SİNEMATİK GERÇEKÇİLİK VE HAREKETLİ KAMERANIN “ŞİİRSİZ” İMAJLARI
Tülay Çelik1
“Hareket bu mecranın başlangıcı ve sonudur”.2
GİRİŞ
Bu çalışma, hareketli omuz kamerası görüntülerini, sinematik gerçekçilik
bağlamında tartışmayı ve Hayaletler (Azra Deniz Okyay, 2020) filmi odağında
analiz etmeyi amaçlar. Son yıllarda Türkiye sinemasında sıklıkla hareketli omuz
kamerası kullanıldığı görülmektedir.3 Ulaşılabilir hale gelen dijital kameraların film
maliyetlerini ciddi oranda düşürmesi, şüphesiz bu tercihte etkilidir. Fakat filmlerin
gerçekliğe tanıklık etme arzusu çok daha belirleyici bir sebep gibi gözükmektedir.
Çünkü bu filmler, toplumsal ve ekonomik bağlamları içinde kişileri mümkün
olduğunca gerçekçi biçimde görünür kılma, durumları tüm sıradanlığıyla ortaya
koyma, hayatın olağan akışını takip etme eğilimindedir. Bu gerçekçi yönelim, dijital
teknolojiler döneminde Türkiye’de -Dünyada da olduğu gibi- gerçekçi bir sinemanın
yeniden yükselişe geçtiğini düşündürür.4 Fakat kamera kullanma biçimiyle görünür
olan bu yeni stilin, gerçekçi filmler ortaya çıkardığını söylemek her zaman mümkün
değildir.
André Bazin’in (1995) dile getirdiği gibi sinema, “duyulabilir dünyanın
görünüşleriyle” kendini sunar (s. 28). Fakat bu tanıdık imajlara rağmen, sinemayı
anlamak sanıldığı kadar kolay değildir. Görüntülerin evreni ancak derinlikli bir
düşünme süreciyle kavranabilir. Bazin’in bu tespiti, Jacques Rancière’in (2018)
“estetik rejim” yaklaşımında benzer bir karşılık bulur (s.18). Sinemayı anlamak;
1
2
3
4
Dr. Öğr. Üyesi, Sakarya Üniversitesi, Sanat Tasarım ve Mimarlık Fakültesi, Görsel İletişim Tasarımı Bölümü, ORCİD: 00000002-8277-3386, tcelik@sakarya.edu.tr
Siegfried Kracauer (2015, s. 273). Film Teorisi (Özge Çelik, Çev.). Metis Yayınları.
Çatlak (Fikret Reyhan, 2020), Nasipse Adayız (Ercan Kesal, 2020), Bilememek (Leyla Yılmaz, 2020), İki Şafak Arasında
(Selman Nacar, 2021), Okul Tıraşı (Ferit Karahan, 2021) gibi festivallerde aldıkları ödüllerle de ön plana çıkan yapımlar
sayılabilir.
Bu bağlamda yakın dönem Türkiye sinemasında sinematik gerçekçiliğe dair farklı eğilimleri derleyen ve teorik düzeyde genel
bir çerçeve çizen bir çalışma olarak Ulaş Can Olgunsoy’un (2021) çalışmasına bakılabilir.
94
DIJITALLEŞME BAĞLAMINDA TÜRK SINEMASINDA YENI EĞILIMLER
bir duygulanım ve düşünce rejiminin mantığının idrak edilmesini gerektirir. Söz
gelimi hızlandırılmış montaj komünizmin gerçeğine nasıl dönüşebilir sorusunun
cevabı ancak başkalaşım mantığının kavranmasıyla mümkün olur. Bu bağlamda
omuz kamerası, sinematik gerçekçilik bağlamında hangi tür bir başkalaşımı tetikler
diye sorabiliriz. Bu yeni araç ne tür bir estetik rejimin parçasıdır? Düşünür Jocelyn
Benoist, gerçekten var olan bir şeyin hakikatinin onun deneyimi olduğunu dile getirir.
Bu deneyim “elimize bir neşter alıp” gerçeğin içine doğru hareket etmektir (Başer,
2022b, s.37). Bu bağlamda hareketli kamera deneyiminin, sinematik gerçekçiliğin
derinliklerine doğru yolculuk etmemize imkân vereceğini düşünüyoruz. Gündelik
hayat tanıklığındaki hareketli omuz kamerasının kullanımıyla sınırladığımız
çalışma, gerçekçi kuramlar yardımıyla derinleştirilecektir.
Hareketli kamera kullanımının olanakları odağında sinemada gerçekçilik
tartışması yapan Rodice Ieta (2010) benzer bir çalışma ortaya koymuştur. Yeni
Romanya sinemasında hareketli el ve omuz kamerasının kullanıldığı filmler
üzerine yazdığı makalesinde, “soluk soluğa” (s. 26) tanıklık edilen gündelik yaşamı
“sınırları olmayan gerçekçilik” (s. 25) olarak tanımlar. Bu filmleri empresyonist
estetik ile ilişkilendirir. Her şeyin anlık oluşlar içinde ele alınabileceği bu sinema
stilini, gerçekçiliğe taze bir temas olarak yorumlar. Ieta’ya göre Yeni Romanya
sinemasında büyülü ve sıradanı birleştiren özgün bir eğilim vardır. Yazar, yol
gösteren manifestoların, ekollerin olmadığının altını çizse de Romanya’daki bu
yeni film stilinin auteur sinema geleneğinden beslendiğini düşünür. Bu filmlerde
yönetmenlerin özgün gerçeklik yorumlarının yer aldığını dile getirir. Ieta’nın
yorumu bu çalışma açısından ilgi çekicidir. Çünkü gerçeklik ve özgünlük arasında
kurduğu bu ilişki, Bazin’in (2007) gerçekçilik yaklaşımını hatırlatır. Sanat mutlaka
bir seçme ve yorumlama işlemine ihtiyaç duyar. Gerçeğin görüntüsünü yaratan
sinema bunu bir taraftan kamerayla zorunlu olarak yapar. Malzemesi fiziksel
dünyanın görüntüsüdür. Hatta kamera özgür hareket ettikçe, bu benzerlik daha fazla
vurgulanır, böylece gerçeğin katsayısı artar. Aynı şekilde Siegfried Kracauer (2015)
için de filmin fiziksel gerçekliği kaydetmesi ve göstermesi, onun varoluşunun
temelidir. Öte yandan bu benzerliğin gerçekçi bir sinema yapmak için yeterli
olmadığı açıktır. Kamera gerçeği bütünüyle yakalayamayacaktır çünkü gerçek her
zaman kaçacaktır. O halde sinemanın aradığı salt gerçek değildir; ancak estetik
olabilen gerçekçiliktir (Bazin, 2007). Bu çalışma, Bazin’in tezinden yola çıkarak
estetik olanın izini sürer. Şiirsel5 imajlar ile sinematik gerçekçilik arasında kökensel
bir ilişki kurar. Hareketli kameranın gerçekle temasını, şiirsel olanla birlikte düşünür.
Bu doğrultuda, gerçekçi eğilimlere sahip Hayaletler filminin hareketli kamera
görüntülerini, şiirsellik açısından değerlendirir. Gerçekçi sinemanın sınırlarını ve
imkanlarını Türkiye sinemasındaki yeni yönelimler üzerinden tartışmaya açar.
5
Bu çalışmada şiirsel kelimesi poetik kelimesinin karşılığı olarak kullanılmıştır.
DIJITALLEŞME BAĞLAMINDA TÜRK SINEMASINDA YENI EĞILIMLER
95
1. YÖNTEM: “GERÇEĞİN İÇİNE DOĞRU HAREKET”
“(G)erçeğin eti ve kanını ... sinemanın ağında tutup yakalamak,
düşün en ucuz fantezilerini yakalamaktan daha kolay değildir”6
Benoist’a göre yaşamda salt gerçeğe ulaşmak mümkün değildir çünkü gerçeklik
şeyler arasındaki potansiyel bir ilişkinin zorunlu hale gelmesidir. Var olanla
kurduğumuz ilişkiler, onları ve bizi var eder (Başer, 2022b). Bazin de benzer biçimde
gerçekle kurulan olası bir temastan bahseder: Aynı olayın ve nesnenin farklı yollardan
ortaya konabileceğini dile getiren Bazin’in düşüncesi ile Nami Başer (2022b)
tarafından “her seferinde başka bağlantılarla bizi gerçeğe götürecek yollar içeren”
(s. 43) bir düşünür olarak tanımlanan Benoits’nın düşüncesi arasındaki benzerlik
ilham vericidir. Spekülatif gerçekçi bir düşünür olarak değerlendirilen Benoits’ya
göre “(b)izim gerçek koşulumuz bu dünyada, algılayan ve hareket eden olmaktır”
(s. 38). Bu ifade, serbest hareket eden kameranın fiziksel gerçeğin içinde yol alışını
anımsatır ve kameranın gerçekle kurduğu ilişkiye dair yeni sorular sordurur. Béla
Balázs’ın (2019) düşüncesi ile kurulabilecek yeni bir ilişkiyi de görünür kılar. İmaj
hem gerçeğin parçası hem de kamera arkasındaki kişinin tutumunu açığa çıkaran bir
bakış açısıdır. Bu durumda böyle bir tutumun var olmadığını gösteren gerçekçi bir
sinema aldatmaca mı yaratır? Veya şöyle sorabiliriz: Bir tutumu hissettirme edimi,
gerçeklikle temas yollarından biri olduğunu hatırlattığı için filmi daha gerçekçi
kılabilir mi? Bu bağlamda Kracauer’in (2015) gerçekliği kucaklamak için fiziksel
dünyanın derin katmanlarına doğru hareket edilmesi gerektiğini dile getirmesi
anlamlıdır. Fiziksel dünya, “estetik kavrayış”ın “asli malzemesi(dir)” (s. 516).
Filmde aşağıdan yukarıya doğru bir hareket vardır. Bu hareketin gerçekleşmesi için
fiziksel varoluşun tesis edilmesi ve ifşa edilmesi gerekir. Böylelikle yeryüzüyle
ilişkimiz derinleşir.
Kamera fiziksel gerçeğin kurtarılmasına yardım eder. Çünkü “maddi hayatın
akışını meydana getiren nesneleri ve olayları, ilk defa, yanımıza alıp gitmemize
imkân verir” (Kracauer, 2015, s. 518). Bizi gündelik çevremizden ayıran engelleri
kaldırır. O halde bugün sinemada hareketli kamera kullanma eğiliminin ve gerçek
hayata tanıklık etme isteğinin altında gerçekliği kurtarma arzusu mu yatmaktadır?
Hareketli omuz kamerasının sıradan olana tanıklığı bir kurtuluş yolu sunar mı?
Ortaga y Gasset (2013), Sanatın İnsansızlaştırılması başlıklı kitabında insanoğlunun
yaşadığı büyük tutum değişikliklerinin, sanatsal yaratıcılığın ürünlerinde dışa
vurulduğunu dile getirir. Türkiye’deki yeni film stili ve gerçekçi eğilim böyle bir
tutum değişikliğinin bir işareti midir?
Şüphesiz böyle bir sorunun yanıtı dünyadaki ve Türkiye’deki politik, ekonomik,
kültürel bağlamı kavramayı gerektirir. Günümüzde dijital görsel efektler ve kurgunun
yaratıcı alanı içinde büyük ilerlemeler kaydedilirken; hayali, irrasyonel, düşsel,
sezgisel, masalsı olan görkemli bir biçimde yükselirken; hakikat sonrası söylemi
6
André Bazin (2007, s. 204). Sinema nedir? (İbrahim Şener, Çev.). İzdüşüm Yayınları.
96
DIJITALLEŞME BAĞLAMINDA TÜRK SINEMASINDA YENI EĞILIMLER
“konfor” alanımızı genişletirken yeni sinemacılar, neden fiziksel gerçekliğe tanıklık
etmenin çekimine kapıldılar? Belki bu sorunun yanıtı bir zamanlar gerçeklikten
kaçmak için başını kuma gömen sinemanın, İkinci Dünya Savaşı sonrasında belirgin
biçimde gerçekçiliğe dönüşünde aranmalıdır. Fakat gerçekçiliğe dönüş, gündelik ve
sıradan olanın detaylarında kaybolma riskini de taşıyabilir. Çünkü sinemacı kafasını
gerçekliğin kırıntıları içine de gömebilir (Balázs, 2019). Böyle bir tutum, gerçekçi
eğilime sahip filmlerde bugün de karşımıza çıkar. Bu çatışmalı durumu çözümlemek
için sinematik gerçekçiliği tanımlamak, gerçekçiliğin sınırlarını ve kapsamını
belirlemek gerekir. Bu doğrultuda Bazin, Kracauer, Balázs, Elie Faure (2006)
gibi öncü kuramcıların düşüncelerinden yola çıkmak özgün bir değerlendirmeye
imkân verecektir. Ardından sinematografik olarak kamera hareketinin bugün
gerçeklikle, temsille ve anlatıyla ilişkisi ortaya konacaktır. Bu amaçla David
Bordwell’in (2002) hareketli kameranın baş rolde olduğu yeni film stiline ilişkin
tespitlerinden ve Eleftheria Thanouli’nin dijital sinema ve gerçekçilik ilişkisine
odaklandığı çalışmalarından yararlanılacaktır (2009; 2013). Üçüncü olarak gerçekçi
kuramcılarla birlikte Jacques Rancière (2016) ve Gilles Deleuze (2014) tarafından
da farklı isimlerle adlandıran şiirsel imaj, gerçekle temas biçimi olarak kavranmaya
çalışılacaktır. Son bölümde, gerçekçi bir sinema yapma niyetiyle yola çıkan fakat
gerçeğe temas etmekte zorlanan filmlerin bir örneği olarak Hayaletler (2020)
filmi ele alınacaktır. Hayaletler (2020) filmi, dinamik omuz kamerası aracılığıyla
ekonomik, kültürel ve politik bağlamları içinde kişileri gerçekçi biçimde görünür
kılmaya; durumları tüm sıradanlığıyla ortaya koymaya; hayatın olağan akışını
takip etmeye ve gündelik süreçlere tanıklık etmeye çalışan fakat bu süreçte şiirsel
imajlardan uzaklaşma eğilimi gösteren filmlerin tipik bir örneği olarak kabul
edilmiştir. Türkiye’deki yeni gerçekçi film stilinin temel özelliklerine sahip olan
film, çizeceğimiz kavramsal çerçeveden hareketle betimsel olarak analiz edilecektir.
2. KAVRAMSAL ÇERÇEVE: SİNEMATİK GERÇEKÇİLİK, DİJİTALLEŞME VE
ÖZGÜRLEŞEN KAMERA
Sanatın diğer alanlarında olduğu gibi sinemada da gerçeklik arayışı, içerik
ve biçime dair iki yönlü ama aynı zamanda birbirini tamamlayan bir sorgulama
sürecidir. Kamera hareketi ile gerçekçilik arasındaki ilişki de bu sürekli devam eden
tartışmalar içinde kendine yer bulur. Auguste ve Louis Lumière kamerayı taşınabilir
hale getirir ve “hareket halindeki yaşamı” kaydederek ilk gerçekçi filmleri yapar
(Armes, 2011). Daha sonra kamerayı bir canlı gibi gören, onu spontane olarak
kullanan Robert Flaherty, “görüntünün katışıksız güzelliği”ni ortaya koyar (s.37).
Ardından Dziga Vertov, Kino-Pravda ile (sinema-gerçek) kamerayı kanlı canlı
bir kahraman olarak öne çıkararak sinematik gerçekliği yeniden tanımlar. Otuz
yıl sonra haber filmlerinden cinéma-verité (sinema-gerçek) ekolüne uzanan yolda
Vertov’un yaklaşımı yeniden doğar. Hafif kamera ve taşınabilir bir ses kayıt
cihazı, özneleri her yerde izleme imkânı verir. Bu şekilde cinéma-verité filmleri
öngörülemez hareketleri takip eder, hayatın doğal dramını yakalar. Amatör oyuncu
DIJITALLEŞME BAĞLAMINDA TÜRK SINEMASINDA YENI EĞILIMLER
97
kullanan ve doğaçlamalara yer veren bu sinema, durumların yaşamda olduğu
haliyle kaydedilmesini amaçlar. Böylelikle kameranın önündeki gerçeklik alanını
görünür kılar. Bu noktada televizyon ile gerçekçi sinema arasındaki ilişki önemli
hale gelir. Söz gelimi Ken Loach, televizyonun getirdiği özelliklerden faydalanarak
belgesel ve kurmacayı birleştirmeyi dener. Onun Cathy Come Home (1966) filmi
kamera ve senaryonun varlığını unutturur, gerçek yaşama tanıklık ediliyormuş hissi
yaratır (Armes, 2011). Fakat Armes’e göre filmin doğacılığı, ele aldığı meseleleri
tartışmak ve izleyicinin bakışında değişiklik yaratmak için yeterli değildir. Böyle
bir değişikliğin meydana gelmesi için öncelikle estetik düzeyde olası gerçeklerin
farkına varılabilmesi gerekir. Televizyonun popüler türlerinden biri olan reality
şovların gerçekçilikle ilişkisi bu bağlamda önemlidir. Hito Steyerl (2020), bu
şovlardaki gerçekliğin natüralist (doğalcı), yavan ve indirgenmiş biçimini eleştirir.
Gerçeklik ve kapitalist gerçeklik olarak iki farklı gerçeklikten bahseder. Mark
Fisher’in dile getirdiği gibi “kapitalist gerçekliğin” ürünü olan şovlar (s. 238), güçlü
olanın ayakta kaldığı bir toplum düzenini onaylar. Bu hayatın gerçekleri karışışında
başka bir sistem alternatifinin düşünülmesi imkansızlaşır (Steyerl & Farocki, 2020).
Natüralist yaklaşım ile sergilenen yavan ve indirgenmiş gerçeklik, hareketli kamera
ile olup bitene tanıklık etme iddiasındaki filmlerde sıklıkla karşımıza çıkar. O
zaman hareketli kameranın gerçekçi görüntüleri, sahte gerçekçiliğin ötesine nasıl
geçer diye sormamız gerekir. Bu sorunun yanıtı üçüncü bölümde aranacaktır.
Dijitalleşmeyle birlikte bir sayı olarak kodlar ve sanal birimler ile fiziksel olarak
dünyanın varoluşu arasındaki bağlantı, sinematik gerçekçilik tartışmalarında farklı
yönler ve boyutlar açar. Gerçekçi sinemaya odaklanan bu çalışmanın kapsamı
açısından önemli olan, Thanouli’nin (2009) belirttiği gibi dijital olanın fiziksel
dünyanın benzer bir görüntüsünü elde ediyor olmasıdır. Lev Manovich’e referansla
dile getirdiği gibi, dijital sinemanın hiperdolayımlılık üretme potansiyeli olsa da
klasik sinema hala görünmez efektlerle saydamlık (transparency) yaratmaya
devam etmektedir. Dijital dönemde, sinema klasik anlatı stillerinden kopmamıştır.
Bordwell’in yoğunlaştırılmış devamlılık (intensified continuity) 7 kavramı bu iddiayı
kanıtlar.
David Bordwell (2002), hareketli kameranın baş rolde olduğu yeni film stilini,
yoğunlaştırılmış devamlılık olarak adlandırır. Stilin bugün popüler sinema kadar
sanat sinemasında da baskın bir nitelik haline geldiğini belirtir. Fakat bu eğilim bir
rejim değişikliğine değil, klasik temsil rejiminin güçlendirilmiş bir versiyonuna işaret
eder. Bu yeni stilde, hareket halinde sürüklenen kamera sürekli olarak önemli ya da en
azından yeni bir şey olacağını ima eder. Daha önceleri, şok ve gerilim yaratmak için
özel sahnelerde kullanılan kamera hareketi, şimdi önem ve vurgu içermeyen sıradan
sahnelerde bile kullanılır. Kameranın hareketi hiç durmaz. Omuzdaki kamera, sabit
pozisyonda bile kameramanın nefes alışverişleriyle hareketine devam eder. Uzun ya
7
Bunlar, daha hızlı bir kurgu, lens uzunluklarının artması, diyalog sahnelerinde yakın kadraj, tekli çerçeve tercihi, serbest
kamera kullanımı olarak özetlenebilir (Bordwell, 2002).
98
DIJITALLEŞME BAĞLAMINDA TÜRK SINEMASINDA YENI EĞILIMLER
da genel bir planın bile artık sabit olması pek mümkün değildir. Hareketle birlikte
hızlı kesmeler yapıldığı için seyircinin dikkati sürekli canlı tutulur; odak değiştirme,
tekli ve yakın plan kullanımı da bu yapıyı destekler. Bu stil, zaman içinde anlatıyla
özdeşleşen klişe kamera hareketlerini yaratır: Birbirine sarılan aşıkların etrafında
dönme ya da bir canavarın öznel bakışı olarak hareket etme gibi. Yoğunlaştırılmış
devamlılığın hem ticari sinemada hem sanat sinemasında hâkim olması gerçekçi bir
yaklaşımla hareketli kamera arasında doğrudan bir ilişki kurmayı zorlaştırmaktadır.
Hatta Bordwell’in yoğunlaştırılmış devamlılığın 2000’lerde izleme becerilerini
dönüştürdüğünü belirtmesi, sorunu daha karmaşık hale getirmektedir. Bu stil, açık,
akıcı ve duygusal olarak içine alan bir anlatı kurar fakat bununla birlikte filmin
yeni biçimsel taktikleri aracılığıyla zevk de verir. Seyirci, kameranın hareketini fark
eder; bundan aldığı zevkle hikâyenin akışına teslim olur.
Bordwell’in yaklaşımı Walter Benjamin’in (2012b) teorisini kanıtlar niteliktedir.
1900’lerin başında tekniğin olanakları, odaklanmış ve seçilmiş bir alımlama
sunmuş, insanın duyumları alabilme yetisini değiştirmiştir. İnsanlar yeni ve acil
bir uyarıcıya ihtiyaç duyar hale geldiklerinde ise sinema bu ihtiyacı gidermiş;
şok tarzındaki algılamayı biçimsel bir ilke haline getirmiştir. Bu sinemada seyirci
sürekli hazır konumunda tutulmaya çalışılır. Bakışın ihtiyaçları sürekli doyurulur.
Bu da imgelemin alanını küçültür. Aslında bakış “yöneldiği yerden kendisine
yanıt verilmesi beklentisini de içerir. Bu beklentinin gerçekleştiği noktada (ki bu,
bir düşünme sürecinde, dikkatli bir bakışla olabileceği gibi, sıradan bir bakışla da
gerçekleşebilir), bütün boyutlarıyla bir aura deneyimi de var demektir” (s. 238).
Kameranın sadece dikkatimizi talep ediyor olması ve bakışı tamamen tatmin etmesi,
gerçekçi değil hapsedici ve sınırlayıcı bir deneyim olur. Dolayısıyla kameranın
hareketi filmi daha gerçekçi kılmaz tam aksine gerçekçilikten uzaklaştırır.
Benjamin’in, Charles Baudelaire için dile getirdiği gibi bu sansasyonun, bu
gösterinin bedeli, “şok deneyimi içerisinde aura’nın yıkımıdır” (s. 245).
Hareketli kamera ve seyirci ilişkisi üzerine teorik düzeyde ortaya koyduğumuz
tezler, Vittorio Gallase ve Michele Guerra tarafından yapılan bir nörofizyolojik
araştırmayla da kanıtlanır. Buna göre hareketli kamera izleyicinin filme katılımını
artırır. En güçlü nöron yanıtı, kameramanın bedenine bağlı hareket eden ve onun
hareketlerini taklit eden steadicam kamera görüntülerine verilir (Forceville,
2020). Steadicam ile birlikte izleyici hikâyenin merkezindeki bir bedene dönüşür.
Mekanla ve karakterle etkileşimi artar. Bedene bağlı kameranın hareketi ile dolly
gibi bir mekanizmaya bağlı kameranın hareketi arasında hissedilir bir fark vardır.
Seyirci bedene bağlı kameradan bedensel bir his alır. Bir şeye doğru yürüme ve
başını çevirme etkileri, varsayılan bedensellikle ilgilidir (Gallase &Guerra, 2020).
Araştırmaya konu olan steadicam, omuz kamerasından daha akışkan bir görüntü
verir. Fakat zaman zaman daha keskin ve sarsıntılı görüntüler ortaya koysa da omuz
kamerası da kameramanın bedeni aracılığıyla hareket eder ve bir stabilizasyon
DIJITALLEŞME BAĞLAMINDA TÜRK SINEMASINDA YENI EĞILIMLER
99
sistemine sahiptir. Bu nedenle iki kameranın benzer etkiler yarattığını söylemek
yanlış olmaz.
Görüntü yönetmenleri ya da kameramanların deneyimlerinin göz önünde
bulundurulması kameranın ontolojisini anlamak açısından önemli gözükmektedir.
Hareketli kamerayı belirli aparatlarla taşıyan kameramanlar, çekim sırasında hikâye
ve oyuncularla daha yakın ilişki kurduklarını dile getirirler; çeşitli ayarlamalar
yapabildikleri için sahneyle bağlarını artırdıklarını (Goodridge & Grierson, 2014),
“enerjik bir anlatım için gerekli olan etkileşimi” sağlayabildiklerini söylerler (s.
132).
Omuz kamerasının yaygınlaşmasının sebebi, dijital kameranın daha rahat
taşınabilir hale gelmesi dışında film maliyetlerini azaltmasıyla da ilgilidir. Özelikle
Türkiye’de sanat filmi alanında film üreten yönetmenlerin çok küçük bütçelerle
çalışmak zorunda oldukları bilinmektedir. Filmin çekimlerinin daha kısa sürede
tamamlanması bu nedenle çok önemlidir. Kameranın görüntü yönetmeninin
omzunda olması hem sahneyi uzun planlar olarak çekebilmek hem de sette kurulum
için zaman kaybetmemek açısından önemlidir. Ayrıca gelişkin dijital kameraların
ışığa duyarlılığı nedeniyle az sayıda ışık kaynağı kullanılması da bütçeyi küçük
tutabilmenin bir yolu olmuştur. Bununla birlikte dijital kameralar, ucuz kiralama
imkanları nedeniyle de tercih edilmektedir.
3. KAVRAMSAL ÇERÇEVE: GERÇEKÇİLİĞİN KOŞULU OLARAK ŞİİRSEL İMAJ
Kracauer’e (2015) göre öznel yorumdan kaçınıldığında ve fiziksel gerçeklik
mümkün olduğunca nesnel olarak aktarıldığında sinematik heyecan yaratılamaz.
Yönetmenler böyle bir eğilim içine girerek kendilerini kısıtlarlar. Kendini kısıtlamak
ya da saklamak, kamera aracılığıyla gerçeklikle kurulan temasın sadece bir olasılık
olduğunu inkâr etmek anlamına gelir. Bu da bizi gerçekçi sinemaya değil, aldatıcı
bir temsile götürür. Birçok teorisyen tarafından farklı isimlendirilse de burada
bahsettiğimiz şiirsel imaj, “temsilin etrafını saran ışığın içindeki ayrımsanamaz bir
farklılı(ğa)” işaret eden imajdır (Rancière, 2016, s. 139). Şiirsel imaj, Benoits’nın
tabiriyle gerçekliğin içinden geçen vektördür; Quentin Meillassoux’nun ifadesiyle
rastgeleliğin zorunluluğu, sonu olanın sonsuzluğudur. Sezgidir, büyüdür, önermedir.
Bu tanım çok geniş bir çalışma alanına bizi yönlendirir. O halde yapılması gereken
çalışmaya özgü sınırların çizilmesidir. Bu yazıda hareketli kamerayla açığa çıkan
şiirsel imajlar, gündelik yaşamın akışına odaklanan gerçekçi filmler bağlamında
ele alınacaktır. Şiirsel imajları anlamak için öncelikle içkin bir biçim olarak
kamera hareketini kavramamız gerekir. İçkinlik meselesine ilk kez Faure’in (2006)
yapıtlarında rastlarız. Faure, sinemayı biçimsel (plastik) şiir olarak tanımlar.
Entelektüel bir otomat olan sinema, gerçekliğin dinamizmini içselleştirir. Bu süreçte
poetik duygu ve mekanik fenomen sürekli birbirleriyle etkileşim içinde bir birlik
oluşturur. Poetik olan, maddi fenomenden ayrı düşünülemez. Gerçeklik, madde
ve şiirsel olan arasındaki bu ilişki Roberto Rosselini sinemasında açıkça görülür.
100
DIJITALLEŞME BAĞLAMINDA TÜRK SINEMASINDA YENI EĞILIMLER
Rancière’e (2016) göre Rosselini sinemasında, yaratımın etkinliği ve şeylerin
kendisinde olan ifade gücünün edilginliği arasında paylaşılan bir güç vardır.
Yönetmenin bilinçli gözü ve kameranın bilinçsiz gözü arasındaki bu ikilik hem bir
karşıtlık hem bir birlikteliktir. Bu birliktelik kameranın ve hareketinin tek başına
şiirsel bir imaj yaratamayacağının da kanıtıdır. Hareketli ya da hareketsiz kamera
sadece klasik temsil düzeyinde kalabilir. Bu durumda kamerayı kullanan kişi sadece
bir hizmetkâr olabilir. Ancak yön veren bir iradenin -ki bu engeli ortaya koyacak
kişidir aynı zamanda-8 varlığıyla bu ikilik tamamlanır. İrade kelimesi, filmde öznenin
varlığına ya da bilincine duyulan ihtiyacı ortaya koyar. Film Kameralı Adam (Dziga
Vertov, 1929) filmi bu bağlamda önemli bir örnektir. Vertov nesnellikler arasında
bağlantı kurar. Dolaysıyla ortaya koyduğu dünya seçilmiş kasıtlı öznel bir dünyadır.
Filmi de lirik-film şiirinin bir örneğidir (Balázs, 2019).
Pier Paolo Pasolini’nin şiir sinemasında yukarıda betimlediğimiz ikilik,
gerçekçilik ve rastlantısallık arasında kurulur. Sinemacı görüntülerini, gerçeğin
kaosundan ve kişisel anlam yüklemelerinden yola çıkarak oluşturur. Bu nedenle
sinema hem düşsel hem somuttur (Yıldırım, 2012). İmajlar ilksel ve kökensel
olduğu için birbirleriyle girdikleri ilişki, sözcüklerden farklı, sezgisel, belirsiz
ve rastlantısal olarak tanımlanabilir. Bu rastlantısallık, Pasolini’nin hareketli
kamerasına içkindir. Yönetmenin sınırları içinde kaldığı sinematik gerçekçilik,
“sürekliliği ve sonsuzluğu” içinde yeniden üretilen gerçekliktir (s. 96).
Deleuze’ün (2014) öznel ve nesnel olan arasındaki geçişgenlik ve esneklikten
bahsetmesi, şiirsel imajı kavramak açısından önemli bir teorik çerçeve sunar.
Deleuze, özellikle hareketli kameranın takip sahnelerinin sinemanın başlangıcından
beri bu geçişgenliği açıkça ortaya koyduğunu belirtir. Betimlediği imajı, yansıtıcı
bilinç, bilinç-kamera, şiirsel bilinç ve şiirsel görüş ifadelerini kullanarak açıklar. Bu
imaj, kameranın karakterle özdeş ya da dışarıda değil, bir arada olması durumudur.
Burada birbirinden ayrılmayan iki özneleşme söz konusudur. “’(K)amerayı
hissettirmek(ten)’ zevk duy(an)” (s.105) bu sinemada “karakterin bakış açısını
düşünen, yansıtan ve dönüştüren başka bir bakış açısının” varlığı hissedilir (s.104).
Öznel olanın nesnel olana doğru evrilmesi, sanat eserinin kişisel duygulardan
arındırılması ve gerçeklik bahsinde Stéphane Mallarmé’nin açtığı yol çok
önemlidir. Mallarmé, insani olanın baskınlığıyla ağırlaşan şiiri bu yükten kurtarmak
için sözcükleri ana karakter haline getirir (Gasset, 2013). Şair silinmiş; şairin
sesi, yazdığı dizenin “sesçil tabanından başka bir şey olmayan mutlak ses” haline
gelmiştir (s. 40). Mallarmé’nin, dizenin seslerinden başka bir şey olmayan mutlak
sesi, çevresindeki insandan kendini soyutlamış bir şairin sesidir. Bu soyutlama, aynı
zamanda bir farktır. Çünkü bu mutlak, zorunlu olmayanın (contingence) mutlağıdır.
Bu durumu Başer (2022a) şöyle açıklar: “(S)onu olanın kendisini sunuşu zaten bir
sonsuzluk getiri(rir) ve bu tesadüfen olan bir sonsuzluk olur” (s.12). Mallarmé’nin
8
“Sinematografik masal, engellenmiş bir masaldır” (Rancière, 2016, s.18).
DIJITALLEŞME BAĞLAMINDA TÜRK SINEMASINDA YENI EĞILIMLER
101
kahramanı elindeki zarı sıktığında ama atmadığında eylem havada asılı9 kalır.
“(B)u kapalı yumrukta, sayının mümkün olabilecek bütün olabilirlikleri, olasılıkları;
gelişigüzellik, olay, olgu, gerçeklik anları ... öyleyse demeden önceki bütün
evveliyat kıpırdanmaları vardır. İşte bu rastlantının olasılıklarının sonsuzluğu, bir
sayıda kendisini sunar yani temsil etmez, varlığa getirir” (s.14). Mallermé’nin yedi
sayısı kurmaca bir eserde ortaya çıktığı için bir zorunluluğa dönüşür fakat “(b)u
zorunluluk tabi ki dünyanın temelindeki ontolojik diyebileceğimiz zorunluluk gibi
değildir; şiirsel bir şeydir” (s.16).
Oluşum halindeki sürekli bir açılma ve merkezin her yerde olması durumu,
Mallarmé’deki gibi “sunum sürecinin sunulması”, “rastlantının gerçek
mevcudiyeti”nin gösterilmesidir (Başer, 2022a, s.17). Hareketli kameranın
sabitlenmeyen sürekli hareketi, değişen kadrajı bu merkezsizliği ve oluşum halini
görünür kılar. Şiirsellik ise sürecin sunulması ile başlar. Eğer film, rastlantının
gerçek mevcudiyetini gösterebiliyorsa şiirsellik ortaya çıkabilir. Mallarmé’nin “Bir
zar atışı tesadüfü hiçbir zaman engelleyemeyecek” başlıklı şiiri, diğer tesadüflerin
olabilirliğini vurgular. O halde gerçekçi bir filmin yapması gereken bize bu
olabilirliği, rastgeleliği göstermektir. Sürekli kendinin film olduğunu hatırlatıyor
olması yeterli değildir. Olasılıkların sınırsızlığı, bu çalışmada şiirsel imaja bizi
ulaştıracak bir stil önermenin güçlüğünü de ortaya koymaktadır. Kamera hareketinin
biçimi, montaj, renk, görüntü düzenlemesi, sahneleme biçimi böyle bir imajın
formülünü veremez (Rancière, 2106). Bu nedenle bir filmin şiirsel imajları, ancak
filmin tüm bileşenleriyle birlikte değerlendirilebilir.
4. FİLM ANALİZİ: HAYALETLER
“(H)angi roman ufku ya da alemi sahici ufukların en
mütevazısından daha geniş ve zengin olabilir ki? “10
İstanbul’un kentsel dönüşüm sürecindeki fakir mahallerinden birinde geçen bir
günü, dört karakterin yaşamı üzerinden ele alan Hayaletler (2020) filminin kamerası,
Türkiye’nin bugününe dair “gerçekleri” göstermek için sokağa çıkar. Sosyal,
ekonomik ve politik koşulları içinde bireyi ele alır. Cesar Zavattini’nin (1968) dile
getirdiği gibi “gerçeği dolaysız olarak derinden tanımak” (s. 381) için kamerasını
gerçek insanların sorunlarına, adaletsizliğe ve yoksulluğa çevirmeye cesaret
eder. Yaşanmış olayları kurmaca anlatısının içine katması, elektrik kesintilerinin
gerçekleştiği günü hikâyenin zamanı olarak seçmesi, bu bir günlük zaman dilimini
anlatarak filmsel zaman ile gerçek zamanı yakınlaştırma girişimi filmin gerçekçi
yönelimini ortaya koyar. Bu durum, filmin sorumluluğunu da artırır. Bu çalışmada
çok yönlü bir sorgulama yapmaya girişmemizin nedeni de budur.
Filme dair derinlikli bir analiz yapabilmek için Yeni Gerçekçi sinema birikiminden
yararlanmak önemli gözükmektedir. Bazin (2007) gerçekçilik bahsinde üslubunu
9
10
Rancière de sinemada askıya alma anlarını, gerçeklik anı olarak tanımlar (2016).
Gasset, J. O. (2013, s.85). Sanatın insansızlaştınlması ve roman üstüne düşünceler (2. Basım). (Neyyire Gül Işık, Çev.). Yapı
Kredi Yayınları.
102
DIJITALLEŞME BAĞLAMINDA TÜRK SINEMASINDA YENI EĞILIMLER
“hissetme” olarak tanımladığı De Sica’nın şiirselliği ve sevgisini özellikle vurgular
(s. 183). Onun şiirsellik yorumu, bu çalışma için ilham vericidir. “Şiirsellik
sevginin aktif ve yaratıcı bir biçimidir. O, dünyaya karşı bir korunmadır” (s. 193).
Bu hissetme biçiminin, bugünün gerçekçi sinemasındaki karşılığının aranması,
sinematik gerçekçiliği tartışabilmek açısından gerekli görülmektedir. Bu kapsamlı
konunun ilk adımı olarak bu çalışmada gündelik ve sıradan olana tanıklık eden
hareketli omuz kamerasının gerçekçilik ile ilişkisi Hayaletler (2020) filmi odağında
ele alınmıştır. Gerçekçi yaklaşımlar ve hareketli kameranın ontolojisi çerçevesinde,
filmdeki gerçekçi stilin şiirsel olanla nasıl bir bağ kurduğu incelenmiştir. Bulgular,
altı kategoriye ayrılarak betimsel olarak yorumlanmıştır. Bunlar şöyle sıralanabilir:
Uzlaşımsal Hareket, İşlevsellik, Bedensellik, Şiirsellik, Nesnellik, Mekanikleşen
Akış ve Çözülme.
4.1. Uzlaşımsal Hareket
Sokaktaki yaşama tanıklık etmek için dinamik bir şekilde dolaşan kamera önce
Yeni Gerçekçiliğin sonra cinéma verité’nin özgür kamerasını hatırlatır. Bununla
birlikte kameranın bir flaneur gibi dolaştığı söylenemez. Çünkü flaneur’ün ikili bir
oluşu vardır. Benjamin (2012b) bu oluşu, Baudelaire’in suç ortağı ve bir parçası
olduğu kalabalıktan aynı zamanda kopuk oluşuyla açıklar. Hayaletler’in kamerası,
kalabalıktan, aktardığı hikâyenin söyleminden ve karakterlerden kopmakta zorlanır.
Bu nedenle, bir arada olma halini baskılar.
Rancière’e (2016) göre Bartolomé Esteban Murillo’nun ve Hollandalı diğer
günlük yaşam ressamlarının tuvallerindeki gerçekçilik, yalnızca gündelik yaşamın
tasviri değil, aynı zamanda bir soyutlama çabasının ürünüdür. Yüzeyde kıpırtı
yaratan ışıltı ve yansımalar olarak görülen bu soyutlama tasvir etmenin ötesinde
olan bir “kayıtsızca ele alış biçimi(nin)” yansımasıdır (s.62). Fakat bu kayıtsızlık,
“kendisine irade gücü sayesinde bir dünya verebilen modern insanın özgürlüğüyle”
bir araya getirildiğinde değerlidir (s. 64). Hayaletler (2020) filminde sıradan olan
ele alınırken kamera, kayıtsızlık hissinin yaşanmasına imkân vermez. Çünkü filmin
birçok sahnesinde kameranın filmin karakterlerini takip ediyor olması ve tepki
çekimlerini hareket ederek gerçekleştiriyor olması katılımı üst düzeyde tutar. Bu
durum boşlukta kalış halinin gerçekleşmesini engeller. Serbest kamera hareketinin
üzerinde anlaşılmış kullanımlarını ortaya koyan Bordwell’in çalışmasından (2002)
yola çıkarak bu hareketi uzlaşımsal olarak tanımlayabiliriz.
Filmin üçüncü sahnesi yukarıda bahsettiğimiz türde bir harekete sahiptir. Tek
bir planda omuz kamerasıyla çekilen sahnenin uzunluğu 2dk 16 saniyedir. Otel
odasında Didem’in görüntüsüyle açılan sahnede kamera sabit dururken bile ufak
sallantılarla kendini belli eder. Didem’in reçele uzanmasından dikkatini çeken
tarafa bakmasına kadar her hareketini takip eder. Bununla da kalmaz, oyuncunun
çevresinde dönerek ve yakınlaşarak onu tamamen çerçevenin içinde tutar. Söz
gelimi, dar açılı objektif oyuncunun el hareketini takip ederek ruja yönelir, oradan
DIJITALLEŞME BAĞLAMINDA TÜRK SINEMASINDA YENI EĞILIMLER
103
oyuncunun eliyle tekrar yüzüne doğru yükselir. Banyoya doğru ilerleyen oyuncuyu
arkadan takip eder, ardından banyo camının arkasında konumlanarak oyuncunun
sağında kalır. Didem, amors planda ruju sürdükten sonra, kamera geriye doğru
açılır ve kızın solunda kalarak odaya geçişi takip eder. Ardından oyuncuya yaklaşıp
uzaklaşarak, dikey düzlemde kamerayı hareket ettirerek genç kadının dansını izler.
Yönetici geldiğinde, tepki çekimi için kamera çevrinir. Kamera, sahnedeki diyalog
boyunca konuşan kişiye odaklanır. Açı karşı açı çekimi kameranın hareketiyle
gerçekleştirilir. Kamera hiçbir zaman tam olarak sabit kalmaz öne arkaya sağa sola
sürekli belirgin hareketler yapar.
Hapisteki oğlu için para arayışında olan İffet’i konu alan epizotta da kamera
İffet’in hareketlerini takip etmeye odaklanmıştır. Kameranın bu amaçlı eylemi
öylesine belirgindir ki seyirci, dikkatinin sürekli yönlendirildiği tepki çekimleri
ve açı karşı açı çekimleriyle sıkıca örülmüş bir hareketler zincirinin içinde kalır.
Bu nedenle İffet’in sahnelerinin helikopter görüntüsü ve sesiyle birleştirilmesi, bir
engel ya da belirsizlik yaratmaz, filme katılımı destekleyen merak ve tedirginlik
duygularını açığa çıkarır. Bunlar filmin klasik devamlılık akışını güçlendirmeye
hizmet eder. İffet’in yöneticisiyle konuştuğu sahne de benzer bir etki yaratır.
Yakınlaşarak kadının yüzünde kalan kamera, canlı ve oluş halindeki bir durumun
olanaklarını değil daha önce -özellikle gerçekçi filmlerde gördüğümüz- sahnelerin
bir benzerini ortaya koyar. G.W. F Hegel’e referansla Rancière (2016) bir dönem
Alman ressamlarının, Hollanda ve Flemenk gündelik yaşam ressamlarının
tablolarındaki her şeyi taklit ettiklerini söyler. Fakat o resimlerdeki özgürlüğü taklit
edemeyen bu tablolar, tenin eksik kaldığı sadece kendi kendisini dile getiren ürünler
olur. Filmin ele aldığımız sahnesinde imajlar gerçekçi bir görünüme sahip gözükse
de özgür değildir. Bu nedenle Rancière’in sanat olmayan dediği gerçek, bir an için
bile kendini göstermez. Bu kurgulamanın parçası olarak sigara içen İffet’in karar anı
-etkileyici ışığına ve kompozisyonuna rağmen- sahte bir şiirselliğe hapsolur.
4.2. İşlevsellik
Bir Kır Papazının Günlüğü (Robert Bresson,1951) filminde manevi mücadele
ve acı, Papaz’ın günlüğüne yazdığı ifadelerde değil, “çağrışımlarla dolu yüz
ifadeleri(nde)” bulunur (Kracauer, 2015, s. 439). Çünkü sinematik olan maddi
fenomenlere bağlıdır. Dolaysıyla diyaloglar aracılığıyla sözcüklerin gerçeği ifade
etmesine -temsil etmesine- izin vermek sinematik gerçekçilikten uzaklaştıracaktır.
Hayaletler (2020) filminde diyaloglar, yer yer böyle bir yönelim ile sinematik
görünümlerin önüne geçer. Sinematik olmayanın da şiirsel olanı açığa çıkarması
mümkün olmaz. Filmde karakterlerin kendi psikolojilerini, yaşamdaki
pozisyonlarını, koşullarını, diğer karakterlerin niyetlerini ve yapıp ettiklerini
açıkça dile getirmelerine; toplumsal bağlamı, ekonomik-sosyal işleyişi ve işleyişin
altında “dönen dolapları” betimlemelerine sıklıkla rastlanır. Tüm karakterlerde
görülmesine rağmen özellikle Raşit ve Ela karakterinin sahnelerinde sözcükler
104
DIJITALLEŞME BAĞLAMINDA TÜRK SINEMASINDA YENI EĞILIMLER
filmi ele geçirir. Bu sahnelerde hareket eden kamera artık bir oluş halinde değildir.
Yaşamın dinamizmini yakalamaktan uzak, uzlaşımsal bir dile teslim olmuştur. Dile
gelmek, görüntülerin gerçekçiliğini sakatlamıştır.
Epizotların yan öykülerinin anlatıya eklenme biçimleri gerçekçi yaklaşımı
zayıflatır. Örneğin, Didem ve grubu prova yapmak için sokakta dans etmeye
başlar. Yaklaşık dokuz saniye sonra bir kadın camdan çıkıp aşağılayıcı bir şekilde
bağırır. Hemen ardından polis gelir ve mahallenin onlardan bıktığını söyleyerek
sert bir şekilde onları uzaklaştırır. Benzer şekilde, çocuklar için düzenlenen atölye
mekanının polisler tarafından basılması ve “zaten kirayı ödemiyorsunuz, etraftan
çok şikayet var” diyen karakterin mekâna girişi örnek olarak verilebilir. Gevşek
öykülemeye sahip olan filmde, bu sahne ve diyaloglar aracılığıyla belirli bir
söylemi doğrudan aktarmaya hizmet eden işlevsel imajlar yaratılır. Ağır çekimde
görülen ve bir hayali andıran dans sahnelerine, Didem karakteriyle özdeşleşme
kurulabilmesi için yer verilir. Bu görüntüler, Didem’in dünyasını sokağın gerçeği
ile karşılaştırarak bir kırılma yaratmak ister. Belki de şiirsel bir dokunuşla insani
bir teması mümkün kılmayı dener. Fakat karakterlerin duygu ve düşünce dünyasını
anlamamızı engelleyen filmin mekanik kurgusu böyle bir temasa izin vermez. Kendi
gerçeklikleri içinde kavranamayan karakterler, tipleşmeye doğru evrilir.
Hareketli kameraya eşlik eden müzik ve ses kullanımı, görüntülerin duygusal
etkisini güçlendirmeyi amaçlar. Suriyeli esnafın dükkanında Didem’in yakın planda
yüzünün görüldüğü sahne, örneklerden biridir. Kadrajın arka planında flu olarak
birkaç kişi yer alır. Kamera bu açıdayken, Raşit’in “ne de güzel büyüdü be” diyerek
genç kadını taciz ettiğini işitiriz. Didem irkilir. Hem Didem’in yüz ifadesindeki
açıklık hem o anda işittiğimiz çınlama ve uğultu benzeri tedirgin edici ses, Didem’in
duygusunu daha güçlü biçimde aktarmak için kullanılır. Müziğin ve yakın planın bu
işlevsel kullanımı filmin gerçekçi yönünü zayıflatır.
4.3. Bedensellik
Hayaletler (2020) filminin neredeyse tamamında takip halindeki omuz
kamerası kişi ve nesneler arasında hızlı çevrinme hareketleri yapar. Bunlar, dikkati
yoğunlaştırma ve merak edileni bakışa sunma işlevine sahiptir. Örnek verilebilecek
sahnelerden biri, dansözün hazırlık yaptığı odada 4 kişi arasında geçen konuşma
sahnesidir.11 Kamera yakın planda konuşan kişiyi yakalamaya çalışırken kişiler
arasında çevrinerek hareket eder. Bu hareket o kadar hızlıdır ki, çevrinme sırasında
görüntü büyük oranda bulanıklaşır. Kameranın konudan bağımsız olarak bu kadar
hızlanması, uzlaşımsal bir stilin, popüler beklentilerin bir işaretidir. Byung Chul
Han (2007), Zamanın Kokusu adlı kitabında dünyayı sarmış olan bu hızlanma
eğilimini eleştirir. Sadece hedefe odaklanan ve sürecin kendisini unutmaya yönelik
bu yaklaşım, insanın gerçek bir zaman deneyimi yaşamasını engelleyecektir. Omuz
kamerasının hızlanan hareketiyle gerçekliği yakalamak üzere soluk soluğa koşarız.
Fakat o, Bazin’in (2007) tabiriyle sürekli elimizden kaçar.
11
Bazı planlar kesme ile birleştirilmiş olmasına rağmen tek bir plan izlenimi verecek şekilde kurgulanmıştır.
DIJITALLEŞME BAĞLAMINDA TÜRK SINEMASINDA YENI EĞILIMLER
105
Omuz kamerası, tamamen bedenin hareketine bağlı bir özgürlük içinde hareket
eder. Titreyebilir, sendeleyebilir, dengesini kaybedebilir. Mekândaki bir nesneye
yakınlaşan kamera belirsiz bir gözlemci olmaktan çıkabilir. Öznel değilse ve bu
hareketiyle nesnel bir konum almıyorsa kamera böyle bir durumda belirsizlik
alanı açar. Hikâyenin kapalı anlam dünyasını bir yer değiştirme hissiyle sekteye
uğratabilir. Hayaletler (2020) filmdeki kameranın sürekli takip ve hareket halinde
olması, öznel ve nesnel olanı ayırt etmeyi zorlaştırmaz. Çünkü öznel ve nesnel
konum yeni stille güncellenmiş olsa da klasik devamlılığa bağlanmıştır. Bu bağlamda
Hayaletler (2020) filminde kamera, -sırt takip planları da içerecek biçimdenesneleri takip eden, merak duygusunu artıran, özdeşleşme kurmak isteyen, daha
gerçekçi bir mekân deneyimi sunan belirgin nesnel ve öznel pozisyonlara sahiptir.
Bu durum kameranın uzlaşımsal niteliğini güçlendirir. Raşit’in yıkmak üzere tarihi
binaya girdiği sahne, öznel ve nesnel hareket arasındaki belirgin ayrımı örnekler.
Raşit’in öznel bakışı olarak konumlanan kamera, onun feneri yere koyduğunu, alet
çantasından malzemeleri çıkardığını gösterir. Ardından kesme ile nesnel konuma
geçilir. Raşit, daha uzak bir mesafeden orta ölçekte görülür.
4.4. Şiirsellik
Filmde şiirsellik yaratan üç andan bahsedebiliriz. İlki, İffet’in Didem’in evine
geldiği sahnededir. İffet gelmeden önce Didem odasındaki yatağın üstünde cep
telefonuna bakmaktadır. Oda kapısının pervazı çerçeve içi çerçeve oluşturur.
Kamera nefes alıp veren bir beden gibi sarsılmaktadır. Bu bakış Didem’in biri
tarafından gözetlendiği izlenimini verir. Kimin bakış açısı olduğunu bilemediğimiz
bu kamera açısı, belirsizlik hissi yaratır.12 Ardından Didem’in yatağından kalkışıyla
içeri girerek Didem’in hareketlerini takip etmeye devam eden kamera, bu karasızlığı
kendi nesnel konumunu belirginleştirerek ortadan kaldırmış olur. Fakat burada
öznellik ve nesnelliğin bir aradalığına dair bir parıltı görülür. Buna benzer diğer
planda hafif sarsıntı halindeki kamera, yine kapı pervazının ardından İffet ve annenin
konuşmasına tanıklık eder. Bu kameranın bakışının, Didem’in bakışı olmadığını bir
sonraki kesmeyle anlarız. Didem odanın iç kısmında eşyalarını katlamaktadır. Kısa
bir an önce görülmüş olan planın belirsizliği şimdiki ana yansır. Bu görülen plan,
öznel olmadığı gibi nesnel de değildir. Kapının arkasında konumlanan ve iki kadını
gözetleyen bu bakış, nesnel olarak değerlendirilmek için fazla biçimlendirilmiştir.
Pasolini, bu tür bir hareketi yönetmenin ifadesi olarak görür, bunun şiirsel olanı
ortaya çıkardığını söyler. Deleuze’e göre kameranın bu bir aradalık hali şiirsel
görüşü ortaya koyar. Belli belirsiz kendini hissettiren bu ifade filmin anlatısını
aşarak dışarı çıkan bir imkândır. Bu plan, başka bir bakışın olanağını hatırlatarak
film imajını gerçekliğe doğru açar.
Rancière (2016), bedenin düşüşünü gerçekçiliğin temel ölçülerinden biri olarak
görür. Düşüşü, anlatı hareketinin üstüne gelen bir çağrı hareketi olarak tanımlar.
Ruh, giden bedene kaydolmadıysa, özgürlüğün hareket ettiği yol bir düşüşte
12
Filmin genel eğiliminden farklı olarak kameranın konudan uzak konumlanmış olması da bu etkiyi güçlendirir.
106
DIJITALLEŞME BAĞLAMINDA TÜRK SINEMASINDA YENI EĞILIMLER
görülebilir. Raşit’in bedeninin taş yığınları arasına düşüşü, filmin son sahnesiyle
birlikte geriye dönük bir çağrının imkânına dönüşür. İşitilen haber aracılığıyla gelen
bu çağrı, daha önce filme müdahale eden sakatlayıcı sesten farklıdır. Çünkü burada
ikilemle birlikte bir yer değiştirme oyunu da vardır. Sembolik olarak olan biten her
şeyin suçlusu ilan edilen karakter, filmin sonunda hem suçlu hem kurbandır. Film
gerçeğin manipülasyonunu sunarak gerçeğin içine doğru hareket eder. Olasılıkların
farkına vardırır. Hem takip ve tanıklık halindeki kamera görüntülerini hem
gerçekçilik etkisini artıran cep telefonu ve sosyal medya görüntülerini bu parıldama
anında sorgulamaya açar.
Filmde şiirselliğin açığa çıkma fırsatının değerlendirilemediği bir örnekten
bahsedilebilir. Ela’nın partisinde kamera tüm mekânı ve kişileri meraklı bir gözle
tarar. Bir noktada tavandaki kristale doğru çevrinir, durur, netlik kazanır, kendi
etrafında döner ve aşağı doğru bir hareketle tekrar mekandaki kişileri göstermeye
devam eder. Çocuksu bir merakla etrafı tarayan kamera, nesnel konumundan
çıkmadan etrafta dolaşır. Bu nedenle imajlar, maddi fenomenlerin kaydının ötesine
geçemez.
4.5. Nesnellik
Kracauer (2015) film yapan kişinin fiziksel gerçekliği kapsamak zorunda
hissettiğini, bu nedenle maddi fenomenlerin içinde kaybolma riski taşıdığını
belirtir. Hayaletler (2020) filminde yönetmen, sokağın gerçeğini her yönüyle gözler
önüne sermeye çalışırken kameranın tanıklık gücünün cazibesine kapılmış gibidir.
Kameranın başını alıp gittiği, gerçekten özgürleştiği böyle bir anlatıda şiirsel olanın
yaratılabilmesi için özne olarak yönetmenin biraz daha görünür olması gerekir.
Aslında nesnellik arzusuyla öznenin geri plana çekilmesi sinema tarihinde yeni
değildir. Balázs’a (2019) göre, kurulmuş hikayelerden kaçarak gerçeğe yaklaşma gibi
bir hedefle yola çıkan sanatçılar özneleri, dramatik olaylar yerine görsel varlıklarının
ortaya konmasında aradılar. Fakat avangard sanatta olduğu gibi kendilerini “öznesiz”
“mutlak film” çıkmazında buldular (s. 205). Çünkü, bireyselliği reddetmek ve
malzemenin ham halini göstermeye doğru yönelmek çözülmeyi hızlandırır. Biçimi
hesaba katmayan bir malzeme, dokusuzdur. Filmde hareketli kameranın sokaktaki
yaşama tanıklık ettiği sahneler sınırsızca çoğalıyormuş gibi gözükür. Film amorf
bir yapı gibi akışkan ve şekilsiz bir görüntüler dizinine dönüşür. “Şeyleri gerçek
kılan, diğer şeylere yaptıkları açıklayıcı göndermelerdir” der Balázs (s.224). Çünkü
şeyler aynı zamanda nedensellik bağlarıdır. Rastgele bile olsa kasıt gerçekle temas
etmemiz için gereklidir. Bu kasıt bir tür nedenselliktir.
Filmde cep telefonu kamerasının kayıt görüntülerine yer verilmesi, gözetleniyor
olmanın, gizli olarak kaydediliyor olmanın tedirginliğini hissettirir. Ela’nın
yıkılacak binaya giren Raşit’i görüntülemesi, çocukların kendi görüntülerini
çekmeleri, sokakta yürüyen kız çocuğu görüntüsü, binanın yıkıldığı mekandaki
kaosun görüntüleri (ki Ela’nın cep telefonuna geçişle sosyal medyada yayınlandığını
görüyoruz), cep telefonu kayıtları, başka bir mecraya ve medya alanına işaret eder.
DIJITALLEŞME BAĞLAMINDA TÜRK SINEMASINDA YENI EĞILIMLER
107
Dijital olarak kaydedilmiş gözetim görüntüleri, başka bir kamera ile çekildiği
görülen farklı mecralardaki kayıtlar, gerçeklik duygusunun artırılmasına hizmet
eder (Thanouli, 2013). Aynı şekilde farklı yayın organlarının haber niteliğindeki
bilgi aktarımı ve kitleye hızlı erişimi, öyküye müdahale eden ve gerçeklik etkisini
artıran diğer unsurlardır. Thanouli, haber programlarının ve realty şovlardaki
doğrudanlık ve gerçeğe verilen referans fikrinin hala insanları çok etkilediğini dile
getirir. Hayaletler (2020) filmi de radyo, sosyal medya yayınları ve cep telefonu
kamerası kayıtlarını kullanarak gerçekçilik duygusunu güçlendirmeyi amaçlar.
Fakat tüm bu sahneler -yukarıda açıkladığımız- köprüde bırakılan araba görüntüsü
dışında alternatif bir gerçeklik alanına işaret etmediği için filmi gerçekçi yapmaya
yetmez.
Filmin son sekansında sokaklarda çıkan yangınlar, polis arabaları ve ambulansların
ışıkları, siren sesleri, el fenerleriyle koşturan insanlar, renkli ve kaotik bir atmosfer
yaratır. Kameranın devinimiyle bu kaos, görsel bir şölen izlenimi vermeye başlar.
Film, Benjamin’in (2021a) söylediği gibi yıkım estetiği ile “duyusal algılamayı
doyuma ulaştırır” (s. 79). Sanki kaostan geçen bir çözüm önerir. İnsanlığın “kendisi
için bir sergi malzemesi” haline gelmesinden bahseden Benjamin’e referansla (s.
79) şöyle bir soru akla gelir: Kaotik ortamın bir parçası olan kamera hareketi bu
sahnede, insanı nesneleştirmenin bir aracı mı olmuştur?
4.6. Mekanikleşen Akış
Film epizotlara bölünmüştür. Kracauer’in (2015) söylediği gibi epizotlar halinde
anlatım hayatın akışını çağrıştırır. Filmde, epizotların bir hikâye ile birleşmesi
veya yan yana dizilmesi önemli değildir. Önemli olan, epizotların “açık uçlu
bir anlatının ayrılmaz bir parçası olmasıdır -burada açık uçluluk, anlatının bir
bütün olarak hayatın akışıyla ilişki kurması anlamına gelir” (s. 460). Hayaletler
(2020) filmindeki epizotlar iki yönlü olarak ele alınabilir. İlki, kesişmelerle
dört ayrı karakterin yaşamına odaklanıyor olmasıdır. İkincisi ise filmsel zaman
deyimini dönüştürmeye yönelik olarak epizotların paralel kurgu yerine zamanda
geri gidişlerle birbirine bağlanmasıdır. Fakat burada, Kracauer’in bahsettiği gibi
açık uçlu anlatının hayatın akışıyla temasının koptuğunu görürüz. Filmdeki dört
karakterin birbirleriyle yolları kesişir. Fakat karşılaşmalar, hayatın akışının dışına
çıkan denk gelmelerdir. Hikâyenin anlatısının geriye dönüşlerle sürekli kesilmesi
parçalanmış bir zaman deneyimi sunar. Olaylar birbirinin içine girmiştir. Başlangıç
anı tam olarak belirlenemez. Bu zaman deneyimi, filmin kapalılık hissini artırır.
Epizotlar halindeki anlatı hayatın akışına açık olma izlenimi yaratırken ilişkilerin
birbirine bağlanma biçiminin kurduğu kapalılık ve çıkışsızlık duygusu bu akışı
keser. Filmin kurgulanma biçimi, mekanikleşmeye yönelen bir biçimsel tercih haline
gelir. Gösterdiği, sergilediği kişiler, kurumlar ve devlet arasında kurduğu ilişkiler,
insanilikten yoksun mekanik bir dikkati ön plana çıkarır.13 Bu durum karakterlerin
insani olarak derinlikli biçimde kavranmasını zorlaştırır. Filmde hayatın akışına
13
Gasset (2013), Marcel Proust’un romanı için böyle bir yorum yapmıştır.
108
DIJITALLEŞME BAĞLAMINDA TÜRK SINEMASINDA YENI EĞILIMLER
olan duyarlılık zarar görmüştür. Oysa yüklenen ve dayatılan anlamların yokluğunda
gerçekliğin belirsizliğine açılmak önemlidir. Söz gelimi Bisiklet Hırsızları (Vittorio
De Sica, 1948) filminin değeri, sokakta çekilmesinden kaynaklanmaz. Nesnelerin
ve kişilerin kendi değerlerine ihanet edilmemesinden kaynaklanır (Bazin, 2007).
Hayaletler (2020), şehrin dışında kalan şantiye alanını andıran bir mikro kozmos
çizer. Fakat Gasset’in (2013) roman bağlamında dile getirdiği gibi, içinde yaşayan
kişiler için bu mekânın nasıl bir mutlak büyüklük olduğunu gösteremez.14 Akışın
kontrolü, sahici bir evrenin kurulmasını zorlaştırır.
4.7. Çözülme
Kracauer’e (2015) göre İtalyan Yeni Gerçekliği içinde sokağı anlatan iki önemli
film vardır. Roma Açık Şehir (Roberto Rosselini, 1945) ve Bisiklet Hırsızları
filmleri, “sokak dünyasının kelimenin tam anlamıyla derinliklerine dalmıştır; bu
dünyada başladıkları ve bu dünyada bittikleri gibi, bu dünyaya karşı baştan sona
geçirgendirler de” (s. 461). Geçirgen filmler; gevşek kompozisyona sahip, “alakasız
olayların sürekli araya karışıp hikâye örüntüsünü bulanıklaştır(dığı)”, amaçsız
ve istikametsiz yollarda akıntıda sürükleniyor gibi gözüken filmlerdir (s. 462).
Sokaklarda geçen bir hikâye olarak Hayaletler (2020) de sokak dünyasında başlar
fakat orada bitmez. Filmde kurulan ilişkiler ağının söylem düzeyinde istikameti
ve amacı belirgindir. Parçalı bir zaman deneyimi sunar fakat araya giren olaylar,
örüntüyü bulanıklaştırmaktan ziyade, filmi bir çözülmeye doğru sürükler. Evdeki
parti sahnesi, dans yarışması sahnesi, çocuklarla yapılan atölye sahnesi, Ela’nın
uyandığı ve evde dolaştığı sahne, çocukların röportaj yaptığı cep telefonu görüntüleri,
futbol oynayan çocukların cep telefonu görüntüleri, polis tarafından basılan parti
sahneleri sokağa ve yaşama ilişkin detayları ortaya koyar. Fakat epizotların yan
öykülerine dair detayların sayısının bu kadar artması ve bu sahnelerin fazla uzun
tutulması anlatının dağılmasına yol açar. Yönetmen saf dışı kalmış, kamera alıp
başını gitmiş gibidir. Sokağa çıkmak, sokaktaki insanı tüm sıradanlığıyla ele almak,
gerçekçi bir film için önemlidir fakat tek başına yeterli değildir.
SONUÇ
Türkiye sinemasındaki yeni eğilimler üzerine düşünmeyi amaçlayan bu çalışmada,
hareketli omuz kamerasının baş rolde olduğu gerçekçi film stilini odağımıza aldık.
Sinematik gerçekçilik ve şiirsel imajlar bağlamında estetik bir sorgulama yaptık.
Buna göre, Hayaletler (2020) filmindeki gerçekçi yaklaşımı üç başlık altında
sınıflandırdık. İlki bu çalışmanın çıkış noktasını da oluşturan sinematografik
niteliklerdir. Bunlar, sürekli takip halinde olan ve hayatın akışına tanıklık etmek
isteyen hareketli kamera kullanımı, epizotlar halinde anlatım ve gevşek öyküleme
olarak sıralanabilir. İkincisi, şimdiki ana odaklanarak sorunları gösterme ve Türkiye
gündeminin önemli meselelerini ekrana taşıma isteğidir. Film, elektrik kesintilerinin
yaşandığı bir günü filmin zamanı haline getirir. Kadın hakları mücadelesine yan
14
Çoğu kişi için bilinmedik olan bu sokak, bir Türkiye alegorisi olarak değerlendirilebilir. Fakat gerçekçi bir film için önemli
olan bu mekânın Gasset’in (2013) roman için dile getirdiği gibi “içinde yaşayan kişi için” nasıl bir “mutlak büyüklüğe sahip”
olduğunun gösterilmesidir (s. 86).
DIJITALLEŞME BAĞLAMINDA TÜRK SINEMASINDA YENI EĞILIMLER
109
öykülerde yer verir. İstanbul’un kentsel dönüşüm sürecini ve yaşanan usulsüzlükleri
epizotlardan birinin temel hikayesi yapar. Suriyeli mültecilerin ve mahalledeki
dezavantajlı çocukların yaşam koşullarına değinir. Üçüncüsü, filmin sıradan insanın
yaşamını, toplumsal ve ekonomik bağlam içinde aktarmasıdır. Genç kadınların ve
çocukların sınırları dışına çıkamadıkları mahallede verdikleri varoluş mücadelesini,
ihtiyacı olan parayı bulmaya çalışan bir işçi kadının hayal kırıklığını, şehrin iki kutbu
arasında bağ kurmaya çalışan genç bir sanatçı kadının eylemlerini, sistem içinde
kendine yer edinmeye çalışan bireyin çıkarcılığını odağına alarak gerçekçi olma
arzusunu ortaya koyar. Fakat sinematik gerçekçilik ve şiirsel imajlar bağlamında
yaptığımız değerlendirme, filmin niyetini gerçekleştiremediğini düşündürür. Buna
göre, Hayaletler (2020) filminde hareketli kamera aşırı ve yetersiz biçimlendirme
gibi iki zıt eğilimin aracı haline gelir. Öte yandan gerçekçiliğe aynı derecede uzak
bu iki eğilim diyalektik bir sürece, bir ikilime ya da bir arada oluş haline işaret
etmez.
Filmde yalnızca üç anda hareketli kamera gerçekliğin içine doğru hareket eder
ve şiirselliğiyle olası bir gerçeklik temasını görünür kılar. İlki Didem’in evindeki
plandır. Kapı pervazının ardından, yatağında oturan Didem’i görüntüleyen ve
soluk alıp verişiyle canlılığını ortaya koyan kameranın bakışı, bir an tanımsız kalır.
Burada öznellik ve nesnelliğin bir aradalığına dair bir parıltı görülür. Diğer an da
İffet’in Didem’in evine geldiği sahnede görülür. Burada kapı pervazının arkasından
iki kadını gözetleyen kameranın bakışı, öznel olmadığı gibi nesnel de olmayan
bir bakıştır. Yönetmenin ifadesini görünür kılan bu şiirsel imaj, başka bir bakışın
olanağını hatırlatarak filmi gerçekliğe doğru uzatır. Üçüncüsü ise Raşit karakterinin
ölümü çerçevesinde kurulan yer değiştirme oyununda görülür. Raşit’in bedeninin
taş yığınları arasına düşüşü, filmin son sahnesiyle birlikte geriye dönük bir çağrı
imkânı yaratır. Sembolik olarak olan biten her şeyin suçlusu ilan edilen karakter,
suçlu ve kurbandır. Hem takip ve tanıklık halindeki kamera görüntüleri hem
gerçekçilik etkisini artıran cep telefonu ve sosyal medya görüntüleri bu parıldama
anında ilk defa sorgulanır. Böylelikle film, dijital görüntülerin yardımıyla hakikatin
manipülasyonunu sunarak, gerçeğin içine doğru hareket eder. Olasılıkların farkına
vardırır.
Hayaletler (2020) filminde, yukarıda ele aldığımız istisnalar dışında hareketli
kameranın genel eğiliminin uzlaşımsal olduğunu söyleyebiliriz. Bordwell’in iddia ettiği
gibi hareket güncellenmiş geleneksel stile bağlanır. Filmde, öznel ve nesnel kamera
hareketi arasındaki ayrım belirgindir. Kamera sabit dururken bile ufak sallantılarla
kendini belli eder. Zaten genelde sabit durmamayı, öne arkaya sağa sola sürekli belirgin
hareketler yapmayı tercih eder. Kişi ve nesneler arasında hızlı çevrinme hareketleri
yapar, tepki çekimleri ve açı karşı açı çekimlerini planın akışı içinde gerçekleştirir.
Oyuncunun en küçük hareketlerini bile takip etmeye, kaçırmamaya çalışır. Filmi
izleyen seyirci, omuz kamerasının hızlanan hareketiyle gerçekliği yakalamak üzere
soluk soluğa koşar. Fakat gerçeklik sürekli elimizden kaçar.
110
DIJITALLEŞME BAĞLAMINDA TÜRK SINEMASINDA YENI EĞILIMLER
Kamera, gündelik yaşam karşısında kayıtsızlıktan çok uzaktır. Dikkati
yoğunlaştıran ve merak edileni bakışa sunan kameranın iradi gücü, bir özgürlük
değil bağımlılık biçimini ortaya koyar. Bu nedenle kamera bir flaneur gibi
serbestçe hareket ediyor gibi gözükse de bir flanuer gibi ikili bir oluş durumunu
açığa çıkaramaz. Kalabalıktan, aktardığı hikâyenin söyleminden ve karakterlerin
eylemlerinden kopmakta zorlanır. Omuz kamerasının bu amaçlı ve odaklı
hareketleri, epizotlar arasında filmin söyleminin altını çizen mekanik bir bağlantılar
ağının parçası olur. Bu nedenle görüntüler kapalılık ve çıkışsızlık hissini güçlendirir.
Hayatın akışına açık olmayan anlatı, karakterlerin insani olarak derinlikli biçimde
kavranmasını zorlaştırır. Diyaloglar aracılığıyla kurulan hakikat söylemi, filmin
gerçekçiliğine müdahale eder. Hareketli kamerayı kendi oluş halinden uzaklaştırır,
bir aktarıcı haline getirerek araçsallaştırır. Hareketli kameraya eşlik eden müzik
ve ses kullanımıyla birlikte yakın plan kullanımı da görüntülerin duygusal etkisini
vurgulamak dışında bir amaç taşımaz.
Hayaletler (2020) bir yandan uzlaşımsal olarak biçimlendirilirken öte yandan
çözülmeye doğru evrilir. Film, sokağın gerçeğini her yönüyle gözler önüne sermeye
çalışırken kameranın tanıklık gücünün cazibesine kapılmış gibidir. Epizotlara ait
yan öykülerin aralarına giren olaylar filmi bir çözülmeye doğru sürükler. Sokakta
olan bitenlere dair detayların sayısının bu derece artması ve bu sahnelerin fazla
uzun tutulması anlatının dağılmasına yol açar. Sahneler sınırsızca çoğalıyormuş
gibi gözükür. Film amorf bir yapı gibi akışkan bir görüntüler dizinine dönüşür.
Filmin bazı sahnelerinde, yönetmen saf dışı kalmış kamera alıp başını gitmiş
gibidir. Filmin son sahnesinde saldırı, yangın ve yıkımlarla oluşan kaos hareketli
kamera görüntüleriyle aktarılır. Bu sahnede kaotik ortamın bir parçası olan hareketli
kameranın, -Benjamin’in ifadesiyle- insanlığı bir sergi malzemesine çevirip
çevirmediği sorusu akla gelir.
Takip halindeki omuz kamerasının hareketi, 2000’lerden beri ticari ve bağımsız
sinemada trend haline gelmiş, bugün standart bir stile evrilmiştir. Klasik devamlılık
biçimine eklemlenen bu hareket, sanat filmi alanında önemli bir dönüşüme işaret
etmektedir. Son dönemde Türkiye’de gündelik olana tanıklık etmeye yönelen
gerçekçi olma iddiasındaki filmler için bu kamera hareketi, gerçekçi film stilinin
ayrılmaz bir parçası olarak algılanmaktadır. Bu kabulde, omuz kamerasının film
maliyetlerini ciddi oranda düşürmüş olmasının da önemli bir payı vardır. Fakat,
Hayaletler filmi örneğinde gördüğümüz gibi, hareketli kamera biçimi gerçekçiliği
değil gerçekçilik yanılsamasını besler hale gelmiştir. Bununla birlikte, bu gerçekçi
eğilim yönetmenin varlığını neredeyse görünmez kılmakta; yönetmenler ve
sinematik stiller arasındaki belirgin ayırt edici özelliklerin silikleşmesine neden
olmaktadır. Şüphesiz, bu durum auteur sinemanın artık gücünü yitirmesinin bir
işareti olarak anlamlıdır. Fakat, radikalleşmeye başlayan bu öznesizlik eğilimi,
şiirsel olanın ortadan kalkması riskini de taşımaktadır. Ve De Sica’nın (1968) dile
getirdiği gibi, şiirsel olanın yokluğunda gerçekçiliğin geleceği de belirsizdir.
DIJITALLEŞME BAĞLAMINDA TÜRK SINEMASINDA YENI EĞILIMLER
111
KAYNAKÇA
Armes, R. (2011). Sinema ve gerçeklik (Zeynep Özen Barkot, Çev.). Doruk Yayıncılık.
Başer, N. (2022a). Quentin Meillassoux üzerine. Quentin Meillassoux ve Jocelyn Benoist üzerine iki
makale (ss.6-22). ExisPress.
Başer, N. (2022b). Jocelyn Benoist üzerine. Quentin Meillassoux ve Jocelyn Benoist üzerine iki makale
(ss.23-44). ExisPress.
Bazin, A. (1966). Çağdaş sinemanın sorunları (Nijat Özön, Çev.). Bilgi Yayınevi.
Bazin, A. (2007). Sinema nedir? (İbrahim Şener, Çev). İzdüşüm Yayınları.
Balázs, B. (2019). Sinema kuramı (Gökhan Aydın, Çev.). Doruk Yayımcılık.
Benjamin, W. (2012a). Tekniğin olanaklarıyla yeniden üretilebildiği çağda sanat yapıtı. Pasajlar (9.
Basım). (Ahmet Cemal, Çev.) (ss.50-86). YKY.
Benjamin, W. (2012b). Baudelaire’de bazı motifler üzerine. Pasajlar (9.Basım). (Çev. Ahmet Cemal)
(ss.202-252). YKY.
Bordwell, D. (2002). Intensified Continuity Visual Style in Contemporary American Film. Film
Quarterly, 55 (3), (Spring, 2002), 16-28.
Chul-Hun, Byung (2018). Zamanın Kokusu (Şeyda Öztürk, Çev.). Metis Yayınları.
Deleuze, G. (2014). Hareket-İmge (Soner Özdemir, Çev). Norgunk.
De Sica, V. (1968). Sinema üzerine... Türk Dili Dergisi Sinema Özel Sayısı, 17 (196), 456-459.
Faure, Ellie (2006). Sinema Sanatı (Metin Gönen, Çev.). Es Yayınları.
Forceville, C. Watching Film with One’s Body. Evolutionary Studies in Imaginative Culture, 4(2),
111-120.
Gasset, J. O. (2013). Sanatın insansızlaştınlması ve roman üstüne düşünceler (2. Basım). (Neyyire Gül
Işık, Çev.). Yapı Kredi Yayınları.
Goodridge, M. Grierson, T. (2014). Sinematografi görüntü yönetmenliği (Müge Yalçın, Çev.) Remzi
Kitabevi.
Guerra M & Gallese V. (2020). The Empathic Screen, Cinema and Neuroscience (Frances Anderson,
Translated by). Oxford University Press.
Ieta, R. The New Romanian Cinema: A Realism of Impressions: Film Criticism, Winter/Spring, 2010,
34 (2/3), 22-36. Special Double Issue on New Romanian Cinema
Kracauer, S. (2015). Film teorisi (Özge Çelik, Çev.). Metis Yayınları.
Okyay, Azra D. (Yönetmen). (2020). Hayaletler [Film]. Heimatlos Films; MPM Film.
Olgunsoy, U. C. (2021). Sinemasal gerçekçilik halen mümkün mü? Klasik ve güncel kuramlar
bağlamında günümüz Türkiye sinemasında gerçekçilik eğilimleri. Sinecine, 12(1), 113-145.
Rancière, J. (2016). Sinematografik masal (Tacettin Ertuğrul, Çev.). Küre Yayınları.
Rancière, J. (2018) Aisthesis, sanatın estetik rejiminden sahneler (Ayşe Deniz Temiz, Çev.). Monokl
Yayınları.
Rotha, P. & Griffith, R. (2001). Sinema yazıları (Ayzer Ovatman, Çev.). İzdüşüm Yayınları.
Thanouli, E. (2009). Post-Classical cinema. Wallflower Press.
Thanouli, E. (2013). Wag the Dog: A Study on Film and Reality in the Digital Age. Bloomsbury
Academic.
Yıldırım, S. (2012). Pier Paolo Pasolini. Agora Kitaplığı.
Steyerl,H. & Farocki, H. (2020). Gerçekliğin büyülü taklidi. Hito Steyerl & Harun Farocki. İmajları
düşünmek (Erdem Üngür, Çev.). (ss. 237-252). Yort Kitap.
Zavattini, C. (1968). Yeni gerçekçilik üzerine görüşler. Türk Dili Dergisi Sinema Özel Sayısı, 17 (196),
380-384.