine rağmen, siyasal partilerin propaganda dönemlerinde kullandıkları mesajların etkisi de yadsınamaz. Siyasi parti söylemi, mesaj, seçmen algısı ve oy verme kararı düzleminin 1980'lerden bu yana geçirdiği aşamalar başlı başına bir çalışma konusudur. Bu makalenin amacıysa; Türkiye'de profesyonel olarak propaganda çalışmalarının başlangıcı sayılan 1987 yılı genel seçimlerinin, mesaj-seçmen ilişkisi bağlamında incelenerek, bu alandaki çalışmalara referans oluşturmaktır. Sivil iktidara geçişin ikinci seçimi olan 1987 seçimlerinin efsane olarak nitelendirilen Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP)'nin "limon" konseptli kampanyası, kullanılan metafor ve anlamlandırma açısından iyi bir örnek olduğu iddiasıyla seçilmiştir. Anahtar Kelimeler: Seçmen davranışları, propaganda, siyasi mesaj, algı yönetimi, duygu sosyolojisi Abstract: Even though "voting", a concrete indicator of voter behavior, primarily occurs with an action towards economic expectations in every electoral period, the effect of messages used by political parties during the propaganda period cannot be undermined. The phases experienced since the 1980s within the platform of political party discourse, message, perception of voter and decision to vote is a field of study in itself. The purpose of this article is to analyze the 1987 general elections, which is seen as the starting point for the running of professional propaganda, within the context of message-voter relationship and to set the pace for the studies in this field. The "lemon" campaign of SHP (Socialist Democrat Populist Party), which is characterized as a legend during the 1987 elections-the second election of the transition to civilian authority-is chosen as it is an appropriate example in terms of the metaphor being used and sense-making.
Yeşilçam sinemasının 1960-1970 yılları arasındaki dönem melodramların altın çağının yaşandığı dön... more Yeşilçam sinemasının 1960-1970 yılları arasındaki dönem melodramların altın çağının yaşandığı dönemdi. Zıtlıklar üzerine kurulan melodramlarda en çok işlenen hikaye zengin kız-fakir oğlandı. Bu 10 yıllık süreç, Dünya sinemalarıyla karşılaştırıldığında en çok film üreten ülke ünvanının da Türk Sineması'na ait olmasını sağladı. Türk Sineması'ndaki " star " sisteminin başladığı ve her bir kahramanın birer fenomen olduğu zamanlarda, özellikle kadın yıldızlar, sadece sinemaya değil, modaya da damgasını vurmuştu. Melodramlarda kullanılan kıyafetler, henüz modacıların elinden çıkmamıştı, giysi sponsoru kavramı ise tamamen yabancıydı. Her filmin kadın yıldızı, filmin hikayesine uygun olarak kendi bütçeleri ve öngörüleriyle kıyafetlerini hazırlıyor, film için aldığı bedelin büyük bir kısmını bu kıyafetlere harcıyordu. Örneğin Türkan Şoray röportajlarında, bu bütçenin oldukça ciddi bir bedel olduğunu belirtmiştir. Filmlerin birbiri peşi sıra çekilmesi, neredeyse haftalık bir sirkülasyonda vizyona girmesi nedeniyle, bir filmde kullanılan kıyafet, başka bir filmde kullanılamıyordu. Bu handikap, yıldızların kıyafet konusunda oldukça zorlanmasına neden oldu. Yeşilçam Sineması'nın kadınları ne kadar belliyse, kıyafetlerinin formu, aksesuarları ve renkleri de o kadar belliydi. Örneğin; Fatma Girik, her filminde mutlaka mavi rengi kullanıyor, özellikle eşarp ve kaşkollarda bu rengi tercih ediyordu. Mavi renk, Fatma Girik'in muhteşem mavi gözlerinin ve gece siyahı saçlarının olmazsa olmazıydı. Anadolunun mücadeleci kadının sembolü olan Fatma Girik, aynı zamanda gerçek hayattaki " Erkek Fato " yakıştırmasına uygun maskülen bir tarzın da temsilcisiydi. Yeşilçam'ın en cesur kadın yıldızı olan Girik'in kuralları, yasakları yoktu. Dekolteyi de iyi taşıyordu, mini eteği de. Hülya Koçyiğit, Türk Sineması'nın hanım hanımcık yıldızıydı. Ailenin kızı, masum ve mazlumdu. Köylü kıyafetlerinin (Kınalı Yapıncak) içinde bile kentli olduğu havasını taşıyordu. Kezban olduğunda Roma'ya veya Paris'e gidip Avrupai eğitimler alsa da hanımefendiliğini ve masumiyetini kaybetmiyor, seçtiği kıyafetlerde feminen olmaktan çok şık olmayı temsil ediyordu. Avrupa; modanın, asaletin, salon kadını olmanın tek kaynağıydı Yeşilçam hikayelerinde. Ya Avrupa'ya gidilirdi ya da Avrupalı birinden dersler alınırdı. Türkiye'nin modernleşme çırpınışlarının ve batı hayranlığının göstergeleri bu filmlerdi. Hülya Koçyiğit, Türk sinemasının neredeyse tek döpiyes (etek-ceket takım) giyen başrol oyuncusuydu. Ekose kumaşlar, döpiyesleri tamamlayan şapkalar ve eldivenler, gece elbiselerinde şifonlar, Hülya Koçyiğit'in tercihleri olarak yansıdı beyaz perdeye. Filiz Akın; Yeşilçam'ın Avrupalı simasıydı. Kendinden sarı saçları, ince fiziği, zarafeti ve güzelliği ile fethetti sinema seyircisini. Köy öğretmenini canlandırdığı filmlerde bile, o köyün kızı olmadı hiç. Büyükşehirden gelen, idealist, modern bir öğretmendi o. Hayata bakışı gibi sadeydi kıyafetleri. Sevgilisi, kendisini hor görüp terkettiğinde, arkasından şehre gider ve erkeğin sosyetik (!) çevresine uyum sağlamak için en moda kıyafetlerle cazibeli hale gelirdi. Ya da kendi halinde, gariban bir fıstıkçı kızken, patron tarafından keşfedilip şarkıcı olduğunda renklerin, çeşitli saç tasarımlarıyla dikkat çeken perukların, kürklerin baştan çıkarıcılığına kapılırdı. Gündüz pantalonlar, rengarenk kazaklar, uzun yelekler, tuniklerle namuslu (!) ev kızı olurken, geceleri gazinoların göz kamaştırıcılığı ile bütünleşirdi. Ama hep manken gibiydi, hep hayranlıkla izlenirdi.
ÖZET Modernitenin ortaya çıkardığı bir tür olarak kabul edilen melodram, bu nedenle modernitenin ... more ÖZET Modernitenin ortaya çıkardığı bir tür olarak kabul edilen melodram, bu nedenle modernitenin getirdiği tüm temsilleri taşır. Modernitenin kentteki görünümleri, bireyler arasındaki ilişkileri biçimlendirmesi, geleneksel ile modernlik arasındaki bocalamalar, modernliğin yüceltilmesi ama son tahlilde geleneksele dönülmesi, modern hayatın getirilerinden yararlanılırken, duygusal ilişkilerde geleneksel kadın-erkek davranışlarının bırakılmaması melodram-modernite etkileşimini farklı bağlamlarda sunarken, moderniteye yönelik eleştirilerini de dile getirmiştir.
Liderlik kavramının tartışılması 1960'lı yılların ilk yarısına denk gelir. ABD'de yapılan bir baş... more Liderlik kavramının tartışılması 1960'lı yılların ilk yarısına denk gelir. ABD'de yapılan bir başkanlık seçimi sırasında yapılan araştırmalar medya kadar, hatta belki de ondan daha güçlü bir kavramı gündeme taşımıştır: Kanaat Önderleri. Bu kavram bugün sosyal liderlik kavramının eşdeğeridir. Çünkü " kanaat önderleri " , bilgi donanımları, karizmatik kişilikleri, topluma yön verebilme kabiliyetleriyle öne çıkarlar. Sosyal liderler, hem toplumsal, hem de kurumsal alanda farklı ve özgün bir kimliğin temsilcileridir. Küreselleşme sonrasında çok uluslu şirketlerin yerel pazara girmesi ve ortaklık yapısıyla geleneksel kurumlardaki örgüt işleyişlerini değiştirmesi sonucunda kurumsallaşmanın önemi anlaşılmıştır. Özellikle hizmet sektöründe yer alan şirketler hızlı bir re-organizasyon süreci geçirmiş ve şirket sahiplik pozisyonundan , en alt pozisyonda çalışan elemana kadar kurum içi hiyerarşik yapı ve müşterilerle bağlantılı kurum dışı faaliyetler yeniden yapılandırılmıştır. Bu durum hiyerarşik yapıda en üst pozisyonda yer alan patron ya da genel müdürün profesyonel yöneticilikten ziyade bir lider olarak öne çıkmasını zorunlu hale getirmiştir. Şirketlerin kurumsallaşma sürecinde, günümüz iş dünyası bu liderlik anlayışını " Sosyal Liderlik " e dönüştürmüştür. İş dünyasının liderleri, " sosyal liderlik " politikasını, kişisel özellikleri, iş dünyası içindeki problemlere yaklaşımları, ekip ruhu oluşturma ve yönetme konusundaki başarıları, kurumsal aidiyet yaratma stratejileri, çözüm odaklı ve yapıcı yaklaşımları ile gerçekleştirmektedir. Dolayısıyla kurumlar, bu tür liderlerle kurum yaşam grafiğini yukarılara çıkartırken, sektörel alandaki rekabette de başarıyı yakalarlar. Sosyal liderler, kurum içi ve kurum dışı faaliyetlerin doğal temsilcileridir ve sadece bulundukları kurumları değil, iş hayatının işleyiş felsefesini de değiştirirler. Geleneksel liderlikten sosyal liderliğe geçiş , kurumları da, toplumları da bulundukları platformda liderliğe taşıyan bir yönetim sürecidir. Aynı yaklaşımla siyasal düzendeki sosyal liderliğin de kaçınılmaz kriterleri vardır. Hitabet gücü ya da saldırgan tutumlar asla sosyal liderliğin bir parçası değildir. Bu sadece kitleleri geçici bir süreliğine etkilemeyi sağlar, o kadar. Eğitim, bilgi birikimi, insancıl tutumlar, uzlaşmacı tavırlar, kişisel değil kitlesel kalkınma anlayışı, zalimi değil mazlumu koruma içgüdüsü, eşitlikçi bir dünya görüşü ve vicdanı olmayan liderler(!), sadece geçici zaman dilimlerine hükmedebilirler.
ÖZET Modernitenin ortaya çıkardığı bir tür olarak kabul edilen melodram, bu nedenle modernitenin ... more ÖZET Modernitenin ortaya çıkardığı bir tür olarak kabul edilen melodram, bu nedenle modernitenin getirdiği tüm temsilleri taşır. Modernitenin kentteki görünümleri, bireyler arasındaki ilişkileri biçimlendirmesi, geleneksel ile modernlik arasındaki bocalamalar, modernliğin yüceltilmesi ama son tahlilde geleneksele dönülmesi, modern hayatın getirilerinden yararlanılırken, duygusal ilişkilerde geleneksel kadın-erkek davranışlarının bırakılmaması melodram-modernite etkileşimini farklı bağlamlarda sunarken, moderniteye yönelik eleştirilerini de dile getirmiştir.
Seçmen davranışlarının somut göstergesi olan 'oy verme", her seçim döneminde öncelikle ekonomik b... more Seçmen davranışlarının somut göstergesi olan 'oy verme", her seçim döneminde öncelikle ekonomik beklentilere yönelik bir eylemle gerçekleşmesine rağmen, siyasal partilerin propaganda dönemlerinde kullandıkları mesajların etkisi de yadsınamaz. Siyasi parti söylemi, mesaj, seçmen algısı ve oy verme kararı düzleminin 1980'lerden bu yana geçirdiği aşamalar başlı başına bir çalışma konusudur. Bu makalenin amacıysa; Türkiye'de profesyonel olarak propaganda çalışmalarının başlangıcı sayılan 1987 yılı genel seçimlerinin, mesaj-seçmen ilişkisi bağlamında incelenerek, bu alandaki çalışmalara referans oluşturmaktır. Sivil iktidara geçişin ikinci seçimi olan 1987 seçimlerinin efsane olarak nitelendirilen Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP)'nin "limon" konseptli kampanyası, kullanılan metafor ve anlamlandırma açısından iyi bir örnek olduğu iddiasıyla seçilmiştir.
Geleneksel liderlikten sosyal liderliğe geçiş , kurumları da, toplumları da bulundukları platform... more Geleneksel liderlikten sosyal liderliğe geçiş , kurumları da, toplumları da bulundukları platformda liderliğe taşıyan bir yönetim sürecidir.
The period starting with the election of İsmet İnönü as the president on 11 November 1938 who was... more The period starting with the election of İsmet İnönü as the president on 11 November 1938 who was also announced as “Milli Şef’ (National Chief) lasted until the elections in 1950. The years between 1938 and 1946 are called as “the period of National Chief with one political party” and the ones between 1946 and 1950 are “the period of National Chief with multi political parties”. Starting with the World War II in 1939, extraordinary economical, political and social applications were to be implemented and the general characteristics of “the period of National Chief” were started to be formed. Regarding the political life, it is seen that there were continously changing governments and trial and error policy was implemented by laws. However, the most striking feature of this period is that oppressive activities were frequently performed with the effect of war. The oppression of the one-party-one-authority government on media which was seen as the medium by which the government could achieve its legitimacy brought the media at the stage of struggling to survive. The Act of Media was changed in 1938 by increasing punishments and all power on media was assigned to organisations loyal to the government. This situation created opportunities for the government to apply its desultory attitude. Moreover, journalists who were also members of the government are allowed to act freely, whereas opponent journalists were frequently introduced with physical and moral sanctions.
Among journalists at Babıali, Bedii Faik was drawn attention with his opponent attitude towards İsmet İnönü in this period. He was the first journalist writing his opponent ideas. He started his career in journalism at Son Saat Gazzette, and continued at Demirkırat, Tasvir, Tan, Milliyet and Dünya Gazzettes. When his writings between 1946-1950 are examined, both the whole picture of this period and the reasons of his opponent ideas can be seen clearly. He generally focused on blunders of the government’s policies, the anti-democratic structure of Media Act, injustice in applications, implicit cencorship and the strong desire for democracy. Furthermore, Bedii Faik had a different style from other writers of the same era.
As a part of the period starting with the foundation of Turkish Republic in 1923 up to the present day, “the media of National Chief period” is seen as the media of a period when a struggle to survive under an oppressive regime was seen, and Bedii Faik is seen as the representative of arising opponent ideas in this kind of regime.
Uploads
Papers by şükran akpınar
Drafts by şükran akpınar
Books by şükran akpınar
The oppression of the one-party-one-authority government on media which was seen as the medium by which the government could achieve its legitimacy brought the media at the stage of struggling to survive. The Act of Media was changed in 1938 by increasing punishments and all power on media was assigned to organisations loyal to the government. This situation created opportunities for the government to apply its desultory attitude.
Moreover, journalists who were also members of the government are allowed to act freely, whereas opponent journalists were frequently introduced with physical and moral sanctions.
Among journalists at Babıali, Bedii Faik was drawn attention with his opponent attitude towards İsmet İnönü in this period. He was the first journalist writing his opponent ideas. He started his career in journalism at Son Saat Gazzette, and continued at Demirkırat, Tasvir, Tan, Milliyet and Dünya Gazzettes. When his writings between 1946-1950 are examined, both the whole picture of this period and the reasons of his opponent ideas can be seen clearly. He generally focused on blunders of the government’s policies, the anti-democratic structure of Media Act, injustice in applications, implicit cencorship and the strong desire for democracy. Furthermore, Bedii Faik had a different style from other writers of the same era.
As a part of the period starting with the foundation of Turkish Republic in 1923 up to the present day, “the media of National Chief period” is seen as the media of a period when a struggle to survive under an oppressive regime was seen, and Bedii Faik is seen as the representative of arising opponent ideas in this kind of regime.
The oppression of the one-party-one-authority government on media which was seen as the medium by which the government could achieve its legitimacy brought the media at the stage of struggling to survive. The Act of Media was changed in 1938 by increasing punishments and all power on media was assigned to organisations loyal to the government. This situation created opportunities for the government to apply its desultory attitude.
Moreover, journalists who were also members of the government are allowed to act freely, whereas opponent journalists were frequently introduced with physical and moral sanctions.
Among journalists at Babıali, Bedii Faik was drawn attention with his opponent attitude towards İsmet İnönü in this period. He was the first journalist writing his opponent ideas. He started his career in journalism at Son Saat Gazzette, and continued at Demirkırat, Tasvir, Tan, Milliyet and Dünya Gazzettes. When his writings between 1946-1950 are examined, both the whole picture of this period and the reasons of his opponent ideas can be seen clearly. He generally focused on blunders of the government’s policies, the anti-democratic structure of Media Act, injustice in applications, implicit cencorship and the strong desire for democracy. Furthermore, Bedii Faik had a different style from other writers of the same era.
As a part of the period starting with the foundation of Turkish Republic in 1923 up to the present day, “the media of National Chief period” is seen as the media of a period when a struggle to survive under an oppressive regime was seen, and Bedii Faik is seen as the representative of arising opponent ideas in this kind of regime.