Erciyes İletişim Dergisi / Journal of Erciyes Communication
e-ISSN: 2667-5811 | ISSN: 1308-3198
Araştırma Makalesi | Research Article
Beyaz Failin Hatırladığı Kadar: Ruanda Soykırım
Filmlerinde Kefaretle Protez Hafıza İnşası
As White Perpetrator Remembers: Prosthetic Memory
Construction with Redemption in Rwandan Genocide Films
Yusuf Ziya GÖKÇEK (Asst. Prof. Dr.)
Marmara University Faculty of Communication
İstanbul/Türkiye
yusufziyagokcek@gmail.com
Başvuru Tarihi | Date Received: 25.05.2022
Yayına Kabul Tarihi | Date Accepted: 05.07.2022
Yayınlanma Tarihi | Date Published: 22.07.2022
https://doi.org/10.17680/erciyesiletisim.1121529
Öz
Dünyada soğuk savaş sonrası devletlerin bölgesel hâkimiyet mücadeleleri ve çıkan iç savaşlar çoğu zaman
etnik temizliğe evrilmekteydi. Afrika’nın tarihsel süreç içerisinde pek çok farklı sömürgeci devletin
egemenliği altında bulunan Ruanda, 1990 sonrasında iç savaş ve sonrasında soykırım süreci itibariyle
soğuk savaş sonrası uluslararası hegemonyanın yeni bir el değiştirme sürecine tanıklık etti. Yönetmenler,
Ruanda’da yaşanan katliamlar sonrasında ülkeyi hem tematik hem de mekân olarak dev bir film platosuna
dönüştürdü. Ruandalı yönetmenlerin olmadığı bu evrende ülkedeki soykırım girişimlerine ilişkin tanıklık
Batılı yönetmenler üzerinden gerçekleştirilmektedir. Ruanda’da yaşananlar Hutu ve Tutsilere destek
veren ve vermeyenler olarak ayrımlanırken soykırım girişimi uluslararası güçlerin birbirini suçladıkları ve
kendilerini akladıkları bir kefaret zemininde anlatılmaktadır. Hotel Rwanda (Terry George, 2004), Shooting
Dogs (Michael Caton-Jones, 2005), Sometimes in April (Raoul Peck, 2005), A Sunday in Kigali (Robert
Favreau, 2006) ve Shake Hands with the Devil (Peter Raymont, 2007) filmlerini yapısalcı bir yaklaşımla
çözümlemeyi amaçlayan bu çalışmada, filmlerin üstlendiği protez hafıza kavramıyla ilişkili olarak kefaret,
beyaz fail, arınma gibi kavramlar tartışılacaktır. Ruanda filmlerinde kefaretin anlatıda merkezde olduğu,
Batılı kathartik bir unsur olarak işlediği görülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Hafıza (Bellek), Protez Hafıza, Kefaret, Modernite, Soykırım, Afrika Sineması, Ruanda
Sineması.
Abstract
The regional dominance struggles of the states after the cold war and the civil wars that broke out in
the world often evolved into ethnic cleansing. Rwanda, which has been under the domination of many
different colonial Powers in the historical process of Africa, is witnessing a new process of changing hands
of international hegemony after the cold war as a result of the civil war and the genocide process after
1990. After the massacres in Rwanda, the directors transformed the country into a huge film plateau, both
thematically and spatially. In this universe where there are no Rwandan directors, the testimony of the
genocide attempts in the country is carried out through Western film directors. While the events in Rwanda
are divided into those who support Hutu and Tutsi and those who do not, the genocide attempt is told
on the basis of redemption where international powers accuse each other and acquit themselves. Hotel
Rwanda (Terry George, 2004), Shooting Dogs (Michael Caton-Jones, 2005), Sometimes in April (Raoul Peck
,2005), Un dimanche à Kigali/A Sunday in Kigali (Robert Favreau, 2006) and Shake Hands with the Devil
(Peter Raymont, 2007) films with a structuralist approach, concepts such as redemption, white agent, and
purification in relation to the concept of prosthetic memory undertaken by the films will also be discussed.
It is seen that redemption is at the center of the narrative in Rwandan films, and it functions as a cathartic
element of the Western perpetrator.
Keywords: Memory, Prosthetic Memory, Redemption, Modernity, Genocide, African Cinema, Rwandan
Cinema.
Erciyes İletişim Dergisi | Temmuz/July 2022 Cilt/Volume 9, Sayı/Issue 2, 763-782
http://dergipark.gov.tr/erciyesiletisim
763
Beyaz Failin Hatırladığı Kadar: Ruanda Soykırım Filmlerinde Kefaretle Protez Hafıza İnşası
Yusuf Ziya Gökçek
Giriş
Sinema, dünyayı görme, onu bir imgeye dönüştürme ve bir olayı hatırlama biçimini
değiştirme gücüne sahiptir. Modernitenin 20.yy’da en önemli bileşenlerinden sinema,
şimdi ve geçmiş arasında hızlı bir ilişki kurmakta, bunu kaydetmekte ve kaydettiği her
anı farklı zamanlarda gösterebilen bir araç olma niteliğiyle sağlamaktadır. Ayrıca farklı
zaman ve mekânları bir araya getirmekte, imgeleri çoğaltmakta ve onlara akışkanlık
sağlayarak küresel bir görünüm ve algılanma imkânı vermektedir. İzleyicinin olayla
mesafesi perdeyle hem kapanmakta hem de artmaktadır. Sinematografi izleyiciye çoğu
zaman tanık olarak konumlandırmasına imkân tanımakta, biçim olarak (klasik anlatı)
kendi dışında geçen bir olayı başka bir varlıkla özdeşleşmesini sağlamaktadır. Böylelikle
izleyici yaşamadığı tarihe eklemlenmekte, ikame anılarla deneyimini çoğaltmakta ve
farklılaştırmaktadır. İzleyici böylelikle filmin anlatısındaki temel amaca yani perdede
cereyan eden olaya katılmaktadır. Bu katılım öz olarak izleyiciyi filmin oluşturduğu
hafızaya dâhil etme sürecidir. İzleyici kişisel ve güçlü bir hissedişle yaşamadığı olayın
ve tarihin bir parçası olmaktadır. Woody Allen’in The Purple Rose of Cairo (1985)’sunun
Cecilia (Mia Farrow) karakteri örneğinde olduğu gibi filmin içerisi ve dışarısı arasındaki
ayrımının silikleştirmesi bu duruma ilişkin radikal bir örneklik oluşturmaktadır. Bu
noktada öznel deneyim filmle ortaya çıkan başka bir deneyimle karışmakta, ayırt
edilememektedir. Eklenen hafıza olması nedeniyle bellek protez niteliği taşımakta ancak
bu protez niteliği öznel deneyimle iç içe girerek organikleşmeye çalışmaktadır. Protez
bellek / hafıza kavramı ayrıca “öznel deneyimi” başka deneyimlerle ortaklaştırmaktadır.
Hafıza/bellek en temelde “geçmişimizi kaydeden, gerektiğinde başvurabileceğimiz ve
bu sebeple şimdiki anımızı etkileyen sistemin adıdır” (Karaarslan, 2019, s. 47). Belleğe
organik bir biçimde tutundurulmaya çalışılan protez bellek, küresel imge akışkanlığı
içerisinde olaya ve olguya ilişkin hatırlanılanın veyahut bilinenin mekanı olmaktadır.
Gerçek zaman ve mekânla bir hafızanın yerine bir araç aracılığıyla kaydedilen imgeyle
geçen protez bellek, öncelikle inorganik bir biçimde oluşmaktadır. Çünkü protez bellek,
filmin var ettiği bir hatırlama ve unutma biçimidir. Bu ikircikli durum ontolojik olarak
sinemada bulunmaktadır. Sinemaya klasik anlatının biçimsel özelliklerine eğildiğimizde
merkezi ışığın varlığı filmde ışığın dışında kalan diğer meseleleri “karanlıkta” bırakmakta,
off-screen olarak göstermektedir. Karanlıkta kalan göz ardı edilmekte olay ışığın var ettiği
bir biçimde görünmekte, cereyan etmekte ve hatırlanmaktadır. Aynı şekilde kadrajın ilgili
nesneleri merkeze alarak bir anlatı kurması da “ilgisiz” görünen nesneleri non-diegetik
(ortamın var etmediği, yapay eklentiler) olarak üretmektedir. Gösterim stratejisi,
hatırlama ve unutma pratiği üzerine kuruludur.
Film, yapım dağıtım ve gösterimle birlikte düşünüldüğünde büyük bir ağın parçasıdır. Çok
izlenen filmleri düşündüğümüzde ağın ölçüleri ve etki alanı daha çok genişlemektedir.
Lenin tarafından “kitlesel bir sanat” (Petrić, 1995) olarak övülen sinema, bu nitelemeyi
yapanlarca güçlü bir politik erkin kontrolünde üretilen içerikle ikna edilmesi gereken
kitleler için bir araç olarak görevlendirilmektedir. Siyasal gücün bellek politikası gereğince
sinema bir araç olarak protezleşmekte ve protez bellek inşasında kullanılmaktadır.
Sinema, Sovyetler Birliği’nin ve 1947 öncesi sömürgeci devletlerin genişleme prensibini
güçlendiren bir araç olmanın yanı sıra art alan kıldıkları yerleri metropole bağlayan bir
uzam işlevi görmektedir. Film, sömürgecilikle birlikte küreselleşmekte, üretilen bellek
de yazılı arşivi sömürgecinin elinde olan yerler için protezleşmektedir. Bellek, tarihle
eş anlamlı kullanılmakla birlikte belleğin tarihten temel farkı “yaşanmışlığı” ve “insani”
764
Erciyes İletişim Dergisi | Temmuz/July 2022 Cilt/Volume 9, Sayı/Issue 2, 763-782
Yusuf Ziya Gökçek
Beyaz Failin Hatırladığı Kadar: Ruanda Soykırım Filmlerinde Kefaretle Protez Hafıza İnşası
olmasıdır (Traverso, 2020).Yaşanmışlık, tarihe kaynaklık eden verilerin yokluğu ya da
madunun kendini anlatamadığı bir durumlarda kendisine başvurulan bir veri olmaktadır.
Bellek, tarihi öznenin lehine biçimlendirmeye çalışır. Özneye ait bakışın çoğalması ve
genelleşmesi ise filmlerle olmakta, protez bellek de aynı yolla izleyiciye bir aparat olarak
yerleştirilmektedir. Zira film, tarihi anlaşılır bir kodla, aşina olunan bir biçimde çekilip
kurgulanmaktadır. Protez bellek, filmsel hatırlamanın ve unutmanın bir diğer adıdır.
Geçmiş, duygularla anlaşılarak tecrübe edilmekte; izleyen, geçmişi duygularla anlaşılır
kılmaktadır. İzleyici filmle belirlenen bir geçmişe taşınmakta, filmin konu edindiği öyküyü
bir parçası olarak kabul etmektedir. Kamusal görünüm kazanan ve serbest bir dolaşım
izni verilen imgeler, yaşantılanarak herkesin bir şekilde (kabul ya da reddederek) bir
tarihsel anlatıya dâhil olmaktadır (Landsberg, 2004) . Protez anılar, hâkim bir görme
biçimin etkisi altında, izleyiciler tarafından müzakereci bir biçimde okunmasına
izin vermeyen parçalara ve kapalı bir anlatıya dönüşmektedir. Protez bellek, filmin
temsilini gerçeğe“çevirebilme” iddiası gereğince gerçeğin yerini alabilmekte ya da onu
örtebilmektedir. Protez anıların kişinin hafızasıyla örtüşme çabası medyalar aracılıyla
oluşmaktadır (Landsberg, 2004, s. 18). Protez hafızayı, farklı tecrübelerden ayıran en
önemli unsur- 20. Yüzyılın etkisiyle- metalaşma sürecidir. Meta, herkesin kullanımına
kolaylıkla açılmaktadır (Landsberg, 2004, s. 19).
Meta, bir üretimi ve tüketimi, dolayısıyla bir piyasayı gerektirmektedir. Aynı zamanda
meta-anlatı, söylemin içerisinde gizli bir şekilde bulunan ideolojik, etik ve hiyerarşik
öğeler (Childers & Hentzi, 1995, s. 196) üreten filmler, toplumsal olayları hatırlatmakta,
temsil etmekte, yeniden inşa etmekte, dramatik öğelerle ideolojik yoruma tabi
tutmaktadır. Filmin bir araç olarak doğası, imgeleri kaydetmek, kurulan atmosferi inanılır
kılmak, ilerletmek ve akışkan bir davet oluşturmaktadır. Güç mücadeleleri, soykırımla
sonuçlanan egemenlik savaşları, galip gelen tarafın tahakkümü üzerinden film, bir belleği
oluşturmak bazen de “icat etmek”te hafızayı zedelemekte ve tek boyutlu kılmaktadır.
Ancak hafıza, tarih değil, tarih de hafıza değildir (Poole, 2008, s. 151). Tarih bir ölçüde
nesnellik vurgusu ve bütünlüklü bir anlatıyı kurma ereği taşımakta, hafıza ise kişisel
tecrübeyle karışmaktadır. (Ancak) Protez bellekle birlikte, kişinin hatırladığı bir şeyi
yaşamış olmasına gerek yoktur (Landsberg, 2004, s. 8). Film, ortak köken oluşturmakta
ve (izleyen) herkesin bu anılara dahil olmasının önünü açmaktadır (Landsberg, 2004, s.
9). Ancak, imgelerin sahibi olmak, bu noktada önem kazanmaktadır. Film, olaya ilişkin
bir imge üretimi yapmakta, aynı zamanda imgeyi sürekli içinde bulunduracak bir
sandık olmaktadır.
Neyin anısı vardır, hafıza kimindir? (Ricoeur, 2012, s. 12) Bu soru sinema, hafıza ve
protez hafıza kavramlarının ortak sorusudur. Hafızanın kime ait olduğu sorusu filmlerin
yapımlarına ait ülkelerin hangi coğrafyada kümelendiği sorusuna götürmektedir. Film
yapımlarında ise Ruanda soykırımını konu edinen filmlerinin tamamına yakınının Batı
yapımı olduğu görülmektedir. Filmlerin yapımlarında imzaları olan ülkelerin bakış açısı
ise çalışmada Batı-merkezci bir yaklaşımı sorunsallaştırmaktadır. Ülke yapımları estetik
ve politik açısından Ruanda soykırım filmlerinde belirleyicidir. Bir olaya ilişkin (olayın
seçimi, karakterlerin yaratımı vb.) imgesel akışta güçlü yapım şirketleri (Hollywood
bileşenleri), estetik düzeyde belirleyici (Cannes, Venedik ve Berlin vb.) festivaller etkili
olmaktadır. Küresel ölçekte bir hafıza inşasını olanaklı kılan, ona büyük ölçüde sınırlarını
veren, film dolayımıyla hafızayı üreten ve izleyenlerin (kişisel) tecrübesini bu hafızaya
eklemleyen de bu tür kurum ve festivallerdir. Ricoeur’nun sorusu, Ruanda soykırımının
dünya kamuoyu tarafından nasıl algılandığını ve neler üzerinden hatırlandığının
Erciyes İletişim Dergisi | Temmuz/July 2022 Cilt/Volume 9, Sayı/Issue 2, 763-782
765
Beyaz Failin Hatırladığı Kadar: Ruanda Soykırım Filmlerinde Kefaretle Protez Hafıza İnşası
Yusuf Ziya Gökçek
keşfedilmesi açısından daha önemli hale gelmektedir. Bu yüzden Ruanda soykırımını
olgular üzerinden değerlendirmek, bunun içinde sömürgecilik anlatısı içerisinde bir
kronolojiye uygun bir biçimde dizimlemek ve olayla ilgili çekilen filmlerde ideolojik
gizliliği yüzeye çıkarmak gerekmektedir. Film, hafızaya yeni bir olayı ikame ederken
en temelde yönetmenin/yapımcının perspektifi önem kazanmakta, bakıştaki ideolojik
yönelim protez hafıza inşasında büyük rol oynamaktadır.
1994 Baharı’nda Ruanda’da Ne Oldu?
1994 yılında Ruanda’da yaklaşık yüz gün süren katliamda çok sayıda Tutsi ve Hutu’nun
hayatını kaybetmiştir. Resmi rakamlara göre 800.000 kişi hayatını kaybetmiş, milyonlarca
insan yerlerinden edilmiştir. Hutu ağırlıklı hükümet ve onların paramiliter gücü
Interahamwe ile şimdiki Ruanda devlet başkanı Paul Kagame’nin öncülüğündeki Rwandan
Patriotic Front (Ruanda Vatansever Cephesi) arasındaki savaş Tutsilerin ülkeye hakim
olmasıyla son bulmuştur. Ayrıca Hutuların tahliyesiyle birlikte çatışmalar devam etmiş,
çok sayıda Hutu, komşu ülkeler olan Kongo ve Burundi’ye iltica etmiştir (Prunier, 1997).
Bu konu üzerine yazılan kitaplarda Hutuların işlediği iddia edilen Ruanda’daki soykırım
girişimi yukarıdaki kronolojiyle anlatılmaktadır (Hatzfeld, 2006) (Barnett, 2002), (Berry
& Berry, 1999) Ana akım filmlerde de takip edilen kronoloji böyle oluşmaktadır.
Ruanda soykırımıyla ilgili yapılan ana akım okuma, savaşın galipleri tarafından
yapılmaktadır. Bu okuma, Hutu ve Tutsiler tarafından değil bu iki büyük unsurla hamilik
ilişkisi içinde bulunanlar, eski ve yeni sömürgeciler, üzerinden gerçekleşmektedir. Soykırım
anlatılarında milat, genellikle savaşın katliama dönüştüğü an olarak seçilmektedir.
Ancak tarihsel boyut, kökensel olarak daha büyük bir unsurla ilişkilendirmeden devam
edilmektedir. Ruanda soykırımıyla ilgili göz ardı edilen temel nokta 1884 yılındaki Berlin
Konferansı ve 1890’daki Brüksel Konferansı’dır (Scholz, 2015, s. 25). Konferanslar,
sömürgecilik tarihinde kritik anlaşmalardır (Adebajo, 2014, s. 10). Genelde sömürge
coğrafyasını, Galeano’nun Küresel Güney’in (Galeano, 2014) bir parçası olan Afrika kıtasını
ilgilendiren konferanslar sömürge taksimatı için düzenlenmiştir. 1884 ve 1890 yılındaki
konferansların sonuçları Ruanda Soykırımı’na ilişkin filmlerde göz ardı edilmektedir.
Söz konusu anlaşmalar; güç çatışmalarını, soykırıma götüren tektonik parçalanmayı,
büyük nüfus değişimlerini, göçleri, kültürel hercümerci, ırksal hiyerarşileri belirlemesi
açısından önemlidir. Soğuk savaşın oluşturduğu yeni atmosfer, yeni bir Berlin Konferansı
sonrası oluşturacak bir niteliğe sahipti. Dünyada 1990’lar Bosna gibi Avrupa’da yer alan
bir ülkede veyahut Somali gibi Afrika’da bulunan ülkelerde sivil savaşın görüldüğü bir
dönemdir. Soğuk Savaş bitimi tek kutuplu tartışmalarının yapıldığı bir düzlemde (Brands,
2016, s. 3) Ruanda soykırımını Soğuk Savaş sonrası süreçten en büyük küresel güç olarak
çıkan ABD’nin özellikle Doğu Afrika’daki emperyal politikalar neticesinde şekillenen
müdahaleleri üzerinden de değerlendirmek mümkündür (Melvern, 2000, s. 20).
Soykırım sürecini başlatan olay olarak 1994 yılında uçağının düşürülmesidir. Uçağın
düşmesi sonucu Burundi devlet başkanı Cyprien Ntaryamira ve ordu komutanı Déogratias
Nsabimana ile Ruanda Devlet Başkanı Juvénal Habyarimana hayatını kaybetmiştir
(Harelimana, 1997, s. 19). Ancak Habyarimana’ya yönelik suikastin Hutul ara nasıl bir
soykırım gerekçesi ve motivasyonu verdiği konusunda şüpheler devam etmektedir. Zira
Eşitsiz bir sosyal gerçekliğin soykırım gibi bir yok etme sürecine dönüşmesinin temel
nedeni toplumsal dinamiklerdir (Prunier, 1997, s. 18). Ancak Ruanda Soykırımı ile ilgili
filmlerde, nedeni belli ve tek olan bir olayla ya da çoğu zaman gerçek neden/ler/inin
gizlendiği bir olay örgüsüyle ilişkilendirilmektedir. Soykırıma ilişkin filmlerdeki bakışta
tarihsel sömürge ağının ve onun getirdiği bir öteki okumasının ağırlığı hakimdir.
766
Erciyes İletişim Dergisi | Temmuz/July 2022 Cilt/Volume 9, Sayı/Issue 2, 763-782
Yusuf Ziya Gökçek
Beyaz Failin Hatırladığı Kadar: Ruanda Soykırım Filmlerinde Kefaretle Protez Hafıza İnşası
Caliban’ın Gölgesinde Hutu, Haç Parantezinde Tutsi
Soykırım gibi kitlesel olarak gerçekleştirilen (hem faillerin hem de maktullerin çeşitliliği
ve çokluğu açısından) filmlerde soykırım motivasyonu oluşturulan öğelere ayrıcalıklı
bir alan açılmamakta William Shakespeare’in Fırtınası’ndaki Propespero ve Caliban
arasındaki ilişkiye (Shakespeare, 2019) benzemektedir. Caliban, Prospero’nun kızının
ırzına tasallut eden ve güçlü bir biçimde öldürme dürtüselliğine sahip bir siyah olarak
inşa edilmektedir. Hutular ile Tutsiler arasında kategorik olarak kurulan bu ayrım
nihayetinde iki tarafı da anlaşılmaktan uzak kılmaktadır. İlki kan dökücü ikincisi de her
koşulda kendini koruma hissinin baskın olduğu gruplar olarak öne çıkmaktadır.
20. yüzyıldaki çoğu soykırım savaşın ortasında meydana gelmiştir. Çünkü soykırımlar
savaşın nedeni ya da sonucuydu. Savaş hukukun üstünlüğünü askıya almasından
dolayı ölümü sistemli hale getirir, vahşiliği normalleştirir, korku ve sanrıları yeniden
uyandırır. Soykırımın gelecekteki tüm failleri, ülkelerindeki otoriter rejimini sanık
haline getirmektedir. Soykırım, gündelik kılınan ve tutulan şiddet ilişkisinin de bir
sonucuydu. Öjeni ırkın ıslah olacağına duyulan inancın ve mevcut ırklar arasındaki
hiyerarşinin getirisiydi (Hatzfeld, 2006, s. 54-58). Irk öjenisi, ırkın zararlı unsurlardan
temizlenmesi ve ıslahı kolonyal dönemde ortaya çıkarılan, Belçika’nın ortaya koyduğu
radikal ve zalimce bir modernite hamlesiydi (Brakel & Van Kerckhoven, 2016, s. 172).
Frenolojiyle (kafatasçılık) ile başlatılan ırkların belirlenmesi ve ayrımı… Belçikalılar
tarafından sömürgelerinde uygulanmaya erken zamanlarda (André, 2018, s. 278) 20.
yy’ın ilk çeyreğinde uygulanmaya başlamıştı. Eşitsiz ilişki, ırk düzleminden başlayarak
başta ekonomi olmak üzere pek çok alanda kendini gösterecekti. Ruanda’da yaşanan
soykırımı, kolonyal dönemin getirdiği eşitsiz ilişkinin bir parçası olarak yorumlamak
mümkündür. Soykırım uzun süren kolonyal ve (emperyalizmin) kurumsal şiddettin
getirdiği anomi ve engellenmişlik, elitlerin hükümranlığında gerçekleşen ekonomik,
siyasal süreç ve toplumdaki ırkçı değerlerin hüküm ferma olduğu toplumsal psikolojinin
varlığından kaynaklanıyordu (Uvin, 1998, s. 223) Soykırım, gündelikten devşirdiği gücün
yanına kendini meşru bir zemin üzerinde yükselmesini sağlayan teolojik bir yargıya
ihtiyaç duyuyordu.
Soykırımın Teolojik Boyutu: Soylular ve İlkeller
Ruanda’daki Tutsilerin başına gelenlerin arkasında tarıma dayalı bir ülkede son derece
kısıtlı olan ve Tutsilerin elinde bulunan toprakların peşindeki Fransa’da eğitim görmüş
bir grup aydının yönlendirdiği Hutuların egemenliği bulunmaktaydı. Ayrıca elindeki esas
güçle Hutu çoğunluğu yüzyıllardır baskı altında tutmakta olan Tutsi’nin oluşturduğu bir
azınlık etnik grup bulunmaktaydı. Burada pragmatik amaçların harekete geçirdiği bir
soykırım görmekteyiz (Bauer, 2002, s. 62) Ruanda’da tarıma dayalı iş sahaları ve üretim
biçimleri itibariyle adı konmamış bir şekilde ilkeller ve soylular olarak bir ayrışmasını
oluşturuyordu. Bunun yanı sıra ilkeller ve soylu ayrışmasının en önemli boyutu mitik
ve buna bağlı olarak inşa edilen teolojik yönüdür. Öncelikle ayrımın teolojik kanonu
ırk çalışmalarından sonra eklenmiştir. Kolonyal egemenliğin getirdiği bu teolojik
sınıflandırma gruplar arası üstünlük kurma ilişkisinin de kalkış noktasıdır. “Bir vücut
tipi normuna sahip, bu kalıtsal yönetici sınıfı “Hami” diye adlandırdılar: Uzun ince bir
iskelet, yüksek alın, dar uzun el ve ayaklar, uzun ince burun. Bu niteliklerin tümü, “Bantu”
soyundan gelen düz, geniş burunlu ve kısa, tıknaz yapılı Hutu köylü sınıfındakilerin
karakteristik özelliklerinin zıttıydı. Yönetici grup mensupları yabancı uzmanların
kendilerine dair yaptıkları tasvirleri memnuniyetle kabul ettiler” (Hoetink, 1967). İncil’de
Nuh’un oğlu olarak geçen Ham’dan gelenler (siyahların atası olarak kabul edilmektedir. İlk
Erciyes İletişim Dergisi | Temmuz/July 2022 Cilt/Volume 9, Sayı/Issue 2, 763-782
767
Beyaz Failin Hatırladığı Kadar: Ruanda Soykırım Filmlerinde Kefaretle Protez Hafıza İnşası
Yusuf Ziya Gökçek
grup olan Twa’lar (Avcı ve toplayıcılık dönemlerinden beri bölgede bulunanlar) Hutular
ise Bantu milletinden gelen tarım topluluğudur, Tutsiler ise Mısır ya da Sina bölgesinden
gelen bir topluluktur. Ham’ın şeceresi İngiliz kaşif John Hanning Speke (1827–1864)
tarafından geliştirilmiştir (White, 2009, s. 473). Tutsiler, medeniyetin olduğu yerden
gelerek bölgenin medenileşmesini sağlayan önemli bir nüfus unsuru olarak sayılmıştır. Bu
mite göre Ham’ın oğulları sayılan Tutsiler, daha açık tenli ve Hutulara nisbeten Avrupalı,
entelektüel ve toplumsal yeterliliğe sahip görünmektedir. Bu bakış, Ruanda soykırım
filmlerinde Tutsiler ele alınırken yalnızca mazlum oldukları için öne çıkarılmamakta değil
medeni göstergeleri fazla olduğu için tercih edilmektedir.
Alman antropologlar, Büyük Göller bölgesindeki (Uganda, Ruanda ve Burundi) krallıkların
yerli halklarının “Bantu” ya da “Zenci” kökenli, Tutsilerin ise “Hami” ya da “Sami”
soyundan gelen “Etiyopya’ya özgü” ya da “Nil yöresine ait” oldukları ilişkin iddialarda
bulundu (Prunier, 1997, s. 3-5). Kuzeyden gelenlerle güneyden gelenler arasındaki
çatışma da zımnen Batı’ya yakınlık oranınca bir hiyerarşi oluşmakta, göçle gelenler
ile ikamet edenler arasındaki çatışma da ateşlenmiş olmaktadır. “Rakip kolonicilerin
tümü -Belçikalılar, Almanlar ve İngilizler-Afrika’nın her yerinde örgütlü bir devletin var
olduğuna dair kanıtların bulunduğuna ve egemen grupların kesinlikle başka1 bir yerden
gelmiş olmaları gerektiğine dair ortak bir fikir içindeydiler. Bu hareket halindeki gruplara
“Hamiler” denmişti ve her bir medeniyet parçasının arkasında gizlenen bir el oldukları
fikri “Hami hipotezi” olarak bilinmişti (Mamdani, 2002, s. 23). “Hamiler” ve ona tabi
olanlar arasında çıkan çatışma önce soykırıma sonrasında ise onun kaydını tutan filmlere
dönüştü.
Olay Yeri İnceleme: Yöntem/Literatür/Varsayımlar
Olay yeri inceleme, olaya ilişkin delilleri bulmak, failleri tespit etmeye çalışmaya yönelik
kriminal inceleme faaliyetidir. Çalışmadaki temel iddia ise filmler üzerinden protez
hafızayı oluştururken delillerin kolonyal devletlerin faillerinin izlerinin yok edilmesiyle
sonuçlanmasıdır. Ruanda’da soykırıma varan katliamlar silsilesine şahit olmak pek
çok yapımcının ilgisini çekti. İçlerinde en çok Hotel Rwanda (2004) bilinse de Ruanda
soykırımına ilişkin pek çok belgesel ve kurmaca film çekildi. Filmlerin özellikle 2000
yılından sonra arttığı gözlemlenmektedir2. Çok sayıda filmin, belgeselin çekildiği ülkede
farklı ülkelerden yönetmenler bu katliama ne düzeyde tanık olmaktadır, bu tanıklık
içine doğdukları toplumsal ve siyasal kodlardan ne kadar bağımsız olabilir sorusu
metnin ana sorusudur. Çalışmamızın konusu yapısalcılık çerçevesinde incelendiğinde
“yüzeysel farklılıkların dışında kalan değişmezlerin belirlenmesi” (Levi-Strauss,
1986, s. 21) ile “oluşun altındaki sistematik yapıyla” ilgilenen (Moran, 1981, s. 176)
yapısalcı bir çözümleme gerektirmektedir. Ruanda soykırım filmlerinin, bir meta-anlatı
olarak, sömürge savaşımın bir uzantısı ya da Batılı failin kefaretle görünmez kılınması
stratejisinin bir parçası kılınması da metnin içerisine gömülü bir anlam oluşturmakta, bu
anlamın keşfi ise yapısalcılığın yordamıyla olmaktadır. “Anlamlı birimlerin bağlaşımları
içinde oluşturulduğu” (Barthes, 2009, s. 108) inşada filmsel imgelerin dayanağı tarihsel ve
politik zeminle mümkündür. Yapısal çözümlemede öncelikli amaç, filmlerin asal iskeletini
ortaya çıkarmak sonrasında asal iskeletle birlikte görünen film öğelerini keşfedebilmektir.
Filmin anlatısı, yapısal bakımından anlambirimsel kesitlere ayrılarak çözümlendiğinde,
zaman, mekân, kişiler ve bölümler bağlamında seyirciye sunulan örtük anlamı (söylemi)
bulmak mümkündür (Sözen, 2013, s. 622). Ruanda Soykırım filmleriyle ilgili yapılan
çalışmalarda hafıza ve soykırım arasında filmin üstlendiği aracı rolü tartışmaya açmakta,
madun olanın sözcülüğünün filmlerle gerçekleşip gerçekleşmediğini tartışmakta,
768
Erciyes İletişim Dergisi | Temmuz/July 2022 Cilt/Volume 9, Sayı/Issue 2, 763-782
Yusuf Ziya Gökçek
Beyaz Failin Hatırladığı Kadar: Ruanda Soykırım Filmlerinde Kefaretle Protez Hafıza İnşası
soykırımı anlatan filmlerde bir izleyen olmanın ahlaki konumunu sorunsallaştırmaktadır
(Wilson & Crowder-Taraborrelli, 2012), (Eltringham, 2013), (Chaudhuri, 2014), (Cieplak,
2017), (Edwards, 2018). Ancak literatürde Ruanda Soykırım filmlerinde ABD ve Avrupa
yapımlarının niteliği, izleyici konumlandırmaları kefaret kavramı ve temizlenen, eklenti
olarak sunulan protez hafıza kavramlarının ele alındığı tartışma bulunmamaktadır.
Anlatı biçimi, klasik anlatı, öncelikle filmin sonu itibariyle bir katharsisi hedeflemekte,
izleyicideki duygu sağaltımını desteklemek, ahlaki olarak güçlendirmek için kefaret gibi
dinsel bir kavramdan destek almaktadır. Kavram, soykırıma ilişkin Ruandalı tanıklıklar
yerine Batılı faillerin şehadetini öncelemekte ve yerli tecrübeyi örten onun yerine filmsel
alanda ortaya çıkmış bir hafızayı yerine ikame etmektedir. Ruanda soykırım filmleriyle
ilgili çalışma, bir deneme niteliği taşımaktadır.
Kayda Alınmamış Gerçeklik, Kayıt Altına Alınan Hafıza
Ruanda soykırımı belirli kavramlarla yeniden inşa edilen, dolayısıyla eklenti hafıza mekânı
olarak kaydedilen bir yer olma hüviyeti taşımaktadır. Çünkü kurmaca filmlerin hiçbirinde
yapım ekibine bakıldığında, senaryosuna destek verenler içinde, oyuncular arasında,
teknik süreçte yer alan, tarih danışmanlığını yapan hiçbir Ruandalı bulunmamaktadır.
Ayrıca bu filmleri Ruanda’da gösterecek bir salon bulmak zorken (Bloomfield, 2007) bu
filmlerin önemli kısmının Batılı izleyiciler için yapıldığı anlaşılmaktadır. Filmlerin izleyici
stratejisi ise sahne/kayıt dışı (off-screen) unsurlarla belirlenmektedir. Öncelikle soykırıma
ilişkin tanıklık dış ses (voice over)le verilmektedir. Bilgilendirici notların okunduğu
filmin tarihsel epilog’unda katliamların bağlamını, filmdeki karakterlerin üretilen
bağlam içerisinde kurmaca olma niteliklerini örtecek bir gerçekçilik kazandırmaktadır.
Tarihsel olarak otantik olduğu söylenen vaatlerin ortak özelliği, filmlerinin
“gerçek bir hikâyeye” dayanmasıdır3.
Filmler, siyasal alanın hafıza içinde aklanması işlevini üstlenmekte, kurmaca alan
eleştirisi yapılmadan gerçeklerin inşasına yöneldikçe gerçeğe ilişkin tutarlılık da
zayıflamaktadır. Sometimes in April’in (2005) ABD’li izleyicileri ortaklaşa bir arınmaya
davet ettiği atmosferi Un dimanche à Kigali (2006) ve Shaking Hands with the Devil(2007)
filmleri de Kanadalı izleyiciler için kurmaktadır. Robert Favreau’nun Un dimanche à Kigali
filminde Tutsi bir kadına aşık gazeteci, Roger Spottiswoode’nun Shake Hands with the
Devil filminde ise BM’de bir subay rolüyle izleyiciyle iletişim kurmaktadır. Michael CatonJones’nun Shooting Dogs filminde ise BBC muhabiri izleyiciyle kurulan bağdır. Filmlerin
ortak eleştiri noktası ise Ruanda soykırımında Fransa’nın aldığı tutumdur. Fransa, bir
yönüyle Ruanda’daki katliamdan sorumlu tutulmaktadır. Fransa’nın Canal+ , France
2 ve Fransız Ulusal Sinema Merkezi’nin desteğiyle, yönetmen Alain Tasma’nın çektiği
Opération Turquoise’da (2007) ise Fransa’ya yönelik eleştiriler cevaplanmaktadır. Hafıza
inşaasında pürüzsüz bir zemin üretilmektedir.
Soykırım filmlerinde sıklıkla gördüğümüz “gerçek hikâyeye dayanma” ifadesiyle
gerçeğin yerini alma iddiası, çoğu zaman kurmaca filmdeki “gerçeğe bağlı kalmak
zorunda” olmamak ilkesiyle çelişmektedir. Bu çelişme gerçek ve kurmaca ilişkisinin
bulanıklaşmasına neden olmaktadır. Gerçek özel efektlerle çoğaltılmakta, filme ilişkin
imajlar, soykırım olgusunu gerçek ile simülasyon, olay ile kurmaca arasında bir yerde
konumlandırmaktadır. Filmler, kurmaca evreninin varlığı pahasına gerçekçi evreni simüle
etmektedir. Film, bu yönüyle soykırımın gerçeklerini belgelendirmek için değil gerçeği
mekânsal bağlamıyla yeniden üretebilecek doku arayışı için bulunmaktadır.
Erciyes İletişim Dergisi | Temmuz/July 2022 Cilt/Volume 9, Sayı/Issue 2, 763-782
769
Beyaz Failin Hatırladığı Kadar: Ruanda Soykırım Filmlerinde Kefaretle Protez Hafıza İnşası
Yusuf Ziya Gökçek
Protez Hafıza’nın İhtiyaç Duyduğu Gerçeklik
Filmlerde soykırımın failiyle ilgili bir kafa karışıklığı vardır. Fail, anonim bir Hutu
kimliğiyle özdeşleştirilirken onlara destek verenler bulanıklaştırılmakta, gerçek
çoğu zaman filmi izlemeden önce seyircinin anlatılanlara ikna olmasını sağlayacak
bildirim gibidir. Filmler, Ruanda’daki soykırım girişimini gerçeği bir detay olarak ele
almakta, hatırlamak yerine yaşananları unutturmakta ya da onun üstünü örtmektedir.
Katliam sırasında yaşananları kabul etmeme, toplumların bir aradalığına zarar verme
ihtimali düşünülerek işlenen katliamları hatırlamayı bastırmayla gerçekleşen unutma
stratejisinin adı olan Vichy Sendromu4 (Rousso, 2002) filmlerle devam ettirilmektedir.
Vichy Sendromu ile zarara uğrayan tarafın haksızlığının telafisinin ve zararının tazmin
talebinin önü kapatılmaktadır. Ruanda soykırım filmlerinde görülen bu strateji failin
teke düşürülmesiyle sonuçlanmaktadır. Fail Hutulardır ancak Hutulara destek verenler
ya da Tutsiler öldürülürken engel olmayanlar göz ardı edilmektedir. Shooting Dogs
filminde “bu film gerçek olaylara dayanmakta ve olayların geçtiği yere yakın yerde
çekilmiştir” (2005) ifadesi izleyiciyle, daha çok Batılı izleyiciyle, gerçeklik bağlamlı bir
seyir sözleşmesi yapılmaktadır. Film, kurmaca olarak oluşsa da gerçeklik izlenimi veren
göstergeler oluşturulmaktadır. Protez hafızanın kendini inşa ederken dayandırdığı temel
öğe gerçekliğin bütünlüklü bir şekilde kavranması değil gerçeğe ilişkin fragmanlar
olmaktadır. Soykırım-sonrası (Post-genocide) filmlerinde hakikat-sonrası (posttruth) kavramsallaşmasıyla ilişkilendirilebilecek “hakikat inşa”sı gerçeklik söylemiyle
oluşmaktadır. Post-truth filmlerde, gerçekliğin nesnelliğinin yerine gerçekliği düşünüş,
duyuş, beklentilere vb. göre bulanıklaştırmak, silikleştirmek olgunun yerine kanıları
yerleştirmek olarak görülmektedir. Ruanda’da yaşananların filme uyarlanması tarihsel bir
vaka hüviyeti yerine soykırım, filmlerle protez hafızada egemenin lehine biçimlendirilmiş
bir hakikat-sonrası durumu oluşturmaktadır.
“Gerçeğe dayandırılan öykü” nihayetinde öyküyü yaratan kişinin perspektifini de
gerektirmektedir. Filmlerde perspektif, soykırımda kendi dışında gelişen vandallığın
rolünü büyütmekte, kendi rolünü ise “keşke olmasaydı” ile “keşke katliamın daha fazla
büyümemesi için müdahil olsaydım” pişmanlığı etkisindedir. Bu bağlamda, Sometimes in
April (Raoul Peck, 2005) filmi haricindeki Ruanda soykırım filmler, bir olayı, izlenilmesi
gereken bir hikayeye dönüştürme çabaları, suçluluk duygusundan kathartik bir kurtulma
içindedir5. En çok suçlanandan (Hutu) az suçlu olana (Batılı figür) geçişte aksamalar
olmaktadır. Kadrajda pişmanlık duygusundan kurtulmadığını, pişmanlıkla ilişkilendirilen
vicdanlı Batılı figürlerden hiç pişman olmamışçasına kurulu bir otomat gibi insan
katleden Hutulara filmlerin taraflara ayırdığı süre orantısız olmaktadır. Hutu temsilinin
azlığı klasik anlatıda antagoniste (kötücül) tiplere ayrılsan süre gibidir. Hutu temsili az ve
çarpık olmaktadır. Gerçeklik, Tutsi’nin uğradığı soykırımla sınırlandırılmaktadır.
Gerçeklik, soykırımın mahiyetini öne çıkartan bir boyut değil filmin hikâyesinin başından
sonuna kadar sahtelik barındırmayan, izleyiciye gerilimi, heyecanı, korkuyu ve umudu
vaat eden efsuna dönüşmektedir. Shooting Dogs filmi de bu bağlama verilebilecek iyi
örneklerdendir. Filmin temel aksiyon noktalarında bulunan iki gerçeğe ilişkin önemli
hatalar bulunmaktadır. İlk hata ülkedeki tüm yabancı televizyonlar / ajanslar Ruanda’da
katliam başladığında çekildiğini belirttikten sonra oluşmaktadır. Burada tek kalan
muhabir ise kanal merkezinin “orayı derhal terk et!” talimatına karşın orada olmayı
seçmektedir. İkinci hata ise olayda muhabirin haberini yapmaya çalıştığı, BM askerlerinin
çekilerek katliama açık hale getirdiği okulun, ETO (École Technique Officielle), içinde
Tutsilerle birlikte kalan beyaz bir rahip üzerinden yapılmaktadır. Zira bu iki olay ülkedeki
770
Erciyes İletişim Dergisi | Temmuz/July 2022 Cilt/Volume 9, Sayı/Issue 2, 763-782
Yusuf Ziya Gökçek
Beyaz Failin Hatırladığı Kadar: Ruanda Soykırım Filmlerinde Kefaretle Protez Hafıza İnşası
soykırım gerçeğini yansıtmamaktadır. Çünkü soykırım başladığında ülkede BBC’nin hiçbir
muhabiri yoktu ve La Mission des Nations unies pour l’assistance au Rwanda (MINUAR),
BM’nin Ruanda’daki misyonunun adıdır, askerlerinin okulu terk etmesinden sonra
okulda kalan beyaz bir rahip de bulunmamaktadır (O’Keeffe, 2006). Filmde ise, beyaz
rahip, tarihsel gerçeklerin uzağında yaratılan bir Hristiyan arketipinin gölgesi olarak
konumlandırılmaktadır. Tarihsel olgular, ülkedeki Batılı ikamet edenlerin, ana karadaki
devletlerin çağrılarına uyarak ülkeyi terk ettikleri anda beyaz rahip toplamda Batı
kategorisine ait suçların, teolojik olarak günahların, kefaret noktalarını oluşturmaktaydı.
Kefaret, işlenilen suça karşılık ödenen diyettir. Hristiyanlıkta, pek çok farklı yorumu da
bulunsa, “Tanrı tarafından oğlunu kurban etmekle bütün insan topluluğunun günahlarına
kefaret olduğunu inanç esası kabul edilme…”ktedir. (Kavlak, 2019, s. 244). Shooting
Dogs’ta kefaret Tutsilerle birlikte katledilen beyaz rahiple oluşmaktadır. Kurmaca
filmlerde karakterlerin konumlandırmasında iki amaç bulunmaktadır. İlki, karakterin
anlatı ekonomisinin en küçük birimi olması, görünen (diegetik) evrenin somutlaşmasını,
bedenleşmesini sağlamasıdır; ikinci amaç ise karakterin ideolojik olarak izleyiciyi bir fikre,
duyguya ikna etmek, izleyiciye bildiği bir erdemi keşfetmesinin, duyguyu hatırlatmasının
önünü açmasıdır. Buna göre rahip, katliam evreninde hem bir kefaret hem de katliamın
dehşetini somutlaştıran bir göz olarak olay yerinde kalmaktadır. Ayrıca rahip ve muhabir,
Batı’nın durumdan haberdar olmasını sağlayabilecek ve onlarla onur duyabilecekleri bir
kurumsallık temsiliyle bulunmaktadır. 100 Days, Hotel Rwanda, ve Sometimes in April
filmlerinde ana karakterler Ruandalıları temsil etmektedir. Ancak Sometimes in April
dışında karakterlerin aracılığı, rengi, konuşması mzungu (Bantu kökenli dillerde sömürge
sonrası beyaz insanları işaret etmek için kullanılmaktadır) perspektifine uygun bir
soykırım mütercimi olarak konumlanmaktadır.
Filmlere yerleştirilen, Shooting Dogs ile Un Dimanche à Kigali, Batılı bir failin yerleştirilmesi
ile birlikte klasik anlatının temel çatışma figürleri antagonist ve protogonist hat
oluşmaktadır. Çatışmayı oluşturan figürler; olayı bükmek, değiştirmek, tarihi okuma
biçimini yine egemen bir söylemin bir parçası kılmaktadır. Filmlerdeki beyazlar, soykırım
faili olan Hutular ve ona gizil destek veren Hutu destekçisi eski kolonyalist devletleri
çatışmanın antagonist tarafı kılarken soykırım nesnesi olan Tutsiler ve onlara destek
veren eski kolonyalist ülkeleri protogonist tarafını oluşturmaktadır. Protogonistler de bir
taraf daha oluşmaktadır: Ruanda’da soykırıma dur diyemeyen ancak kendilerini temsilen
bırakılan vicdan adacıkları. Eski kolonyalist güç merhametini bu tür temsiller üzerinden
göstermektedir: Un Dimanche à Kigali’de Tutsi bir kadınla evlenen Kanadalı muhabir;
Shooting Dogs’ta ise BBC muhabiri ve İngiliz rahip.
Klasik Anlatı ile Birlikte Batı Kanonu’na Dâhil Edilme: Afrikalı Schindler
Klasik anlatıda yer alan filmde şiddet görünmeden önce karakterler izleyiciyi
hazırlamaktadır. İzleyici, şiddetin nesnesiyle ilgilidir. Şiddet, önemi büyük oyuncudan,
başrolden önemi düşük oyuncuya figürana göre izleyici etkisini değiştirmektedir.
Başrol kontrollü şiddete maruz kalırken figüranda şiddete tasarruf uygulanmamaktadır.
Örneğin Hotel Rwanda’da Tutsileri temsilen hedef kitlesi düşünülerek (afro) Amerikalı
aktörler oynatılmaktadır. Hotel Rwanda’da izleyicinin beklentileri göz önüne alınarak,
aşina olduğu yüzler ve karakterler düşünülerek, metonimik bağ kurar, bağ kurduğu
film ise Steven Spielberg’in Schindler’s List (1993)’idir. Bu hamle, Hotel Rwanda’nın asıl
hikâyesini anlattığı kişi Paul Rusesabagina’dan Afrikalı bir Schindler yaratma amacı
taşımaktadır. Klasik anlatı tekrar ilkesiyle izleyicinin bir an evvel eksenden çıkmamasını
sağlamaktadır. Gerçek olay ve onun yerini almaya çalışan, temsiller, ikame olaylar, protez
Erciyes İletişim Dergisi | Temmuz/July 2022 Cilt/Volume 9, Sayı/Issue 2, 763-782
771
Beyaz Failin Hatırladığı Kadar: Ruanda Soykırım Filmlerinde Kefaretle Protez Hafıza İnşası
Yusuf Ziya Gökçek
hafıza evrenini oluşturmaktadır. Soykırımın pek çok sözlü anlatıyla fragmanter bir yapıya
bürünen anlatısı, klasik anlatıyla birlikte bilinen bir hikâyeye dönüşmektedir. “Kimliğimizi
anlamamızı ve yaşamımızı tasavvur etmemizi” (Randall, 2014, s. 15) bu hikâyeler
sağlamaktadır. Hikaye, protez hafızaya eklemlenirken modern bir hikaye biçimlerinden
filme, filme dönüşürken en bilinen holokost filminden referansla üretilmektedir. Film
dili, biçimsel olarak yakın planla karakterlerle özdeşlik yaratmakta, film ise bilinen
başka bir filmle, Schindler’s List, ilişkilenmektedir. Film, bu haliyle Batılı izleyicinin aşina
olduğu bir biçime dönüşmekte ve izlediği önemli filmin yeniden yapımı (remake) payesi
taşımaktadır. Klasik anlatıda, istisnalar olsa da, filmin sonuna kadar karakterin hayatta
kalması gerekmektedir. Soykırım ve katliam filmlerinde ise istisna olarak hayatta kalan
karakter ayrıcalıklandırılarak kaçma şansı olmayanlar ise görmezden gelinmektedir.
Güçlü, yakışıklı, güzel karakterler, onurlu bir biçimde katliamdan kurtulanlar (kaçanlar
değil) anlatı ekseninde aslında konuşmamakta, filmde hikâyenin kusursuzluğunun zarı
altında kalmaktadır. Hayatta kalmanın psişik ve fiziksel maliyeti ise görünmemektedir.
Sinemada modern anlatıyı getiren, belirginleştiren olaylar daha çok yıkımlar,
soykırımlar, atom bombalarının getirdiği endişeler olmaktadır. Özellikle II. Dünya
Savaşı’nın oluşturduğu, insanı yok etmenin kolaylaşması, hızla birlikte artan kitlesel
imhalar, yönetmenlere zamanı, kozmosu yeniden düşünme ya da travmatik bir
biçimde onu hatırlatacak bir temsile dönüştürmeye zorlamaktadır. Modern sinemayı
oluşturan soykırım, acıyı, ona tanık olmayı zaman baskılayıp genleştirerek izleyiciye
vermektedir. Ruanda soykırım filmlerinde acı ve gerginlik bir biçimde karakterlerin
çalıyı dolaşmadan geçebilecekleri unsurlar olmaktadır. Modern sinemanın, Deleuze’un
ifadesiyle, zaman-imge biçiminde tezahür etmesi, II. Dünya Savaşı, soykırımlar, büyük
katliamlar sebebiyledir6 (Sutton & Jones, 2014). Şehir savaşları ve büyük ölçüde
hedef gözetilmeksizin atılan toplar insanın zaman ve mekânla irtibatının doğallığını
bozan inorganik müdahaleler olmaktadır. Ruanda’daki katliam modern sinema
biçiminin görülmemesi, zaman ve mekân irtibatının algısal düzeyde değişmemesi ve
parçalanmaması da Avrupa ve öteki mekânı arasındaki farkı göstermektedir. Mekân ve
zaman yerinden edilmemektedir ve Adorno’nun şerhine rağmen (Adorno, 2007, s. 188)
“soykırım sonrası şiir yazılma”ya devam etmektedir.
Ruanda Soykırım Filmlerinde Hafızanın Kefaretle Varolması:
Passion of Christ ya da Rwandan Christ?
Dini hikayelerde, özellikle Roma sonrası Hristiyanlıkta, özelde ise Rönesans sürecinde
dini figürler somut, dünyada görebileceğimiz sıradanlıkla aynılaştırılmıştır. Fresklerde,
matbaanın icadıyla kitaplarda, bu süreç daha da uzamıştır. Ruanda soykırımı sonrasında
yapılan bu filmlerde siyasal varlıklar gündelik bir temsile dönüşmektedir. Aynı zamanda
Ruanda soykırım temalı filmler, Ruanda’nın yakın tarihine ilişkin bir protez hafız
oluşturmakta ve Batı’nın Ruanda’nın hafızası olarak konumlandırmaktadır. Filmlerin
bir kısmındaki yaklaşıma göre Ruanda’nın gerçekte yaşadığı kriz inanç krizidir. Zira
Hristiyan olan bir ülkeye sırt çeviren Hristiyan ötekiler, soykırım girişimini başlatan da
Hristiyan antagonisttir. Hutular da Tutsiler de hristiyandır. Ancak filmlerde Hutuların
Hristiyan olduğuna dair bir emareye rastlanmamaktadır. Bu inanç krizi en azından beyaz
fail lehine çözümlemesini sağlayan ise Hristiyan menkıbelerinde görünen ve akidesinin
de temelini oluşturan İsa’nın çilesidir. Hristiyanlık teolojisinde bırakıp gitmeyen ve
kamusal alanda acısına şahit olunan İsa yerine olay mahallini terk eden (terk etmek
zorunda kalan)in sonrasında olayı yine kendi veçhesi üzerinden değerlendirmeye
çalışan bir film mekânı olarak bulunmaktadır. Ruanda’da Shake Hands with the Devil
772
Erciyes İletişim Dergisi | Temmuz/July 2022 Cilt/Volume 9, Sayı/Issue 2, 763-782
Yusuf Ziya Gökçek
Beyaz Failin Hatırladığı Kadar: Ruanda Soykırım Filmlerinde Kefaretle Protez Hafıza İnşası
filminde general Ruanda soykırımı sonrası yaşananları anlatırken kolunda derin
kesikler bulunmakta, yaşanan acıya karşı yabancı kalamayan, onunla empatiyi bedensel
olarak da kuran bir kişi olarak gösterilmektedir. Filmlerin ortak teması katliamı
kendilerince durdurmaya kendi alanlarında Batılı faillerin hamiliğini devam ettirmeye,
iptidai Hutulara karşı medeniyeti simgeleştiren bir beyaz duruşuna evrilmektedir. Bu
noktada sıradanın “İsalaşması”, kahraman tiplerinden “aziz” arketipine yaslandıkları
görülmektedir. İz bırakan maddi olarak gerçekleşen kaybın manevi bir düşüş / irtifa
kaybı ile kapanmasını sağlanmasıdır. İrtifa, filmlerde kemal/olgun/yüksek bulunan
kişi tarafından gerçekleştirmektedir. BM’nin müdahalesiz izlediği çatışmalarda ülke
açık bir mezbahaneye dönüşürken general geç kalınan müdahaleden kendisini sorumlu
tutmaktadır. Shooting Dogs’ta ise kaçan beyazların kendi yerlerine bıraktığı bir vicdan
numunesi olarak keşiş Cristopher bulunmaktadır. Christopher, diğerleri gibi can havliyle
beyazlar için ayrılan araca binmeyerek ölümü Tutsilerle beklemektedir. Beyaz fail/ler
burada iki niteliğiyle/ karakterle bulunmaktadır. Batılı güçlerin müdahale etmemesi
sonucu ölen yüz binler ve bunlara karşılık onlarla ölümü bekleyen keşiş, beyaz failin
bedelidir. Diğer karakter ise onu götürmek isteyen BM askerlerine direnmesine rağmen
ülkeden zorla kaçırılan öğretmen ise beyaz failin pişmanlık alametidir. Genç öğretmen
derin üzüntüyle Ruanda’dan, kendisinin öğrencisi olan Ruandalı kızı beklemektedir.
Görevine devam etmektedir. Zira aktarımın, beyaz failin günah çıkarma müştemilatı
olarak, devam etmesini sağlayacak bir sorumlunun bulunması gerekmektedir. Katliamdan
kurtulan kız İngiltere’ye gelir, öğretmenle yüzleşir, öğretmenin pişmanlığa ikna olur,
böylelikle günah çıkarmanın başarılı bir biçimde sonuçlandığı ima edilir. Film izleyicisine
cevabı verilmeyen ise soykırım gerçek faillerinin kim olduğu sorusudur. Kefaret ve günah
çıkarmanın protez hafızadaki temel işlevi, belirli faillerin muğlaklaştırılması ve affının
sağlanması yönündedir.
Raoul Peck, Sometimes in April (2005) filmini, ünlü siyahi lider Martin Luther King’in
“Sonunda, düşmanların sözlerini değil, dostlarımızın sessizliğini hatırlayacağız” sözüyle
başlatmakta, görüntüye başlamadan önce küresel egemenlik mücadelesinde, katliama izin
verilmiş bir alanda, Tutsilere yönelik şiddet eylemlerini Batılı izleyicilerle buluşturmayı
hedeflemektedir. Sessizlik, filmlerde Hutulara bırakılmış alan olmakta aynı zamanda
kefaretin gerekçesi olarak işaret edilmektedir. Ruanda’ya soykırım sonrası diplomatik
ziyaret gerçekleştiren Bill Clinton da metinde kullandığımız şekilde “kefaret” ifadesini
siyasal düzlemde temsil etmektedir. Filmde Clinton’un Ruanda’nın başkenti Kigali’de
yaptığı açıklama verilmektedir. Clinton görüntülerde dünyanın bu zulme karşı kayıtsız
kaldığını, Ruanda’nın yalnız bırakıldığını vurgulamaktadır.
Ruanda hafızada bir yeryüzü cehennemi, Hutular ise bu cehennemin yaratıcıları
Tutsiler ise cehenneme itilenlerdir. Hutular, Tutsileri korkunç bir biçimde öldürmekte,
hatta bu katliam sürek avına dönüştürülmektedir. Sürek avı ve cangıl imgesi, Afrika’ya
ilişkin imgelerin ki bu imgeler büyük ölçüde kolonyal bir imge olarak inşa edilmektedir,
birbirini çoğaltmaktadır. Bütün bu katliam ve imgelerin ötesinde Batı’nın bütünüyle
müdahaleden uzak olması sert bir tonda olmasa da suçlanma gerekçesi olarak verilmekte
ancak tersinden filmlerde Batı, Hutu ve Tutsi anlaşmazlığının yanında üst bir referans
alanı olmaktadır. Referans alınması gereken haklılık zemini güçlülük ile birleşmediği için
Tutsiler çözümü kendi başlarına geliştirememekte Hutular ise güçlü olmanın meşruiyet
için tek başına yeterli olduğuyla adil bir sonucu getiremeyecek bir antagonizma
üretmektedir. Batılılar ise geride bıraktığı kefaret noktaları, henüz kullanmadıkları güç ve
tarihsel olarak yönetme meşruiyeti aldıklarını düşündükleri kolonyal miras nedeniyle bir
Erciyes İletişim Dergisi | Temmuz/July 2022 Cilt/Volume 9, Sayı/Issue 2, 763-782
773
Beyaz Failin Hatırladığı Kadar: Ruanda Soykırım Filmlerinde Kefaretle Protez Hafıza İnşası
Yusuf Ziya Gökçek
üst alan oluşturmaktadır. Filmler, kolonyal imgeyi, Batı’yı modern zamanlarda da oyunun
kontrolünü yeniden ele alacak bir şekilde düzenlemektedir.
Yaşanılmış Şimdi, Yaşanılacak Geçmiş
Filmlerin ortak bileşeni anlatı zamanıdır. Geçmiş; öykünün aksiyon çizgisinin
başlamadığı, yazıyla, diyalogla aktarıldığı, daha didaktik bir zaman dilimidir. Olgular
kronolojik bir biçimde aktarılmaktadır. Geçmiş karakterden uzak değildir ve şimdinin
kurtulamadığı bir bunalım halidir. Şimdi, geçmişi kurmakta, böylece geçmiş “yaşanılmış
şimdi”ye dönüşmektedir. Filmlerde, aksiyonun görüldüğü ve izleyicinin olayları izlerken
sonrasını öngöremediği, karakterlerdeki acının getirdiği travma ile “yaşanılan şimdiye”
gidilmektedir. “Yaşanılan Şimdi” ise klasik anlatıda climax (doruk noktası) olarak görülen
aksiyonların bir sonuca bağlandığı zaman diliminden sonraki af, mağfiret, utanma gibi
duygu ve eylemlerin ortaya çıktığı zamandır. Korku tünelinden sonra hissedilen “Geçmiş
geçti, şimdi yaşıyoruz” düzeniyle anlatılacak duygu durumları görülmektedir. Son
travmadan zarar görmüş kişinin terapisi, ona umut verilme yeri, onun acısına en azından
şimdilerde bir ortak bulduğunu gösterme anıdır. Zira bu gösteri soykırım yaşanırken
Tutsilerin yanında olamayan, güvenli alanlarına çekilen beyazın, oyuna yeniden dahil
olma eşiğidir. Örneğin Shooting Dogs filminde misyoner okulundaki genç öğretmen Joe
Connor, katliamdan kurtulan Ruandalı kız öğrencinin kendisine yönelik sert olmayan
suçlamalarını sakince dinlemiştir. Ruandalı kızın İngiltere’deki okulu ziyarete gelmesi,
orada bulunması milyonlarca Ruandalı içinden hem bir şansı hem de örtük biçimde
İngiltere’nin hamiliğini gösterme niyeti taşımaktadır. Ruanda filmlerinde beyazlar Tutsiler
karşısında, örneğin Michael Haneke’nin Caché (2005) filminde gördüğümüz Fransa’da
Cezayir katliamına ilişkin protestoda ailesini kaybeden Cezayirli Majid, çocukken kendi
yaramazlıklarını Majid’in üzerine atan Fransız Georges’un karşısında intihar etmesi gibi,
bir eylemle zor durumda bırakılmamaktadır. “Bastırılmış olanın geri dönüşü” (Freud,
2016) ya da “eşitlenme çabası” (Fanon, 2015) Ruanda filmlerinde görülmemektedir.
Kolonyal dönemde ve sonrasında baskılanmış bir kimliğin öfke ile belirgenleşen kimliği
yerine ufalanan bir Ruanda kimliği ortaya çıkmaktadır.
Ruanda Soykırımı’nda Birikim: Beyaz Failin Hatırladığı Kadar
Filmin belleği yeniden inşa edici özelliğini unutmadan film finalleriyle birlikte olayın
mağdurlarını, faillerini tedavi edici bir düzen kurmaktadır. Filmin finaliyle kötüler
yenilmekte, iyiler kazanmaktadır. Kathartik finallerin en önemli sağaltımı acının
süreğenliği yerine zaferin gelip geçiciliğidir. Soykırımın travmatik tarafı detaylıca ele
alınmazken işe yarar bir işlevsellikle donatılı kazanmaya giden süreç öne çıkartılmaktadır.
Zira travma merkezli anlatılarda gerçek parçalı olarak yer almakta, bütünlüğü sağlamada
mümkün görünmemektedir. Örneğin Filistinli yönetmen Elia Suleiman, işgal edilen bir
ülkede doğam tüm vatandaşlara üleştirdiği travma üzerinden filmlerini kurmaktadır.
Karakterler ve film biçimleri işgalin doğurduğu travmatik etkiyle filmin tamamına
gerçekliğin yalnızca şiddetli tarafıyla muhatap oldukları için klasik anlatı çerçevesinden
dışarı taşmaktadır. Ruanda soykırım filmlerinde ise gerçek siyah fail üzerine eğilmeden
anlatıldığı için travmatik yaralar görünmemekte, gerçeklik travmanın parça oluşturucu
yapısı yerine kolaylıkla lehimlenen ve lehim izlerinin görülmediği bir evren sunmaktadır.
Filmin çağırdığına bigane kalamayan izleyici ilk elden tecrübe edemediği vakayı protez
hafıza üzerinden tanımakta, kendi geçmişini anıştıracak bağla olaya ilişkin ikame bir kanı
oluşturacaktır. Filmlerin sonları dikkate alındığında, Hotel Rwanda, genel itibariyle film
türleri klasik anlatı olduğu için kameranın odaklandığı karakterler kazanmaktadırlar.
774
Erciyes İletişim Dergisi | Temmuz/July 2022 Cilt/Volume 9, Sayı/Issue 2, 763-782
Yusuf Ziya Gökçek
Beyaz Failin Hatırladığı Kadar: Ruanda Soykırım Filmlerinde Kefaretle Protez Hafıza İnşası
Klasik anlatı genel itibariyle off-screen (ekran dışı) prensibini, kadraj dışı ve içi
arasındaki net ayrım, korumakta, ana karakterler dışında kimseyi dâhil etmemektedir. F.
Jameson’un çokça tartışmaya olanak tanıyan “ulusal alegori” (Jameson, 1986) kavramına
baktığımızda benzer bir tartışmaya Ruanda soykırım filmlerini de Ruandalıların ekrandışılığı nedeniyle tartışabiliriz. Jameson, ulusal alegoride Batı dışı edebiyatın nihayetinde
ulusal olanı içinde barındıran, ona gönderme yapan ve panaromik olanı verme gibi
görevleri olduğunu söylemektedir. Aijaz Ahmadise bunun sınırlı sayıda Batı dışı eseri
kapsayan bir yargı olduğunu bunu yanlışlayan pek çok eser olduğunu söyleyerek
eleştirmektedir (Ahmad, 1992). Ruanda soykırım filmlerinde ise filmlerin önemli kısmı
ulusal olanın nedenselliğini kaybederek emperyal olanı da sahnenin dışına atmaktadır.
Emperyal bir savaşın görüldüğü soğuk savaş yılları Doğu Afrika paylaşımının ikinci bir
Berlin konferansı olduğu varsayımını güçlendiren pek çok delilin bulunduğu soykırım
da emperyal bir örüntüye dahil olmaktadır. Filmlerle gösterilenden değil gösterilmeyen
üzerinden (ekran-dışılık) emperyal bir alegorik okuma gerçekleşmektedir.
Sonuç
Soykırımın faili kim yerine kim olmalı sorusu protez hafıza stratejisinde önemlidir. Zira
ilgili filmlerde, Opération Turquoise hariç, Ruanda’ya ilişkin soykırım failleri sırasıyla
Hutular, bunlara destek verdikleri düşünülen Belçika ve Fransa’dır. Aslında krizin
derinleşmesine neden olan yön ise Ruanda’nın Frankofon sömürgesiyken yeni bir kültürel
iklime, Anglo-Amerikan, giriyor olmasıdır. Küresel güç aktörlerin etkisinin detaya itildiği
filmlerde Batıya yönelik eleştiriler, ülkenin yapım desteğine göre değişmektedir. Filmler
geriye dönük hatırlama, gelinen noktanın, geçmişi hatırlamayı ve şimdinin anlaşılmasını
arttırmak gibi önemli işlevleri yerine getirmektedir. Geri dönüş oyuncunun belleği,
oyuncu dolayımıyla filmin belleğidir. Bu minvalde hafıza, filmde ortaya çıkan anlamdır.
Anlam eylemle geçmişle hesaplaşma yönünde ortaya çıkmaktadır. Geçmiş, kayıp ve kaybın
anlaşılması için gerçekliğe ihtiyaç duymaktadır. Ruanda soykırımıyla ilgili filmlerde,
bellek aynı zamanda daha büyük kayıplar ve bu kayıplarla başa çıkma üzerine kuruludur.
Tecrübe edilen travma, kabul edilemeyen gerçeklik, olgunun hatırlanma biçiminde etkili
olmaktadır. Filmler “based on true story” (gerçeğe dayanan hikaye) jeneriğiyle açılmakta,
burada filmin belgesel ruhu hatırlatılmaktadır. Film, bu ifadeyle dökü-drama özelliği
kazanmakta, gerçeğin kurmaca elbiselerle görüneceği ima edilmektedir. Beyaz fail,
Shooting Dogs da, Shake hands with the devil, A Sunday in Kigali filmlerinde belirgindir.
Shooting Dogs’da kampı beyazlarla terk etmeyen beyaz keşiş Christopher, Shake hands
with devil’de soykırıma engel olmayan BM yetkililerine tavır alan general, A Sunday in
Kigali de Ruandalı sevgilisi için ülkeyi terk etmeyen gazeteci bulunmaktadır. Beyaz fail
meselenin “nesnellik” ruhudur. Zira içerden bakışın taraflı olacağı zannı zımnen vardır.
İkincisi beyaz fail gerçekçi bir öznedir. Siyah failin olamayacağı hükmünün üzerine
kuruludur. Siyah fail filmsel cebir gereği ya mağdur ya da mazlum olabilir. Mağdur ve
mazlumu aşabilen tek kahraman kriteri beyaz faildir.
Soykıırma yönelik eleştiri güdümlü olmakta, sömürge kendi erdemliliğini film üzerinden
pekiştirmektedir. BM ordusunun üstlendiği duyarsızlığa ilişkin betimlemeler, ordunun
içerisindeki Belçika ve Fransız ordusu üzerinden bir günah keçisi bulmanın kolaylığı
üzerinden sağlamaktadır. Burada aslında İkinci Dünya Savaşı sonrası bir benzerine
rastladığımız bir hafıza stratejisini görmekteyizdir. Almanya’nın soykırımdaki rolü,
mağlubiyete uğramış olan bir devlet olma olgusundan hareketle ilerlemektedir. Bunun
dışında soykırım düşüncesinin pozitivist paradigmanın ari ırk meselesinin bilimsel
boyutu ise yoğun olarak desteklenmektedir.
Erciyes İletişim Dergisi | Temmuz/July 2022 Cilt/Volume 9, Sayı/Issue 2, 763-782
775
Beyaz Failin Hatırladığı Kadar: Ruanda Soykırım Filmlerinde Kefaretle Protez Hafıza İnşası
Yusuf Ziya Gökçek
Belçika hükümetinin Ruanda’daki etnik aidiyetin nüfus cüzdanlarına yazdırması gibi
somut örnekler, genel olarak ise kolonyal dönemde uygulanan bazı etnisitelere verilen
imtiyaz odaklı politikalar filmlerde kör nokta olarak kalmaktadır. Ölümüne kavgaya ve kan
dökmeye alışmış, öldürmeden bırakmayan, slasher filmlerinde olduğu gibi, bir karakter
ve onlardan aman dileyenlerin yakalandıkları zaman öldürülecek, tecavüz edilecek bir
kitlenin çaresizliği gösterilmektedir. Bu iki durum bir tür savunma refleksine dönüşmüş
ve içgüdüsel olarak insan tabiatında içkin olan öldürme ve korunma çarpışması üzerine
kurulmuştur. Bu otomatikleştirilmiş bir insan tabiatı henüz kültürel olanı görmemiştir.
Kültürel olan, onlara yeni bir yaşamı tesis edecek olan da gerektiği zaman kaçan, kaçtığı
zaman da yerine kefaret gösterecek bir fail bırakan Batı’dır. Savaş toplumsal imhada
başvurulan tekerrür eden metafordur.
Savaş, sadece kitlesel cinayeti kolaylaştırmakla kalmaz, aynı zamanda onların
meşrulaştırılmalarına yardımcı olur. Fiili bir savaş olmadığı zamanlarda bile, tek başına
savaş metaforu düşmanın ortadan kaldırılmasını haklı çıkarmaya yarar; bütün neden
nefsi müdafaa, ülkenin savunulması ya da buna eşlik eden aziz simgelerin savunulmasıdır
(Swaan, 2015, s. 143). Filmler, olayın hatırlanmasına yönelik müdahalelerle ikame
edilmeye çalışan tarih parçalarıyla birlikte inandırıcılık özelliğini arttırmaktadır.
İnandırıcılık ve özdeşlik çoğunlukla beyaz üzerinden sağlanmaktadır. Film kurmacagerçek savaşımında “beyaz failin” hatırlamasına dayanmaktadır. Beyaz kahraman,
Un Dimanche à Kigali filminde olduğu gibi, ölmeyen ve ölenin ardında ağıt tutması
için bırakılan bir rolü üstlenmektedir. Landsberg, sinemanın izleyenleri empatik ve
dayanışmacı kıldığını iddia etmektedir. Kamera, izleyicinin kendisini hikaye üzerinden
kollektif hafıza içine dahil edebildiğini, bununla birlikte kameranın çerçevelediği alan
içinde kahramanın perspektifiyle olayı deneyimlediğini ifade etmektedir (Landsberg,
2004, s. 8) Ancak “deneyimlenmeyen deneyim”, Ruanda meselesinde hakim görüşün etkisi
altında alımlanmakta, tecrübe egemen paradigmaların etkisi altında çekilen filmlerle bir
protez bellek oluşmaktadır. Ruanda, filmlerle tarihsel anlatının dışında gelişmemekte,
belleğin öznel deneyimi ise beyaz fail bakışının etkisiyle belirlenmektedir.
Film dolayımıyla okur / izleyen ile (bilinmeyen) bir coğrafyanın yaşadığı deneyim arasında
ortak bir bağ kurmaktadır. Bu süreç izleyeni olayın yakınına davet eder, aşinalığa zorlar.
Film, böylelikle yeryüzünde yaşanabilecek en kötü fiillere, ölüme ve zulme yönelik “orada”
olan bitene yönelik bir karşılaştırma tecrübesi sunmaktadır. Soykırım filmlerimdeki
genel hava “bir daha asla” (never again) temennisi ile özetlenirken bir yönüyle geçmişin
travmatik halini anarken pekiştirmektedir. Ancak “orada yaşandı”, “ama şimdi bitti”
telkinleriyle çerçevelenmektedir. Son zamanlarda sıklıkla vurgulanan hafıza, geçmişin
ağır yükünün sorumluluğu ve şimdinin zorluklarından kaçınma arasında oluşmaktadır.
“Geçmişin taşması, hem bir sonuçtur hem de hafızanın ideolojik olarak tasarlanmasının
nedenidir. Bu ikisi geçmişin inkârına neden olacak kaygı verici bir imajı oluşturmaktadır.
Bugünle yüzleşmek ve geleceği hayal etmek, aynı fenomenin iki yüzünü oluşturmaktadır.”
(Rousso,2002: 30). Geçmiş, tahayyülden taşmakta, protez hafıza geçmişi süreğen ve
vakaya ilişkin küresel bir boyut kazandırmaktadır.
Filmler müştereken bir katliamın gerçekleştiği ana odaklanmıştır. Filmi kurarken
yönetmen ve yapımcı kendi tasarruflarınca olayın anını ve dramatik çatıyı katliam
üzerinden anlatmaları en makul yol gibi görünmektedir. Öncesi ve sonrasının değerli
olmadığı ya da hissettirilmediği, anlatılmadığı bir öncesiz ve sonrasız film anı, protez
hafızanın gelişimi açısından kritik bir yerde durmaktadır. Öncesiz ve sonrasızlık yani
katliam anına odaklanmış bir durum, katliamı/soykırımı neden-sonuç ilişkisinden
776
Erciyes İletişim Dergisi | Temmuz/July 2022 Cilt/Volume 9, Sayı/Issue 2, 763-782
Yusuf Ziya Gökçek
Beyaz Failin Hatırladığı Kadar: Ruanda Soykırım Filmlerinde Kefaretle Protez Hafıza İnşası
çıkarmaktadır. Nedensiz ölümler, yok olan milyona yakın insan, klasik anlatı kodunun
dışındadır. Hollywood’un Timbuktu (2014) filmine ya da diğer filmlerine bakıldığında
öncesiz ve sonrasızlığın yarattığı avantajlı durum görünmektedir.
Notlar
Hami, Türkçeye Arapça’dan geçen bir kelime olup “himaye etmek, korumak” mânasındaki hamy (himâye) kökünden
türeyen bir sıfat olup “koruyan” anlamına gelir (Bennett, 1911, s. 868). Burada kavramlaşan bir mit ile kavram arasındaki
sesteşlikten faydalanılmıştır.
1
2000 sonrası çekilen büyük bütçeli yedi kurmaca film çekilirken bu filmlerin hiçbiri Ruandalı yönetmenler tarafından
çekilmedi. Nick Hughes (100 Days, 2001), Terry George (Hotel Rwanda, 2004), Raoul Peck (Sometimes in April, 2004),
Robert Favreau (Un Dimanche à Kigali, 2006) Michael Caton-Jones (Shooting Dogs, 2005), Alain Tasma (Opération
Turquoise, 2007), Roger Spottiswoode (Shake Hands with the Devil, 2007). Kurmaca film çekenler arasında Raoul Peck
dışında sömürü, soykırım, siyah bilinci gibi tema ve yaklaşımları diğer filmlerinde de sürdüren yönetmen bulunmamaktadır.
Kurmaca filmler dışında çok sayıda belgesel çekilmiştir. Bu belgesellerden bazıları ise Robert Genoud’un Rwanda: How
History can lead to Genocide (1995), Danièle Lacourse ve Yvan Patry’nin Chronicle of a Genocide Foretold (1996), Fergal
Keane’nin Valentina’s Nightmare: A Journey into the Rwandan Genocide (1997), Anne Lainé’nin Rwanda, un cri d’un silence
inouï. Témoignages de rescapés du génocide (2003), Anne Aghion’un In Rwanda We Say. . . The Family That Does Not
Speak Dies (2004), Greg Barker’s Ghosts of Rwanda (2004), Raphaël Glucksmann, David Hazan and Pierre Mezerette’nin
“Tuez-les tous!” Rwanda: Histoire d’un génocide “sans importance” (2004), Peter Raymont’nun Shake Hands with the Devil:
The Journey of Roméo Dallaire (2004), Eric Kabera’nın Keepers of Memory (2005), Jean-Christophe Klotz’nun Kigali. Des
images contre un massacre (2005), Laura Waters Hinson’nun As We Forgive (2008), Gilbert Ndahayo’nun Rwanda: Beyond
the Deadly Pit (2008), ve Anne Aghion’nun My Neighbor My Killer (2009). Bu filmlerin önemli kısmı İngilizce ve Fransızca
olarak çekildi.
2
Hotel Rwanda (2004) filminde öykünün “gerçek bir hikayeye dayanduğı”, Shake Hands with the Devil (2007) filminde
General Roméo Dallaire’nin çok satanlar listesinde yer alan otobiyografisine dayandığı, Shooting Dogs (2005) filminde ise
“hikayenin gerçek olaylara dayandığı ve olayların yaşandığı yere benzeyen mekanlarda çekildiği” yazıları yer almaktadır.
3
Rousso, “Vichy Sendromu”nu Fransa’nın siyaset tarihinde Nazi kurbanlarını ve Fransa’nın mağdur ettiği başka uyruklarının
yaşadığı acıları kademeli olarak unutturma girişimi olarak açıklamaktadır.
4
Kathartik suçluluk ifadesiyle empati yoluyla temas ettirilen ancak yüzeysel gerçeklik üzerinden sorumluluğu ortadan
kaldırılan suçluluk kastedilmektedir.
5
Deleuze savaşın Avrupa üzerindeki etkisinin, zaman imgenin karakterlerinin kendi durumlarını olumlu yönde etkilemedeki
başarısızlıklarında yansıdığını görmüştü. Bunun aksine, artık muzaffer süper güç haline gelen ABD’nin sinema sektörünün
böyle bir derdi olmamıştır; dolayısıyla Hollywood hareket-imgesi içinde bulundukları koşullara tepki vermekte hiç
zorlanmayan bireysel karakterlerle doluydu. Ancak çoğu Avrupa ülkesi savaşta sadece ekonomik ve fiziksel olarak değil
psikolojik olarak da tahrip olmuştu (Sutton & Jones, 2014, s. 115)
6
Kaynakça
Adebajo, A. (2014). The Curse of Berlin: Africa After the Cold War. Oxford: Oxford
University Press.
Adorno, T. (2007). Aesthetics and Politics . NY: Verso.
Ahmad, A. (1992). In Theory: Classes, Nations, Literatures. Londra: Verso.
André, C. (2018). Phrenology and the Rwandan Genocide. Neuro-Psiquiatr, 4(76), 277282.
Barnett, M. (2002). Eyewitness to a Genocide: The United Nations and Rwanda. NY: Cornell
University Press.
Barthes, R. (2009). Göstergebilimsel Serüven. (M. Rifat, & S. Rifat, Çev.) İstanbul: YKY.
Bauer, Y. (2002). Soykırımı Yeniden Düşünmek. (O. Yakın, Çev.) Ankara: Phoenix Yayınevi.
Bennett, W. H. (1911). Ham. H. Chisholm içinde, Encyclopædia Britannica. (Cilt 12).
Cambridge: Cambridge University Press.
Erciyes İletişim Dergisi | Temmuz/July 2022 Cilt/Volume 9, Sayı/Issue 2, 763-782
777
Beyaz Failin Hatırladığı Kadar: Ruanda Soykırım Filmlerinde Kefaretle Protez Hafıza İnşası
Yusuf Ziya Gökçek
Berry, J., & Berry, C. (1999). Genocide in Rwanda : a collective memory. Washington, D.C:
Howard University Press.
Bloomfield, S. (2007, Ağustos 30). Welcome to Hillywood: how Rwanda’s film industry
emerged from genocide’s shadow. https://www.independent.co.uk/: https://www.
independent.co.uk/news/world/africa/welcome-to-hillywood-how-rwandas-film-industry-emerged-from-genocide-s-shadow-463541.html adresinden
alınmıştır
Brakel, R. v., & Van Kerckhoven, X. (2016). The emergence of the identity card in Belgium
and its colonies. K. Boersma, R. van Brakel, C. Fonio, & P. Wagena içinde, Histories
of State Surveillance in Europe and Beyond (s. 170-185). Londra: Routledge.
Brands, H. (2016). Making the Unipolar Moment: U.S. Foreign Policy and the Rise of the
Post-Cold War Order. NY: Cornell University Press.
Chaudhuri, S. (2014). Cinema of the Dark Side: Atrocity and the Ethics of Film
Spectatorship. Edinburgh : Edinburgh University Press.
Childers, J., & Hentzi, G. (1995). The Columbia Dictionary of Modern Literary and Cultural
Criticism. NY: Columbia University Press.
Cieplak, P. (2017). Death, image, memory: the genocide in Rwanda and its aftermath in
photography and documentary film . Londra: Palgrave Macmillan.
Edwards, M. (2018). The Rwandan Genocide on Film: Critical Essays and Interviews.
Jefferson: McFarland.
Eltringham, N. (2013). Framing Africa, Portrayals of a Continent in Contemporary
Mainstream Cinema. NY: Berghahn Books.
Fanon, F. (2015). Siyah Deri Beyaz Maske. (C. Koytak, Çev.) İstanbul: Versus.
Freud, S. (2016). Sanat ve Edebiyat. (A. T. Kapkın, & E. Kapkın, Çev.) İstanbul: Payel.
Galeano, E. (2014). Latin Amerika’nın Kesik Damarları. (R. Hakmen, & A. Tokatlı, Çev.)
İstanbul: Sel.
Harelimana, F. (1997). Rwanda; Society and Culture of a Nation in Transition. Harelimana.
Hatzfeld, J. (2006). Machete Season: The Killers in Rwanda Speak. Londra: Picador.
Hoetink, H. (1967). The two variants in Caribbean race relations: A ontribution to the
sociology of segmented societies. Oxford: Oxford University Press.
Jameson, F. (1986). Third World Literature in the Era of Multinational Capitalism. Social
Text(15), 65-88.
Karaarslan, F. (2019). Toplumsal Hafıza: Hatırlamanın ve Unutmanın Sosyolojisi. İstanbul:
Ketebe.
Kavlak, A. (2019). Hıristiyanlıkta İncil Yorumlarının Tarihsel Kaynakları. Kaygı, 1(18),
240-256.
Landsberg, A. (2004). Prosthetic memory: the transformation of American remembrance
in the age of mass culture. NY: Columbia University Press.
Levi-Strauss, C. (1986). Mit ve Anlam. (Ş. Süer, & S. Erkanlı, Çev.) İstanbul: Alan Yayıncılık.
Mamdani, M. (2002). When Victims Become Killers: Colonialism, Nativism, and the
Genocide in Rwanda. NJ: Princeton University Press.
778
Erciyes İletişim Dergisi | Temmuz/July 2022 Cilt/Volume 9, Sayı/Issue 2, 763-782
Yusuf Ziya Gökçek
Beyaz Failin Hatırladığı Kadar: Ruanda Soykırım Filmlerinde Kefaretle Protez Hafıza İnşası
Melvern, L. (2000). A People Betrayed: The Role of the West in Rwanda’s Genocide. 1976:
Zed Books.
Moran, B. (1981). Edebiyat Kuramları ve Eleştiri. İstanbul: Cem Yayınları.
O’Keeffe, A. (2006, Mart 19). The Guardian. Anger at BBC genocide film: https://www.
theguardian.com/uk/2006/mar/19/media.film adresinden alınmıştır
Petrić, V. (1995). Vertov, lenin, and perestroika: the cinematic. Historical Journal of Film,
Radio and Television, 1(15), 3-17.
Poole, R. (2008). Memory, history and the claims of the past. Memory Studies, 2(1), 149196.
Prunier, G. (1997). The Rwanda Crisis- History of a Genocide. NY: Columbia University
Press.
Randall, W. L. (2014). Bizi “Biz” Yapan Hikâyeler. (Ş. S. Kaya, Çev.) İstanbul: Ayrıntı.
Ricoeur, P. (2012). Hafıza, Tarih, Unutuş. (M. E. Özcan, Çev.) İstanbul: Metis.
Rousso, H. (2002). The Haunting Past: History, Memory, and Justice in Contemporary
France. Pennsylvania: University of Pennsylvania Press.
Scholz, A. (2015). Hutu, Tutsi, and the Germans: Racial Cognition in Rwanda under
German Colonial Rule. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Leiden: Leiden
University MA African Studies.
Shakespeare, W. (2019). Fırtına. (Ö. Nutku, Çev.) İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları.
Sözen, M. F. (2013). Yapısalcı Yöntem ve Bir Film Çözümlemesi. The Journal of Academic
Social Science Studies, 6(8), 609-624.
Sutton, D., & Jones, D.-M. (2014). Yeni Bir Bakışla Deleuze. (M. Özbenk, Çev.) İstanbul:
Kolektif.
Swaan, A. D. (2015). Killing Compartments; the Mentality of Mass Murder. New Haven:
Yale University Press.
Traverso, E. (2020). Geçmişi Kullanma Kılavuzu Tarih, Bellek, Politika. (I. Ergüden, Çev.)
İstanbul: İletişim.
Uvin, P. (1998). Aiding Violence: The Development Enterprise in Rwanda. West Hartford:
Kumarian Press.
White, K. (2009). Scourge of Racism: Genocide in Rwanda. Journal of Black Studies, 39
(3), 471-481.
Wilson, K. M., & Crowder-Taraborrelli, T. (2012). Film and Genocide. Wisconsin : The
University of Wisconsin Press.
Erciyes İletişim Dergisi | Temmuz/July 2022 Cilt/Volume 9, Sayı/Issue 2, 763-782
779
Beyaz Failin Hatırladığı Kadar: Ruanda Soykırım Filmlerinde Kefaretle Protez Hafıza İnşası
Yusuf Ziya Gökçek
As White Perpetrator Remembers: Prosthetic Memory
Construction with Redemption in Rwandan Genocide Films
Yusuf Ziya GÖKÇEK (Asst. Prof. Dr.)
Extended Abstract
The regional dominance struggles of the states after the cold war and the civil wars that
broke out in the world often evolved into ethnic cleansing. Rwanda, which has been under
the domination of many different colonial Powers in the historical process of Africa, is
witnessing a new process of changing hands of international hegemony after the cold war
as a result of the civil war and the genocide process after 1990. After the massacres in
Rwanda, the directors transformed the country into a huge film plateau, both thematically
and spatially. In this universe where there are no Rwandan directors, the testimony of the
genocide attempts in the country is carried out through Western film directors. While the
events in Rwanda are divided into those who support Hutu and Tutsi and those who do
not, the genocide attempt is told on the basis of redemption where international powers
accuse each other and acquit themselves. Hotel Rwanda (Terry George, 2004), Shooting
Dogs (Michael Caton-Jones, 2005), Sometimes in April (Raoul Peck, 2005), Un dimanche à
Kigali/ A Sunday in Kigali (Robert Favreau, 2006) and Shake Hands with the Devil (Peter
Raymont, 2007) films with a structuralist approach, concepts such as redemption, white
agent, and purification in relation to the concept of prosthetic memory undertaken by the
films will also be discussed. It is seen that redemption is at the center of the narrative in
Rwandan films, and it functions as a cathartic element of the Western perpetrator.
Memory tries to fom history in favor of the subject. The proliferation and generalization
of the subject’s gaze is with the film, and the prosthetic memory is placed in the viewer as
an apparatus in the same way. Because the film constructs history with an understandable
code, in a familiar form, both shooting and editing. Prosthetic memory is another name
for filmic memory. The past is experienced by understanding with emotions; The viewer
makes the past understandable with his emotions, moves to a past determined by the
film, and accepts it as a part of his being. Images that have gained a public appearance
and are allowed to roam freely are included in a historical narrative in which everyone is
involved in some way (accepting or rejecting) by being experienced (Landsberg, 2004).
Prosthetic memories, under the influence of a dominant way of seeing, turn into fragments
and a closed narrative that does not allow the audience to read them in a deliberative
way. Prosthetic memory can replace or cover up the truth in accordance with its claim
to “translate” the representation of the film into truth. The effort to match the prosthetic
memories with the memory of the person occurs through the media (Landsberg, 2004,
s. 18). The most important factor that distinguishes prosthetic memory from different
experiences - with the effect of the 20th century - is the process of commodification. Meta
is easily accessible to everyone (Landsberg, 2004, s. 19).
The meta requires a production, consumption and market. At the same time, films that
produce meta-narratives, ideological, ethical and hierarchical elements hidden in the
discourse (Childers & Hentzi, 1995, s. 186), alludes to, represents, reconstructs social
events, and subjects them to ideological interpretation with dramatic elements. The
nature of the film as a medium is to record images, to make the established atmosphere
believable, to advance and to create a fluid invitation. Through the power struggles, the
780
Erciyes İletişim Dergisi | Temmuz/July 2022 Cilt/Volume 9, Sayı/Issue 2, 763-782
Yusuf Ziya Gökçek
Beyaz Failin Hatırladığı Kadar: Ruanda Soykırım Filmlerinde Kefaretle Protez Hafıza İnşası
wars of sovereignty that resulted in genocide, and the domination of the victorious side,
the film damages and renders one-dimensional memory by creating and sometimes
“inventing” a memory. However, memory is not history, and history is not memory
(Poole, 2008, s. 151). History to some extent emphasizes objectivity and aims to
establish a coherent narrative, while memory clings to personal experience. (However)
With prosthetic memory, the person does not need to have experienced something he
remembers (Landsberg, 2004, s. 8). The film creates a common origin and paves the way
for everyone (who watches) to be included in these memories (Landsberg, 2004, s. 9).
However, owning images becomes important at this point. The film produces an image of
the event, and at the same time becomes a box that will keep the image in it.
The question of who should be the perpetrator instead of who is the perpetrator in
genocide films is important in prosthetic memory strategy. Because, in the related films,
with the exception of the Opération Turquoise, the first perpetrators of genocide in
Rwanda are Hutus, respectively, Belgium and France, which are thought to support them.
In fact, the aspect that caused the deepening of the crisis is that Rwanda was entering
a new cultural climate, Anglo-American, while it was a Francophone colony. Criticisms
of the West in films in which the influence of global power actors are pushed into detail
varies according to the country’s production support. Films perform important functions
such as retrospective recall, remembering the past, and increasing the understanding of
the present. The memory of the returning actor is the memory of the film through the
actor. In this sense, memory is the meaning that emerges in the film. Meaning emerges
through action in the direction of coming to terms with the past. The past needs reality to
understand loss and loss. In movies about the Rwandan genocide, memory is also built on
greater losses and coping with those losses. The trauma experienced, the unacceptable
reality, are effective in the way the phenomenon is remembered. The films open with the
“based on true story” credits, reminding the documentary spirit of the film. With this
expression, the film gains a cast-drama feature, implying that the reality will appear in
fictional dresses. The white perpetrator is evident in the films Shooting Dogs, Shake hands
with the Devil, A Sunday in Kigali. There are white monk Christopher, who does not leave
the camp with the whites in Shooting Dogs, the general who takes a stand against the UN
officials in Shake hands with devil, who does not prevent genocide, and the journalist
who does not leave the country for his Rwandan lover in A Sunday in Kigali. The white
agent is the spirit of “objectivity” of the matter. Because there is an tacit assumption that
the view from the inside will be biased. Second, the white agent is a realistic subject. It is
based on the premise that there can be no black perpetrator. The black perpetrator can
be either the victim or the oppressed, due to filmic coercion. The only hero criterion that
can overcome the victim and the oppressed is the white perpetrator.
Keywords: Memory (Memory), Prosthetic Memory, Redemption, Modernity, Genocide,
African Cinema, Rwandan Cinema.
Erciyes İletişim Dergisi | Temmuz/July 2022 Cilt/Volume 9, Sayı/Issue 2, 763-782
781
Beyaz Failin Hatırladığı Kadar: Ruanda Soykırım Filmlerinde Kefaretle Protez Hafıza İnşası
Yusuf Ziya Gökçek
Bu makale intihal tespit yazılımlarıyla taranmıştır. İntihal tespit edilmemiştir.
This article has been scanned by plagiarism detection softwares. No plagiarism detected.
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––
Bu çalışmada “Yükseköğretim Kurumları Bilimsel Araştırma ve Yayın Etiği Yönergesi” kapsamında uyulması belirtilen
kurallara uyulmuştur.
In this study, the rules stated in the “Higher Education Institutions Scientific Research and Publication Ethics Directive”
were followed.
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––
Araştırma tek bir yazar tarafından yürütülmüştür.
The research was conducted by a single author.
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––
Çalışma kapsamında herhangi bir kurum veya kişi ile çıkar çatışması bulunmamaktadır.
There is no conflict of interest with any institution or person within the scope of the study.
782
Erciyes İletişim Dergisi | Temmuz/July 2022 Cilt/Volume 9, Sayı/Issue 2, 763-782