Paul Ricoeur’de
Temellük ve
Tahayyül
Selami Varlık
FELSEFE
Çocuklarım
Jebrail ve Üveys’e.
7
İÇİNDEKİLER
Önsöz 9
GİRİŞ
11
Birinci Bölüm
AİDİYET VE MESAFELEŞME
SÖYLEMİN VE ÖZNENİN AİDİYETİ
Felsefenin Varoluşsal Önvarsayımları
Düşünüm-öncesi Semboller
Öznenin Aidiyeti
METİN, OKUR VE MESAFELEŞME
Metinsellik ve Nesnellik
Açıklama ve Kendine Mesafeleşme
Metafor ve Kavram Ayrımı
35
35
50
66
82
82
97
110
İkinci Bölüm
OKURDA SÜREKLİLİK VE DÖNÜŞÜM
TAHAYYÜL VE OKURUN DÖNÜŞÜMÜ
Metnin Önünde Mülksüzleşme
Tahayyülün İkili İşlevi
Çağrıya Cevap Veren Kendilik
131
131
147
162
8
TORTULAŞMA VE YENİLEŞİM
Kolektif Anlatısal Kimlik
İdeoloji ve Ütopya
Hafıza ve Geçmişin Vaatleri
178
178
193
206
Üçüncü Bölüm
METİNDE SEMANTİK YENİLEŞİM
METNİN YENİDEN İNŞASI
Yapılandırılmış Eser
Metnin Çalışması
Bir Metafor Olarak Metin
223
223
238
253
FELSEFİ METAFOR VE YENİLEŞİM
Sembol ve Felsefi Çokanlamlılık
Metaforik Mesafeleşme ve Kavram İhtiyacı
Metafor ve Felsefi Söylemin Canlılığı
266
266
280
294
SONUÇ
317
Kaynakça 335
9
ÖNSÖZ
Bu çalışmanın başlangıç noktası, bir felsefe geleneğini
canlı bir şekilde sahiplenmeyi hermeneutik açıdan ele almaktı. Amacımız özellikle, temellük konusunu başlı başına bir felsefi mesele olarak araştırmaktı. Zira metnin ve
okurun dünyalarının kesişimini zorunlu kıldığı için temellük faaliyeti yorumlamadan farklıdır. Fransız filozof
Paul Ricoeur bu sorunu hermeneutik açıdan inceleme imkânı sunar. Kendisi hem çok sayıda geçmiş eseri temellük
etmiş hem de bizzat temellükü kuramlaştırmıştır.
Buradan özellikle eşim Mahacen’e desteği için teşekkürlerimi iletmek isterim. Sabrı ve fedakârlığı sayesinde
bu kitap son haline ulaşabildi. Ayrıca, teknik terimlerin
çevirisinde, metnin düzeltilmesinde ve kitabın yayımlanma sürecinde yardımcı olan tüm dost ve meslektaşlarıma
en içten teşekkürlerimi sunarım. Her biri, katkılarından
dolayı minnettarlığımdan emin olabilir.
Selami Varlık
Üsküdar, Ağustos 2020
GİRİŞ
Çağdaş kıta felsefesi, felsefe tarihinden çok sayıda temellük örnekleri sunar. Aristoteles, Augustinus veya
Thomas Aquinas’ın tezleri hem fenomenolojide, hem
hermeneutikte çağdaş problematiklere dahil edilerek
güncellenmiştir. Kıta felsefesinin yaşantıya (Erlebnis)
verdiği önemden dolayı, bir yandan hakikatin ve varlığın deneyimini ele alan antik felsefe, diğer yandan dinsel
deneyime dayanan Hıristiyan felsefesi metinleri özellikle ilgi görmüştür. Örneğin Heidegger, araçsal olmayan
düşünceye izin veren Gelassenheit (“huzur”) kavramını
geliştirirken, Meister Eckhart’ın mistisizminden esinlenir. Gadamer anlamanın diyalojik yapısını savunmak
için Platon’a, varlığın ifşası olarak dil kuramını geliştirmek için ise Augustinus’un teslis kuramına başvurur.
Genel olarak bu yaklaşımlar klasik metafiziğe dayanan
metinleri postmodern sonluluk kuramı bağlamında değerlendirir. Örneğin Heidegger, gençlik döneminde Aristoteles’in fenomenolojik yorumunu yaparken olgusallık
hermeneutiğinin temellerini atar.1 Veya teolojik fenomenoloji üzerine çalışan Emmanuel Falque yaratılmışlık ile
sonluluk arasında bağ kurarak, Heidegger’in geliştirdiği
1
Bkz. Martin Heidegger, Phänomenologische Interpretationen zu
Aristoteles. Einführung in die phänomenologische Forschung, Walter Bröcker, Käte Bröcker-Oltmanns (haz.), Frankfurt am Main:
Vittorio Klostermann, 1994.
12
•
PAUL RICOEUR’DE TEMELLÜK VE TAHAYYÜL
fenomenolojik sonluluğu Thomas Aquinas’a dayandırır.2
Fakat bu okumalara eleştiriler de yöneltilmiştir. Örneğin MacIntyre, Gadamer’in Aristoteles okumasını aşırı
pratik felsefe odaklı olmakla suçlar.3 Benzer şekilde yine
Gadamer’in Platon okuması sonsuz diyalektiği hiçbir zaman aşmayarak, nihai hakikat fikrine yer vermemekle
eleştirilmiştir.4 Bu durumda sorulması gereken soru, bu
çağdaş sahiplenmelerin meşruiyet dereceleridir.
Thomas Aquinas’a dönecek olursak, Serge-Thomas
Bonino’ya göre çağdaş felsefede üç tür Aquinasçı akım
mevcuttur. “İlham Thomasçılığı” (thomisme d’inspiration) olarak adlandırdığı ilk akımın temel kaygısı, tıpkı
kendi döneminde Aquinas’ın yaptığı gibi, Hıristiyanlığın
temel iman esaslarını çağdaş felsefenin kuram ve kavramlarıyla ifade etmektir. Bu yaklaşıma göre Aquinas’ın
Aristoteles’le yaptığını bugün Spinoza veya Heidegger’le
yapmak gerekir. Bonino, etkisinin azaldığını tespit ettiği bu yaklaşımı teolojinin tarih ötesi ilkelerini aramak
yerine onu bir dönemin tikel kavramlarına kapatmakla
eleştirir.5 İkinci olarak “köktenci Thomasçılık” (thomisme fondamentaliste) ilk yaklaşımın tersine, tarihsel tezahürlere tamamen karşı çıkarak Thomasçılığı zaman ötesi
2
3
4
5
Bkz. Emmanuel Falque, “Limite théologique et finitude phénoménologique chez Thomas d’Aquin,” Revue des sciences philosophiques et théologiques, 2008/3, c. 92, ss. 527-556. Falque’a göre genel
olarak Hıristiyanlık ve özellikle Thomas Aquinas çağdaş sonluluk
düşüncesinin “başlangıç noktası”nı oluşturur (s. 534).
Alasdair MacIntyre, “On not Having the Last Word: the Thought
on our Debts to Gadamer,” Gadamer’s Century. Essays in Honour
of Hans-Georg Gadamer içinde, der. Joseph Malpas, Ulrich von Arnswald ve Jens Kerstscher, Boston: MIT Press, 2002, ss. 168-169.
Kevin Decker, “The Limits of Radical Openness: Gadamer on Socratic Dialectic and Plato’s Idea of the Good,” Symposium, IV, 1
(2000), ss. 5-32.
Serge-Thomas Bonino, “Etre thomiste,” Thomistes ou de l’actualité
de saint Thomas d’Aquin içinde, Paris: Parole et Silence, 2003, s. 22.
GİRİŞ
•
13
bir mutlak hakikat olarak canlandırmak ister. Bonino’ya
göre bu yaklaşım da sorunludur, zira “ilham Thomasçılığı” hakikati tarihe fazla kapatırken, bu yaklaşım da
tersine, hakikati olumsal tarihten fazla soyutlar. Bu iki
zıt tavrın ortasında yer alan üçüncü yaklaşım ise “canlı Thomasçılıktır” (thomisme vivant). Thomas Aquinas’a
canlı bir şekilde sadık olmayı hedefleyen bu üçüncü tavrın iki aşaması mevcuttur. İlk olarak, Aquinas’ın tarihsel ortamı incelenerek düşüncesinin temel ilkeleri, ikincil boyutlardan ayırt edilmelidir. İkinci olarak, bugüne
yönelip “Thomasçılığın kurucu ilkelerinin bütünleştirici
gücünü doğrulamak” gerekir.6 Bunun da üç yolu mevcuttur: Bu ilkeleri Thomas’ın kesinlikle öngöremediği çağdaş sorulara uygulayarak; Thomas’ın düşüncesinde içkin
imkânları çağın beklentileri doğrultusunda geliştirerek;
yanlış akımların savundukları bazı tikel doğru fikirleri
Thomasçılığa dahil ederek. Özet olarak, Bonino’nun savunduğu temellük modeline göre, önce geçmişin düşünürünün sistemindeki evrensel boyutları tikel ve tarihsel
boyutlardan ayırmak gerekir. Daha sonra, bu evrensel
boyutları çağdaş kavramlar ve sorular bağlamında yeniden düşünüp değerlendirmek gerekir. Böylece Eric Donald Hirsch’in hermeneutiğini anımsatan bu yaklaşımda,
yazarın niyeti merkezi bir konumdadır.
Bir metni temellük etme ile yorumlama arasında önemli bir fark vardır. Yorumlama nesnel olma gayreti gösterirken, temellük daima okuyucunun dünyasına, tarihselliğine yer vermek durumundadır. Bu nedenle, yorumun
nesnel ölçütleri sorusu temellükün ölçütleri sorusundan
farklıdır, zira ikincisi zorunlu olarak okurun dünyasını
ilgilendirir. Fakat öznelliğin etkisi dolaylı veya doğrudan
olabilir. İlk durumda, çağdaş filozof eski metnin daha iyi
6
a.g.e., s. 24.
14
•
PAUL RICOEUR’DE TEMELLÜK VE TAHAYYÜL
anlaşılmasını hedefler. Tarihselliği, okumasının sadece
arka planını oluşturur. Bu durumda temellük edilen filozof merkezdedir. Çağdaş filozof onu kendi döneminin
etkisiyle yeniden yorumlar. Örneğin Jean-Luc Marion,
fenomenolojik yaklaşım bağlamında Augustinus’un öznesi üzerine kitap yazar.7 İkinci durumda ise filozof, geçmişin düşünürünü aktif bir şekilde kendi sorunsalına uygular. Örneğin Gadamer, Augustinus’un teslis kuramına
başvurarak, Heidegger’in ontolojisinin etkisiyle, isim ile
müsemma (Confessiones) arasındaki ilişkiyi yeniden düşünür. Burada filozofu daha iyi anlama kaygısı yoktur.
Kaldı ki Gadamer, İtiraflar’ı veya De Trinitate’yi yazarın
niyeti doğrultusunda okuma imkânına zaten yer vermez.
Ancak, öznelliğin dolaylı veya doğrudan müdahalesine rağmen doğru şekilde temellük etme sorusu sorulmalıdır. Tam da bu noktada Paul Ricoeur’ün katkısı
değerlidir.8 O da zikrettiğimiz diğer isimler gibi, antik
(Aristoteles) ve Hıristiyan (Augustinus, Thomas Aquinas)
filozofları yeniden yorumlar. Örneğin öznenin Tanrı karşısındaki ikincilliğinde, İtiraflar’da kendiliğin anlatılmasında veya hafıza ve zaman ilişkisinde Augustinus’a
başvurur. Fakat Ricoeur iki açıdan daha ilgi çekicidir.
Bir yandan, diğerlerinden farklı olarak sadece temellük
etmez, aynı zamanda –Gadamer gibi– nasıl temellük ettiğimizi inceler.9 Diğer yandan, yorum kuramında eleştirel
ve nesnel aşamaya yer vererek, temellük formları için bir
7
8
9
Jean-Luc Marion, Au lieu de soi. L’approche de Saint Augustin, Paris: PUF, 2008.
Paul Ricoeur’ün soyadı, Türkçe bulunmayan Fransızca “œ” (e-dansl’o, yani “o-içinde-e”) harfiyle yazılır. İngilizce literatürün de yaptığı gibi, Türkçe “Ricoeur” şeklini tercih ettik. Fakat Fransızca kaynaklarda veya Fransız yazılışını kullanan Türkçe kaynaklarda asıl
formunu vereceğiz.
Dolayısıyla çalışmamızda zaman zaman Ricoeur’ün görüşlerini Gadamer’le karşılaştıracağız.
GİRİŞ
•
15
meşruiyet ölçütü inşa eder.10 Böylece Gadamer betimsel
düzlemde kalırken, Ricoeur temellük sorusuna yöntemsel
bir şekilde yaklaşır. Onun için temel soru sadece, “Nasıl
temellük ederiz?” değil, aynı zamanda, “Nasıl temellük
etmeliyiz?” sorusudur.
Fransız filozof Paul Ricoeur (1913-2005) Protestan
bir fenomenolog ve hermeneutikçidir. 1940-1945 yılları
arasında, bir Nazi kampına kapatılmışken, Husserl’in
Ideen kitabını Fransızcaya çevirir.11 1948’den itibaren
Strasbourg, Sorbonne ve Nanterre üniversitelerinde görev aldıktan sonra üç yıl Belçika’daki Louvain Katolik
Üniversitesinde ders verir. 1970’ten itibaren yılda üç ay
Chicago Üniversitesinde ders vererek, on beş yıl boyunca
Amerikan felsefesiyle sıkı bir irtibat kurar.12 Ricoeur’de
hermeneutik yaklaşım daima farklı disiplinlerle verimli
bir çatışma içerisindedir. Hermeneutiği tarih, edebiyat,
hukuk, teoloji veya etik gibi değişik alanlarla diyalog halinde tutar. Felsefi serüveni, iradenin farklı irade dışılık
formlarıyla fenomenolojik yüzleşmesini ele alan Philosophie de la volonté’nin (İrade Felsefesi) ilk cildi olan Le
volontaire et l’involontaire’le (İradi ve Gayri İradi, 1949)
başlar. Kitabın ikinci cildi Finitude et culpabilité (Sonluluk ve Suçluluk, 1960) insanın sonluluğunu ve kötülük
sembollerini yorumlama sorununu ele alır. Bu ilk dönemde, Ricoeur özellikle kötülüğe ve psikanalize ilgi duyarak
sembolleri inceler. Yoruma Dair. Freud ve Felsefe de (De
l’interprétation, essai sur Freud, 1966) “sembol herme10
11
12
Paul Ricoeur, “Expliquer et comprendre,” Du texte à l’action. Essais d’herméneutique II içinde, Paris: Seuil, 1986, s. 176.
Edmund Husserl, Idées directrices pour une phénoménologie, çeviren Paul Ricoeur, Paris: Gallimard, 1985 (ilk baskı 1950).
Bu irtibattan dolayı Ricoeur’ün doğrudan İngilizce basılmış çalışmaları da mevcuttur. Türkçe çevirileri bulunsa da bunları İngilizce
referans olarak vereceğiz. Erişimi kolaylaştırmak adına, Türkçeye
çevrilmiş Fransızca eserlerini ise Türkçe vereceğiz.
16
•
PAUL RICOEUR’DE TEMELLÜK VE TAHAYYÜL
neutiği” dönemi olarak adlandırılan bu dönemin önemli
eserlerindendir. Yetmişli yıllarda “metin hermeneutiği”ne geçer ve şiirsel tahayyüle yönelir. Bu ikinci dönemde La métaphore vive (Canlı Metafor, 1975), Zaman ve
Anlatı (Temps et récit, 3 cilt, 1983-1985) ve Du texte à
l’action (Metinden Eyleme, 1986) kitaplarını yazar. Daha
sonra, Başkası Olarak Kendisi (Soi-meme comme un autre, 1990) ve Hafıza, Tarih, Unutuş (La mémoire, l’histoire,
l’oubli, 2000) gibi çalışmalarla kimlik ve hafıza konularına yönelir. Ayrıca, Lectures 3. Aux frontières de la philosophie (Okumalar 3 – Felsefenin Sınırlarında, 1994) ve
l’Herméneutique biblique (Kitabı Mukaddes Hermeneutiği, 1999) isimli çalışmalarıyla, felsefi serüveninin başından beri düşüncelerini besleyen dinsel söylemi doğrudan
ele alır.13
Her ne kadar, çok sayıda konu incelemiş olsa da eserlerinde genellikle inanç ve eleştiri karşıtlığına farklı şekillerde yer verir. Bu temel ikilik, irade felsefesinde irade
dışı olan ile iradi olan, sembol hermeneutiğinde sembollere inançla hermeneutik düşünce, tarih felsefesinde
hafıza ve tarih bilimi olarak karşımıza çıkar. Bu ikilik,
Ricoeur’ün felsefe yapma tarzının temel bir özelliğini
oluşturur. Rasyonel düşünce daima insanın ait olduğu,
inanç gerektiren verili bir içerikle başlar. Fakat daha
sonra, bu “birinci naiflik” eleştirel bir yaklaşımla sorgulamaya tabi tutulur. Eleştiri ve İnanç (La critique et
la conviction, 1995) kitabının başlığı, “inanç hermeneu13
Paul Ricoeur’ün çok sayıda kitabı tercüme edilmiş olmasına rağmen, felsefesi üzerine Türkçe sadece iki kitap yazılmıştır: Recep
Alpyağıl, Türkiye’de Otantik Felsefe Yapabilmenin İmkânı ve Din
Felsefesi Paul Ricoeur Örneği Üzerinden Bir Soruşturma, İstanbul:
İz Yayınları, 2010; Mehmet Büyüktuncay, Paul Ricoeur ve Hermeneutik Fenomenoloji: Kendilik, Başkalık, Edilginlik, İstanbul: Minör, 2020. Ayrıca Cogito dergisinin özel sayısı için bkz. Cogito. Paul
Ricoeur özel sayısı 56, Güz 2008.
GİRİŞ
•
17
tiği” ve “şüphe hermeneutiği” olarak isimlendirilen bu
iki yaklaşımı özetler. Aidiyet (appartenance) ve mesafeleşme (distanciation) kavramları aynı ikiliğe işaret eder.
Felsefe, biri ontolojik ve itaatkâr, diğeri epistemolojik ve
nesnel iki kutup arasında daima bir gerilim meydana getirir. Ricoeur ontolojik anlama ile epistemolojik açıklama arasında tercih yapma gerekliliği fikrini aşmak ister.
Bir yandan Heidegger ve Gadamer’in yaklaşımı anlamayı
bir varoluş moduna indirgeyerek yöntemi dışlar;14 diğer
yandan Schleiermacher ve Dilthey’le epistemolojik yaklaşım yöntemsel açıklamaya başvurarak nesnel bir meşruiyet arar. Ricoeur ise felsefi hermeneutik ile tarihselci
hermeneutik arasında diyalektik bir tamamlanma ilişkisi
kurar.
*
Anlama ile açıklama arasındaki diyalektik ilişki döngüseldir. İnançla başlayan süreç, eleştiriden geçtikten
sonra tekrar inançla veya “ikinci naiflik”le biter.15 İkiliğin iki ucu arasında bir gelgit mevcuttur. Böylece Ricoeur üç aşamalı bir “hermeneutik yay” (arc herméneutique) geliştirir: Önanlama (précompréhension), açıklama
(explication) ve temellük (appropriation). Yorumlama,
okurun önanlamalarıyla başlar, metnin nesnel açıklamasından geçer, son olarak yine okura dönerek temellük
edilir. İlk aşama, anlamanın zeminini oluşturan, metinle
kurulan dolaysız, ilkel bağ ilişkisini ifade eder. İnsan da14
15
Paul Ricoeur, “La tâche de l’herméneutique: en venant de Schleiermacher et de Dilthey,” Du texte à l’action. Essais d’herméneutique
II içinde, Paris: Seuil, 1986, s. 76.
Paul Ricoeur, La Symbolique du mal, Paris: Aubier, 1960, s. 326.
“İkinci naiflik” seküler bir dünyada kutsallıkla yeniden bağlantı
kurma olanağı sunar. Ricoeur’e göre yorumlama gayreti modernitede kutsalın unutulmasını aşma yoludur. Bkz. Paul Ricoeur, La Symbolique du mal, s. 327.
18
•
PAUL RICOEUR’DE TEMELLÜK VE TAHAYYÜL
ima metinde dahil olduğu bir varoluş alanına ait olduğu
takdirde metni anlar. Bu noktada Ricoeur, Gadamer’in
önyargı kavramına çok yakındır. Hiçbir anlayış bir geçmişten, önvarsayımları şekillendiren bir tarihten kopuk
değildir. Böylece önanlama aşaması, okurun, metnin ele
aldığı konularla canlı bir ilişki (Lebensverhältnis)16 içerisinde olmasına neden olan varoluşsal aidiyetidir. İkinci
olarak, açıklama ilk aidiyetin tersine, nesnel mesafeleşme aşamasıdır. Okur artık sosyal bilimlerin nesneleştirici
araçlarına başvurarak metni eleştirel bir şekilde yorumlar. Böylece aşırı yoruma düşmemek için önanlamadaki
inançlarla araya mesafe konulur. İlk aşamada Gadamer’e
yakın olan Ricoeur, bu ikinci aşamada ondan açık bir şekilde uzaklaşır.
Son olarak, temellük, bu nesnel anlamın okurun dünyasına uygulanmasını ifade eder. Döngüsel bir şekilde
süreç tekrar okura döner ve anlam yeniden canlı bir boyut kazanır. Temellükün nesnel açıklamadan sonra gerçekleşmesi, öznenin yanılsamalarını eleştirmeye yaradığı
için önemli bir ölçüt oluşturur. Bu yüzden temellük, hermeneutik yayın başında değil, sonunda yer alır.17 Epistemolojik açıklamadan sonra gelen temellük aynı zamanda
kendiliğin “mülksüzleşme”sine (désappropriation) vesile
olur.18 Temellük, egemen öznenin dönüşüne, yani “öznelliğin gizli önceliğine” yol açmaz.19 Okuyucu, metnin dün16
17
18
19
Bkz. Rudolf Bultmann, Glauben und Verstehen II, Tübingen: Mohr,
1952, s. 217.
Paul Ricoeur, “Phénoménologie et herméneutique: en venant de
Husserl,” Du texte à l’action. Essais d’herméneutique II içinde, Paris: Seuil, 1986, s. 53.
Paul Ricoeur, “Appropriation,” Hermeneutics and the Human
Sciences. Essays on Language, Action and Interpretation içinde, çeviren John B. Thompson, Cambridge: Cambridge University Press,
1981, s. 155.
Paul Ricoeur, “Phénoménologie et herméneutique,” s. 54.
GİRİŞ
•
19
yasını sahiplenmek için önce nesnel açıklamayla kendini
askıya almalıdır. Ancak bu şartla metnin dünyasını kendi dünyasıyla buluşturabilir.20
Temellük konusunda Ricoeur, “approprier, c’est faire que ce qui était étranger devient propre,” der,21 yani
İngilizce çevirisiyle: “To make one’s own what was initially alien.”22 Appropriation teriminde vurguladığı kök
mülkiyetten (propriété) ziyade, mahsus, özel (propre)
olma boyutudur. Böylece “mon propre enfant” “benim
evladım,” “kendi evladım” veya “öz evladım” anlamına
gelir. Yani bir şeyi temellük etme onu benimseme, kendileştirme veya özümsemedir. Ricoeur için temellükte
merkezi nokta, benim olmayan bir şeyi elime geçirmem,
mülk edinmem değil, yabancı bir nesneyi kendime özgü
kılmamdır. Ayrıca, konu temellük olunca, appropriation
teriminin kendisini de Türkçe sahiplenme, yani tercüme
etme sorunu karşımıza çıkar. Ricoeur’ün farklı çevirilerinde genellikle “temellük”23 ile “sahiplenme”24 tercih
20
21
22
23
24
Paul Ricoeur, “Appropriation,” s. 153.
Paul Ricoeur, “Phénoménologie et herméneutique,” s. 54.
Paul Ricoeur, “Appropriation,” s. 147.
Paul Ricoeur, Hafıza, Tarih, Unutuş, çeviren M. Emin Özcan, İstanbul: Metis, 2012, s. 368, 376, 384; Paul Ricoeur, Yorum Teorisi:
Söylem ve Artı Anlam, çeviren Gökhan Yavuz Demir, İstanbul: Paradigma, 2007, s. 56, 57, 97. Bu ikinci eserin çevirmeni, tercihiyle
alakalı şunları yazar: “Tercümenin Türkçesine gelince; ‘Eflâtun,’
‘mündemiç,’ ‘temellük’ gibi kelimelerle ‘intensiyonalite,’ ‘alegori,’
‘kontekst’ benzeri kelimeleri bir arada görünce, ‘bu ne garabet bir
Türkçe’ diye sesini yükseltenler olacaktır. Çok yanlış! Bu kelimelerin bazısını Doğulu, bazısını ise Batılı diye reddedip; aklınca Türkçeyi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtardıklarını zanneden
dil fukaraları, estetikten yoksun ve kulağı tırmalayan öz-Türkçe
kelimeleriyle Türkçeyi tam da özünden hançerlemektedirler. (…) O
vakit, dava Türkçeyi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak
değil, yabancı kelimeleri Türkçeye tâbi kılmak, onları Türkçenin
emrine amade kılmaktır.” Gökhan Yavuz Demir, “Çevirenin Önsözü,” Yorum Teorisi: Söylem ve Artı Anlam, s. xii.
Jean-Pierre Changeux, Paul Ricoeur, Neden Nasıl Düşünürüz? Etik,
20
•
PAUL RICOEUR’DE TEMELLÜK VE TAHAYYÜL
edilmiştir.25 Biz de bu çalışmada bu iki çeviriye yer versek de “temellük” terimine öncelik verdik. Bunun temel
sebebi, “sahiplenme”de teknik kavram boyutu eksikken,
“temellükün” çağdaş sanatta teknik bir anlamı olması ve
geniş bir kullanıma sahip olmasıdır.26 Bu mevcut kullanım bizzat appropriation fikrinin temellük edilmesi için
önemlidir. Kaldı ki, detaylı bir şekilde göreceğimiz gibi,
Ricoeur için metin temellükünde, tahayyülle kurulan sıkı
bağlardan dolayı edebi ve kurgusal metinler özel bir konuma sahiptir.
Peki neden temellük sorusu sorulmalıdır? Neden
önanlamadan sonra nesnel açıklamayla yorum süreci son
bulmaz? Buna biri metin, diğeri okur açısından iki sebep sunabiliriz. İlk olarak, tüm yazılı metinlerin temelde
okunması amaçlanmıştır. “Yazı olarak metin bir okuma
bekler ve okumaya çağırır,” der Ricoeur.27 Bu nedenle, temellük ihtiyacı kesinlikle ikincil değildir, bizzat yorumlama sürecinin bir parçasıdır. Okuma faaliyetiyle gerçekleşen her anlama, fiilen bir sahiplenmeyi içerir. Her yazılı
25
26
27
İnsan Doğası ve Beyin Üzerine Bir Tartışma, çeviren İsmet Birkan,
İstanbul: Metis, 2018, s. 28; Paul Ricoeur, Eleştiri ve İnanç. F. Azouvi ve M. de Launay ile Söyleşi, çeviren Mehmet Rifat, İstanbul: Yapı
Kredi Yayınları, 2008, s. 54, 189.
Daha nadiren kullanılan “sahip çıkma” ifadesi için bkz. Paul Ricoeur, Yoruma Dair. Freud ve Felsefe, çeviren Necmiye Alpay, İstanbul: Metis, 2007, s. 52, 55, 61.
Bkz. Binnaz Koca, Yeliz Selvi, “Modernizm ve Postmodernizm Sürecinde Bir Alıntılama Biçimi Olarak Temellük,” Yedi: Sanat, Tasarım ve Bilim Dergisi 18, 2017, ss. 31-50. Konuyla alakalı Vikipedi
sayfası için bkz. https://tr.wikipedia.org/wiki/Temell%C3%BCk.
Son erişim: 03.07.20. Ayrıca felsefi bağlamda bir kullanım için
bkz. Mehmet Ulukütük, “Felsefî Mirasımızı Bugün Yeniden Nasıl
Temellük Edebiliriz? Câbirî’nin İslam Düşüncesi Okuması Bağlamında Eleştirel Bir Soruşturma,” Felsefe Dünyası, 2016, sayı 63, ss.
76-115.
Paul Ricoeur, “Qu’est-ce qu’un texte,” Du texte à l’action. Essais
d’herméneutique II içinde, Paris: Seuil, 1986, s. 152.
GİRİŞ
•
21
metin okunmayı gerektirdiği için, farklı bağlamlarda sahiplenme sorusu kaçınılmazdır. Ricoeur’ün vurgulamak
istediği de temellükün yorumlamanın dışındaki ikincil
bir mesele olmadığıdır. Temellük, “her yorumbilimsel
projenin organik bir parçası”dır.28 Bu yüzden sorun yeni
değildir, en eski hermeneutikçileri bile ilgilendirmiştir.29
Okumanın amacı, yazısallığın yol açtığı mesafeyi kapatmaktır. Metinsellik ve yazısal boyut mesafeleşmeye
dayandığı için sahiplenme gereklidir. Bu yüzden temellük “yaklaştırır,” “eşitler,” kültürel açıdan uzak olanı
“çağdaş ve benzer” kılar.30 Fakat burada kapatılan mesafe sadece kültürel ve zamansal değildir, aynı zamanda
hermeneutiktir. Temellük, “anlamın kendisinden, yani
metnin dayandığı değer sisteminden uzaklaşmaya karşı
bir mücadeledir.”31 Yazıyla askıya alınan canlı dünyaya ve öznelere gönderim, temellük sayesinde okurların
dünyasında yeniden canlanır. Böylece söylemin üretim
ânındaki canlılığı yeniden kazanılır ve metnin cümleleri burada ve şimdi anlamlı olur. Mesele sadece yazarın
dünyası ile okurun dünyası arasındaki mesafe değildir.
Ricoeur için önemli olan mesafe, bu iki dünya ile metnin dünyası arasındaki mesafedir. Temellük iki mesafeleşmeye cevaptır. İlk mesafeleşme, özerk bir nesne olarak yazılı metin ile yazarın niyeti arasında oluşur. İkinci
mesafeleşme ise okurun dünyasında, metnin yol açtığı
gündelik gerçeklikten uzaklaşmasının neticesidir. Yani
metnin dünyası sadece yazarın değil, aynı zamanda oku28
29
30
31
Paul Ricoeur, Zaman ve Anlatı 4. Anlatılan (Öykülenen) Zaman,
çeviren Umut Öksüzan-Atakan Altınörs, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2013, s. 266.
Paul Ricoeur, “La fonction herméneutique de la distanciation,” Du
texte à l’action. Essais d’herméneutique II içinde, Paris: Seuil, 1986,
s. 116.
Paul Ricoeur, “Qu’est-ce qu’un texte,” s. 153.
a.g.m., s. 153.
22
•
PAUL RICOEUR’DE TEMELLÜK VE TAHAYYÜL
run da dünyasından farklıdır, öyle ki olağan dünyasını
askıya alır. Başka bir ifadeyle, Frege’nin anlam ve gönderim farkına başvurursak, metin, anlamı açısından yazarın dünyasına, gönderimi açısından da okurun dünyasına
mesafelidir. Yani temellük sorusunun sorulmasının nedeni, metnin, ne yazarın dünyasına ne de okurun dünyasına
indirgenebilir olmasıdır.
İkinci olarak, temellükü sadece metin değil, aynı zamanda okur da gerektirir. Metni anlama kaygısı, temellükü gerektirdiği gibi, insanın kendini anlaması da
temellükle mümkündür. Hermeneutik yayın en nihai
amacı, insanın kendini anlamasıdır. Metinlerin sahiplenilmesi daima “Varlık’ta var olma arzumuzu ve varlığımızı temellük etme imkânı”yla birlikte düşünülmelidir.32
Metnin sahiplenilmesi ile okurun kendini sahiplenmesi
daima beraber gerçekleşir. Böylece bir metnin yorumlanması “artık kendini daha iyi anlayan, kendini farklı anlayan, hatta kendini anlamaya başlayan bir öznenin kendini yorumlamasıyla tamamlanır.”33 Ricoeur, nihai amacı,
kendini tanımak olan bir özne felsefesi geleneğinde yer
alır. Ne var ki, Descartes’ta olduğu gibi apaçık, dolaysız
bir kendilik bilgisi imkânsızdır. Kendini anlama entelektüel ve kültürel eserlerin aracılığını gerektirir. Özne
daima dış dünyayı, metinleri ve sembolleri yorumlayarak
kendini anlar. Ayna gibi, metnin dolayımı tekrar özneye
dönüşü sağlar. Amaç, insanın kendini metinler sayesinde
daha iyi anlayabilmesidir.
32
33
Paul Ricoeur, “La recherche philosophique peut-elle s’achever,”
Orientations, Şubat 1966, özel sayı, ss. 31-44; çevrimiçi versiyon:
http://www.fondsricoeur.fr/uploads/medias/articles_pr/larecherchephilosophiquepeut-version-pr-le-site.PDF, s. 8. Son erişim: 0407-2020: “la possibilité de nous approprier notre désir d’être et notre être dans l’Etre.”
Paul Ricoeur, “Qu’est-ce qu’un texte,” s. 152.
GİRİŞ
•
23
Daha genel olarak, kendisi olmak isteyen insan, bireysel ve toplumsal açıdan kimliğini sahiplenmek için entelektüel mirasını ve hafızasını sahiplenmelidir. Bundan
dolayı, sadece bugünün eserleri değil, aynı zamanda geleneği oluşturan eserler de özümsenir. Ricoeur temellük
meselesini sadece geçmiş metinleri sahiplenme bağlamında ele almasa da kapatılması gereken mesafe özellikle tarihsel mesafedir. Kaldı ki, düşüncesinde geleneğin önemi göz önünde bulundurulduğunda, meselenin özellikle
geçmişin metinlerini doğru şekilde sahiplenme meselesi
olduğu anlaşılır. Amacı, kaybolmuş eski bir şanı yeniden
canlandırmak değildir. Tersine, temellük aynı zamanda
eleştirel bir boyut içerir. Amaç, okuru ve metni belirleyen
tarihsel geçmiş doğrultusunda okurun hem metni hem de
kendini temellük etmesini sağlamaktır. Kendini anlama
amacıyla insan felsefi metinlerin dolayımından geçerek,
onları insanın var olma amacının izleri olarak anlamaya
çalışır. Böylece Ricoeur’de geçmişin metinlerini temellük
etme, sadece bu metinlerin değil, bugünün de doğru şekilde sahiplenilmesiyle alakalıdır.
*
Temellük, metnin anlamının ve gönderiminin mesafeleşmesine cevaptır, oluşan açığı kapatma teşebbüsüdür. Oysa, tıpkı metaforun “benzemeyende benzeyeni”34
gördüğü gibi, yani alakasız iki nesne arasında benzerlik
kurduğu gibi, tahayyül (imagination) de mesafeleri kapatma imkânı sunar. Yok olanı var gibi gösteren veya
uzağı yakınlaştıran tahayyül, heterojen öğeleri bir araya getirme gücüne sahiptir. Temellük tam olarak uzağı
yaklaştırma, yabancıyı sahiplenme faaliyeti olduğu için
tahayyüle başvurur. Aslında daha ayrıntılı baktığımızda,
Ricoeur’e göre tahayyül sadece mesafenin kapatılmasın34
Paul Ricoeur, La métaphore vive, Paris: Seuil, 1975, s. 10.
24
•
PAUL RICOEUR’DE TEMELLÜK VE TAHAYYÜL
da değil, bizzat mesafeleşmenin oluşmasında da rol oynar. Yani metnin dünyasının yazarın dünyasından hem
içerik, hem biçim açısından uzaklaşmasında tahayyülün
etkisi vardır. Zira tahayyülde hem uzağı yaklaştırma
hem de gerçeği askıya alma, ondan uzaklaşma gücü mevcuttur. Böylece Ricoeur’ün hermeneutiğinde genel olarak
tahayyül, merkezi bir rol oynar. Kendisi de Réflexion faite. Autobiographie intellectuelle (Düşündükten Sonra.
Entelektüel Otobiyografi, 1995) kitabında, ellili yıllardan 1995’e kadar felsefe serüvenini değerlendirdiğinde,
çalışmalarının büyük bir kısmının aslında bir “tahayyül
felsefesi” inşa etmeye yönelik olduğunu yazar.35 Farklı
makalelerinde tahayyüle özel bir yer ayırsa da hiçbir eserinde konu üzerine doğrudan yazmamıştır.36 Tek istisna
olarak, 1975 yılında Chicago Üniversitesinde “Lectures
35
36
Paul Ricoeur, Réflexion faite. Autobiographie intellectuelle, Paris:
Seuil, 1995, ss. 69-70.
Paul Ricoeur, “The Metaphorical Process as Cognition, Imagination, and Feeling,” On Metaphor içinde, Sheldon Sacks (der.), Chicago: University of Chicago Press, 1979, ss. 141-157; Paul Ricoeur,
“The Function of Fiction in Shaping Reality,” Man and World 12,
1979, ss. 123-141; Paul Ricoeur, “Sartre and Ryle on the Imagination,” The Philosophy of Jean-Paul Sartre içinde, Paul A. Schilpp, LaSalle (der.), IL: Open Court, 1981, ss. 167-178; Paul Ricoeur, “L’imagination dans le discours et dans l’action,” Du texte
à l’action. Essais d’herméneutique II içinde, Paris: Seuil, 1986, ss.
213-236; Paul Ricoeur “La Bible et l’imagination,” Revue d’histoire et de philosophie religieuses, 62/4, 1982, ss. 339-360, çevrimiçi
versiyon: http://www.fondsricoeur.fr/uploads/medias/articles_pr/
bible-et-imagination.pdf. Son erişim 04-07-2020. Ricoeur’de tahayyül üzerine bkz. Jeanne Evans, Paul Ricoeur’s Hermeneutics of
the Imagination, New York: Peter Lang, 1995; Richard Kearney,
“Between Imagination and Language,” On Paul Ricoeur: The Owl
of Minerva içinde, Burlington, VT: Ashgate, 2004; Jean-Luc Amalric, Paul Ricoeur, l’imagination vive. Une genèse de la philosophie Ricoeurienne de l’imagination, Paris: Editions Hermann, 2013;
Sophie Vlacos, Ricoeur, Literature and Imagination, New York:
Bloomsbury Academic, 2014.
GİRİŞ
•
25
on Imagination” başlığıyla tahayyül üzerine bir dizi konferans vermiştir.37 Burada tahayyülü dört açıdan inceler:
Toplumsal tahayyül, epistemolojik tahayyül, şiirsel tahayyül ve dinsel semboller. Konuşmalarda özellikle şiirsel tahayyüle odaklanır.
Ricoeur’e göre, tahayyül kuramları ampirik bilgi kuramındaki yanlış kullanımı nedeniyle genellikle “imge”
(image) teriminin olumsuz itibarından mustariptir. Bu
bağlamda tahayyül dört şekilde anlaşılmıştır: 1. Başka
yerlerde var olan şeyleri burada mevcut olan şeylerle
ifade etme. 2. Temsil edilen şeylerin yerini alan nesneler (portre, tablo, vb.). 3. Kurgu ve rüyalarda olduğu gibi,
genel olarak var olmayan şeylere işaret etme. 4. Öznenin
varlıklarına inandığı, fakat bir dış gözlemcinin yok gibi
algılayacağı yansımalar.38 Felsefe geleneği bu çokanlamlılığa karşı çıkmak için tekanlamlı tahayyül kuramları
geliştirmiştir. Ricoeur bunları her biri iki ters uca sahip
olan iki eksen açısından özetler. Bu kuramlar nesne açısından varlık ve yokluk, özne açısından ise büyülenmiş
bilinç ile eleştirel bilinç yönünden tanımlanabilir. Nesne açısından olan ilk eksende, bir tarafta yeniden üretici (reproductrice) tahayyül kuramları yer alır. Hume’un
temsil ettiği bu yaklaşımda imge sadece algının izidir, zayıflamış bir varlık biçimidir. Bu aynı eksenin diğer ucunda ise, imgenin yokluğa göndermede bulunduğu üretici
tahayyül yer alır. Sartre’ın örnek oluşturduğu bu yaklaşımda portreler, rüyalar, kurgular farklı şekillerde mevcut olmayan nesnelere işaret eder.
37
38
Konuşmaların özeti için bkz. George H. Taylor, “Ricoeur’s Philosophy of Imagination,” Journal of French Philosophy, 16/1 ve 2, İlkbahar-Sonbahar 2006, ss. 93-104.
Paul Ricoeur, “L’imagination dans le discours et dans l’action,” s.
215.
26
•
PAUL RICOEUR’DE TEMELLÜK VE TAHAYYÜL
İkinci eksen, hayal dünyası ile gerçeklik arasındaki
farkın bilincine varabilen veya varamayan tahayyülün
öznesi açısından şekillenir. Eksenin bir ucunda, eleştirel bilincin eksikliği imgenin, aslı ile karıştırılmasına yol
açar. Böylece Spinoza veya Pascal tahayyül nesnelerinin
varlığına inancın aldatıcılığını eleştirirler. Burada özellikle asıl-kopya modeline göre düşünülen tahayyüle güvensizlik eğilimi bulunur. Yeniden üretici tahayyül algısına yol açan bu yaklaşıma göre, imgenin en iyi ihtimalle
orijinalden üretildiği ve ona göre ikincil olduğu, en kötü
ihtimalle aslından çok farklı bir şeyi resmettiği ve ondan
uzaklaştığı düşünülür.39 Özne ekseninin diğer ucunda ise
tersine, asıl, kopya ile karıştırılmaz ve tahayyül, gerçekliğin eleştirisi aracına dönüşür. Gerçekliği askıya alan Husserl’in transandantal indirgemesi bu yaklaşımın eksiksiz
bir örneğini oluşturur. Bu son algı, Ricoeur’ün tahayyül
kuramı için merkezi bir rol oynar; zira okurda dönüşüm
tahayyülün eleştirel boyutuyla başlar. Yeni bir varoluş
modunun açılması için olağan dünya askıya alınmalıdır.
Bu nedenle tahayyül hem değilleyici hem de üretici
iki işleve sahiptir. Tahayyülün üretici boyutunu anlamak
için Ricoeur’ün iki ilham kaynağına bakmak gerekir: Bir
yandan şiirsel imgenin varoluşsal etkilerini ortaya koyan Gaston Bachelard’ın poetik tahayyülü; diğer yandan
Kant’ın üretici tahayyülü. İlk olarak, Bachelard’ın La
Poétique de la rêverie kitabındaki40 dilsel tahayyül kuramı şiirselliği şeylerden ziyade dilin bir özelliği olarak
sunar. İkinci olarak Kant, tahayyülü bir içerikten ziyade
benzer olanı kavramak için bir yöntem olarak düşünmeyi
mümkün kılar. Tahayyülün işlevi, metaforik önermeleri
şemalaştırmaktır. Sayesinde, yaşlılık aniden günün ak39
40
George H. Taylor, “Ricoeur’s Philosophy of Imagination,” s. 95.
Bkz. Gaston Bachelard, Düşlemenin Poetikası, çeviren Alp Tümertekin, İstanbul: İthaki, 2012.
GİRİŞ
•
27
şamı olarak görülebilir. Böylece tıpkı şematizmde olduğu
gibi, ortaya çıkan bir anlam bir imge kazanır.41 Tahayyül,
gerçeklikte oluşan yeni bağlantılar sayesinde yeni anlamların ortaya çıkmasını sağlar. Bu yüzden o, “mümkün
olanı araştırmanın vazgeçilmez yolu”dur.42
Tahayyülde, sentezin yol açtığı bu yaratıcı boyut belirleyicidir. Tahayyül bir depolama mekânı değil, üretici
bir güce sahip olan bir faaliyettir. Bu yüzden Ricoeur travail de l’imagination’dan, “tahayyülün çalışması”ndan
bahseder.43 Oysa ikinci ve üçüncü bölümlerde değineceğimiz gibi, Ricoeur sürekli, temellükün de bir pasif alımlamadan ziyade bir aktif faaliyet olduğunun altını çizer.
Tahayyülün bu aktif boyutunun öne çıkmasında Kant
özellikle belirleyici olmuştur, zira onun için şema basit
bir temsil değildir, nesneyi inşa etme yoludur. Kant’tan
sonra “bilgi artık bir nazar, bir theoria gibi düşünülmez;
bilgi bir faaliyet, bir praksis’tir.”44 Bunun Ricoeur için
hermeneutik sonucu, temellükün bir faaliyet olmasıdır:
Metnin anlamı apaçık olmadığı için, bugüne uygulanması özel bir gayret gerektirir.
Ricoeur tahayyülü, genel olarak felsefe tarihinde,
özellikle de Husserl veya Merlau-Ponty’nin fenomeno41
42
43
44
Fakat aynı zamanda Kantçı model Ricoeur’ün gözünde yetersiz kalır, çünkü birinci Kritik’te üretici tahayyül, halihazırda var olan
ampirik nesnelerin anlayışı ile sınırlıdır; üçüncü Kritik’te ise üretici
tahayyül özneldir ve bu nedenle gerçeklik üzerinde hiçbir etkisi olmayan estetik zevk yargılarıyla bağlantılıdır.
Paul Ricoeur, L’homme faillible, Paris: Aubier, 1960, s. 161.
Paul Ricoeur, “L’imagination dans le discours et dans l’action,” s.
219; Ricoeur, “Imagination et métaphore,” s. 4, 6. Tahayyül etme
eyleminin kendisine bu temel vurgudan dolayı, imagination’u “muhayyile” değil de “tahayyül” olarak çevirdik. Ricoeur bir yetiden ziyade bir faaliyetten bahseder. Ayrıca, yukarıda olduğu gibi, “imge”
(image) ile kurulan ilişkiye değindiğimizde “imgelem”i tercih ettik.
Luc Ferry, Kant: une lecture des trois “critiques,” Paris: Grasset,
2006, s. 58.
28
•
PAUL RICOEUR’DE TEMELLÜK VE TAHAYYÜL
lojisinde olduğu gibi bir algı kuramı çerçevesinde değil,
dil bağlamında kuramlaştırır.45 Görsel modelin bu ayrıcalığı, fenomenolojide betimlemenin önemi göz önüne
alındığında şaşırtıcı değildir. Ancak, Ricoeur’le tahayyül
hermeneutik bir dönemeç gerçekleştirir. Betimlemeden
yorumlamaya geçişle, tahayyül artık görü değil, dil meselesidir, zira imgelerimiz görülmeden önce konuşulur.46
Böylece imgenin algıdan değil de dilden türetilmesi iki
yanlış inançtan vazgeçmeyi sağlar: İlk olarak, imgenin
her şeyden önce ve tözsel olarak bir “sahne” olduğu, bir
iç seyircinin bakışının önünde bir zihinsel “tiyatro”da
açıldığı inancı; ikinci olarak, soyut fikirlerimizin bu zihinsel maddeden oluştuğu fikri.47 Dilsel ve semantik yapısından dolayı tahayyül, yaratıcıdır.
Tahayyülün dilsel algısı kuramını geliştirmek için Ricoeur, poetik dile bir paradigma olarak başvurur. Aristoteles’e göre iyi metaforlar üretmek, benzeri görmeyi
gerektirse de tüm farklılıklar yok edilerek basit bir eşitleme yapılmaz. Mesele zaten benzer olan veya benzerliğe
elverişli olan şeyler arasındaki benzerliği görmek değildir. Tersine, benzerlik zorla kazanılan, gayret gerektiren
bir sonuçtur. İki öğe bu benzeşmeye direndiği için metafor nihayetinde “semantik şok” sayesinde yeni bir anlam
üretir. Farkın oluşturduğu şok burada benzerlik gözleminden daha önemlidir. Başka bir deyişle, metafor birincil olan farklılığın içinde bir benzerlik oyununu varsayar.
Dolayısıyla tahayyül etmek her şeyden önce anlamsal
alanları yeniden yapılandırmaktır. Sadece tahayyül bu
kadar uzak semantik alanları yaklaştırma kapasitesine
45
46
47
Bkz. Richard Kearney, “Paul Ricoeur and the hermeneutic imagination,” Philosophy and Social Criticism 14 (2), 1988, s. 116.
Richard Kearney, “The hermeneutical imagination (Ricoeur),” Poetics of Imagining içinde, London: Routledge, 1981, s. 134.
Paul Ricoeur, “L’imagination dans le discours et dans l’action,” s. 217.
GİRİŞ
•
29
sahiptir. Tahayyül daima aynılıkla farklılık, yakınlıkla uzaklık arasındaki çatışmadan beslenir.48 Metafor da
üretici tahayyül için özel bir statüye sahiptir. Zira mükemmel bir şekilde uzlaşmaz olanı uzlaştırma çabasını
temsil eder.
Böylece özel olarak metafor, genel olarak tahayyül,
temellük için merkezi bir rol oynar. Zira uzağı yakınlaştırma çabası olarak temellük tam olarak yabancılık ile
aşinalık arasındaki kesişimde gerçekleşir. Benzer şekilde
tahayyül de başkalıkla aynılığın geriliminde yabancı olanı tanıdık kılar. Metafor, başkalıkların ötesinde benzerlikler, aşinalıklar inşa eder. Böylece tahayyüldeki aynılık
ve başkalık gerilimi, temellükte metnin dünyası ile okurun dünyası arasındaki gerilim olarak karşımıza çıkar.
Tahayyül bu iki dünyayı eşitlemez; metafor gibi, özdeşlik yerine benzerlik kurar. Burada da metaforda olduğu
gibi, semantik şok söz konusudur ve buluşma yeni anlam
ufuklarına vesile olur.
*
Çalışmamızın amacı, felsefi bir eserin temellükünde
tahayyülün rolünü incelemektir.49 Ricoeur doğrudan felsefe eserlerinin sahiplenilmesiyle alakalı çok şey yazmamıştır; konuya sadece kısaca birkaç yerde değinir. Onun
için temel sorun, edebi metinlerin yorumlanması ve sahiplenilmesidir. Kurgusal metinlerin tahayyülle sahiplenilmeleri daha anlaşılır gözükür. Zira gerçeği askıya
alan edebi metinler tahayyülle zaten yakından bağlantılıdır.50 Ancak, tahayyülün ötesinde nesnel rasyonellik
iddiasında bulunan felsefi metinler için durum çok daha
48
49
50
Paul Ricoeur, La métaphore vive, s. 252.
Bildiğimiz kadarıyla hiçbir kitap çalışması doğrudan Ricoeur’de temellük meselesini veya temellük ile tahayyül ilişkisini ele almamıştır.
Paul Ricoeur, “La fonction herméneutique de la distanciation,” ss.
113-114.
30
•
PAUL RICOEUR’DE TEMELLÜK VE TAHAYYÜL
karmaşıktır. Yani rasyonel ve tümel bir hakikat iddiasında bulunan bir söylem nasıl başka bir zamanda farklı
şeyler ifade edebilir? Bu sorunu çözmek için önemli nokta, kavramsal söylemin de tahayyülden bağımsız olmamasıdır. Ricoeur’e göre okur, önanlamalarını belirleyen
bir aidiyete sahip olduğu gibi, felsefi söylem de bir varlık
deneyiminden ve bu deneyimi dile getiren poetik dilden
beslenir. Böylece mesele sadece biçimsel olarak tahayyül
sayesinde felsefe metnini temellük etmek değildir, içerik açısından da felsefi söylem ile poetik söylem arasında sıkı bir ilişki mevcuttur. Kavramsal olması hasebiyle
felsefi söylem evrensellik iddiası taşır, fakat muhatabı
daima –bunları aşması gerekse de– belirli bir tarihe ve
coğrafyaya aittir. Hatta söylemin evrensellik iddiası söylemin öznesini, yani filozofu da evrensel kılmaz. Örneğin,
Aristoteles veya İbn Sînâ’nın inşa ettikleri metafizik sistemler birtakım tarihsel dinamiklerden tamamen bağımsız düşünülemez. Söylemin konusu tarih ötesi olsa da ne
öznesi, ne muhatabı tarihten kopuktur. Bu yüzden temellük sorusu kaçınılmaz gözükmektedir.
Peki bu temellük aşırı yoruma düşmeden nasıl gerçekleştirilmelidir? Soru hassastır ve bir çıkmaz içerir: Ya bir
taraftan rasyonel olarak felsefi söylemin kesinlikle kendi
kendine yeterli ve anlamlı olduğunu düşünür ve –rasyonelliğin veya genel olarak kavramların farklı bir şekilde
algılandığı– başka bir zamanın okuruna yeterince hitap
etmemesi riskine düşeriz; ya da başka bir ortamın problematikleriyle canlı bir ilişki kurabilmesi için temellükü
savunur ve anlamı çarpıtma riskini almış oluruz. Bu durumda hem okurun dünyasına hitap eden hem de metnin içkin imkânlarına sadık kalan yeni anlamlar nasıl
üretilebilir? Çalışmamızı belirleyen bu temel soruyu tahayyülün etkisi bağlamında ele alacağız. Oysa söylemin
önünde bulunan okurun tahayyülüne yer verebilmek için
GİRİŞ
•
31
söylemin köklerindeki tahayyülü de düşünmeliyiz. Yani
kavramsal söylem ile metaforik söylem arasındaki diyalektik ilişkiyi de incelemek gerekecektir: Kavram poetik
imgenin deneyimsel boyutuna nasıl yer verebilir; poetik
imge ise nasıl kavramın rasyonel titizliğine izin verebilir? Böylece sorunumuz birbirini tamamlayan iki boyuta
sahiptir: Bir yandan, metin tarafında, nesnel kavramsal
söylem ile deneyimsel şiirsel söylem arasındaki gerilim;
diğer yandan, okur tarafında, metnin nesnel açıklaması
ile öznel temellükü arasındaki gerilim.
Ricoeur’e göre, felsefi söylem şiirsel dille kurduğu
birincil ilişkiden dolayı yeni anlamlar üretebilir. Fakat
semantik yenileşim (innovation sémantique) ne metnin
dokusundan ne de okurun dünyasından kopuktur: İkisinin kesişme noktasında gerçekleşir. Bu yüzden temellük
sadece metnin anlamını değil, okuru da dönüştürür. Hatta okurdaki bu mülksüzleşme aşırı yorumun engellenmesine katkıda bulunur. Birinci bölümde felsefi söylemin
şiirsel ve varoluşsal dille kurduğu aidiyet ve mesafeleşme ilişkisini; ikinci bölümde aşırı yoruma düşmeye engel
olan, okurun dönüşümünü; üçüncü bölümde ise metnin
mümkün kıldığı semantik yenileşimi ele alacağız. Yani
metnin nesnel anlamından (1. bölüm) yeni anlamlarına
(3. bölüm) sağlıklı bir geçiş, okurda da bir yenileşim (2.
bölüm) gerektirir. Daha ayrıntılı ifade etmek gerekirse,
ilk bölümün konusu bir yandan okurun ve metnin varoluşsal ve tarihsel aidiyetleri, diğer yandan yazısal boyuta
özgü nesnel açıklamanın yol açtığı mesafeleşme formları
olacaktır. Bu aidiyet-mesafeleşme ilişkisine dayanan temellük süreci, okurun da dönüşmesini gerektirdiği için,
ikinci bölümde temellük, okur ve okurlar topluluğu açısından incelenecektir. Okurlar tahayyül vesilesiyle dönüşür. Toplumda oluşan bu tür değişimler daima kolektif
hafızanın, geçmişin vaatlerinin doğrultusunda gerçek-
32
•
PAUL RICOEUR’DE TEMELLÜK VE TAHAYYÜL
leşir. Bu şekilde, bir tortulaşma-yenileşim diyalektiği
oluşur. Fakat temellük, okurun ve metnin dünyasının kesişiminde yer aldığına göre, sadece okur değil, metin de
dönüşür. Böylece son bölümde göreceğimiz gibi, temellük, kavramsal söylem ile şiirsel söylem arasında kurulan
aidiyet-mesafeleşme ilişkisi sayesinde semantik yenileşime yol açar. Felsefe metni, hem biçimsel açıdan kompleks
yapısının oluşturduğu metaforla hem de içerik açısından
yer verdiği metaforlarla sürekli canlandırıcı bir etkileşim
içerisindedir.