Nothing Special   »   [go: up one dir, main page]

Academia.eduAcademia.edu

TEREZİN GETTO YAŞANTISI

2021, Doktora Tezi

Bir Nazi toplama kampı ve getto olan Terezin (Theresienstadt) kuruluş, günlük yaşam ve kültürel yaşantı.

TEREZİN GETTO YAŞANTISI Bahar Akpınar Bu doktora tezinin birinci bölümü teorik çerçeve olarak tasarlanmıştır. İki alt bölümden oluşan bu kısmın ilk alt başlığında Terezin getto yaşantısı, ikinci alt başlığında ise soykırım psikolojisi bağlamında hafıza, hatırlama, kolektif belleğin yeniden inşası ile bu tezin öne attığı kontrkatharsis kavramının açıklamasına yer verilmiştir. Bir sanat eserinin anlaşılmasında o eserin yaratıldığı döneme ilişkin zamanın ve dünyanın ruhunun anlaşılması gerekir. Terezin getto yaşantısının anlatıldığı ilk alt bölümün amacı bu çalışma kapsamına giren oyunların yazıldığı dünyaya yakından bakmayı amaçlamaktadır. Tarihsel perspektif hakkında genel bir bilgi vermeyi hedefleyen bu bölümde Yahudi tutukluların Terezin toplama kampına geldiklerinde günlük yaşantılarının nasıl değiştiği, ne gibi farklılıklar olduğu konu edilmiştir. Bunun yanı sıra, Terezin toplama kampı ve gettosunu diğer Nazi toplama kamplarından ayıran özelliklere yer verilerek, Terezin’deki sanatsal ve kültürel yaşantının ne gibi dinamikler üzerinde şekillendiğinin anlaşılması bu bölümün diğer hedefidir. Terezin’de üretilen sanat eserlerinin nasıl bir ortamda, ne gibi şartlar altında tasarlanıp yaratıldıklarının anlaşılması, oradaki psikolojiye tanıklık etmeyi de beraberinde getirmesi bakımından anlamlı olduğundan ileride ele alacağımız Terezin’de yazılan oyunlardaki zaman-mekân kurgularının nasıl bir ortamda tasarlandıklarının anlaşılmasında önemli olduğu düşünülmüştür. Birinci bölümün ikinci alt başlığında ise bu doktora tezinin bağlamını oluşturan soykırım psikolojisinin geçmişi hatırlama, yeniden inşa etme ve geleceği hayal etme noktasında nasıl bir rol oynadığı konuları aydınlatılmaya çalışılmıştır. Bu noktada kolektif belleğin önemi ve anlamı üzerinde durularak, kolektif bellek ve geçmiş yaşantı arasındaki bağlantının Terezin gerçekliğinde nelere karşılık geldikleri üzerinde durulmuştur. Bu bölümde ayrıca buradan elde edilen sonuçlar üzerinden Aristoteles’in Poetica’da ele aldığı katharsis kavramına geri dönülerek bu çok özel koşullarda yaratılan tiyatro oyunlarının Poetica’sının yazılması hedeflenerek, kontrkatharsis kavramı ele alınmıştır. 1.1 Terezin Getto Yaşantısı Bu bölümde Terezin toplama kampı/gettosundaki yaşantının anlaşılmasına yönelik tarihsel arka plana yer verilmiştir. Genel bir tarihsel çerçeve çizildikten sonra gettodaki kültür sanat 1 yaşantısı ele alınacaktır. Terezin toplama kampı/gettosunun o günün dünyasındaki yerinin daha net görülebilmesi amacıyla bu bölümün başında İkinci Dünya Savaşındaki Nazi kamplarının sınıflandırılmasına genel hatlarıyla bakılacak, sonrasında Terezin’in bu kamplar içindeki yeri, önemini ve farklılıkları ele alındıktan sonra gettodaki sanat yaşantısı ile kültürel atmosfere yer verilecektir. 1933 – 1945 yılları arasında Nazi Almanya’sı ve müttefiklerinin topraklarında 44.000’den fazla kamp ve getto kurulmuştur. Nazi kampları kendi içlerinde, toplama kampları, gettolar, aktarma kampları, imha kampları, zorunlu çalışma kampları olarak ayrılırlar (Holocaust Encyclopedia, 2020). Söz konusu bu kampların başında Nazi Almanya’sının düşman ilan ettiği etnik köken ve cinsiyetten olanların bir araya getirilip katledilmesi üzerine kurulan toplama kampları gelir. Henüz İkinci Dünya Savaşı başlamadan önce Nazilerin 1933’te iktidara gelmesinin hemen ardından oluşturulmaya başlanan bu kamplar, hükümetçe ‘devlet düşmanları’ olarak tanımlanan Alman Komünistleri, Sosyalistler, Sosyal Demokratlar, Romanlar (Çingeneler), Yehova Şahitleri, eşcinseller ile ‘asosyal’ ya da sosyal açıdan sapkın davranışlar göstermekle suçlanan kişileri toplamak amacıyla kurulmuşlardır (USHMM Holokost Ansiklopedisi, 2020). Mayıs 1938’de Almanya’nın Avusturya’yı işgalinin ardından Alman ve Avusturya Yahudileri tutuklanıp toplama kamplarına götürülmeye başlanmışlardır. 9 Kasım 1938 gecesi Nazi Propaganda Bakanı Joseph Goebbels ve diğer Nazi yetkilileri tarafından organize edilen, sinagoglara ve Yahudilerin iş yerlerine yapılan baskınlar toplama kamplarının kullanımındaki önemli tarihlerden biridir. 9 Kasım’ı izleyen iki gün boyunca Almanya genelinde 250 sinagog yakılır, Yahudilere ait 7.000’den fazla iş yeri, mezarlık, hastane ve okullar yağmalanır, onlarca Yahudi katledilir (Encyclopedia USHMM, 2020). Cadde ve sokakların cam kırıklarıyla dolması nedeniyle tarihe Kristal Gece adıyla geçen bu katliamın ardından Naziler yetişkin Yahudi erkekleri toplu olarak tutuklayarak bir süreliğine bu kamplara göndermeye başlarlar. Dachau, Buchenwald ve Sachsenhausen ilk Nazi toplama kamplarından bazılarıdır. Almanya’nın Sovyetler Birliği ve Polonya’yı işgalinin ardından bu kampların sayılarında artışlar olmuş, savaş esirlerinin gönderilmesine gerek duyulduğu için kampların büyütülmesi ihtiyacı oluşmuş, Auschwitz gibi mevcut toplama kamplarının içine yeni kompleksler yapılmaya başlanmıştır. Rus ve Polonyalı savaş esirlerinin de gönderildiği bu kamplar, Avrupa’yı Yahudilerden temizleme hareketi olan Nihai Çözüm (Final Solution) adıyla yürürlüğe konulan ve 2 Yahudi Soykırımı’nın uygulanmaya başlanmasıyla birer imha kampı halini almışlardır (USHMM, Holocaust Encyclopedia, 2020). Bu kamplardaki öldürme verimini arttırmak ve öldürme işlemlerini gayrişahsi bir hale getirmek için gaz odaları gibi sistemler yapılmaya başlanmıştır. Auschwitz kompleksi altında bulunan Birkenau kampındaki dört gaz odasında günde ortalama 6.000 Yahudi katledilmiştir. Auschwitz’in yanı sıra Belzec, Sobibor, Treblinka bu sınıfa giren imha kamplarından bazılarıdır. Gaz odalarının kurulması ile arttırılan öldürme verimi bu kamplara daha çok Yahudi’nin aktarılmasını gündeme getirmiş, bunu sağlamak için aktarma kampları veya geçici kamplar adı verilen yeni kamplar kurulmuştur. Geçici kamplar imha kamplarından önceki son durak olarak kullanılmışlardır (USHMM, Holocaust Encyclopedia, 2020). Bir diğer Nazı kampı türü, zorunlu çalışma kamplarıdır. Savaş sırasında ortaya çıkan işgücü kaybını gidermek üzere 1939’da Almanya’nın Polonya’yı işgalinden sonra kurulan bu kamplarda çalıştırılanlar yeterli beslenme, ekipman veya dinlenme zamanları gibi insani ihtiyaçlar sağlanmadan, insanlık dışı şartlarda çalıştırılırlar. Bu kamplarda binlerce esir yorgunluk, açlık ve açıkta kalma nedeniyle yaşamlarını kaybetmiştir (USHMM Holokost Ansiklopedisi, 2020). Bu bilgiler ışığında Terezin ya da Almanların verdiği isimle Theresienstadt’ın nasıl bir kamp olduğuna bakalım. Tipik bir getto veya bir toplama kampı niteliğinde olmayan Terezin, ölüm kamplarının öncesinde bir aktarma kampı, bir zorunlu çalışma kampı olmakla beraber, Batı ve Orta Avrupa’dan birçok Yahudi kadın, erkek ve çocuk için bir toplama kampı olarak kullanılmıştır. Gaz odası olmayan ancak içinde bir krematoryum bulunan Terezin, kullanımda olduğu 3,5 sene boyunca Naziler tarafından üç ana amaçla kullanılmıştır: (USHMM, Theresienstadt, 2020). • Çek Yahudilerinin Nazi işgali altında olan Polonya, Belarus ve Baltık ülkelerindeki toplama ve çalışma kamplarına gönderilmeleri sırasında bir aktarma kampı olarak, • Uluslararası kamuoyunu yanıltma amacıyla Nazi propaganda çalışmalarının yürütüldüğü bir ‘model getto’ olarak, • Mevcut kötü yaşam koşulları nedeniyle ‘doğal nedenlerle’ ölümlerin gerçekleşebileceği bir kırım kampı olarak (Holocaust Encyclopedia, 2020). Dış dünyaya açılan tek yolu Doğu’daki ölüm kamplarına giden, Çekoslovakya’nın en büyük Nazi Toplama Kampı olan Terezin’in Ekim 1941’de başlayan hikâyesi, 8 Mayıs 1945 3 tarihinde Sovyet ordusu tarafından özgürlüğüne kavuşturulana kadar devam eder. Ancak kuruluşu çok daha öncelere dayanır. 1780’lerde Avusturya İmparatoru II. Josef tarafından bir garnizon kasabası olarak kurulan Terezin, adını imparatorun annesi Maria Theresa’dan almaktadır. 20. Yüzyılın başlarında hapishane olarak kullanılan Terezin’in ünlü mahkûmlarından biri Arşidük Ferdinand’ı öldürerek 1. Dünya Savaşı’nın fitilini ateşleyen Gavrilo Princip’tir (Defiant Requiem Foundation, 2013, s. 70). Etrafı kalın duvarlarla çevrili ve içerisinde birçok barakanın olduğu Terezin, diğer kamplardan farklı olarak hemen hemen hiçbir inşaat çalışmasına gerek duyulmadan Naziler için kullanıma hazır bir toplama kampı niteliğindedir (Yad Vashem Theresienstadt, 2020). USHMM arşivinden alınan çizimde de görüldüğü gibi, Terezin’i çevreleyen kalın duvarlar, demiryolu girişi, yönetim binalarının işaretlendiği getto planı Terezin’in kullanıma ne denli hazır bir toplama kampı olduğunun anlaşılmasını sağlar. (Resim 12) Resim 1 Terezin Gettosu 1942 - 1945 (USHMM Theresienstadt, 2020) Nazi kuvvetleri Çekoslovakya’yı işgal ettikten sonra Terezin’e Theresienstadt adını vererek, askerî üs olarak kullanmaya başlamışlardır. Bu aşamada Terezin’de sivil halk ve Çek askerleri yaşamlarına devam etmektedir. 1941’de toplama kampı ve getto olarak kullanılmaya başlanan Terezin’e ilk gönderilenler Çek Yahudileridir. Önemli bir Yahudi nüfusu olan Prag’daki Yahudilerin tümü Terezin’e gönderilmiştir (Defiant Requiem Foundation, 2013, s. 70). Bir 4 toplama kampı ve getto olmanın yanı sıra büyük bir kandırmaca olan Terezin’in Çekoslovak Yahudileri tarafından önceden bilinen bir yerleşim yeri olması farklı bir kandırmacayı beraberinde getirmiştir. Terezin’in özerk bir çalışma kampı olacağı ve her ne kadar Nazilerin yönetimi altında olsa da Yahudilerin kendi aralarından seçecekleri kişilerin yönetimde söz sahibi olacağı söylentisi orada süregidecek olan yaşamın bir şekilde normal olacakmış hissini uyandırmıştır. Öyle ki, Prag Yahudi Cemaati Başkanı Bohemya ve Moravya’daki Yahudilerin Çekoslovak toprakları üzerinde kurulu, güven içinde olacaklarını bildikleri bir çalışma kampına gönderiliyor olmalarının kendilerini ne denli rahatlattığı yönünde açıklamalarda bulunmuştur (Lamberti, 1995, s. 105). Doğu Avrupa’da kurulu diğer gettolarda olduğu gibi, Terezin’deki tutuklular da aralarından seçilen ve Council of Elders (Cemaat Yönetimi) olarak adlandırılan idareciler tarafından yönetilmişlerdir. Nazilerin kalabalık gettolarda kontrolü sağlamak amacıyla kurulmalarına izin verdikleri bu konsey Nazilere bağlı bir alt birim olarak hareket etmiştir. Terezin’deki Cemaat Yönetimi’nin görevleri arasında Nazi emir ve uygulamalarını gettoda yaşayanlara bildirmek, Auschwitz ve Birkenau gibi diğer toplama kamplarına yapılacak aktarmalar için listeleri hazırlamak, eğitim, elektrik, su, polis, adli birimler, posta servisi gibi hizmetleri yerine getirmek gibi iş kalemleri vardır. Bunların yanı sıra marangozluk, deri, terzi atölyeleri kurulması ve buralarda çalışacakların belirlenmesi gibi iş dağılım planları yine bu birim tarafından yapılmıştır. Bu işlerde görevlendirilmeyenler SS idaresi ve polis gözetiminde yakındaki Kladno madeninde ve inşaat işlerinde çalıştırmışlardır (USHMM, Theresienstadt, 2020). Cemaat Yönetimi’nin önemli işlerinden bir diğeri ise Terezin’de yürütülen sanat, kültürel hayat ve dini etkinlikleri organize etmek olmuştur. Diğer toplama kamplarından farklı olarak hemen her sanat kolundan binlerce profesyonel veya amatör sanatçıların olması, Terezin’in bir ‘model getto’ olarak kullanılması burasını ayrıcalıklı kılmış, konserler, tiyatro oyunları, atölyeler, edebiyat okumalarının yapıldığı bir alana dönüştürmüştür. Bunlara ek olarak Terezin’de içinde 60.000 kitabın olduğu bir kütüphane kurulmuştur. Terezin’de tutuklu Yahudiler kendi aralarında düzenledikleri 2.300’den fazla eğitimle sanattan tıbba kadar pek çok konuda kurslar açmışlardır. Bu yalan hayata getto içinde kullanılmak üzere kâğıt banknotlar, gettodan gönderilen zarflar üzerine yapıştırılmak üzere pullar bile tasarlanmıştır (USHMM, Theresienstadt, 2020). Ancak Terezin’in model getto olarak planlanmasının ardındaki gerçek soğuktur. 1942’nin Ocak – Şubat aylarında yaşanan şok edici bir olay bu soğukluğu tüm gettoya yaymıştır. Kuralları çiğneyerek Terezin’den henüz gönderilmemiş olan sivil halka ait postaneden yakınlarına mektup 5 göndermek isteyen ve dükkânlardan yiyecek almaya kalkışan on altı Yahudi ölüme mahkûm edilmiş ve gettonun orta yerinde asılarak idam edilmiştirler. İdamlar gettodakiler için şok etkisi yaratır. Daha sonları kuralları çiğneyenler gözden uzak olan Küçük Kale’ye hapsedilerek burada katledilmişlerdir (Peschel, 2014, s. 23). Terezin’deki sanat yaşantısının önde gelen ressamlarından Leo Haas’ın idamları resmettiği çizimi o günlere tanıklık eden bir belge niteliğinde olması bakımından ilgi çekicidir. (Resim 14) Resim 2 Terezin’de idam, Leo Haas (Collections USHMM, 2020) Ocak 1942’de Terezin’de iki önemli gelişme olmuştur. Bunlardan ilki Terezin’den kalkan ancak varış istasyonları bildirilmeyen, gidiş yönü Doğu olduğu için Yahudi esirler tarafından Doğu’ya Doğru Giden Trenler olarak adlandırılan trenlerle diğer toplama kamplarına yapılan transferlerdir. İmha kamplarında neler yaşandığından ve gaz odalarından savaşın sonuna kadar kimsenin haberi olmamıştır (Peschel, 2014, s. 24). Bu tarihte olan bir diğer önemli gelişme ise Terezin’in SS önde gelenleri tarafından Altersghetto (yaşlılar için getto) olarak düzenlemesidir. Bu düzenleme sonrasında Terezin’in rolü belirgin biçimde değişmeye başlamıştır. 6 Haziran başında ileri yaşta Alman ve Avusturya Yahudileri Terezin’e gönderilmiştirler (Defiant Requiem Foundation, 2013, s. 70). Alman Yahudileri, emekliliklerini huzur içinde geçirebilecekleri bir kaplıca kasabası olarak sunulan Terezin’e gidebilme ‘ayrıcalığına’ erişebilmek için yüklü miktarda para ödemek durumunda bırakılarak gettoya getirilmişlerdir (Lamberti, 1995, s. 106). Bunun yanı sıra toplumda önde gelen Yahudiler de Terezin’e gönderilmiştirler. Bu gelişmeler neticesinde birçok Yahudi politikacı, 1. Dünya Savaşı gazisi, sanatçı ve akademisyen Terezin’e nakledilmiş olur. Berlin Hahambaşı Dr. Leo Baeck Terezin’deki Yahudi esirlerden biridir (Defiant Requiem Foundation, 2013, s. 70). Bu gelişmelerin ardından Terezin, başka ülkelerden, dolayısıyla başka dillerden Yahudilerin bir araya geldiği, milliyet, dil ve yaş ortalaması açısından çeşitlilik gösteren bir popülasyona ulaşmış olur. Sonradan gelen bu Alman Yahudileri, gettonun ilk sakinleri Çek Yahudilerinden daha ileri yaştadırlar. Avusturya Yahudilerinin hemen hemen hepsi dört ay içinde Terezin’e gönderilmiştir. 21 Haziran ile 10 Ekim 1942 tarihlerinde 14.000 Avusturya Yahudisi Terezin’e getirilmiştir. Yaş ortalamaları 69’dur. Vaat edilenden bambaşka bir gerçekliğin içine hazırlıksız düşen ileri yaştaki Alman ve Avusturya vatandaşı Yahudiler açlık, hastalık, bitkinlik gibi sebeplerle hızlı bir tükenişe sürüklenmişler, Terezin’de sadece Eylül 1942’de 4.000 ölüm meydana gelmiştir (Peschel, 2014, s. 29). Bu sırada getto 60.000 nüfusu ile en kalabalık günlerini yaşamıştır. Getto’da kurulu bir hastane olsa da kendileri de birer tutuklu olan Yahudi doktorlar yetersiz imkânlar yüzünden çok sayıda hastayla baş edememişlerdir. 1942 Eylül’ünde Terezin, günde ortalama 130 kişinin ‘doğal’ sebeplerle öldüğü bir kırım kampına dönüşmüştür (Lamberti, 1995, s. 107). 1942 sonuna gelindiğinde artan ölüm oranı ve toplama kamplarına gönderilenlerden sonra nüfusun 40.000’e düştüğü bilinmektedir 1942 Aralık ayına gelindiğinde 7.000 kişi için tasarlanan Terezin’e 58.000 Yahudi esir yerleştirilmiştir. Nazilerin her türlü aşağılama ve eziyetle işkence ettiği ruh ve bedenlerle dolu olan Terezin’de yaşlılar moral çöküntüsü içinde açlıkla boğuşmada en güçsüz grup olmuştur. Ölüm oranlarındaki bu artışın ardında 1942 Haziran’ında Terezin’e gönderilen ileri yaşta Alman ve Avusturya Yahudilerinin kötü yaşam koşullarına dayanamayıp hayatlarını kaybetmeleri gerçeği vardır (Peschel, 2014, s. 23). Aynı dönemde Terezin’e nakledilenler arasında dinler arası evlilik yapan çiftler de vardır. Terezin, eşlerden birinin Hristiyan olduğu, varlıklı veya toplum içinde söz sahibi olan ayrıcalıklı Yahudi aileler için biçilmiş kaftan olarak sunulmuş, vadettiği imkânlarla kamuoyu inandırılmıştır 7 (Lamberti, 1995, s. 106). Ancak sunulan bu rüya Terezin’e girer girmez son bulmuş, Nazilerin uyguladığı dehümanizasyon şok etkisi yaratmıştır. Yanlarına sadece 50 kilo eşya almalarına izin verilen ve yaşamlarına bir arada devam edeceklerini düşünen aileler kadın erkek olarak ayrılıp ayrı ayrı barakalara gönderilmişler, üç sıra olarak düzenlenen dar ranzalara gayet sıkışık bir şekilde yerleştirilmişlerdir (Lamberti, 1995, s. 107). Barakalar cinsiyetlere göre ayrılmakla kalmamış, kadın ve erkeklerin birbirleri ile görüşmesi kesin biçimde yasaklanmıştır. Yanlarına aldıkları eşyaların çoğu daha girişte ellerinden alınan aileler Terezin’e adım atar atmaz bölünerek birbirlerinden ayrılırlar. Çocuklar ve genç kızlar anneleriyle, 12 yaşından büyük erkek çocukları ise babaları ile aynı barakada olacak şekilde yerleştirilmişlerdir (Peschel, 2014, s. 23). Az sayıda tuvaletin olduğu gettoda su sıkıntısı yaşanmaktadır. Şehrin kuruluşundan kalan askerî barakalar eski ve bakımsızdır. Kışları ısınmayan bu barakalar yaz aylarında ise dayanılamayacak kadar sıcak olmaktadır. Kalabalıklaşan gettoda pnömoni ve tifüs gibi salgın hastalıkların önü kesilemez. Yiyecekler kısıtlıdır. Terezin’de tutuklu bulunan Yahudiler günde dokuz on saat çalıştırılmaktadır. Nazilerin koyduğu kurallara uymayanlar ağır cezalara çarptırılmışlardır. Yasağı delerek karısını ya da kocasını görmeye çalışanlar, yasak olduğu halde sigara içenler ya da getto dışından biriyle iletişim kurmaya çalışanlar Küçük Kale’ye gönderilerek orada katledilmiştir. Diğer taraftan getto içinde Yahudiler arasında da çeşitli gerilimler olmaktadır. Çek Yahudileri ile Alman Yahudileri, Ortodoks Yahudiler ile reformist Yahudiler arasında yönetimle alakalı gerilimler baş göstermektedir. Daha konforlu odalarda yaşayanlar, yaptıkları işler gereği daha çok yemek almasına izin verilenlerle bu imkânlara sahip olamayanlar arasında gerilimler yaşanmaktadır. Medeni ilişkilerin yok edilmeye çalışıldığı büyük bir dehümanizasyon içinde getto içinde bir takım ufak hırsızlıklar olmuş, bazı malların karaborsası oluşmuştur. Sigaralar yiyecek malzemeleri ya da kalın giysiler ile değiş tokuş edilmiş, dış dünyayla iletişim katı biçimde kesilmiş, radyo yayınlarının dinlenmesi yasaklanmıştır, ayrıca gettoya gazete girmesine de izin verilmemiştir. Tutukluların ancak kontrol okuması yapıldıktan sonra ve otuz kelimeyi aşmamak kaydıyla yakınlarına kartpostal göndermelerine izin verilmiştir (McCready, 2010). 6 Haziran 1942’de Terezin’de yaşayan sivil halktan geriye kalan son kişilerin tahliyesinin ardından barakaların kapıları açılarak Yahudilerin getto içinde dolaşmalarına izin verilmiş, sivil halkın bıraktığı evler barakalarda olduğu gibi tahta ranzalar ile donatılmış gettonun sınırları tüm 8 Terezin olarak yeniden düzenlenmiştir. Bu gelişme Terezin’in ‘model getto’ olarak hazırlandığı dönemin de başlangıcı sayılır (Peschel, 2014, s. 24). Giriş bölümünde değindiğimiz Uluslararası Kızılhaç Teşkilatının denetimi ile alakalı bir takım ‘güzelleştirme harekâtı’ yürürlüğe konmaya başlanmıştır. Bu süreç birtakım rahatlamaları da berberinde getirmiş, kadınlarla erkeklerin birbirlerini görmelerine, getto içinde serbestçe dolaşmalarına izin verilmiş, kültür ve sanat faaliyetleri desteklenmiş, dahası bu faaliyetlerin organize şekilde yapılabilmesi için Freizeitgestaltung (Serbest Zamanlar Yönetim Ofisi) kurulmuştur. Bu yeni dönemde Terezin neredeyse Avrupa kıtasında en canlı sanat olaylarının yaşandığı merkezlerden biri haline gelmiştir (Peschel, 2014, s. 24). Terezin’i diğer toplama kamplarından ayıran bir diğer özellik çocuk tutukluların durumuyla bağlantılıdır. Üç buçuk yıl boyunca Terezin’den 15.000 çocuk geçmiştir. Terezin’de oldukları süre içinde oradaki eğitimlerine devam eden, sanat atölyelerinde resimler yapan bu çocukların %90’ı gönderildikleri toplama kamplarında katledilmişlerdir (USHMM, Theresienstadt, 2020). Diğer taraftan Terezin’e geldikleri anda ayrılan bu çocuklardan gözlük kullananlar ya da engelli olanlar buraya ayak basar basmaz diğer toplama kamplarına gönderilerek katledilmiştirler (Costanza, 1982, s. 11). 1942 sonuna gelindiğinde getto görece sakinleşmiştir. Yeni gelen Yahudiler için barakalar yapılmamış, sivil halkın boşalttığı evlere yerleştirilmiştirler. Ancak yaşam koşulları hâlâ son derece serttir. Beraberlerinde getirdikleri eşyaları koyacak hemen hemen hiçbir yerleri olmayan bu insanların kendilerine ait olan tek eşya üzerlerinde uyudukları tahta bir yatak, kişisel eşyalarını koymaları için ayarlanmış bir raftan ibarettir (Peschel, 2014, s. 26). Terezin’de yaşantıların hiçbir özel anı yoktur. Gettonun saygınları olarak görülen yaşça büyük olan mahkûmlar tarafından birkaç farklı mutfak alanında pişirilen yemekler, mahkûmların yaşına, yaptığı işe göre ayarlanarak dağıtılmıştır. Genç yaşta olup sahada çalışanlara biraz daha fazla yemek verilmiştir. Su kıtlığı başlıca problemlerden biri olmuştur. 7.000 nüfuslu bir kasaba için tasarlanan su sistemi dört, beş katı insan barındıran gettoya doğal olarak yetmeyince, duş alma biletleme ile yapılmaya başlanmıştır. En düşük derecede hijyenin sağlanmasının bile mümkün olmadığı bu ortamda bit, pire ve tahtakurularının çoğalması ile salgın hastalıklarda artış olmaya başlamıştır (Peschel, 2014, s. 26). 1943 yılına gelindiğinde Hollanda ve Danimarka’dan getirilen Yahudilerle gettodaki çeşitlilik artış göstermiştir. Bu süreç içinde gettonun ilk sakinleri ile sonradan gelenler arasında 9 yaşanan gerilimler sonucunda SS’ler Yahudiler içinden bazı liderleri görevlendirmişlerdir. Bu kişileri görece daha rahat yaşayacakları evlere yerleştirip, küçük sorumluluk alanları açmışlar ve koruyucu sağlık hizmetleri vermişlerdir. Tutukluların büyük çoğunluğu getto içerisindeki millî ve sınıfsal ayrılıkların Naziler tarafından bilinçli bir şekilde oluşturulduğunun farkında olsalar da kendi aralarında ortaya çıkan gerilimin önüne geçememişlerdir. Sonunda anlaşmazlıkların giderilmesi için getto içinde bir mahkeme kurulmuştur (USHMM Theresienstadt, 2020). Terezin’de üretilen sanat eserlerinden bazılarının bu anlaşmazlıkları konu aldığı bilinir. 1944’e gelindiğinde Giriş bölümünde bahsettiğimiz Kızılhaç Denetimi gettonun adeta bir film platosuna dönmesine neden olmakla kalmamış, sanat yaşantısını hareketlendirmiş, ancak kırımı arttırmıştır. Hasta ve çelimsiz olanlar başta Auschwitz ve Birkenau gibi ölüm kampları olmak üzere gettodan gönderilmişlerdir. Bu dönemin önemli olaylarının başında ‘güzelleştirme’ hareketi gelir. Bu çalışmalar kapsamında binalar boyanmış, pencerelere çiçekler yerleştirilmiş, dükkânlar açılmış, sokak isimleri yenilenmiş, Terezin’e yaşayan, canlı bir şehir havası verilmeye çalışılmıştır (McCready, 2010). Bu güzelleştirme çalışmaları sırasında Naziler, Yahudi tutukluların sanat yapmaları konusundaki düzenlemeleri serbest bırakarak onları sanata teşvik etmişler, ressamlara boyalar, kâğıt ve çizim yapmak için kalemler dağıtılmıştır. Bu dönemde sanatçılardan sadece ressamlara Terezin içinde özgürce dolaşma izni verilmiştir. Bendrich Fritta, Leo Haas, Karel Fleischmann, Malvina Schalkova, Felix Bloch gündüzleri Nazilerin çizmelerini istedikleri, geceleri de gizlenmeye çalışılan gerçekleri çizerek Terezin’deki getto yaşantısını görebilmemizi sağlamış isimlerdir (McCready, 2010). Denetimin başarısı Nazileri zafer sarhoşu yapmıştır. Kurdukları bu film platosunu biraz daha kullanmak istemişler ve bir propaganda filmi çekmişlerdir. Führer’in Yahudilere Armağan Ettiği Şehir: Theresienstadt1 adlı film 1944’ün Ağustos – Eylül ayları arasında dönemin tanınan oyuncu ve yönetmenlerinden Kurt Gerron’un çekmesi istenmiştir. I. Dünya Savaşı’nda Alman ordusu için çalışmış bir hekim olan Kurt Gerron, savaşın ardından hekimliği bırakarak sahne hayatına atılmış dönemin ünlü oyuncu ve yönetmenlerinden biridir. Gerron 1920’de Max Reinhard’ın yönetiminde tiyatroya adım atmış, Üç Kuruşluk Opera’nın Berlin’deki ilk sahnelenmesinde Londralı polis şefi Brown rolü ile sahneye çıkmış, 50’den fazla filmde oynamış, Marlene Dietrich ile çevirdiği Mavi Melek filminde dünya çapında bir şöhret kazanmış bir sanatçı olarak Nazilerin de yakından tanıdığı bir isimdir (McCready, 2010). 1 Film hakkına detaylı bilgi için bkz: https://collections.ushmm.org/search/catalog/irn1002079 10 Filmi çekmeden önce Naziler’den Doğu’ya giden trenlere bindirilmeyeceği yönünde garanti alan Gerron, filmin tamamlanmasının hemen ardından karısı ile birlikte Auschwitz’e gönderilerek gaz odasında katledilmiştir (Peschel, 2014, s. 33). Bu çalışmada pek çok kez dile getirildiği gibi Terezin sanat ve kültürel yaşantısıyla diğer tüm Nazi toplama kamplarından ayrılmaktadır. Gettodaki yaşantının bu gibi detayları kurtulanların aktardıkları bilgilerle aydınlanan bir alandır. Bu nedenle sonraki sayfalarda kurtulanların anlatılarına yer verilerek başta tiyatro olmak üzere Terezin’deki sanat yaşantısının nasıl olduğu ortaya konulmaya çalışılacaktır. Kurtulanların aktardıklarına bakıldığında Terezin’deki kültürel yaşantının gettonun kurulduğu ilk günlerde emprovize olarak başladığı görülür (Shlain, 2015). Barakalarda şiir geceleri düzenlenmiş, şarkılar söylenmiş, oyuncu oldukları öğrenilenlerden bir şeyler oynamaları istenmiştir. Benzer şekilde ilk müzik aktiviteleri yine emprovize olarak gerçekleşmiş, gizli saklı yürütülmüştür (Peschel, 2014, s. 24). Gettodaki kültürel yaşantının en yoğun olarak gözlendiği dönem Kasım 1942 ile Eylül 1944 arasında yaşanmıştır. Model getto dönemindeki güzelleştirme çalışmaları kapsamında gettoya sınırlı sayıda ürüne erişimin olduğu birkaç dükkân açılmıştır. 1942 Aralık ayında biletleme sistemi ile içeri girilebilen bir kahve içimi kalınıp müzik dinlenilebilen bir kafe açılmıştır (Peschel, 2014, s. 29). Terezin’de oda müziği ve jazz yapan kimi toplulukların bu kafede zaman zaman müzik yapmalarına izin verildiği kurtarılanların anılarında aktarılan detaylardandır (McCready, 2010). Müzik, Terezin’deki sanat yaşamının önemli kollarından biri olmuştur. Çağın önde gelen yetenekli pek çok müzisyeni gettoya gelir gelmez küçük topluluklar, korolar kurarak müzik yapmaya başlamıştırlar. Dönemin ünlü müzisyenlerinde Rafael Schächter, Gideon Klein, Pavel Haas, Hans Krasa, Viktor Ullmann Terezin’e gönderilen çok sayıda müzisyenden bazılarıdır. Bu sanatçıların kimi gelirken yanlarında enstrümanlarını da getirmişlerdir. Nazi yönetimi Aralık 1942’ye kadar kampta müzik yapılmasını katı biçimde yasaklamış olsa da neden olduğu hâlâ bilinmemekle birlikte Terezin’deki sanat üretimi Naziler tarafından başta görmezden gelinmiş, model getto döneminde ise desteklenmiştir (McCready, 2010). Çalışmanın bu bölümünde Terezin’deki müzik yaşantısına biraz yakından bakmak, gettodaki kültürel yaşantının anlaşılması bakımından önemli olacaktır. 11 Terezin kurtulanı Ruth Elias, Spirit of Life adlı kitabında tavanarasında nasıl gizli konserler verdiğini anlatırken iki noktanın altını çizer: Müzisyenlerin hiçbirinde nota olmadığını ve çaldıkları parçaları ezberden ancak hatasız icra ettiklerini belirterek dinleyenlerin büyük bir sessizlik içinde bitişik nizam ayakta durduklarını anlatır. Elias’ın belirttiği diğer konu, bu gizli konserler sırasında barakaların merdivenleri, yandaki barakanın çatı katı gibi bilumum yerlerde gözetmenler olduğu ve olası bir Nazi devriyesini anında haber vererek uyarılarda bulunduklarıdır (Elias, 1998, s. 65-67). İlk koro erkekler barakalarında kurulmuştur. Kadınlarla erkeklerin görüşmelerinin yasak olduğu dönemde kadınlar da kendi içlerinde küçük korolar kurmuşlar zamanla görüşmelere izin verildiğinde oda orkestraları kurulmaya başlamıştır. Çek Filarmoni Orkestrası’ndaki Yahudi müzisyen ve orkestra şefleri Terezin’de tutuklu bulunan müzisyenler arasındadır (McCready, 2010). Cemaat Yönetimi’nin kamp yönetiminden gerekli izinleri almasının ardından Terezin’deki müzik yaşantısı yakalanma korkusu olmadan yaşamaya, tavan aralarından çıkmaya başlamıştır. Bu dönemde Mozart, Beethoven, Verdi, Brahms ve Janacek gibi bestecilerin eserleri ile Carmen, Tosca, Figaro’nun Düğünü, Smetlana’nın The Bartered Bride (Takas Gelin) gibi operalar çalınmaya başlanır. Tüm o olanaksızlıklar içinde Terezin’de iki senfoni orkestrası kurulmuştur. Müzisyenler uzun çalışma saatlerinin ardından karanlık barakalarda kısa provalar aldıktan sonra bu konserleri icra etmişlerdir. Profesyonel sanatçıların yanı sıra pek çok amatör de bu etkinliklerde yer almıştır (McCready, 2010). Bu dönemki sanat faaliyetlerin bir diğer özelliği artık görüşmelerine izin verilen kadın ve erkeklerin bir araya gelebilecekleri zamanlar yaratıyor olmalarıdır. Sanatsal etkinlikler gerek onları üreten sanatçılar gerekse dinleyen seyirciler için birer güçlenme anı, spiritual resistance (manevi direniş) ve geçmiş yaşantının hatırlanarak hayatın normalmiş gibi algılandığı zaman dilimleridir (Shlain, 2015). Gettodaki Yahudi yönetiminin ve insanlık dışı koşulların cesurca eleştirildiği bazı satirik şovlar da sahnelenmiştir. Terezin’de ilk kabareyi sahneleyen Çek sanatçı Karel Svenk’dir. Svenk’in metinleri elimize ulaşmayan oyunlarından bazıları The Lost Food (Kayıp Yemek), Ticket (Bilet), Long Live Life (Çok Yaşa Hayat) ve Cyclist’dir (Bisikletçi). Svenk’in yazıp, yönetip, bestelerini yaptığı oyunlarda Yahudilerin Avrupa’da iki Dünya Savaşı arasında yaşadıkları satirik komedi olarak ele alınmıştır. Bir başka satirik kabare olan Carousel (Atlı 12 Karınca), Kurt Gerron tarafından sahnelenmiştir. Bu kabarenin müzikleri Martin Roman tarafından bestelenmiş Ghetto Swingers adlı topluluk tarafından icra edilmiştir (Shlain, 2015). Terezin müzik yaşantısının en etkili isimleri arasında Viktor Ullmann ve Rafael Schächter’in yeri ayrıdır. Ullmann gettoda birçok atölye çalışması gerçekleştirmiş, besteler yapmış, eleştiri yazıları yazarak sanat yaşamının eğitim, icra, eleştiri gibi tüm dinamiklerine hayat vermiştir. Ullmann’ın piyano için yaptığı besteler, şarkılar, oda müziği toplulukları ve senfoni orkestraları için yaptığı bestelerin yanı sıra librettosu Peter Kien tarafından yazılan The Emperor of Atlantis (Atlantis İmparatoru) adında bir de operası bulunur (Shlain, 2015). Ullmann gibi Rafael Schächter’da ilham verici yaratıcılığı ve güçlü kişiliği ile gettodaki müzik yaşantısının dinamolarından biri olmuştur. Prag Konservatuarı’nda piyano, kompozisyon ve orkestra şefliği eğitimi alan Schächter, 1937’de Prag Oda Operası’nın kurulmasına öncülük etmiştir. Çağdaşları arasında dikkat çeken bu özel yetenek 1941 yılında tutuklanarak Terezin toplama kampına gönderilmiştir. Auschwitz’e gönderildiği 1944 yılına kadar müzik faaliyetlerine aralıksız devam eder. Kampta diğer Yahudi tutuklular tarafından ‘Rafi’ olarak çağrılan Schächter, Terezin’e gelir gelmez insanlara moral vermek ve iç güçlerini arttırmak için barakalarda gizli saklı konserler organize etmeye başlayan cesur bir lidere dönüşmüştür. 39 yaşında katledilen bu büyük müzik dehasının Terezin’deki en önemli performansı Uluslararası Kızıl Haç Örgütü’nün Danimarka Kızıl Haç’ıyla birlikte Terezin’e yaptığı denetleme ziyareti sırasında, Haziran 1944’te gerçekleşen Schächter tarafından kurulan koro tarafından Verdi’nin Requiem’inin seslendirilmesidir. Schächter 3 yıl boyunca defalarca Requiem için150 kişiden oluşan bir koro kurmuştur. Zaman içerisinde koro üyelerinden bazıları diğer ölüm kamplarına gönderilmiştirler. Schächter, gönderilenlerin yerlerine yenilerini seçip eğiterek bir süre bu sayıyı korumayı başarmıştır. 1944’te Kızıl Haç için verilen son gösterimde koroda sadece 60 kişi vardır (Defiant Requiem Foundation, 2013). Terezin’deki önemli sanat olaylarından biri Brundibar adlı çocuk operasıdır. Verdi’nin Requiem’i gibi Brundibar da Kızılhaç denetimi sırasında sahnelenmiştir. Hans Krasa tarafından bestelenen Brundibar iyi ve kötü arasındaki çatışmayı konu alan yapısıyla izleyicide derin izler bırakan bir eserdir. Krasa ve Schächter, Brundibar’ı Terezin’e gönderilmeden önce Prag’daki Yahudi yetimhanesinde sahnelemek istemişler ancak 1939’da Yahudilerin sanat yapmaları yasaklandığı için bu girişimlerinden dolayı tutuklanmışlardır (McCready, 2010). İki sanatçı Terezin’de yeniden bir araya geldiklerinde bu projelerine kaldıkları yerden devam ederler. 13 Brundibar gettoda tam 55 kere sahnelenir. Korodaki çocuklar Auschwitz’e gönderildiğinden koro sürekli değişmekte, gönderilenlerin yerine yeni çocuklar gelmektedir (Shlain, 2015). Son cümlesi “kim ki adaleti seviyor ve iyilikten yanaysa bizimle arkadaş olup oyunumuza katılabilir” olan Brundibar bu değişen çocuk korosuyla onların vedası olma niteliğindedir (Resim 15) (McCready, 2010). Gerek Verdi’nin Requiem’i gerekse Brundibar’ın Kızılhaç denetimi sırasındaki sahne kayıtları Nazi propaganda filminde kullanılmış, böylelikle Terezin sanat yaşantısının tanıklık edebildiğimiz iki ürünü olmaları bakımından ayrıcalıklı konumdadırlar. Terezin’in diğer toplama kamplarından farklarından biri de daha önce de vurgulandığı gibi çocukların ayrı bir yeri olmasıdır. Gerçekten de Terezin çocukları, Terezin’deki sanat yaşantısında da ayrı bir öneme ve özel bir yere sahiptir. Bunlardan biri şüphesiz Brundibar Çocuk Operası’dır. Diğer bu önemi hissettiğimiz alan ise, Terezin’de daha geniş katılımda olan ve elimize ulaşan çocuk sanat eserleri, resimleridir. Bu resimlerin çoğu zamanında Viyanalı bir ressam olan Friedl Dicker-Brandeis’in çocuklarla gizli olarak yaptığı atölye çalışmalarından elimize ulaşmıştır. Bu atölyelerde sorduğu sorularla çocuklardan hayallerini, özlemlerini, korkularını ve pencereden baktıklarında gördüklerini resmetmelerini isteyen Brandeis bu sorularla iç dünyalarını aktarmalarını sağlamıştır. (McCready, 2010). Brandeis atölyesinde üretilen yaklaşık 4.500 kadar çizimi iki bavulda biriktirmiş, Auschwitz’e gönderilmeden önce güvendiği birine bırakmıştır (Defiant Requiem Foundation, 2013). Brandeis ve çocuklar hayatta kalamazlar ama resimleri günümüze ulaşmayı başarmıştır (Resim 16 ve 17) Yaşları 15’i geçmeyen bu çocuklar çizdikleri resimleri geride bırakarak gaz odalarına gönderilmişlerdir. Terezin’e gönderilen 15 bin çocuktan sadece 150’si hayatta kalabilmiştir (History of Terezin, 2020). Resim 3 Brundibar Çocuk Operası (Brundibar, 2011) 14 Resim 4 Hana Zieglerová (1933-1944) (Times of Israel, 2019) Resim 5 Robert Hirsch (1933-1944) (Times of Israel, 2019) Terezin’de gettonun kalabalıklaştığı dönem çocuklara ayrı bir baraka kurulmuş, böylece kadınlar, erkekler ve çocuklar farklı alanlarda yaşamaya başlamışlardır (Sieminski, 2009, s. 18). 1942-1944 yılları arasında Terezin’de çocuklar barakasında kalan, yaşları 12 ila 14 arasındaki erkek çocukların gizlice çıkardıkları Vedem adındaki dergi gettodaki kültürel yaşantının önemli detaylarından biridir. Getto içindeki entelektüel hayatı canlı tutmak ve gelişimi sağlayıcı eğitimler düzenlemek, Cemaat Yönetimi’nin önemle üzerinde durdukları konulardan biridir. Naziler tarafından Freizeitgestaltung’da belirtilen sanatsal aktivitelere ne kadar göz yumulmuşsa ve desteklenmişse, eğitim de o derece yasaklanmıştır. Bu nedenle Cemaat Yönetimi, çocuklar barakasında yaşça büyük olan çocuklardan gizlice eğitmenler atamış, barakalarda tartışma, okuma, yazma gibi çeşitli 15 faaliyetler düzenlenmesini sağlamıştır. L 417 numaralı binada kalan ve bir zamanlar okul arkadaşı olan çocuklar tarafından hazırlanan Vedem basılı bir dergi niteliğinde değildir. Bir hafta boyunca bu dergi için yazılar hazırlayan çocukların Cuma akşamları bir araya gelip yazılarını okumalarıyla hayat bulan bir yayındır. (Sieminski, 2009) O çocuklardan biri olan Terezin kurtulanı George Brady o günleri anlatırken yaşça kendilerinden büyük Valtr Eisinger tarafından yürütülen çalışmaları “baş döndürücü güzellikte bir dünya” olarak değerlendirerek şöyle devam eder: “kalabalık, küçücük bir odada üç katlı dar ranzalara sıkış tepiş atılmış çocuklar hayal bile edemeyecekleri yetenekleri olduğunu fark edip, bunların bir kısmını gerçekleştirerek getto duvarlarının dışındaymış gibi hissediyordu” (Havel & Wilson, 1995). Vedem için yazılan yazıların bazıları kurtarılmış, 50 yıl Prag’da saklandıktan sonra 1995 yılında ortaya çıkarılmışlardır (Shlain, 2015). Vedem’den elimize kalan yazılardan birkaçı gettonun havasına ulaşabilmek amacıyla çalışmanın bu bölümüne alınmıştır: “Cesurca ileri bak, bütün acılarını yut. Seni boğsalar da yut Bu paramparça labirentte kırılıp kalma Bir rüya ancak ancak uyandığında biter. Zdeněk Ornest (1929 – 1990) (Sieminski, 2009, s. 19) Kimim ben? Benim halkım kim? Göçebe bir çocuk muyum? Bu getto benim vatanım mı? Yoksa sadece olgunlaşmak için mi geldim? Daha güzel, daha küçük bir yere gidebilecek miyim? Bohemya benim vatanım mı? Ya da belki dünya…?” Hanus Hachenburg (1929 – 1944) (Sieminski, 2009, s. 19) Terezin’de sanatın canlı yaşandığı dallardan biri de tiyatrodur. Çekce, Almanca, Yiddish dillerinde birçok oyunlar oynanmıştır. Oynanan bu oyunlar arasında Shakespeare, Gogol, Chekhov, Moliere, Lessing, Shiller gibi yazarların eserleri de vardır (McCready, 2010). Terezin’de kayıtlı olan ilk tiyatro etkinliğinin tarihi 5 ya da 6 Aralık 1941 tarihindeki ‘etkinlik akşamı’nda, gettoya ilk transferlerin yapılmasından iki hafta sonra gerçekleştirilmiştir (Peschel, 2014, s. 2). Bu gecelerden birine ait izlenimlere Terezin kurtulanı oyuncu Nava Shan’ın, To Be an Actress adlı kitabında anlattıklarıyla ulaşırız. Terezin’deki sahne yaşantısını anlatmaya kamptaki ilk gecesinden başlayan Shan, yerleri çamur, kalabalık bir barakada sohbet sırasında oyuncu olduğu öğrenildiğinde kendisinden bir şeyler oynamasını istediklerini söyleyerek, şöyle devam eder: “Ezbere bildiğim şeyler arasında şiirler, bazı monologlar ve sahneler vardı. Bizim barakadaki 16 tiyatro etkinlikleri böylece başlamış oldu. Bütün gün dışarıda çalışıyor, akşam toplandığımızda aklımdakileri oynuyordum” (Peschel, 2014, s. 36-38). Gettoya gönderilen ilk tutsaklardan olan Ivan Klima, Terezin’deki tiyatro yaşantısını anlatırken seyrettiği kukla oyunları ve kabarelerden bahseder. Bu oyunların sahnelenmesi sırasında oluşan atmosferin hiç aklından gitmediğinden bahseden Klima, o anları “heyecan ve duygu yüklü, kahkaha ve gözyaşı dolu” anlar olarak tanımlamaktadır. Chekhov’un Ayı, Gogol’un Evlilik oyunlarını seyrettiğinden bahseden Klima, 12-13 yaşlarında annesiyle birlikte kaldığı kadınlar barakasında bazı geceler Voskovec ve Werich’in şarkılarının bazı geceler de Yahudi ilahilerini söylendiğinden bahseder. Şarkı söylemenin, tiyatro ve kabarelerin verdiği özgürlük hissinden bahseden Klima, Terezin’deki hayatı şu sözlerle aktarmıştır: “Şarkı söylemek özgür bir hayatın, hiçbir şekilde özgür olmayan o ortamda temsil edilmesi demekti. Şarkıların hemen ardından tiyatro oyunları ve kabarelerin eklenmesi hep bu yüzdendi. (…) Terezin’de sürdüğümüz hayat geride bıraktığımız yaşantımızdaki alışkanlıklarımızı, moral değerlerimizi kolaylıkla devam ettirebileceğimiz bir hayat değildi. Bu yaşantıda çocuklar, anne babasız kalmamak için onlardan önce ölmeyi diliyorlardı. İyi ve kötü olanın keskin sınırlarının kaybolduğu yeni hayatımızda çürümüş bir patates ya da küflenmiş bir ekmeğe paha biçilemiyordu” (Peschel, 2014, s. 34-35). 1941 Aralık ayının sonunda Cemaat Yönetimi tarafından yapılacak etkinliğin önceden onlara bildirilmesi şartıyla dostluk akşamları düzenlenmesi için izin verileceği açıklanmıştır. Bugün Terezin Memorial’da saklanan bu kayıtlar sayesinde gettoda oynanan oyunların tamamının listesine ulaşmak mümkündür (Peshel, 2016, s. 59). Başlarda gizli saklı sonraları bu düzenleme içinde oynanmaya başlayan oyunların sahneleme koşulları getto gerçekliğine paraleldir. Bir Terezin kurtulanı olan Jan Fischer’in Theatre Beyond the Curtain Life adlı makalesinde getto içindeki tiyatro yaşantısının nasıl olduğuna dair önemli ipuçları bulunmaktadır. Tavan aralarında oynanan bu oyunlarda eldeki tüm imkânsızlıklara rağmen bir sahne düzeni oluşturulmaya çalışılmıştır. Gettoda bulunan depolardan elde edilen eski kıyafetler kostüm gibi kullanılmış, bulunan büyükçe bir çarşaf perde görevini görmüş, birtakım eşyalar dekor olarak kullanılmıştır. (Peschel, 2009) Bulunan kıyafetlerin eskiliğinin zaman algısını kırarak bir zamansızlık duygusunun yarattığından bahseden bir kurtarılan tiyatroda geçirdikleri zamanlarda gettoda olduklarını unuttuklarını dile getirmiştir (McCready, 2010). Terezin’de yazılan oyun metinlerinde savaş öncesi dönemin zengin çeşitliliği görülür. Farklı ülkelerden gelen ve farklı dillerde oyun yazan yazarların çeşitliliği, tiyatro yaşantısına da yansımıştır. Kukla oyunlarından kabarelere, politik tiyatro örneklerinden satirik komedilere kadar 17 pek çok türde oyun yazılmış ve sahnelenmiştir. Bu oyunlarla ilgili bilgilerin çoğu kurtarılanların aktardıkları, arşiv malzemeleri, yayınlanan günlükler, sözlü tarih çalışmalarıyla elde edilen bilgiler ile şekillenmiştir. Çok az sayıda oyun metni elimize kalmış, bu oyunların yazarlarının yaşayan akrabaları ile yapılan görüşmeler sonucunda oyun metinlerine ilişkin temel kimlik bilgileri oluşturulmaya çalışılmıştır. Bazı oyun metinleri üzerinde yazarın Terezin ile ilgili küçük notları gettoda yaşanan tiyatro yaşantısının ne denli canlı olduğunun anlaşılmasını sağlamıştır (Peschel, 2014, s. 7-8). Terezin’in model getto olarak kullanıldığı dönemde çeşitli mekânlarda prova yapma imkânı bulunduğu yine bu notlar ile elimize geçen bilgiler arasındadır. Ele geçen oyun metinlerinin bir kısmı Çekce, bir kısmı Almanca olarak yazılmış, 2013 yılında İngilizceye çevrilmişlerdir (Peschel, 2014, s. 5-7). Terezin’de yazılan ancak metni elimize ulaşmayan oyunlardan biri getto içinde tartışma yaratan, dinler arasında bir evliliği konu alan White Shadow (Beyaz Gölge) adlı oyundur. Bu oyundaki baş kadın kahramanı oynadığını anılarında belirten Terezin kurtulanı, dansçı Helen Lewis’in aktardıklarına göre oyun bir Hıristiyan’la evlenen Yahudi kadının yaşadıklarını konu alan bir komedidir. Ne var ki oyun beğenilmez. Her ne kadar yazar çağdaş bir konuyu ele aldığını söylese de Ortodoks Yahudiler bunu dinî geleneklerine bir saldırı olarak algılarlar. Birkaç gösteriden sonra tekrarlanmaz. (McCready, 2010). Terezin tiyatro yaşantısına ait materyal ve dokümanlar bugün farklı arşivlerde bulunmaktadır. Örneğin bir mimar olan ancak Terezin’de sahne ve kostüm tasarımları yapan Frantisek Zelenka’nın eskizleri bugün Prag’daki National Museum’un tiyatro bölümünde korunmaktadır. Benzer biçimde bazı kostüm ve sahne tasarımları, broşür ve afişler, tiyatro biletleri, şarkı sözleri, oyunlara dair karikatürler, oyun programları Terezin Memorial’da, Herman Koleksiyonu altında koruma altına alınmış çok azı basılı yayınlarda kullanılmıştır. Özellikle Çekce yazılan bazı oyun metinlerinden kimi bölümler Holokost ve tiyatroyu konu alan kimi yayında basılmış olsa da yayınlanmamış oyun metinleri Yad Vashem, Beit Terezin ve Prag’da bulunan Jewish Museum’da koruma altındadırlar (Peshel, 2007, s. 145-146). Marjorie Lamberti, İkinci Dünya Savaşı sırasında Naziler tarafından açılan toplama kampları arasında Yahudi tutuklular arasındaki kültürel yaşantının ve sanatsal yaratımın bu denli yoğun olduğu bir başka toplama kampı daha olmadığını belirtir. Terezin’deki kültürel yaşantıyı ele aldığı makalesinde buradaki canlı sanat yaşamını o dönem Avrupa’nın önde gelen sanat 18 merkezleri olan Prag, Berlin, Viyana ve Brünn’deki pek çok Yahudi sanatçının Terezin’e gönderilmesine bağlar (Lamberti, 1995, s. 104). Amerikalı tarihçi Gerald Green son derece çarpıcı bir yorumla, Terezin’de bulunan sanatçılardaki ‘yaratma arzusunun’ Nazilerin ele geçiremediği tek şey olduğunu belirtmektedir (Green, 1969, s. 125). Bu zengin kültürel yaşantının Nazilerin egemenliği altında gerçekleştiği akıllardan çıkarılmaması gereken bir gerçektir. Terezin’de sanat üreten insanlar bu üretimin bedelini kimi zaman yaşamları ile ödemek zorunda bırakılmışlardır. Gettodaki yaşantıyı çizimleriyle aktaran ressamlar bu çizimleri getto dışına çıkararak olan bitenin dış dünya tarafından bilinmesini istemişlerdir. Başarısız olan bu girişim sonucunda çoğu ressam Küçük Kale’de işkenceye tabi tutulmuş, bir kısmı Auschwitz’e gönderilmiştir. Terezin’deki gerçek yaşantıyı çizimleriyle bize aktaran ressamlardan Leo Haas, elleri kırılıp, parmakları kesilerek bir daha değil resim yapmak, kalem tutamaz hale getirilmiştir (McCready, 2010). Terezin kurtulanı Ivan Klima bu gerçeği şu sözlerle dile getirir: “Terezin’de çizim ve resimle uğraşan sanatçıların yanı sıra oyuncular, yönetmenler, şarkıcılar, müzisyenler ve birçok yazar vardı. Bunların hepsi bu zor koşullar altında sanatlarını icra etmeye devam edemediler. Bazıları gettoya çok kısa bir süre dayanabildi ve hiç birşey üretemeden öldüler. Diğer taraftan gettoda üretilen eserlerin hepsinin korunması da mümkün olamadı. O dönemde yazılan çoğu metnin yazarlarıyla birlikte yok olduğunu söylemek yanlış olmaz. Elimizde kalanlarla kıyaslandığında büyük bir kısmı yok olup gitmiştir. Bugüne gelen metinlere baktığımızda Terezin’e ait gerçeklerin akılda tutulması gerekir. Eğer bu metinlerin saklandığı o günlerde ortaya çıksaydı, saklayanlar Auschwitz veya diğer kamplara gönderilirdi” (Peschel, 2014, s. 34-35). Terezin sanatçılarından Auschwitz ve diğer toplama kamplarına gönderilerek katledilenlerden bazılarının isimleri şöyledir: Felix Bloch, ressam (46); Robert Dauber, Çellist (23); Friedl Dicker-Brandeis, ressam - sanat eğitmeni (46); Karel Fleischmann, ressam (47); Bedrich Fritta, ressam (38); Kurt Gerron, oyuncu (45); Pavel Haas, besteci (45); Bernard Kaff, piyanist (39); Franz Eugen Klein, orkestra şefi (32); Gideon Klein, besteci (26), Hans Krasa, besteci (45), Peter Kien, ressam (25), Egon Ledec, viyolonist (45), Gonda Redlich, oyun yazarı (28), Kamila Rosenbaum, dansçı (36), Malva Schaleck, ressam (62), Raphael Schächter, orkestra şefi (39), Gustav Schorsch, tiyatro yönetmeni (27), Zikmund Schul, besteci (28), James Simon, besteci (25), Julius Stwertka, viyolonist (70), Karel Svenk, satirist (38), Carlo Taube, piyanist, besteci, orkestra şefi (47), Viktor Ullmann, besteci (46), Otto Ungar, ressam (44), Ilse Weber, şairbesteci (37), Franz Zelenka, sahne tasarımcısı (40) (McCready, 2010). 19 Terezin, 8 Mayıs 1945’te Sovyet tanklarının gelmesiyle özgürlüğe kavuşmuştur. 3,5 yıl boyunca Terezin’e yaklaşık 144.000 Yahudi gönderilmiştir. Bunlardan yaklaşık 33.000’i orada yaşamını yitirmiş, 88.000’i başta Auschwitz başta olmak üzere diğer toplama kamplarına gönderilmiştir. 3 Mayıs 1945’te Sovyetler Birliği ordusu geldiğinde Terezin’de hayatta kalmayı başaran Yahudilerin sayısı 19.000’dir. 20