ULUSLARARASI TÜRK-ARAP MÜŞTEREK
DEĞERLER VE KÜLTÜREL ETKİLEŞİM SEMPOZYUMU
BİLDİRİLER KİTABI
1
ULUSLARARASI TÜRK-ARAP MÜŞTEREK
DEĞERLER VE KÜLTÜREL ETKİLEŞİM SEMPOZYUMU
BİLDİRİLER KİTABI
12-15 Mayıs 2013 – Ürdün Üniversitesi/ Amman/Ürdün
ISBN: 4016 / 8 / 2014
2
ULUSLARARASI TÜRK-ARAP MÜŞTEREK
DEĞERLER VE KÜLTÜREL ETKİLEŞİM SEMPOZYUMU
BİLDİRİLER KİTABI
1.BASKI
AMMAN, 2014
3
ULUSLARARASI TÜRK-ARAP MÜŞTEREK DEĞERLER VE KÜLTÜREL
ETKİLEŞİM SEMPOZYUMU
BİLDİRİLER KİTABI
*
Editör: Mehmet Sıddık YILDIRIM
Editör Yardımcısı: Dr. Bağdagül MUSA
*
Kapak Tasarımı:
Mohammad Hannoun
*
YAYIN ADRESİ
Yunus Emre Enstitüsü
Amman Türk Kültür Merkezi
Telefon: +962 6 463 9777
Belgegeçer: + 962 6 464 1922
Genel Ağ: http://www.musterekdegerler.com
*
(NUMARA) sayılı yasa’ya göre
eserin tüm yayın, çeviri ve iktibas hakları
Yunus Emre Enstitüsü Amman Türk Kültür Merkezine aittir.
4
İçindekiler
ÖN SÖZ........................................................................................................
KURULLAR ................................................................................................
KONU BAŞLIKLARI ..................................................................................
AÇILIŞ KONUŞMALARI ...........................................................................
Prof. Dr. Salah CERRAR’ın Konuşması ......................................................
Prof. Dr. Hayati DEVELİ’nin Konuşması ....................................................
Prof. Dr. Sultan EBU URABİ’nin Konuşması .............................................
T.C. Amman Büyükelçisi Sayın Sedat ÖNAL’ın Konuşması ......................
Prof. Dr. Ihleyf EL-TARAVİNE’nin Konuşması .........................................
Prof. Dr. Nabi AVCI’nın Konuşması ............................................................
Dr. Abdullah EN-NUSUR’un Konuşması ....................................................
SEMPOZYUM PROGRAMI ......................................................................
OTURUMLAR
Ürdün’deki Evkaf Bakanlığı Yayınları Üzerine Bir İnceleme .....................
Abdulcelil Alpkıray
Türk-Arap İlişkilerinde Tarih Ders Kitaplarının Önemi ve
Türkiye’de Liselerde Okuyan Öğrencilerde Arap Algısı .............................
Abdulcelil Gök
Türk Edebiyatında Arapça-Türkçe Manzum Sözlükler ve Şeyh Ahmed’in
Manzum Sözlüğü Nazmü’l-Leâl’in İki Dil ve KültürAçısından Önemi ......
Yrd. Doç. Dr. Abdülkerim Gülhan
Yeni Türk Edebiyatında Mektuplara Yansıyan Arap Dünyası ......................
Prof. Dr. Âbide DOĞAN
Peygamber ve Âlimler Arasında Diriliş – Sezai Karakoç’un Hızırla Kırk Saat’i
Doç. Dr. A. Cüneyt Issı
“Birinci Dünya Savaşı’nda Araplar Türklere İhanet Etti” Söyleminin Türk
Tarih Tezi Çerçevesinde Epistemolojik Analizi ............................................
Doç. Dr. Ahmet Şimşek
Reşat Nuri Güntekin’in “Miskinler Tekkesi” ve Necip Mahfuz’un “Dilenci”
Eserlerindeki Arapça Kelimelerin Karşılaştırılması ......................................
Dr. Bağdagül Musa
Reik Halid Karay’ın Eserlerinde Arap Dünyası ............................................
Yrd. Doç. Dr. Bayram Yıldız
“Oryantalizm” ve “Medeniyetler Çatışması” Kavramları Bağlamında Doğu’ya Bakış
Yrd. Doç. Dr. Cengiz Karataş
Bir Şehrin Sergüzeşti: “Ben Beyrut, Bir Kentin Günlükleri” (Nizar Kabbânî)
Okt. Dinçer Eşitgin
Yeni Orta Doğu’da Toplumlar Arası İşbirliği ve Dayanışmanın Gelişiminde
Kültürel Seçkinlerin Rolü ...............................................................................
5
8
9
11
12
13
15
17
19
21
23
24
28
34
41
64
79
91
106
118
138
160
172
186
Prof. Dr. H. Musa Taşdelen
XVI. Asır Osmanlı Arap Coğrafyasından İstanbul’a Bir Devletlü:
Özdemiroğlu Osman Paşa ........................................................................... .
H. Mustafa Eravcı
Şehitliklerin Ülkeler Arası İlişkilerdeki ve Tarih Öğretimindeki Yerine Dair
Bir Örnek: Ürdün Salt Türk Şehitliği ............................................................
Dr. Hasan Işık
XV. Asır Sûfîlerinden Zeyneddîn Hâfî’nin Arapça Eserlerinin Eski Anadolu
Türkçesi Üzerindeki Yansıma ve Tesirleri ......................................................
Dr. Hasan Özer
Arap Ülkelerinde İlk ve Ortaöğretim Kurumlarında Okutulan Tarih Kitaplarında
Osmanlı ve Türk İmajı (Suriye, Ürdün, Lübnan Örneği) ..............................
Yrd. Doç. Dr. İbrahim Özay
Türk ve Arap Şehirlerinin Ortak Kimliği Olarak “İslam Şehri Olgusu” .......
Yrd. Doç. Dr. Kadir Kan
İslam’da Aile ve Evlilik Kurumu (Sosyolojik Bir Analiz) .............................
Prof. Dr. Kamil Kaya
Türk-Arap Ortak Kültürel Değerlerinin Felsei Düşünce Boyutu ve
Dinî Algıdaki Etkisi ........................................................................................
Prof. Dr. Kemal SÖZEN
Bir Roman ve Hatıratta Mekânsal Siyasal ve Kültürel Bağlam Olarak
Mısır ve Trablusgarp .......................................................................................
Doç. Dr. Mehmet Narlı
Metal-Sedef Kesme Hüsn-i Hat ve Maden Sanatı ..........................................
Mesut Dikel
Arap Dünyasında Sosyal Medya Kullanımı ve Türkiye ile Karşılaştırılması
Murat Özcan
Mısır Filmlerinin Türk Sineması ve Türkler Üzerinde Etkileri .....................
Okt. Murat Özyıldırım
Türk-Arap Ortak Kültürel Değeri: Din ve Dinde Akli Düşüncenin Yeri .......
Prof. Dr. Musa Koçar
Yakın Dönem Türkiye-Arap Dünyası İlişkileri ..............................................
Dr. Mustafa Gökçe - Dr. Hasan Işık
Türkiye-Ürdün İlişkilerinin Tarihî Boyutu (19191950-) ................................
Prof. Dr. Mustafa Sıtkı Bilgin
İslâmiyet’in Türk Şiirine Tesiri........................................................................
Arş. Gör. Mustafa Yasin Başçetin
Matrakçı Nasuh Minyatürlerinde Arap Coğrafyası ..........................................
Prof. Dr. Nâmık Açıkgöz
Bağdat’tan Derlenen Halk Masallarının İncelenmesi .......................................
Dr. Necdet Yaşar Bayatlı
İnsan Hakları Evrensel Normlarının Yerel Sınırlılıkları ...................................
Doç. Dr. Nejdet Durak
Prenses Kadriye Hüseyin’in (18881955-) Düşünce Dünyasında Doğu-Batı....
6
189
200
221
228
234
244
252
263
274
277
286
306
315
328
332
349
365
381
394
Prof. Dr. Nesrin Karaca
Emel Dunkul ve Abdürrahim Karakoç’un Şiirlerinde Filistin Konusu ...........
Yrd. Doç. Dr. Osman Düzgün
Kültürel Etkileşim ve Turizm İlişkileri ............................................................
Doç. Dr. Salih Özer
Türklerin Araplarla İlk Münasebetleri ve Orta Asya’nın İslamlaşma Süreci ..
Doç. Dr. Salih Yılmaz
Arap İslam Kültürünün En Temel Simgesel Hikâyelerinden Biri Olan
Leyla ile Mecnun’un Modern Türk Şiirinde Yeniden Kuruluşu Bağlamında
Sezai Karakoç’un Leyla ile Mecnun’u ............................................................
Şaziye Ayalı
Tarihî Süreç İçinde Türk Hat Sanatı ve Resimsel Eğilimler ............................
Yrd. Doç. Dr. Şemsettin Dağlı
Yeni Türk Edebiyatında Gezi Yazılarına Yansıyan Arap Dünyası ...................
Arş. Gör. Sibel Hatipoğlu
Ürdün Ölçeğinde Arapların Türkçe Öğrenme İstekleri ve Türkiye Algıları.....
Okt. Sinan YAMAN
Ürdün ve Türkiye’deki Yaygın Din Eğitimi Faaliyetlerinin Karşılaştırılması
Arş. Şükrü Çetin
Türkiye Cumhuriyeti - Ürdün İlişkileri Kapsamında Emir Abdullah’ın
1937 Türkiye Ziyareti ......................................................................................
Arş. Gör. Togay Seçkin BİRBUDAK
Türkler ve Araplar Arasında Ortak Kültürel Değerlerin Oluşumuna Bir Örnek:
Yemek Kültürü .................................................................................................
Dr. Tülay Yürekli
Ürdün Hastanelerindeki Hasta Hizmetlerinin Din Sosyolojisi Açısından Tahlili
Yusuf Nazlım
Klasik Türk Edebiyatı ile Arap Edebiyatı Münasebetleri ................................
Arş. Gör. Zeynep Dinçer
7
419
432
438
452
462
475
494
517
526
543
551
ÖN SÖZ
Dil, din, etnik farklılık gözetmeden bütün insanlığa hizmeti kendisine amaç edinen Yunus Emre Enstitüsü; yurt dışında çeşitli ülkelerde açtığı Türk Kültür Merkezleri ile Türkiye’nin,
Türk dilinin, kültürünün, sanatının ve tarihinin tanıtılması için çalışmalar yapmaktadır. Bununla
birlikte Yunus Emre Türk Kültür Merkezleri’nde bilimsel projeler, kültürel etkinlikler ve kurslar
aracılığıyla bir taraftan Türkiye’nin tanıtımı yapılırken, diğer taraftan Türkiye ile diğer ülkeler
arasında dostluğun pekişmesine ve kültürler arasındaki münasebetlerin artmasına katkı sağlanmaktadır.
Elbette saydığımız katkılar neticesinde öncelikle kendimizi diğer milletlerin aynasında
görmek ve anlamak, dolayısıyla dünyaya kendimizi daha doğru bir biçimde tanıtmak amacına
hizmet etmiş olunacaktır. Yukarıda belirttiğimiz dikkatlerden ötürü Amman Yunus Emre Türk
Kültür Merkezi; bulunduğumuz coğrafyada bilim, sanat, tarih ve sosyo-kültürel benzerlikleri
noktasında ortak bir payda oluşturmak ve toplumların birbirlerini daha yakından tanımasını sağlamak için geleneksel hâle getirilebilecek “Uluslararası Türk-Arap Müşterek Değerler ve Kültürel
Etkileşim Sempozyumu” başlığı altında uluslararası bir sempozyum düzenlemeyi planlamıştır.
Böylece geçmişten günümüze Türk kültürünün tanıtılması ve yaşatılmasına dair çalışmalar çeşitli
açılardan ele alınacaktır.
EDİTÖR
8
KURULLAR
SEMPOZYUM ONUR KURULU
Prof. Dr. Adnan El-Bahit (Ürdün Üniversitesi)
Prof. Dr. Hayati Develi (Yunus Emre Enstitüsü Başkanı)
Prof. Dr. Salah Carrar (Ürdün Üniversitesi)
Prof. Dr. Sultan Ebu Urabi (Arap Ligi Üniversiteler Birliği Başkanı)
Ramazan Çokçevik (Yurtdışı Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığı)
SEMPOZYUM DANIŞMA KURULU
Dr. Omar El-Hadrami (Ürdün Üniversitesi)
Prof. Dr. Kemal İnat (Sakarya Üniversitesi)
Prof. Dr. Zehra Avad (Ürdün Üniversitesi)
Dr. Esma Mubayidin (Ürdün Üniversitesi)
Dr. Raya El-Kalaldeh (Ürdün Üniversitesi)
Mecdi El-Tel ((Petra) Medya koordinatörü)
İhlas Sueys (Ürdün Üniversitesi)
SEMPOZYUM BİLİM KURULU 1
Prof. Dr. Abdullah Korkmaz
Prof. Dr. Abdüsselam Uluçam
Prof. Dr. Abide Doğan
Prof. Dr. Ahmet Akgündüz
Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun
Prof. Dr. Ahmet Çiftçi
Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak
Prof. Dr. Ali Birinci
Prof. Dr. Ali Fuat Bilkan
Prof. Dr. Ali Kafkasyalı
Prof. Dr. Altan Çetin
Prof. Dr. Bayram Ali Çetinkaya
Prof. Dr. Bekir Karlığa
Prof. Dr. Cemaleddin Çopuroğlu
Prof. Dr. Derya Örs
Prof. Dr. Fehamettin Başer
Prof. Dr. Feridun Emecen
Prof. Dr. Gıyasettin Arslan
Prof. Dr. Hacı Duran
Prof. Dr. Hakkı Acun
Prof. Dr. Hakkı Türabi
Prof. Dr. Haluk Dursun
Prof. Dr. Hamza Keleş
Prof. Dr. Hasan Kavruk
Prof. Dr. Hasan Onat
Prof. Dr. Hayriye Erbaş
Prof. Dr. İlhan Kutluer
Prof. Dr. Kamil Kaya
Prof. Dr. Köksal Alver
Prof. Dr. Leyla Karahan
Prof. Dr. M. Faruk Toprak
Prof. Dr. M. Hayri Kırbaşoğlu
Prof. Dr. M. Öcal Oğuz
Prof. Dr. M. Yekta Saraç
Prof. Dr. Mehmet Karagöz
Prof. Dr. Metin Hülagü
Prof. Dr. Metin Özkul
Prof. Dr. Musa Koçar
Prof. Dr. Musa Taşdelen
Prof. Dr. Musa Yıldız
Prof. Dr. Mustafa E. Erkal
Prof. Dr. Mustafa Safran
Prof. Dr. Mustafa Sinan Kaçalin
Prof. Dr. Mustafa Sıtkı Bilgin
9
Prof. Dr. Nurettin Ceviz
Prof. Dr. Nurullah Çetin
Prof. Dr. Nusret Çam
Prof. Dr. Ömer Faruk Toprak
Prof. Dr. Osman Horata
Prof. Dr. Osman Köse
Prof. Dr. Refik Turan
Prof. Dr. Şaban Sağlık
Prof. Dr. Sabri Yener
Prof. Dr. Süleyman Çaldak
Prof. Dr. Suphi Saatçi
Prof. Dr. Ziya Selçuk
Doç. Dr. Ali Yakıcı
Doç. Dr. Alpay Doğan Yıldız
Doç. Dr. Cengiz Anık
Doç. Dr. Cüneyt Issı
Doç. Dr. Faris Hilmi
Doç. Dr. Güray Kırpık
Doç. Dr. Hayati Beşerli
Doç. Dr. Hüseyin Çınar
Doç. Dr. Mehmet Ali Çakmak
Doç. Dr. Mehmet Dursun Erdem
Doç. Dr. Mehmet Narlı
Doç. Dr. Mustafa Balcı
Doç. Dr. Süleyman Şenel
Doç. Dr. Uğur Ünal
Doç. Dr. Yaşar Kaya
Dr. Hüseyin Köksal
Dr. Muhammed Bozdağ
Dr. Mustafa Gökçe
Dr. Şemsettin Ziya Dağlı
10
SEMPOZYUM BİLİM KURULU 2
Dr. Zayd İyadat
Dr. İman El-Hayajne
Dr. Kerram El-Nimri
Dr. Muhammed El-Hatib
Dr. Omar El-Rifaii
Dr. Ziyad El-Zu’bi
SEMPOZYUM DÜZENLEME KURULU
Mehmet Sıddık Yıldırım (Amman Yunus Emre Türk Kültür Merkezi Müdürü ve Düzenleme Kurul Eş Başkanı)
Prof. Dr. Kemal Sözen (Süleyman Demirel Üniversitesi)
Dr. Bağdagül Musa (Ürdün Üniversitesi)
Dr. Bekir Kayabaşı (Ürdün Üniversitesi)
Dr. Hasan El-Momani (Ürdün Üniversitesi)
Dr. Hasan Işık (Yermuk Üniversitesi)
Dr. İbrahim Ethem Arıoğlu (Ürdün Üniversitesi)
Dr. Ruhi İnan (Ürdün Üniversitesi)
SEKRETERYA
Dr. Bağdagül Musa (Ürdün Üniversitesi)
Dr. İbrahim Ethem Arıoğlu (Ürdün Üniversitesi)
Dr. Ruhi İnan (Ürdün Üniversitesi)
KONU BAŞLIKLARI
1. Eğitim, Sanat ve Edebiyat (Türk edebiyatının Arap edebiyatına; Arap edebiyatının Türk edebiyatına tesiri, mukayeseli edebiyat çalışmaları…)
2. Arapça - Türkçe Dil Etkileşimi (Ortak kelimeler, kelimelerin birbirimizi anlamadaki yeri…)
3. Din ve Düşünce (İki kültürdeki din algısı, en büyük müşterek: din ve dinler arası diyalog…)
4. İletişim (Medya, internet, sosyal medya, sinema…)
5. Tarih (Ortak tarih, yakın tarih, tarihî coğrafya…)
6. Sosyal Yapı (İki toplumun sosyo-kültürel yapısı, benzerlikler, farklılıklar…)
7. Ortak Folklorik Değerler (Gelenekler, âdetler…)
8. Mimari (Tarihî yapılar, sosyo-kültürel yapının mimariye yansıması ve toplumsal benzerlikler,
şehir planları…)
9. Müzik (Ortak musiki, müzik-toplum ilişkisi, arabesk…)
10. Kültürel Etkileşim (Sosyal medya ve toplumlar, etkileşim, özdeşim kurma, örnek alma, coğrafik konum…)
11. İki Kültürü Etkileyen Ortak Sanatkârlar, Düşünürler ve Kanaat Önderleri (Sanatçılar, tarihî
kişilikler, ortak düşünürler…)
11
ARAP İSLAM KÜLTÜRÜNÜN EN TEMEL SİMGESEL
HİKÂYELERİNDEN BİRİ OLAN LEYLA İLE MECNUN’UN
MODERN TÜRK ŞİİRİNDE YENİDEN KURULUŞU BAĞLAMINDA
SEZAİ KARAKOÇ’UN LEYLA İLE MECNUN’U
Şaziye AYALI6*
Özet
Bu bildiri Arap Kültür ve edebiyatının, bütün bir İslam medeniyetinin en temel simgesel
hikâyelerinden olan Leyla İle Mecnun hikâyesinin, Osmanlı edebiyatında oluşturduğu tasavvufî
anlamlara ve tahkiye geleneğine atılar yaparak, Sezai Karakoç örneğinde modern Türk şiirinde
yapı ve içerik olarak nasıl devam ettiğini araştırmaktadır. Böyle bir iz sürmek, gelenek anlayışı,
İslam tarihine ve coğrafyasına bütüncül bir bakıştan oluşan Sezai Karakoç merkezinde oldukça
önemli sonuçlara ulaştırabilir. Sezai Karakoç’un Leyla ile Mecnun’unda dış biçim, klasik Leyla
ve Mecnun anlatılarından farklıdır. Fakat mazmun dünyası ve mekânsal göndermeler açısından
onlarla aynı kültür ve inanç kodlarını işaret ederler, aynı coğrafyayı bir hayat atmosferi hâline getirirler. Eserin bu temel nitelikleri Sezai Karakoç’un geleneğin devamını bir ruh, bir idrak sürekliliği olarak değerlendirmesiyle uyumludur. Karakoç’un Leyla ile Mecnun’unu, İstanbul, Bağdat,
Kahire veya Şam gibi İslam coğrafyalarının her birinde ortak semboller olarak oluşmuş mazmunların, Müslümanların insan, dünya ve Allah hakkındaki inançlarının, kabullerinin, tasavvur ve
tahayyüllerinin modern dünyanın içinden nasıl okunduğunun bir örneği olarak kabul edebiliriz.
Bu durumda şairin Leyla ile Mecnun şiiri bir taraftan geleneğin ruh olarak devamı anlamına gelir;
diğer taraftan şairin bu ruhu nasıl duyduğu ve yorumladığını ortaya koyar. Esasen Leyla ve Mecnun hikâyesi nasıl ki ortak bir inanç atmosferinin ürünü olarak yaşaya geliyor ise Karakoç’un şiiri
de İslam dünyasının müşterek bir değeri olarak değerlendirilebilir.
Anahtar Kelimeler: Leyla ile Mecnun, Arap/İslam Edebiyatları, Türk Edebiyatı, Gelenek, Sezai
Karakoç.
Giriş
Leyla ile Mecnun hikâyesi, İslam kültür dairesindeki milletlerin neredeyse hepsinin edebiyatlarında önemli bir yere sahip olmuştur. Arap kültüründe doğan ve sözlü gelenek içerisinde
söylenegelen hikâye daha çok rivayetlere dayanmaktadır. Çıkış noktası Arap kültürü ve coğrafyası olmasına rağmen Leyla ile Mecnun daha çok Türk ve Fars edebiyatlarında yoğun bir ilgi
görmüş, bir edebi gelenek olarak yer almıştır.
Leyla ile Mecnun hikâyesinin ilk yazılı kayıtlarına, İbn-i Davud el-İsfehanî’nin (öl.
255/870) Kitâbü’z Zehra adlı eseri ile Müslim b. Kuteybe’nin (öl. 276/890) Kitâbü’ş-Şi’r ve’şşuarâ adlı eserlerinde rastlanmaktadır (Yavuz, 2005: 58). Bunların ardından Ebûbekir el-Vâlibî’nin
de hikâyenin yazıya geçirilmesinde önemli bir rolünün olduğunu söylemek gerekir.
6 Balıkesir Üniversitesi Rektörlüğü Türk Dili Bölümü
452
Leyla ile Mecnun hikâyesinin ilk rivayetlerinden biri Ebulferec el-İsfehanî’nin (öl.
356/968) rivayetidir. O, Kitâbü’l-Egânî adlı eserinde Mecnun ve Leyla ile ilgili sözlü ve yazılı
rivayetleri toplu bir şekilde vermiş; Mecnun hakkında yazılmış fakat kaybolmuş eserlerden de söz
etmiştir (Yavuz, 2005: 58). Bu eser daha sonra Leyla ile Mecnun üzerine yazılan birçok esere de
kaynaklık etmiştir.
Leyla ile Mecnun hikâyesini gerçek manada kaleme alan şair ise Genceli Nizâmî’dir.
Nizâmî’nin eserine baktığımızda hikâyeye kendine has özellikler kattığını görürüz. Nizami’nin
kendisine kadar gelen rivayetlerdeki olaylarda ve şahıslarda bir seçme yaptığı; bazı şahıs isimlerini de değiştirdiği görülmektedir. Fakat asıl önemli değişiklik, Nizâmî’nin Arap menkıbelerinde
beşeri bir kıymeti olan aşka, ilahî/tasavvufî nitelik kazandırmış olmasıdır (Yavuz, 2005: 58). Türk
edebiyatındaki Leyla ile Mecnun hikâyeleri, esasen bu kaynaktan beslenirler. Türk Edebiyatında
Gülşehrî’nin, Âşık Paşa’nın, Ahmet Süheyli’nin Fuzuli’nin yazdıkları Leyla ile Mecnun mesnevilerinin her birinin kendine özgü bazı özellikleri bulunsa da, bütün hikâyelerdeki tasavvufî bakış
açısı Nizami’ye dayanır.
Şâhidî’nin Gülşen-i Uşşâk adlı eseri 6446 beyit ile Türk edebiyatında bu konuyu işleyen
en hacimli mesnevi durumundadır. Ali Şir Nevâi de, Leyla vü Mecnun adlı eserini 1484 yılında
yazar. Yine 15. yüzyılın sonunda Akşemseddinzâde Hamdullah Hamdi’nin yazdığı Leyla vü Mecnun mesnevisi (Yavuz, 2005: 61) de vardır. 16. yüzyıl Leyla ile Mecnun hikâyesinin büyük bir ilgi
gördüğü yüzyıldır. Daha yüzyılın ilk çeyreğinde bu hikâyeyi yazan beş şair vardır. Bunlar Bihişti,
Celîlî, Sevdâî, Hakîrî ve Ahmed Rıdvan’dır (Yavuz, 2005: 61). Fakat bu yüzyıl şairlerinden en
güzel Leyla ve Mecnun mesnevisinin Fuzûlî’ye ait olduğu su götürmez bir gerçektir. 17. yüzyılda
Leyla ile Mecnun konusunu işleyen şairler arasında Kafzâde Fâizî, Rifatî Abdülhay’ı, 18. yüzyılda Örfî, Andelib ve Şeyh Galib’i (Yavuz, 2005: 64) saymak mümkündür.
Görüldüğü üzere 15. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar Leyla ile Mecnun hikâyesinin Türk
edebiyatında çok büyük bir yeri vardır. Bu süreçte özellikle Fuzûlî’den sonra bugünün Türk edebiyatındaki Leyla ile Mecnun’unu ortaya koyan önemli bir gelişim ve değişim sürecinden bahsedebiliriz:
Kültür, dil ve edebiyat tarihimizde Leyla vü Mecnun hikâyesi Fuzûlî’ye bağlı olarak üç koldan
karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan birincisi araştırıcı ve yazarların doğrudan doğruya Fuzûlî’nin
Leyla vü Mecnun adlı eserini yeni yazıya aktararak, ilmî neşir yapmalarıdır. Necmeddin Halil
Onan bu şekildeki yayınların ilki ve öncüsü durumundadır. (…) İkinci olarak eserin aslı yanında,
nesir ile bugünkü Türkçede veren bilim adamları vardır. Bu şekildeki neşirlerin ilki Prof. Dr.
Hüseyin Ayan tarafından yapılmıştır. (…) Bu çalışmayı Prof. Dr. Muhammet Nur Doğan’ın hazırladığı Leyla ve Mecnun adlı eser takip eder. (…) Üçüncü olarak eseri şiir şeklinde veren Sezai
Karakoç ise, hikâyeyi serbest manzume olarak kaleme almıştır (Yavuz, 2005: 64-65).
453
Leyla ve Mecnun hikâyesini nesir olarak kaleme alan yazarlar da vardır. Bunlar; Süleyman Tevfik, Rusçuklu Ahmet Ağa, Reşat Nuri Güntekin, Vasfi Mahir Kocatürk, Aziz Nesin ve
İskender Pala’dır (Yavuz, 2005).
Arap edebiyatında doğan, doğu ve/veya Müslüman sözlü geleneği içinde aktarıla gelen
Leyla ile Mecnun hikâyesinin Türk edebiyatının hemen her döneminde ne kadar büyük bir etkiye
sahip olduğu ortadadır. Burada dikkat edilmesi gereken unsur, Türk edebiyatındaki birçok şairin
Nizâmî’yi örnek alması ve bunun etkisiyle hikâyeye tasavvufi bir nitelik kazandırmasıdır. Modern Türk şairlerinden Sezai Karakoç’ta da hem Nizâmî’den hem de Fuzûlî’den gelen bu tasavvufi etkinin izlerini sürmek mümkündür. Ancak tıpkı ataları gibi Sezai Karakoç’un da bu hikâyeye
yeni bazı anlamlar yüklediğini söyleyebiliriz.
1. Sezai Karakoç ve Leyla ile Mecnun
Sezai Karakoç’ta aşk, hiçbir zaman sadece aşkı temsil etmez; ondaki aşkın daima manevi ve tasavvufi bir boyutu vardır. Fakat “Karakoç, tasavvufun sembollere ve istiarelere dayalı, büyük sufilerce az çok müştereklik arz eden dilini kullanmaz. O, tevarüs ettiği geleneğin
imkânlarını yeniden ve çağın şartlarına göre değerlendirecek bir üst dil oluşturur. Bu dili anlamak
zordur. Çünkü mutasavvıf şairlerin eserlerini ortak kültüre dayalı sembol ve mazmun sistemine
göre yazmalarına karşılık, Karakoç kelimeleri şahsi ve soyut bir düzlemde kullanır” (Macit, 2005:
28). Bu nedenle ondaki tasavvufi aşk soyut imajlarla zenginleşir.
Osmanlı edebiyatının mesnevi geleneğinde çok büyük bir yeri olan Leyla ile Mecnun,
Batı etkisinde gelişen Türk edebiyatı içerisinde çok fazla yer bulamamıştır. Yeni Türkiye’nin
batılılaşma, modernleşme ve Doğu/İslam medeniyet dairesinden Batı uygarlığına yönelme gibi
problemleri içinde gelenekle sağlıklı ve derin ilişkilerin kurulamadığını düşünebiliriz. Ancak
1950’lerden sonraki süreçte hem Divan şiirine hem de geleneğin inanç ve kültür dünyasına
Türk edebiyatında önemli bir açılımın olduğu görülür. Özellikle Necip Fazıl Kısakürek ve Sezai Karakoç’un öncülük ettiği İslam medeniyetinin kaynaklarına ve temel bakış açısına yönelme
hareketi içinde Müslümanların karakterleri, algılayışları ve inançları ile yoğrulmuş menkıbeler,
hikâyeler yeni bir değer kazanmıştır.
Sezai Karakoç, tasavvur ettiği büyük İslam medeniyeti hamlesinin adını “Diriliş” koyar.
Onun Taha’nın Kitabı, Gül Muştusu ve Leyla ile Mecnun kitapları, geleneğin aşk anlayışının “diriliş” içindeki yerini işaret eder. Dolayısıyla onun Leyla ile Mecnun adlı uzun şiiri de medeniyet
tasavvurunun anahtarı olan “diriliş” imajı içinde/etrafında ele alınmalıdır.
Sezai Karakoç, geleneksel olanı yenileyebilmek gerektiğini savunur. Böylece gelenekten gelen Leyla ile Mecnun hikâyesini de yenileştirerek diriltir. Ayrıca Karakoç’un Mecnun’a
Fuzuli’den farklı olarak bir “misyon” yüklemesi de Mecnun’u, Allah aşkının dirilişi, İslamiyet’in
dirilişi, insanlığın dirilişi gibi düşüncelerinin temsilcisi olarak görmesinden ötürüdür. “Sezai
Karakoç’a göre insan, en yüce görev yaratığı, en bilinçli, en yetenekli misyon yükümlüsüdür. İlerdeki büyük sevinç için bugünün de çileyi omuzlayandır insan” (Özbay, 2006: 139). Dolayısıyla
Mecnun da hatta Leyla da bu düşüncenin somutlanmasıdır.
454
Sezai Karakoç’un Leyla ile Mecnun’unun geleneği hangi açılardan devam ettirdiğini,
hangi bakımlardan yenilediğini veya değiştirdiğini anlamak için gelenekteki bir Leyla ve Mecnun
hikâyesinin temel alınması gerektiği ortadadır. Biz bu çerçevede en çok bilindiğini, okunduğunu düşündüğümüz Fuzulî’nin Leyla vü Mecnun’unu esas aldık. Karakoç’un kurduğu hikâye ile
Fuzulî’nin hikâyesini “tahkiye” ve “mazmun” çerçevesinde karşılaştırıp değerlendireceğiz.
2. Tahkiye ve Şahıslar Bağlamında Leyla ile Mecnun:
Arap edebiyatında “Leyla ile Mecnun’un başından geçmiş gibi anlatılan hikâyelerin hemen hepsi, Mecnun el-Amiri’ye ait olan ya da ona nisbet edilen şiirlerde geçen küçük vak’aların
birtakım yorum ve ilavelerle bir dereceye kadar birbirine bağlanarak büyük bir hikâye hâline
getirilmesi sonucunda meydana çıkmış izlemini vermektedir.” (Durmuş, 2003: 159). Ayrıca Arap
edebiyatında bu hikâyeyi kimi şairlerin kıssa ve şiirlerle kimilerinin şiirlerin arasına mensur parçalar ekleyerek hikâye şeklinde yazdığını görürüz (Durmuş, 2003: 159). Türk edebiyatında ise
çalışmamızda üzerinde durduğumuz Fuzuli ve Sezai Karakoç’un Leyla ile Mecnun’u manzum
olarak yazılmıştır.
Fuzuli’nin Leyla ile Mecnun’u, her başlığı bir bölüm olarak kabul ettiğimizde, toplam 71
bölümden oluşur; fakat İlhan Genç’in7 yapı ve içerik bakımından yaptığı bölümleme giriş hariç on
yedi bölümdür. Biz karşılaştırmada bu tasnifi kullanacağız. Karakoç’un Leyla ile Mecnun’u ise bir
giriş ve dört ana bölümden oluşur. Karakoç’un şiirindeki bölümlemelerden de anlaşılacağı üzere
Karakoç, Fuzuli’nin Leyla ile Mecnun’unda olduğu gibi klasik edebiyatın nazım türlerini kullanmamış; modern edebi tür içinde geleneksel bir hikâyeye bağlı kalarak yeni ve uzun bir şiir meydana
getirmiştir. Bu çerçevede “Mecnun eski bir kahramandır, ama modern toplumların kahramanı olarak
yeni bir bağlamda durarak bir yandan eskiyi hatırlatır, bir yandan da yeni bir söylem ile yeni Mecnun
olur.” (Genç, 2009: 42).
Karakoç’un Leyla ile Mecnun şiiri “Yolların Getirdiği” adlı bir giriş bölümüyle başlar.
Daha giriş bölümünden başlayarak Karakoç; “hikâyeye ve onun şairine (…) şairane bir misyon
yüklemiştir (…) O, daha hikâyesinin girişinde gelenekçi bir yol izlememiş, tevhid, naat gibi şekle
ait olan klasik mesnevi bölümlerini kullanmamış, bunun yerine, sözgelimi tiyatro gibi batı kaynaklı bir türün sahne ve diyaloglarından yararlanmıştır.” (Genç, 2009: 67). Hatta Karakoç’un
şiirinde içerik olarak da, Fuzuli’nin mesnevisinde yer verdiği birçok bölüme yer vermeyişi, hem
bu hikâyeyi taklitten ziyade diriltmek için yazdığının hem de şairler arasındaki hikâyeyi algılayış,
hikâyeye yükledikleri anlam ve yaşadıkları çağ farkının bir göstergesidir.
Karakoç, şiirine “Doğum” adlı birinci bölümle başlar. Bu bölümün klasik Leyla ile Mecnun hikâyesinden en önemli farkı Leyla’nın doğum sahnesidir. Karakoç, Leyla’nın doğumunu
-tahkiye üslubundan uzak- bahara benzeterek dört alt bölümde detaylı bir şekilde anlatır. Şairin bu
bölüme yer vermesini, Leyla’nın da yüklendiği misyonu önemseyerek onun da aşk mertebesinde
7 İlhan Genç, Leyla ile Mecnun’un İki Şairi Fuzuli ve Sezai Karakoç, İstanbul, 2009.
455
yükselecek, maşuk olmanın yanı sıra âşık da olabilecek bir karakter olduğunu göstermek isteğinin
bir başlangıcı olarak değerlendirebiliriz. “Fuzuli’nin tahkiye üslubu içinde ve çok genel olarak
hikâye ettiği Mecnun’un doğumunu işlemesi, Leyla’nın doğumuna ise yer vermemesinin aksine,
Karakoç hikâyesinin kahramanları olan hem Leyla hem Mecnun’u birer ‘misyon’ insanı olarak
göstermek arzusundadır ve bu nedenle onların doğumlarını çok yüksek bir edebi üslupla tasvir
etmiştir. Ancak şair, klasik tahkiye kurallarına bağımlı değildir; bir andaki yoğun çağrışımlarla
hâl ve geçmiş terkip edilmiştir” (Genç, 2009: 83).
“İkiz Alınyazısı” adlı ikinci bölümde Karakoç, yine klasik Leyla ile Mecnun hikâyesinden
farklı bir yol izler. Örneğin Fuzuli Leyla ile Mecnun’un yetişmelerini, okul yıllarını çok genel
anlatırken, Karakoç “önce Leyla ile Mecnun’un yetişmelerini, çöl hayatının gereğine uygun bir
şekilde hikâye etmiş, çeşitli göndermeler ve uzak çağrışımlarla sağladığı anlam yoğunluğuyla
işledikten sonra da onların okulda ve ‘çöl okulu’nda ne okuduklarına ayrıntılı bir şekilde değinmiş,
çöl toplumunun önemsediği değerleri kazandıklarını ima etmiştir.” (Genç, 2009: 97). Bu da yine
şairin bu iki aşığa yüklediği “misyon”la alakalı bir durumdur.
Leyla’nın istendiği bölümde Fuzuli ile yer yer benzerlik olmasına rağmen bu bölümü
Karakoç, Fuzuli’den farklı bir şekilde “ülküsel” olarak ele alır. Mecnun’un babasının ret cevabı
alması sahnesinde; “oğluna hayat vermek için gelen, fakat ona ölümü götüren olaylara karşı kan
dökemeyen ‘barışçı ve bilge’ bir babanın düştüğü ümitsizlik ve çatışma anını tahlil etmiş, bir
babanın oğlunu kurtaramayışı sahnesini ‘insanlık ülküsüyle’ yücelterek çağdaş insanlığın hâline
çağrışımlar yapmıştır, adeta Mecnun insanlığı temsil etmektedir ve ‘diri diri’ gömülmektedir”
(Genç, 2009: 131).
Aynı bölümün içerisinde Karakoç, Fuzuli’de olduğu gibi Mecnun’un babası tarafından
Kâbe’ye götürülmesi motifini kullanmamış, onun yerine “Karabasan” şiiriyle “Mecnun’un yaşadığı çileyi kendi çağının yorumu ile tahlil etmiştir.” (Genç, 2009: 141). Karakoç, İbn’i Selam’dan
açık bir şekilde bahsetmez. Leyla’nın yaşadığı ikilemi anlatırken Mecnun’a bağlı olduğu hissini
verir. Dolayısıyla yine Karakoç “Fuzuli’nin Leyla ile Mecnun’unda görüldüğü gibi doğrudan
doğruya Leyla’nın çektiği çileleri somut olay örgüleriyle hikâye etmemiş, fakat ruh dünyasında
çekilen bu çileleri yoğun ve oldukça kapalı imgelere dayalı bir üslupla tasvir etmiştir.” (Genç,
2009: 161). Karakoç yine farklı olarak Nevfel’in anlatıldığı kısımda bir “devlet” sorgulaması
yapar:
Çölün de kendine mahsus Devlet’i vardır
Adeta kabilelerden biri hükümdardır
Bu devlet elbet ne benzer bildiğimiz Devlete
Ne federatif ne konfederatif bir hükümete (Karakoç, 2012: 51)
Mısralarıyla devam eden bölümde sosyolojik bir inceleme yapar. Ayrıca Fuzuli’nin
hikâyesindeki Nevfel, âşıkları kavuşturmak için savaşan bir kahramanken Karakoç’ta “Kays’ın
kabilesi ve Leyla’nın kabilesi arasında başlayacak yeni bir kavgayı önlemek üzere, kendisine
456
başvurulan bir barış adamı misyonuyla ve bir çare bulmak için söz veren kahraman portresiyle tasvir edilmiştir.” (Genç, 2009: 175). Burada Karakoç, Mecnun’a da Nevfel’in danışmanlığı
misyonunu yükleyerek olaylara duygusallıktan ziyade fikri bir zemin hazırlamak ister. Mecnun,
Nevfel’i yönlendiren bir kişi olarak karşımıza çıkar. Nevfel’e sözünü dinletemediğini gördükten
sonra ise Mecnun –babasının da isteğiyle- Kabe’ye gider ve savaşın bitmesi için dua ederek savaşın sonlanmasını sağlar. “O, Fuzuli’den farklı olarak, Mecnun’a ‘insanlık ülküsü’ gibi yüksek
bir misyon yüklemiş, Mecnun Kabe’de babasıyla diz çöküp ağlayarak insanlık için, boşa dökülen
kanlar için ve bir hiç uğruna devrilen ‘arslanlar’ için dua etmiş, duası kabul edilerek Leyla ve
Mecnun’un kabileleri arasındaki savaş da sona ermiştir.” (Genç, 2009: 183). Yani Fuzuli’de kendisi için Kâbe’ye giden Mecnun, Karakoç’ta insanlık için gider.
“Çölde Kurtarışlar Dönüşür Kurtuluşa” adlı üçüncü bölüm, Mecnun’un çöldeki hayatını
anlatan sekiz alt bölümden oluşur. Şair, buradaki Giriş bölümünde verdiği dört şiirden ilkiyle
modern bir nesip (Genç, 2009: 192), ikinci şiiriyle de sebeb-i telif (Genç, 2009: 195) hazırlar.
Üçüncü şiirinde Leyla ile Mecnun şiirini yazmasından ötürü kendisine yapılacak eleştirilerin savunmasını yaparken dördüncü şiirle tekrar hikâyeyi anlatmaya döneceğinin haberini verir.
Mecnun yine çöl hayatındadır, fakat “Fuzuli’nin tasvir ettiği çölde yalnız başına ve hayvanlarla dolaşarak yaşayan, pasif ve muzdarip bir Mecnun yerine; yine çölde yaşayan, ancak faal
bir Mecnun portresi çizmiş, hatta Mecnun’u ‘Barış Uygarlığının Mimarı’ olarak tasvir etmiştir.”
(Genç, 2009: 211). Yani Karakoç, yine Mecnun’a bir misyon yükler. Çölde yolunu yitirmişlere
kılavuzluk eder, hayvanlar arasında dostluğun kurulmasını sağlar, köle sahiplerinin vicdana gelmesine vesile olur. Zamanla da hizmet aşığı olur. Bölümün sonunda “Leyla Köşesi” şiiriyle şair,
âşıkları manevi bir şekilde Tanrı katında buluşturur.
“Ölüm ve Ötesi: Ebedi Diriliş” adlı son bölümde şair, Leyla ile Mecnun’unun ölümünü ve
ışığa dönüşmesini anlatır. Bu bölümün Fuzuli’nin Leyla ile Mecnun’undan en önemli farkı, şairin
önce Mecnun’un ölümünü ve ışığa dönüşmesini anlatmasıdır. Fuzuli’de önce Leyla, onun hemen
ardından Mecnun, Leyla’nın mezarı başında vefat eder. Karakoç ise Mecnun’un Leyla’dan önce,
Leyla’nın da Mecnun’dan çok kısa bir süre sonra öldüğünü anlatır. Aslında onların ölümü de
ölüm değil “diriliş”tir; onlar ölmemiş, sonsuzlukla barışmış ve ölüm maskesi takınarak ışığa dönüşmüşlerdir. Sonuçta; “her iki eserde de nihai hedef, insanın bu dünya ile ilgili her türlü alakadan
soyutlanarak bir’e ulaşmasıdır. ‘Kervan’ şiirinde anlattığı, İslam’ın tevhit inancına ve sufilerin
geliştirdiği vahdetivücut anlayışına dayanır. Karakoç’un eserinin sonunda, Leyla ve Mecnun birer
ışığa dönüşür ve iki ışık gökte birbirine kavuşur. Bu bölüm, Fuzuli’nin mesnevisindeki Zeyd’in
Leyla ile Mecnun’u rüyasında görmesi motifine tekabül eder.” (Macit, 2005: 33).
Karakoç’un, birçok bölümde Fuzuli’den farklı bir yol izlemesi hikâyenin şahıs kadrosunu da etkilemiştir. Karakoç, kimi bölümlerde kendi hikâyesini anlatmış, kimi bölümlerdeki
hikâyeleri değiştirmiş ya da atlamış, dolayısıyla Fuzuli’nin Leyla ile Mecnun’uyla Karakoç’unki
arasında bir de şahıs kadrosu farkı ortaya çıkmıştır. İki şairin Leyla ile Mecnun hikâyelerindeki
kişileri şöyle şemalaştırabiliriz:
457
Karakoç
Fuzuli
Mecnun
Mecnun
Leyla
Leyla
Mecnun’un babası
Mecnun’un babası
Mecnun’un annesi
Mecnun’un annesi
Leyla’nın babası
Leyla’nın babası
Nevfel
Nevfel
Yolcu
_______
Bir Yer Yaratığı
_______
Bir Gök Yaratığı
_______
Köle sahibi
_______
Köle
_______
Rahip
_______
_______
İbn-i Selam
_______
Zeyd
_______
Ceylan avcısı
_______
Nevfel’in askeri
_______
Zavallı ihtiyar
_______
Ağıtçı kadın
_______
Tarih yazıcısı
Fuzuli genel olarak diyaloglara yer verirken Karakoç tahkiye üslubunu daha fazla kullanmıştır; Fuzuli, klasik mesnevi tertibine bağlı kalarak hikâyesini oluştururken Karakoç bu geleneği
doğrudan doğruya kullanmamış, modern çağın türlerini kullanarak özellikle bir tiyatro sahnesi
oluşturmaya çalışmıştır, diyebiliriz.
3. Mazmun Bağlamında Leyla ile Mecnun:
İki şairin yaşadığı dönem ve hikâyeye yükledikleri anlam farkı mazmunları nasıl ve
nerede kullandıklarını da etkiler. Sadece beşeri aşktan ilahi aşka ulaşma yolunda olan bir aşığı
anlatan Fuzuli’nin kullandığı mazmunları, Karakoç, kimi yerde daha toplumsal, kimi yerde daha
tasavvui, kimi yer de ise daha beşeri olarak kullanır; kimi mazmunlara ise yer vermediği görülür.
Şiirlerde geçen bazı mazmunları şu şekilde değerlendirmek mümkündür:
Mecnun:
Mecnun, Arap edebiyatında ortaya çıkan hikâyede bir kıza âşık olan bir gençtir. Türk edebiyatında ise hikâyenin tasavvufi bir boyut kazanmasından ötürü Mecnun, aşk basamaklarını birer birer
çıkarak Allah’a ulaşan bir deliye/aşığa dönüşür. Bu bakımdan Fuzuli’nin Mecnun’u, Leyla’ya
olan aşkıyla terbiye olup ilahi aşka ulaşır. Burada Mecnun sadece kendi aşkıyla yoğrulan, aşkının
cefalarını çeken ve mutlak sona ulaşan “bireysel” bir nitelik taşır. İlahi aşkın, çölün, deliliğin, cefanın, birliğin sembolüdür. Karakoç’un Mecnun’u ise daha toplumsal “misyon”u olan bir kılavuz
âşıktır. O, bir taraftan kendi aşkının cefasını çekerken bir taraftan da insanlık için mücadele eder;
“son derece aktiftir; medeniyet problemi yaşar, çok yüksek bir tarih bilinci ile dünyayı yönetmeye
taliptir. İnsani değerlerle yüklü, bu değerleri yayan bir misyon yüklenmiştir.” (Genç, 2009: 336).
Leyla’nın kabilesiyle Nevfel’in savaşının bitmesi için Kâbe’ye gidip dua etmesi, çölde köle sahibiyle arasında geçen diyalog, rahiple yaptığı konuşma bunun en açık örnekleridir. Dolayısıyla
458
Karakoç’un Mecnun’u ilahi aşkın, çölün, deliliğin, cefanın sembolü olmakla birlikte insanlığın,
medeniyetin, tarihin ve “diriliş”in de sembolüdür.
İki şairin en önemli benzerliği Mecnun’un çöllere düşmesindedir. Fuzuli’nin Mecnun’u;
“aşkının sosyal baskı sebebiyle sekteye uğramasından sonra, evini terk ederek çöllere düşer ve bu
suretle de sosyal yaşamdan uzaklaşır. Böylece toplum kurallarının onun için bir önemi kalmaz. Onda
ne melâmet korkusu ne de aşkını gizleme gayreti vardır. Bu da Mecnun’un beşeri boyutta başlayan
aşkının, daha deruni bir boyuta geçmesini ve bu suretle de hakikate ulaşmasını sağlar.” (Akdemir,
2009: 12). Aynı cesaret, aynı aşk hâlleri Karakoç’un Mecnun’unda da görülür. Fakat Karakoç’un
Mecnun’u çöle düştükten sonra pasif bir âşık yerine aktif, çöl hayatında etkili bir âşık olur.
Leyla:
Leyla, gecedir; karanlıktır ve Leyla bir sonun başlangıcıdır. Leyla, sona ulaşmada bir
yoldur. İki hikâyede de bunu hissederiz. Fakat Karakoç’un Leyla’sı biraz daha farklıdır. Karakoç,
Leyla’yı daha fazla önemser. Bu nedenle hikâyesine Leyla’nın doğumuyla başlar. Oysa “Fuzuli,
Leyla’nın doğumunu söz konusu etmemiştir. Leyla, ancak okulda başlayan aşkın taralarından
biri olması bakımından olay örgüsüne dâhil olabilmiştir. Bu, şuna işaret eder: Leyla, aşk yolunda ilerleyebilmek için varlığı gerekli olan ‘isti’dad’a sahip değildir. Zira sahip olmuş olsaydı,
Mecnun’la ilgili söz konusu edilen şeylerin benzer şekilde onun için de söz konusu edilmesi
gerekirdi. Böylece Leyla ile Mecnun arasındaki fark, mesnevinin daha başındayken ortaya konulmuş olur.” (Akdemir, 2009: 5). Karakoç, Leyla ile Mecnun arasında bu tarz bir farkı sadece
Leyla’nın aşkını çok fazla anlatmayarak ortaya koyar. Leyla’yı önemser ve doğumu üzerinde
fazlaca durur ama gerçek aşk yine de Mecnun’un aşkıdır. Çünkü Mecnun, toplumsal baskıyı hiçe
sayarak aşkını tercih etmiş, çöllere düşmüş ve aşkını yaşamıştır. Fakat Leyla, toplumsal baskı sebebiyle aklını kullanarak hareket etmiş, onun hayatını aşkı değil, aklı yönlendirmiştir. Bu nedenle
Karakoç için de anlatılması gereken aşk Mecnun’un aşkıdır. Karakoç, Leyla’yı sadece doğumunu
anlatırken yüceltir. Leyla’nın doğumu “baharın gelişi”, doğanın dirilişidir. Mecnun’un yaşadığı
değişim sürecinde Leyla’nın da beşeri bir âşık olarak kalmayıp değiştiği bir gerçektir fakat genel
olarak, iki hikâyede de Leyla’nın Mecnun karşısında eksik bir âşık olarak kaldığını söyleyebiliriz. Çünkü “Mecnun, insanlardan uzak, toplumdan kopuk bir hayata yönelmiş, Leyla ise toplum
içinde yaşamaya devam etmiştir. Mecnun için melâmet korkusu söz konusu olmamışken bu korku, Leyla’nın tüm tercih ve davranışlarında belirleyici olmuştur. Mecnun’da aşk, Leyla’da ise
akıl galip gelmiştir. Leyla ile Mecnun arasında ortaya çıkan bütün farklılıklar ise dolaylı olarak
Leyla’daki ‘isti’dad eksikliği’ne bağlanmıştır. Söz konusu eksiklik ise onun ‘tamam bir âşık’
olmasına olanak vermemiştir.” (Akdemir, 2009: 22).
Diriliş:
“Diriliş”i, Karakoç’un İslam medeniyeti tasavvurunun merkezî mazmunu olarak kabul
edebiliriz. Elbette Fuzuli’de böyle bir mazmuna rastlamak mümkün değildir. Karakoç’un her şiirinde ifade etmeye dikkat ettiği “diriliş” imajı Leyla ile Mecnun’da da yoğun bir şekilde karşımıza çıkar. Leyla’nın doğumu ve bu doğumun bahara benzetilmesi dirilişin ilk örneğidir: “Gelirsin
459
her baharda/Bir diriliş gibi ölü dünyaya” (Karakoç, 2012: 16). Bahar, tabiatın dirilişi, Leyla ise
Kays’ın dirilişidir.
Mecnun’un çöle düşüp çektiği çileleri anlattığı “Karabasan” şiirinde geçen “Derken bakır kapak kalkıyor üstlerinden/Ölüler diriliyor otlar göğeriyor yeniden/Bir bahar bastırıyor yeşil
patlıyor ovalar ve tepelerde/Yalnız iki kuru ağaç kalıyor tam orta yerde/… Her şey kendini onlara
çevirir onlara ekler/Kurumuşlar fakat yalnız onlardan bekler/Canlanıp dirilmeyi geçmiş zamanlar
ve gelecekler” (Karakoç, 2012: 46-47). Şair, baharın gelişiyle tabiatın dirilişini anlatırken ortada
bıraktığı iki kuru ağaç, Leyla ile Mecnun’dur. Bütün tabiat ve geçmiş zamanlar ve gelecekler
onların “diriliş”ini bekler.
Leyla’nın durumunu anlattığı “Yıldız Falı” şiirinde şair: “Sanki ruh kıldan ince kılıçlarla
kıyıla kıyıla/Duyurmadan derinleşen kazmalarla kazıla kazıla/Aklın düşün uyum ve uyumsuzluğun ilerisine/Ulaşılmış son anlama daha da ötesine/Vücut paylaşılmış yıldızlar arasında/Bir avuç
ışık gibi ateşten kızlar arasında/Her şey ölümsüz bir dirilikten doğma” (Karakoç, 2012: 48-49)
dizeleriyle, Leyla’nın ruhunun çektiği çilelerden sonra sonsuzluğa ulaştığını, “beka”yı bulduğunu
özellikle de “ölümsüz bir dirilikten doğma” ifadelerinde gizler.
Şair “Mecnun ile Rahip” şiirindeki diriliş düşüncesiyle doğrudan Hz. Muhammed’e
gönderme yapar. “Rahip dedi bekliyorum / parmağıyla ayı / İkiye bölecek olanı / Göklere yükselip / Cenneti cehennemi bilip / Dönecek olanı / Kıyamet saatinin/ Tiktaklarını /Kulaklara / İşittirecek olanı/Bekliyorum ölüler diyarının/Diriliş anahtarını” (Karakoç, 2012: 83-84). Diriliş anahtarı
Hz. Muhammed’dir. İslamiyet de bu anahtarla dirilecektir. İslamiyetin dirilişinden sonra Leyla ile
Mecnun’un dirilişine gönderme yapar. Hz. Muhammed’in ümmeti, şairleri Mecnun’un saf aşkını
örnek göstereceklerdir: “ Umutsuz gönüllerin önüne/Onlarla örülmüş ruhlara/Diriliş sunup can
verecekler/Sen aşk alevisin/Hayat kılıcısın” (Karakoç, 2012: 86) diyerek Mecnun’un ve aşkının
İslam medeniyeti dairesinde dirileceğini ve dilden dile dolaşacağını söyler.
Şairin son diriliş göndermesi Leyla ile Mecnun’un ölümü üzerinedir. Fuzuli’de bir mezar
başında geçen olay ve Leyla ile Mecnun’un kabre girişi Karakoç’ta dirilişe dönüşür. “Anlatacaktım ölümlerini bir sonbahar eşliğinde/Bir kış güneşliğinde/Fakat baktım bu ölüm değil diriliştir.”
(Karakoç, 2012: 97). O, âşıkları kabre mahkûm etmez; onları ışığa dönüştürerek adeta gökyüzünde diriltir ve arşta özgür kılar.
Çöl:
Çöl, iki hikâyede de asıl mekândır; fakat çölü mekândan çok Mecnun’un varlık ve yokluk
sembolü olarak değerlendirmek gerekir. Çöl, Mecnun’un toplumsal olarak yok olmasının, ilahi
olarak ise gerçek varlığı bulmasının sembolüdür. Mecnun, bir nevi çölün oğlu olmuş, toplumun
baskısından çöl tarafından korunmuştur. Çöl, zorluktur, çöl yokluktur, çöl karanlıktır. Fakat
çöl Mecnun’un özgürlüğü, Leyla ile birliği ve aşk kucağıdır. Hatta Karakoç’ta çöl, Mecnun’un
460
dirilişidir. Çöl “Karakoç’un şiirlerinde, özgürlüğün ve sonsuzluğa kanat açışın bir simgesidir.”
(Macit, 2005: 33).
Sonuç
Leyla ile Mecnun hikâyesi, Arap kültürü ve edebiyatında filizlenip Fars ve Türk edebiyatında daha hızlı bir gelişim göstermiştir. Arap edebiyatında iki gencin aşkını işleyen hikâye, Türk
edebiyatında beşeriyetten tasavvufa doğru ilerleyen bir boyut kazanmış, bu bağlamda Fuzuli’nin
yazdığı Leyla ile Mecnun mesnevisi de, en başarılı Leyla ile Mecnun olarak kabul edilmiştir.
Birçok şairin yazdığı Leyla ile Mecnun hikâyesinde Fuzuli’yi örnek aldıkları da aşikârdır. Sezai
Karakoç da bunlardan biridir. Gelenekten beslenen ve geleneği yenileyerek diriltmeye çalışan
Karakoç, Leyla ile Mecnun şiirinde birçok şair gibi Fuzuli’yi örnek almakla birlikte şiirine birçok
yenilik getirmiştir. Yapı, içerik ve mazmun bağlamında görülen bu yenilikler, okuyucunun Leyla
ile Mecnun hikâyesine farklı açılardan bakmasını sağlamıştır. Karakoç, şiirinde klasik edebi türlerden ziyade yaşadığı çağa uygun olarak modern bir anlatımı seçmiştir. Bunun yanı sıra Karakoç,
hikâyenin içeriğinde de birçok değişiklikler yaparak, farklı ve daha soyut mazmunlar kullanarak
Fuzuli’yi taklit etmek yerine yeni bir Leyla ile Mecnun yazmak istemiştir. Fuzuli gibi Karakoç da
şiirine tasavvufi bir boyut yüklemiş; fakat Fuzuli’den farklı olarak Leyla ile Mecnun’u misyon
ve ülkü sahibi aşıklara dönüştürmüştür. Esasen Karakoç’un temel mazmunlarından biri olan “diriliş” de bu anlamları içermektedir. Şair, hikâyeye iki aşığın beşeri aşktan ilahi aşka ulaşmasını
anlatmanın yanı sıra İslamiyet’in dirilişi, aşkın dirilişi, insanlığın dirilişi, tabiatın dirilişi ve medeniyetin dirilişi gibi düşünceleri de vurgulamaya çalışan bir misyon yüklemiştir. Dirilişi bekleyen
Karakoç, hem hikâyeyi, hem İslamiyeti hem de medeniyeti diriltme çabasıyla kullandığı yeni
yapı ve içerikle çağının dikkate değer bir Leyla ile Mecnun’unu yazmıştır.
Kaynakça
Akdemir, Ayşegül (2009). : “Eksik Bir Aşık: Leyla”, Turkish Studies İnternational Periodical Fort
he Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 4, 7 Fall
Durmuş, İsmail (2003). “Leyla ve Mecnun Maddesi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,
C. 27, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları
Genç, İlhan (2009). Leyla ile Mecnun’un İki Şairi Fuzuli ve Sezai Karakoç. İstanbul: Şule Yayınları
Karakoç, Sezai (2012): Leyla ile Mecnun -Şiirler VII-. İstanbul: Diriliş Yayınları
Macit, Muhsin (2005): Gelenekten Geleceğe Modern Türk Şiirinde Geleneğin İzleri,
İstanbul: Kapı Yayınları
Özbay, Mahmut (2006). “Diriliş Düşüncesinde Medeniyet Anlayışı”, Kahramanmaraş’ta Sezai
Karakoç’la Kırk Saat Sempozyum Sunumları. Kahramanmaraş
Yavuz, Kemal (2005). “Leyla ile Mecnun Hikâyesinin Edebiyattaki Yeri”, Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, C. 2, S. 4
461