Nothing Special   »   [go: up one dir, main page]

Academia.eduAcademia.edu
86 Kültür Atlası Evrak-ı Perişan Arasında -19Suut Kemal Yetkin’in Hatıraları-III Aralık 2021 EVRAK-I PERİŞAN ARASINDA -19- SUUT KEMAL YETKİN’İN H AT I RA L A R I - I I I N e c a t i To n g a Suut Kemal, hatıralarının son yazısında Sanat ve Edebiyat gazetesine eğilmiştir. Gazetenin yayımlanışı, şair-yazar kadrosu ile bu gazete etrafında gelişen edebiyat olayları bu yazısının mihverini oluşturmaktadır. Kültür Atlası / Necati Tonga Sanat ve Edebiyat Gazetesi ve ötesi 1946 seçiminde yine milletvekili olmuştum. Birkaç gün sonra da kararlaştırdığım gibi Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi’ne döndüm, kadrosuzluk yüzünden gerçekleşmeyince, hele 35’ler harekatı beni etkin politikanın tam içine atınca, iki uğraşı kendime amaç edindim. Bir yandan etkin olarak özgürce parlamento görevimi yapmak, öte yandan etkin geniş kadrolu ve güçlü bir dergi çıkarmak. Hemen iki yakın arkadaşım, yedinci dönemde milletvekili olan Selâhattin Batu ile Ziya Yörük’e konuyu açtım. Ertesi gün yaptığım toplantı sonunda Sanat ve Edebiyat adıyla haftalık bir dergi çıkarmaya karar vermiştik. Ortaya başlangıç payı olarak, biner liradan üç bin lira koyduk. Milletvekillerinin ayda beş altı yüz lira aldıkları bir zamanda, üç bin lira fena para sayılmazdı. Dergi, gazete biçiminde çıkacak, resimli ve dört büyük sayfa olacaktı. Elimizde en azından üç sayılık yazı bulunmalıydı. Çoğunu tanıdığım, şairlere, öykücülere, edebiyatçılara, eleştirmenlere birer mektup yazarak, çıkaracağım haftalık edebiyat gazetesinin, kendi gazeteleri olacağını, yazı yardımlarını esirgememelerini, ilk sayının 1947 yılı başlarında çıkması için, acele etmelerini rica ettim. Bir yandan da Ulus gazetesi basımevi müdürü Naşit Hakkı Uluğ’a başvurarak, gazetemizin burada, kendi paramızla basılması hususunda anlaştık. Politikanın bulunduğu yere sanatın giremeyeceğini neden anlamak istemiyorlar? Neden Sabahattin onlara uydu? Onunla birlikte, yıllarca özşiir (poésie pure) örneklerini saatlerce okuduğumuzu, savunduğumuzu ne çabuk unutuvermişti? Necati Cumalı’nın yersiz teklifi Gazetenin çıkması için önümüzde daha bir ay kadar zaman vardı. Yazıların gelişini beklerken, Sanat ve Edebiyat Gazetesi‘nin gazetesinin pek yakında çıkacağını, özelliğini bildiren büyük boy duvar ilanları bastırdık, sinemalarda gösterilmek üzere filmler çektirdik. Yazılar gelmeğe başlamıştı. Gazetenin birinci sayısına girecek yazıları, sayfa ayrımlarını yaparak basımevine gönderdim. İşte tam bu sıralarda, bir gün Necati Cumalı, İsmet Paşa (Şimdiki Mithat Paşa) Caddesi’nde bulunan Apak Apartımanı’ndaki daireme geldi. Kendisi evimin hiç de yabancısı değildi. Gelip giderdi bize. Şiirlerini sevdiğimi de bilirdi. Ayrıca Ulus gazetesinde yönettiğim “Güzel Sanatlar” sayfasında, şiirleri en çok yayımlanan şairler arasında bulunuyordu. O zamanlar çiçeği burnunda bir genç olan Necati Cumalı, biri Kızılçullu Yolu (1943), biri de Harbe Gidenin Şarkısı (1945) adıyla iki şiir kitabı yayımlamıştı. Kendisini ve şiirlerini sevdiğimi bilirdi. Her zamanki gibi bu ziyaretini doğal karşıladım. Ama biraz sonra söz Sanat ve Edebiyat’a gelince, sebeb-i ziyaret anlaşılıverdi. Sanat ve Edebiyat Gazetesi Halk Partisi’nin desteği, yani maddi yardımı ile çıkıyormuş, dedikodular almış yürümüş. Bunlar doğru muydu acaba? Merak ediyormuş Necati Cumalı? Kendisine gazetenin giderlerini üç ar- 87 88 Kültür Atlası Evrak-ı Perişan Arasında -19Suut Kemal Yetkin’in Hatıraları-III kadaşın göğüsleyeceğini, Ulus gazetesinin matbaasında, kendi paramızla basılacağını söyledim, inanır göründü. 4 Ocak 1946 tarihinde ilk sayı çıktı. Yaratma özgürlüğünü savunan benim başyazım “Zorlanan Sanat”tan sonra, sırasıyla Selâhattin Batu’nun “Sanatkarın Dünya Görüşü”, Lütfü Ay’ın “Milli Tiyatro”, tanınmış Fransız eleştirmeni dostum Raymond Cogniat’nın “Kelimelerin Anlamları Üzerinde Anlaşalım” yazılarıyla Memduh Şevket Esendal’ın Mustafa Yalınkat takma adıyla yazdığı “Bir Akşamüstü” adındaki öyküsü yer alıyordu. İkinci sayfada Şevket Rado’nun “Sanatkârlar ve Kahveler”, Cevat Memduh Altar’ın “Sanat Tenkitçiliğine Doğru”, Hikmet Birant’ın o içli “Zavallı Söğütler” adındaki yazıları ve bu sayfanın ortasındaki Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Yalnızlık Macerası” şiiri. Karşı sayfada ise, geçenlerde yitirdiğimiz, insan olarak, şair olarak pek sevdiğim Behçet Necatigil’in “Barboros Meydanı” şiiri ile, şiirliği ve yazarlığı bırakmasına pek üzüldüğüm dostum Sabahattin Teoman’ın “Perişan” şiiri bulunuyordu. Aralık 2021 Sanat ve Edebiyat Gazetesi Halk Partisi’nin desteği, yani maddi yardımı ile çıkıyormuş, dedikodular almış yürümüş. Bunlar doğru muydu acaba? Merak ediyormuş Necati Cumalı? Ünlü imzalar bu dergide toplanmıştı Gazetinin bir yıllık koleksiyonu (Cumalı’nın dediği gibi altı aylık değil) izlenirse, o günlerdeki en gözde şairlerin, öykücülerin, edabiyatçıların burada yer aldıkları görünür. Bir fikir vermek için şair olarak yukarıda adlarını verdiğim şairlerin yanı başında, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Salâh Birsel, Mehmet Kemal, Özdemir Asaf, Zeki Ömer Defne, Muvaffak Sami Onat, Baki Süha Ediboğlu, Can Yücel, Hasan Şimşek, Şinasi Özdenoğlu, Kenan Harun, Nedim Çapman, Orhan Arıburnu, Turhan Oğuzkan… gibi şairlerin; öyküde Memduh Şevket Esendal’ın hikâyeleri başta olmak üzere Oktay Akbal ile Samim Kocagöz’ün adlarını sayabilirim. Sonra sahne ustası İ. Galip Arcan sahne anılarına, Rüşdü Şardağ’ın gerçek yaşamdan alınmış “Hastaneler Boyunca” adını taşıyan izlenimlerine, Ahmet Muhip Dranas’ın “Gölgeler” adındaki oyununa; Agâh Sırrı Levent, Ali Süha Delilbaşı, Mustafa Nihat Özön, Mehmet Kaplan, Cahit Tanyol, Zahir Güvemli’nin incelemelerine; Hikmet Dizdaroğlu’nun eleştirilerine; Nurullah Berk, Eşref Üren, Arif Kaptan gibi ressamların görüşlerine böylesine bir arada yer verildiği başka hangi dergi ya da gazetede görülmüştür? Bunlara, içte ve dışta geçen sanat ve edebiyat haberlerini de ekleyebilirsiniz. Cumalı ve Şahap Sıtkı Böylesine özgürlükçü, böylesine her değere sayfaları açık bir dergiye hangi şair, hangi öykücü, hangi eleştirmen yazmazlık edebilirdi? Ama aldanmışım. Başta Necati Cumalı olmak üzere, Sanat ve Edebiyat’a yazmayanlar da çıktı. Benimle konuştuktan sonra Sanat ve Edebiyat’a bir tek şiir bile göndermeyen Cumalı’nın ardından, herhalde kendisinden yazı istemediğim için olsa gerek, daha ölçüsüz, daha saldırgan bir söyleyişle yazan, öykücü Şahap Sıtkı geliyordu. İlkin bu sonuncundan başlayayım: Kültür Atlası / Necati Tonga Onu 1947 yılı Mart’ından, Adnan Cemil’in yönettiği, kısa bir süre sonra kapanan 4 sayfalık günlük 24 Saat gazetesinde, bütün hışmıyle karşımda buldum. Yazısına şöyle başlıyordu: “Sanat ve Edebiyat Gazetesi’nin 9’ncu sayısı da çıktı. Yine gününde, saatinde, hatta dakikasında. Demek ki dergiye çıkaranlar birtakım imkânlara sahiptirler.” Böyle söylüyordu Bay Şahap Sıtkı. Cumalı’nın yıllardır silinmeyen kanısı ile Şahap Sıtkı’nınki arasında yakın bir benzerlik göze çarpıyordu. Her ikisi de aynı saplantı içindeydi. Kimdi bu Şahap Sıtkı? Aldanmıyorsam onu ilk kez 1940’lı yıllarda Nahit Sırrı Örik bana tanıştırmıştı. Uzun boylu, sıska, yüzü sivilce dolu bir gençti o zaman, şurda burada bir iki öyküsü çıkmıştı. Utangaç ama sokulgan bir hali vardı. Bir süre hoşbeşten sonra ayrıldım onlardan. O zaman ben Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde profesördüm. Bir iki yıl sonra, milletvekili bulunurken yine aynı pastanede bir kez daha onunla karşılaşmıştım. Sonraları onu hiç gördüğümü sanmıyorum. Kendisi görmediğim yıllar içinde bir hayli yol aldığı anlaşılıyor, görülüyordu. Bu yeni durum, yazısındaki şu son satırların edasından çok iyi anlaşılıyor: “Biz, Suut Kemal Yetkin’in şu mesut geriliğini bırakmasını, küçük dağları ben yarattım edasından vazgeçip, derginin sayfalarını ölü kalemlerden hükümet sanatkârlarından ayıklamasını istiyoruz.” Gördünüz mü nasıl bir şef edasıyla konuşuyordu bu delikanlı? Ben mi gericiliği bırakmalıyım? Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Behçet Necagil’in, Ahmet Muhip Dranas’ın, Salâh Birsel’in şiirlerini; Oktay Akbal’ın, Samim Kocagöz’ün öykülerini basmak mı gericilik? İşte biz üç arkadaş, gazetemizi böyle sapkın bir düşüncenin esmeğe başladığı bir hava içinde çıkardık ve tam bir yıl sürdürdük. Bize saldırdılar, afişlerimi yırttılar… Sonunda gazetemizi bir süre kapamak zorunda kaldık. Gerçekte kim zarar etti? Gazetemizi Şahap Sıtkı, bir ay sonra eleştirmeye kalkışmıştı. Oysa aradan tam 33 yıl geçtiği hâlde Necati Cumalı’nın bir gün kalkıp da, Varlık dergisinde, “1946 yılında Suut Kemal Yetkin yönetiminde C.H.P.’nin yardımı ile sanat gazetesi yayımlanmıştı. (Varlık, “Pay Kavgası”, Temmuz 19.)” diye yazmasının, saplantılı bir kişi olduğunu açığa vurmaktan başka hangi anlamı olabilir? Yukarıdaki alıntıyı dostum Dr. Mustafa Şerif Onaran’ın (Türk Dili, Eylül 1979) “Pay Kavgası”na değinen yazısından aldım ve okuyunca da şaşıp kaldım. Necati Cumalı yalan söylüyor demeğe dilim varmıyor. En iyisi şimdi ileri süceğim kanıtları karşısında, buna okuyucularım karar versinler. Sanat ve Edebiyat Gazetesi’ni kendi paramızla çıkardığımıza bir türlü inanmayan Necati Cumalı ilkin şu soruları yanıtlamalıdır: — Güçlü bir Parti’nin yardım ettiği, koruduğu haftalık bir sanat ve edebiyat gazetesi, 14 Haziran 1947’den başlayarak, neden onbeş günde bir çıkmak zorunda kalmıştır? Cumalı, izin verirse ben yanıtlayayım bu soruyu: — Gazetemiz Halk Partisi’nden beş kuruş yardım almıyordu. İsterse alamaz mıydı? Elbette alabilirdi. Ama biz özgürlüğü yeğlemiştik. 500 abonemizden başka 89 90 Kültür Atlası Evrak-ı Perişan Arasında -19Suut Kemal Yetkin’in Hatıraları-III 3500 kadar haftalık satışımız vardı. İşte bu 3500 rakamı 2500’e düşmüştü. Aralık 2021 Fikir Alışverişi Fransa ile Yapılıyordu Haziran ortalarında üç ortak, yani ben, Selahattin Batu ve Ziya Yörük toplanarak durumu inceledik, tartıştık. Ben gazetenin yaşatılmasını savundum. Onlar, kapatılmasını istediler. Sonunda Batu ile Yörük’ün ayrılmalarına, ortalık paylarının geri verilmesine, buna karşılık Lütfü Ay’ın ortak olarak alınmasına karar verdik. Daha bir yıl öncesine kadar, doğrudan doğruya Halk Partisi tarafından çıkarılan Ulus gazetesinin “Güzel Sanatlar” sayfasında, şiirlerini basılmış görmekten kıvanç duyan Necati Cumalı’yı, Sanat ve Edebiyat Gazetesi’ni umacı görmüş gibi kaçıran nedir? Nedir bu Halk Partisi düşmanlığı? Parti o zamana güzel sanatları, özellikle şiiri az mı desteklemiştir? İmzaladığımız şu sözleşme bu yeni ortaklığı gösterir. Necati Cumalı bu belgeyi de yetersiz bulursa, Sanat ve Edebiyat Gazetesi’nin 4 Haziran tarihli sayısında çıkan “Okuyucularımıza” başlıklı bildiriyi okuması gerekecektir. Burada diyor ki: Cahit Sıtkı’nın “Otuzbeş Yaş” şiirine birincilik ödülü veren, o partinin kurduğu jüri değil miydi? Ama Cumalı’ya göre dün dündü, bugün de bugündür. O da Sabahattin Eyüboğlu gibi toplumcu şiiri, en ileride görmekte ve onun ardından yürümektedir. “Gazetemiz bugün bir haftalık gecikme ile, fakat sayfalarını artırmış olarak çıkıyor. Bazı zorluklar bize gazeteyi kapamaya düşündürmüştü. Fakat Anadolu’nun en uzak köşelerinden gelen mektuplar, kimi öğretmen ve öğrenci okuyucularımızın yeni abone istekleri, sonra fikirlerimizi paylaşanlar kadar paylaşmayan dostların, gazetemizin kapanması ihtimali karşısında gösterdikleri samimi teessür, bizi kaçınılmaz gibi görünen ilk düşüncelerimizden vazgeçirdi. Gazetemiz, memleketimizin sanat ve edebiyat çevrelerinde, ciddi neşriyata duyulan ihtiyacı karşılamak üzere, çıkmaya devam edecektir.” Ama 1942’lerde, ikimizin Ankara’dan İstanbul’a trenle giderken Yahya Kemal’in yeni gazelini birlikte yüksek sesle okuyarak ezberlediğimizi şimdi acı duyarak hatırlıyorum. Bu satırları Necati Cumalı ile birlikte okuduktan sonra şimdi ona soruyorum: Bizi, gazetemizi kapatmak durumuna sokacak kadar zorlayan, satışın düşmesinden başka ne olabilir? Bu gerçek dışı sorunda nedir bu inat? İkinci Dünya Savaşı sonlarına doğru Sovvet Rusya’nın dünyada kazandığı geçici sempati ile, güçlenen Fransız Komünist Partisi’nin sanat görüşü, yani toplumcu gerçekçilik (réalisme socialiste) ilkin Paris’te hazır bir çevre bulmuştu. Çünkü Fransız komünistler Paris’i kurtarmak için kurulan direniş örgütünde çok iyi çalışmışlardı. Türkiye’nin fikir alışverişi, hele o zamanlar Fransa ile olduğu için, bizim gençlerin bir kesimi toplumcu şiire ve öyküye yönelmişlerdi. Sanat ve Edebiyat Gazetesi’nin birinci sayısında yayımladığım “Zorlanan Sanat” başlıklı yazımda şairlerin, öykücülerin, bir kelime ile yazarların nasıl bir güdüm içinde bulunduklarını yazmıştım. Toplumcu şiir ya da öykü yazılmasını kınamak aklımdan bile geçmez. Ama şiiri, siyasal partilerin programları doğrultusunda görevlendirmek, işte bu olmaz! Çünkü yaşamın olduğu gibi sanatın da ilkesi kösteklenmiş olur. Bu gerçeklerden söz etmek, şair şöyle yazmalıdır, böyle yazmalıdır, demek midir? İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bize Fransa’dan giren toplumcu gerçekçilik dalgası, edebiyat ve sanat dünyamızı öylesine karıştırdı ki sanatın Kültür Atlası / Necati Tonga her türlü baskıdan uzak, özgür kalmasını savunan ben, sanki sosyal içerikli şiirlere karşıymışım gibi bir hava estirildi ve özgürlükçülere gerici damgası vurulmak istendi. İşte Necati Cumalı’nın, Şahap Sıtkı’nın ve daha birkaç kişinin olumsuz davranışlarını yöneten neden budur. Bu toplumcu davranışlarını çeken de düne kadar en yakın dostum, Sabahattin Eyüboğlu olmuştu. Adımı anmaksızın beni hedef alan, şiiri üzerine yazdığı bir eleştiride, o ele avuca sığmaz, kuş gibi özgür, başını içki masalarından kaldırmayan, Mon Parmasse kahvelerinin ayrılmaz gediklisi, büyük şair Paul Verlaine’i toplumcu gerçekçi sayacak kadar ileri gitti. Okuyunuz Verlaine’in bütün şiirlerini, hangisinde sosyalist olduğunu belirten tek bir dize bulursunuz? Onda lirik ve bireyci bir şairin bütün temalarına; sevgi, özlem, acı, pişmanlık duygularına rastlarsınız! Gerçek ve öz şiir dostu Sabahattin’in Varlık’ın Nisan 1947 sayısında çıkan bu yazısında şöyle devam ediyordu: “Kendi rahatlarından başka bir şey düşünmeyenler varmış, bunlar şiire şöyle olmalı, böyle olmalı, şuna karışmalı, buna karışmalı diye öğütler verirlermiş. Fakat bugünlerde bu öğütler birer yasak halini almağa başlamışmış. Bu akıl hocaları şairi dünya işlerini, siyaseti, kiyaseti düşünmeğe ehil görmezlermiş. Oysaki şairin bir kenara çekilip gergef dokur gibi güzel mısralarla oynadığı devirler çoktan geçmiş… Şair en azından politika adamı kadar milletinin sözcüsü” imiş. Böyle diyor Sabahattin benim yazdıklarıma! Hele gazetemizin ilk sayısında çıkan benim Ben mi gericiliği bırakmalıyım? Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Behçet Necagil’in, Ahmet Muhip Dranas’ın, Salâh Birsel’in şiirlerini; Oktay Akbal’ın, Samim Kocagöz’ün öykülerini basmak mı gericilik? “Zorlanan Sanat” yazıma. Dedikleriyle ne ilişkisi var bu söylediklerinin? Benim tutmadığım, eleştirdiğim bir görüşü, bir tutumu, bana haksız yere yüklemiyor mu? Sovyet Rusya’nın tanınmış öykücüsü Zoşçenko’yu Rusya’daki günlük yaşamın gülünç yönlerini belirterek, halkı eğlendirdiği için yazdığı öyküler yüzünden; şair Anna Akhamatova’yı çocukluk anıları, çocukluk özlemleri, ölüm ve hüzün temaları üzerine yazdığı şiirler için, Sovyet Yazarlar Birliği’nden çıkaran kimdir? Yaratma özgürlüğünü bile hiçe sayan bu toplumcu gerçekçilik değil midir? Bunları bilmez miydi Sabahattin? Yazıyordu işte! Toplumcu gerçekçiliğin baş yürütücülüğünü yapmış olan Jdanov için, bir Yahya Kemal’in, bir Ahmet Hâşim’in, bir Baudelaire’in, bir Mallarmé ya da Verlaine’in yeri çöp sepetinden başka ne olabilirdi? Son sözüm, politikanın bulunduğu yere sanatın giremeyeceğini neden anlamak istemiyorlar? Neden Sabahattin onlara uydu? Onunla birlikte, yıllarca özşiir (poésie pure) örneklerini saatlerce okuduğumuzu, savunduğumuzu ne çabuk unutuvermişti? Meydan, Haziran 1980, s. 34-36. Necati Tonga Yazar Lisans, yüksek lisans ve doktora eğitimini Ankara’da tamamladı. Yeni Türk Edebiyatı alanında edebiyat araştırmaları yapıyor. Son kitabı, Bir Edebî Muhit Olarak Ankara. 91