TAKDİM
Günümüzde insanın yaşama en iyi şekilde tutunabilmesinin
temellerinden birini eğitim oluşturmaktadır. Cehaletin toplumları ne hale
getirdiğine hepimiz bizzat tanık oluyor ve insanların esaretten kurtulmasının
cehaletten kurtulmasına bağlı olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Teknolojinin
etkisiyle globalleşen, sınırları ortadan kalkmak üzere olan, savaşların asker
gücüyle değil bilginin gücüyle yapıldığı bir dönemdeyiz. Bu noktada da
bilginin, kültürün, teknolojinin gücünü hayatımızın her safhasında
hissediyoruz. Bunun yanında gelişmiş milletlerin, geleceğe bu şekilde bilgi ve
teknoloji gücüyle giderken bir şeyi de asla göz ardı etmediklerini görmekteyiz:
Geleneklerine sıkı sıkı sarılmak.
Son yıllarda bizler de atağa kalkmış, dünyada adı başarılarla sıkça
telaffuz edilen, bulunduğu önemli coğrafyada liderlik rolünü üstlenmiş,
üniversiteleri gelişmiş, gençleri yarınlara daha güvenle bakan demokratik bir
Türkiye’ye doğru hızla yol almaktayız. Bu süreçte geleceğini sağlam temellere
oturtmaya çalışan Türkiye; geleneklerine sahip çıkan, kültürel mirasını
koruyan, geçmişinin güzelliklerini gelecekle kaynaştıran bir anlayışı da artık
daha fazla benimsemektedir. Temsilcisi çok fazla kalmadığı için yok olma
noktasına gelmiş olan birçok sanatın yaşatılması adına çalışmalar hız
kazanmıştır. Birçok geleneğin yeniden hayata geçirilmesi adına, elini taşın
altına koyan insan ve kurum sayısı da gün geçtikçe artmaktatır.
Biz de Tokat Belediyesi olarak hizmet anlayışımız gereği; geleneğin
güzelliklerinin
geleceğin
aydınlığıyla
harmanlanması,
kültürel
güzelliklerimizin, gelenek- göreneklerimizin, edebiyatımızın, tarihimizin ve
sanatımızın yaşaması adına yoğun çaba harcamaktayız. Bu bağlamda
hazırlanmış olan projelere de imkânlar dâhilinde destek olmaya çalışıyoruz.
Tokat âşıklık geleneği ve bu geleneğin çok değerli bir icracısı olan Âşık
1
Selmani’yi tanıtan bu eserin, belediyemiz desteğiyle okuyucuyla buluşması bir
proje olarak önümüze geldiğinde biz bunu sevinerek sahiplendik. Zira Tokat,
Evliya Çelebi’nin tabiriyle “Âlimlerin toplandığı yer, fazılların kaynağı ve
şairlerin şehridir.”. Tokat’ın yüzyıllar boyunca yetiştirdiği büyük kişiliklerin
içinde çok değerli şair ve âlim yer almıştır. Günümüzde bu şairler diyarında
görev yapan yöneticiler olarak bizim; şiiri, şairi ve âlimi korumak gibi tarihten
gelen bir vazifemiz vardır. Evliya Çelebi’nin şairler yurdu olarak tanımladığı
Tokat’taki bu şairlerin büyük çoğunluğunu da; diyar diyar gezip sazlarıyla
şiirler söyleyen, türküler okuyan halk âşıkları oluşturmaktadır. Bu yönüyle
Tokat, geçmişten günümüze kadar gelen âşıklık geleneğinin Türkiye’de en
canlı yaşatıldığı yerlerden biri olarak büyük önem arz etmektedir. Bu eserde
Tokat âşıklık geleneği ve geleneğin Tokat’taki son temsilcilerinden biri olan,
Tokat âşık şiirinin yaşayan çınarı diyebileceğimiz Âşık Selmani, hemen her
yönüyle tanıtılmıştır. Bu eserle birlikte, Selmani’nin şiirlerinin gelecek nesillere
bir kültür mirası olarak kalması sağlanmış olacaktır. Türk halk edebiyatının ve
Alevi- Bektaşi geleneğinin önemli âşıklarından olan Selmani, şiirlerinde verdiği
mesajlarla da batılın değil hakkın, ayrımcılığın değil birlik beraberliğin,
kavganın değil sevginin, savaşın değil barışın, öfkenin değil tebessümün,
tembelliğin değil inançla çalışmanın, kötülüklerin değil güzelliklerin kısaca
özlediğimiz Türkiye’nin resmini önümüze koymuştur. Bizler de Selmani’nin
ifadeleriyle “İnsanları bir göz ile görerek”, kimseyi ayırmadan,
ötekileştirmeden, kamplara bölmeden, Yunusça bir sevgi anlayışıyla
hizmetlerimizi yapıyoruz ve yapmaya devam edeceğiz. Tokat Belediye Başkanı
olarak bu kitapla, temeli kültür olan bir şehrin mirasına sahip çıkmanın ve bu
mirasın büyümesine vesile olmanın mutluluğu içindeyim.
Bu kitap vasıtasıyla da Tokat’ımızın kültür çınarlarından olan Âşık
Selmani’ye uzun ve sağlıklı ömürler diliyorum. Büyük bir özveriyle bu eseri
hazırlayarak Tokat âşıklık geleneğimizi ve bu geleneğin 20. Yüzyıldaki büyük
sanatçılarından olan Âşık Selmani’yi bizlere tanıtan, güzel Tokat’ımızın kültür
mirasına katkıda bulunan ve bizlerin de bu eserle bu mirasta pay sahibi
olmasını sağlayan genç eğitimci Muhammed AVŞAR’a şükranlarımı
sunuyorum.
Doç. Dr. Adnan ÇİÇEK
Tokat Belediye Başkanı
2
ÖN SÖZ
Âşık edebiyatı, Türk kültür ve edebiyatı içerisinde, kaynağını Orta
Asya ozan- baksı geleneğinden almış; ancak İslamiyet’le beslendikten sonra
ozan- baksı geleneğinden farklılaşarak İslamiyet, Osmanlı ve Anadolu kültür
potasında şekillenip yeni bir biçim ve öz kazanmıştır. Ozan- baksı geleneğinin
İslamiyet’ten sonra tasavvufi düşünce ve yaşayış tarzıyla birleşmesinden yeni
bir âşık şair tipi doğmuştur. Araştırmacılar tarafından başlangıcı 16. yüzyıl
olarak kabul edilen âşık edebiyatı, birçok yönden Türk şiirinin ilk ürünleriyle
benzeşse de kendi üslubunu, mazmunlarını, konularını oluşturmayı bilmiştir.
Bu dönemle birlikte ozanın yerini âşık, kopuzun yerini ise saz almıştır. 16.
yüzyılda başlayan gelenek günümüzde hâlâ etkisini sürdürmektedir.
Bu geleneğin teşekkülünden bugüne kadar önemli temsilciler
yetiştirdiği muhitlerden biri de Tokat’tır. İlk örneklerini 16. yy’ da Kul
Himmet’te bulduğumuz Tokat âşıklık geleneği 17. ve 18. yüzyıllarda nicelik ve
nitelik olarak güçlü değildir. Geleneğin Tokat’ta en canlı olduğu dönem 19.
yüzyıldır. Erzurumlu Emrah’ın Tokat’a gelmesi gelenek açısından en önemli
noktadır. Âşık edebiyatı içinde “kol” oluşturabilmiş sayılı âşıklardan olan
Emrah; Tokatlı Nuri ve Gedai’yi yetiştirmiş, Tokatlı Nuri de Ceyhuni’yi
yetiştirmiştir. Ceyhuni’nin yetiştirdiği çıraklarla birlikte Emrah Kolu
genişlemiş, gelenek içinde Tokat’ın önemli âşık şehirlerinden olmasını
sağlamıştır. 20. yüzyılda ise Tokat’ta Püryani, Kul Semai, Selmani, İmamoğlu
gibi âşıklar yetişmiştir.
Şiirlerini inceleyip araştırdığımız Âşık Selmani de 20. yüzyılın önemli
âşıkları arasında sayılan, manevi olarak büyük Alevi âşıklarına bağlı olan
ancak üzerinde araştırma yapılmamış, hakkında bilgilerin kısıtlı olduğu bir
âşıktır. Selmani, âşıkların bir araya geldiği ve âşıkların er meydanı sayılan
Konya Âşıklar Bayramı’na yarışmacı olarak katıldığı yedi yıl (1967- 1973)
boyunca her yıl mutlaka birincilik almıştır. Selmani, o dönemde hakkında
ulusal düzeyde birçok haber yapılmış, yazılar yazılmış, 90’lı yıllarda ise âşıklık
geleneği üzerine yapılan bir belgeselde kendisine yer verilmiş gelenek içinde
önemli sayılan, saygı duyulan bir sanatçıdır.
Tüm bunlara rağmen Selmani hakkındaki incelemelerin ve bilgilerin
sınırlı kalması, “Âşık Selmani’nin gelenek içindeki yeri nedir, sanatçı kişiliği
nasıldır, neden hakkındaki bilgiler ve incelemeler zayıf kalmıştır” vb.
sorularının bizde uyandırdığı merak bu eserin dayanak noktasını
oluşturmuştur. Bu eser, Gazi Üniversitesinde bir yüksek lisans tezi olarak
3
çalışılmış olup Tokat Belediyesinin katkıları ve değerli hocalarımızın da
teşvikleriyle tarafımızca kitap haline getirilmiştir. Kitap haline getirilirken de
kimi eksikler giderilmiş ve eser biraz daha geliştirilmiştir.
Böyle bir eser ortaya koymadaki temel amacımız; Âşık Selmani’yi
yaşadığı çevre ve bulunduğu gelenek içinde tanımak ve tanıtmak, Türk kültür
ve edebiyatı içerisinde yer edineceğini düşündüğümüz şiirlerinin unutulup
gitmesini engelleyerek Türk kültürüne, mirasına ve 20. yüzyıl Türk halk şiirine
katkıda bulunmaktır. Belirttiğimiz amaçlara ulaşma adına eserimizi “Giriş”,
“Sonuç” ve “Ekler” dışında 5 bölüme ayırarak meydana getirdik:
Giriş bölümünde, Âşık Selmani’nin kimliği, hayatı, aldığı ödüller,
hakkındaki araştırmalar üzerinde durduk.
Birinci bölümde öncelikle, Âşık Selmani’nin sanatçı kişiliğindeki
etkisini görmek ve Selmani öncesini tanımak ve tanıtmak adına Tokat âşıklık
geleneğinin geçmişini ve bugününü değerlendirdik. Bu değerlendirmenin
ardından Selmani’nin sanatçı kişiliğini hazırlayan manevi ve sazlı- sözlü
ortamlardan; Âşık edebiyatında sanatçı kişiliğin oluşumuna etki eden ustaçırak ilişkisi, rüya, bade içme, saz çalma, mahlas alma geleneklerinden ve
bunların Selmani’ye olan etkisinden; Selmani’nin üstatlığından ve başka
âşıklar tarafından bilinip tanınmasından bahsettik.
İkinci bölümde, Âşık Selmani’nin şiirlerinde biçimsel özellikler
üzerinde durduk. Selmani’nin şiirlerindeki ölçü, uyak, redif, kafiye şeması,
durak, nazım birimi, nazım biçimleri ve türlerini inceledik.
Üçüncü bölümde Âşık Selmani’nin şiirlerinde üslup özelliklerini
ortaya koyduk. Bunu yaparken âşığın şiirlerindeki kelime kadrolarından, halk
söyleyişlerinden ve yöresel kullanımlardan, anlatım özelliklerinden, anlatım
kalıplarından, edebi sanatlardan, atasözleri, deyimler, alkış ve kargışlardan
bahsettik.
Dördüncü bölümde Âşık Selmani’nin şiirlerindeki içeriği ortaya
koyduk. Âşığın şiirlerini konularına göre sınıflayarak, onun hangi konular
üzerinde durduğunu incelemeye aldık. Şiirlerini “Din ve Tasavvuf Dışı
Şiirlerinde İçerik” ve “Dini‐ Tasavvufî Şiirlerinde İçerik“ başlıklarıyla iki ana
bölüme bağlı olarak tahlil ettik.
Beşinci bölümde ise Âşık Selmani’nin 392 adet şiirini, ilk dörtlüğünün
son dizesindeki son harfe göre bir tasnife tâbi tutup alfabetik sıraya uygun
olarak toplu halde verdik.
Ekler kısmına, Feymani’nin Selmani hakkındaki görüşlerinin yer aldığı
“Üstadım Kurusekili Âşık Selmani İle” başlıklı mektubu ve “Üstadım Âşık Selmani
İçin” başlıklı şiiri, âşığın resimlerini, âşığın bulabildiğimiz atışmalarını ve bir
dönem hakkında yazılanları koyduk.
4
Çalışmamızda yöntem olarak kaynak araştırması, âşıkla bire bir
görüşme ve mülâkat, görüşmelerin kayıt altına alınması, konuyla ilgili uzman
görüşlerinin alınması ve âşığı tanıyan kişilerle görüşülmesi gibi yöntemlere
başvurduk. İstanbul’da bir hafta boyunca âşığın evinde çalışmalar ve
mülâkatlar yaptık. Konu uzmanı hocalarımız ve âşığı tanıyan Âşık Feymanî
gibi kişilerle görüştük. Kaynak taramaları yaptık ve arşivlerden yararlandık.
Âşık üzerine yazılmış kısıtlı sayıdaki makale ve yazılara ulaştık.
Bu eserin meydana gelmesinde; öncelikle bana engin sabrıyla destek
veren eşime, kızlarım Bengisu ve Aysima’ya, aileme, değerli dostlarıma; Âşık
Selmani’yle ilgili birçok hatırasını benimle paylaşan Âşık Feymani’ye, elindeki
belgelerden yararlanmama izin veren Yard. Doç. Dr. Burhan KAÇAR’a, çok
değerli abim ve arkadaşım Yard. Doç. Dr. Alpay Doğan Yıldız’a, henüz yüz
yüze görüşme fırsatı bulamamamıza rağmen hoşgörüsüyle benden hiçbir
desteğini esirgemeyen ve bana bilgisi ve kaynaklarıyla daima yardımcı olan
kadirşinas hocam Yard. Doç. Dr. Doğan KAYA’ya, bu çalışmanın fikrini
zihnimde filizlendiren saygıdeğer hocam Prof. Dr. İsa ÖZKAN’a, çalışmamın
her safhasında hep yanımda olan, beni her zaman cesaretlendiren değerli
hocam Doç. Dr. Mustafa SEVER’e ve bu eserin okuyucuyla buluşmasını
sağlayan Tokat Belediye Başkanımız Doç. Dr. Adnan ÇİÇEK’e şükranlarımı
sunuyorum.
Muhammed AVŞAR
Ağustos, 2012, TOKAT
5
6
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ............................................................................................................................. 3
İÇİNDEKİLER................................................................................................................. 7
GİRİŞ ............................................................................................................................... 11
1.
ÂŞIK SELMANİ’NİN KİMLİĞİ, HAYATI, FİKRÎ YAPISI ............................. 11
2.
ÂŞIK SELMÂNİ’NİN KAZANDIĞI DERECELER, ÖDÜLLER ................... 20
3.
ÂŞIK SELMANİ HAKKINDA YAYIMLANAN YAZILAR, YAPILAN
PROGRAMLAR, ŞİİRLERİNİN YAYIMLANDIĞI, ADININ GEÇTİĞİ
KAYNAKLAR ..................................................................................................... 21
BİRİNCİ BÖLÜM
TOKAT’TA ÂŞIKLIK GELENEĞİ VE ÂŞIK SELMANİ’NİN SANATÇI KİŞİLİĞİ
1.1. TOKAT’TA ÂŞIK TARZI ŞİİR GELENEĞİ VE KÜLTÜR ÇEVRESİ............. 23
1.1.1.TOKAT ÂŞIKLIK GELENEĞİNDEKİ ÖNEMLİ ÂŞIKLAR .................. 29
1.2. ÂŞIK SELMÂNİ’NİN SANATÇI KİŞİLİĞİ ...................................................... 45
1.2.1.Selmani’nin Âşıklığını Hazırlayan Ortam ve Etmenler..................... 45
1.2.1.1.Yetiştiği Manevi Ortam ....................................................................... 45
1.2.1.2. Sazlı Sözlü Ortam .............................................................................. 47
1.3. ÂŞIK SELMANİ’NİN SANATÇI KİŞİLİĞİNİN OLUŞUMU ........................... 49
1.4. ÜSTATLIĞI.............................................................................................................. 55
1.5. ÂŞIK SELMANİ’NİN DİĞER ÂŞIKLAR TARAFINDAN BİLİNİP
TANINMASI ........................................................................................................... 56
1.5.1. Şairnamelerde Selmani.............................................................................. 57
1.5.2. Şairnameler Dışında, Âşıkların Selmani’yle İlgili Görüşleri................ 59
1.5.3. Mektup Şiirlerde Selmani ......................................................................... 61
İKİNCİ BÖLÜM
ÂŞIK SELMANİ’NİN ŞİİRLERİNDE BİÇİM
2.1. ÂŞIK SELMANİ’NİN ŞİİRLERİNDE BİÇİM ÖZELLİKLERİ ............................ 63
2.1.1. Vezin........................................................................................................ 63
2.1.2. Durak....................................................................................................... 64
2.1.3. Kafiye ..................................................................................................... 65
2.1.4. Redif ....................................................................................................... 68
2.1.5. Kafiye Şeması ........................................................................................ 69
2.1.6. Nazım birimi ......................................................................................... 72
2.1.7. Nazım Biçimleri ve Türleri .................................................................. 72
7
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ÂŞIK SELMANİ’NİN ŞİİRLERİNDE ÜSLUP ÖZELLİKLERİ:
3.1. KELİME KADROSU ............................................................................................... 83
3.1.1. Maddi Aşkın İşlendiği Şiirlerde Kelime Kadrosu.............................. 84
3.1.2. İlahi Aşkın İşlendiği Şiirlerde Kelime Kadrosu ................................. 84
3.1.3. Nasihat Konulu Şiirlerinde Kelime Kadrosu...................................... 85
3.1.4. Adlar ........................................................................................................ 85
3.2. ÂŞIK SELMANİ’NİN ŞİİRLERİNDE HALK SÖYLEYİŞLERİ VE YEREL
DİLDE KULLANILAN KELİMELER .......................................................................... 86
3.3. ÂŞIK SELMANİ’NİN ŞİİRLERİNDE ANLATIM ÖZELLİKLERİ..................... 88
3.3.1. Nasihat ve Hitap Yoluyla Anlatım....................................................... 88
3.3.2. Doğrudan Anlatım ................................................................................ 89
3.3.3. Tahkiye (Hikâye Etme) Yoluyla Anlatım............................................ 89
3.3.4. Soru Sorma Yoluyla Anlatım ............................................................... 90
3.3.5. Delil ve İspat Yoluyla Anlatım ............................................................ 90
3.3.6. Tasvir Yoluyla Anlatım ........................................................................ 91
3.4. ÂŞIK SELMANİ’NİN ŞİİRLERİNDE ANLATIM KALIPLARI ........................ 92
3.4.1. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Tekrir ve İkilemeler ............................. 92
3.4.2. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Anlam ve Söz Sanatları ....................... 92
3.4.3. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Deyimler ve Atasözleri ....................... 99
3.4.4. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Alkış ve Kargışlar................................. 100
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM:
ÂŞIK SELMANİ’NİN ŞİİRLERİNDE İÇERİK
4.1. SELMANİ’NİN DİN VE TASAVVUF DIŞI ŞİİRLERİNDE İÇERİK ................. 103
4.1.1. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Maddi Aşk........................................................... 103
4.1.2. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Sosyal Konular ..................................... 109
4.1.3. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Doğa ...................................................... 112
4.1.4. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Coğrafi Konular ................................... 114
4.1.5. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Nasihat ve Eleştiri................................ 116
4.1.6. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Milli Konular(Bayrak,
Kahramanlık, Vatan, Ordu, Atatürk).................................................. 123
4.1.7. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Yaşamın Dönemleri ............................. 124
4.1.8. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Türkçe Sevgisi,
Edebiyat, Müzik.............................................................................................. 125
4.2. ÂŞIK SELMANİ’NİN DİNİ VE TASAVVUFÎ ŞİİRLERİNDE İÇERİK ............. 126
4.2.1. Âşık Selmani’nin Dini- Tasavvufi Şiirlerinin Genel Özelikleri ....... 126
4.2.2. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Din Kültürü .......................................... 128
8
4.2.3. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Tasavvuf ................................................ 137
4.2.3.1. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Tekke ve Tekkede Bulunan Kişiler . 137
4.2.3.2. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Tasavvufi Nitelikli Kişiler................ 141
4.2.3.3. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Vahdet İnancı..................................... 148
4.2.3.4. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Tecelli.................................................. 150
4.2.3.5. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Devir Nazariyes................................. 151
4.2.3.6. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde İlahi Bilgi ............................................ 152
4.2.3.7. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Aşk ve Gönül ..................................... 153
BEŞİNCİ BÖLÜM
ÂŞIK SELMANİ’NİN ŞİİRLERİ
ŞİİRLER ............................................................................................................................ 157
SONUÇ ............................................................................................................................ 276
KAYNAKÇA ................................................................................................................... 279
EKLER ............................................................................................................................. 284
Ek 1: ÂŞIK SELMANİ’NİN ATIŞMALARI ................................................................. 284
Ek 2 ÂŞIK FEYMANİ’NİN SELMANİ’YLE İLGİLİ MEKTUBU .............................. 292
Ek 3: ÂŞIK SELMANİ’NİN FOTOĞRAFLARI ........................................................... 295
Ek 4: ÂŞIK SELMANİ İLE İLGİLİ BASIN HABERLERİ ........................................... 297
9
10
GİRİŞ
1. ÂŞIK SELMANİ’NİN KİMLİĞİ, HAYATI, FİKRÎ YAPISI
Âşığın adı Hasan, soyadı Salman’dır; mahlası ise Selmani’dir. Âşık
Selmani, mahlasını Konya Âşıklar Bayramı’nda almıştır. Âşık, soyadlarının
Salman olmasından ötürü âşık meclislerinde ve zahiri toplumlarda Âşık
Selmani mahlasını kullanarak bunu benimsettiğini ifade etmektedir.
Âşık Selmani nüfus kayıtlarına göre 1934 yılında Tokat’ın Almus
ilçesinin Daduhta şimdiki adıyla Çambulak köyünde dünyaya gelmiştir. Ancak
âşık, bu tarihten daha önce doğduğunu, nüfusa sonradan geçirildiğini
belirtmektedir. Âşık Selmani henüz bebekken ailesi Kuruseki köyüne
göçmüştür. Bu nedenle kendisine Kurusekili Âşık Selmani denmektedir.
Aşığın yetiştiği Kuruseki köyü Almus ilçesine 15 km. uzaklıktadır. “Susuz
toprak, boş arazi” anlamına gelen Kuruseki adı (Ulu, 1987: 401) Selmani’nin
şiirlerinde de bazen bu anlamıyla kullanılmıştır:
Bol ürünü kuruluştan beri yok,
Yaşayan insanın hiç haberi yok,
Arazi olacak toprak yeri yok,
Faydasız, bitkisiz baltan kurulmuş, (Ulu, 1987: 400)
Âşık Selmani’nin soyu, Selmanlı aşiretindendir. Âşığın dedesinin adı
Ali, babası ise kendisiyle aynı adı taşıyan Hasan Salman’dır. Âşık, ailesinin aslı
Selmanlı olduğu için soyadlarının Salman olduğunu ifade etmektedir.
Amcaları Âşık Veli, Âşık Mehmet, Murtaza, Mustafa, Ali, Bayram’dır. Onun
âşık oluşunda ve saz çalmasında tesiri en yüksek olan kişiler amcaları olan
Âşık Mehmet ile Âşık Veli’dir.
Annesinin adı Şehzade olup dedesinin ismi de Hasan’dır. Annesi,
babasıyla aynı köyden olup ailelerin istekleriyle evlenmişlerdir. Âşık Selmani
küçük yaşlarda ailesini yitirmiştir.
Âşık Selmani, 1949 yılında eşi Yeter Hanım ile evlenmiştir. Yeter
Hanım hâlen sağ olup seksen yaşını aşmış olan Âşık Selmani’yle hayatına
devam etmektedir. Yeter Hanım, Âşık Selmani’nin amcası Âşık Mehmet’in
kızıdır. Yeter Hanım’la evliliği aşk üzere değil, ailesinin isteğiyle
gerçekleşmiştir. Âşık Selmani, evlendiğinde henüz çocuk denecek yaşta
olduğunu, evliliğin adının bile ne olduğunu bilemediğini söylemektedir.
Evlendiğinde 13- 15 yaşlarında olduğunu, doğum tarihini tam olarak bilmediği
11
için gerçek anlamda kaç yaşında evlendiğini de tam olarak hatırlamadığını
ifade eden Âşık Selmani’nin, Yeter Hanım’la evliliğinden dokuz çocuğu olmuş;
ancak bunlardan iki tanesi vefat etmiştir. Yedi çocuğu ise hâlâ hayatta olup
bunların adları sırasıyla: Salih, Rıza, Samettin, Hasan, Cemal, Ali, Necla’dır.
Âşık Selmani, normalde öğrenim görmemiş, ilkokul diplomasını
sonradan dışardan sınavlara girerek almıştır. Selmani, asıl ilminin lâmekân ya
da bîmekân ilmi olarak adlandırılan ilim olduğunu, ilmi ledüne önem
verdiğini ifade etmiştir. Âşık bunu 1967 Konya Âşıklar Bayramı esnasında
Yaşar Reyhanî ile atıştığı esnada bir dörtlüğünde şöyle ifade etmiştir:
Selmani’yem ne olduğum bilinmez,
İlim irfan para ile alınmaz,
Bu irfana hiç bahane bulunmaz,
Bîmekân ilminden benim irfanım (Hürriyet, 8 Kasım 1967, s.4)
Âşık Selmani’ye göre onun ilmi kudret ilimidir, ilmin büyüğü ve asıl
olanı da budur. Hakk’ı anlatmak ilimlerin en yücesidir. Selmani de bunu
sazıyla sözüyle icra ettiğine inanarak şu beyti söylemiştir:
Kudret iliminden okuduk ayet,
Çok şükür kelama, söze alıştık
(Bugün, 25 Ekim 1970)
Âşık Selmani, Tokat’ta dedelik iddiasında bulunan Haydar Dede adlı
bir şahsa hitaben yazdığı bir şiirinde ilminin batın ilmi olduğunu ifade etmiştir.
İnsanın çektiği hep dil zulminden,
Sabır ehli olmak kendi hilminden,
Selmani’nin dersi batın ilminden,
Bu nihan sırrına er Haydar Dede, ( 33/ 5)
1968 yılında ilkokulu bitirmek ve diploma almak için sınavlara
girdiğini belirten Âşık Selmani, âşıklığının diploma almasında çok etkili
olduğundan bahsederek, o zamanlarda diploması olmayanların büyük
zahmetlerle karşılaştığını, bu nedenle de en azından bir ilkokul diploması
almaya niyetlendiğini belirtir. Diploma almak için sınava girdiğinde onu
tanıyan öğretmenlerin onu şiir okutmak maksadıyla en sona bıraktığından
bahseder. Âşık Selmani, diploma almak için sınavlara girer. Sınavlardan sonra
öğretmenler onu çağırır ve şiir okumasını isterler. Selmani, onların isteğiyle
doğaçlama üç şiir okuduğundan bahseder ve diploma almasında bu şiirlerin
etkili olduğuna inanır. İlk olarak şu şiiri okur:
12
Bana türlü türlü soru sormadan,
Kısa yoldan bir imtihan yok mu ki,
Zavallı âşığı üzüp yormadan,
Bir diploma verilirse çok mu ki,
Hep zihnimde değil coğrafya tarih,
Ömrümde görmedim okul maarif,
Bu kadar dersleri edemem tarif,
Hepisini ezber etmek hak mı ki,
Selmani gıdayı alır maşuktan,
Faydalanır kalbindeki ışıktan,
Bir kâğıdı esirgemek âşıktan,
Peygamberin emri, doğru rah mi ki,
Şiiri okuduktan sonra öğretmenler bir şiir daha okumasını isterler.
İkinci olarak da şu şiiri okur:
Zekâma güvenip girdim meydana,
Okul kitabından dersim yok benim,
Bu gizli okumak kar etti cana,
Diplomasızlıktan zorum çok benim, (166/ 1)
Gidemedim ilk ve orta liseye,
Tahsilsizlik zarar verdi keseye,
Uzak kalıyorum müesseseye,
Neler çektim şu halime bak benim, (166/ 2)
Selmani’yim benim dersim Allah’tan,
Şükür haber verdi karadan aktan,
Yardım ummaktayım o yüzü mâhtan,
Gece gündüz sığındığım hak benim. (166/ 3)
Âşık Selmani şiirini okur ancak öğretmenler âşığı “Türkçe” ve “tabiat”
derslerinden ikmale bırakır. Maksat âşığı tekrar huzurlarına getirmek ve ona
şiir okutmaktır. Âşık tekrar ikmale gelince de öğretmenlere şu şiiri okur:
Temelim Türk iken Türkçeden ikmal,
Bu iş nasıl oldu ben de şaşırdım,
Yalan söyler isem şeytana vebal,
Derin düşünceyi hadden aşırdım,
13
Bilseydim Türkçeye kendim üzerdim,
Tabiatı iyi okur süzerdim,
Sazı alır diyar diyar gezerdim,
Üstelik âşıklık adı taşırdım,
Selmani bu sefer geri kalırsa,
Gönül hoştur arzusunu bulursa,
Eğer bilmediğim bir ders olursa,
En muhannet yerlerimi kaşırdım
Bu şiiri okuduktan sonra “Kararınıza karşı boynum kıldan ince”
anlamında boynunu kaşır. Öğretmenler de kendisini alkışlayarak diplomasını
Âşık Selmani’ye verir ve onu tebrik ederler. Bu şiirleri doğaçlama olarak
söylediğini ifade eden Âşık Selmani, âşıklığının da etkisiyle ilkokul diploması
aldığını belirtir.
Âşık Selmani, askerliğini 1955- 1957 arası Ağrı’da topçu çavuş olarak
yapmıştır. Âşıklığın askerde de kendisine çok fayda sağladığını belirtmektedir.
Asker ortamında çalıp söylediğini, çeşitli askeri programlarda sahne aldığını
ifade eden Âşık Selmani, askerde rahat etmesini saz çalmadaki yeteneğine ve
söz söylemedeki ustalığına bağlamaktadır. Bu sayede askerde de sevilip
sayıldığını, komutanları tarafından el üstünde tutulduğunu belirtmiştir.
Âşık Selmani’nin çalışma hayatına bakıldığında ise erken yaşlarda
hayata atıldığı görülmektedir. Âşık Selmani, köy yaşamında olsun şehir
yaşamında olsun çalışmanın, inancının bir parçası olduğunu ifade eder.
Çocukluğundan itibaren çalışmaya başladığını, âşıklık, iş ve evliliğini bir arada
yürüttüğünü söyleyen Âşık Selmani; âşıklığı daha çok bir gönül işi olarak
yaptığını, cem törenlerinde zâkirlik yaptığını, oradan ufak tefek gelirleri
olmasına rağmen onu bir geçim kapısı olarak görmediğini belirtir. Özellikle
yazları çeşitli işlerde çalıştığından, kışları ise elinde sazıyla çağrıldığı yerlere
giderek âşıklık yaptığından, cem törenlerinde saz çaldığından bahseder.
Selmani’den aldığımız bilgilere göre kendisi; Turhal Şeker
Fabrikası’nda dört sene, Almus Barajı’nda beş altı yıl kara işlerinde ve baraj
içerisinde çalışmıştır. 1986 yılında İstanbul’a taşındıktan sonra ise oğlu Cemal
ile birlikte genellikle inşaat işleri yapmıştır. İstanbul’da ve yurdun değişik
yerlerinde çok defa konserlere katıldığını, birçok yarışmadan ödüller aldığını,
birçok yerde türküler söylediğini ifade eden Selmani, birçok yerde kendisine
çalıp söylemesi teklifi yapıldıysa da bunu âşıklık geleneğine aykırı gördüğü
için kabul etmediğini belirtmiştir. Aykırı bulmasındaki sebebi ise, âşığın bir
yere bağlanamayacağını, devamlı seyyar olması gerektiğini söyleyerek
14
açıklamaktadır. Âşık Selmani yakın zamana kadar oğluyla çalıştığını; lakin
yaşlılığından ötürü çalışmaları bıraktığını ifade etmiştir. Âşık Selmani şu anda
hâlen İstanbul’un Esenyurt İlçesi, İncirtepe Mahallesi’nde eşi ve çocuklarıyla
Selmani Apartmanı’nda ikamet etmektedir. Âşık İstanbul’a göçmesini ve
Esenyurt’a yerleşmesini bir dörtlüğünde şöyle dile getirmiştir:
Selmani karıştı hicret göçüne,
Bilinmez ki bu kaderin suçu ne,
Girdi Büyükçekmece’nin içine,
Mesken olan Esenyurt’tan seslenir,
Âşık Selmani, tarikat veya bir zümreye bağlılık açısından
incelendiğinde, Alevi geleneği âşıklarından olup Hacı Bektaş-ı Veli yolunda ve
Nazenin Tarikinde yer aldığını, Şah İbrahim Ocağının taliplerinden olduğunu
ifade etmiştir. Bunu bir şiirinde şöyle ifade etmektedir:
Ey zahit, neslimiz Hâşimî bizim,
Yolumuz Nazenin Tarik-i Bektaş, (Selmani, 2008: 31)
Başka bir şiirinde ise bu konuyla ilgili olarak şunları söyler:
Ahsen-ü takvim Âdem’dir ben de bir yek taşıyım,
Kalplerin pasını silen seyidi ferrâşiyim,
Nazenin tarikatında bal gibi Bektaşi’yim,
İbadete aşkım var şemim Âli Abadan’dır,
Umay Günay, konuyla ilgili görüşlerini belirtirken: “Âşık şiiri,
Anadolu’da derviş şiiri geleneğinin gelişmesini izlemiş, en önemli etkiyi gerek
şekil, gerek öz bakımından ondan almıştır. Âşıkların çoğu ya bir tekkeye
bağlanmış ya da tarikata girmiştir. Alevilerde tarikata girmeyen âşık yoktur.
Yaratıcılık yeteneği olmayanlarsa gelenek taşıyıcısı rolü üstlenerek gelecek
nesillere usta malı deyişleri aktararak geleneğin devamlılığını sağlarlar.”
(Günay, 1992: 76) görüşüne yer verir. Buna dayalı olarak da Âşık Selmani’nin
bir tarikat içerisinde yer alması geleneğin içerisinde mevcut olan bir
durumdur.
Âşık Selmani kendisindeki âşıklık yeteneğinin özünün din, Kur’an ve
tasavvuf olduğundan bahsetmekte; zahirden çok batından, dıştan çok içten
müteşekkil şiirler yazdığını ifade etmektedir. Şiirlerinin kaynağını Kur’an
olarak göstermektedir. Âşığın şiirlerinde Kuran’dan birçok alıntı mevcuttur.
Âşık, şiirlerinde Alevi- Bektaşi geleneğine bağlı olarak şiirler yazmış, daha çok
15
dini-tasavvufi şiir geleneğini icra etmiştir. Basılmış olan “İki Cihan Dostu
(1971)” ve “Batın İlmi Divanı (2008)” adlı eserleri incelendiğinde âşığın
şiirlerinde büyük oranda din ve tasavvuf konularına önem verdiği
görülmektedir.
Bu eserlerinde deyişler, düvazimamlar, mersiyeler ve az sayıda da tasavvufa
dayalı olmayan şiirleri mevcuttur.
Âşığın zahiri yöndeki şiirlerini eserlerine fazlaca koymaması toplumun
ve kendisinin Selmani’yi gördüğü tasavvufi mertebedir. Kendisiyle İstanbul’da
bulunduğumuz yedi gün boyunca madde aşkına ve sevgisine dayalı hiçbir
şiirini bize göstermeyen Selmani, yedinci gün ısrar sonucu aşk şiirlerini de
tarafımıza teslim etmiştir. Selmani’yle bulunduğumuz günlerde kendisiyle
çoğunlukla ilâhi aşk, Alevilik felsefesi, tasavvuf, kitaplarındaki manalar ve
inanç değerleri üzerine görüşülmüştür. Selmani kendisinde olanın Hak âşıklığı
olduğunu, diğer türlü aşkların ise ancak Hakk’a ermeye vesile olursa kıymet
kazanacağını ifade etmektedir.
Âşık Selmani, inanç değerleri içinde Hünkâr Hacı Bektaş Veli’ye çok
büyük saygı ve sevgi duymaktadır. Hacı Bektaş-ı Veli’nin izinde olduğunu,
onun talibi olduğunu ifade eder. Âşık Selmani tüm evliyaları, enbiyaları aynı
nurdan görmektedir. Nebilerin, velilerin gelişiyle nefes evladı olduğuna şeksiz
kanaat edip tevellayı, teberrayı bilip “vela gad kerremna” ayetini idrak etmeye
çalıştığını ifade etmektedir. Hacı Bektaş-ı Veli’nin evlatlarının sülpten sülbe sır
olarak ve nurlu bir şekilde geldiğine inanç gösterip Hacı Bektaş-ı Veli yoluna
canı gönülden bağlı olduğunu belirtmektedir. (Selmani’nin Hayatı, Kendi El
Yazısı)
Âşık Selmani, tasavvuf inancının “dört kapı kırk makam” anlayışıyla
hareket etmekte, Alevi inancının, bu dört kapıdan (Şeriat, Tarikat, Marifet,
Hakikat) ikincisi olan tarikat mertebesinde olduğunu belirtmektedir. Sünni
inanışsa onun inancına göre makamlardan birincisi olan “Şeriat” kapısındadır.
Şeriat İslam’ın ibadet boyutunu tarikat ise inanç boyutunu oluşturmaktadır.
Selmani şeriatı ilkokul, tarikatı ortaokul, marifeti lise, hakikati ise üniversite
olarak tanımlamaktadır.
Selmani insanın iki kez doğduğuna değinmektedir. Biri anadan doğma
yani her insanın annesinden doğması ki cismen doğumu ifade eder, zahiri
doğumdur; ikincisi ise mürşitten doğmadır ki bu doğum tarikat
kapısındakilerin mürşide intisap ederek doğmasıdır. Batın doğumdur. Bu
talibin mürşidi kâmile yani ustasına kendi rızalığıyla teslim olması ve ser verip
tarikat sırlarını kimseye vermemesi, sağlam bir tarikat disiplini elde etmesidir.
Selmani’ye göre şeriat kapısında olanlar inancın şekil yönüyle
ilgilenmekte, ibadet için bir ibadethaneyi zorunlu görmektedir. Hâlbuki Âşık
Selmani’ye göre Tarikat kapısındaki Alevi inancı, ibadeti şekilden
16
soyutlamaktadır. Ona göre, gösterilerek yapılan ibadet hoş değildir. Âşık
Selmani kendi inanış sistemine göre tarikata gönül vermiş, Hakk âşığı olacak
kişinin önce nefsini terbiye etmesi gerektiğini ifade etmektedir. Âşık
Selmani’ye göre inanç tam olduktan sonra nereye dönülürse kıble orasıdır.
Allah’ı bir mekâna sığdırmak da yanlıştır. Allah’ın yeri insanların kalbidir. O
yüzdendir ki asıl Kâbe insan kalbidir. İbadeti tam olsa bile insan kalbi kıranın
ibadeti boşunadır. Bu anlayış aslında Yunus Emre’nin “Bir gönülü kırdın ise, Bu
kıldığın namaz değil.” anlayışıyla uyuşmaktadır. Âşık Selmani, Yunus Emre’nin
şiirlerini duyduğunu ve çok beğendiğini ifade etmektedir.
Âşık Selmani’nin şiirlerinin geneline bakıldığında Allah, Hz.
Muhammed, Hz. Ali, Ehli Beyit sevgisi hâkimdir. Kendisinin Hallac-ı
Mansur’ların, Nesimi’lerin, Fuzuli’lerin bir devamı olduğunu; “Enel Hakk”
anlayışına sahip olduğunu belirten Âşık Selmani; geçmişte olsun, günümüzde
olsun tasavvufun ve Allah aşkının temelini anlayamayan, İslam’ı zahirden
ibaret sayanların kendisi gibi Hakk âşıklarını küçümsediğinden
yakınmaktadır. Âşıklık demek Âşık Selmani’ye göre Hakk’ı sevmektir. Hakk’a
doğru yönünü çevirmeyen âşığa âşık demek olmaz ki onları halk huzurunda
ünlü yapan da Hakk’ın onlara verdiği güç ve ilhamdır. Bu konuda 24 Ekim
1970 tarihinde, Âşıklar Bayramı öncesinde Âşık Selmani; Hüdai, Feymani ve
Abdülvahap Kocaman ile Konya Bugün gazetesini ziyaretlerinde şu şiiri
söylemiştir.
Âşıkların herkes duyar ününü,
Çünkü Hakk’a çevirmiştir yönünü,
24 Ekim’de bu bayram günü,
Hesaplayıp saya saya gelmişiz (Bugün, 24 Ekim 1970)
Yine âşık Selmani’ye göre Hakk’ı ne kadar ve nasıl ararsak arayalım o
bir ummandır ve bu Hak yolunda akıl yetersizdir. Çünkü Allah insana cüzi bir
irade vermiştir. İnsanın görevi bu cüzi irade ile Allah’ı bulma, ona ermedir.
Selmani, bunu şöyle dile getirir:
Selmani bu yolda hak-i pay olur,
Bu aşkın elinde aklı zay olur,
Bir dem damla olur bir dem çay olur,
Ummanı bulmaya çaya gelmişiz (Bugün, 24 Ekim 1970)
Âşık Selmani, toplumuza giren ayrılıkların, fikir uyuşmazlıklarının ve
mezhep çatışmalarının temelini de geçmişten günümüze Hallac-ı Mansur’u,
Pir Sultan’ı, Nesimi’yi gerçek manada anlamamanın oluşturduğuna, farklı
tarikattakilerin birbirine sabredememesinin günümüzde insanları ikiye
böldüğüne inanmaktadır.
17
Âlemdeki her şeyin Allah’ın bir parçası bir yansıması olduğunu
belirten Âşık Selmani, yaratılmış her şeyin Allah’tan bir mana taşıdığına
inanmakta, doğruları ve inandığı tasavvufu yaşayamamanın, bildiklerini
söyleyememenin kendisini üzdüğünü söylemektedir. Selmani, Allah’ın insanın
kalbine gizlendiğini, o yüzden en büyük kıblenin Yunus’un da dediği gibi
gönül olduğunu ifade etmektedir. İnsanın kalbinde Allah olduğu için
yaratılmış her insan Allah’tan bir mana taşır. Alevi inancına göre AllahMuhammed-Ali bir olduğu için her insan Allah’tan; Hz. Muhammed ve Hz.
Ali’den bir parçadır. Âşık Selmani, bazı kesimlerin kendisi gibi düşünenleri
inançsızlıkla suçlamasını ise yadırgamaktadır.
Âşık Selmani, bu nedenle tasavvufi bilginin Hak tarafından bazı
insanlara verilmiş cevher olduğunu, bu cevherin her pazarda satılamayacağını,
yerlere saçılamayacağını ve her isteyene verilemeyeceğini belirtmiş, kendisiyle
bazı görüşmede sorulan sorulara verdiği cevaplarda da bunu hissettirmiştir.
Günümüz toplumunda Alevi olsun, Sünni olsun bu cevherin alıcısının
azaldığından yakınan Âşık Selmani, sorulan bazı tasavvufi sorulara cevap
verirken de “Allah günahsa affetsin” diyerek kaygısını ortaya koymuştur. Bir
şiirinde Selmani ilahi sırrın saçılmaması gerektiğini şöyle ifade eder:
Muhammed- Ali’nin gizli sırrını,
Aç diye mi verdim bu sırrı sana,
Bu cavidan ilmi cevherlerini,
Saç diye mi verdim bu ilmi sana (Selmani, 2008: 269)
Âşık Selmani’nin şiirlerinde Hurufiliğin tesirlerini görmek de
mümkündür. Kendisine yöneltilen
“Hurufi misiniz?” sorusuna Hurufi
inancını benimsediğini belirtmiş, harflerin manalarını da okuduğu Hurufi
âşıklardan öğrendiğini belirtmiştir. Âşık, birçok şiirinde harflerden
yararlanmakta olup harflere manalar yüklemektedir.
İnsan yüzünde ilahi kavramların yazılı olduğundan, Kur’an’daki harflerin her
birinin derin manalar içerdiğinden bahsetmektedir. Ancak ebced hesabı
bilmediğini de belirtmektedir.
Âşık Selmani’nin harflerle oluşturduğu yapıda, genellikle Allah “Elif”,
Hz Muhammed “Mim”, Hz. Ali ise “Lam” harfleriyle ifade edilir. Ancak
Selmani’nin harflere değer yüklemek, bu harfleri tasavvufî kavram ve
varlıklarla özdeşleştirmek şeklindeki kullanımları, dini- tasavvufi edebiyat
dâhilindeki âşıkların da kullandığı bir yöntemdir. Âşık Selmani’nin harflere
değerler vermesi, kendi ifadeleriyle başka âşıkların şiirlerinden öğrenilmiş
bilgilerdir. Harflere onlar gibi mana yüklemek esastır. Hurufililiğin onda tesir
uyandırdığı açıktır; ancak Selmani’nin tam anlamıyla Hurufi olduğunu
söylemek yanlış olabilir. Yaptığımız görüşmelerde, Selmani’yi tanıyan ve şiir
18
anlayışı hakkında bilgi sahibi olan Mehmet Yardımcı ve Doğan Kaya da
Selmani’nin Hurufilikten etkilendiğini ancak tam anlamıyla Hurufi
sayılamayacağını ifade etmektedirler.
Korkmaz’ın Hurufilik konusunda verdiği bilgilere göre, “Hurufi
inancına göre bütün varlıklar insana, insanlar ise peygamber ve imamlara
bağlıdır. İmam Hasan Askeri zahir imamların sonuncusudur. Ondan sonra
gayb dönemine girilir. Bu dönem Mehdi ile başlar ve Mehdi de Hurufilerin
inancına göre Fazlullah Hurufi’dir.” (Korkmaz, 2003: 203).
Kaya’nın eserinde Hurufilikle ilgili şu bilgilere yer verilmektedir:
“Hurufiliğe göre, nübüvvet, imamet ve ulûhiyet vardır. Nübüvvet Hz.
Muhammed’le, imamet Hasan El Askeri ile sona ermiş, ulûhiyet ise kendini
Mehdi bilen Fazlullah’la başlar ve bitmez. Hurufilik insanın da bir Tanrı
olduğu görüşünü savunur.” (Kaya, 2007: 381).
Köprülü, Hurufiliği İslam tasavvufu mukadderatı üzerine kurulmuş
hiçbir felsefi ve ahlâkî kıymeti olmayan çocukça akide olarak ifade eder.
Allah’ın, insanı kâmilin veçhinde harflerle belli olduğunu, 28 Arapça ve 4
Farsça harfte (pa, ça, ja, ka) bütün mevcudatın var olduğunu, bunları da
insanın yüzünde bulmanın mümkün olduğunu savunan Hurufiliği eleştirir
(Köprülü, 2009: 304).
Âşık Selmani de, Hurufiler gibi insanın yüzünde bile harflerin ve
onların temsil ettiği değerlerin yer aldığından bahseder. Hurufiliğe Farsçadan
giren “Pa, Ça, Ja, Ka” harflerine de yer verir. Bu harflerin 4 peygamberi
temsilinden bahseder. Pa: Âdem, Ça: Nuh, Ja: İbrahim Ka: Muhammed.
Selmani; Hallacı Mansur’lar, Nesimi’lerle aynı yolda ve onların izinde
olduğunu belirtmiştir. Onların cezalara uğramasını bilgisizliğe bağlamış,
insanları ikiliğe itenin de onları anlamamak olduğunu belirtmiştir. Ayrıca Âşık
Selmani, çocukluğundan beri Arapça ve Farsça kelimeleri öğrendiğini; bunlar
sayesinde batın ilmini çözdüğünü ifade etmiş, Kur’an’ı da üç defa hatmettiğini
belirtmiştir. Kur’an’ın ondaki ilmin temeli olduğunu bir şiirinde de şu şekilde
ifade eder:
Elhamdülillah’la Yasin-i Şerif,
Okumasam nasıl ederdim tarif,
Ayn-ı cem Kuran’la yürür be herif,
Birisi Kuran’dır birisi evlat, (337/ 3)
Sonuç olarak Âşık Selmani, Alevi- Bektaşi anlayışı çerçevesinde
Nazenin Tarikatına mensup olduğunu; Allah, Muhammed, Ali anlayışıyla
şiirler yazdığını; kendinden önceki büyük âşıkların izinden gittiğini; harflerin
manasını öğrenerek Hurufilik anlayışından da etkilenerek ilahi şiirler yazdığını
19
ve tarikat yolunda olduğunu ifade etmiştir. Âşık Selmani kendisini bir şiirinde
şu şekilde ifade eder:
Benim kim olduğum soran olursa,
Ben Tokat ilinin Selmani’siyim,
Can bülbülü olup düşmüşüm zara,
Bülbüller dilinin Selmani’siyim,
Selmani’yim budur benim sözlerim,
Aşkı muhabbeti kalpte gizlerim,
Gerçek erenlerin yolun izlerim,
Erenler yolunun Selmani’siyim, (Selmani, 2008: 229)
2. ÂŞIK SELMÂNİ’NİN KAZANDIĞI DERECELER, ÖDÜLLER:
1967
Mevlâna Ödülü, Birincilik (Atışma Dalı) Konya Âşıklar Bayramı-Konya
Turizm Derneği
1968
Mevlâna Ödülü, Birincilik (Atışma Dalı) Konya Âşıklar Bayramı-Konya
Turizm Derneği
Dadaloğlu Ödülü, İkincilik ( En Güzel Memleket Şiiri) Konya Âşıklar BayramıKonya Turizm Derneği
Muamma Dalı, Üçüncülük Ödülü, Konya Âşıklar Bayramı-Konya Turizm
1969
Köroğlu Ödülü, Birincilik(Atışma Dalı) Konya Âşıklar Bayramı-Konya Turizm
Derneği
1970
Birincilik Ödülü, (Atışma Dalı) Konya Âşıklar Bayramı-Konya Turizm Derneği
1971
Türkiye Gazeteciler Sendikası, I. Altın Saz Yarışması Atışma Dalında Birincilik
Türkiye Dergisi, “Anadolu’nun Sesi Halk Âşıklar Gecesi Yarışması” Türkü
Dalı Birincisi
Ayaşlı Şakir, İkincilik Ödülü(Atışma Dalı) Konya Âşıklar Bayramı- Konya
Turizm Derneği
Pir Sultan Abdal, Birincilik Ödülü (Türkü Dalı) Konya Âşıklar Bayramı- Konya
Turizm Derneği
1972
Yunus Emre, Birincilik Ödülü (Atışma Dalı) Konya Âşıklar Bayramı-Konya
Turizm Derneği
Birincilik Ödülü, ( Şiir Dalı) Konya Âşıklar Bayramı-Konya Turizm Derneği
20
Ferrâhî Ödülü, ( Türkü Dalı) Konya Âşıklar Bayramı-Konya Turizm Derneği
“Hacı Bektaş-ı Veli’ye Sesleniş” yarışması birincilik (Atışma Dalı)
1973
Karac’oğlan, Birincilik Ödülü(Atışma) Konya Âşıklar Bayramı-Konya Turizm
Derneği (500 lira)
Dadaloğlu, İkincilik Ödülü (Şiir) Konya Âşıklar Bayramı-Konya Turizm
Derneği (300 lira)
Müdâmi, Üçüncülük Ödülü( Türkü Dalı) Konya Âşıklar Bayramı-Konya
Turizm Derneği
1986
Niksar Emrah Şenliği, Türkü- Ses Yarışması Birinciliği
Barış Yılı Münasebetiyle Düzenlenen Erbaa Âşıklar Şöleni, Lebdeğmez
Birinciliği ve Onur Belgesi
Malatya Âşık Şöleninde Kul Semâi ile birlikte Altın Şilt almıştır.
2003
Kültür Bakanlığı, “Yaşayan Âşıklık Geleneği Programı”na Katılım Sertifikası
3.
ÂŞIK SELMANİ HAKKINDA YAYIMLANAN YAZILAR, YAPILAN
PROGRAMLAR, ŞİİRLERİNİN YAYIMLANDIĞI, ADININ GEÇTİĞİ
KAYNAKLAR:
AKSÜT, Ali, “Kısaca Geygeller ve Yaşayan İki Ozan”, Serçeşme Dergisi, Sayı
26, 2007, s. 26- 27,
ARTUN, Erman, Âşıklık Geleneği ve Âşık Edebiyatı, s. 423- 424, İstanbul,
2008,
ARTUN, Erman, Günümüzde Adana Âşıklık Geleneği ve Âşık Feymani, s.
481- 482 -483, Adana, 1996,
“Âşıklar Bayramı Ödülleri”, Çağrı Dergisi, S.189, s.13- 14, Ankara, 1973
ÇETİN, İsmet, “Âşık Selmanî Üzerine”, Halay Dergisi, Sayı 42, s.25, Ankara,
1984,
GÜNAY, Umay, Türkiye’de Âşık Tarzı Şiir Geleneği ve Rüya Motifi, s. 2390- 91- 94- 95, Ankara, 2008,
HALICI, Feyzi, Âşıklık Geleneği ve Günümüz Halk Şairleri, s:26, 386- 388,
574, 632, 641, 642, 650, 651, 665, 666, 673, Ankara, 1992,
HALICI, Mehdi, Türk Halk Şiirinin Altın Kitabı, s. 6, 7, 8, 15, 23, 27, 45, 46,
Konya, 1970
HINÇER, Çora, “4.Âşıklar Bayramı Yapıldı”, Türk Folklor Araştırmaları, s.
245, 1969, s.5493.
21
HINÇER, İhsan, “Konya’da Âşıklar Bayramı Geleneği”, Türk Folklor
Araştırmaları, C 13, 1971, S.258.
HINÇER, Bora, “Çeşitli Dallarda ve Cumhuriyetin 50.Yıl Şiir Yarışması” Türk
Folklor Araştırmaları, S.291, 1973, s.6791, 6792.
KABAKLI, Ahmet, Türk Edebiyatı, c.4, s. 696- 697, İstanbul, 1984,
KABAKLI, Ahmet, “Âşıklar Bayramı”, Çağrı Dergisi, S.177, 1972, s.4,
KAYA, Doğan, Türk Halk Edebiyatı Terimler Sözlüğü, s. 510, Ankara, 2007,
KAYA, Doğan, Şairnâmeler, s.158, 189, 214, 220, 232, 237, 295, Ankara, 2009,
MAKAL, Tahir Kutsi, “Âşıklar Atışıyor”, Son Havadis,1969,
OĞUZ, M. Öcal; DÜZGÜN, Dilaver, Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, s.186,
Ankara, 2005,
PETEKÇİ, Ahmet, “Âşıklar Bayramında Türkiye Dile Geldi”, Çağrı Dergisi,
s.177, 1972, s.18
Sever, Mustafa, “Türk Halk Şiiri”, s. 31, 36, 567, Ankara, 2003,
“Sivas’tan Gelen Âşık Hasan Yüzbaşıoğlu İstanbul’dan Gelen Âşıklara Meydan
Okuyor”, Kütahya Postası, 30 Temmuz 1968, s.1
SOYSAL, Metin, “Aldı Sazı Eline”, Hürriyet Gazetesi, 8 Kasım 1967,
ŞAHİN, Hikmet, “Şöhretli Halk Şairlerimiz Konya Büromuzda Karşılaştılar”,
Bugün Gazetesi, 25 Ekim 1970, Konya
TİMURTAŞ, Faruk Kadri, “Âşıklar Bayramı Kültüre Hizmet Ediyor”, Çağrı
Dergisi, S.189, 1973, s. 8,
TRT, “Ozanın Kopuzundan Âşığın Sazına”, 13. bölüm, İzmir, 1990
ULU, M. Emin, Alperenler Cenneti Tokat, s. 413- 414, İstanbul, 2004,
YARDIMCI, Mehmet, Başlangıçtan Günümüze Halk Şiiri, Âşık Şiiri, Tekke
Şiiri, s.129- 194, 201, Ankara, 1999,
“7.Geleneksel Âşıklar Bayramı”, Çağrı Dergisi, S.177, 1972, s.10.
“7.Geleneksel Âşıklar Bayramında Seçilen Yılın 7 Şiiri”, Çağrı Dergisi, S.177,
1972, s.17.
22
BİRİNCİ BÖLÜM
TOKAT’TA ÂŞIKLIK GELENEĞİ VE ÂŞIK SELMANİ’NİN SANATÇI
KİŞİLİĞİ:
1.1. TOKAT’TA ÂŞIK TARZI ŞİİR GELENEĞİ VE KÜLTÜR ÇEVRESİ:
Tokat âşıklık geleneği, kökeni 16. yüzyıla kadar inen bir geçmişe
sahiptir. Bundan öncesine inmeye Köprülü’nün belirttiği üzere (Köprülü, 2004:
37) eldeki metinlerin azlığı nedeniyle imkân yoktur. Geleneğin 16. yüzyıldan
başlatılması, Tokat’taki geleneğin kökenini de bu yüzyılda başlatmamızın
sebebidir. Tokat âşıklık geleneğinin bundan öncesiyle ilgili herhangi bir bilgi
bulunmamaktadır.
Tokat âşıklık geleneği, günümüzde canlılığını belli oranda
korumaktadır.
Doğan Kaya, âşıklık geleneğinin geleceğiyle ilgili bir
bildirisinde
âşıklık
geleneğinin
kurumsallaşmasından
bahsederken
günümüzde âşıklık geleneğinin yaşadığı şehirler arasında Tokat’ı da
saymaktadır (Kaya, 2001: 90). Ancak eskiye nazaran geleneğin zayıfladığı;
gerek geleneği devam ettiren âşıkların sayısına, gerekse dönemin etkisine bağlı
olarak söylenebilir.
18. Asır'dan itibaren Tokat’ın Osmanlı Devleti içindeki önemli kültür
merkezlerinden biri olması, ilimizin dört tarafının bir “Kültür Harmanı”na
dönüşmesine neden olmuştur. Öyle ki Tokat’ı kültür bakımından tarif etmek
gerekirse “Reşadiye türkü, Zile âşık, Artova halay oymağı” diye ifade
edilmiştir (http://unyezile.com/tokasik.htm). Geçmişten günümüze âşıklık
geleneğinin Tokat’taki seyrine bakıldığında bu durum daha kolay anlaşılabilir:
Tokat’ta âşıklık geleneğinin başlangıcıyla ilgili olarak, Kahraman
şunları ifade etmektedir: “Tokat, âşık edebiyatının yaşatıldığı ve bu sanata
gönül verenlerin korunup kollandığı bir şehirdir. 16. yüzyıl âşıklarından Kul
Himmet’in Tokat’ın Almus ilçesinin Varzıl köyüne sığındığını görüyoruz. İlk
temsilcisine 16. yüzyılda rastladığımız yöre âşıkları, her geçen gün biraz daha
artarak çoğalmışlar ve büyük bir sayıya ulaşmışlardır.” (Kahraman, 1996: 5).
16. yüzyılda Kul Himmet’in Tokat’ta yetişmesi, hem âşıklık
geleneğinin Tokat’taki geçmişi hem de niteliği açısından önemlidir. Âşık
edebiyatının başlangıcı sayılan bir asırda, Alevi- Bektaşi geleneğinde yedi
büyük ozandan biri sayılan Tokatlı Kul Himmet’in olması geleneğin Tokat’taki
başlangıcı açısından önemlidir. Kul Himmet’in, Alevi- Bektaşi geleneğinden
olması ve araştırmacıların âşıklık geleneğinin başlangıcında tekkelerin ve
Bektaşiliğin önemine değinmeleri onun bu geleneğin içindeki önemini
göstermektedir.
23
Köprülü, 16. yüzyılda âşık şiirinin oluşumunu şu şekilde ifade
etmektedir: “Anadolu’da tarikatlar çoğalıp tasavvufi düşünce yaygınlaşınca
ozanlar da bu düşünce sistemi içerisine girmişler ve eserlerinde eski kültür
izleriyle birlikte yeni düşünceleri de ele almışlardır. “Ozanlık”, İslami düşünce
sistemi içerisinde âşıklığa dönüşürken “ozan” kelimesi de eski ehemmiyetini
yitirmeye başlamıştır (Köprülü, 1999:144).
Umay Günay da eserinde, (Günay, 2008: 221- 222) ozan- baksı
geleneğinin İslamiyet’ten sonra, tasavvufi düşünce ve yaşayış tarzı ile
birleşmesinden doğan yeni tipin âşık şair tipi olduğunu belirterek Köprülü’nün
fikirlerine paralel bir bakış açısı ortaya koyar. Bu görüşlerden hareketle
Tokat’taki âşıklık geleneğinin başlangıcının da tasavvufi düşüncenin “âşık”
tipini oluşturması olduğu görülmektedir. Çünkü şiirleri ve fikirleriyle Âşık
Selmani gibi kendinden sonra gelen âşıkları etkileyen Kul Himmet, tasavvuf
düşüncesiyle şiirler yazan Alevi bir âşıktır.
Kul Himmet’ten sonra gelenek içerisinde birçok âşık yetişmesine
rağmen 17. ve 18. asırlarda Tokat âşıklık geleneği nitelik olarak güçlü değildir.
Kahraman’ın araştırmasında (Kahraman 1996: 60- 62) geçmişten bugüne
incelenen Tokatlı 128 âşık içinde 17. yüzyıla ait hiçbir âşığın bulunmaması, 18.
yüzyılda ise sadece Âşık Mümin, Talibi ve Kul Yusuf’un adlarının bulunması
bunu açıkça göstermektedir. 17. yüzyılın âşık edebiyatının altın çağı olarak
nitelenmesine (Kaya, 2007: 72) rağmen Tokatlı herhangi bir âşığa ait bilgi
bulunmamaktadır.
17. yüzyıl eseri olan, Evliya Çelebi’nin, “Seyahatname” adlı eserinde
Tokat’la ilgili olarak geçen: ”Her kahvede türlü türlü saz u söz vardır. Her kahvede
kıssahanlar, çalgıcılar vardır. Hâlâ Hacı Bektaş‐ı Veli’nin duası bereketiyle bu şehir,
âlimlerin toplandığı yer, fazılların kaynağı ve şairlerin meskenidir.” (Kahraman,
2010: 97- 108) sözleri bu dönemde Tokat’taki saz ve söze olan tutkuyu ifade
etmekte, bir yönüyle âşıklık geleneğinin o dönemdeki etkisini yansıtmaktadır.
Ayrıca burada geçen Hacı Bektaş-ı Veli ifadesi de konumuzla ilgisi yönünden
önemlidir. Zira o dönemde Tokat, Bektaşiliğin önemli merkezlerinden biri
konumundadır. Birçok Bektaşi tekkesi, ziyaretgahı vs. Tokat’ta mevcuttur.
Eserde geçen “ Bahadır Sultan Mescidi, Hıdırlık (Açıkbaş) Tekkesi, Kümsük
Sultan Tekkesi, Çöreğibüyük Tekkesi, Gıjgıj Dede Sultan Tekkesi, Sümbüllü
Baba Tekkesi, Taşoluk Tekkesi vb.” yerler Bektaşi mekanları olarak
adlandırılmıştır. Hatta Hacı Bektaş-ı Veli’nin Tokat Kalesi’ni Ermenilerden
isteyip keramet göstermesinden, Bektaşi tekkelerinde bulunup bazı kişileri
post sahibi etmesinden de bahsedilmektedir (Kopraman, 1986: 38- 56).
Kopraman, Seyahatname’de bahsedilen, Tokat’ın Yıldırım Bayezid
tarafından Osmanlı toprağı haline getirildiği bilgisinin doğru olduğunu
belirtir. Bununla birlikte, kalenin Hacı Bektaş-ı Veli Horasani’nin duası ve
bereketiyle fethedildiği şeklindeki bilginin halk rivayeti olduğundan bahseder
24
(Kopraman, 1986: 662). “Seyahatname”de yer alan bu bilgiler Tokat’ın
Bektaşilikle olan tarihi bağları da ortaya konmaktadır. Esere göre Tokat’ta o
dönemde sadece Bektaşi tekkeleri değil; Mevlevi, Halveti, Bayrami, Kadiri vb.
tarikatlarının tekkeleri de mevcuttur. Buradan da yola çıkarak Tokat’ın bir
tarikatlar merkezi, inanç ve hoşgörü kavşağı olduğu söylenebilir. Eserimizde
incelediğimiz Âşık Selmani’yle bütünleşen Bektaşilik kültürü ve felsefesinin de
Tokat’taki kökenlerinin eski ve önemli bir yerinin olduğunu görmekteyiz. 16.
ve 17. Yüzyıllarda Tokat’ın bir inanç ve şiir şehri olduğundan yola çıkarak
burada âşıklık geleneğinin geçmişi hakkında bilgi sahibi olabilmekteyiz.
18. yüzyıl âşıklık geleneğinde, âşık sayısının çokluğuna rağmen nitelik
olarak güçlü âşıkların çıkmaması Tokat âşıklık geleneğinde de görülmektedir.
Fuad Köprülü eserinde bu dönem âşıklarının klasik edebiyatın cazibesine
kapılarak halk zevkinden uzaklaşmasını ve âşığın şehir hayatının etkisinde
kalmasını bu dönemin zayıf kalmasındaki sebep olarak gösterir (Köprülü,
2004: 469). Tokat’taki geleneğin de âşıklık geleneğine paralel olarak zayıf
kalmış olabileceğini söylemek mümkündür. Bu dönemde Tokat âşıklık
geleneğinde ismi geçenler; Âşık Mümin, Talibi ve Kul Yusuf olup başka bir
isme rastlanmamıştır. Talibi hem 18. hem de 19. yüzyılda yaşamış olup sadece
bu yüzyıla ait bir âşık değildir, 1813’te vefat etmiştir.
Geleneğin Tokat’ta önem kazanmasında 19. yüzyıl ve bu yüzyılda
Erzurumlu Emrah önemlidir. 19. yüzyıl, âşık edebiyatının en önemli olduğu
yüzyıllardan biri olup bu dönem Tokat âşıklık geleneğinde en mühim
dönemdir. Köprülü, 19. yüzyıl âşık şiiriyle ilgili şu görüşlere yer vermektedir:
“16. ve 19. yüzyıllar zarfındaki inkişafını takip ettiğimiz Âşık edebiyatı
19. yüzyılda türlü amiller tesiriyle büyük bir ehemmiyet kazandı. Bir taraftan,
klasik edebiyat çerçevesi içinde gittikçe daha ziyade kuvvetlenen mahallileşme
cereyanının da tesiriyle, yüksek sınıf arasında daha mühim bir yer tutmaya
başladı. Bu dönem saz şairlerinden; Erzurumlu Emrah, Bayburtlu Zihni, Dertli,
Seyrani, Tokatlı Nuri gibi âşıklar geniş ve devamlı bir şöhret kazanmışlardır.
Bu dönem ozanları ile eskide kalanlar arasında çok fark vardır. Bu dönem
âşıklar, daha çok klasik şaire benzemek ve ona yaklaşmak için çalışan bir
tiptir.” (Köprülü, 2004: 469 - 474)
Köprülü’nün bu görüşü doğrultusunda 19. yüzyılı Tokat âşıklık
geleneği açısından mühim hale getiren Erzurumlu Emrah ve yetiştirdiği
çıraklardır. Erzurumlu Emrah’ın Tokat’a gelişi, sonrasında yetiştirdiği
çıraklarıyla âşıklık geleneğinde bir kol (Emrah Kolu) oluşturması Tokat âşıklık
geleneğinin bu yüzyıldaki gelişimi açısından önemlidir.
Doğan Kaya, Tokat âşıklık geleneğine Emrah’ın etkisini ifade ederken
âşıklık geleneği içinde kendine ait bir kolu olan Erzurumlu Emrah’ın
yetiştirdiği iki usta âşığın da (Tokatlı Nuri ve Gedâi) Tokatlı olduğunu belirtir.
Emrah kolu içinde özellikle Tokatlı Nuri’nin kendi çıraklarını yetiştirerek
25
Tokat’ta âşıklık geleneğinin hâlâ canlılığını sürdürmesini sağladığından
bahseder. Kaya ayrıca; Kars, Erzurum, Sivas, Tokat, Kastamonu, Bolu, Çankırı,
Artvin ve Malatya'da Şenlik, Sümmanî, Ruhsatî, Emrah, Dertli, Huzurî ve
Derviş Muhammed gibi usta kabul edilen zirve şahsiyetlerin varlığı, bu
yörelerde âşıklık geleneğinin hâlâ canlılığını sürdürmesinde etkili olmuştur
(Kaya, 2000: 16) diyerek Tokat âşıklık geleneğinin canlı bir şekilde sürmesinde
Emrah’ın ve çıraklarının etkisine değinmektedir.
Selmani, her ne kadar bu kolun içinde direkt bir usta- çırak ilişkisiyle
bulunan bir âşık olmasa da Emrah’ın şiirlerini sevip beğendiğini, kitaptan
okumadığını ancak çok şiirini duyduğunu ve etkilendiğini belirtmiştir. Manevi
olarak da olsa Tokat’ta âşıklık geleneğinin günümüze gelmesinde önemli olan
bu kolun fikrî olarak içinde yer almıştır. Bu konuda görüşlerine
başvurduğumuz Mehmet Yardımcı, Selmani’nin birçok şiirini okuduğunu
özellikle koşmalarında Emrah gibi söyleyişlerine rastladığını belirterek iki
âşığın da Tokat kültürü içinde yer alması yönüyle etkilenmenin doğal
olduğuna değinmiştir. Selmani’yi de Emrah kolunun yaşayan en büyük âşığı
olarak gördüğünü söylemiştir. Bu konuda Sakaoğlu’nun Emrah ile ilgili olarak
ifade ettiği, ”Yetiştirdiği çıraklarla kendine has üslubun günümüze kadar
ulaşmasına zemin hazırlamıştır.” (Sakaoğlu, 1986: 31) düşüncesi Mehmet
Yardımcı’yı destekler niteliktedir. Çünkü Selmani’nin dedim- dedi tarzı bazı
şiirlerindeki üslubu onu anımsatır niteliktedir.
Dedim kirpiklerin kaşların nedir,
mısın
Kirpikler ok kaşlar yay dedin bana,
yandım,
Ay mısın gün müsün ey yüzü bedir,
mısın
Gündüz güneş gece ay dedin bana,
andım
Selmani
Dedim dilber sen de sevdakar
Dedi senden evvel nare ben
Dedim doğru söyle bana yar
Dedi sadık yârim gönülden
Erzurumlu Emrah
Selmani’nin tasavvufi şiir anlayışı olarak özellikle Kul Himmet,
Noksani, Yemini, Hatayi, Nesimi gibi Alevi âşıklardan; tasavvuf dışı bazı
şiirlerinde ise Emrah’tan manevi olarak etkilenmesi söz konusudur denebilir.
Selmani’nin ve Yardımcı’nın görüşlerinin paralelliği doğrultusunda Selmani’yi,
Emrah kolunda yer alan âşıklardan saymak mümkündür.
20. yüzyıla bakıldığında geleneğin teknolojiyle beraber yaşamaya
çalıştığı görülmektedir. Erman Artun, 20. yüzyıldan itibaren âşıkların ordudaki
görevlerine son verilmesi ve tekkelerin kapatılmasıyla, âşıkların
26
koruyucularını kaybetmesinden ötürü âşık edebiyatının gerileme sürecine
girdiğini belirtir. (Artun, 1996: 21- 22) Doğan Kaya ise eserinde (Kaya 2007: 75),
bu yüzyılın gücünü koruduğunu, medeniyete ayak uydurduğunu, kitle
iletişim araçlarına rağmen varlığını sürdürdüğünü; 1931, 1964, 1967 yıllarında
Sivas’ta; 1966 yılından itibaren Konya’da yapılan Âşıklar Bayramı’nın geleneği
olumlu yönde etkilediğini ifade eder. Bu süreçte yer alan Selmani’nin geleneğe
etkisi de 1966 yılında Konya Âşıklar Bayramı’yla başlayacaktır. Yarışmaların
düzenlenmesi, âşıklar arası bir rekabetin yaşanması, kitle iletişim araçlarıyla
ülke genelinde âşıklarla ilgili programların ve haberlerin yapılması âşıkların
gelenek içinde var olma ve kendini geliştirme gücünü artırmıştır. Bu da
geleneğin yaşamasında etkili olmuştur.
20. yüzyılda Tokat’taki gelenek içinde Selmani, Âşık Kul Semai, Âşık
Püryani ve İmamoğlu gibi âşıkların geleneğin devam ettiricileri oldukları
görülmektedir. Bu âşıkların, ulusal düzeyde kazandığı başarılar, aldıkları
ödüller Tokat’ta geleneğin devam ettiğinin kanıtı olmuştur. Ancak Püryani
vefat etmiştir. Âşık Selmani ve Kul Semai ise 80 yaşlarına gelmiştir.
Artlarından gelen bir çırakları mevcut değildir. Selmani, âşıklık geleneğinin
artık şekil değiştirdiğini; saz çalıp söyleyen herkesin âşık gibi adlandırıldığını
ama aslında bunların çoğunun âşık olmadığını belirtmektedir. Ekonomik ve
toplumsal yapıdaki değişimlerin, iletişim organlarındaki teknolojik
gelişmelerin âşıklık geleneğindeki çıraklığı ortadan kaldırdığını, artık kimsenin
bir âşık peşinde çıraklık yapmaya da yanaşmadığını bunun âşıklık geleneğini
bitirmek üzere olduğunu söylemektedir.
Tokat Yöresi Âşıkları
Gelenek içinde yer alan Tokatlı âşıklar, bahsedilen âşıklarla sınırlı
değildir. Geçmişten bugüne bilinen Tokatlı âşıkların sayısı yüzlerle ifade
27
edilmektedir. Emin Ulu’nun, Tokat’taki âşıklık geleneği içinde yer alan
âşıklarla ilgili görüşleri ve yer verdiği âşıklar şu şekildedir:
“Anadolu’da Kars, Erzurum, Konya, Konya, İstanbul, Tokat gibi
yörelerde âşıklık geleneğinin canlılığı korunmuş, bir halka şeklinde günümüze
ulaşmıştır. Tokat da, âşıklık geleneğinin geçmişten günümüze en etkili şekilde
yaşadığı bu illerden biridir. Öyle ki edebiyatımızda usta-çırak ilişkisini
yansıtan âşık kollarından biri de “Emrah kolu” olup bu kol içinden Tokatlı
Nuri, Gedâi ve Ceyhûnî gibi güçlü âşıklar yetişmiştir. Geçmişten günümüze
kadar bu gelenek içinde yer alan, ister Tokatlı olsun ister ömrünün bir
bölümünü Tokat’ta geçirmiş olsun birçok usta âşığın adı Tokat’la
bütünleşmiştir. Kul Himmet’ten günümüze kadar Tokat’ta yetişen halk şairleri
arasında; Talibi, Fedai, Arifi Ceyhuni, İskani, Mevci, Remzani, Raşit, Zefil
Necmi, Âşık Sıtkı, Zileli Fikri, Dabak Hürrem, Âşık Sadık, Fevzi, Sofoğlu, Âşık
İsmail, Kul Yusuf, Gulam, Haydar Kâtibi, Nurettin Seyfi, Âşık, Kâmili, Zikriye,
Kemteri, Büryan Ana, Tokatlı Nuri, Niksarlı Bedri, Tokatlı Gedâi, Ali (19. yy),
Âşık Fâni, Semai, Eşrefoğlu, Erzurumlu Emrah, Hamdi, Şermi, Sezai, Recai,
Seyit Derviş, Raşit, Seferoğlu, Sadık Karadağ, Tayip, Rıfat, Ahmet Mürremi,
Vasıf, Hulusi, Lütfi vb. birçok isim 20.yüzyıldan önce; Âşık Selmani, Püryani,
Âşık İmamoğlu, Kul Semai Baba, Âşık Baba, Azmi, Söyleri, Kaynari, Âşık
Eşref, Kul Ali, İbrahim Dilek, Mehmet Coşkun, Yusuf Karakaş, Yusuf Balcı,
Nuri Gulami, Şerrâfî, Hafız Mehmet, Üryani, Âşık Cemali ve Âşık Mehmet ise
20.yüzyılda geleneğin en mühim temsilcileri olarak görülmektedir.” (Ulu, 2004:
405- 413). Kahraman’ın eserinde Tokatlı olan 128 âşıktan bahsedilmektedir
(Kahraman, 1996: 61- 63).
Âşıkların sayısına, niteliklerine ve edebiyatımız içinde yer etmelerine
bakıldığında ve tarihi belgeler ortaya konduğunda Tokat’ın bir âşıklar şehri
olduğunu söylemek mümkündür.
Geçmişten bugüne Tokat’taki geleneğin temsilcilerine yer verildikten
sonra Tokatlı âşıkların geleneğe başlama şekillerinden bahsedilecektir.
Geleneğe başlama, Tokat’ta âşıklar arasında bazı farklılıklar arz etmektedir.
Tokat’taki âşıklık geleneği konusunda Kahraman, Tokat’ta âşıklığa
başlamadaki iki önemli faktörü “irsiyet” ve “istidat” olarak gösterir. Bunlar
dışındaki sebepleri ise şöyle sıralar (Kahraman, 1996: 18):
a) Çıraklık
b) Usta malı şiir söyleme ve çevreden etkilenme
c) Türkülü hikâye dinleyerek veya okuyarak yetişme,
d) Sazlı sözlü ortamda yetişme
e) Rüya sonrası âşık olma
f) Manevi etki sonucu âşık olma
g) Dert sebebiyle âşık olma
28
h) Sevda sebebiyle âşık olma
ı) Milli duygularla âşık olma,
i) Birkaç sebebe dayalı âşık olma
j) Sebebi bilinmeyen bir şekilde âşık olma.
Âşık Selmani bu sınıflama içinde birkaç sebebe bağlı olarak âşık olan
âşıklar kategorisinde yer almaktadır. Bu kategoriler, çevre tesiriyle âşık olma,
sazlı sözlü ortamda yetişerek âşık olma ve manevi tesirle âşık olmadır.
Kahraman’ın eserinde Âşık Selmani’nin rüya sonrası âşık olan âşıklardan
olduğu yazmaktadır (Kahraman, 1996: 46); ancak Selmani, kendisinin böyle bir
bilgiyi kimseye vermediğini belirtmektedir ve bunu kabul etmemektedir.
1.1.1.TOKAT ÂŞIKLIK GELENEĞİNDEKİ ÖNEMLİ ÂŞIKLAR:
¾ KUL HİMMET:
16. yüzyılın 2. Yarısı ile 17. Yüzyılın başlarında yaşadığı kabul edilir.
Tokat’ın Almus ilçesine bağlı Varzıl köyünde doğmuştur ve aynı köyde vefat
etmiştir. Alevi âşıklardan biri olup Alevilerce en büyük yedi Alevi âşıktan biri
sayılır. Pir Sultan Abdal’ın müridi olduğu düşünülmektedir. (Sever, 2003: 195)
Nefesler, düvazimamlar, destanlar, ağıtlar söylemiştir. Çok iyi bir tekke eğitimi
almıştır. Sanat yönüyle birlikte etrafında bazı siyasi efsaneler de oluşmuştur.
Kul Himmet Üstadım’la birçok şiiri karıştırılsa da bunlar farklı âşıklardır. Kul
Himmet Üstadım, Kul Himmet’e karşı duyduğu derin sevgi sonucu onun
mahlasını kullanmıştır ve Kul Himmet Üstadım üzerine “Kul Himmet
Üstadım” bir eser 1976 yılında İbrahim Aslanoğlu tarafından yayımlanmıştır.
Yine İbrahim ASLANOĞLU 1997 yılında “Kul Himmet” adlı bir eser
yayımlayarak Kul Himmet’ler üzerindeki farklılıkları her iki eseriyle ortaya
koymuştur.
29
Âşık Selmani’nin kendine en çok örnek aldığı âşıkların başında Kul
Himmet gelmektedir. Kul Himmet de Âşık Selmani de Almuslu olup
Selmani, Kul Himmet’i kendine manevi üstat saymaktadır.
Örnek:
Yedi iklim dört köşeyi dolandım,
Ben Ali’den gayrı bir er görmedim,
Kısmet verip alemleri yaradan,
Ben Ali’den gayrı bir er görmedim,
Ol kudret bendini kırdım gark ettim,
Sarı öküz tüyün saydım fark ettim,
Arş-ı muallayı gezdim seyrettim,
Ben Ali’den gayrı bir er görmedim,
Kul Himmet’im eydür kırklara beli,
Dilim mehdin söyler aslımız deli,
Evveli Muhammed ahiri Ali,
Ben Ali’den gayrı bir er görmedim (Sever, 2003: 196)
¾ ÂŞIK KUL HÜSEYİN:
16. yüzyılın ikinci yarısı ile 17. Yüzyılın ilk
yarısında yaşamıştır. Kendisiyle ilgili kesin bilgiler mevcut değildir.
Ancak Âşık Hüseyin’in Tokat ya da Sivaslı olduğu düşünülmektedir.
Onun Kul Himmet’i üstat olarak görmesi buna dayanak
oluşturmaktadır. Âşık Hüseyin, Alevi- Bektaşi geleneğine özgü birçok
şiir söylemiştir. Cahit Öztelli Kul Hüseyin’e ait 50 nefes derlemiştir
(Sever, 2003: 201)
30
Örnek
Ey şahin bakışlım bülbül avazlım,
Bir eli kadehlim bir eli sazlım,
İşte ben gidiyom kal ahu gözlüm,
Ne sen beni unut ne de ben seni,
Yolda harami çok engel arada,
Unutma sevgilim demde sırada,
Kalıp gider amma gönül burada,
Ne sen beni unut ne de ben seni,
Hüzeyin eydür gül benzim soluk,
Serimize yazılmıştır ayrılık,
Vallahi sevdiğim gönüller birlik,
Ne sen beni unut ne de ben seni (Sever, 2003: 201)
¾ TALİBİ:
Tokat’ın Zile ilçesinde doğmuş yine Zile’de 1813 yılında vefat etmiştir.
Doğum tarihi olarak da 1733 kabul edilmektedir. 18. Yüzyılın önemli
şairlerindendir. Gençliğinde kahvecilik yapmıştır. Turhal Şeyhi
Mustafa Efendi’nin halifesidir. Hacı olmuş o nedenle de kendisine
“Hacı Talibi” de denmiştir.
İstanbul’a kadar gitmiş gittiği yerlerde kendini kabul ettirmiştir. Zileli
Fedai, Raşid ve Esat adlı âşıkların ustasıdır.
Ele geçen şiirleri genelde lirik tarzdadır (Sakaoğlu, 1989: 190). Âşık
Talibi üzerine Mehmet YARDIMCI’nın 1989 yılında hazırlanmış “Zileli
Âşık Katibi” adlı bir eseri bulunmaktadır.
Örnek
Dil bir seni sevdim anca dünyada,
31
Cemalin gördüğüm kar bana yeter,
Dolaştırma beni şema ziyade,
Uğruna yandığım nar bana yeter,
Servi büyük her endamın gül gibi,
Mah yüzünde zülüflerin kıl gibi,
Her dilbere meyil vermem el gibi,
Cihanda bir dane yar bana yeter,
Talibi’yem canda sadakatım var,
Yiğitlik yolunda metanetim var,
İstemem ötesin kanaatim var,
Sen gibi bir sitemkar bana yeter (Sakaoğlu, 1989: 190)
¾ ZİLELİ FEDAİ:
Âşık Talibi’nin çıraklarından olan
Fedai’nin hakkındaki bilgilerimiz kısıtlıdır. Ustası Âşık Talibi’nin
(1735- 1813) ölüm yılı göz önüne alındığında Fedai’nin 1813’ten sonra
sağ olduğu ve bundan hareketle de onun 18. yy.ın son yarısı ile 19.
yy.ın ilk yarısında yaşadığı bilgisine ulaşılabilir. Mahlasından da
anlaşıldığı üzere Fedai, Zile’de doğmuştur. Birkaç tane Fedai mahlaslı
şair vardır dolayısıyla bunların şiirleri birbirine karıştırılmıştır.
Anadolu’nun birçok yerini, İstanbul’u gezen Fedai Mısır’a kadar
gitmiştir. Alevi- Bektaşi bir şair olan Fedai iyi bir öğrenim görmüş,
divan ve halk şiiri tarzında ürünler vermiştir. Şiirlerinde Arapça ve
Farsça kelime ve tamlamalara yer veren Fedai halk şiirinde daha
liriktir (Sever, 2003:298- 300).
Fedai Talibi İstanbul'a yaptığı bir gezide Kumkapı'daki sazlı kahveye
uğramış, saz çalıp şiir söylemeye başlamış. Bu arada ona Talibi'yi
32
sormuşlar. O da "İstanbul Destanı" adı verilen destanın bir
dörtlüğünde şöyle söylemiş:
Dediler mevlidin olur nireden,
Dedim ki aslımız olur Zile'den,
Dediler Tâlibi n'oldu oradan,
Dedim bir Fatiha ihsan İstanbul, (Yardımcı-İvgin, 1983:24).
Fedai üzerine Hayrettin İVGİN ve Mehmet YARDIMCI’nın 1983
yılında yayımladıkları “Zileli Fedai” adlı bir eserleri bulunmaktadır.
Örnek:
Seyyah olup şu alemi gezerken,
Rahi kıldı bizi yolu Elif’in,
Kaşlar değer on sekiz bin alemi,
Dökülmüş gerdana teli Elif’in,
Adın sordum Elif dedi naz ile,
Aşkına kıya baktı göz ile,
Beni eğlendirdi türlü söz ile,
Öter bülbül gibi dili Elif’in,
Ne hubca yaratmış keremler kani,
Arttı Fedai’nin ah u figanı,
Açılmış koynunda bağı bostanı,
Kokar menevşesi gülü Elif’in
(Sever, 2003:299)
¾ ÂŞIK ZİLELİ KÂMİLİ:
Asıl adı Kamil olup
doğmuş, 1862 yılında vefat etmiştir. Babası
Feyzi’dir. Hattat olarak ünlendiğine bakarak
söylenebilir. Yakın çevresinde pek çok çırak
33
Tokat’ın Zile ilçesinde
Eşbekoğullarından Ali
iyi bir eğitim gördüğü
yetişmiştir. Ruhsati’nin
“Kâmili dünyada almamış murat.” demesi onun sıkıntılı bir hayat
sürdüğüne işaret olabilir (Artun, 2008: 336)
Örnek:
Medet hey erenler bir himmet eylen,
Feragat yok mudur yar belasından,
Aşkın curasını nuş eden gelsin,
Mansur-veş kurtulam dar belasından,
Ne bir dem şad oldum cihanda güldüm,
Ne safasın sürdüm ne vefa buldum,
Şeyda bülbül gibi yandım kül oldum,
Pervaneler gibi nar belasından,
Vuslatından eksik olmaz hailin,
Nice bir sitemin çekem cahilin,
Dünyada isteği olmaz Kamil’in,
Halasım yok ahu zar belasından…(Artun, 2008: 336)
¾ ERZURUMLU EMRAH:
Âşık Emrah, Emrah Baba gibi
adlarla da anılmaktadır. 19. Yüzyılın ve âşıklık geleneğinin en önemli
âşıklarındandır. Yaygın bir üne sahiptir ve kendi adıyla anılan bir âşık
kolunun kurucusudur. Erzurum’un Tanbura köyünde doğmuş,
Tokat’ın Niksar ilçesinde 1860 yılında vefat etmiştir. Ancak bu ölüm
tarihi tüm araştırmacıların üzerinde birleştiği bir tarih değildir. Zira
Fuad Köprülü 1854 yılını, Eflatun Cem Güney ise 1271 yılını ölüm yılı
olarak kabul eder. A.Talat Onay ise “1271- 1281 yılları arasında belki
1281 senesindedir.” İfadelerine yer verir (Onay, 1933: 17). Eski mezar
taşı kitabesinde ise 1271 tarihi yer almaktadır. Bu kitabeyi Halil Rami
34
Efendi keşfetmiş, Abdülkadir Hafız Efendi yeniden yazmıştır. 1271
tarihli kitabenin son dizesinde “İste kabr‐i Hazret‐i Emrah Baba”
yazmaktadır (Köprülü, 1923:13) Ancak son dönemlerdeki genel görüş
1860 yılıdır ki bu bilgi Tokatlı Nuri’nin bir şiirinde düştüğü tarihten
edinilmektedir:
Gördükde o serv-i kaddi nevreste nihali
Can bülbülünün kalmadı cisminde mecali
Keşfoldu sühan bağı, cihân bağı misali
Var olsun dilde hemen aşk-ı kemali
İnci ile mücevher gibi bu tarih-i sali
Nuri ne güzel söylemiş üstadına rahmet (1277- 1860 M.)
Emrah’ın Anıt Mezarı‐Niksar
Şiirlerine bakarak Erzurumlu Emrah’ın medrese eğitimi aldığından
bahsedilebilir. Anadolu’nun pek çok yerini gezmiş birkaç kez
evlenmiştir. En son olarak Tokat’a gelmiş burada Tokatlı Nuri ve
Gedâi gibi iki çırak yetiştirmiştir (Sakaoğlu, 1989: 205). Bu çırakların
yetiştirdiği âşıklar sayesinde âşıklık geleneğinin temel kollarından biri
olan Emrah kolu nesilden nesile varlığını sürdürmüştür. Dolayısıyla
Tokat’ta âşıklık geleneğinin yetkin ve uzun ömürlü olmasında en
önemli etkenlerden biri olarak Erzurumlu Emrah’ı göstermek yanlış
olmaz. Doğan Kaya, âşık kollarıyla ilgili bir makalesinde daha önce de
belirttiğimiz üzere Tokat’ta âşıklık geleneğinin yaşamasında bu kolun
önemine değinmiştir (Kaya: 1997: 507). Erzurumlu Emrah Kolu Tokat
ve Kastamonu’da varlık göstermiştir. Bu kol Emrah’tan itibaren şu
âşıklardan meydana gelmektedir:
35
Emrah: Gedaî, Meydanî, Tokatlı Nuri.
Meydanî’nin çırakları: Kemalî, (Onun çırağı: Hasan, Hasan’ın
çırağı
ise İhsan Ozanoğlu).
Nuri’nin Çırakları: Gayretî, Ceyhunî.
Ceyhunî’nin çırakları: Cemalî, Mevcî, Nagamî, Bedrî, Arap Hızrî,
Mes’udî, Şermî, Cesurî, Seyhunî, İlhamî, Pesendî.
Erzurumlu Emrah sadece hece vezninde değil aruz vezninde de birçok
şiir yazmış olup bu şiirleri Mehmet Abdülaziz Erzurumi tarafından
“Divan‐ı Emrah” adıyla 1916 yılında yayımlanmıştır (Sakaoğlu, 1989:
205). Eflatun Cem Güney, 1928 yılında Erzurumlu Emrah’ın hayatı ve
eserleri üzerine bir kitap yayımlamış, bu esere heceyle yazdığı şiirleri
de koymuştur. Emrah, büyük ölçüde Bektaşi şairlerin etkisinde kalıp
devriyeler söylemiştir (Artun, 2008: 343). Ayrıca medrese tahsili
gördüğü için hem dini- tasavvufi temleri işler hem de âşıklık
geleneğini çift yönlü olarak sürdürür (Güzel, Torun: 2010: 309).
Erzurumlu Emrah’ın mezarı Niksar’da Karşıbağ Mahallesinde Tekke
Bayırı denen yerde olup 2010 yılında, 20. Yüzyıl şairlerinden Cahit
Külebi’nin anıt mezarı da hemen Erzurumlu Emrah’ın yanına
yapılmıştır. Her yıl Niksar’da Erzurumlu Emrah ve Cahit Külebi çeşitli
etkinliklerle anılmakta olup Niksar’da Emrah Baba olarak bilinen
Erzurumlu Emrah’ın mezarı binlerce kişi tarafından ziyaret
edilmektedir. Niksar’da Emrah Baba olarak anılması onu halkın kutsal
bir mertebede gördüğünün bir kanıtıdır. Zira toplumumuz âşıkları;
Allah dostları, kutsal nitelikli insanlar olarak görmektedir ki Niksar’da
da Erzurumlu Emrah halkın bu teveccühüyle yaşatılmaktadır. Bunda,
Emrah’ın Niksar’da Nakşibendi tarikatına girmesinin de etkisi olduğu
düşünülmektedir. Ayrıca Emrah’ın mezar kitabesinde de kendisinden
“Emrah Baba” diye bahsedilmektedir.
Erzurumlu Emrah hakkında 1928 yılında yayımlanan Eflatun Cem
GÜNEY’in “Erzurumlu Emrah” adlı araştırması ve Fuad
KÖPRÜLÜ’nün “Erzurumlu Emrah” adlı eseri bu konuda ilk ciddi
araştırmalar olma özelliğini taşır. Emrahla ilgili olarak aşağıda kapak
resimlerini koyduğumuz Prof. Dr. Ali Berat ALPTEKİN ve Orhan
URAL’ın eserleri mevcuttur. Yine Metin KARADAĞ’ın “Erzurumlu
Emrah; Hayatı, Sanatı, Şiirleri”, Dilaver DÜZGÜN’ün “Âşık Tarzı Şiir
Geleneği ve Erzurumlu Emrah” adlı eserleri önemlidir. Saim
Sakaoğlu’nun ʺEmrahʹın Türk Saz Şâirleri İçindeki Yeri ve Yetiştirdiği
Ustalarʺ adlı bir makalesi Emrah’ı ve Emrah Kolunu tanıtmak
açısından önemlidir.
36
Örnekler:
Koşma:
Kerem kıl ey saki yüz verme bana,
Gönül o yüzlerden farıdı gitti,
Sevda illetinden söz verme bana,
O illet bana bir nar idi gitti,
Ezelden gül gibi olurdum handan,
Şimdi bülbül gibi kalmışım giryan,
Ya nice ağlayıp etmeyim efgan,
Yârim sadakatli yâr idi gitti,
Gözlerine yârin muvafık ismi,
Hüsnüne düşmüştür mutabık ismi,
Ne zaman okunsa bir âşık ismi,
Derler ki bir Emrah var idi gitti
Gazel
Ey sabâ derdüm bir dildâre söyle ağlasun,
Vasf-ı hâlüm lebleri sükkâre ağlasun,
Zülfinün sevdâsına gönlüm virelden ben ânun,
37
Çektüğüm mihnetleri ol yâre söyle ağlasun…
Nâme yazdum derd ile Emrah kan ağlar hâmeler,
Öz dilinden ol şîrîn güftâre söyle ağlasun
¾ TOKATLI GEDAİ (BEŞİKTAŞLI GEDAİ):
Kemal Türker’den alıntı
Asıl adı Ahmet’tir. Tokat’ta doğduğundan Tokatlı Gedai, uzun
süre İstanbul’da Beşiktaş’ta ikamet ettiğinden ve orada tanındığından
da Beşiktaşlı Gedai olarak anılmıştır. Tokat’ta 1826 yılında doğmuştur.
Genç yaşında Tokat’tan İstanbul’a yerleşmiştir. Hayatını arzuhal
yazarak kazanmıştır. Aruzla iyi şiirler yazmasına bakarak iyi bir eğitim
aldığı söylenebilir. Sazı ve sesinin güzelliğiyle Abdülaziz’in sarayında
saz heyetinde yer almıştır.
Ustası Erzurumlu Emrah’tır. Gedai mahlasını ona Bektaşi dedesi
Mehmet Ali Dede vermiştir. Bir yandan Nedim gibi divan şairlerini
tahmis ederken diğer yandan da devrin ünlü âşıklarıyla atışmaya
devam etmiştir. Pek çok âşık ona nazireler söylemiştir. Döneminde
Lisani, Yeksani gibi Ermeni; Hicabi, Ceyhuni gibi Türk âşıklarla
yaptığı atışmalar büyük ilgi görmüştür. Heceyle yazdığı şiirler dışında
divan şiirini de bilen Gedai’nin süslü sanatlı dille yazılmış şiirleri de
vardır. 1899 yılında İstanbul’da vefat etmiştir (Artun, 2008: 323- 324).
Hakkında Sadettin Nüzhet Ergun’un 1933 yılında yayımlanan “19. Asır
Şairlerinden Beşiktaşlı Gedai” ve Muhtar Yahyaoğlu’nun 1943 yılında
yayımlanan “Tokatlı Gedai, Hayatı ve Eserleri” adlı eserler mevcuttur.
Sanadır niyazım derun-ı dilden,
Mevla’nın aşkına dur seher yeli,
Çıkarmış mı beni yarim gönülden,
Varınca divana sor seher yeli,
38
Âşıksın aşığın gönlün alırsın,
Gönlün alıp hem teselli verirsin,
Mekke’den ya Medine’den gelirsin,
Hak seni yaratmış nur seher yeli,
Kan ağlar Gedai almadı mecal,
Olmuşum hicr ile ben manend-i nal,
Gözyaşıyla yazdırmışım arz-ı hal,
Öp elin cana ver seher yeli, (Sever, 2003:342- 343)
¾ TOKATLI NURİ:
Kesin olduğu bilinmemekle birlikte 1825
yılında Tokat’ın Kızılca Mahallesi’nde doğduğu bilgisi mevcuttur. 1883
yılında Samsun’da vefat etmiştir. Erzurumlu Emrah’ın çıraklarından
olup birçok araştırmacı tarafından Emrah Kolunun Emrah’tan sonraki
en yetkin şairi kabul edilmektedir. Mahlasını bizzat Erzurumlu Emrah
vermiştir. Tokatlı Nuri de Âşık Ceyhuni ve Gayreti’yi yetiştirmiştir.
Okuryazarlığı olmadığı şeklindeki görüş pek kabul görmemiştir zira
aruzla da başarılı şiirler yazabilen bir aşığın eğitimsiz olması pek olası
kabul edilmez. Tokatlı Nuri güçlü bir âşık olmasına rağmen çok iyi
tanınmamıştır (Sakaoğlu, 1989: 219)
Tokatlı Nuri hakkında Ahmet Talat Onay’ın 1933 yılında yazmış
olduğu “Âşık Tokatlı Nuri” adlı bir eser mevcuttur.
Örnek:
Ben güzelim diye havadan uçma,
İndirirler seni el yaman olur,
Siyah kakülünü gerdana saçma,
Eser bad-ı saba yel yaman olur,
39
Güzelsin sevdiğim kendini sakın,
Beyaz elerline kınalar yakın,
İyiden kötüden kendini sakın,
Eritirler seni el yaman olur
Güzelsin sevdiğim sen de bilirsin,
Ettiğin işlere nadim olursun,
Akşamdır sevdiğim bunda kalırsın,
Nuri karanlıkta yol yaman olur (Artun, 2008: 322)
¾ ÂŞIK CEYHUNİ:
Asıl adı Çördükoğlu Ömer’dir. 1832 yılında Zile’de doğmuştur. 1912
yılında ise Çorum Alaca’nın İsacalı köyünde vefat etmiştir. Babasının
adı Ahmet’tir. Tahsili hakkında bilgiler kesin değildir.
Tokatlı
Nuri’nin çırağıdır. Kendisi de yetiştirdiği birçok çırakla Tokat’ta âşıklık
geleneğinin ve “Emrah Kolu” nun devamını sağlayan âşıklardan
biridir. Niksarlı Bedri, Niksarlı Cevri, Zileli Mevci, Tokatlı Cemali,
Sivaslı
Pesendi vb. âşıkların ustasıdır. Ceyhuni, seyahatlerinde çoğu zaman
çıraklarını da yanına almıştır. Bir ara İstanbul’a da gitmiş, sanatını
orada da icra etmiştir. On iki telli cöğürü ustaca çalmasıyla şöhrete
kavuşmuştur (Sakaoğlu, 1989: 199). Samsun'da Tokatlı Nuri'nin vefatı
sırasında yanında büyük çırağı Ceyhunî'nin bulunduğu ve ustasının:
ʺSözümü Ceyhunîʹye, sazımı çocuklarıma veriyorumʺ dediği Ceyhunî'nin
de ustası Nuri'nin sazını kutsal bir emanet olarak Samsun'dan Tokat'a
40
getirip
ailesine
teslim
ettiği
bilinen
gerçeklerdendir
(http://www.unyezile.com).
Alevi- Bektaşi âşıklardan olan Ceyhuni, şiirlerinde Bektaşi inançları
yanında aşk, gurbet, ayrılık, tabiat, hastalık temalarını da işlemiş;
aruzla gazeller, şarkılar yazmıştır (Sever, 2003: 362). Âşık Ceyhuni
üzerine Hayrettin İVGİN ve Mehmet YARDIMCI’nın 1996 yılında
yayımladıkları Zileli Âşık Ceyhuni Hayatı‐ Sanatı‐ Şiirleri ve Diğer
Ceyhuni’ler” adlı bir eser mevcuttur. Yine Mehmet KAHRAMAN’ın
“Tokat Âşıklık Geleneği ve Âşık Ceyhuni” adlı bir yüksek lisans tezi
bulunmaktadır.
Örnek:
İklimi cananın soldu gülleri,
Bağı vuslat gülizarsız olur mu,
Hal ehli halleder bu müşkülleri,
Gonca harsız bülbül zarsız olur mu,
Raftara çıktıkça kaşı kemanım,
Sulasın yolları çeşmi giryanım,
İr gör endamını hüsnü tabanım,
Çin güzeli müşkibarsız olur mu,
Vefa resmin hublar etseler resid,
Can verip Ceyhuni eyler yine iyd,
Harabat ehline tan eder zahid,
Âşık olan şivekârsız olur mu,
¾ ÂŞIK PÜRYÂNİ:
Tokat yöresi âşıklık geleneğinin 20.
Yüzyıldaki en önemli temsilcilerindendir. Asıl adı Hacı Resul’dür. 1931
yılında Tokat’ın Arabören (Çayören) köyünde doğmuştur. Bir
yaşından itibaren göz sorunları meydana gelmiştir. Tedaviler pek
41
olumlu cevap vermemiştir. İyi bir eğitim görmemiştir. Kendi
bilgilerine göre ona rüyasında okuma öğretilmiştir. Yani badeli bir
âşıktır.
Püryani’nin irtical (doğaçlama) yeteneği vardır ancak saz çalamaz.
Belleği çok kuvvetli olup yaşarken üne kavuşmuştur. 1972- 1973
Âşıklar Bayramı’na katılmıştır.
Âşığın bir tarikata bağlılığı vardır ancak mütevazılığı bunu söylemeye
engel olmuştur. Şiirlerinde dini konular ağırlıktadır. Ancak beşeri aşkı
dile getiren şiirleri de vardır. Öğüt verici şiirleri dikkat çeker. Aşk baş
konulardandır. Kâinatın yaratılışı, Allah, Hz. Muhammed, toplumun
aksayan yönleri işlediği konular arasındadır.
Şiirlerinde hece veznini kullanmıştır. Özellikle 7, 8, 11’li hece ölçüsüyle
yazmıştır. Durakları sağlamdır. Yarım kafiyeye daha fazla yer
vermektedir. Dili sadedir. Atasözleri ve deyimlerden yararlanmıştır
(Kaçar, 2000: 17)
Âşık Püryani özellikle “Mihrali Bey” adlı destanlarıyla tanınmaktadır.
Püryani, üç tane Mihrali Bey destanı meydana getirmiş olup bunlar
türküleştirilmiş, bu türküler yörede kulaktan kulağa yayılmıştır.
Püryani üzerine Yard. Doç. Dr. Burhan KAÇAR’ın Tokat Belediyesi
tarafından yayımlanan “Âşık Püryani” adlı bir eseri bulunmaktadır.
Ayrıca Doğan Kaya’nın 1989 yılında yayımlamış olduğu “Âşık
Püryani’nin Karşılaşmaları” adlı bir makale mevcuttur. Âşık Püryani
yakın zamanda 2006 yılı Temmuz ayında 75 yaşındayken vefat
etmiştir.
Örnek:
Nasıl methedeyim Mihrali Bey'i
Eyvah Mihrali Bey gitti gelmedi
Düşman mı oldular kahraman sana
Eyvah Mihrali Bey gitti gelmedi
Sürmeler çekilir kirpiğe kaşa
Mihrali Bey o Yemen'e ulaşa
Günler sıcak olur çıkamaz başa
Eyvah Mihrali Bey gitti gelmedi
Acıyurt iklimi Konak köyü'nü
Ne bayramı belli ne de düğünü
Gözledim gelmedi Ali Bey'imi
Eyvah Mihrali Bey gitti gelmedi
42
Bu Mihrali Bey'in bu hali böyle
Konuşurdu ağa paşa bey ile
Dinlen gel Püryani yeniden söyle
Eyvah Mihrali Bey gitti gelmedi
¾ ÂŞIK KUL SEMAİ:
1931 yılında Tokat’ın Turhal ilçesine bağlı Ayranpınarı (Vazanya)
köyünde dünyaya gelmiştir. Asıl adı Muharrem Oylum’dur. Küçük
yaşta şiirler söylemeye başlayan Kul Semai, 18 yaşında cura çalmayı
öğrenip hocası Ali Rıza Efendi’den dersler almaya başlamıştır. Daha
sonra saz çalmaya dönmüş sazı ve sözü ile çevresinde âşık olarak
tanınmıştır.
1970 yılında ilk kez Konya Âşıklar Bayramına katılmış, ertesi yıl
atışma, lebdeğmez, muamma, türkü vb. bütün dallarda yarışabilecek
güce erişmiştir. Çobanoğlu ve Reyhani ile lebdeğmezde yarışarak
birinci olmuştur. 1971’de türkü dalında birinci, atışma dalında ikinci
olmuştur. 1972 yılında Hacı Bektaş-ı Veli’yi anma törenlerinde
okuduğu şiirle birinci olmuştur. Bunlar dışında da birçok ödül
kazanmıştır. Kul Semai ilk şiirlerinde genelde Alevilik üzerinde
durmuş daha sonra şiirlerinin konu kapsamını genişletmiş genelde
sade bir Türkçeyle şiirlerini meydana getirmiştir. Şiirlerini “Geldim
Erenler (1973)” adlı kitabında toplamıştır. Kul Semai ve Âşık Selmani
yıllarca birbirlerine yoldaşlık etmişler birlikte birçok etkinliğe
katılmışlardır. Kul Semai halen hayatta olup kendisi gibi âşık olan
Nevruz Bacı ile evlidir (Sever, 2003: 532- 534).
Örnek:
Evladı Resul’e beli demeyen,
İbadet evine boş gelir gider,
Hakikatin küntü kenzi bilmeyen,
Bir hayal peşinde düş gelir gider,
Hakikatin esrarını bilmeyen,
43
Erbabı kâmilden dersin almayan,
Gönlü engin olup türap olmayan,
Bir gıda vermeyen taş gelir gider,
Kul Semai’m yeter sözü uzatma,
Sarrafı bulmadan mücevher satma,
Hak aldanmaz sakın kendin aldatma,
Bu meydanda nice baş gelir gider, (Sever, 2003: 534).
¾ ÂŞIK İMAMOĞLU:
Tokat âşıklık geleneğinin yaşayan âşıklarından biridir. Asıl adı
ömer faruk alyüz’dür. 1943 doğumludur. Tokat’ın Emirseyit
kasabasında doğmuştur. İlkokulu tamamlamış ancak maddi
imkânsızlıklar nedeniyle tahsiline devam edememiştir. Âşık garip ve
âşık kerem’in şiirlerinden beslendiğini ifade eden âşık 27 yaşında saz
çalmaya başlamıştır. Sazla tanıştıktan sonra köy köy şehir şehir
gezmiştir. Gezdikçe yeni âşıklar tanımış, onlarla atışmış söyleymiş
âşıklığını geliştirmiştir (Kaçar, 1997:6). İmamoğlu şiirlerini sevdiğine
kavuşamamanın verdiği ızdırapla söylemiştir. Şiirlerinde genellikle
hemen tüm halk şairlerinde olduğu gibi 7, 8, 11’li hece ölçüsü dikkat
çekmektedir. Birçok konuda şiirleri olan imamoğlu halen tokat
emirseyit kasabasında yaşamaktadır. İmamoğlu üzerine Burhan
KAÇAR’ın 1997 yılında Tokat Belediyesi tarafından yayımlanmış “Âşık
İmamoğlu” adlı bir eseri mevcuttur.
Örnek:
Cümle varlık cana gelir,
44
Bakar divane divane,
Akar nehir sebep vardır,
Akar divane divane,
Kök atarlar pürüm pürçek,
Yalan değil hepsi gerçek,
Kırda açar bin bir çiçek,
Kokar divane divane…
1.2.ÂŞIK SELMANİ’NİN SANATÇI KİŞİLİĞİ:
1.2.1.
SELMANİ’NİN ÂŞIKLIĞINI HAZIRLAYAN ORTAM VE
ETMENLER:
1.2.1.1. Yetiştiği Manevi Ortam:
Âşık Selmani’nin âşıklığa başlamasında iki unsur özellikle dikkat
çekmektedir: Manevi etki ve sazlı‐sözlü ortamlar. Bu iki unsur Âşık Selmani’de
aslında iç içedir. Âşık Selmani’nin sazlı- sözlü ortamda bulunması cem
törenlerinde zâkirlik yapmasıyla ilişkilidir. Âşık Selmani, bu ortamlarda saz
çalarken söylediği nefesler, kendinden önceki büyük Alevi âşıklarına aittir.
Hem sazlı-sözlü ortamların etkisi hem de kendinden önceki âşıkların manevi
tesiriyle Selmani âşık olur ve gelenek içindeki yerini alır. Daha önce belirtildiği
üzere Âşık Selmani’nin aile çevresinin de âşıklığında tesiri vardır. Zira Âşık
Selmani saz çalmayı amcalarından öğrenmiş olup bir süre onların tesirinde
kalmıştır. Ancak ona asıl âşıklık hüviyeti kazandıran unsurlar sazlı- sözlü
ortam ve manevi etkidir.
Âşık Selmani âşıklığa başlamasından bahsederken, çocukluğunda 7 ila
10 yaş aralarında iken cem törenlerinde saz çalan âşıklardan görerek âşıklığa
merak saldığını, saz öğrenme isteğinin kendi içinden geldiğini, sadece bir
kişinin değil; birçok kişinin saz öğrenmesinde etkisinin olduğunu belirtmiştir.
Bütün rastladığı ustalardan bir şeyler öğrendiğini belirten Selmani, kendi
çevresindeki birçok kişinin Alevi geleneğinin temellerinden biri olan sazı çok
iyi bildiğini; bunun, yetiştiği Alevi-Bektaşi çevresinde ve aile içinde bir
gelenek olduğunu belirtmiştir. Özellikle kendisi üzerinde amcası Âşık Mehmet
ve Âşık Veli’nin etkisinden bahsetmektedir. Âşık Selmani, kendi sülalesinde
âşıklık olduğunu ve âşıklık yapmasında çevre tesirinin de olduğunu ifade
etmiştir.
Selmani, ilk zamanlar büyük şairlerin sözlerini okuduğunu,
derlemelerden yararlandığını ifade ederek; saz ile irticalen şiir söylemeye ise
daha sonra başladığını aktarmıştır. Cem törenlerinde zâkirlik yaptığını belirten
45
âşık, Alevi-Bektaşi geleneğine bağlı şiirlerin kendine yön verdiğini, özellikle de
“Virani, Nesimi, Yemini, Fuzuli, Hatayi, Pir Sultan, Kul Himmet, Mirati, Noksani”
gibi şairlerin etkisinde kaldığını belirtmiştir. Virani Risalesi, Yemini Kitabı,
Nesimi Divanı, İmam Cafer Buyruğu’nu okumuş ve kendisine göre en önemli
kaynak olarak da Kuran’ı üç kez hatmetmiştir. Âşık Selmani ayrıca kendi
felsefesi üzerinde Halil Öztoprak’ın ve onun “Kur’an’da Hikmet, Tarihte Hakikat
ve Kur’an’da Hikmet İncil’de Hakikat” adlı eserinin çok büyük etkisi olduğundan
bahseder. Buradan da anlaşılacağı üzere Âşık Selmani’nin âşık olmasındaki en
büyük etki manevi etkidir. Âşık Selmani, Alevi geleneğinde üstat sayılan
şairlerin şiirlerindeki manaları çözmek için çok çalıştığını; bu nedenle Arapça,
Farsça kelimelerin anlamlarını öğrendiğini ve bunlardan da yola çıkarak
zamanla kendi şiirlerini yazdığını belirtmiştir. Kendi özgün yönünü ifade
ederken de “İpliğim etkilendiğim şairlerinkiyle aynı; fakat dokuma çeşidi, nakışlar
farklı.” ifadelerini kullanmıştır.
Âşık Selmani, ergenlik dönemlerinde katıldığı bir cem töreninde
zâkirlik yaparken, törende bulunan Musa-i Kazım adlı mürşidin verdiği dolu
ve “Allah aşkını artırsın.” sözleriyle kendince âşıklığın önemli unsurlarından
birini daha sağlar ve bir müddet sonra 15 -16 yaşlarında iken kendi şiirlerini
söylemeye başlar. Âşık Selmani, bu durumu şöyle ifade etmektedir:
Selmani’yim çok şükürler bildim ağı, karayı,
Tayyubi tahir eyleyip sildim kalbim sarayı,
Bir kâmil mürşitten içtim bir katrecik cürayı,
Aslı bir ulu zattandır, ismi Musa- i Kazım, ( Aksüt, 2007: 26)
Âşık, çevresinde kendi gibi irticalen söyleyen âşıkların olmadığını,
çoğu kimsenin derlemeler söylediğini; irticalen söyleyen âşıkları ilk kez Konya
Âşıklar Bayramında 1966 yılında gördüğünü ifade etmiştir. Âşık Selmani
çocukluğunda, sazıyla sözüyle köy köy gezip kahvelerde, meydanlarda şiirler
okuyup türküler söylemediğini; cem törenleri için köy köy gezip zâkirlik
yaptığını, cem evlerinde şiirler söylediğini ifade etmiştir. Âşığın memleket
memleket gezerek toplantılara katılması, yarışmalara girmesi, geleneği icra
etmesi daha çok 1967 yılından sonradır. Âşık Selmani, âşığın durağan değil
seyyar olması gerektiğine inanan bir âşıktır.
Tüm bu bilgilerden de şu çıkarılabilir ki Âşık Selmani’nin âşık
olmasında mecâzi aşktan çok ilahi aşkın tesiri vardır. Onu âşıklık mertebesine
taşıyan “Viranî, Yemini, Nesimi, Fuzuli” gibi şairlerin şiirlerini okumasıdır.
Kendi ifadesiyle ise usta malı deyişlerdir. Ancak âşığa göre, ustalaşma
sürecinde âşık toplantılarının ve diğer âşıklarla tanışıp memleket memleket
gezmesinin tesiri de büyüktür.
Âşık Selmani, kendi soyunda âşıklık olduğundan bahsetmiştir; ancak
bu, irticalen şiir söylemeye dayalı edebi anlamda bir âşıklık değildir. Amcaları
46
olan Âşık Mehmet ve Âşık Veli’nin derleme şiirler okuyan, çok güzel saz çalan
kişiler olduğundan bahseden Âşık Selmani; o dönem yaşadığı yer olan
Almus’ta böyle kişilere de âşık denmesinin sebebini irticalen şiir söyleyen
kişilerin olmamasına bağlamıştır. Cem törenlerinde saz çalıp söyleyen kişiler
de yine derlemeler okuyan kişilerdir ve kendilerine halk içinde âşık
denmektedir. Özellikle de Alevi kültürünün 7 büyük şairi bu konuda örnek
alınan ve şiirleri okunan kişilerdir. Âşık Selmani’nin âşık denen bu kişilere
göre farklı olması irticalen söyleyebilmesi olmuştur. Âşık Selmani kendisine
âşıklığın verilmesini Allah’ın bir inayeti olarak görmektedir ve kendisinin
âşıklığa adım atışını bir dörtlüğünde şöyle ifade etmektedir:
“Cenab-ı Mevla’dan erdi inayet,
Dahi çocuk iken saza alıştık,
Kudret iliminden okuduk ayet,
Çok şükür kelama, söze alıştık” (Bugün, 25 Ekim 1970)
Bu dizeler de, onun manevi etki sonucu âşıklık mertebesine ermesini
ifade etmektedir. Verilen bilgilere bakılarak Âşık Selmani, yetişme çevresi
açısından tasavvufi ortamlarda yetişmiş bir âşıktır. Köyde yetişmesi, cem
törenlerinde zâkirlik yapması ve çevresi onun sanatçı kişiliğini etkileyen
unsurlardır.
1.2.1.2. Sazlı Sözlü Ortam:
Âşık şiirinde saz ile söz bütünleşmiştir. Fuad Köprülü: “Esasen saz
şairleri tabirinden de çok iyi anlaşıldığı gibi, meslekten yetişmiş âşıklar arasında sazı
olmayan, saz çalamayan bir şair tasavvur olunamaz.” (Köprülü, 2004: 30) der.
Doğan Kaya, sazlı-sözlü ortamlar içinde Ayin-i Cemlerin önemli bir
yer tuttuğuna değinmiş olup ve aslı “aynü’l cem” olan törenlerin âşık
edebiyatında önemli bir yere sahip olduğundan bahseder ve bu törenlerin
âşığın yetişmesinde ve geleneğin yaşatılmasında önemli bir yeri olduğunu
belirtir (Kaya, 1991: 73). Selmani’nin çocukluğundan itibaren bu ortamlarda
bulunuşu kendi görüşüne göre onun geleneği yaşatmasında en önemli etkiye
sahiptir.
Tokat’ta sazlı-sözlü ortam dendiğinde akla gelen yerler:
1. Kahveler
2. Düğün evleri
3. Ayin‐i Cemler’dir (Kahraman,1996: 25)
Âşık Selmani Tokat’ın Almus ilçesine bağlı Kuruseki köyündendir.
Âşığa göre kendi köyü, Alevi- Bektaşi geleneğine sıkı sıkıya bağlı bir köy olup
47
cem törenleri çok önemli bir yere sahiptir. Âşık Selmani’nin âşıklığına etki
eden temel sazlı sözlü ortamlar cem evleri ve ayin-i cemlerdir. Âşık Selmani,
çocukluğundan itibaren cem evine gitmeye başlamış, oradaki sazlı sözlü
ortamdan etkilenmiş, söylenen şiirlere ve deyişlere ilgi duymuştur. Cem evine
gelen ve âşık diye nitelenen kişiler, zâkirlik görevini yürüten şahıslar onda
derin bir etki meydana getirmiştir. Bu etkiyle henüz 7 ila 8 yaşlarında,
dinlediği âşıklar gibi saz çalmaya merak salmış ve saz öğrenmiştir. Okuma
yazma bilmemesine rağmen Alevi kültürünün yedi büyük aşığının ve bazı
âşıkların deyişlerini dinleyerek ezberlemiş, manaları kavrayabilmek için
Kur’an öğrenmiş, Arapça ve Farsça kelimelerin manalarını incelemiş, cemlerde
zâkirlik yapmaya başlamış ve yıllarca “ayin‐i cem”lerde “sazander” olarak yer
almıştır. Bunun yanında Selmani’ye göre, âşığın aile çevresi de saza söze
meyilli olup bir âşık soyudur. Cem törenleri dışında, aile içi etkinliklerde ve
çevrede de sazlı sözlü ortamlar çokça mevcut olup âşık bunlardan da
etkilenmiştir.
Ayrıca Âşık Selmani’nin âşıklığında, âşık toplantılarının özellikle
Konya Âşıklar Bayramı’nın çok önemli bir tesiri olmuştur. İlk yıl yarışmalara
katılmadığını çünkü çok toy olduğunu belirten Selmani, sonraki yıllarda ise
usta âşıklar seviyesine ulaşmak için çok çalıştığını ifade etmiş ve girdiği
yarışmalarda birçok ödül kazanmıştır. Ona âşıklık hüviyeti kazandıran ve
onun ülke çapında tanınmasına vesile olan da zaten bu âşık toplantıları
olmuştur. Hemen her yıl özellikle de atışma dallarında ödül kazanan Selmani,
sekiz seneden sonra Konya Âşıklar Bayramı’na da veda etmiştir. Kendi
ifadesine göre bunun sebebi, âşığın kendisiyle dalga geçildiğini düşünmesidir.
Kazandığı yarışmadan sonra ödülü veren kişinin Selmani’ye 500 TL verip “En
fazla ödülü sana verdik, kimseye söyleme.” demesi onu şüphelendirmiş ve bunu
da Selmani diğer âşıklarla paylaşmıştır. Kendisine söylenenin doğru
olmadığını anlayan Selmani, bir yıl sonra gelen Âşıklar Bayramı davetiyesine
bir şiir yazarak karşılık vermiştir. Bayram’a veda etmiş, ondan sonra da daha
gitmemiştir. Selmani, şiirinde kırgınlığını şu şekilde ifade eder:
Ben Konya’ya koşa koşa varırdım,
Eğer bizi basit görmeseydiniz,
Huzurda el pençe divan dururdum,
Hakkımızı ele vermeseydiniz, (388/ 1)
Özetle, Âşık Selmani’nin yetişmesindeki önemli etkenlerden biri de
sazlı sözlü ortamlar olmuştur. Cem törenlerindeki, çevresindeki ve âşık
toplantılarındaki sazlı- sözlü ortamlar onun gelişimine katkıda bulunmuştur.
Sazlı- sözlü ortamlardan olan kahveler ve düğünlerin Selmani’ye etkisi yoktur.
48
1.2.2. ÂŞIK SELMANİ’NİN SANATÇI KİŞİLİĞİNİN OLUŞUMU
Âşıklık geleneğinde, âşığın sanatçı kişiliğini meydana getiren unsurlar
olarak “Usta- Çırak İlişkisi (Kapılanma)”, “Saz”, “Rüya”, “Bade” ve “Mahlas
Alma (Tapşırma)” kavramları ele alınmaktadır.
Âşıkların sanatçı kişiliğini meydana getiren temel unsurlardan biri
“usta‐ çırak ilişkisi” yahut “kapılanma”, âşıklık geleneğinde üstat bir âşığın,
yanında âşık olmaya yetenekli bir genci alıp yetiştirmesidir.
Artun’un; günümüzde kitle iletişim araçlarının artması, modernleşme,
değişen sosyal hayat, ilgi ve yönelimlerin değişmesi, eğlence anlayışlarının
değişmesi ve âşıklığa gönüllü çırakların bulunamayışı nedeniyle sekteye
uğrayıp zayıfladığı yönündeki görüşleri (Artun, 2008: 57) Selmani’nin konuya
bakış açısıyla uyuşmaktadır. Selmani, çıraklık yapmamış; gelenekteki
anlamıyla yanında gezdirerek çırak yetiştirmemiş bir âşıktır. Bunu da dönemin
etkisine bağlar.
Tokat âşıklık geleneği incelendiğinde, gelenek içinde usta-çırak
ilişkisinin aslında önemli bir yer arz ettiği görülmektedir. Daha önce de
bahsedildiği şekilde âşık edebiyatında usta âşıkların oluşturduğu ve usta-çırak
ilişkisini ifade eden kollar mevcuttur. Bu kollardan biri de Emrah koludur.
Öyle ki Erzurumlu Emrah, Tokatlı Nuri ve Gedai’yi yetiştirmiş; onların usta
birer âşık olmalarında en büyük etken olmuştur. Onlar da Erzurumlu
Emrah’tan sonra geleneği devam ettirmişler, yeni âşıkları geleneğe usta-çırak
ilişkisiyle katmışlardır. Örneğin Tokatlı Nuri de Ceyhuni’yi yetiştirmiş ve
gelenek devam etmiştir. Emrah kolu Tokat ve Kastamonu yörelerinde mevcut
olup kol şöyle şekillenir:
Emrah: Gedâi, Meydanî, Tokatlı Nuri
Meydanî’nin çırakları: Kemali
Kemali’nin çırağı: Âşık Hasan
Âşık Hasan’ın Çırağı: İhsan Ozanoğlu
Nuri’nin çırakları: Gayreti, Ceyhuni
Ceyhuni’nin çırakları: Cemali, Mevci, Nagami, Bedri, Arap Hızri,
Mesudi, Şermi, Cesuri, Seyhuni, İlhami, Pesendi.” (Kaya, 2007: 96).
Tokat’ta özellikle son döneme bakıldığında ise Tokat âşıklarında ustaçırak ilişkisinin zayıfladığını hatta bitme noktasına geldiğini görmekteyiz. Âşık
Selmani de âşıklık geleneğinde olduğu şekliyle bir âşığa intisap edip onun malı
olan söyleyişleri söylememiş, bir ustayla diyar diyar gezmemiş, âşıklık
basamaklarını çıkarken gerçek anlamda bir âşığın yanında yer alıp çıraklık
49
yapmamış, kapılanmamıştır. Ancak öyle bir imkâna sahip olsaydı çok daha
farklı yerlerde olabileceğini ifade etmektedir. Selmani, tam anlamıyla bir âşığın
yanında kapılanmasa da kendisinin âşık olmasında ve onu etkileme
konusunda, saz ve sözde destekçisi ve yardımcısı olan amcaları, Âşık Mehmet
ve Âşık Veli’ye amcadan çok ustası gözüyle bakmaktadır. Öyle ki Âşık
Selmani, Âşık Mehmet’in kızı Yeter ile evlenerek bu bağı biraz daha üste
taşımıştır. Ancak bunlar yine de gelenek içindeki usta-çırak ilişkisini tam
manasıyla yansıtmamaktadır; çünkü ne Âşık Mehmet ne de Âşık Veli irticalen
söyleyebilme yeterliği olan kişilerdir.
Selmani, âşıklığına en önemli tesir bağlamında, kendisine 57.000 âşığı
üstat olarak saymakta; bunlar içinde özellikle “Yemini, Virani, Fuzuli, Nesimi,
Pir Sultan, Kul Himmet, Hatayi, Noksani, Mirati” gibi âşıkları rehber ve
manevi üstat olarak görmektedir. Âşık Selmani “Çocukluk yıllarımda senelerce
usta malı şiirler söyledim.” diyerek onları kendine usta olarak gördüğünü
tasdik etmektedir. Bunun yanında gidip gördüğü yerlerdeki âşıkların kimi
söyleyişlerinden etkilendiğini, herkesten de farklı bir şeyler öğrendiğini
belirtmektedir. Daha önce de belirtildiği üzere Yardımcı, Selmani’yi Emrah
koluna bağlı yaşayan en büyük âşık olarak görmektedir. Yardımcı, eserinde de
usta âşıkların çıraklarını ve çevresindekileri etkileyebileceği gibi, kolun dışında
kalanları da etkileyebildiğini ifade eder (Yardımcı, 1999: 188).
Âşıklık geleneğinde âşığın sanatçı kimliğini kazanmasında önemli
sayılan unsurlardan biri de sazdır. Âşıklar, gelenek içinde sazla (telden)
irticalen söyleyerek gelenek içinde yerlerini alırlar. Çünkü âşık şiirinde saz ile
söz bütünleşmiştir. Fuad Köprülü, sazla ilgili olarak, “Esasen saz şairleri
tabirinden de çok iyi anlaşıldığı gibi, meslekten yetişmiş âşıklar arasında sazı olmayan,
saz çalamayan bir şair tasavvur olunamaz. Saz şairleri muhtelif devirlerde türlü türlü
çalgılar kullanmakla birlikte 17. ve 18. asırlarda en ziyade çöğüre rağbet ettiklerinden
âşıklara “çöğürcü” de denmiştir.” (Köprülü, 2004: 30- 31) şeklinde görüşlerini
ifade etmektedir. Bu görüş incelendiğinde, Köprülü’ye göre âşıklıktaki
olmazsa olmazlardan birinin saz olduğu anlaşılmaktadır. Gelenekte önemli bir
yeri olan sazın işlevlerini Durbilmez, şu şekilde sıralamaktadır:
1. Doğmaca söylerken saz şairine düşünme ve şiirini oluşturma imkânı verir. 2. Saz
eşliğinde oluşturulan “saz havaları”, şiirin ölçüsünü belirleyen bir unsur olarak
karşımıza çıkar. 3. “Saz havası”, şiirin nazım türünü büyük ölçüde belirler. 4. Saz,
dinleyicinin ilgisini artırır. 5. Sözün etkisini artırır. (Durbilmez, 2010: 85)
Kahraman, sazın Tokat âşıklık geleneğindeki öneminden bahsederken,
Tokat’ta toplumun saz çalamayan âşıkları gerçek âşık olarak görmediğini
(Kahraman, 1996: 24) belirtir ki Fuad Köprülü’nün görüşüyle doğru orantılı
olarak Selmani de aynı görüşü savunmakta; hatta saz çalan ancak irtical gücü
olmayan birçok kişinin çevresinde “âşık” olarak nitelendiğinden
bahsetmektedir.
50
Âşık Selmani, saza çok büyük önem vermekte, “Sözü süsleyen, manayı
yücelten, âşığa hayat veren sazdır.” demektedir. Sazı; hayattaki en büyük
destekçisi; dertlerini, sıkıntılarını döktüğü bir kader arkadaşı olarak
tanımlamaktadır. Âşık Selmani, bazı şiirlerinde sazın kendisiyle inleyen,
acılarını paylaşan bir varlık oluşuna değinir (68/ 5). Selmani; İslam ve Alevilik
inancının en güzel şekliyle, sazla söylenen deyişlerle anlatılabileceğini belirtir.
Selmani, saza bu şekilde ilâhi bir görev yüklemektedir ki bazen saz yerine “telli
kitap” ifadesini kullanır:
Anlamışım düşünülen hesabı,
İftira halinde etmen hitabı,
Okutmazlar burada telli kitabı,
Abu Yusuf yönetimde oldukça, (5/ 6)
Selmani’nin “saz” yerine “telli kitap” ifadesini kullanmasını aynı
şekilde, 20. yüzyılın Tokat’taki temsilcilerinden olan Tokatlı Âşık Semai’nin eşi
ve yine bir âşık olan Nevruz Bacı’nın şiirlerinde de görmekteyiz:
Ey âşık pirine sıtk ile sarıl,
Telli kitap olan sazın var mıdır?
Ariflerin nutku, kelâmı ağır,
Hakkı hakikatte gözün var mıdır? (Yardımcı, 1993: 144- 145)
Alevilikte sazın önemli olmasını, ona verilen ilâhi manaya bağlayan
Selmani, cem törenlerindeki deyişlerde sazın kullanılmasının AllahMuhammed- Ali inancını benimsetmede; oradaki taliplerde coşkunluk
oluşturmada tesirli olmasından bahsetmektedir. Selmani’nin saza verdiği ilâhi
manayla paralel olarak, Durbilmez’in makalesinde Hendrich’in: “Sazın kolu
Allah’ı (elif) ve Hz. Ali’nin kılıcı Zülfikar’ı, gövdesi Hz. Ali’nin bedenini, on iki
telli saz / çöğür de on iki imamı simgeler.” (Durbilmez, 2010: 150) görüşlerine
yer verilmektedir. Selmani de on iki telli sazın On İki İmam’ı sembolize
etmesinden bahseder.
Âşık Selmani’nin âşıklığa başlaması, daha önce bahsedildiği üzere
cemlerde âşıkların saz ve sözlerini dinlemesi, saz çalması, büyük âşıkların
şiirlerini okuması ve bir mürşit elinden dolu içmesiyledir. Çocukluğundan
itibaren saz çalmaya heveslenmiş, kısa sürede sazı öğrenmiş, sözden önce saza
hâkim olmuştur. Onun saz konusunda ustalaşmasını sağlayan kendi çevresi,
özellikle de amcaları Âşık Mehmet ve Âşık Veli’dir. Saza hâkim olarak
okuduğu derleme şiirler Âşık Selmani’de tesir uyandırmış, daha sonra hem
çalıp hem söyleyerek âşıklığa ilk adımını atmıştır. Daha önce de belirtildiği gibi
51
âşığın saza söze açık bir çevrede yer alması onun âşıklıkta önemli bir yer
edinmesindeki önemli vesilelerdendir. Görüşüp bilgilerine başvurulan Âşık
Feymani ve Feyzi Halıcı, Âşık Selmani’nin özellikle saz konusundaki ustalığına
vurgu yapmaktadırlar. Feymani Âşık Selmani’nin saz çalışına ve yanık sesine o
zamanlar büyük hayranlık duyduğunu belirtmiştir.
Âşık Selmani, yukarıda verilen özelliklere göre “telden söyleyen”,
sazıyla sözün manasını bütünleyebilen, âşıklığın saz ve söz manasında icrasını
yapabilen bir âşıktır. Âşık Selmani her türlü bağlamayı çalabilmekle birlikte
daha çok kısa saplı bağlamayı tercih etmektedir.
Âşıkların sanatçı kişiliğinin oluşmasında “rüya motifi” ve “rüyada
bade içme” de önemlidir. “Rüya” ve “bade” gelenek içinde birbirlerinin
tamamlayıcısı olan unsurlardır.
Âşık Selmani, bade içme hakkındaki bilgi verirken, bir âşığın bade
içtiğini söylemesini uygun görmemektedir. “Âşık olan bunu söylemez, içtiğini de
bilmez.” demektedir. Kendisinin badeli olup olmadığını sorusuna ise “Benim
öyle diğer âşıkların bahsettiği tarzda rüya yoluyla bir bade içmem yok; olsa da zaten
söylenmez; ancak Kazım Efendi adlı mürşidin verdiği doluyu bade olarak nitelemek
mümkündür.” demiştir. Bir dörtlüğünde âşık bade içtiğini söyleyenleri şöyle
eleştirir:
Âşıklara dolu içer dediler
Ne içeni gördüm ne içireni
Dost için canından geçer dediler
Ne geçeni gördüm ne geçireni (110/ 1)
Her ne kadar Âşık Selmani, bilinen manasıyla bade içmediğini söylese
de bu, tasavvufun gerektirdiği mütevazılıktan kaynaklanabilir. Âşık Selmani,
içmediğini söylerken dahi her seferinde bir yerde de açık kapı bırakıp, bunun
Hakk’ın verdiği bir cevher olduğunu, onun olur olmaz yerde saçılamayacağını
ve kimseye de söylenemeyeceğini belirtir. Kendisindeki yeteneğin ve söz
söyleme ilmininse Allah’ın yardımıyla olduğunu belirtir. Ancak bade içmeyle
ilgili var olan bilgilerden ötesini söylemez. Bade içtiğini ulu orta söyleyenleri
de sert bir dille eleştirir. Birçok âşığın da dillendirdiği şekilde bade içtiğine
inanmadığını ifade eder. Bazı âşıkların gelenek gereği rüyalarını
anlatmadığını, bazılarınınsa badeli âşıklığa inanmadığını belirten Artun’un
görüşleri (Artun, 2008: 59) Selmani’nin bu husustaki görüşlerini destekler
mahiyettedir. Mehmet Yardımcı, yaptığımız görüşmede Selmani’nin badeli
âşık olarak ifade edilmesi gerektiğini, âşığın uyanıkken kutsal sayılan bir kişi
(Musa Kazım) elinden dolu içmesi ve sonrasında da âşıklığın gereklerini yerine
getirebilen sanatçı bir kişilik haline gelmesinin bir çeşit bade içme
sayılabileceğini ifade etmektedir.
52
Âşık Selmani’nin hayatını âşıklık bağlamında ikiye ayırmak
mümkündür: Birinci dönem, Âşık Selmani’nin bir mürşit elinden dolu
içmesinden önceki dönem olup; Selmani henüz çocuk denecek çağdadır,
cemlere katılmakta, usta âşıklara özenmekte, saz çalmayı öğrenmekte, âşık
fasıllarının sık sık yapıldığı yerlerde âşıklığa hazırlanmaktadır. İkinci dönem
ise Âşık Selmani’nin Musa-i Kazım adlı mürşit elinden dolu içmesi, bir müddet
sonra irticalen kendi şiirlerini söylemesi ve gerçek bir âşık hüviyetine
kavuştuğu dönemdir. Rüya motifinin âşıklar için bir hareket noktası olduğunu
ifade eden Günay, toplumdaki yerini kaybetmiş olan ozanların İslamiyet’le
birlikte rüya yoluyla din büyüklerinden aldıkları ruhsat sayesinde toplumda
eski yerlerine kavuştuklarını ifade ederken (Günay, 2008: 130) Selmani’nin de
âşıklığa hareket noktasını mürşit elinden içtiği dolu oluşturmaktadır. Selmani
ulu orta rüyasında bade içtiğini söyleyen âşıkların şöhret ve menfaat sağlamak
için bunu söylediğini belirterek, rüya gördüğünü ve bade içtiğini söyleyenlere
cephe alır. Âşık Selmani, bir dörtlüğünde mürşit elinden dolu içmesini şöyle
ifade etmektedir:
Selmani’yim çok şükür bildim ağı karayı,
Tayyubi Tahir eyleyip sildim kalbin sarayı,
Bir kâmili mürşitten içtim bir katrecik cürayı,
Aslı bir ulu zattandır ismi Musa-i Kazım (Çetin 1984: 25 )
Âşık Selmani, kendini âşık olarak tanıtan kişinin olgun olmasından,
ilimli ve kalbi temiz olmasından bahseder. “Bade içtim” demenin büyük
sorumluluk olduğunu belirten Âşık Selmani, bunun söze sığamayacak kadar
derin olduğunu; ilimsiz insanların ve kalbi temiz olmayan kişilerin âşıklığına
da, bade içtiğine de inanmaz. Çünkü ona göre bade içen ve kendini âşık diye
tanıtan kişinin mukaddes bir yolu vardır. O yolda kötülüğe yer yoktur:
Bir elifin manasını bilmeyen,
Âşıklık dersinden hecelenmesin,
Pak eyleyip kalp aynasın silmeyen,
Bade içtim diye incelenmesin (Selmani, 1971: 6)
Âşık Selmani, mürşidin elinden bade içtiğinde 15 yaş civarında
olduğunu, âşıklığın gereği olarak kendi şiirlerini söylemesinin ise mürşit
elinden dolu içmesinden bir müddet sonra olduğunu belirtmiş, o zamana
kadar büyüklerinin kendi şiirlerini söylemeye müsaade etmediklerini ifade
etmiştir. Bunun sebebini de; manayı, kafiyeyi, redifi, dizeyi, cinası o zamanlar
çok iyi bilmediğini, bunları bilmeden de büyüklerin kendisine izin vermediği
53
şeklinde açıklamıştır. Sözlerin içi manayla dolduğunda kendisine izin
verildiğini belirten âşığın, kendi şiirlerini yazarak âşıklık yapmasını 1950- 1955
yılları arası olarak kabul etmek gerekir. İrticalen şiir söylemeye başlaması ve
dilinin açılmasını Allah’ın hidayeti sayar ve bunu da şöyle ifade eder:
Selmani der ustam verdi ilimi,
Bana destur deyip açtı dilimi,
Gönlümün bağında iki gülümü,
Zamanı geldikçe deren Allah’tır. (287/ 5)
Daha önce de belirtildiği üzere Kahraman’ın eserinde geçen
Selmani’nin rüya sonucu bade içtiği bilgisini (Kahraman, 1996: 46) Selmani
onaylamamaktadır. Böyle bir bilgiyi kimseye vermediğini belirtmektedir.
Âşığın, sanatçı kişiliğini oluşturan temel etmenlerden biri de “mahlas
alma” geleneğidir. Âşıklar buna “tapşırmak” adını verir. “Mahlas” sözlük
manasıyla “takma ad” olarak tanımlanmaktadır. Âşık belli bir şiir söyleme
olgunluğuna ulaştığında ustası tarafından kendisine gelenek içinde kullanması
için bir ad verilir ki buna “mahlas” denir.
Şiirin kime ait olduğunun bilinmesi ve şiirlerin karışması kaygısından
doğduğu sanılan tapşırma ya da mahlas, âşıkların şiirlerinin günümüze
gelmesini sağlamıştır. Mahlaslar gelenekte âşıklara ustaları tarafından
verilirken günümüzde geleneğin zayıflaması, değişmesi, usta- çırak ilişkisinin
bitme noktasına gelmesi dolayısıyla bazı âşıkların kendi mahlaslarını
kendilerinin seçtiği görülmektedir. Bunlardan biri de Âşık Selmani’dir.
Âşık Selmani, Selmani mahlasını almadan önce adı ve soyadını mahlas
olarak kullanmıştır. “Hasan Salman” mahlasıyla yazdığı şiirlerle şöhret
olmuştur. Ancak Âşık Selmani kendi adını soyadını kullanırken de aklından
hep Selmani mahlasının geçtiğini belirtmektedir. Âşık Selmani, bazı
kaynaklarda geçen (TRT Belgesel, “Ozanın Kopuzundan Âşığın Sazına”, 1990
ve Ulu, 1987: 414) ve kendisinin ilkin “İlvani” mahlasını kullandığıyla ilgili
görüşlere karşı çıkar. Kendisinin önce “Hasan Salman” sonra “Selmani” yi
kullandığını belirtir. Bu bilgilerin doğru olmadığını ifade eder. Bununla ilgili
olarak görüştüğümüz M. Emin Ulu, Selmani’yle 1980’lerde görüştüğünü,
kendisine bu bilgiyi de Selmani’nin verdiğini belirtmektedir. Zamanla
Selmani’nin bazı şeyleri unutmuş olabileceğini de belirten Ulu, kendisinde yer
alan notlarda Selmani’nin kendisiyle görüşürken daha önce “İlvanî” mahlasını
kullandığını söylediğini ifade etmektedir.
Selmani’nin, Selmanî mahlasını almasının kesin tarihi âşığın verdiği
bilgilere göre 1966’dır. Âşık Selmani, 1966 Konya Âşıklar Bayramı’na
katıldığında, organizasyon tarafından bayrama herkesin bir mahlasla katılma
zorunluluğu belirtilmiş, Selmani de kendi soyadını mahlas olarak kullanmıştır.
54
O günden sonra da mahlasını hiç değiştirmemiştir. Âşık Selmani’nin bu
mahlası kullanmasının sebebi, soyadının Salman olması ve kendisinin Selmanlı
aşiretinden olmasıdır.
1.2.3 ÂŞIK SELMANİ’NİN ÜSTATLIĞI:
Âşık Selmani’nin; çocukluğundan itibaren âşıklığa merak saldığı, cem
törenlerine gidip gelen âşıklara özendiği; sözlerini, deyişlerini öğrendiği
âşıklara bağlandığı, bir anlamda onları kendine üstat saydığı; amcalarını saz
konusunda kendine örnek aldığı; ancak gerçek anlamda bir âşık tarafından
yetiştirilmediği daha önce ifade edilmişti. Âşık Selmani, buna sebep olarak,
geleneğin zayıflamasını ve çevresinde saz çalıp derleme söyleyen âşıklar
dışında gerçek anlamda bir âşığın olmamasını sebep göstermiştir. Kendisi usta
âşık olarak anılmaya başlandıktan sonra da gerçek anlamda âşıklığa gönül
verecek çıraklar bulamadığını ifade etmiştir. Birçok gelen giden olduğunu, âşık
olmak istediğini söyleyerek kapılanmak isteyenler tanıdığını; ancak hiçbirinin
kalıcı olmadığını belirtmiştir. Değişen dünyanın; insanları farklı mecralara
sürüklediğini, farklı iş kollarına yönelttiğini söyleyen Selmani, artık âşıklığın
eski işlevini yitirdiğine inanmaktadır. Âşıklığın olsun, cem törenlerindeki
zâkirliğin olsun artık neredeyse bitme noktasına gelmesinden, âşıklığı cazip
kılacak ortamların kalmamasından yakınmaktadır.
Âşık Selmani, tam anlamıyla kendini üstadı saymamakla birlikte Tokat
Akarçay’dan Âşık Hüseyin’i bir dönem yanında gezdirdiğini, bir defasında
Âşık Sümmani’nin köyüne onu da götürdüğünü, Âşık Hüseyin’in orada
sözlerine ustam diyerek Selmani’nin bir deyişiyle başlayıp daha sonra kendi
türküsünü okuyarak türkü dalında birinci olduğunu belirtmiştir. Selmani, Âşık
Hüseyin’in irticalen söyleme yeteneğinin zayıf olduğunu, bir müddet sonra
kendisinden ayrılarak İstanbul’a yerleştiğini ifade eder. Ancak gerçek
anlamıyla bir usta- çırak ilişkisi olmadığı için Âşık Hüseyin’i çırağı olarak
saymaz.
Bu konuda Adanalı Âşık Feymani’nin yaklaşımı önemli sayılabilir.
Kendisiyle görüşülen Âşık Feymani, Âşık Selmani’yi kendine örnek aldığını,
onu ustası olarak gördüğünü söylemiştir. 1967’de İstanbul’da Âşık Selmani’yle
tanıştığını aktaran Feymani; Selmani ve Hüdai’yle beraber bir süre kaldığını
belirtir. İki âşığın atışmalarına jürilik yaparak onların bir yıl boyunca
atışmalarını izlediğini; özellikle Selmani’nin sazına, sözüne ve sesine hayran
kaldığını söyler. Ondan saz, söz ve atışma konusunda çok şey öğrendiğini
ifade eden Feymani, âşıklığında en önemli etkinin ustası Âşık Kul Mustafa,
Âşık Selmani ve Âşık Hüdai olduğunu vurgular. Feymani, Âşık Selmani’yi
kendine hem dost hem de üstat görmektedir. Herkesin de bunu kabullendiğini
55
belirten Feymani, Selmani’den yıllar yılı hiç ayrılmamıştır. Yıllarca beraber
memleket memleket gezmişler, birbirlerinden etkilenmişler, yol arkadaşı
olmuşlardır.
Âşık Feymani, Âşık Selmani ile ilgili düşüncelerini belirttiği “Üstadım
Kurusekili Âşık Selmani İle” başlıklı bir mektup göndermiş ve onu üstat kabul
ettiğini o mektupta da beyan etmiştir. Ekler kısmında yer alan 10 Nisan 2010
tarihli bu mektupta, Feymani’nin “Üstadım Âşık Selmani İçin” adlı da bir şiiri
yer almaktadır.
1.2.4. ÂŞIK SELMANİ’NİN DİĞER ÂŞIKLAR TARAFINDAN BİLİNİP
TANINMASI:
Âşık Selmani 1966 yılına kadar Tokat dışına âşıklık maksadıyla
çıkmamıştır. Ancak yazdığı şiirler çevrede ünlenmiş, Âşık Selmani adı söylenir
olmuştur. Ulusal düzeyde tanınmasıyla şöhreti daha da artmıştır. Bu konuda,
”Komşu köyler Âşık Selmani’nin köyü Kuruseki’ye ‘Selmani’nin köyü’
diyorlar artık.” (Halıcı, 1970: 15) sözleri onun çevrece tanınmışlığının
ifadesidir.
Âşık Selmani, 1966 yılında ilk kez düzenlenen Âşıklar Bayramı’na
katılarak ilk defa âşıklık yapma amaçlı olarak Tokat dışına çıkmıştır. İlk kez
saz eşliğinde irticalen şiirler söyleyen âşıklarla orada karşılaştığını belirten
Âşık Selmani, ilk yıl yarışmalara katılmayarak izleyici olduğunu ve büyük
tecrübeler edindiğini belirtmiştir. Daha sonraki yıllarda ise girdiği
yarışmalarda birçok ödül kazanarak kendini ispatladığını ve herkese tanıttığını
ifade etmiştir. Âşık; özellikle deyiş, atışma ve lebdeğmez yarışmalarında
üstünlük kurduğundan bahsetmektedir. Âşık Yaşar Reyhanî, Murat
Çobanoğlu vb birçok usta âşıkla karşılaştığını Yaşar Reyhanî ile 1967’de atışma
dalında birinciliği paylaştığını, sonraki yıllarda Murat Çobanoğlu ile girdiği
lebdeğmez yarışında ise Murat Çobanoğlu’nun iğneyi düşürdüğünü ve
yarışmayı kaybettiğini belirtmiştir. Bu konuda Fezai mahlaslı Feyzi Halıcı,
Selmani’yle ilgili görüşlerini şöyle ifade etmektedir:
“İlk âşıklar bayramını 1966 yılında yaptık. Âşıklar Bayramı tahminlerin
üzerinde başarılı oldu. Tanımakla şeref duyduğum o yılların âşıklarından Posoflu Âşık
Müdami ile geçen yıl kaybettiğimiz Âşık Efkarî’yi, genç ve güçlü âşıklardan Murat
Çobanoğlu ile Şeref Taşlıova’yı, Adanalı Âşık Abdülvahap’ı, Tokatlı Âşık Selmani’yi
tanıdım ve tüm Türkiye’ye günlük hayatları ve sanat varlıkları içinde tanıttım. Atışma
bilmeyen âşığı bir iki yıl içinde usta âşık seviyesine çıkardık. Dudakdeğmezde ilk yıl
dudağını kanatan Âşık Selmani, ikinci yıl teşvik ve tavsiyelerimiz sonucu bileğinin
hakkıyla birincilik kazandı.” (Halıcı 1992: 632)
56
Ancak Âşık Selmani, ilk sene dudağına iğne batırmasıyla ilgili sözlere
katılmamaktadır. Kendisinin ilk sene yarışlara hiç katılmadığını ve gözlem
yaptığını belirtmektedir. Feyzi Halıcı da yapılan görüşmemizde,
Âşık
Selmani’nin haklı olabileceğini bazen o kadar âşık içerisinde yanlış
değerlendirmelerin olabildiğini ifade etmiştir. Hatırladığı kadarıyla Âşık
Selmani’nin çok iyi bir âşık olduğunu, yıllarca birincilik aldığını belirtmiştir.
Kötü bir âşığın bunu yapmasının mümkün olmadığından bahsetmiştir.
1.2.4.1. Şairnamelerde Selmani:
“Şairnameler, âşıklar tarafından genellikle 11’li hece ölçüsüyle yazılan,
çağdaşı yahut kendilerinden önce yaşamış olan şairlerin mahlaslarına ve onları
niteleyen birtakım vasıflarına yer verilen şiirlerdir.” (Kaya, 2009: 13). Âşık
Selmani ismine şairnamelerde de rastlanmaktadır. Bunlara şu örnekler
verilebilir:
Âşık Abdülvahap Kocaman’ın yazdığı şairnâmenin 4. kıtasında Âşık
Selmani’nin adı geçmektedir:
Maraş’tan Hüdai, Van’dan Figani,
Ankara’dan Gürbüz, Dursun Ceylani,
Şavşat’tan Kara’yla Âşık Efkari,
Tokat’tan da Hasan Selman geliyor, (Kaya, 2009: 220)
¾ Âşık Naçari “Ozanlarım Perişan” adlı şairnâmesinde Âşık
Selmani’ye 31. dörtlükte şu şekilde yer vermektedir:
Selmani bu yolda hayli yorulmuş,
Mansuri de Hakk’a varıp durulmuş,
Kemal özgür pire candan sarılmış,
Perişan da ozanlarım perişan, (Kaya, 2009: 158)
¾ Tokatlı âşıklardan biri olan Âşık Kul Semai, Tokatlı âşıklar üzerine
yazdığı bir şairnamede Âşık Selmani’ye 16. dörtlükte yer
vermektedir:
Hasan Selmani’yle verdik baş başa,
Kars, Erzurum âşıklarla yarışa,
Konya, çok yerlerde hep koşa koşa,
Bizle yarıştılar gelen âşıklar, (Kaya, 2009: 189)
¾
¾
Şeref Taşlıova’nın 19.01.1977 tarihinde Batı Almanya’da yazdığı
“Görestim” adlı 26 kıtalık şiirin 5. kıtasında, adı geçen 74 âşık
arasında Âşık Selmani’nin de adı geçmektedir:
Almus’tan Âşık Selmani,
57
Semai erenler canı,
Söyleri gönül mihmanı,
O garibanı görestim (Kaya, 2009: 237)
¾ Âşık Selmani, Sivas Hizmet gazetesinde 1969 yılında bir şairname
yayımlamıştır. “Âşıklar Gecesi” başlıklı Şairnâme şu şekildedir:
Âşıklar gecesine bu akşam,
Önce Âşık Veysel mihman gelecek,
Huddi der ki âşık ile savaşam,
Ona rakip Âşık Feyman gelecek,
Âşık Yüzbaş’oğlu Devrani bize,
Ali İzzet Özkan karışır söze,
Hemen hazır durur Fadime Teyze,
Âşıklar anası sultan gelecek,
İsmet Namlı ile Âşık Feryadi,
Sivas’ta meşhurdur bunların adı,
Âşıklar dalmaya derya aradı,
Katre katre bahri umman gelecek,
Söz ile yapılır aşkın güreşi,
Meydanda tanımaz kardeş kardeşi,
Nice âşıklarla etmiş savaşı,
Tokat’tan da Âşık Selman gelecek. (Kaya 2009:232)
¾ Âşık Reyhanî’nin “Devrin Ozanları” başlıklı şâirnamesinin 4.
kıtasında Selmani’den bahsedilmektedir:
İsmail Daimi, Nesimi Çimen,
Hüseyin Kaçıran bir de Çırakman,
Hüdai, Selmani söyler her zaman,
Hiç değişmez sözlerinin eridir.
¾ Yine Âşık Gülhânî’nin yazdığı 15 kıtalık şiirde 46 âşık arasında,
13.kıtada Âşık Selmani’ye de yer verilmiştir:
Hüseyin Kaçıran, Âşık Emini,
Zülfikar Divanî almış demini,
Talibi, Kul Sadi, duysun Selmani,
Sözüm yalan ise alan olmasın (Kaya, 2009: 214)
58
1.2.4.2. Şairnameler Dışında, Âşıkların Selmani’yle İlgili Görüşleri:
Âşık Selmani, diğer âşıklarla olan münasebetlerinden bahsederken
özellikle Feymani, Hüdai ve Abdülvahap Kocaman’dan bahsetmektedir. Bu
âşıklarla çok zamanının geçtiğini, aylarca birbirlerinin evlerinde kaldıklarını
anlatmaktadır. Âşık Feymani ve Hüdai ile senelerce İstanbul’da çalıp
söylediklerini, yol kardeşliği yaptıklarını belirtmektedir. Bu arada da
birbirlerinden etkilendiklerinden bahseden Âşık Selmani, gelişimlerinde
birlikteliklerinin önemine değinmiştir. Âşık Feymani ile yapılan görüşmede de
Feymani bunları teyit etmiş Âşık Selmani’nin sazından, sözünden ve
insanlığından çok etkilendiğini belirtmiştir. Âşık Selmani’den temiz yürekli,
hep tebessüm eden, iyi huylu, dostluğu ve karakteri sağlam bir insan olarak
bahsetmektedir.
Selmani’nin âşıklığının da üst düzeyde olduğunu belirten Feymani açık
yüreklilikle; atışmayı, türkü söylemeyi, kısacası âşık olmayı Kul Mustafa,
Selmani ve Hüdai’den öğrendiğini belirtmiştir. Onların atışmalarını,
türkülerini dinleyerek âşıklıkta ustalaştığını; bugünlere gelmesinde Âşık
Selmani’nin çok önemli yeri ve emeği olduğunu belirtmiştir.
Âşık Selmani’nin özellikle atışma, lebdeğmez alanlarında kendini çok
iyi yetiştirdiğini, türkü dalında ve şiirde de etkili olduğunu, kendisine de her
konuda yardım ettiğinden bahsetmiştir. Bu anlamda Âşık Selmani’yi ustası
kabul etmektedir. 1967 yılında başlayan bu birliktelikten sonra 1974 yılına
kadar hiç ayrılmadıklarını, âşıklık geleneğini birlikte icra ettiklerini, ayrı
oldukları zamanlarda da sık sık mektuplaştıklarını belirtmiştir. Âşık Feymani,
Selmani ile en son 2003 yılında Kültür Bakanlığının “Yaşayan Âşıklık Geleneği”
adlı programında buluştuklarını ve tüm âşıkların Âşık Selmani geldiğinde onu
saygıyla ve ayakta karşıladığını aktarmıştır. Âşık Feymani tarafımıza
Selmani’yi anlatan mektup dışında Sivaslı kadın âşıklardan Derdimend
Nine’nin kendilerine Sivas’ta irticalen söylediği bir şiiri göndermiştir. Şiirde
Derdimend Nine; Selmani, Hüdai ve Feymani’ye hitaben irticalen şu şiiri
söylemiş ve torunu da yazmıştır:
Merhaba delikanlılar,
Adaletsiz zanneylemen,
Size selam veremedim,
Sadakatsiz zanneylemen,
Dinleyin beni burada,
Akşamleyin o arada,
Elden gitmişti irade,
Nezaketsiz zanneylemen,
59
Bu konunun üstadıyız,
Meslek ile ispatıyız,
Biz de Hünkâr evladıyız,
Asaletsiz zanneylemen,
Mend’em hukukumdan geçmem,
Sır bilmeze sırrım açmam,
Kimse ile karşılaşmam,
Cesaretsiz zanneyleme,
Âşık Selmani’den bahseden diğer bir âşık da Âşık Kul Semai’dir.
Tokatlı olan Âşık Kul Semai, Âşık Selmani’yi büyük bir dost saymakta ve
onunla birçok yarışmalara katıldığını, beraber birçok yer gezdiklerini şu
şekilde anlatmaktadır:
“Çok yerlerde yarışmalara katılıp derece aldım. Ankaraʹda, Almusʹta,
Erbaaʹda, Malatyaʹda, İstanbulʹda arkadaşım Almuslu Hasan Selmani ile katılmıştık.
1984ʹte Konyaʹda 1984ʹte Hacı Bektaşʹta da 16 âşık yarışmaya katıldık. 11.4.1986ʹda
Niksar’da Emrah şenliğine, yine 1986’da Erbaaʹda barış yılı yarışmasını düzenleyen
Erbaa Ortaokul Öğretmeni Sayın Hocam Osman Bostancıʹnın davetiyle Tokatʹtan
Âşık Selmani, Karsʹtan Âşık Murat Çobanoğlu, Şeref Taşlıova, Zileʹden Âşık Ali
Dedeoğlu yarışmaya katılmıştık. Yarışma puanlı idi:
“Tüm dünyadan barış ister Türkiye’m,
Barış için yarış ister Türkiye’m,” şiiriyle bana şiirde birincilik, atışmada Çobanoğlu ve
Şeref’e birincilik, Selmani’ye lebdeğmezden birincilik, Ali Dedeoğlu’na atışmada
ikincilik ödülleri verilmişti. 1986ʹda Malatyaʹdan, arkadaşım Selmani ve ben Semâi
birer kayısı amblemli altın şilt almıştık. (www.gencaleviler.com)
Âşık Selmani ismini şiirinde bulabildiğimiz bir başka âşık da, Âşık
Hasan Yüzbaşıoğlu’dur. Sivaslı Âşık Hasan Yüzbaşıoğlu, 1968 yılında
Kütahya’da “Kütahya Postası” adlı gazetede Selmani, Hüdai ve Feymani’yle
buluşmuş, irticalen söylediği şiirinde Âşık Selmani, Hüdai ve Feymani’ye
meydan okumuştur. 30 Temmuz 1968 Salı günü 1. sayfadan “Sivas’tan Gelen
Âşık Hasan Yüzbaşıoğlu, İstanbul’dan Gelen Âşıklara Meydan Okuyor”
başlığıyla yayımlanan şiirin ikinci dörtlüğünde Âşık Selmani’nin ismini
anmaktadır:
Feymani, Hüdai, Selmani eyi,
Biri Yahap biri Mahmut ne iyi,
Sizinle burada tartışak deyi,
Hemen gazeteye yazmaya geldim
(Kütahya Postası, 1968: 2026, s.1)
60
1.2.4.3. Mektup Şiirlerde Selmani:
Âşıkların birbirine gönderdikleri mektup niteliğindeki şiirlere mektup
şiir denir. Âşıklar birbirlerinin hatırlarını sorup saygı ve sevgilerini ilettikten
sonra özel durumlarını belirtmektedirler. (Kaya, 2007: 509)
Âşık İsmeti’yle Selmani’nin birbirlerine gönderdikleri mektup şiirler
mevcut olup bunlardan anlaşıldığına göre Âşık Selmani’yle İsmeti arasında da
büyük bir dostluk vardır. Şiirlerde, İsmeti defalarca Selmani’ye mektup şiir
göndermesine rağmen cevap alamadığından yakınmakta; Selmani ise
İsmeti’den bir anlamda özür dilemektedir:
İSMETİ’DEN SELMANİ’YE
Dostum senden haber alamıyorum,
Ne haldesin cevap gönder Selmani,
Hasta mısın nesin bilemiyorum,
Gönderdiğim mektup ondur Selmani,
Fanide duranlar gün olur göçer,
Canımız kafesten kuş gibi uçar,
Kim ki akıbetin elinden kaçar,
Dünya bize göre handur Selmani,
İsmeti dostunu mektupla arar,
Selamlar gönderip hatırlar sorar,
Vefalı olmaya kılmışım karar,
Sanma ki bu mektup sondur Selmani, 28.06.1969 (Kaya, 2007: 510)
SELMANİ’DEN İSMETİ’YE
Çok mektuplar aldım cevap vermedim,
İhmalimi hoş göresin İsmeti,
Hayatımda bir huzura ermedim,
İhmalimi hoş göresin İsmeti,
Sanki dağ altında kaldım ezildim,
Zaman eteğinden geçtim süzüldüm,
Size cevap yazmadıkça üzüldüm,
İhmalimi hoş göresin İsmeti,
Sizlere dostluğum hakikattendir,
Gerçek âşıklığın aslı zattandır,
61
Bilesin ki bunlar meşakkattendir,
İhmalimi hoş göresin İsmeti,
Kulağım aşina her güzel sese,
Gönül görmek ister yol vermez kese,
Dileğimdir yolum düşsün Sivas’a,
İhmalimi hoş göresin İsmeti,
Ben Almus’ta sen Sivas’ta durursun,
Bütün dostlarına değer verirsin,
Sağ olursak Selmani’yi görürsün,
İhmalimi hoş göresin İsmeti, 17.07.1969 (Kaya, 2007: 510)
Âşık Selmani eleştirmeyi seven bir âşıktır. Alevi- Sünni ayırmadan
yanlışları eleştirir. Zaman zaman bu durumlar şiirlerine de yansımaktadır.
Âşık Selmani, Garip Dede Cem Evi’nde kendisine yapılan bazı yanlışlara
katlanamayarak oranın yöneticilerinden birini, tarihi niteliği olan ve makul biri
sayılmayan “Abu Yusuf”a nitelik olarak benzetmiş, bir şiirinde de bu kişiyi
taşlamıştır. Taşladığı şiiri de mektupla, Garip Dede Cem Evi dedesi olan şair ve
yazar Ahmet Fethi Erdoğan’a göndererek kendisine sahip çıkmadığından
yakınmış, ona da kırıldığını ifade etmiştir. Selmani, taşlamasında Fethi
Dede’ye şikâyetini şöyle bildirir:
Garip Dede’nin de hükmü yürümez,
Abu Yusuf yönetimde oldukça,
Kararmış kalpleri nurlar bürümez,
Abu Yusuf yönetimde oldukça, (5/ 1)
Selmani’nin bu şiirine Ahmet Fethi Erdoğan Dede bir şiirle cevap
vermiş ve şiirin ilk dörtlüğünde Selmani’ye mahlasıyla seslenmiştir:
Gel darılma bana gülüm Selmani,
Güç yetmeyen daha nice haller var,
Dosttan cefa görüp düzersin mani,
Aşılacak daha nice beller var,
Ahmet Fethi Erdoğan/ K.Çekmece
Âşık Feymani’nin bakış açısıyla Selmani’nin anlatıldığı ve ekler
kısmında tamamına yer verdiğimiz mektup ve mektupta yer alan şiir de bu
kategoride değerlendirilebilir.
62
İKİNCİ BÖLÜM
ÂŞIK SELMANİ’NİN ŞİİRLERİNDE BİÇİM
2. 1. ÂŞIK SELMANİ’NİN ŞİİRLERİNDE BİÇİM ÖZELLİKLERİ:
Şiirde biçim konusunda önemli olan unsurlar, bir şiirin “ölçüsü
(vezni)”, “durak sistemi”, “kafiyesi ve redifleri”, “kafiye örgüsü (şeması)”,
“nazım birimi” “nazım biçimleri ve türleri” olarak ifade edilmektedir. Âşık
Selmani, biçim ile içeriği şiirinde kaynaştırmayı amaç edindiğini ifade eder.
Âşık Selmani’nin biçimsel kurgusu geleneği yansıtacak şekildedir. Şiirlerinde
genelde birim olarak dörtlükleri kullanması, kafiye örgüsünün halk şiirine
uygunluğu, biçim ve tür olarak genel itibarıyla geleneği yansıtması, vezin
olarak hece veznini kullanması onun geleneği icra ettiğinin göstergeleridir. Bu
biçimsel özelliklerin Âşık Selmani’de kullanımı şu şekildedir:
2.1.1.
Vezin (Ölçü):
Âşık Selmani’nin şiirlerinde vezin (ölçü), geleneğin gerektirdiği
şekilde hece veznidir. Türk halk şiirinde “vezin” karşılığı olarak “ölçü” daha
seyrek olarak da “tartı” terimi kullanılır. Halk şiirinde ölçü hece ölçüsüdür.
Hece ölçüsünde esas olan mısralardaki hece sayısının eşit olmasıdır. Vezin
konusunda Dizdaroğlu, hece ölçüsüyle söylenmiş en eski şiir türlerinin Divan-ı
Lügat-it Türk’te bulunduğunu, saz şairlerinin hece kalıpları içinde en çok 7, 8,
11’li olanları kullandıklarını söyler (Dizdaroğlu, 1968: 200). Doğan Kaya’nın
ifadelerine göre, Türk halk şiirinde 3 ila 20 arasında değişen hece yapısına
sahip şiirler vardır. (Kaya, 2007: 600)
Âşık Selmani’nin kitaplarında yayımlanmış şiirleri dışında, bizzat
kendisinden alınan 392 adet yayımlanmamış şiiri bu çalışmada incelenmiştir.
Selmani’nin şiirlerinde geleneğe bağlı bir şekil yapısı görülür. Bu şiirlerin
tamamı hece ölçüsüyle yazılmıştır.
Bu şiirlerde; 1 tane 5’li hece ölçüsü, 2 tane 7’li hece ölçüsü, 45 tane 8’li
hece ölçüsüyle, 314 tane 11’li hece ölçüsüyle, 29 tane 15’li hece ölçüsüyle, 1 tane
16’lı hece ölçüsü kullanılmıştır. 15’li, 16’lı ve 7’li hece ölçüsüyle yazılanları
dışında şiirlerin hemen hepsi koşma biçiminde kafiyelenmiştir. Âşık Selmani
de çoğu âşık gibi genelde koşma biçimini benimsemiş ve uygulamıştır.
Sonuç olarak, Âşık Selmani’nin şiirlerinin büyük bir bölümü 11’li hece
ölçüsüyle, diğerleri ise 5, 7, 8, 15 ve 16’lı hece ölçüsüyle yazılmıştır. Şiirlerinde,
Âşık Selmani’nin biçim anlayışı, ölçü (vezin) açısından geleneğe uygundur.
63
2.1.2.
Durak:
Âşık Selmani’nin şiirlerinde incelenecek diğer bir biçimsel unsur
durak (durgu) hususudur. Durak hususunda Kaya, hece ölçüsünün
dizelerdeki hecelerin eşitliğine dayandığını; ancak bunların belli duraklar
çerçevesinde olması gerektiğini belirtir (Kaya, 2007: 600). Durak, hece
ölçüsüyle söylenmiş şiirlerde kelimelerin belli gruplarda bir araya
gelmesidir. Duraklarda kelimeler ortadan bölünmez, kelimenin
bitirilmesi esastır. Âşık şiirinde durak konusunda bilgiler veren Kaya,
durakların en önemli fonksiyonun şiirde ahenk sağlamak olduğunu,
ezginin oluşumunda büyük rol oynadığını söyler. Durakların
sıralanışının rasgele olmadığını belirtir ve genelde 7’lilerde (4+3 ya da
3+4), 8’lilerde (4+4, 5+3), 11’li hece ölçüsünde ise (4+4+3, 6+5) şeklinde
durakların kullanıldığını ifade eder (Kaya, 2007: 277).
Âşık Selmani’nin şiirlerinde koşma nazım biçimi çok belirgindir.
Şiirlerinde en çok 11’li ve 8’li hece ölçüsünü kullanan Âşık Selmani, âşık
edebiyatına ait şiirlerdeki durak (durgu) sistemini de geleneğe uygun
olarak kullanmaktadır. Ancak Selmani’nin bazı şiirlerinde durak
konusunda düzensiz olduğu, durakların birbirine uymadığı da görülür.
Âşık Selmani, 11’li hece ölçüsüyle yazdığı şiirlerde geleneğe uygun
olarak 6+5: 11, 4+4+3: 11 ve çok nadir olarak da 7+4: 11’li durak sistemini
kullanır:
Dedim Selmani’yim/ aşka uyarım, 6+5
Güzellerden ilham/ neşe duyarım, 6+5
Ben seni aşırı/ sever sayarım, 6+5
Gerçek aşkla sevip/ say dedin bana, 6+5 (15/ 5)
Beyaz gülüm ne sevgin/ ne aşkın var, (7+4)
Allah benden beter etsin aşkını, (4+4+3)
Gizlice konduğum gönül köşkün var,(6+5)
Allah benden beter etsin aşkını,(4+4+3) (80/ 1)
Âşık Selmani, 7’li hece kalıbıyla yazdığı şiirlerinde 4+3: 7 veya 3+4: 7;
8’li hece ölçüsüyle yazılan şiirlerinde ise 4+4: 8 ya da 5+3: 8 durak sistemini
daha çok benimser.
Toprağın / taşın güzel, 3+4: 7
Cevahir / taşın güzel, 4+ 3: 7
Bu yurt sana/ gelişmez, 4+ 3: 7
64
Bu ilden/ taşın güzel, 3+4: 7 (392/ 2)
Candan olup/ can güvenlik, 4+4: 8
Devam etmeli/ esenlik, 5+3: 8
Olmayıp hiç/ senlik benlik, 4+4: 8
Seni benden/ esirgeme, 4+ 4: 8 (46/ 3)
Âşık Selmani, 15 heceli şiirlerinde genellikle 8+7: 15’li durak sistemini,
16 heceli şiirinde ise 8+ 8: 16’lı durak sistemini kullanmıştır:
Aşk ehlinin halin bilmez/ dert gelmeyen başına, 8+7: 15
Giriftar olanlar bilir/ bu aşkın savaşına, 8+7: 15 (294/ 1)
Nefsi ile cenk etmeyen/ merdi meydan anlamaz 8+7: 15
Mürşide biat etmeye/ edep erkân anlamaz 8+7: 15 (362/ 1)
İçmişim aşkın badesin/ canım Âli Abadandır 8+8: 16
Mürşidim Şahı Velâyet/ namım Âli Abadandır 8+8: 16
Bize kısmet oldu ezel/ feleğin, cudenin zehri,8+8: 16
Hasan Hulki Rıza için/ gamım Âli Abadandır 8+8: 16 (278/ 1)
2.1.3. Kafiye:
Âşıklık geleneğinin biçimsel özelliklerinden biri de “kafiye”dir. Şiirde
ahenk sağlayan “kafiye” ya da “uyak”a âşık şiirinde “ayak” da denir. Âşık
Selmani, ahenk unsurlarından olan kafiyeyi geleneğe uygun olarak
kullanmaktadır. Hemen her tür kafiyeye yer vermekte olup özellikle “yarım”
ve “tam” kafiyeye oldukça fazla yer vermektedir. Bunun yanında “zengin” ve
“cinaslı” uyakla yazdığı şiirlerinin sayısı da azımsanamayacak ölçüdedir. Âşık
Selmani, kafiye yanında rediflere de sıkça yer vermekte olup Âşık Selmani’nin
şiirleri kafiye açısından, “Dörtlükte bulunduğu yere göre kafiyeler” ve “Sesler
açısından kafiyeler” olmak üzere incelenebilir. Selmani’nin şiirlerinde dörtlükte
bulunduğu yere göre kafiye çeşitleri şu şekildedir:
¾ İlk Üç Dizede Oluşturulan Kafiye:
Buna yaygın anlamıyla “kafiye” ya da “uyak” denir. Âşık Selmani,
koşma tarzı yazdığı şiirlerin ilk dörtlüğü dışında bu kafiye oluşumunu kullanır
ki bu geleneğin oluşturduğu bir kalıptır. Bu tarz kafiyelenişe şu örnekler
verilebilir:
Söylediği sözü idrak et‐meyen
Yolun doğrusunu bilip git‐meyen
65
Kendi ıslahına gücü yet‐meyen
Elimde fermanım dese ne fayda (10/ 2)
Dörtlük Sonlarında Oluşturulan Kafiye:
Bu kafiyenin adı ”ayak”tır. Bunun “ana uyak” veya “ana kafiye”
olarak adlandırıldığı da görülür. Ancak âşıklar buna “ayak” demektedir.
Koşma tarzı şiirlerin ilk dörtlüğünün 2. ve 4. dizeleri diğer dörtlüklerin
sonundaki dizelerle kafiyelenir ki bu da yine âşıklık geleneğinde bir kuraldır.
Selmani de geleneğe bağlı olarak koşma tarzı şiirlerinin ilk dörtlüğünü genelde
abab şekline kurmakta olup devamında cccb/ dddb/ eeeb… kafiye örgüsünü
kullanmakta ve bu şekilde kafiye oluşturmaktadır:
Bu aşkın bahrinde kat-re olmayan
Kendince um-manım dese ne fayda
İnanç güneşinde zer-re olmayan
Bütündür i-manım dese ne fayda (10/ 1)
¾
Söylediği sözü idrak et‐meyen
Yolun doğrusunu bilip git‐meyen
Kendi ıslahına gücü yet‐meyen
Elimde fer-manım dese ne fayda (10/ 2)
Bünyesindeki sesler açısından, Selmani’nin şiirlerinde kullandığı
kafiye çeşitlerini şöyle sıralayabiliriz:
¾ Yarım Kafiye
¾ Tam Kafiye
¾ Zengin Kafiye
¾ Cinaslı Kafiye
Yarım Kafiye:
Ses benzerliği tek sese dayanan kafiye çeşididir. Bu sesin ünlü veya
ünsüz olma şartı yoktur.
Fuad Köprülü, yarım kafiyeyi, “Uzak ahenk benzerliği.” olarak ifade
eder, basit ve ibtidâi mahiyette bir kafiye olduğunu söyler (Köprülü, 2009: 105).
Âşıklık geleneği irtical yeteneği gerektirdiğinden âşıklar, yapılması
kolay olduğu için en çok yarım kafiyeye yer vermektedir. Âşık Selmani’nin
şiirlerinde de geleneğin etkisiyle yarım kafiyeye çokça yer verilmiştir. Konu
hakkında fikir verebilmek adına âşığın şiirlerindeki yarım kafiyeye şu örnekler
verilebilir:
Selmani der iki gü-l‐e değilmez,
Güle değilse de di-l‐e değilmez,
¾
66
Asla bir yaprağa da-l‐a değilmez,
Mevla’m hakikatten yel katmayınca,( 2/ 5)
İnsan kanı kurban kanı bi-r‐leşip,
Bu bayramı kan gölüne döndürdü,
Canlarını kurtarmaya zo-r‐laşıp,
Bu bayramı kan gölüne döndürdü, (358/ 1)
Tam Kafiye:
Ses benzerliği iki sese dayalı kafiye çeşidine tam kafiye denir. Âşık
Selmani’nin yarım kafiyeyle birlikte en sık kullandığı kafiye çeşidi tam
kafiyedir. Bu kafiyeye şu örnekler verilebilir:
Selmani şanlı Türk layıktır ş-an‐a,
Sevgisi yerleşmiş damara, k-an‐a,
Bu şehitlik nasip olmaz her c-an‐a,
Canım kanım kurban vatan uğruna,(25/ 7)
¾
Yazarımız iyi dinlen bu-ra‐yı,
Bir fakire açtılar bu ya-ra‐yı,
Hep almışlar evde olan pa-ra‐yı,
Eli bomboş kalanları duydun mu? (352/ 4)
Zengin Kafiye
Ses benzerliğinin iki sesten fazla olduğu kafiye şeklidir. Bir başka
deyişle en az üç sesle yapılan kafiyeye zengin kafiye denir. Âşık Selmani de
zengin kafiyeye birçok şiirde yer vermiş olup onun zengin kafiyeyi
kullanımına şu örnekler verilebilir:
Beyaz gülüm sana oldum ande-lip,
Korkarım bu işte gelemem ga-lip,
Bir tenha günümde yanıma ge-lip,
Sev de kurtar beni Allah aşkına, (18/ 3)
Kaya’nın verdiği bilgilere dayanarak (Kaya 2007: 398) “ünsüz+uzun
ünlü” ile de zengin kafiye yapılabilir. İki ses benzerliği olmasına rağmen,
kelime sonunda iki ses hükmünde uzun ünlü olduğu için bu seslerin de üç ses
olarak sayılması gerekmektedir. Selmani’nin şiirlerinde bu şekilde yapılan
zengin kafiyeye de yer verilmektedir:
Selmani bülbüldür ahu z-âr ister,
Nazlı beyaz gülden buse k-âr ister,
Herkes sevdiğinden bergüz-âr ister,
¾
67
Siyah saçlarından tel kerem eyle, (44/ 5)
Cinaslı kafiye
Cinaslı kafiye, yazılışları aynı, anlamları farklı olan kelimelerle
yapılmış kafiye çeşididir. Bu kafiye türüne şu örnekler verilebilir:
Beline takar korsa,
Yandırır yakar korsa,
Ben seni alacağım,
Güzelim Allah korsa, (392/17)
¾
Benli dilber gerdanında ben gördüm,
Gerdan benli benli yüz benli benli,
Dedim benlim benlerini ben gördüm,
Öldürdün derimi yüz benli benli,
Âşık Selmani’nin aynı şiir içinde farklı dörtlüklerde farklı uyakları
kullandığı da görülmektedir:
Dertli ağlar yanar tü-t‐er,
Denilmez ağlama ye-t‐er,
Derdin sonu gelir bi-t‐er,
Gam yeme gönül gam yeme, (47/1)
Düşünce bir a-lamet‐tir,
Kapılırsan me-lâmet‐tir,
Sabrın sonu se-lamet‐tir,
Gam yeme gönül gam yeme, (47/2)
Hiç mi gelmeyecek gönlümün yazı
Yağıyor üstüme k-ar hışım gibi
Yazılmış alnıma bu kara yazı
Canım almak ister y-ar hışım gibi (84/1)
2.1.4. Redif:
Âşık Selmani’nin kafiyeyle birlikte ele aldığı diğer bir biçimsel özellik de
“redif”tir. Redif, şiirde uyaktan sonra tekrarlanan, aynı anlam ve yazılışta
oluşan kelimeler veya eklerdir.
Âşık Selmani’de kafiye kadar önemli diğer bir ahenk unsuru da
rediftir. Aynı görevde ve anlamda kullanılan kelimeler ve eklerden meydana
getirilen redifi, Âşık Selmani de ister ek şeklinde olsun ister kelime şeklinde
olsun etkin bir şekilde kullanmaktadır:
Ömrüm sonbahardır geçti çağ-larım
68
Hazana uğradı gönül bağ-larım
Yanar dağlar gibi yanar dağ-larım
Kaldım lavlar saçan volkan içinde ( 37/ 1)
Sen gibi muhannet bir kul gö-r‐medim,
Hakk’ın yarattığı c-an-lar içinde,
Cefakârım muradıma e-r‐medim,
Koydun gözlerimi k-an-lar içinde (39/1)
2.1.5. Kafiye Şeması:
Âşıklık geleneğinin biçimsel özellikleri içinde değinilecek olan bir
diğer kavram da “kafiye şeması”, “kafiye düzeni” ya da “kafiye örgüsü”
olarak ifade edilen husustur. Cem Dilçin kafiye şemasıyla ilgili olarak şunları
ifade etmektedir:
“Nazım biçimlerinin dize ve uyak düzeni şemalarla gösterilir. Dize düzenini
göstermek için düz çizgi kullanılır. ‘Uyak düzeni’ de bu çizgilerin sağ başında Türk
alfabesindeki harflerle gösterilir. Harfleri kullanırken ‘c‐ ç, g‐ ğ, ı‐ i’ gibi birbirine
benzeyen harfleri kullanmaktan kaçınmak doğru olur. Çünkü uyaklar birbirine
karışabilir ve ilk bakışta seçilmesi güçleşir. Ana uyak genellikle ‘a’ harfi ile gösterilir.
Serbest yani uyaksız dizeler ise ‘x’ ile gösterilir. Uyak düzenini göstermenin bir yolu
da çizgiler kullanılmadan satır içinde harfleri kullanarak her dörtlüğü gösteren harften
sonra çizgi konmasıyla olur.” (Dilçin, 1995: 95).
Kafiye şemaları, bir şiirin biçim ya da tür olarak belirlenmesinde
kullanılan öğelerden biridir. Öyle ki âşıklık geleneğinde yer alan “koşma,
semai, varsağı, destan” gibi öğelerin diğer şiirlerden ayrımını sağlayan
niteliklerden biri de kafiye şemalarıdır. Mısra sonlarında, aynı kafiyelerin aynı
sembolle (harfle) gösterilmesiyle kafiye şemaları ortaya çıkar. Âşıklık
geleneğinde genel olarak “koşma tarzı” kafiyeleniş mevcut olup bu kafiyeleniş
“abab/ cccb/ dddb” şeklindedir. Bu kafiye düzeni yanında “aaab/ cccb/ dddb”
ya da “abcb/ dddb/ eeeb” şeklinde koşma tarzı kafiyeleniş de görülmektedir.
Halk edebiyatında anonim şiir içinde yer alan “mani”lere Selmani’nin
şiirlerinde rastlamak mümkündür. “aaxa” ya da “xaxa” şeklinde kafiyelenişi
mevcut olan maniler kafiye şeması yönünden ve tek dörtlükten oluşması
hasebiyle diğer halk edebiyatı mahsullerinden ayrılır.
Âşık Selmani’nin şiirlerindeki kafiye örgüsü âşıklık geleneğinin
gerektirdiği şekildedir. Âşık tarzı yazdığı şiirlerde bazen geleneğe nazaran
farklılıklar meydana getirse de onun âşık tarzı dışındaki “divan” türündeki
şiirlerinde nazım birimi olsun kafiye şeması olsun bazen değişmektedir. O
kullandığı nazım biçimine ve türüne göre kafiye örgüsünü kurmaktadır. Bunu
aşağıdaki kullanımlarla örneklendirilebiliriz:
69
¾ Âşık Selmani 8’li ve 11’li şiirlerinde genellikle abab/ cccb/ dddb
klasik koşma kafiyelenişini kullanır:
İlkbahar ayları gelip yetende,(a)
Olur çayır çimen yer yeşil yeşil,(b)
Bahçelerde taze sebze bitende,(a)
Güzeller toplayıp yer yeşil yeşil.(b) (138/1)
Girdik de bağlara yaren eş ile, (c)
Gönül neşe duyar can seviş ile, (c)
Gül çiçeğim renk katar ak yeşile, (c)
Gül destesi gibi der yeşil yeşil, (b) (138/ 2)
¾ Âşık Selmani’nin şiirlerinde kafiye şemasının aaab/ cccb/ dddb
şeklinde olduğu şiirler mevcuttur:
Anlatayım protokol halini,(a)
Şiddet aldı Azerbaycan ilini,(a)
Ermeni elinin sarı gelini,(a)
Şimdi Türkiye’nin borsasındadır,(b) (273/ 1)
Her şey tamam oldu zulümde sıra, (c)
Bu dert korkarım ki yandırır nara, (c)
Millet devlet atılmakta kenara, (c)
Gözler Türkiye’nin borsasındadır, (b) (273/ 2)
¾ Âşık Selmani’nin şiirlerinde, kafiye şemasının abcb/ dddb/ eeeb
şeklinde uyaklandığı şiirler de mevcuttur:
Mevla’nın verdiği dünya yemişi,(a)
Dostum Muhammed’in kızı Bengisu,(b)
Bir deme söyleyim bugün burada,(c)
Devam etsin dostun sözü Bengisu,(b) (356/1)
Âşık bilir âşıkların halını, (d)
Âşıklar pak eder Hakk’ın yolunu, (d)
Verseler istemez dünya malını, (d )
Her zaman gönlümün gözü Bengisu, (b) (356/ 2)
¾ Âşık Selmani’nin şiirlerinde aaxa/ bbba/ ccca şeklinde kafiyelenen
şiirler görülmektedir:
Horasan şehrinden Rum’un ilini (a)
Görensin Pir Hacı Bektaş-ı Veli(a)
Güvercin donunda Karahöyük’te(x)
70
Duransın Pir Hacı Bektaş-ı Veli(a) (99/ 1)
Sen Rum ülkesinde ettin pervazı (b)
Darı çek üstünde kıldın namazı (b)
Cümle erler sana eyler niyazı(b)
Pirânsın Pir Hacı Bektaş-ı Veli(a) (99/ 2)
¾ Âşık Selmani’nin 15’li “divani” tarzda söyleyişlerinde aa/ ba/ ca/ da/
ea/ fa şeklinde kafiyelenen şiirleri 19 şiirinde mevcuttur:
Ya Rab kalksın gözden perde aça gör can gözlerim, (a)
Seni göreyim her yerde aça gör can gözlerim, (a) ( 172/ 1)
Aşk ehlinin dertlerine yine derman sendendir, (b)
Merhem çalıp da bu derde aça gör can gözlerim,(a) ( 172/ 2)
Âşık Selmani’nin “mani” nazım biçiminde kafiyelenen şiirleri
mevcuttur:
Kekliğim avlanırsın, (x)
İnersen yazılara, (a)
Hasiret korlar seni,(x)
O çifte kuzulara, (a) (30/ 5)
¾
Ey kekliğim kekliğim, (a)
Nedir benim çektiğim, (a)
Senin aşkın değil mi? (x)
Gözyaşları döktüğüm, (a) (30/ 6)
Bunun dışında, Selmani’nin bazı şiirlerinde eklerle (51/ 5), bazen bir
isimle fiil arasında (44/ 4), bazen dizenin ilk kelimesini kafiye yapıp dizenin
kalanını redif olarak kullanarak (379/ 1), bazen kökle eki birleştirerek (68/ 2)
kafiye yaptığı görülmektedir. Selmani’nin bazen “-a, -e” gibi yakın seslerle
(272/ 1), bazen ses olarak yakın olan “ş- ç” (378/4) ve “l, r” gibi harflerle (325 /
1), bazense kafiyeyi kaybetmemek için kelimeyi değiştirerek (138/ 4) kafiye
yaptığı şiirler de mevcuttur. Bunun yanında Selmani’nin bazen bir dizeyi her
dörtlükte tekrar ederek bütünüyle redif olarak kullandığı şiirler de mevcuttur
(187) ki bu âşık geleneğinde koşma- şarkı (Dizdaroğlu, 1968: 243) olarak ifade
edilir.
71
2.1.6.
Nazım Birimi:
Âşık Selmani’nin şiirlerinde diğer bir biçim unsuru da nazım birimi
olup Selmani’nin incelediğimiz 392 şiirlinde nazım birimi 23 şiir dışında
“dörtlük” şeklindedir. Âşık Selmani, “divani” şeklinde yazdığı 19 şiirde
“beyit” nazım birimini kullanmış olup 3 şiirinde beş dizelik nazım birimi, 1
şiirde altı dizelik nazım birimi, 369 şiirde ise “dörtlük” nazım birimini
kullanmıştır. Beyit, dörtlük ve bent şeklindeki birimlere şu örnekler verilebilir:
Beyit:
Ya Rab kalksın gözden perde aça gör can gözlerim, (a)
Seni göreyim her yerde aça gör can gözlerim, (a) ( 172/ 1)
Dörtlük:
Hedef olmayalım cepheye düşüp,
Sitem balyozları tepeye düşüp,
Gönlün zedeleme şüpheye düşüp,
Kalbinin içinden güman geçmesin, (224/ 2)
Bent:
Halk içine grip salan domuzun,
Ayakları iki midir dört müdür,
Kuşkuyu çok garip salan domuzun,
Ayakları iki midir dört müdür,
İnsanlara sağalmayan dert midir, (301/ 1)
2.1.7.
Nazım Biçimleri ve Türleri:
Âşık Selmani’nin şiirlerinde incelenecek olan diğer bir şekil özelliği de
“nazım biçimleri” ve “türleri” hususudur. Yaptığımız incelemeler sonunda,
Âşık şiirinde biçim ve tür meselesinin henüz tam anlamıyla çözüme
ulaşmadığı, bu konuda değişik fikirlerin olduğu görülmektedir. Köprülü’nün
en eski biçim olarak “mani”yi gösterip diğer türleri ise bunun türevleri olarak
ifade etmesi (Köprülü, 2009: 1) biçim ve tür konusundaki ilk uzman görüşü
sayılmaktadır.
Dizdaroğlu’nun biçime değil türe göre değerlendirme yapması görüşü de
farklılık oluşturan bir fikirdir. Dizdaroğlu, tür olarak “koşma” ve “mani”yi alır
ve diğer şiirleri bir türev olarak değerlendirir (Dizdaroğlu, 1968: 216). Onay’ın,
72
şekil ve tür konusunda ayrım noktası olarak ezgiye önem veren yaklaşımı
(Onay, 1996: 3), Boratav’ın (Boratav, 2000: 24) ve Umay Günay’ın biçim olarak
yalnızca “mani” ve “koşma”dan bahsetmesi de (Günay, 2008: 54) bu konuda
araştırmacıların diğer bakış açılarıdır. Oğuz (Oğuz 2001: 18), Çobanoğlu,
(Çobanoğlu, 2000: 15) ve Sever’in (Sever 2003: 51) biçimlere “mani” ve “koşma”
dışında “destan”ı da dâhil etmeleri araştırmacıların biçim ve tür konusundaki
farklı görüşlerini aynı zamanda tam anlamıyla bir fikir birliği içinde
olmadıklarını göstermektedir.
Âşık Selmani’nin şiirleri; Oğuz, Çobanoğlu ve Sever’in eserlerinde
belirttikleri şekliyle biçim ve tür olarak ayrılacak; hangi biçimlerin, hangi
türlerin Selmani’nin şiirlerinde yer aldığı ifade edilecektir. Buna göre Âşık
Selmani’nin şiirlerinde kullandığı biçim ve türlerin tablosu şu şekilde
oluşturulabilir:
1.
NAZIM BİÇİMLERİ:
A. KOŞMA
a. Düz Koşma
b. Yedekli Koşma
c. Tecnis
d. Zincirleme
e. Koşma- Şarkı
f. Dedim- Dedili
B. MANİ:
a. Düz Mani
b. Cinaslı Mani
C. DESTAN:
a. Siyasi Hayatla İlgili Destanlar
b. İktisadi Hayatla İlgili Destanlar
c. Sosyo- Kültürel Çevreyle İlgili Destanlar
d. Kültürel Hayatla İlgili Destanlar
e. Doğal Çevreyle İlgili Destanlar
f. Şairnâmeler
g. Elifnâmeler
h. Medetname (Mürüvvetnâme, İstimdatnâme)
2. NAZIM TÜRLERİ:
A. GÜZELLEME
B. TAŞLAMA
73
C.
D.
E.
F.
G.
H.
İ.
J.
K.
L.
M.
N.
O.
KOÇAKLAMA (YİĞİTLEME), MİLLİ KONULAR
AĞIT (MERSİYE)
SEMAİ
NASİHAT (ÖĞÜTLEME)
ALKIŞLAMA
KARGIŞLAMA
MUAMMA
TÜRKÜ
NİNNİ
İLAHİ
DEYİŞ
DÜVAZİMAM
DİVAN
1. NAZIM BİÇİMLERİ:
Âşık Selmani’nin şiirlerinde biçim olarak “koşma, mani, destan” lara
yer verilmektedir. Âşık edebiyatının en çok kullanılan, en sevilen, en yaygın
dalı olarak yer aldığı ve âşık edebiyatı denince ilk akla gelenin koşma olduğu
fikri (Dizdaroğlu, 1968: 231), Selmani’nin şiirlerinde de geçerliğini
göstermektedir. Âşık Selmani’nin tarafımızca incelenen şiirlerinin ağırlığını
koşmaları oluşturmaktadır. 8 ve 11’li hece ölçüsüyle yazılmış olan şiirlerinde
Selmani, koşma tarzı kafiyeleniş olan abab (aaab, abcb) cccb, dddb, eeeb kafiye
şemasını uygulamıştır. Aşkı, sevgiyi, doğayı, yiğitliği, güzelliği, hasreti, ölümü,
ayrılığı, öğütleri vs. koşma biçiminde anlatmıştır. Selmani’nin şiirlerinde yapı
olarak koşmaların farklı çeşitlerine yer verilir.
Selmani’nin şiirlerinde en çok “Düz Koşma” kullanılmış olup düz
koşma klasik anlamda koşmayı ifade eder (85 Numaralı Şiir). Bir diğer koşma
çeşidi olan “yedekli koşma”dır ki klasik koşmanın üzerine dize eklenmesiyle
oluşur. “Ayaklı Koşma” olarak da ifade edilen (Kaya 2007: 789) yedekli
koşmaya Selmani’nin (29, 135, 30) numaralı şiirleri örnek gösterilebilir.
Selmani’nin şiirlerinde “Dedim‐ Dedili Koşma” denen ve karşılıklı konuşma
esaslı olarak oluşturulan koşmalar da mevcuttur (15, 305, 306 Numaralı Şiirler).
Elçin, Kaşgarlı Mahmut’un “aydım- aydı” deyimi ile karşıladığı ve kendisinin
de “deyişme” olarak nitelediği “dedim- dedi” şiirlerin günümüzde âşık şiirinde
devam ettiğinden bahsetmektedir (Elçin, 1998: 231).
Hanelerinde cinaslı söyleyişlerin hâkim olduğu koşmalara da “Tecnis”
denmekte olup (Yardımcı 1999: 294) Selmani’nin (102) numaralı şiirinde
“tecnis”e yer verilmiştir. Bir diğer koşma çeşidi de “Koşma‐ Şarkı” olarak
adlandırılan ve dördüncü dizeleri her dörtlüğün sonunda kavuştak olarak
tekrarlanan koşmalardır (Dizdaroğlu, 1968: 243) ve Selmani’nin şiirlerinde
74
örnekleri mevcuttur. (105, 187 v.d.) Selmani’nin kullandığı bir diğer koşma
çeşidi de “Zincirbent Koşma” ya da “Zincirleme” adı verilen koşmalardır.
Koşma ve destanlarda her dörtlüğün son dizesindeki uyak sözcüğünün
kendinden sonraki dörtlüğün ilk dizesinin başında tekrarlanması olarak ifade
edilen (Dizdaroğlu, 1968: 241) “zincirleme”ye Âşık Selmani’nin (308) numaralı
şiirini örnek verebiliriz:
Sarı Gül’üm bana küstün mü yoksa,
Küsme kurban olam kusur benimdir,
Sevgi muhabbeti kestin mi yoksa,
Kesme kurban olam kusur benimdir,
Kessen de bakmazsın bana el gibi,
Gözyaşlarım akıtmazsın sel gibi,
Zemheride esen acı yel gibi,
Esme kurban olam kusur benimdir,
Selmani’nin şu şiirini hem dedim- dedili hem de klasik koşmaya örnek
olarak verebiliriz:
Dedim kirpiklerin kaşların nedir,
Kirpikler ok kaşlar yay dedin bana,
Ay mısın gün müsün ey yüzü bedir,
Gündüz güneş gece ay dedin bana, (15/ 1)
Dedim pervaneyim ben bu ışığa,
Aşınayım kız sen gibi maşuğa,
Rüyamda bir ateş attın âşığa,
Yandın ateşime vay dedin bana, (15/ 2)
Dedim Selmani’yim aşka uyarım,
Güzellerden ilham, neşe duyarım,
Ben seni aşırı sever sayarım,
Gerçek aşkla sevip say dedin bana, (15/ 5)
Âşık Selmani’nin kullandığı biçimlerden biri de “Mani” olup aslen
anonim halk edebiyatı ürünüdür. Fuad Köprülü’nün bütün biçim ve türlerin
kaynağı olarak gösterdiği manilere (Köprülü 2009: 104) Selmani de katkıda
bulunur. (392) numaralı şiir tamamen Âşık Selmani’nin manilerinden
oluşmaktadır. Selmani’nin şu dörtlüğünü maniye örnek olarak verebiliriz:
Toprağın taşın güzel,
Cevahir taşın güzel,
75
Bu yurt sana gelişmez,
Bu ilden taşın güzel, (392/ 2)
Selmani’nin kullandığı diğer biçim ise “Destan” olup Selmani,
çevresindeki bazı olay ve durumları tahkiye etme yoluyla “destan” biçiminde
anlatır. Kaya, daha çok 11’li hece ölçüsü olmak üzere 7, 8’li hece ölçüsüyle de
düzenlenen ve hikâye anlatma amacı güdülen destanlarda genellikle koşma
nazım biçimi kullanıldığını ifade eder (Kaya, 2007: 225- 226). Âşık Selmani’nin
şiirlerini tür ve şekil olarak ayırdığımız tabloda, “destan” biçiminin alt
başlıkları incelenirken Özkul Çobanoğlu’nun tasnifiyle (Çobanoğlu 2000: 5689), Erman Artun’un destan tasnifinden (Artun, 2008: 120- 129) bir sentez
oluşturulmuştur.
Selmani’nin şiirlerinde; siyasi konuların (273 Numaralı Şiir), iktisadi
hayatın (338 Numaralı Şiir), sosyo- kültürel çevreyle ilgili olarak “hırsızlığın”
(352 Numaralı Şiir), kültürel hayatla ilgili olarak “bayramların” (276 Numaralı
Şiir), doğal çevreyle ilgili olarak ise “salgın hastalık” konulu destanların yer
aldığı görülmektedir. Bunun yanında Artun’un tasnifi içinde yer alan (Artun
2008: 120- 129) ve Abdurrahman Güzel’in destanlar içinde ele alınabileceğini
söylediği “Elifnâme” (Güzel, 2006: 634), miraç hadisesinin anlatıldığı
“Mirâciyeler”, (Güzel 2006: 656), şairlerin mahlaslarıyla ve nitelikleriyle yer
aldığı “şairnâmeler” de destan türü içinde incelenmektedir. (Kaya 2007: 674)
Yine Alevi- Bektaşi âşıkların Ehlibeyit’ten ve On İki İmamlardan yardım
isteklerini dile getirdikleri “medetnâmeler (istimdatnâmeler)” de destan türü
içinde incelenmiştir. Âşık Selmani’nin şiirlerinde “Elifnâme” (383) numaralı
şiirde, “medetnâme” (339, 340, 341, 342, 343) numaralı şiirlerde mevcuttur.
Selmani’nin bir de şairnâmesi mevcut olup Doğan Kaya’nın eserinde (Kaya
2009: 232) yayımlanmıştır. Selmani’nin üç kıtasını aldığımız aslen beş kıtalık şu
şiiri destana örnek olarak verilebilir:
HIRSIZLIK DESTANI
Yirmi yedi Ağustos İncirtepe’de,
Gece olan talanları duydun mu?
Gerçek olay, kalmayınız şüphede,
Halkı derde salanları duydun mu? (352 Numaralı Şiir)
2. NAZIM TÜRLERİ:
Âşık Selmani’nin şiirlerindeki biçimlere bağlı olarak türler oluşmuştur.
Doğan Kaya’ya göre klasik olarak verildiği üzere türlerin; güzelleme,
koçaklama, taşlama, ağıttan ibaret sayılması bir eksikliktir. Doğan Kaya,
bunlarda belirtilen konuların dışında kalan konuların da türler içerisinde
76
verilmesi görüşünü taşır. Biz de bu görüş dâhilinde bir türler tablosu
oluşturduk. Tabloda verilen türlerin tamamına Selmani’nin şiirlerinden örnek
vermek mümkündür. Âşık Selmani’nin kullandığı türleri şu şekilde
sıralayabiliriz:
Güzelleme; koşmanın aşkı, sevgiyi, sevgiliyi, doğayı, ayrılığı, acıları,
sevinçleri anlatan türü olup Selmani’nin şiirlerinde yaygın olarak kullanılır.
Genellikle 11’li hece ölçüsü kullanılır. Âşık Selmani’nin incelediğimiz şiirlerinde
en çok yer verilen türdür (44, 102, 336 v. d.).
Beni âşık eden aşkın zorudur,
Bülbülüm âşığım Beyaz Gül’üme,
Yine içten yakan ateş korudur,
Bülbülüm âşığım Beyaz Gül’üme, (49/ 1)
Umarım yâr benden uzak durmazsın,
Kusurumu görüp yüze vurmazsın,
Aciz Selmani’nin gönlün kırmazsın,
Bülbülüm âşığım Beyaz Gül’üme. (49/ 5)
Taşlama, toplumsal ya da bireysel haksızlıkların, yolsuzlukların,
problemlerin mizahi bir dille sergilendiği koşmalar olup (Artun, 2008: 128)
Selmani’nin en tesirli sayıldığı türlerdendir. Selmani, 1967- 1973 yılları arasında
Konya Âşıklar Bayramı’nda 1971’deki ikincilik hariç her yıl atışma dalında
birinci olmuştur. Atışmanın temelinde de rakibi eksik yönleriyle taşlamak
vardır. Sever’in ifadesiyle âşık edebiyatının en çok hüner gerektiren türü
atışmalardır. (Sever, 2003: 27) Taşlamalar, deyişme şeklinde olabildiği gibi
direkt olarak rakibi eksik yönleriyle eleştirme şeklinde de olabilir. Selmani,
gerek bireysel gerek toplumsal birçok taşlama yazmıştır. (5, 199, 219, 283 v.d.)
Garip dedenin de hükmü yürümez,
Abu Yusuf yönetimde oldukça,
Kararmış kalpleri nurlar bürümez,
Abu Yusuf yönetimde oldukça, (5/ 1)
Âşık Selmani’nin şiirlerinde, kendisiyle görüşülen Doğan Kaya’nın da
ayrı bir tür olarak değerlendirilmesi gerektiğini söylediği “Şikâyet” türünde
şiirlere ulaşmaktayız. Selmani, şikâyet ettiği bazı şeyleri bu tür içinde şiirlerine
taşır.
Cananın ettiği canıma yetti,
Mecnun’a dönderip divane etti,
Güldürmedi beni başaca gitti,
Bu dert ahirimi aldı erenler, (264/ 4)
77
Selmani’nin şiirlerindeki türlerden biri de “Koçaklama”dır. Yiğitliği,
mertliği, er meydanını anlatan şiirlerdir. Bunun yanında milli konular da bu
konu çerçevesinde incelenebilir. Selmani’nin şiirlerinde de vatan, millet, bayrak
sevgisi, askerlik, yiğitlik, kahramanlık konuları işlenir. (158, 176, 244, 313 v.d.)
Türk milleti düşer mi hiç şanından,
Al bayrağın alı şehit kanından,
Canı verir, kaçmaz er meydanından,
Şehitlik gazilik er nişanı var, (244/ 2)
Selmani, şiirlerinde tür olarak “Ağıt”a da yer vermektedir. Özellikle
Kerbela şehitleri için yas tutan Selmani, “mersiye” başlıklı şiirlerinde
Kerbela’da öldürülenler için “ağıt”lar yazmıştır (22, 241 v.d.)
Mübarek muharrem geldiği zaman,
Ağlayalım Hüseyin’in aşkına,
Ah-ı feryat ciğer deldiği zaman,
Ağlayalım Hüseyin’in aşkına (22/ 1)
Selmani’nin şiirlerinde karşımıza çıkan bir tür de “Öğütleme” ya da
“Nasihat” türündeki şiirlerdir. Topluma ya da bireye öğüt vermek, yol
göstermek, bir düşünceyi tanıtmak vb. maksatla yazılan didaktik şiirlerdir.
Selmani’nin şiirlerinde en fazla yer verilen türlerden biridir. (24, 123, 124, 347
v.d.)
Neye yarar güzel sevmeyen insan,
Güzel sev ki Hakk’a makbul olasın,
Aşk ile güzeli övmeyen insan,
Güzel sev ki Hakk’a makbul olasın, (202/1)
Selmani’nin şiirlerinde “Alkış” ve “Kargış” türünde yazılmış şiirler de
mevcut olup “alkış” hayır dua, iyi dilek; “kargış” ise beddua, kötü dilek
anlamındadır. Selmani, her ikisine de şiirlerinde yer vermekte, bazen beddua,
bazen ise şiirlerinde dua etmektedir. (80, 139, 204, 313 v.d.)
Mevla’m türlü türlü dert versin sana,
Benden gizli esen yel versin sana,
Şeyda bülbül gibi dil versin sana,
Kapımda zar edip her dem öter ol, (139/ 3)
Âşık şiirinde en fazla kullanılan türlerden biri de “Semai”dir. Kaya’nın
8’li hece ölçüsüyle ve özel bir ezgiyle söylenerek hemen her konuda
78
yazılabileceğini ifade ettiği semaileri (Kaya, 2007: 642- 643) Selmani’nin
şiirlerinde de görmek mümkündür. (46, 100, 184)
Ben seninim sen de benim,
Beni benden esirgeme,
Nişanedir siyah benim,
Beni benden esirgeme, (46/ 1)
Selmani sinem yakarsam,
Bulanık selle akarsam,
Sana kem gözle bakarsam,
Kini benden esirgeme (46/ 5)
Âşıklık geleneği içinde bir başka şiir türü de “Muamma”lardır.
Artun’un, eserinde (Artun 2008:231) âşıkların birbirlerini dini- tasavvufi
konularda sınamak için zor ayaklara başvurularak oluşturduğu ve kazanan
kaybedenin olduğu bir tür olarak ifade ettiği muamma konusunda Âşık
Selmani’nin şiirleri mevcut olup (52, 86, 248, 323) Selmani de muammalarında
ilâhi konularda sorular sorar:
Soru:
Gel ey âşık sana bir sualim var,
İptida dünyaya gelen kim idi,
Tereddütte kalıp çekme ah u zar,
Hakk’ın birliğini bilen kim idi, (86/ 1)
Cevap:
Âşık sualine cevap vereyim,
Âdem iptida bu hale gelmiştir,
Hak Teâlâ bir ruh ihsan edince,
Hakk’ın birliğini bile gelmiştir, (320/ 1)
Âşık Selmani’nin şiirleri içinde aslen anonim halk şiiri içinde değer
bulan “Ninni” türünde de bir şiir mevcut olup (162) çocukları uyuturken,
oynatırken, bir- takım duygularla ezgili bir şekilde söylenen şiirlere ninni denir.
Canım kurban kuzum senin yoluna,
Sen var iken bakmam dünya malına,
Beşiğini asam gülün dalına,
Dallar ninni ninni ninni bebeğim, (162/ 2)
Ninni gibi anonim halk şiirinin bir öğesi olan ve aslı “Türkî” yani
“Türk’e has” olan (Kaya, 2007: 741) “Türkü”, Dilçin’e göre, şeklî yapısı bent ve
kavuştak olmak üzere iki kısımdan oluşturulur. Ezgiyle söylenen, bazen
79
söyleyeni belli olacak şekilde de oluşturulabilen, hemen her konuda coşkuyla
söylenebilen, halk edebiyatının en zengin alanını oluşturur (Dilçin, 1995: 289).
Türkülerin; umumiyetle hece vezniyle, herkesin anlayabileceği ortak,
sade, tabii bir dille yazıldığını; mani ve koşma tiplerine bağlı muhtelif şekil
özellikleri gösteren nakaratlı, nakaratsız lirik manzumeler olduğunu belirten
Elçin, zamana ve muhite bağlı olarak anonimleştiğini belirtir. (Elçin, 1998: 195)
Âşık Selmani’nin de Elçin’in belirttiği şekilde koşma (135) ve mani (30) tiplerine
bağlı oluşturulmuş türkü şeklinde olan şiirleri mevcuttur:
Güzel davetime gelmek istersen,
Allanı allanı allanarak gel
Şu garip gönlümü almak istersen,
Allanı allanı allanarak gel
Gülüm şekerlenip ballanarak gel, (135/ 1)
Yeter ki cananım açma arayı,
Tazeleme kapatılmış yarayı,
Feleğe kahredip giyme karayı,
Allanı allanı allanarak gel,
Gülüm şekerlenip ballanarak gel, (135/ 2)
Selmani, daha önce de belirtildiği üzere dini- tasavvufi konularda bilgi
sahibi olan bir âşıktır. Kitap halinde yayımladığı şiirlerinin ağırlığını da ilâhi
temalı şiirleri oluşturur. Selmani’nin incelediğimiz şiirlerinde dini- tasavvufi
şiirlerini “deyiş, düvazimam ve mersiye” olarak adlandırdığını görmekteyiz.
Bunun dışında 15’lik hece ölçüsüyle oluşturduğu beyit ve dörtlük esasına
dayalı “divan” tarzında şiirleri de mevcuttur. Ayrıca “ilahi” olarak
nitelenebilecek söyleyişlere de rastlanmaktadır.
Âşık Selmani, özellikle Alevi âşıkların saz eşliğinde kendine özgü bir
ezgiyle cem törenlerinde söyledikleri “Deyiş”lere (Deme) birçok şiirinde yer
vermektedir. (213, 230, 267 v.d.) Bu şiirlerinde Alevi- Bektaşi geleneğine uygun
Hz. Ali, ehlibeyt, on iki imam, Hacı Bektaş-ı Veli ve diğer Alevi büyüklerinden;
Alevi felsefesine ve söylencesine ait kavramlardan bahsedilmektedir.
Aşkı muhabbeti var dil içinde
Ulaşır menzile menzil içinde
Tekellüm eyleyen kandil içinde
Şah-ı Merdan nur ziyaya hoş geldin (213/ 3)
Âşık Selmani’nin kullandığı dini- tasavvufi şiir türlerinden biri de
“Düvazimam”dır. Farsça bir kelime olup On İki İmam anlamına gelir.
80
Düvazimamlar Alevilikte önemli bir yeri olan On İki İmam’ı övmek amaçlı
yazılır. Bu şiirlerde On İki İmam’ın ismi geçer.
Abdurrahman Güzel bu tür şiirleri “düvaznâme” başlığı altında inceler
ve düvazimamı, On İki İmam’ın hal tercümelerine ve menkıbelerine dayanan
manzume olarak tanımlar. (Güzel 2006:) Âşık Selmani’nin şiirlerinde de (268,
340 v.d.) On İki İmam sevgisi görülmektedir. On İki İmamlar; Hz. Ali, İmam
Hasan, İmam Hüseyin, İmam Zeynel Abidin, İmam Bakır, İmam Cafer-i Sadık,
İmam Musa Kazım, İmam Rıza, İmam Muhammed Taki, İmam Naki, İmam
Hasan El Askeri ve İmam Mehdi’den oluşmakta olup Selmani’nin aşağıdaki
dörtlükleri bir düvazimamdan alınmıştır:
Hatice, Fatıma, Hasan, Hüseyin,
Onların nutkudur iman ile din,
Âşıkların piri Zeynel Abidin,
Allah bir Muhammed Ali’yi söyler, (268/ 2)
Muhammed Bakır’dır hasların hası,
İmam Cafer Sadık ilmin deryası,
Nebilerin, velilerin duası,
Allah bir Muhammed Ali’yi söyler, (268/ 3)
Âşık Selmani’nin şiir türleri içinde “Divan” tarzı söyleyişler de
azımsanmayacak ölçüdedir. Normalde “divan” aruzun fâilâtün fâilâtün fâilâtün
fâilün kalıbıyla âşıklar tarafından oluşturulan şiirlerdir. Selmani aruz ölçüsü
bilmemektedir. Ancak divan şiiri tesiriyle divana benzeterek 15’li ve 16’lı hece
ölçüsüyle şiirler söyler. Doğan Kaya bu durumu, normalde âşıkların “divan”
tarzı şiirlerini aruz ölçüsüyle söylediğini; ancak günümüzde birçok âşığın aruz
bilmediği için bu ihtiyacı 14, 15, 16’lı şiir söyleyerek karşıladığı şeklinde açıklar.
Bunların fikri, didaktik, mistik eda taşıdığını ve özel bir ezgiyle söylendiğini
belirtir. “Divani” şeklinde adlandırır (Kaya, 2007: 246).
Selmani’nin şiirlerinde bu edayı görmek mümkündür. (252, 274, 277,
278, 339 v.d.) numaralı şiirlerde divan tarzı söyleyişler görülmektedir.
Selmani’nin 15 ve 16 heceli olarak yazdığı “divani” türdeki şiirlerde nazım
birimi olarak hem dörtlük hem de beyit kullandığı görülmektedir. Beyit
şeklinde olan “divanî” ler gazel gibi aa/ ba… şeklinde kafiyelenirken (172
Numaralı Şiir), dörtlük şeklinde olan “divanî”lerde aaba/ ccca/ ddda şeklinde
bir kafiyeleniş görülmektedir (266 Numaralı Şiir). Mustafa Okan Baba “divanî”
ile ilgili olarak, “Halk şairlerince oluşturulmuş ve genel olarak dörtlüklerden
oluşan şiirlerdir. Bunlar şarkı türünün bir taklididir. Ancak gazel biçiminde
oluşturulan divanlar da vardır” görüşünü belirtmektedir (Baba, 2007: 45- 46).
Ya Rab kalksın gözden perde aça gör can gözlerim,
81
Seni göreyim her yerde aça gör can gözlerim, (172/ 1)
Aşk ehlinin dertlerine yine derman sendendir,
Merhem çalıp da bu derde aça gör can gözlerim, (172/ 2)
Ben yâre canan dedikçe canı yaban gördüler,
Sevgim var inan dedikçe beni yaban gördüler,
Düşünseniz Hak Yusuf’u Mısır’a sultan etti,
Yusuf’u Kenan dedikçe kanı yaban gördüler, (266/ 1)
Dini- Tasavvufi şiirler içinde “Miraçlama” (Miraçnâme) türünde şiirler
Miraç hadisesini anlatır.
Bu konuda Güzel, “Miraç, göğe çıkmadır. Hz. Muhammed’in Recep
ayının 27. gecesi “Burak” ile göğe çıkması, orada Cenabı Hak ile görüşmesidir.
Hz. Muhammed’in miracından bahseden eserlere “miraciye” denir. Bunlar
manzum ve mensur olarak yazılmışlardır.” (Güzel, 2006: 656) demektedir.
Ancak Selmani’nin “miraçlama” türündeki şiiri Alevi felsefesine göre
şekillenmiş, olaylar söylenceden alınmıştır. Miraçlama türündeki tek şiirini (62
Numaralı Şiir) Alevi söylencesine göre meydana getirmiştir.
82
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ÂŞIK SELMANİ’NİN ŞİİRLERİNDE ÜSLUP ÖZELLİKLERİ:
Bir sanatçının üslûbunu sanatçının/ âşığın duyuş, düşünüş, dile getiriş,
bu dile getirişte kelime seçimi, kavramları kullanışı vb. yönlerden diğer
âşıklardan ayıran özellikleri oluşturmaktadır (Sever 2007: 21).
Üslup dilden ayrı düşünülemez. Karahan’ın üslupla ilgili
değerlendirmesinde âşıkların anlaşılır olmasının, âşık edebiyatının yüzyıllarca
folklorla el ele Türk dilinin gelişimine katkı sağladığından bahsedilir ve
âşıkların yabancı öğeleri millileştirmedeki hizmetine değinilir (Karahan, 1991:
552).
Âşık Selmani’nin üslubu belirlenirken; bağlı olduğu âşıklık geleneği,
yaşadığı dönem göz ardı edilmeden ona özgü karakteristik ortaya çıkarılmaya
çalışılacaktır. Artun’un eserinde ifade ettiği üzere âşığın üslubunu belirleyen
ve onu başkalarından farklı kılan bazı önemli hususlar vardır. Bunlar: Âşığın
yerel kelimeleri, atasözü ve deyimleri kullanışı, yeni yaratmalara yönelişi,
ikilemeleri, pekiştirmeleri, imgesel kelime öbeklerini, hayalleri, sembolleri
kullanışı, yeni imgeler, kelime çeşitliliği, yalın ve dokunaklı söyleyişi, çeşitli
anlam ve söz sanatlarını kullanışı, mecazlar dünyası, kafiye ve rediflerle
kurduğu ses kuruluşu, şiirde kafiye, redif ve iç ahenk kelime kadrosuyla iç
ahenk sağlayıp sağlayamadığıdır (Artun, 2008: 146).
Selmani’yi de başkalarından ayıran şüphesiz üslubudur. Selmani, bu
konuda “İplik aynı fakat dokuma şekli farklıdır.” diyerek kendi üslubuna
değinir. Ona göre diğer şairlerle ele alınan konular aynı fakat söyleyiş, anlatış
farklıdır. Selmani’nin üslubunu oluşturan öğeleri şu şekilde sıralayabiliriz:
3.1. KELİME KADROSU:
Âşık Selmani’nin şiirlerindeki kelime kadrosu âşığın hayatındaki
dönemlere göre değişiklik göstermiştir. Âşık Selmani, daha önce ifade edildiği
şekliyle çocukluğundan itibaren bulunduğu Alevi- Bektaşi çevresinin tesirinde
şiirlere merak salmış; kendini zahirden çok batın ilminin âşığı olarak ifade
etmiştir. Ancak Âşık Selmani’nin şiirlerinde hem zahiri hem de Batıni manaları
bulmak mümkündür. Âşık Selmani hem insan sevgisini hem de kendi
ifadesiyle ilahi sevgiyi tatmış bir âşıktır. Bazen bir sevgiliye yazılmış olan,
bazen de Alevi felsefesine dayalı şiirlerine rastlamak mümkündür. Âşık
Selmani’nin tasavvufî etki dışında yazdığı eserlerinde âşık tarzı şiir
geleneğinin ortak kelime kadrosu görülmektedir. Âşık Selmani bu şiirlerini
yerel söyleyişlerle de zenginleştirmektedir. Bu şiirlerde halkın dilini kullanan,
83
âşık tarzına bağlı bir Âşık Selmani mevcuttur. Bu şiirler âşığın genellikle
gençlik dönemine ait şiirlerdir.
Âşık Selmani’nin dini-tasavvufi anlayışla yazdığı şiirlerde ise yine
zengin bir kelime kadrosu vardır. Âşık Selmani’nin bu tarz şiirlerinde kimi
zaman yabancı kelimelere, özellikle de Arapça, Farsça kelimelere yer verdiği
görülmektedir. Ayrıca Kur’an’dan, ayetlerden, hadislerden, tarihi olaylardan,
Alevi- Bektaşi deyişlerinden söylencelerinden sıkça alıntılar mevcuttur. Telmih
sanatına sıkça başvuran Selmani, Alevi inanışlarını kendine özgü söyleyişiyle
ve kelime kadrosuyla ortaya koymaktadır. Bu şiirleri ise daha çok olgunluk
dönemi şiirleridir.
3.1.1. Maddi Aşkın İşlendiği Şiirlerde Kelime Kadrosu:
Âşık Selmani, maddi aşkın konu edinildiği şiirlerde: “Aşk, âşık, maşuk,
meşk, gönül, yar, kaş, göz, yanak, ben, Leyla, Mecnun, Ferhat, Şirin, Kerem,
Aslı, gamze, kız, vefasız, gonca gül, dermek, diken, eller, suna, dilber, ay, yay,
kâfir, muhannet, ah ü zar, feryat, figan, firkat, gamze, ok, yay, kalem, neşe,
dert, keder, elem, kahır, zalim, zulüm, zehir, ince bel, gayrı, el, fidan, meyve,
dolu, virane, vefasız, kara göz, ela göz, gurbet, hasret, sıla, ömür, gençlik, leb,
dudak, buse, öpmek, fani, sensiz, yalnız, köy, huri, cemal, canan, nazlı yar,
melek, sarışın, köz, kül, sel, çöl, dil, yol, saç, zülüf, deli, divane, vurgun, çiçek,
saz, tel, dünya, hayat, söz, hicran, kan, can, gelin, perişan, cevrü cefa, kul, dal,
yas, matem, sitem, gözyaşı, ağlamak, ilham, gece, gündüz, yıl, ay, gün, zaman,
an, mesakkat, yurt, vatan, sıla, defter, yaprak, sonbahar, yaz, bahar, güz, kış,
kar, ağarmak, gizli, merhem, Lokman, ilaç, yara, kara, bağlamak, baht, kader,
keder, yemiş, cilve, eda, naz, ceylan, ahu, ciğer, bağır, yanmak, kor, alev, zar,
sar, sır, mal, nazar, bakış, çaresiz, derya, gemi, yel, rüzgâr, sararıp solmak,
sohbet, muhabbet, hayal, düş, bakmak, yıkmak, kuş, yaş, taş, al, ak, zindan,
nazik, su, güneş, ay, yıldız, arı, bal, vatan, millet, bayrak, namus, ar, deli gönül
vs.” kelimelerini kullanır.
3.1.2. İlahi Aşkın İşlendiği Şiirlerde Kelime Kadrosu:
Âşık Selmani’nin dini- tasavvufi şiirlerinde: “Allah, Muhammed, Ali,
Hak, Medet, Mürüvet, makam, üçler, beşler, yediler, kırklar, pir, dört kapı,
makam, yol, tarikat, ehli beyit, Kerbela, şeriat, tarikat, marifet, hakikat, vech,
natık, samit, saki, dost, can, şah, Huda, Mevla, dergâh, virane, mürşit, kâmil,
talip, dede, dolu, cem, tören, çerağ, meydan, ferraş, kün, nadan, men araf,
küntü kenz, vahdet, Âdem, Havva, Güruhu Naci, Şit, Simai melek, Hızır,
tecelli, kudret kandili, Hacı Bektaş-ı Veli, Alevi, Bektaşi, Bîmekân, lâmekân,
irfan, umman, mana, teslim, rıza, Selman, Şii, tevella, teberra, şefaat, katre,
derya, umman, mürşid, nur, Hu, veçhullah, tevhid, ervah, ilmi ledün, lafeta,
84
Seb’al Mesan, Fatiha, Kızıl Deli, Balım Sultan, on iki imam, gıda, dar, keramet,
Kur’an, Şah-ı Merdan, aslan, Hasan, Hüseyin, Fatıma, Düldül, Kamber,
Zülfikar, sır, ilmi Cavidan, cem evi, bezmi elest, şir, Âli Aba, kübriya, Hallac-ı
Mansur, şefaat kani, libas, enbiya, evliya, nebi, kamil, Hak Teâlâ, hayır, şer,
hub, ümmül kitap, âlim, cemalullah, Ali Murtaza, resul, Yusuf, melek, Cebrail,
mahşer, kul, sultan, Şirri Yezdan, ahiret, sırat, didar, Haydar-ı Kerrar, pünhan,
Kâbe, yüz dört kitap, dört kitap, felek, Hallac, arif, edep erkan, nefs, Âdem
ilmi, huruf, Hünkar, dem, himmet, zahiri, batın, gülzar, İncil, dua, Erzene,
zâkir, post, ölüm, kelam, kırklar semahı, Nazenin, tarik, ceset, ilim, İdris, yüz
on dört sure, amel, cennet, cehennem, matem, İmam, elli yedi binler, irfan, kin
kibir, Zeynel Abidin, İmam Bakır, İmam Cafer, Musa-ı Kazım, Rıza, Taki,
Naki, İshak, İsmail, İbrahim, Hasan El Askeri, Nuri celi, velegad kerremna,
abdest, namaz, inanç, tavaf, gönül, hac, derviş, iman Kur’an, Musa, Tur Dağı,
şükür, amentü billah, zikir, aydın kişi, emanet, ecel, hürmetkarlık, evlat,
kendini bilmek, haddini bilmek, ata, ümmet, resul, yüceden uçmak, pişmanlık,
mürşidi kamil, bayramlaşmak, Miraç, savum, salat, Mikail, Meryem, İsa Mesih,
Azrail, huri gılman, kemerbest, İsa, Meryem, İdris, ecel, felek, dört huruf, pa,
ça, ja, ka, huri, gılman vb.” kavramları sıklıkla kullanılır.
3.1.3. Nasihat Konulu Şiirlerinde Kelime Kadrosu:
Âşık Selmani, nasihat amaçlı yazdığı şiirlerde genellikle: “Kitap, ilim,
nefis, bilgi, abdest, boş söz, emek, anne baba hakkı, ömür, insan, kalp, temizlik,
sevmek, yıkma, yakma, güzel ahlak, iman, inanç, gönle girmek, gönül yıkmak,
ibret, ölüm, hayır dua, hac, gönül, tövbe, hayır iş, şer iş, eser bırakmak, akıl,
fikir, insanlık, mertebe, makam, hayırseverlik, mertlik, namertlik, derviş, hak,
haklı, mantık, gafil, tasavvuf, cimrilik, mana, hikmet çeşmesi, iman, Kur’an, ar
namus, kin, kinci, cahil, gurur, kibir, sakınmak, mağrur, fazla bilmek, günah,
servet, aldatmak, kandırmak, az konuşmak, kötülük düşünmek, derbeder
olmak, delilik, iftira, insan hakları, muhabbet, hikmet, iffet, ar namus, helal,
haram, sağlık, nekes, tembellik, çalışmak, öğüt, yiğitlik, öfke, çok yatmak,
yoldan şaşmak, gaflet, ettiğini bulmak, cefa, iflah olmak, mahcup, yapıcı, yıkıcı
olmak, mert insanı seçmek, doğruluk, meyvesiz ağaç, aldanmak, haram yemek,
okumak, halkı eğitmek, insanı ayırmak, bilim, sanat, sabır sebat, yalan, bet
nefis, dile düşmek, dalalet, hak, hakikat, komşu hakkı, gerçek dost vb.”
kelimeleri kullanmaktadır.
3.1.4. Adlar:
Âşık Selmani’nin kullandığı adlar ve sıfatlar; yakın çevresinden,
başkalarından öğrendiği ya da duyduğu bilgilerden, okuduğu kaynaklardan
ve yetiştiği kültür çevresinden alınmış olan kullanımlardır. Âşık Selmani,
85
özellikle tarihi kimliği olan şahsiyetleri onlarla ilgili anlatılardan, yazılardan,
bilgi ve belgelerden etkilenerek kullanmıştır. Bunları yaparken de sık sık
telmih sanatına başvurmuştur. Bu adlar sınıflandırıldığında Âşık Selmani’nin:
“Türkiye, Azerbaycan, İsrail, Ermeni, Tokat, Almus, Kuruseki, Yeşilırmak,
Almus Barajı, Artova, Kazova, Turhal, İstanbul, Büyükçekmece, Esenyurt,
İncirtepe, Konya gibi yer adlarına başvurur. Ayrıca “Haydar Dede, Kazım
Efendi, Topal Zuhal, Sarı Gül, Sarı Gelin, Mürüvet, Beyaz Gül, Aynur, Bengisu,
Muhammed, Musa Dede, Abu Yusuf, Celal Abbas, Fethi Dede, Belkız Hanım,
Vali Yazıcıoğlu” gibi yakın çevreyle ilgili adlara başvurduğu görülür.
Bunlarla birlikte, “Hz. Âdem, Hz. Havva, Hz. Muhammed, Hz. Ali,
Hz. Fatıma, Hz. Hatice, Hz. Ayşe, On iki imam, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Hz.
Süleyman, Hz. Yusuf, Hz. Eyüp, Hz. İdris, Hızır, İlyas, Hacı Bektaş-ı Veli, Pir
Sultan Abdal, Hallacı Mansur, Nesimi, Yezid, Zeynel Abidin, İmam Bakır,
İmam Naki, İmam Taki, İmam Cafer, Hasan el Askeri, Mehdi, Hz. İsa, Hz.
Meryem, Musa Kazım, Rıza Server, Hz. İbrahim, Hz. İsmail, Hz. İshak, Keçeci
Baba, Gül Ahi Baba, On dört Masumu Pak, Nil, Mecnun, Leyla, Kerem, Aslı,
Ferhat, Şirin, Yusuf, Şit, Sima Melek, Güruhu Naci, elli yedi binler, üçler,
beşler, yediler, kırklar, elli yedi binler, Veysel Karani, Erzene, Mısır, Kâbe,
Kuran, İncil, Tevrat, Zebur, Kızıl Deli, Balım Sultan, Şah İbrahim, Zöhre,
Medet, Mürüvet, Şah Mahmut Veli, İbrahim Veli, Kaf Dağı, Necef, Kerbela,
Murtaza, Şah-ı Merdan, Şirri Yezdan, Karac’ahmet Sultan, Karac’höyük, Rum
ülkesi, Celal Abbas, Abu Yusuf, Cebrail, Azrail, Mikail, İsrafil, Mesih, Hint,
Halep, huri, gılman, Seyit Ahmet, on sekiz cennet, Horasan vb.” İslam
kültürüyle ilgili adlar da Selmani’nin şiirlerinde mevcuttur.
Görüldüğü üzere âşığın işlediği konuya uygun kelime kadrosu
mevcuttur. Bu kelime kadrosu da onun ruh dünyasını ve şiir anlayışını ortaya
koymaktadır.
3.2. ÂŞIK SELMANİ’NİN ŞİİRLERİNDE HALK SÖYLEYİŞLERİ VE YEREL
DİLDE KULLANILAN KELİMELER:
Âşıklar içinde yaşadıkları çevre insanının ortak değer yargılarını,
tercihlerini, coşku ve kederlerini konu aldıkları şiirlerinde yerel dilin
zenginliklerinden de yararlanırlar. Özellikle kırsal kesimde yetişen ve yöresel
söyleyişlere sahip âşıkların, büyük şehirlere göçseler dahi yetiştiği çevrenin
kültürünü, dilini de koruduğu görülmektedir. Bu konuda Artun, “Her âşığın
üslubu bağlı bulunduğu kültürün dil özelliklerine göre şekillenir. Âşıklar
bazen bazı kelimelerin halk ağzında bozulmuş şekillerini kullanırlar. Yerel ve
geleneksel malzemeden yeni söyleyişler yaratırlar.
Yerel dilin her türlü olanaklarından yararlanırlar. Konuyu gelenek ve yerel
dille birleştirip şiir potasında eriterek özgün bir üsluba ulaşırlar. Âşığın
86
söyleyiş biçiminin ardında gelenek ve çevre kültürü vardır.” görüşlerine yer
vermektedir (Artun, 2008: 153).
Âşık Selmani de bu fikirlere paralel olarak halk söyleyişlerine yer
vererek üslubunu zenginleştirmiş bir âşıktır. Yöresel söyleyişleri, şiir dilinde
yeni bir kalıba sokarak özgün bir üslup oluşturmuştur. 1990 yılında TRT
tarafından hazırlanan “Ozanın Kopuzundan Aşığın Sazına” adlı 14 bölümlük
belgeselin 13. bölümünde Âşık Selmani’ye yer verilmiş ve ondan
bahsedilirken: “Selmani, geleneksel âşık şiirinin günümüzdeki kuvvetli
temsilcilerinden biridir. Âşık şiirlerinin özelliklerini kişiliğinde toplamış
önemli bir şairimizdir. Geleneksel âşık şiiri türlerinde başarılı örneklere
sahiptir. Dilinde görülen ve muhtemelen çocuklukta yaşadığı mahalli dil
atmosferinin sebep olduğu bazı pürüzler dışında âşıklama türünün güçlü
eserlerini vermiş çilekeş bir âşıktır. Köyün sembollerinden şehrin hayatına
geçmiş ve ilginç bir değişimi kişiliğinde toplamıştır.” görüşlerine yer
verilmektedir.
Selmani, kendi çevresinin yerel dilini birçok şiirine yansıtmıştır. Yerel
söyleyişlerinde halk diline yakın, sade bir dil kullanır. Biz de Selmani’nin
şiirlerini yazıya geçirirken özellikle yöresel söyleyişle kafiye oluşturulmuş olan
kısımlarda hiçbir değişiklik yapmadık. Onun halk söyleyişleri ve yerel
anlatıma sahip bu kullanımlarına şu örnekler verilebilir:
¾ Size tebelleş olalı,
Girmedim mi düşünüze, (60/ 2)
¾ Bu sazı ele alıncı,
Başındaki ağrı geçsin, (221/ 1)
¾ Bu acılar gider m’ola boyuna,
Fırsat geçip o zalime haine, (239/ 3)
¾ Gözlerimden akan yaşı silmezdim,
Akardı ta vadem yetene kadar, (239/ 1)
¾ Bir ufacık cınga elini yaksa,
Zerre kadar ateş, köz taştan ağır, (281/ 1)
¾ Ezilmiş ciğerim bir de sen ezme,
Öldürüp kefenim sar hışım gibi (84/ 2)
¾ Açılmadık güle, denilir gonca,
Bahar geldiğini bildirir anca, (138/ 4)
¾ Söz uzatıp dursun çepir,
Kalplerini karartmış kir, (233/ 2)
¾ N’olur bir yol koklayıncak,
Bizim elin gülüsün sen (200/3)
¾ Konu komşu cenazemi yuyunca
87
¾
¾
¾
¾
¾
¾
¾
¾
¾
¾
¾
Yakasız düğmesiz gömlek giyince (143/ 2)
Aşkın kapısını sende buluyum,
İstersen yoluna kurban oluyum, (108/ 3)
Herkese var ama ölüm keşiği,
Kiminin temelin söküp gidiyor, (322/ 4)
İslamiyet için even,
Masum iken sünnet olur, (327/ 1)
Selmani ister mi muzur çok olsun,
Dilerim dert bitsin huzur çok olsun, (355/ 5)
Uğrunda vererek bu tatlı canı,
Kayımca sarılan bağı gibiyim, (176/ 1)
Dedim ey vefasız nen kaldı bizde,
Beni mahvedersin insaf yok sizde, (216/ 2)
Ut hayâ kalmadı kızda gelinde,
Elbet deprem olur dünya yıkılır, (283/ 1)
Televizyonlardan haber verdiler,
Bol bol yenmesini mâfık gördüler, (345/ 3)
Gen zamanlar yakar yandırırsınız
Gözdeniz olanı ondurursunuz (160/ 2)
Nerde sürdüğü sefası ünü,
Gelmez ecel hiç görünü görünü, (282/ 3)
Bu aşkın güneşi doğar dulunmaz, (31/ 2)
3.3. ÂŞIK SELMANİ’NİN ŞİİRLERİNDE ANLATIM ÖZELLİKLERİ:
Âşık Selmani, dünyevi konuların işlendiği şiirlerinde genellikle halkın
anlayabileceği bir dil ve anlatım tarzına sahiptir. Dini- tasavvufi tarzda yazdığı
ve genellikle Alevi felsefesine ait eserlerde ise dil ve anlatımı diğer şiirlerine
göre biraz daha ağırdır. Selmani, anlatmak istediklerini kendine özgü bir
şekilde ifade ederken, geleneğe, edebi türe ve döneme bağlıdır. Âşık Selmani
de diğer âşıklarda olduğu gibi bazı anlatım özelliklerinden yararlanmıştır.
Bunlar şu şekilde sınıflandırılabilir:
3.3.1. Nasihat ve Hitap Yoluyla Anlatım:
Âşıklar; dini ve toplumsal konularda öğüt verme, uyarma gerektiğinde
bu anlatım yolunu seçerler. Âşık Selmani de topluma ya da bireye bir nasihatte
bulunacağında, âşığın yol gösterici vasfını kullanacağında, kendince yanlış
olan bir durumda uyarıda bulunacağında bu anlatım şeklini kullanır. Âşık
Selmani’nin şiirlerinde en çok başvurduğu anlatım yollarından biri nasihattir.
Selmani, nasihat ettiği konuların gerekçelerini de açıklamıştır. Nasihatlerle
88
milleti birliğe, doğruluğa, Hak yoluna, ehlibeyt sevgisine, dürüstlüğe, sevgiye
vb. davet eder:
Doğru çalış iyi sarıl işine
Tatlı sohbet edip, topla başına
Cahillerin sakın gitme peşine
Seni koruyacak bir siper bırak (123/ 4)
Az konuşup çoğa saydır azını,
Fazla konuşanın, çekme nazını,
Kamil meclisinde çal ki sazını,
Sazın halka, Hakk’a yararlı olsun (232/ 2)
3.3.2. Doğrudan Anlatım:
Âşıklar, söyleyeceklerini arı, sade, akıcı, yoğun bir üslupla doğrudan
söylemiştir. Anlatımda dolambaçlı yollardan, süslü ve yapmacık söyleyişten
kaçınmışlardır. Âşık Selmani de bu anlatım yolunu birçok şiirinde kullanır,
söyleyeceklerini doğrudan söylemiş, yapmacıklıktan kaçınmıştır:
Selmani der ben bu deryada yüzdüm,
Mantıksız sözlere kendimi üzdüm,
Yüz on dört sureyi okuyup süzdüm,
Ne tamamı gördüm ne de noksanı, (79/5)
Selmani der ustam verdi ilimi,
Bana destur deyip açtı dilimi,
Gönlümün bağında iki gülümü,
Zamanı geldikçe deren Allah’tır, (287/ 5)
3.3.3. Tahkiye (Hikâye Etme) Yoluyla Anlatım:
Âşıklar anlatmak istediklerini bir olay çevresinde kademe kademe ele
alacaklarsa ve şiirlerini bir olay çerçevesinde oluşturacaklarsa tahkiye (hikâye
etme) anlatım biçimine başvururlar.
Âşık Selmani de, dünyanın yaradılışını anlatırken, peygamberlere ve
ulu kişilere ait kıssaları dile getirirken ya da sıradan bir olayı hikâye ederek
anlatırken tahkiye(hikâye etme) anlatım biçimini kullanır:
Kün emriyle karar kıldı,
Yerler gökler ve arşullah,
89
Dört nesne ile yoğruldu,
Benî Âdem safiyullah, (62/1)
Kudret kandilinden süzülüp inen,
Zülfikar bağlayıp Düldül’e binen,
Kırklarla kırk defa pervaza dönen,
Birisi Muhammed biri Ali’dir, (298/ 2)
3.3.4. Soru Sorma Yoluyla Anlatım:
Âşıklar, zaman zaman sorularla, bazen sorular ve bunlara verilen
cevaplarla anlatmak istedikleri motifleri anlatma yolunu seçerler. Bunun
yanında bazı öğüt türü şiirlerde, karşılıklı söyleşmelerin olduğu söyleyişlerde,
dedim- dedi tarzı soru- cevaba dayanan kullanımlarda bu anlatım yolunu
kullanırlar. İstifham sanatına başvururlar. Selmani de bazı şiirlerinde bu
anlatım özelliğini kullanmaktadır:
Ey kekliğim kekliğim,
Nedir benim çektiğim,
Senin aşkın değil mi,
Gözyaşları döktüğüm, (30/ 2)
Dedi o yar bu dünyada ne güzel,
Dedim sevgi saygı hazlar güzeldir,
Dedi güzellerden daha ne güzel,
Dedim cilve eda nazlar güzeldir (305/ 1)
Delil ve İspat Yoluyla Anlatım:
Âşıklar dini- tasavvufi şiirlerini ayet ve hadislerle takviye etme yoluyla
anlatmak istediklerinde bu anlatım yolunu seçerler. Âşık Selmani’nin de dinitasavvufi şiirlerinde bu anlatım yolunu benimsediği görülmektedir. Selmani,
görüşlerini geniş kesime aktarma anlamında insanları ikna etmek için herkesin
kabullendiği ve doğruluğundan şüphe edilmeyen kaynakları kullanır.
Sözgelimi, bu kaynakların başında Kur’an-ı Kerim, hadisler, İslami kıssalar vb.
gelir:
3.3.5.
Kendi kitabında mana bulmayan,
Men Araf dersinden haber almayan,
Hikmet çeşmesinden kabı dolmayan,
Dünyada ahrette boştadır hocam, (142/3)
90
Bu dörtlükte “Men arefe nefsehu kad arefe Rabbehu” “Nefsini bilen yani
kendini bilen Rabbini bilir.” hadisinden alıntı yapılmıştır.
Selmani der ölmeden ön ölerek
Kalplerdeki kiri pası silerek
Tevellâyı teberrâyı bilerek
Hak sevgisi insanları sevmektir (319/ 7)
Dörtlükte “Ölmeden önce ölünüz.” hadisine vurgu yapılmıştır.
Yürünsün atanın gittiği ize,
Çok dikkatli idi sulhçuluk söze,
Şehit olsak öldü demeyin bize,
Canım kanım kurban vatan uğruna, (25/ 6)
Allah yolunda öldürülenler için ʺölülerʺ demeyin. Tam aksine, onlar dirilerdir
ama siz farkında olmazsınız. (Bakara‐ 154)
Dört peygamber için dört kitap indi,
Onun için çok severim kitabı,
“Velegad kerremna” Âdem’e dendi,
Onun için çok severim kitabı, ( 64/ 1)
Bu dörtlükte İsra Suresi 70. ayette geçen “Vele gad kerremna beni Âdem’e”
ifadeleri vurgulanmıştır. (İsra‐ 70) “Yemin olsun ki, gerçekten biz Âdem
oğulları’nı üstün yarattık.” buyuran ayet Selmani tarafından kullanılarak ispat
yoluyla anlatım yapılmıştır.
3.3.6. Tasvir Yoluyla Anlatım:
İzlenim uyandırmaya yönelik anlatım biçimidir. Varlıklar ayırt edici
özellikleri ve nitelikleriyle söylenerek görünür kılınır. Sözcüklerle resim çizme
sanatı olarak da nitelendirilir ve esas olan betimlemedir.
Selmani de, şiirlerinde bu anlatım biçimine sık sık başvurmuştur:
Bir yanın ovadır bir yanın dağlık,
Serin serin eser yellerin Tokat,
Bir yanın bahçelik bir yanın bağlık,
Açılır bahçede güllerin Tokat, (336/ 1)
Kuruseki köyü yayla misali,
Temiz hava bir de çam kokusu var,
Serinlikte az bulunur emsali,
Temiz hava bir de çam kokusu var, (249/ 1)
91
3.4. ÂŞIK SELMANİ’NİN ŞİİRLERİNDE ANLATIM KALIPLARI:
Âşıklar anlatım özellikleri yanında bazı anlatım kalıplarına da yer
vermektedirler. Selmani de anlatımında; kalıp ifadelere, ikilemelere, tekrarlara,
deyimlere, atasözlerine, edebi sanatlara, alkış ve kargışlara sıkça yer
vermektedir.
Selmani’nin şiirlerindeki anlatım kalıpları şu şekilde incelenebilir:
3.4.1. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Tekrir ve İkilemeler:
Âşık, şiiri genellikle doğaçlama şiirlerle oluşmaktadır ve doğaçlama
söyleyişte kelime seçmek için zaman dardır. Bu durumlarda âşıklar
tekrarlardan ve hazır gereçlerden yardım alırlar. Geleneğin sunduğu hazır
kalıp söyleyişlerle kendi özgün söyleyişlerini birleştirerek bir sentez
oluştururlar.
Âşıklar yinelemeyi bazen anlamı kuvvetlendirmek, verilen düşüncenin
şiir boyu pekiştirilmesini sağlamak amacıyla seçerler. Âşık Selmani de
şiirlerinde yinelemeli anlatım kalıbını sıkça kullanır:
Hak yolunda Hak aşkına ağlansın,
Tabip merhem çalsın yara sağlansın,
Bin bir sürek bir usule bağlansın,
Dem bu demdir, dem bu demdir dem bu dem, (145/ 3)
Ta ezelden candan sevmişim seni,
Ali Ali Ali, yar Ali Ali,
Dilerim kapında kul eyle beni,
Ali Ali Ali, yâr Ali Ali, (97 / 1)
3.4.2. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Anlam ve Söz Sanatları:
Âşıklar, şiirlerini oluştururken çeşitli anlam ve söz sanatlarına
başvururlar. Söyleyişlerini, kuruluktan çıkarıp etki gücü yüksek, ahenkli,
çarpıcı ifadeler haline getirmek isterler. Farklı ve güzel olanın söylenmesi için
çalışırlar. Ancak bunu günlük hayatın sıradan diliyle ortaya çıkarmak güçtür.
Sanatçı, ahenkli bir söyleyişle, mecazları kullanarak ve edebi sanatlara
başvurarak diline zenginlik, söyleşine farklılık getirir. Bu konuda Artun,
sanatçıların mecazlı anlatım yolunu süsleme yapmak için; mecaza
dayanmayan anlatım yollarını ise sözün etkileyiciliği için kullandıklarını;
sanatçıların yeni ve çarpıcı söyleyişlerle şiirlerini genişletip anlama felsefi
derinlik kazandırdıklarını ifade eder. (Artun, 2008: 153)
Selmani duygu, düşünce ve hayallerini anlatırken Dilçin’in belirttiği
şekliyle (Dilçin, 1995: 405) anlatıma güç, güzellik ve canlılık katmak amacıyla
92
edebi sanatlara sık sık başvurur. Anlatımına çarpıcılık kazandırmak isteyen
Selmani’nin şiirlerinde hemen hemen tüm sanatları bulmak mümkündür. Bu
bölümde onun en çok kullandığı sanatlara değinilecektir:
¾ Âşık Selmani’nin en çok kullandığı edebi sanatlardan biri
“telmih”tir.
Telmih, söz arasında herkesçe bilinen geçmişteki bir olaya, ünlü bir
kişiye, bir inanca ya da yaygın bir atasözüne işaret eden anlam sanatıdır
(Dilçin, 1995: 461). Selmani, şiirlerinde anlatımına etkileyicilik katmak amacıyla
bazen geçmişteki bir olayı, durumu, kişileri hatırlatmak gereği duyar ve bu
olay ve kişilere telmih yapar. Selmani’nin şiirlerinde dinî hikâyeler, din
büyükleri, kahramanlar; derin izler bırakmış tarihi olaylar telmih konusu
olmuştur. Özellikle tasavvufi şiirlerinde; Hz. Muhammed, Hz. Ali, ehli beyit,
on iki imam ve din büyüklerine telmih yapılır. Yine aşk hikâyelerine,
efsaneleşmiş kişilere ve yerlere de yer verilerek telmih yapılır:
Sevdim kusurum elde,
İki gözüm kaldı selde,
Mecnun gibi sahra çölde,
Gezdim gezmez olayıdım, (150 / 3)
.
Selmani’nin budur ahtı peymanı,
Şehidi Kerbela dini, imanı,
Ağlayarak geçirmeden zamanı,
Beraber gidelim İmam Hüseyn’e, (51/ 9)
¾ Âşık Selmani, şiirlerinde âşık şiirinin temel sanatlarından biri olan
“teşbih”e de yer verir:
Teşbih, benzetme sanatıdır. Aralarında çeşitli yönlerden ilgi bulunan
iki kavramdan zayıf olanı güçlü olana benzetme sanatıdır. (Dilçin, 1995: 405)
Tam olan bir benzetmenin dört öğesi vardır: Kendisine benzetilen (güçlü öğe),
benzeyen (zayıf öğe) asıl öğeler; benzetme yönü ve benzetme edatı yardımcı
öğelerdir. Teşbihin kısaltılmış, pekiştirilmiş benzetme gibi türleri vardır. Âşık
Selmani’nin şiirlerinde, hemen her âşığın en fazla kullandığı sanatlardan biri
olan teşbihe sıkça rastlamak mümkündür.
Ömrüm sonbahardır geçti çağlarım
Hazana uğradı gönül bağlarım
Yanar dağlar gibi yanar dağlarım
Kaldım lavlar saçan volkan içinde (37 / 1)
93
Aşkın gizli esen yeli gibiyim,
Bulanıp durulan seli gibiyim,
Sevgin yerleşeli deli gibiyim,
Bülbülüm âşığım Beyaz Gül’üme, (497 3)
Âşık Selmani benzetmenin başka bir türü olan ve mecazlı anlatımda
önemli olan “istiareyi” de şiirlerinde kullanır.
İstiare, bir şeyi kendi adının dışında, türlü yönlerden benzediği başka
bir şeyin adıyla anmaktır ve benzetme amacı güdülür. (Dilçin, 1995: 413).
İstiare benzetmenin asıl öğelerinden yalnız biri kullanılarak yapılan söz
sanatıdır. Kendisine benzetilenle yapılanına açık istiare; benzeyenle yapılanına
kapalı istiare denir. Açık istiarede güçlü öğe söylendiğinden benzeyen unsur
da ortadadır. Kapalı istiarede ise güçlü öğe söylenmez; ancak benzetme
yönüyle sezdirilir, bu sebepten kapalı istiarede benzetme yönü önem kazanır.
Aşağıdaki şiirde işaretlenmiş kelimeler eğretileme yoluyla başka kelimelerin
yerine geçmiştir:
¾
Ciğerim şimdiki kararın nedir,
Söyle gerçeğini ey yüzü bedir,
Gül açarken bülbülleri inledir,
Şakıyıp öttüğüm o söz içindir, (311/ 3)
Ömür sona erip günler geçince
Kanatsız kuş kafesinden uçunca
Boş bir kalıp kalır ruhu göçünce
Ne bir soluk kalır, ne nefes kalır (282/ 2)
Âşık Selmani’nin söze etkileyicilik katmak amacıyla şiirlerinde
sıkça başvurduğu mecazlı sanatlardan biri de “mübalağa”dır.
Mübalağa, herhangi bir şeyi tasvir veya tarif ederken olduğundan fazla
veya eksik göstermektir. Mübalağa sanatında sözün normal ölçülerinin sınırını
aşmak esastır. Edebiyatta genellikle övme veya yerme yapılacağı zaman
mübalağaya başvurulur. Mübalağa sanatında amaç, ifade edilmek istenen
duygu ve düşünceyi daha etkili kılmaktır. Âşık Selmani, “mübalağa (abartma)”
sanatını kullanırken söyleyişini en etkili ve çarpıcı şekilde kullanmak
amacındadır:
¾
Aşkın ile şiir yazdım,
Yazdım yazmaz olayıdım,
94
Gözyaşımdan mısra dizdim,
Dizdim dizmez olayıdım, (150/ 1)
Yeter ki davranma bana el gibi,
Gözyaşım akmasın coşkun sel gibi,
Dost bağında açan gonca gül gibi,
Seni dersem onu dermiş gibiyim, (177/ 3)
Âşık Selmani’nin kullandığı edebi sanatlardan biri de “teşhis”tir.
Teşhis, insan dışındaki canlı ve cansız varlıkları; düşünen, duyan ve
hareket eden bir insan kişiliğinde göstermek ve kişileştirmektir (Dilçin, 1995:
419). Âşıklar çoğu zaman kendilerindeki bir durumu ifade ederken
kişileştirmeye başvurarak kendilerinde var olan duruma doğayı da ortak
ederler. Böylelikle söyleyişlerine farklılık ve etkileyicilik kazandırırlar:
¾
Ben yandıkça yanar dağlarla taşlar
Feryada kalkışır kurtlarla kuşlar
Akar gözlerimden ah kanlı yaşlar
Bir vefasız için al kan içinde (13/ 2)
Aşkın ateşe yanıp pişmesi
Dert ehlini bulup derdin deşmesi
Bülbülün seherde zara düşmesi
Lale derdi, sümbül derdi, gül derdi( 87/ 2)
Âşık Selmani’nin kullandığı edebi sanatlardan biri de “istifham”
sanatıdır.
Sözü, sorulan şeye yanıt isteme amacını gütmeden, duyguyu ve anlamı
güçlendirmek için soru biçiminde söylemektir (Dilçin, 1995:457) İstifham şiirde
soru sorma yoluyla sanat yapmadır. Âşık Selmani de soru sorma sanatını sıkça
kullanır:
Seni böyle eden namus mu ar mı,
Yokladım gönlünü geniş mi dar mı,
Sarıp sağaltacak merhemin var mı,
Ciğer parça parça paralanınca ( 1/ 3)
¾
Gönül köşkü konağında
Mengüş küpe sol sağında
Güzellerin yanağında
95
Haller kırmızı değil mi, (106/ 3)
Selmani’nin kullandığı sanatlardan bir diğeri de “hüsn‐i ta’lil”dir.
Hüsn-i ta’lil, herhangi bir gerçek olayın meydana gelmesini hayali ve
güzel bir nedene bağlamaktır (Dilçin, 1995: 443). Şiirin dizeleri arasında
bağlantı kurarak anlam ve anlatıma incelik vermek amacını taşır:
¾
Selmani ayrılık bezdirir candan,
Gören ibret alır hal perişandan,
Dağlar seda verir bu heyecandan,
Duyanda bahçeler bağlar iniler, ( 263/ 5)
Ut hayâ kalmadı kızda gelinde,
Elbet deprem olur dünya yıkılır,
Koca dünya zalimlerin elinde,
Elbet deprem olur dünya yıkılır, (283/ 1)
¾ Selmani’nin şiirlerinde en çok kullandığı edebi sanatlardan bir
diğeri de “tezat”tır.
Tezat, iki düşünce, duygu ve hayal arasında birbirine karşıt olan
nitelikleri ve benzerlikleri bir arada söylemektir (Dilçin, 1995: 449) Yani
zıtlıklardan yararlanılarak yapılan sanattır:
Gidenim yok gelenim yok,
Ağlayanım gülenim yok,
Hiç halimden bilenim yok,
Ah Çekmece vah Çekmece,
Ah çekerim gündüz gece,( 29/2)
Her kışın bir yazı olur,
Gam yeme gönül gam yeme,
Derdin çoğu azı olur,
Gam yeme gönül gam yeme,(47/ 1)
Âşık Selmani’nin özellikle koşma ve manilerinde kullandığı bir
diğer sanat da “cinas” sanatıdır.
Cinas, söylenişleri ve yazılışları aynı anlamları farklı olan sözcükleri
bir arada kullanma sanatıdır (Dilçin, 1995: 467). Âşık Selmani cinas sanatını sık
sık kullanmıştır:
Benli dilber gerdanında ben gördüm, ( vücuttaki leke)
Gerdan benli benli yüz benli benli, (çehre)
¾
96
Dedim benlim benlerini ben gördüm, (1. şahıs zamiri)
Öldürdün derimi yüz benli benli, (deriyi etten ayırmak) (102/ 1)
Meftun oldum böyle bir kaşı yaya,(ok atan silah)
Cemalini gören yürümez yaya, (yürüyen)
Atıver kendini göle deryaya,
Sen de benim gibi yüz benli benli, (102/ 2)
Selmani’nin şiirlerinde kullandığı bir diğer edebi sanat da “tecâhül
arif”tir.
Bu sanat, bilinen bir gerçeği, bir nükteye dayanarak bilmiyormuş gibi
söylemektir (Dilçin, 1995: 441). Yani, bir şeyi bilip de bilmezlikten gelme
sanatıdır. Selmani’nin şiirlerinde bu sanata şu örekler verilebilir:
Sarı Gül’üm bu sevdadan,
Ben geçerim gönül geçmez,
Nazlı yâri aramadan,
Ben geçerim gönül geçmez, (376/ 1)
¾
Beyaz gülüm gidecek yol aratma,
Başka bir gidecek yolum mu var ki,
Bana sarılacak bir dal aratma,
Tutup sarılacak dalım mı var ki, (92/ 1)
Âşık Selmani’nin şiirlerinde kullanılan bir diğer sanat da “mecaz‐ı
mürsel”dir.
Bir sözü, gerçek anlamının dışında benzetme amacı gütmeden başka
söz yerine kullanmaktır (Dilçin, 1995: 415). Selmani’nin şu dörtlüklerinde bu
sanatın örneklerini görmekteyiz:
Kara giyen kara bağlamış denmez,
Ağladım dese de ağlamış denmez,
Gözyaşı aksa da çağlamış denmez,
Bulanık sulara sel katmayınca, (2/ 3)
¾
Şu yalan dünyada işin iş senin,
Sen derdi neylersin, gamı neylersin,
Kadir Mevla’m seni övmüş yaratmış,
Ela göz üstünde camı neylersin. (231/ 1)
¾
Selmani, şiirlerinde “kinaye” sanatına da yer vermektedir.
97
Kinaye, bir sözün gerçek anlamı dışında benzetme amacı gütmeden
hem gerçek hem mecaz anlama gelecek şekilde kullanıldığı; ancak daha çok
mecaz anlamının kastedildiği edebi sanattır. (Dilçin, 1995: 416) Selmani’nin şu
dörtlüklerinde bu sanatın örnekleri mevcuttur:
Sizden bir dostluk bekledik,
Dert üstüne dert ekledik,
Taşınılmaz yük yükledik,
Üzdüm sizi affet bizi (121/ 2)
Çok avcı var bir ceylanın peşinde,
Av avcıya yara açtı işe bak,
Kimi izde kimi kalmış dışında,
Av avcıya yara açtı işe bak, (122/ 1)
Âşık Selmani, sözü iki gerçek anlama gelecek şekilde kullanırken
“tevriye” yapar:
Bir sözün iki gerçek anlama gelecek şekilde kullanılmasına denir. Âşık
Selmani’de bu sanatı görmek mümkündür.
¾
İlim deryasıdır Cafer’i Sadık,
Çünkü nûş eyledi bahri ummanı,
Âlim’ül gayıbın sırrı Âdem’dir, (İnsan ya da Hz. Âdem)
İnsanın sureti Sebal Mesânı (78/ 3)
Eğer ki sen beni yakmak istersen,
Eğlenmem yanında boşlarım seni,
Bana kinli kinli bakmak istersen,
Fırtına kesilir kışlarım seni, (113/ 2) (Kovalamak ya da kışı getirmek)
Âşık Selmani bazı şiirlerinde de “irsal‐i mesel” sanatına yer verir.
Şiirde, söylenen bir düşünceyi inandırmak ve pekiştirmek amacıyla
söze bir atasözü ya da atasözü değerinde bir örnek katmaktır (Dilçin, 1995: 464)
Âşık Selmani bu sanatı da kullanarak anlatımını etkili hale getirmiştir. Bununla
ilgili örnekleri Âşık Selmani’nin şiirlerinde atasözleri başlığında görmek
mümkündür.
Bu Selmani sevmeyeni yar etmez,
Gerçek sözü söylemeye ar etmez,
Sonra pişman olsa bile kar etmez,
Yetişilmez zaman geçerse eğer, (259/ 5)
¾
98
İnsan böyle sitem etmez yarına,
Bugünkü fırsatı koyma yarına,
Nasip etsin Mevla’m seni narına,
Ateşe tıkılsın muhannet yârim, (170/ 4)
3.4.3. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Deyimler ve Atasözleri:
Âşık Selmani, görüşlerini, düşüncelerini daha etkili kılmak, sözlerine
dayanak oluşturmak amacıyla şiirlerinde atasözlerine başvurur. Atalarımızın,
uzun denemelere dayanan yargılarını, gözlemlerini öğüt olarak düsturlaştıran;
kalıplaşmış, özlü sözler olan atasözlerinin (Aksoy, 1989: 37) Âşık Selmani’nin
bazı şiirlerinde yöreye has söyleyişe sahip oldukları görülmektedir. Bazı
şiirlerinde, âşığın atasözünün belli yerlerini değiştirdiği, kendi söyleyiş
kalıbına uygun hale getirdiği; fakat atasözünün özünün korunduğu
görülmektedir. Aşığın şiirlerinde kullandığı atasözlerine şu örnekler verilebilir:
¾
¾
¾
¾
¾
¾
¾
¾
¾
¾
Çağrılmayan yerde yerim dar ettim(129) (Çağrılmadığın yere gidip
yerini dar eyleme)
Bugünkü fırsatı koyma yarına, (170/ 4)
(Bugünün işini yarına
bırakma.)
Deli deli derken deli olursun, (234/ 1) (Bir adama kırk kez deli dersen
deli olur.)
Dağ misali dumanlandım sislendim,
Eksilmez başımdan duman sis benim, (169/ 1) Dağ başından duman
eksilmez.
Delik kap su ile dolmaz (318 / 2) (Delik kapta su durmaz)
Kurunun yanında yaşlar yananda, (375/ 3) (Kurunun yanında yaş da
yanar)
Elde iki karpuz tutulmaz derler (260/ 1) ( Bir koltuğa iki karpuz
sığmaz)
Kul kula sebeptir geçim var geçim ( 160/ 1) ( Kul kula sebeptir)
Az konuşup çoğa saydır azını, (232/ 2) (Az konuş, çok dinle)
Sonra pişman olsa bile kar etmez, (259/ 5) (Son pişmanlık fayda etmez)
Âşık Selmani, sözlerini kanıtlama, karşısındakileri etkileme ve
söyleyişine güzellik katmak amaçlarıyla geleneksel kültürü, değer yargılarını
içeren “deyimleri” kullanır. Âşığın kullandığı deyimler, onun dile olan
hâkimiyetini ve kültürel mirasa sahip olma derecesini ortaya koyar. Genelde
kavramları mecaz anlam yoluyla, anlatım güzelliği ve özgünlüğü içinde
99
belirten kalıplaşmış sözler olan deyimlerle(Aksoy, 1989: 442) anlatımına
zenginlik katmayı amaçlayan Âşık Selmani, deyimleri genel bir tutumu
belirleme ve özel bir durumu ifade etmede kullanmaktadır:
¾
¾
¾
¾
¾
¾
¾
¾
¾
¾
¾
¾
¾
¾
¾
¾
¾
¾
¾
Genç, insanı dilden dile düşürür, (335/ 1)
Zaman evladına güç kuvvet yetmez, (259/ 1)
Dert üstüne dert açarsa eğer, (259/ 1)
Bakmaz hiç kimsenin gözü yaşına, (250/ 5)
Bir kere tebelleş olmasın yoksa, ( 250/ 1)
Eğer eline bir fırsat geçerse, (250/ 3)
Binlerce söz yazdım sözüm geçmiyor, (39/ 5)
Sana kem gözle bakarsam, (46/ 5)
İnsanın veçhine göz atarsanız, (140/ 1)
Gönül kırmak huyum değil, (368/ 1)
Güvendiğim dağa karlar yağıyor, (105/ 1)
Ne gönlümü kırdın ne gönül verdin, (215/ 1)
İçsem göğüs gere gere, (184/ 3)
Çalışan ekmeği çıkarır taştan, (304/ 7)
Duasız tekbirsiz cana kıyanlar, (358/ 4)
Kaymakam beylere verir emiri, (387/3)
Ciğerin dağlanır zarın elinden, (66/ 2)
Gelse diye yollarımı gözlerdin, (70/ 4)
Bağrına basıp da âşığım diyen,(152/ 4)
Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Alkış ve Kargışlar:
“Alkış (dua) ve kargışlar (beddua), konuşmayı renklendiren kısa kalıp
sözlerdir. Bunlar konuşmayı süsleyen, duyguları belirten, anlatımı güçlendiren
dil öğeleridir. Bazıları imge, düşünce ve çağrışım zenginlikleriyle yüklüdür.
Alkış, kişinin iyiliğini; kargış, kişinin kötülüğünü isteyen söz kalıplarıdır.
Bazen “kargış”, “kara alkış” şeklinde de kullanılır. Alkış ve kargışlar, deyim ve
atasözü gibi yaygınlık taşımazlar. Genel toplumsal durumlara göre değil,
duygulara bağlı olarak özel dilekleri yansıtırlar. Bu yönleriyle kullanım
alanları sınırlıdır.” ( Artun, 2008: 152).
Âşık Selmani’nin şiirlerinde de alkış ve kargışlara rastlamak
mümkündür. Tokat yöresinde “kargış” yerine “karış vermek” kullanımı
yaygındır. Âşık Selmani’nin alkış ve kargışlarına şu kullanımları örnek
gösterebiliriz:
3.4.4.
100
Kargış:
Murat alma her bir yerin gam olsun,
Dünyayı gördüğün camlar nem olsun,
İsterim durağın cehennem olsun,
Cennette eğlenme taşın insafsız, (385/ 2)
Alkış:
Yardım etsin ağaların ağası,
Kabul olsun Selmani’nin duası,
Erenlerden gelsin derdin devası,
Başında hiç ağrı acı kalmasın, (204/ 5)
101
102
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
ÂŞIK SELMANİ’NİN ŞİİRLERİNDE İÇERİK:
4. 1. SELMANİ’NİN DİN VE TASAVVUF DIŞI ŞİİRLERİNDE İÇERİK:
4.1.1.Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Maddi Aşk:
Âşık şiirinde “aşk”, âşıkların en çok değindiği konuların başında
gelmektedir. Âşıklar gerek ilâhi anlamda aşkı, gerekse somut bir sevgiliye olan
aşkı; aşk, âşık, maşuk üçgeninde işlerler. Âşıkların dertli olmasına sebep olan,
onları diyar diyar gezdiren şey, âşık edebiyatında vefasız olan sevgililerdir.
Âşıklar sevgilerini ve sevgililerini dile getirirken genellikle geleneğin
kalıplaşmış mazmunlarını kullanırlar. Âşıklık geleneğinde aşk anlayışı
hakkında Doğan Kaya, sevgilinin âşığın gönlünde taht kuran dilber, beşeri
aşkın ise yüzyıllardır en fazla işlenen konulardan olduğunu belirterek şairin
gönül verdiği ya da aklından geçen güzelin, üstün vasıfları olan; perilerden,
hurilerden hülasa güzellerin güzelinden bile daha güzel bir varlık olduğundan
bahseder. Ayrıca halk ve divan şiirinde ortak olarak kullanılan kavramlar olan
“saç, yüz, yanak, göz, kaş, dudak, kirpik, gerdan, boy, bel, kâkül, perçem,
göğüs, ben, el- kol- avuç- parmak, diş, beden- ten- endam, hat, alın, ağız, söz
vs.” kavramların sevgilinin en çok kullanılan özellikleri olduğunu ifade eder
(Kaya, 2007: 646). Mehmet Yardımcı, divan edebiyatıyla halk edebiyatının
birbirlerini etkilemesinden bahsederken, mazmunların âşık şiirinde de
kullanılmasını âşık edebiyatının divan edebiyatından etkilenmesine bağlar
(Yardımcı, 1999: 245). Bu özellikler Selmani’nin şiirlerinde de kendini
göstermektedir. Selmani, âşıklık geleneğinin gereklerini yerine getiren bir
âşıktır.
Âşık Selmani’nin aşk ve sevgili anlayışı, gelenekteki diğer âşıklardan
çok farklı değildir. Onun aşk anlayışı ilahi ve zahiri olmak üzere iki kolda
ilerler. Âşık Selmani, her ne kadar kendini Hak âşığı olarak ifade etse de
araştırmamızda yer alan birçok şiiri zahiri (maddi) aşkı temsil etmektedir.
Kendisiyle yapılan görüşmelerde de Selmani, zahiri aşkın özellikle sıladan
uzak olduğu dönemlerde zaman zaman içine düştüğünü ifade etmiştir.
Âşık Selmani’nin gönül verdiği güzeller de diğer âşık olunan güzeller
gibi özelliklere sahiptir. Sevgililer, “melek, ahu gözlü, al yanaklı, şeker dilli,
ince belli, uzun saçlı, ak gerdanlı, benleri olan, yavru ceylan, ay, güneş, can,
canan, taze gül, gonca, aklı baştan alan, kirpikleri ok, kaşları yay, vb.” gibi
olumlu niteliklere sahiptir. Bunun yanında Selmani’nin bahsettiği sevgililer,
kimi zaman ise “ zalim, hayırsız, muhannet, halden bilmez, ecel, dikenli bir
gül, vicdansız, merhametsiz, vefasız, mezara koyan, yaralayıcı, acımasız,
103
öldürmeye niyetli vb.” niteliklere sahiptir. Âşık Selmani ise genelde her âşık
gibi, “sevgilisi yolunda ölümü göze almış, aciz, mazlum, acılı, vefa bekleyen,
merhamet uman, garip, hüzünlü vb.” melankolik bir ruhla karşımıza
çıkmaktadır.
Âşık Selmani, somut aşkı işlediği şiirlerde sevdiklerinin gerçek
isimlerini genellikle kullanmaz. Şiirlerinde “Beyaz Gül, Sarı Gül, Mürüvet”
isimleri ağırlıktadır ve bunlar rumuzdur. Âşığın maddi aşk konulu şiirlerinin
olduğu defterlere verdiği adlar da bu üç ismi taşımaktadır. “Sarı Gül”, “Beyaz
Gül” ve “Mürüvet” şiirleri ayrı birer defterdedir. Ancak âşığın maddi aşka
dayalı şiirleri bu defterlerle sınırlı değildir. Âşık, bu şiirlerini gizli tuttuğunu,
kimseye göstermediğini belirtmiş; ilk kez bunları açtığını belirterek
yayımlamak üzere tarafımıza teslim etmiştir. Âşığın, isim vermek yerine
sevdiklerine rumuz kullanmasının sebepleri; onları içinde bir sır olarak
görmesi, çevresinde tasavvufî kimliğiyle tanınması, ilahi aşka önem vermesi,
toplumun ve çevresinin bunu hoş görmeyeceği düşüncesi şeklinde
sıralanabilir. Kendisiyle yaptığımız görüşmelerde Selmani, her ne kadar Hak
aşığı olarak anılmayı istese de yüreğinde güzele ve güzelliklere karşı her
zaman bir hayranlık olduğunu da ifade etmektedir.
Âşığın kimi şiirlerinde geçkin yaşta dahi güzellere vurulduğunu dile
getirmesi onun bir güzele karşı aşk ve âşıklık istidadını kaybetmediğini
gösterir:
Selmani der vurdun geçkin çağımda,
Gül çiçeği açtı dal yaprağımda,
Hayat bahçem ile gönül bağımda,
Taze fidan olup bu dem biter ol, (139/ 5)
Âşık Selmani, tasavvuftaki her şeyi Allah aşkıyla sevme anlayışıyla
paralel olarak kimi zaman sevgiliye, onu Allah’ın aşkıyla sevdiğini ifade
eder:
Allah aşkı ile sevdim ben seni,
Benim aşkım gayrı aşka benzemez,
İster amca ister baba bil beni,
Benim aşkım gayrı aşka benzemez, (377/ 1)
Âşık Selmani’nin “maddi aşk” konulu şiirlerinde aşkın dört
boyutunun (aşk, âşık, maşuk, rakip) özellikleri, bunların şiirlerde kullanımları
üzerinde şu şekilde durulabilir:
Âşık Selmani aşkı, “aşk” kavramı dışında değişik şekillerde dile
getirmektedir. Onun aşkı ifade amacıyla “Sevda (328/ 5 v.d.), sevgilinin aşkıyla
mest olma hali (261/ 4 v.d.), sonsuzluğu yönüyle bahr (10/ 1 v.d.), derya (326/
2), sevgilinin elindeki kendisine yönelmiş bir hançer (325/ 2 v.d.), yürekte
104
açılmış bir yara, dert, gam (70/ 4, 128/ 1, 169/ 5 v.d.) kavramlarını kullandığı
görülmektedir. Bunları şu şekilde örneklendirebiliriz:
İstersen çekiver aşk hançerini,
Zaten yaralıyım vursanız n’olur, (325/ 2)
Bu aşkın bahrinde katre olmayan,
Kendince ummanım dese ne fayda,(10/ 1)
Denilir ki aşk derdidir çaresiz,
Doğru sözdür aşk derdine çare yok, (128/ 1)
Âşık Selmani, “maşuk”u yani sevgiliyi çeşitli şekillerde ifade etmekte,
sevgililerine bazı özellikler yüklemektedir. Selmani şiirlerinde sevgiliyi “yâr”
olarak da ifade etmekte olup, onun “yâr” olarak tanımladığı sevgililer huy
olarak “vefasız, zalim, halden bilmez, muhannet vb.” (9, 21, 37, 39, 40, 76, 115,
174, 180 v.d.) özelliklere sahiptir:
Kız vefasız sende ahdim çok idi,
Her ne söz söylesem sözüm hak idi, (180/ 3)
Bunun yanında Selmani’nin şiirlerinde çeşitli kavramların benzetme
yoluyla sevgili yerine kullanıldığını görmekteyiz. Selmani; aşkını, duygularını,
düşüncelerini dile getirmede doğa kavramlarını, yaşadığı çevreyi bir araç
olarak kullanır. Selmani’nin sevgili yerine; güzelliğinden ötürü “çiçek” (53, 87,
203 v.d.); sevgilinin güzelliğine vurgu yapmak için “sümbül, lale, nergis,
menekşe, karanfil, yayla çiçeği, nevruz çiçeği” (53, 87, 270 v.d.); gülle bülbül
hikâyesine telmihle ve güzelliği yönüyle “gül” (1, 12, 15, 379 v.d.) kavramlarını
kullanmaktadır. Yine gelenekte kullanılan şekliyle sevgiliyi; “can“ ve “canan”
(39, 92, 118, 135 v.d.); aşk hikâyelerinde geçen özellikleriyle “Leyla, Şirin” (154,
177, 305, 343 v.d.); güzelliği, günahsızlığı ve saflığı temsil etmesi yönüyle
“melek” (1, 137, 217, 325 vb.) şeklinde de kullanır:
Bu dünyada bir çiçeğe hayranım,
Çiçek bilmem o çiçeğin üstüne (53/1)
Selmani’nin güzellik konusundaki etkileyiciliğiyle “güzeller şahı”(134),
aşk derdinin yaralarını saracak tek kişi olarak “tabip” (167, 210), âşığın
kalbindeki aşk sırrının sahibi ve başta duygular olmak üzere her şeyin
105
paylaşılmak istendiği tek kişi olması yönüyle “dost” (167, 171, 174, 186
Numaralı Şiirler v.d.) olarak nitelediği de yine sevgilidir. Selmani sevgiliyi;
insanın temel yaşam organlarından olmasından ötürü “ciğer” (171, 191,270, 311
Numaralı Şiirler), alımlılığı, güzelliği itibarıyla “dilber” (102, 227, 251, 254
Numaralı Şiir ler v.d.), âşığın gönlünde en üst makam sahibi olarak yer alışı
yönüyle “sultan” (108, 209) olarak görür:
Benli dilber gerdanında ben gördüm,
Gerdan benli benli yüz benli benli (102/1)
Doğadaki hayvanları da benzetme yoluyla sevgili yerine kullanan
Selmani, gelenekte yer aldığı şekliyle özellikle hayvanların en güzellerinden
sayılan “ceylan”ı (122, 181, 368 Numaralı Şiirler v.d.) sıklıkla kullanır. Bunun
dışında, âşığın etrafında dolanması yönüyle kelebek (161 Numaralı Şiir),
sesinin güzelliği yönüyle “bülbül, (58, 139, 214, 270 Numaralı Şiirler v.d.), yine
güzelliği yönüyle keklik (30 Numaralı Şiir), eşlerine sadık olmalarıyla bilinen
ve güzel sesli olan “kumru” (58 Numaralı Şiir) kavramları onun şiirlerinde
sevgili için sıklıkla kullanılan kavramlardır.
Hüseyin aşkıyla kitap okuyan,
Sözü kumru, dili bülbül Safiye, (58/1)
Âşık Selmani, şiirlerinde sevgililerinin bedensel özelliklerini de ortaya
koymaktadır. Selmani’nin sevgilileri; bazen sarı saçlı (40/ 4), bazen siyah saçlı
(44/ 5); bazen yay kaşlı (15/ 1), bazen keman kaşlı (76/ 5), bazense kara kaşlıdır
(147/ 4). Yüzü güzellik yönüyle bazen ay (mah, bedir) (15/ 1, 181/ 3, 184/ 5, 311/
3 v.d.), bazen güneş (181/ 3), bazen gül (82/ 1) şeklindedir. Sevgilinin yüz şekli
şiirlerde tombul (109/ 1) ve güleç (147/ 2, 167/ 3 v.d.) olarak karşımıza çıkar.
Selmani, “yüz” için vech (61, 78, 97, 98, 142, 383) ve didar (41, 97, 178, 292)
kavramlarını da kullanır. Selmani’nin sevgililerinin yanakları al (40/ 2),
gamzeli (126/ 4) ve benlidir (147/ 2). Beli ince (40/ 2), dudakları bal, şeker,
kaymaktır (108/ 4). Dili bazen tatlı (40/ 2), şirin (147/ 4), bülbül gibi (58/ 1);
bazen acı (333/ 2) ve dikenlidir (370/ 2). Gözleri güzeldir (1/ 2) ve güneş gibidir
(318/ 2). Bazen o gözler kara (40/ 4), bazen elâ (147/ 4), bazen mavidir (318/ 1);
ayrıca sürmeli (40/ 4), can alıcı (211/ 4) bir şiirinde ise şaşı olması yönüyle
karşımıza çıkar (217/ 5). Sevgilinin kirpikleri siyah (107/ 2) ve ok şeklindedir
(280/ 3). Dişleri beyazlığı ve parlaklığı yönünden inci ve sedefe benzer (217/ 4).
Gerdanında ve yüzünde ben vardır (102/ 1). Gerdanı ak (265/ 3), elleri naziktir
(271/ 1).
106
Tavus kuşu gibi cilalı süslü,
Ne yemiş ne içmiş ne ile besli,
Melek mi, huri mi, bilinmez nesli,
Dünyada bulunmaz eşi güzelin, (217/2)
Âşık Selmani, sevgilinin beden özelliklerini tasvir ettiği gibi ruhsal bazı
özelliklerine de şiirlerinde değinir. Âşık Selmani’nin sevgililerinin özellikleri
gelenekteki sevgililerden farksızdır. Âşık Selmani’nin sevgilileri; âşığın
sevgisine karşılık vermemesi, onu perişan gördüğü halde umursamaması,
âşığa cefa etmesi, âşığını her dem ağlatması vb. sebeplerden dolayı; vefasız (37/
2), muhannet (39/ 1), zalim (154/ 1), merhametsiz (1/ 5), vicdansız (76/ 1), yakıp
yıkıcı (107/ 1), ciğer ezen (120/ 5) ciğer dağlayan (44/ 3), ciğer- bağır yakan (328/
1, 35/ 3), yara açan (105/ 4), yürek yakan (225/ 4), âşığa karşı yüreği sert (296/ 1),
perişan eden (39/ 4), öldürücü (161/ 1), düşmanları güldürüp âşığını
güldürmeyen (148/ 1, 333/ 4), âşığını ah u feryat, figan ettiren (251/ 2, 369/ 5),
çile çektiren (116/ 2) olma gibi olumsuz özelliklere sahiptir. Gelenek içinde de
sevgililer genelde bu özelliklere sahiptir. Yine gelenekte yer bulduğu şekliyle
Selmani’nin sevgilileri nazlı (93/ 3), edalı (122/ 5), cilvelidir (82/ 1).
Ne yaptın ey zalim ne yaptın bana,
Sazımda inleyen teli şaşırdım, (154/1)
Sevgililer her ne kadar zalim, vefasız, muhannet vb. olsa da Âşık
Selmani, yine de sevgiliye bağlıdır. Bazen sevgiliye kızıp beddualar etse de
yine de onun yanında olmasını ister (203/ 1). Zaten beddua etmesinin amacı da
sevgilinin vefasızlığıdır. Selmani’nin şiirlerinde beddua ederek, sevgilide
olmadığını düşündüğü vicdanı ortaya çıkarma amacında olduğu
hissedilmektedir. Bazen Selmani’nin, bedduaları sıraladıktan sonra son
dörtlükte sevgilinin yanında olmasını istemesi de bunun göstergesidir. (139/ 5)
Sevgili ona dönse kızgınlığının, beddualarının bir hükmü kalmayacaktır.
Selmani der vurdun geçkin çağımda,
Gül çiçeği açtı dal yaprağımda,
Hayat bahçem ile gönül bağımda,
Taze fidan olup bu dem biter ol, (139/5)
Âşık Selmani’nin maddi aşk konusunda üçüncü temel kavramı
“âşık”tır. Âşık Selmani’nin sevgilileri her ne kadar zalimse, Selmani o denli
mazlumdur, sevgililer ne kadar vefasızsa, Selmani o denli vefalıdır. Sevgililer
107
çile çektiriciyken, Selmani çile çeken ve sevgilinin peşinde acı çekmekten
kaçınmayandır.
Âşık Selmani’nin şiirlerinde âşık, “Gülle Bülbül” hikâyesine telmihle
“bülbül”dür. Kaya’nın eserinde yer alan bilgilere göre (Kaya 2007: 173)
hikâyede bülbül güle âşıktır ve gül, dalına konmasına izin verdiğinde gülün
dikeni bülbülün göğsüne batar. Bülbülün kanıyla gül kırmızılaşır. O günden
sonra bülbül acı çeken, vefalı, sadık âşığı; gül ise nazlanan sevgiliyi sembolize
eder. Selmani de şiirlerinde kendisini acı çekmesi ve sevgilinin çilesine
katlanma yönüyle “bülbül” olarak görür (311/ 3). Âşık Selmani, kendisini
Arapça “bülbül” anlamına gelen “andelip” olarak niteler ( 18/ 3). Selmani, âşığı
yani kendisini aşk hikâyelerindeki Mecnun’a (150/ 3) ve Ferhat’a (177/ 2) telmih
yoluyla benzeterek kullanır. Kendisinin de onlar gibi aşk çilesi çektiğinden
bahseder.
Beyaz gülüm sana oldum andelip,
Korkarım bu işte gelemem galip, (18/3)
Bunlar haricinde Âşık Selmani âşığı, yani kendisini, aşk ve vefasız
sevgili karşısında; aciz ( 49/ 5), çaresiz kalmış (31/ 3), garip halde kalmış (105/
2), perişan olmuş (136/ 5), viraneye dönmüş (167/ 2), bahtı gülmeyen, kara
bahtlı (70/ 1), yaralanmış (325/ 2) olarak görür. Sefil kalmış (11/ 5), canından
bezmiş (84/ 2), aşk uğrunda candan olmaktan korkan (209), ancak yine de
candan sevip bağlanan (1/ 2), sevgili uğrunda canını feda etmekten
kaçınmayan (254/ 1), yâr kapısında aşk dilenen geda kişi (254/ 7) de yine âşık
yani kendisidir:
Esenyurt’ta kaldım yarsız,
Döndüm perişana güzel, (136/ 5)
Âşık Selmani, âşığın maşukuna uzak kalışı, hasret oluşuyla ilgili olarak
da “gurbet” temasına değinir ki âşığın gurbetini “yârsiz kalmak” olarak ifade
eder (369/ 2). Bunun dışında kendisini; hasretle yanan (68/ 4), hicran seline
kapılmış (198/ 3), yârine uzak kaldıkça ağlayan ve bundan dolayı kerem
bekleyen (44/ 3) olarak ifade eder. Yârsiz kalınca dünyası zindana dönmüş
(265/ 4), sevgiliden ayrılığı ölüm sayan (1/ 4), yârine kavuşma isteğiyle yaş
döküp ağlayan bahtsız (105/ 5), ayrılık elinden yanmış yıkılmış (125/ 1) kişi
olarak nitelendirir. Tüm bu olumsuzlukları yaşamasına rağmen, gönül
bağlamında onu sevgiliden ancak ölümün ayırabileceğini söyler (197/ 3).
Şu kadar ki dert çeksem de ölmedim,
Hasretle yanmaktan canım az kaldı, (68/4)
108
Maddi aşkın diğer bir boyutu olarak da “rakip” kavramı Selmani’nin
şiirlerinde yer bulmaktadır. Selmani için kendini yâre uzak bırakan her engel
bir rakiptir ki Selmani “rakip” kavramını farklı adlarla ifade etmektedir.
Selmani rakiplere sevgili ve kendisi dışındaki “öteki” gözüyle bakar ve
rakipleri “el” olarak görür (84/ 3). Bununla birlikte rakipler onun için; aşkını
tehdit eden bir “düşman” (333/ 4), “Gülle Bülbül” hikâyesine telmihle âşığa
zarar vermesi yönüyle “diken” (66/ 3) olarak görülmektedir. Ancak Âşık
Selmani, başkalarının kendisine zarar vermek istemesine rağmen bunun onu
yaralamadığını, sinesini asıl yaralayanın yâr olduğunu söyler (66/ 1).
Yâd eller ne kadar taş atsalar da,
Yarasız sineyi yar yaraladı, (66/ 1)
Bu söyleyişte:
Şu ellerin taşı hiç bana değmez,
İlle dostun gülü yaralar beni. (Ant Yayınları 1994: 67) diyen Pir Sultan
Abdal’ın izleri görülür.
Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Sosyal Konular:
Âşık Selmani, şiirlerinde birçok sosyal konuya değinir. Toplum
içindeki olaylara, hayata karşı duyarlı bir birey olmak ister. Doğruları takdir
eder; fakat yanlışları da eleştirmekten geri durmaz. Onun sosyal konulara
bakışını farklı başlıklar altında toplayabiliriz:
¾ Zamandan, Felekten, Kaderden Şikâyet
Âşık Selmani, şiirlerinde zaman zaman yaşadığı dönemden, felekten,
kötü kaderinden şikâyet etmektedir. Selmani; kader ile başa çıkmanın
güçlüğünden, ona kulların gücünün yetmeyeceğinden (13/ 5), bahtının kara
olmasından (188/ 5), dünyaya geldiğinden beri bahtının gülmemesinden (377/
2), dünyada geçirdiği zamanın boşluğundan (76/ 3), yaşadığı dönemde
doğruluğun, dürüstlüğün kalmadığından (351/ 1) dert yanar.
Feleğin düzenbaz olup onun eline düşenin ömrünün az olduğundan
(47/ 4), dünyanın boş olduğundan, ona aldanmamak gerektiğinden, bir gün her
şeyin hesabının sorulacağından (207/ 3) söz eder ve toplumda utanma ve hayâ
duygusunun kalmamasından (283/ 1) yakınır.
Gerçektir sözlerim size söyleyim,
Zamane halkının tadı bozuldu, (351/ 1)
4.1.2.
109
Ayrılık, Gurbet, Göç:
Âşık Selmani şiirlerinde gurbet temasına da sıkça değinmektedir.
Selmani, özellikle 1966 yılından sonra gurbette çok zaman geçirmiş, kimi
zaman âşıklık yapmak için, kimi zaman ise geçim derdiyle iş bulmak için
evinden yurdundan ayrılmıştır. 1986 yılında ise İstanbul’a göçmüş, Tokat’tan
ayrılmıştır. Selmani’nin şiirlerinde gurbet temasını köyüne duyduğu özlem ve
sevgili hasreti oluşturur. Selmani şiirlerinde; gurbette yalnız olduğundan, kimi
kimsesinin olmadığından, gurbette insanların acımasız olduğundan (151/ 1),
gurbette yardıma muhtaç, sevgiliye hasret olduğundan, yârsiz ölmekten
korktuğundan (125/ 4) bahseder.
Köyde işsizlik yaşandığından ve insanların boşta olduğundan (236/ 4)
insanların gurbete gitmeye mecbur kalıp bir yaprak gibi uçup gitmesinden
(235/ 3) yakınır. Ayrılsa bile hâlâ köyünü hatırlayıp hasret çektiğinden (38/ 5),
âşık olan kişinin kaderinin gurbet olmasından (369/ 2), hasretine düştüğü
sevgilinin gözünde tüttüğünden (35/ 5) ve hasret kaldığı sevgiliyi gökteki
kuşlardan bile sorduğundan (114/ 5) söz eder.
¾
Aman yârim gökte uçan kuşlardan,
Hasretini çeker sorarım seni, (114/ 5)
Dürüstlük, Ahlak, Cömertlik, İyilik:
Âşık Selmani, geleneksel değerlere bağlı bir âşık olup toplumsal
ahlakın çökmesine tepki duyar. Ahlaklı, erdemli insanlara değer verir.
Toplumu bozan, birbirine düşüren, değerleri unutturan her şeye karşıdır.
Şiirlerine bakıldığında Selmani; özellikle kadınları ahlaki olarak sorgular ve
kızlarda gelinlerde hayâ kalmadığından bahseder (283/ 1). Güzel ahlakın inanç
değerlerini sağlamlaştırmasından bahseder (24/ 2). Dürüstlükte başarı gösteren
insanların gönülden atılamayacağını söyler (24/ 3). İnsanlara iyilik etmek ve
kimseyi incitmemek gerektiği vurgular (316/ 3). Doğruluğun önemine, yalanın
kötülüğüne değinir (212/ 3). Cömertliğin her dinin temel vasfı olduğundan
bahseder (174/ 4).
¾
Bari Tâlâ muhtaç etsin merdine,
Cömertliktir layık olan her dine,
Hırsızlık, Menfaatçilik, Cimrilik:
Âşık Selmani, toplum hayatında hoş görülmeyen hırsızlık, menfaatçilik
ve cimrilik konularına değinir. Hırsızların bir garibin evini soymasından
duyduğu hüznü dile getirir (352), menfaatperest insanlarla dost
¾
110
olunamayacağını belirtir (321/ 4), cimri insanların sonunun iyi
olmayacağından, kalplerinin merhamet ve insaftan yoksun olduğundan
bahseder (219/ 2)
Çok sıkı insanda asalet olmaz,
Şüphesiz ki sonu selamet olmaz,
Kalbinde hiç insaf, merhamet olmaz,
Hasetliktir her bir işi cimrinin, (219/ 2)
¾ Salgın Hastalıklar, Doğal Afetler:
Âşık Selmani, doğal afetlere, salgın hastalıklara da şiirlerinde yer
vermiş olup doğal afetlerin sebebini insanlardaki ahlak duygusunun
zayıflamasına, saygının kalmamasına, zalimliğin artmasına, ibadetin
azalmasına, menfaatçiliğin artmasına, ırkların birbirine aşlanmasına, gerçek
söz söyleyenlerin dinlenmemesine, namusun parayla satılır olmasına,
yetimlerin kollanmamasına bağlar (283).
Selmani, domuz gribi gibi salgın olan hastalıkların arttığından
insanların bu dertle çaresiz ağlayıp sızladığından (355/ 1); ancak kimsenin
bunun gerçek sebebini araştırmadığından (355/ 2), kuşkulu ölümlerin ortaya
çıktığından, zalim bir dert olduğundan (250/ 2) bahseder (355/ 4); domuz
gribinden kurtulmak için soğan kebabı yemeyi önerir (345/ 1).
İnsanlara grip salan domuzlar,
Dağ domuzu mudur ev domuzu mu, (355/1)
Siyaset, Seçim, Zamlar, Fakirlik, İşsizlik, Yolsuzluk:
Âşık Selmani, siyasetçilerin oy isteyip halkı kandırmalarından, kendi
tarafında olanları desteklemelerinden seçimden sonraki rahat zamanda ise her
şeyi unutup halkı üzmelerinden yakınır (160/ 2). Olgun olan kişinin fakirin
halini soran kişi olduğunu belirtir (347/ 3). Baştakilerin üst üste zam
yapmalarının halkı bıktırdığından ve milleti acizleştirdiğinden bahseder (199/
1). Ermenilerin kabullenilerek Azerilerin dışlandığından (273/ 1), milletin
devletin kenarda bırakıldığından (273/ 2), günümüzde çıkarcıların siyasete
atıldığından;
fabrikaların, ırmakların satıldığından
(273/ 3), İsrail’in
Anadolu’da fabrikalar kurmasından, bunun da ülkeye darbe vuracak
olmasından şikâyet eder (273/ 4).
Maddiyatın insanların düzenini bozduğunu, insanların Hakk’ı
bulmasını engellediğini, dolayısıyla dünya malına tamah etmenin yanlış
olduğunu ortaya koyar (338/ 1) Toplum içinde yeri olan kimselerin bile artık
haramı helali bilmeden mağrur bir şekilde yaşadığını belirtir (260/ 2)
¾
Alanlar da bıktı satan da bıktı,
Üst üste yüklenen zam yüklerinden, (199/ 1)
111
Eğitim ve Cehalet:
Âşık Selmani, okulda örgün eğitim almamış bir âşık olarak bunun çok
zararını gördüğünü, diplomasızlıktan dolayı çok zorluk yaşadığını söyler (166/
1) ve eğitimi, ilmi, okumayı, yazmayı destekler; cahilliği ise eleştirir. Selmani,
canının irfan ehli olana feda olduğunu (223/ 2), cahile sır açmanın yanlış
olduğunu (389/ 2), dünyaya ölümsüz eserler bırakmak gerektiğini (124/ 2)
belirtir ve ancak dünyaya eser bırakanların kahraman olduğunu (324/ 5), cahil
meclisine gitse kendisine dost bulamayacağını (125/ 3) söyler.
Gitsem cahil meclisine,
Dost olamam birisine, (125/ 3)
¾
Bayramlar ve Önemli Günler:
Bayramlar; toplumu bir arada tutan, insanların birbiriyle
bütünleşmesini sağlayan birer olgudur. Selmani, bayramlara da yer vermekte
olup dini bayramlardan ve Âşıklar Bayramı’ndan şiirlerinde bahseder.
Selmani, barışıp kaynaşmak için illâ ki bayrama gerek olmadığını
söyleyerek sevgiliyle bayramdan önce barışmak ister (31/ 3). Kurban
Bayramlarında, hayvanlara eziyet edilerek ibadet yapılmaya çalışıldığını,
bunun ibadet değil katliam olduğunu ifade eder (104). Selmani, unutulmaya
yüz tutmuş bir Türk geleneği olan bayramlarda kadınların ellerine kına
yakmasına değinir (106/ 2), bayramların küskünlerin barışma, insanların
birlikte olma zamanı olduğunu söyler (276/ 1). Konya Âşıklar Bayramı’na
katılmayı bıraktığı şiirde insanlara sitem eder (388/ 1)
¾
Mübarek bayramda acı esenler,
Duyunca küsmesin bana küsenler, (104/ 2)
4.1.3. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Doğa:
“Âşıkların şiirlerinde doğa önemli bir yer tutar. Doğayı; ağacıyla,
çiçeğiyle, hayvanları ve dağlarıyla anlatırlar. Doğa, âşık edebiyatında divan
edebiyatının soyut doğası değil, doğrudan doğruya göl, deniz, akarsu, dağ v.d.
çevrede görülen gerçekçi tasvirlerdir. Arı, turna, ceylan, şahin, baykuş, deve,
kuzu, bülbül gibi hayvanlar; gül, sümbül, çayır, çimen, bağ, murt, söğüt v.d.
çiçek ve ağaçlar bazen benzetme motifi olarak kullanılırlar. Doğa, âşık için
sevgilinin niteliklerini, güzelliklerini anlatma aracıdır.“ (Artun, 2008: 160).
Âşık Selmani de doğayı, kimi zaman gerçek anlamıyla doğadaki
güzellikleri anlatmak; kimi zamansa benzetmeler yapmak, sevgiliyi
betimlemek için kullanır. Bazen doğadaki varlıkları kendine dert ortağı eder.
Onları kişileştirir. Sevgili tasvirlerinde çoğu zaman doğaya başvurur. Âşık
112
Selmani’de sevgili; bazen gül, bazen sümbül; bazen menekşe, bazen servi;
bazen ceylan, bazen kuzu; bazen kanarya, bazense bülbül olur. Daha önce
sevgilinin nitelikleri anlatılırken, sevgilinin doğadaki hangi kavramlarla tasvir
edildiğinden bahsedilmişti. Bu nedenle bu kısımda Selmani’nin doğayı gerçek
anlamıyla anlattığı şiirlerden yararlanılacaktır.
Âşık Selmani Tokat’ı tasvir ederken; bir yanının ova, bir yanının dağlık
olduğundan ve bahçelerinde güllerin açıldığından (336/ 1); bahar geldiğinde
dağların neşelenip çimenlerin canlandığından, derelerden suların ince ince
aktığından (336/ 2) bağlarında üzüm, zerdali, şeftali, dut ve elmanın en
güzellerinin yetiştiğinden (336/ 3) bahseder.
Kendi köyü olan Kuruseki’yi anlatan âşık; köyünün doğasından,
ikliminden, mevsimlerinden, hayvanlarından (38, 235, 236, 249) söz eder. Bir
şiirinde sevgililere herkesin genelde çiçek verdiğini ama kendisinin çiçek
yerine şiir vermek istediğini belirtir. (51/ 1) İlkbaharın gelişiyle doğanın çayır
çimen olup yeşillendiğinden, bahçelerin sebze meyveyle dolduğundan
bahseder (138/ 1). Ayrıca Selmani, bir şiirinde insanın; menekşe, sümbül,
çiğdem, kar çiçeği, nevruz çiçeği, menekşe, narçiçeği, çiğdem gibi doğadaki
çiçeklerden güzel olduğunu kıyaslamalı olarak söyler (53/ 3), bunu söylerken
de bu çiçeklerin de güzelliğine değinir. Dünyanın güzelliklerini anlatırken
onun; bahçelere, ayvalara ve narlara sahip olmasından bahseder (279/ 5).
Bir yanın ovadır bir yanın dağlık,
Serin serin eser yellerin Tokat,
Bir yanın bahçelik bir yanın bağlık,
Açılır bahçede güllerin Tokat, (336/ 1)
Âşık Selmani, şiirlerinde bitkilerden bahsettiği gibi hayvanlardan da
bahsetmektedir. Bitkilerde olduğu gibi kimi zaman gerçek anlamıyla, kimi
zaman ise benzetme yaparak hayvanları da kullanır. Hayvanlar içinde en çok
“bülbül”e yer veren Selmani, çoğu zaman onu benzetmeli olarak kullanır.
Sevgililerini “gül” olarak ifade eden “Selmani” kendini de “bülbül” olarak
ifade eder. Ancak burada da yine Selmani’nin gerçek anlamıyla bir doğa
unsuru olarak ele aldığı hayvanlar incelenecektir. Benzetmeli kullanımlar daha
önce kullanıldığı için bu bölümde yer almayacaktır.
Âşık Selmani, bülbülün şakımasından etkilenir ve gülün dallarına
konmasından bahseder (106/ 1). Mecnun hikâyesine telmihle kurtların, kuşların
kendine üzüldüğünü söyler (37/ 2). Avcıların ceylan peşinde gezmesine değinir
(122/ 1), kolunda şahin beslediğinden bahseder (113/ 3). Tavus kuşunun
süslülüğüne (217/ 2), arıların bal yapmasına (294/ 4), pervanenin ışık etrafında
dönme özelliğine değinir (15/ 2). Hacı Bektaş-ı Veli’nin güvercin şeklinde
113
Karahöyük’te bir kayaya konmasına (Birge 1991: 41) telmih yaparak
güvercinden bahseder (99/ 1). Hz. Yunus’a telmih yapar ve onun yunus
balığının karnında kalmasına değinir (86/ 4). Baykuşun uğursuzluğuna vurgu
yapar (239/ 2). Bir muammasında yarasanın memesi olup sütü olmadığından
(131/ 1), karıncanınsa canının olup ödünün olmadığından bahseder (131/ 2). Fil
Suresi’ne telmih yaparak ebabil kuşlarının uçakları müjdelemesinden bahseder
(290/ 3).
Aşkın ateşe yanıp pişmesi,
Dert ehlini bulup derdin deşmesi,
Bülbülün seherde zara düşmesi,
Lale derdi, sümbül derdi, gül derdi, (87/ 2)
Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Coğrafi Konular:
Âşık Selmani, şiirlerinde coğrafyaya karşı da duyarsız kalmamış ve
coğrafi konulara da değinmiştir. Özellikle onu yaşadığı çevre etkilemiş, o
çevrenin doğasını, iklimini, mevsimlerini vs. konu edinmiştir. Selmani’nin
şirlerinde değindiği coğrafi konulara şu örnekleri vermek mümkündür:
¾ Mevsimler:
Âşık Selmani, mevsimlere şiirlerinde yer vermekte, gerek gerçek
anlamlarıyla, gerekse benzetme yoluyla mevsimleri şiirlerinde kullanmaktadır.
Âşık Selmani ilkbaharı, doğanın canlanması, her yerin yeşillenmesi, dağların
neşelendiği vakit olması yönüyle (138/ 1, 336/ 2) ve gönlün mutluluğunu ifade
etmesi yönüyle kullanır (68/ 3).
Âşık Selmani sonbaharı; güz ve hazan olarak da ifade eder. Selmani’ye
göre güz, insan hayatının yaşlılık zamanlarını ifade eder ve hüzündür (37/ 1,
196/ 4). Bunun yanında Selmani sonbaharı, gerçek anlamıyla da kullanır, kendi
köyüne sonbahar aylarında kış gelmesinden bahseder (236/ 2).
Âşık Selmani; kışı, karı, zemheriyi (308/ 2) de şiirlerinde
kullanmaktadır. Kış, Selmani için işlerin kötü gitmesini (47/ 1), sevgiliden
ayrılığı ve hüznü (68/ 3) temsil ettiği gibi, bazen de onun şiirlerinde gerçek
anlamıyla yani mevsim olarak yer almıştır (38/ 2, 236/ 2). Âşık Selmani,
günümüzde çok fazla kullanılmayan “kışlamak” kelimesini de “kışa çevirmek”
anlamıyla kullanır (113/ 2).
Âşık Selmani, şiirlerinde yaz mevsimini gerçek anlamıyla kullandığı
gibi, mecaz anlamıyla da kullanmaktadır. Mutluluğu, güzellikleri, ömrün
güzel zamanlarını ifade etmede “yaz” kavramı kullanılmaktadır (47/ 1).
Selmani, yazı mevsim olarak da kullanmakta (38/ 2), dört mevsim içinde de
yazı sevdiğini ifade etmektedir (305/ 2)
4.1.4.
114
Dedi ayda yılda mevsim içinde,
Dedim dört mevsimde yazlar güzeldir, (305/2)
Akarsular, Göller, Dağlar, Denizler, Çöller, Ovalar ve Yaylalar:
Âşık Selmani, doğa kavramlarını gerek benzetmeli olarak gerekse
gerçek anlamlarıyla kullanmaktadır. Selmani, kendisinin bazen coşkun çaylar
gibi aktığından (92/ 2), bir başka şiirinde Yeşilırmak’tan (249/ 2) bahseder.
Âşık Selmani, derya, deniz, bahr, umman gibi eşdeğer kavramları da
farklı şiirlerde kullanır. Bu kavramları gerçek anlamıyla kullandığı gibi aynı
zamanda bir şeyin çokluğu, enginliği anlamında da kullanır. Selmani, ilmi bir
derya olarak niteleyerek (8/ 4) ilmin büyüklüğü ve enginliğinden; “günah
deryası” ifadesiyle günahın fazlalığından (245/ 1) mecazlı olarak bahseder.
Bunun yanında denizden gerçek anlamıyla da bahseder. Atatürk’ün Yunan’ı
denize dökmesinden (133/ 2), gemilerin denizde yüzmelerinden (290/ 2)
bahseder.
Âşık Selmani, bazı şiirlerinde “göl“ve “baraj”lara da yer verir. Gerek
gerçek gerek mecaz anlamıyla bu kavramları kullanır. Selmani aşkı, sevdayı bir
deryaya benzettiği gibi (326/ 2), bazen de aşkı göle benzetir ve mecazlı kullanır
(191/ 4); ancak coğrafi anlamda gölü kullandığı şiirinde Almus Barajı’ndan ve
oradan enerji elde edilmesinden bahseder (249/ 3). Âşık Selmani şiirlerinde
çöllere, sahralara da yer verir. Çöller, Mecnun’un aşkından düştüğü yer olarak
gelenekte yer alır. Selmani de buna telmih yaparak ve kendiyle özdeşleştirerek
bu kavramı kullanır. (150/ 3) Selmani’nin şiirlerinde yer verdiği diğer coğrafi
kavram “ova” ve “dağ” kavramları olup Selmani bu kavramları coğrafi
anlamlarıyla; Tokat tasvirinde, bir yanının “ova”, bir yanının “dağ”
olmasından bahsederken kullanır (336/ 1). Selmani, bazen derdinden Mecnun
gibi dağlara çıkmak istediği söyler ve dağı bir sığınak olarak görür (155/ 2).
Bazen telmih yoluyla Tur Dağı’na (195/ 2), masal dağı olan Kaf Dağı’na (204/ 3)
vurgu yapar. Bazen başındaki derdi, dağın dumanına benzetir (169/ 1).
Selmani, coğrafi kavramlar içinde “yayla” kavramına da yer verir ve köyünün
yayla gibi olmasından bahseder (249/ 1).
¾
Bir yanın ovadır bir yanın dağlık,
gölünden,
Serin serin eser yellerin Tokat, (336/1)
selinden, (249/ 2)
Yeşilırmak’taki
baraj
Enerji
suyu
üreten
Gök Cisimleri:
Âşık Selmani’nin şiirlerinde gök cisimlerini de gerek gerçek
anlamlarıyla gerekse mecazlı olarak kullanılır. Gök cisimlerinin mecazlı
¾
115
kullanımları daha önce belirtildiği için bu bölümde coğrafi ve gerçek anlama
uygun kullanılan gökcisimleri ifade edilecektir. Selmani, Hz. Yusuf’un
rüyasında güneş ve ay görmesine telmih yapar (206/ 4). Dünyanın
güzelliklerinden bahsederken onun güneşe ve aya sahip olmasına değinir.
(279/ 2). Bayraktaki ay ile yıldızdan bahseder ve ay yıldızın akının kendisi
olduğunu söyler (176/ 1). Bir muammada, gökyüzü ve bulutları cevap olarak
kullanır. Gökyüzünün direksiz bina, bulutların ise desen desen gökte halı
olmasından bahseder (323/ 3).
Yer gök sende, güneş sende, ay sende,
Yıllar sende, günler sende, ay sende, (279/ 2)
Meteorolojik Olaylar:
Âşık Selmani, yine coğrafi konudaki şiirlerinde meteorolojik olaylara ve
iklime de yer vermiştir. Kardan, tipiden, yağmurdan, borandan, rüzgârdan,
sıcaklıktan bazen gerçek anlamlarıyla bazense mecaz anlamlarıyla
bahsetmiştir. Âşık Selmani, rüzgâra (yel), Tokat’ta serin serin yellerin
estiğinden bahsederken yer verir (336/ 1). Aşkı gizli esen bir yel olarak
düşünür (49/ 3), sevgilinin kokusunu ortaya çıkarması yönüyle “Badı Saba”
yeline atıfta bulunur (200/ 5). Muamma türündeki şiirinde kimin tahtını
rüzgârın aldığını sorar ve cevabını da Hz. Süleyman olarak vererek telmih
yapar. “Rüzgâr”ı Süleyman’ın tahtıyla birlikte kullanılarak dünya mülkünün
geçici olmasından bahseder (86/ 1). Ayrıca Selmani, “bora” rüzgârına yer verir
ve kibirli insanlarla konuşmanın soğuk rüzgârlardan olan “bora”nın esmesi ve
zarar vermesiyle benzer olduğunu ifade eder (357/ 5).
Selmani şiirlerinde; gerçek anlamıyla köyündeki ağır geçen kış
şartlarından ve bol yağan kardan bahsederken (235/ 4); mecazi anlamıyla
hüzün ve acı yerine (84/ 1) kullanır. Güvendiği dağlara kar yağmasından
bahseder (105/ 1). Selmani, şiirlerinde “boran” kavramından da bahseder,
köyüne sonbahar ayında boran ve kar geldiğini söyler (236/ 2). Selmani,
yağmuru da şiirlerinde kullanmış olup istifham sanatını kullanarak
denizlerdeki suyun kaynağını sorar (52/ 2).
¾
Bol bol karlar yağar boran kışı var,
Bir iki ay yazı kalmış köyümün, (235/ 4)
4.1.5. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Nasihat ve Eleştiri:
Erman Artun, nasihat türündeki şiirlerle ilgili olarak, âşık tarzı şiirde
(didaktik) öğretici şiirlere nasihat dendiğini ve bunların bir şeyi öğretmek, bir
düşünceyi tanıtıp yaymak için yazılan şiirler olduğunu söyler. Öğretici olmak
yaygın bir nitelik olduğu için halk şiirlerinin çoğunda az veya çok bir
116
öğreticilik özelliği olduğunu belirtir. Âşıkların toplum sözcüleri olup
toplumsal değerlerden ödün vermediklerini, bu nedenle ahlakçı olduklarını,
halkı duyarlı olmak için uyarıp yönlendirdiklerini söyler (Artun, 1996: 200).
Âşık Selmani de 55 şiirini nasihat türünde yazmıştır. Âşık Selmani kimi
zaman direkt olarak, kimi zaman ise dolaylı yollardan insanlara öğüt
vermekte; kendince doğru olanları şiirlerine yansıtmaktadır. Bu tür şiirlerinde
onun lirizmden ve şairanelikten uzaklaştığı görülmektedir. Dolayısıyla sanat
ve şiirselliği ikinci plana attığı anlaşılmaktadır. Âşık Selmani, toplumsal
değerleri ve tecrübelerini ortaya koyarak insanlara öğütler verir. Onlara
yapmaları gerekenleri ve kaçmaları gereken şeyleri anlatır. İnsanlara faydalı
şeyleri öğütler. Âşık Selmani ahlak anlayışının temellerini Türk töresi ve kendi
inanç yapısından alır. Halkı inançları ve töreler ışığında aydınlatmayı,
bilgilendirmeyi amaçlar.
Âşık Selmani, Alevi- Bektaşi geleneğine sahip bir âşık olmasına
rağmen her insana aynı gözle bakmak gerektiğine, insanlar arası ayrım
yapılmaması gerektiğine inanır. İnsanları ayırmanın yobaz ve cahil insan işi
olduğunu söyler. (303) “Yaratılmış insanları/ Hep bir görür gözüm benim”
(168/ 2) diye seslenir. Selmani’nin nasihat verdiği ve bir mesaj verme amacı
güttüğü şiirleri bazı başlıklara ayırarak ifade edebiliriz:
¾ Cehalet ve İlim:
Âşık Selmani, insanlara kitap okumayı nasihat eder, her bilginin
kitaptan alınabileceğini, insanların ilimli olması gerektiğini belirtir. Kitap
okumayan insanın ilimsiz cahil kalacağını söyler (64/ 4). Çocuklara değer veren
ve bir eser bırakıp da ölen insanların tarihe geçerek büyük kahraman olacağını
belirtir (324/ 5). Eğitimli insanlara saygı duyar. Dünyaya ölümsüz eserler
bırakmanın gerekliliğini savunur. Firavun gibi insanların kaybolacağından,
Edison gibilerinse eserleriyle yaşacağından bahseder (124/ 2). Bilgisiz ve cahil
insanlarla dost olunmaması gerektiğini, cahillik ve hileyle yapılan işte zarar
görenin alan kişi değil satan kişi olduğunu belirtir (284/ 2).
Cahiller altını satsa pul diye,
Satılan aldanmaz, satan aldanır, (284/ 2)
Dünya Malına, Şöhrete Kul Olmak:
Âşık Selmani, maddiyatın insanların düzenini bozduğunu, insanların
Hakk’ı bulmasını engellediğini söyler dolayısıyla dünya malına tamah etmenin
yanlışlığını ortaya koyar (338/ 1). İnsanların maddiyat ve maneviyata önem
vermesinde dengeye önem verir. Dünyanın varına tamamen aldanan insanları
eleştirir. Maneviyat ile maddiyatı dengede götürülmesini tavsiye eder. (360/ 1)
İbadet gibi manevi değerlerin bile parayla ölçülür olmasından duyduğu
¾
117
rahatsızlığı dile getirir (357/ 1). İnsanlar dünyanın en büyük makamlarına da
sahip olsalar bunun geçici olduğunu, ölümün muhakkak herkesi bulacağını
belirtir (207/ 1).
Dünyanın varına aldanan insan,
Maddi ile maneviye bir yürü, (360/ 1)
Kendini Bilmek:
Âşık Selmani, kendini bilmeyen insanların büyük olamayacağını (127/
3), kendini bilen insanların haddini bilebileceğini bu şekilde de nefsini
öldürebileceğini ifade eder (259/ 3). Kendini bilmenin âlim işi olduğunu, özünü
sözünü bilenin gerçek insan olduğunu söyler ve kinciliğin cahilin görüşü
olduğundan bahseder. Men arefe nefsehu kad arefe rabbehu” hadisine atıfta
bulunur (183/ 4).
¾
Men arafı bilmek âlim işidir,
Özünü sözünü bilen kişidir, (183/ 4)
¾ Gurur ve Kibir:
Âşık Selmani, gururlu kibirli insanları sevmez ve gururdan
sakınmayanları eleştirir. Kibirden kaçmak gerektiğini belirtir. Çok bilirim
diyenleri de “Şeytan” ile özdeş tutar (194/ 3), gerçek insanın kin ve kibirden
arınmış olması gerektiğini, “Ölmeden önce ölünüz.” hadisine uygun şekilde
yaşaması gerektiğini söyler. İmam Cafer, bu sözün manasını: “Hırsınızı,
nefsinizi öldürün; pir eteği tutun.” (Atalay, 2009: 230) şeklinde yorumlamakta
olup Âşık Selmani de bu anlayışla şiirlerini söylemektedir (71/ 3). “Ente mut”
(Ölmeden önce ölmek) sırrına erenlerin canlarının sıhhat bulacağından, bu
nedenle de kötü nefsi öldürmenin gereğinden bahseder (334/ 1). Selmani, el
yanında kendini öven, dünya kendisininmişçesine hareket eden ve boş
konuşanları eleştirir, bunun yanlışlığını ortaya koyar (297/ 4).
İlin sofrasında fazla övünen,
Bu dünyaya “benim” deyip değinen,
Boş sözler konuşup kendin beğenen,
Söz ehline kusur bulmuş gibidir, (297/ 4)
Cömertlik, Sözünde Durmak, Yalandan Kaçmak:
Âşık Selmani, cömertliğin her dinin temel vasıflarından olduğunu
belirterek dolaylı olarak cömert olmayı öğütler (174/ 4). Âşık Selmani, âşıkların
gerçek sözlü, zarif, özü sözü bir insanlar olmasından bahseder (51/ 3);
¾
118
insanların da konuşurken yalan söylememesi gerektiğini (212/ 3), gerçek sözün
halka ve Hakk’a yararlı sözler olduğunu, boş ve aldatıcı sözlerin yararlı
olmadığını söyler (232/ 1).
Bari Tâlâ muhtaç etsin merdine,
Cömertliktir layık olan her dine, (174/ 4)
Dürüstlük ve İyilik:
Âşık Selmani, insanların dürüstlükte başarı göstermesini (24/ 3), iyilik
yapması gerektiğini belirtir ve insanı incitmenin yanlış olduğunu söyler (316/
3). Gönül kırmanın huyu olmadığını belirterek gönül kırmanın yanlışlığına
değinir (368/ 1).
¾
Dürüstlükten gösterirsen başarı,
Gönülleri zedelemez haşarı, (24/ 3)
Çalışkanlık ve Tembellik:
Âşık Selmani, tembellik yapan insanların kadercilik anlayışına karşıdır.
Çalışan insanları örnek alıp onlardan üstün olmaya çalışmanın asıl unsur
olduğunu söyler (332/ 1); dünyaya boş vermiş insanları yerer, çalışan
insanların emeğinin karşılığının yiyip içmek olduğunu belirtir ve tembel
insanları çalışmadıkları için eleştirir (332/ 4). Dürüst çalışmanın ve işine sıkıca
sarılmanın önemine değinir. Cahillerin peşine gitmemeyi öğütler (123/ 4).
Dünyada hiçbir emeğin boşa gitmeyeceğini ve tembellik yapanlara, emek
vermeden bir bedel verilmemesini ister (128/ 5).
¾
Çekilen emekler gider mi boşa,
Çalışmayıp boş gezene, para yok. (1287 5)
¾ İnsanı Sevmek, Gönül Yıkmamak ve İnsanları Ayırmamak:
Âşık Selmani’nin şiirlerinde Yunusça bir insan sevgisi vardır. “Bir gönülü
yıktın ise/ Bu kıldığın namaz değil.” diyen Yunus’la, Âşık Selmani’nin
söyleyişleri benzer nitelikler gösterir. Gönlün Beytullah olduğunu söyleyen
Selmani, onu yıkmanın Kâbe’yi yıkmak olduğunu savunur (347/ 1), gönül
yıkmanın helal olanı dahi harama çevirmesinden bahseder (63/ 6). Ozanların
tüm hayalinin, düşünün insan sevgisi olduğunu ve görevinin birlik ateşini
yakmak olduğunu ifade eder (293/ 3). Selmani’nin sözlerini aynı şekilde başka
âşıklarda da görmek mümkündür. Âşık edebiyatının 19. yüzyıldaki önemli
temsilcilerinden sayılan Kayserili Âşık Seyranî’nin Develi Meydanı’ndaki
119
heykelinin doğu cephesinde yazılı olan dörtlük de Selmani’nin gönlün Kâbe
olduğuyla ilgili söyleyişleriyle büyük yakınlık gösterir:
Gönül Beytullah’tır gönülü yıkma,
Rahat tut kendini sıkma Seyranî
Elinden geldikçe kurmaya çalış,
Rızayı Bari`den çıkma Seyranî
Gerçek rıza alıp rızadan çıkma,
Gönül Beytullahtır yıkma Seyranî
İkrarında sabit durmaya çalış (347/1
Elinden gelirse imaret eyle
(Selmani)
(Seyrani)
Âşık Selmani, insanlık sevgisiyle can bulduğunu, insana önem
verdiğini belirtir ve insanı ayırmanın yobazlık olduğunu söyler. Allah’ın
yaratılışta ayrım yapmamışken, insanların bu ayrımı yapmasını yadırgar (303/
5).
¾ Ana, Baba ve Ataya Saygı:
Âşık Selmani, anasından kaçan bir evladın sevgisine inanmadığını,
zamanın evlatlarına da güç kuvvet yetmediğini söyler (259/ 1), ana hakkının
nur oluşundan, atasız Resul’e ümmet olunamayacağından, gönlü kibirli
olanların da cennete gidemeyeceğinden bahseder (259/ 4). Annenin evladını 9
ay karnında gezdirdiğini, ayetler ve hadislere ismini yazdırdığını söyler ve ana
hakkının Tanrı hakkı olduğunu belirtir (262/ 3). Ataların ayaklarının altının
cennet olduğunu söyleyerek, “Cennet anaların ayakları altındadır.” hadisine
gönderme yapar (327/ 2).
Bil imanın şartı altı,
İmanlı işlemez haltı,
Ataların ayakaltı,
Evlatlara cennet olur, (327/ 2)
¾ Okula, Öğretmene, Kitaba Saygı:
Âşık Selmani, Eski Tokat Valisi Yazıcıoğlu’na yazdığı şiirde onun okul
kurmasından bahsetmekte ve onu övmektedir. Dolayısıyla da okulu, eğitimi
yüceltenleri methetmektedir (387/ 2). Öğretmene olan sevgi ve saygısını,
yapılan görüşmemizde kendisine selamlarını ileten hocalarımıza irticalen
söylediği bir şiirle ifade etmiştir. Öğretmenleri “insan sevenlerin yücesi” olarak
ifade eder (272/ 1). Teknolojik yeniliklerin kökünü kitap okumaya bağlar (290/
2). Kitabı en büyük emanetlerden biri olarak gösterir (291)
Madem Muhammed’in hocasısınız,
Muhammed’i seven sizi de sever,
İnsan sevenlerin yücesisiniz,
Muhammed’i seven sizi de sever (272/ 1)
120
Evlat Sevgisi:
Âşık Selmani, evlat sevgisinin Kuran’la birlikte iki emanet olduğunu
söyler ve bunları sevmekle hakikatin bulunacağını, bunları sevmekle insanın
Allah katında derecesinin artacağını belirtir (361/ 3). İyi evlat yetiştirip onu
ilimli kılmanın, ona bilmediğini öğretmenin büyük sevap olduğunu söyler
(291/ 3).
¾
Evlat yetiştirip yüzü güldürmek,
İlim bilip cehaleti öldürmek,
Bilene bilmediğini bildirmek,
İnsanlar içinde büyük sevaptır, (291/ 3)
Eleştiri:
Âşık edebiyatında yer alan eleştiri niteliğindeki şiirler âşık
karşılaşmalarında “atışma” ve “taşlama” gibi adlar alır. Âşıklar kendilerince
olumsuz olan şeyleri taşlarlar. Günümüzde yergi, satirik şiir; divan
edebiyatında “hicviye” olarak adlandırılan türün âşık edebiyatı karşılığı
taşlamalardır. Âşıklar gerek bireysel, gerek toplumsal taşlamalar yaparlar.
Taşlamalar konusunda Artun: “Âşık edebiyatı içinde taşlamalar
genelde yakınma niteliklidir. Kişisel taşlamalarsa daha çok âşığın iç dünyasını
yansıtır. Toplum yapısı bozulunca âşık da toplumu taşlar. Âşık şiirlerinde
felekten yakınma çokça görülür. 19. yüzyıldan itibaren toplumsal kural
bozucuları eleştirilmiştir. 20. yüzyılda ise kader kavramı âşıklarca
kullanılmaya başlar. Bireysel eleştiriler ağırlık kazanmıştır. Toplumda
umduğunu bulamayan âşık yazgısına küser. Taşlamalar âşık edebiyatının
lirizmden uzak, gerçekçi yönünü ortaya koyar. Âşık tarzı şiirde taşlamalar şu
şekilde sınıflanabilir: 1- Toplumsal 2- Feleğe Yönelik 3- Kişilere Yönelen 4Güzele- Sevgiliye Yönelik 5- Kişisel 6- Hayvanlarla, doğa güçleriyle ilgili
taşlamalar.“(Artun, 1996: 206) demektedir.
Âşık Selmani de, daha önce de belirtildiği üzere kendi ifadesiyle,
taşlamayı seven, aksaklıkları dile getiren, kimseden çekinmeyen bir âşıktır.
Selmani, gördüğü yanlışları hep şiirlerine taşımıştır. Kimi zaman sevgiliyi,
kimi zaman toplumu, kimi zaman feleği, kimi zaman da kendini taşlamıştır.
Atışma dalında birçok ödül almış, bu alanda bilinen önemli âşıklar arasında
sayılmıştır. Âşık Selmani, Alevi- Bektaşi geleneğinden gelmesine rağmen,
birçok şiirinde onun Alevileri ve Alevi büyüklerini de taşladığı görülmektedir.
Onun için taşlamanın sınırı mezhep, dil veya din değil; yanlışın kendisidir.
Âşık Selmani şiirlerinde toplumsal eleştirilere yer verir ve toplumda
kötü giden bazı şeyleri dile getirir. İnsanlar arası yapılan ayrımları eleştirir
(303/ 5), insanların inançlarının gereğini yerine getirmediğinden, inançları
¾
121
uğruna kendini feda eden insan kalmadığından yakınır (67/ 1). Zalimlerin
tarafında olanların şefaatsiz kalacağını söyler (205/ 6).
Tembellik yapanları eleştirir (128/ 5), çalışkan insanları över; dürüst
çalışmanın ve işine sıkıca sarılmanın önemine değinir. (123/ 4) Saygının ve
sevginin öneminden yola çıkarak yaşlılara, anne ve babalara saygılı
olmayanların bir gün kendi başlarına da bunların geleceğini söyler (259/ 3).
Alevi toplumunda kerametli er kalmamasını, haram yiyenlerin çok olmasını
eleştirir (127/ 2).
Siyasetçilerin yalan konuşup toplumu kandırmasına içerlenir ve onları
taşlar (160/ 2). Kerbela Olayı’na atıfta bulunarak Yezit’i hazreti olarak ananları,
şeytana uyanları ve gerçekten inanan insanları inançsız sayanları eleştirir ve
bunların Hz. Muhammed’den şefaat ummaması gerektiğini söyler (205/ 6).
Toplumda ahlaki çöküntüden, utanma duygusunun kalmamasından, dünyaya
zalimlerin hâkim olmasından yakınır, afetlerin, depremlerin de bu yüzden
Allah’ın bir cezası olarak verildiğini ifade eder (283/ 1).
Âşık Selmani bazen de bireysel olarak eleştirilerde bulunur ve kişilerin
yanlışlarını taşlar. Özellikle sevgiliye bireysel eleştirilerini yöneltir. Onun
kendinden usanmasından, soğuk durmasından, yâd ellere meyil vermesinden
acı çeker ve sevgiliyi taşlar (385/ 1), muhannetliğinden dert yanar (39/ 1).
Sevgilinin kendine sevgi ve muhabbet duymamasından üzüntülü ve
şikâyetçidir; bundan dolayı ona, kendinden daha kötü hallere düşmesi için
beddua eder (80/ 1). Selmani, sevgili dışında kişileri de sık sık eleştirir.
Örneğin, Musa Dede adlı kişiyi iki emaneti (Kur’an ve Ehlibeyt) inkâr
etmesinden dolayı taşlar (288/ 4).
Âşık Selmani, toplumsal ve bireysel taşlamaları dışında kadere, feleğe
ve bahtına yönelik de eleştiriler yapar. Genelde kaderinin kötü olmasından
yakınır. İşlerinin iyi gitmemesini bahtının kara olmasına bağlar. Bu durumda
da feleğe, kaderine, bahtına taşlama yapar. Herkes gülüp oynarken kendisinin
güvendiği dağlara kar yağması sonucunda kara bahtının hiç gülmeyeceği
şüphesine kapılır (105/ 1), kötü kaderin peşini bırakmamasından şikâyet eder
(346/ 5). Feleğin düzenbaz olduğunu onun eline düşenin ömrünün az
olduğunu belirtir (47/ 3); dünyanın faniliğine ve bu dünya mülkü için dava
gütmenin yanlışlığına değinir (59/ 1).
Günden güne açılmakta yaralar,
Silinmiyor kalplerdeki karalar,
Hakk yoluna harcanmıyor paralar,
Ne mürşit ne dede ne talip kaldı, (67/4)
122
4.1.6. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Milli Konular (Bayrak, Kahramanlık,
Vatan, Ordu, Atatürk)
“Âşık şiirinde yiğitleri, yiğitliği, vatanı öven şiirlere “koçaklama”
denir. Destanî öğeler halk şiirinde ‘koçaklamalar’ ile yaşar. Yiğitlik ve
kahramanlık şiirlerini daha çok asker ve köylü âşıklar işler. Övgü ve cesaret
verme esastır. Yiğitleri kutsamak ve yüceltmek Orta Asya geleneklerinden
günümüze kadar gelmiştir.” (Artun, 1996: 209)
Âşık Selmani’nin şiirlerine bakıldığında milli konularda hassas;
ülkesini, bayrağını, toprağını, ordusunu seven; Atatürk’e sevgi ve saygı duyan
bir insan olduğu görülmektedir. Âşık Selmani’nin sekiz şiirinde (25, 133, 158,
165, 176, 244, 313, 353 Numaralı Şiirler) ana tema milli duygularla örülüdür.
Başka şiirlere ait bazı dörtlüklerde de milli duygular hâkimdir; ancak bütünsel
olarak bakıldığında sekiz şiir tamamıyla milli duygulara yöneliktir.
Âşık Selmani, dış güçlere karşı al bayraktan vazgeçilemeyeceğini,
vatan için gerekirse can feda edilebileceğini söyler (273/7). Millet, devlet, ata ve
yurt sevgisiyle birlikte insanların birlik olmasına özlem duyar (165/ 1); Türk’ün
namuslu, çalışkan ve üstün başarılı olması gerektiğini ifade eder (165/ 4). Âşık
Selmani, Mehmetçiğin devletin gururu olduğunu, onların vatan ve din
uğrunda savaştığını, gerektiğinde de her şeyini vatana feda edebileceğini
belirtir (313/ 3), özü Türk olan insanların Türklüğünden gurur duyması
gerektiğini söyler (313/ 6). Din harici olana toprak ve namus teslim
edilemeyeceğini belirtir (353/ 1). Âşık Selmani, özünün Türk olduğunu ve
gerektiğinde canının kanının vatana kurban olduğunu söyler; her zaman da bu
devletin koruyucusu, bekçisi olacağını ifade eder (25/ 1).
Âşık Selmani, Atatürk’e sevgi, saygı duyar. Atatürk’ün vatanı gençliğe
emanet ettiğini ve onun izinde olanların başarıya ulaştığını belirtir (25/ 4).
Yurdun her yanında Atatürk’ün izlerinin olduğundan; “Yurtta sulh, cihanda
sulh” sözünün de yurtta hep bilinip hatırlandığını söyler (133/ 1). “O, yurda
göz koyan düşmanımızı/ Canından bezdiren Atatürk idi” (Ulu, 1987: 402)
dizeleriyle Atatürk’ün ülkeyi kurtarma adına direnişinden ve düşmanı
bezdirmesinden bahseder.
Selmani der Hakk’tan hayır beklensin,
İstemem ırkıma zulüm yüklensin,
Özü Türk olanlar hep büyüklensin,
Devletin gururu Mehmetçiklerdir, (313/6)
123
4.1.7. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Yaşamın Dönemleri:
İnsanın doğumundan ölümüne kadar olan süreçte bazı dönemler
vardır: Bebeklik, çocukluk, gençlik, olgunluk, yaşlılık (geçkinlik) vb. Selmani bu
dönemler içinde gençlik ve yaşlılık üzerinde çok fazla durmaktadır. Gençliği
iyi değerlendirmek gerektiğinden; yaşlılara, anne ve babalara saygı
göstermenin öneminden, bir gün herkesin yaşlanacağını unutmaması
gerektiğinden bahseder.
Selmani, yaşlılık kavramı yerine genelde “geçkinlik” ifadesini kullanır.
Gençliği iyi değerlendirmenin gerekliliğine değinir. Gençliğini iyi
değerlendiren kişilerin gönlünü sevenlere bağlamasından bahseder (43/ 4).
“1985 Dünya Gençlik Yılı” münasebetiyle yazdığı şiirde halk edebiyatının
Türkçenin özü olduğunu; âşığın sözünün ve sazındaki tellerin ‘millet, devlet ve
gençlik’ diye seslendiğini belirtir (331/ 2). Âşık Selmani, bir şiirinde 55 yaşına
gelmesine rağmen hâlâ kendini genç hissettiğini söyler (176/ 3).
Âşık Selmani, anne babaya saygı duyulmasını, yaşlanınca onların bir
kenara atılmamasını öğütler, kenara atanın da evlat sayılamayacağını (259/ 2)
ifade eder. Herkesin bir gün yaşlanacağını bilmesi gerektiğini, bir gün anne
baba ölünce yaşlılık sırasının evlatlara da geleceğini söyler (259/ 3). Sevgiliye
seslendiği bir şiirinde olgun insanları sevmesini söyler. Gençlerin
karşısındakini dile düşüreceğini, hâlbuki olgun insanlarda bunun
olmayacağını dile getirir (335/ 1).
Âşık Selmani, yaşam dönemlerinin sonuncusu olan ölüme de birçok
şiirinde değinmektedir. Bu şiirlerinde bazen ölüme ilâhi gaye ve bakış açısı
dışında bakar. Ölümü yardan ayrılığa tercih eder. Sevgili uğruna ölümü bile
göze alır. Onun ayrılığını, uzak oluşunu ölüm sayar. Ölümü bazen tasavvuf
dışında ifade eder.
Âşık Selmani, karamsarlığın insan ömrünü bitirdiğinden bahseder
(128/ 4); bu dünyada işlenen günahların cehennemdeki ateş olduğunu söyler.
O nedenle insanların ölünce, cennete mi yoksa cehenneme mi gideceğine
kendilerinin bu dünyada karar verdiğini belirtir (41/ 2); dünyada
ölümsüzlüğün sadece kalıcı bir eser bırakmakla sağlanabileceğine inanır. Kalıcı
olmak isteyen insana da eser bırakmasını öğütler (124/ 1). Sevgili için canından
geçebileceğini, ona canını feda edebileceğini söyler. Sevgilinin bir buse
vermemesini ölüm sayar (137/ 2); sevgilinin vefasızlığından, kendine
bakmadığından yakınır ve bu şekilde ölüme sürüklendiğinden bahseder. O,
sevgilinin kendine bakmamasını bile ölüme sebep sayar (161/ 2). Ölümü
vadenin yetmesi olarak ifade eder. Vade dolduğu vakit ölüm gerçekleşeceğini
düşünür (239/ 1); ölümü bir göç olarak nitelendirir (259/ 3). Selmani’nin
yaşamın dönemleriyle ilgili şiirlerine şu örnekleri verebiliriz:
124
Kendin bilen insan haddini bilir,
Haddini bilenin bet nefsi ölür,
Bu geçkinlik bir gün ona da gelir,
Anlar ana baba göçerse eğer, (259/3)
Ey Selmani kış misali,
Hem hayal hem düş misali,
Can cesetten kuş misali,
Uçacaktır uçmasın mı, (233/ 5)
4.1.8. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Türkçe Sevgisi, Edebiyat, Müzik:
Âşık Selmani’nin şiirleri incelendiğinde onun; bilinçli bir Türkçeci,
milli değerlere düşkün bir şair, halk edebiyatını üstün tutan ve edebiyatı bir
milletin öz kültürü gören bir araştırmacı, elindeki sazıyla sözlerini icra eden bir
müzik adamı olduğu görülmektedir. Selmani, Türkçe konuşmanın
güzelliğinden (316/ 3), Türkçeyi dünyada üstün dil haline getirmekten, (331/ 1),
halk edebiyatının Türkçenin özü olduğundan (331/ 2), Tokat’ta öz Türkçe
kullanıldığından (336/ 4), dünyadaki edebiyat ve halk kültürünün temel
güzelliklerinin Türk kültüründe olduğundan (293/ 4), müzik aletlerinden ve
bunları kullanmanın güzelliğinden (305/ 3) bahseder. Âşık edebiyatının
kökünün Allah- Muhammed- Ali anlayışına dayandığını belirtir. Âşık
edebiyatının oluşumunu Bektaşî edebiyatına bağlayan görüşü (Günay, 2008:
42) destekler (142/ 1).
Türk andırır Türk’ün ana dilini,
Diller millet, devlet, gençlik der durur, (331/ 1)
Halk edebiyatı Türkçenin özü,
Âşığın şairin ozanın sözü, (331/ 2)
Öz Türkçe konuşur lisanlarımız,
Türk’tür türkü söyler dillerin Tokat (336/ 4)
Edebiyat ile halk kültürünün
Şüphesiz ki tadı tuzu bizdedir (293/ 4)
125
4.2. ÂŞIK SELMANİ’NİN DİNİ VE TASAVVUFÎ ŞİİRLERİNDE İÇERİK:
4.2.1. Âşık Selmani’nin Dini‐ Tasavvufi Şiirlerinin Genel Özelikleri:
Âşık Selmani, âşık şiiri tarzında yazdığı şiirler yanında dini- tasavvufi
anlayışla da birçok şiir yazmıştır. Ancak onda dinin zahir kısmından ziyade
tasavvufun içe dönük tarafı baskındır. Dini öğelere her ne kadar yer vermiş
olsa da dinin gereklerini yapmada da tasavvufun temellerinden olan kalp
temizliği, gönül kavramlarına değinir. Kalp temizlenmeden yapılan ibadeti
riya olarak görür. Onun özellikle değindiği kavram dinden çok tasavvuftur.
Alevilik merkezli tasavvuf anlayışını da dinin temeli sayar. Bu anlayıştaki her
şeyin zaten İslam dinine uygun olgun olduğunu belirtir.
Selmani, Nazenin Tarikatı içinde yer aldığını, Bektaşiliğe sıkı sıkıya
bağlı olduğunu ve Hacı Bektaş-ı Veli’nin yolunda ilerlediğini ifade etmektedir.
Çetin; Selmani’nin hakikate gitmek, bunun için yol tutmak, Tariki Nazenin ehli
olmak, tarikatın dört yoluna bağlanmak gerektiğine inandığını belirtir ve
Selmani’nin şeriat, tarikat, marifet ve hakikat esaslarına sıkı sıkıya bağlı
olduğundan bahseder (Çetin, 1984: 27).
Selmani, şiirlerini genellikle dini- tasavvufi daire doğrultusunda
oluşturur. Onun bu tarzdaki bu şiirlerinde kullandığı dil, âşık tarzı söyleyişlere
göre daha ağırdır. Sık sık Arapça- Farsça kelimelere başvurur. Kur’an’ı
okuduğunu ve etkilendiğini, bazı şiirlerinde Kur’an’ı kendince işlediğini ifade
eder (337/ 3). Selmani bazen alıntı yaptığı ayet ve hadisleri Arapçadan olduğu
gibi aktarır. Bu nedenle de âşığın dili ağırlaşır hatta bazen anlaşılmaz hale
gelir.
Âşık Selmani, deyiş, düvazimam, mersiye ve divan tarzında söylediği
şiirlerinde, sık sık telmihe başvurur. Tarihi olay ve kişilerden tahkiye yoluyla
alıntılar yapar. Onların başlarından geçen olaylara değinir. Özellikle de
Alevilik içinde kutsal sayılan olay ve kişilere çok yer verir. Bunun yanında
Alevi felsefesine göre yaradılışı, Aleviliğin doğuşunu ve inanç anlayışını ortaya
koyar. Alevi söylencelerini şiirlerinde işler. Peygamberlere ait kıssalara atıfta
bulunur. Allah- Muhammed- Ali sevgisini işler. Ehli Beyit ve On İki İmam,
Hacı Bektaş-ı Veli ve diğer din büyüklerinin sevgisini şiirlerine taşır. İnsan
sevgisini temel alır, kalp kırmanın kötülüğüne değinir. İnançlı, bilgili ve
kültürlü olmayı över; inançsızlığı, cahilliği eleştirir. Ahlaka önem verir, ahlaklı
olmayı öğütler. Âşık Selmani, bildiği ve söylediği şeylerin özünü cem
ortamlarındaki sohbetlerden, deyişlerini okuduğu büyük Alevi âşıklarından ve
kitaplardan öğrendiğini söyler.
Âşık Selmani’nin yetiştiği ortam da dini- tasavvufi şiirler söylemesinde
çok önemlidir. Âşık Selmani, çocukluğundan itibaren cemlere katılmış, zâkirlik
126
yapmış ve derleme deyişler söylemiştir. Bunların onda uyandırdığı manevi
etki onun âşıklığında etkili olmuştur. Nasıl yazması gerektiğini, kullandığı
kelimelerin manalarını, tasavvufun ne olduğunu ilk önce bu törenlerde
öğrenmiştir. Zamanla olgunlaşmasıyla birlikte, kendi şiirlerini söylemiş,
okuduğu âşıklarla benzer konularda şiir yazmasına rağmen özgün bir tarz
ortaya koyduğunu belirtmiştir.
Âşık Selmani, tasavvufun “vahdet-i vücut” anlayışını şiirlerine taşır.
Onun düşüncesi, âlemdeki her şeyin Allah- Muhammed- Ali’den tecelli olduğu
yönündedir. Allah’ın önce Hz. Muhammed ve Hz. Ali’nin ruhlarını yarattığını,
kudret kandilinde bu ruhların binlerce yıl yaşadığını ifade eder. Dolayısıyla
her şeyden önce Allah- Muhammed- Ali’nin bu evrende var olduğunu söyler.
İnsanın vücudunda bile bu isimlerin yazılı olduğunu ifade eder. “Ene’l Hak”
anlayışının yanlış anlaşılmasından duyduğu üzüntüyü dile getirir, kaba
sofulara çatar.
Selmani, şiirlerini mistik ve tasavvufî temelde yazar. Kendisi Bektaşi
Nazenin tarikatına bağlıdır; ancak insanları bir gözle görmeyi kendine ilke
edindiğini söyler ve bunu “İnsanları bir gözünen, Gören Selmani Selmani”
dizeleriyle dile getir (Selmani, 2008: 227). İnsanlarda din, dil, tarikat ayrımı
yapmaz. İnsanı ayırmayı yobaz işi olarak görür. (303) Dört kapı kırk makam
anlayışını şiirlerine yansıtır.
Bazen Selmani’nin harflere mana yüklediği ve Hurufiliğe ilgi duyduğu
görülür. Âşık Selmani, tüm bu bilgilerin ilmi ledünle kendisine verildiğini
ancak bunu olur olmaz açmasının mümkün olmadığını belirterek tasavvufun
kaidelerinden birini ortaya koyar. Geçmişte inancından ötürü cezalandırılan
insanların yolunda olduğunu açıkça ifade eder, yani Nesimi, Hallacı Mansur
gibi mutasavvıfları örnek alır. Özpolat eserinde; “Alevi mutasavvıfların
Tanrı’nın, insanın, evrenin ve Kur’an’ın gerçek anlamlarını ve niteliklerini
düşünüp tartışmaya başladıktan sonra, kendilerinden önceki akımları da
elekten geçirirler ve bir sentez oluştururlar. O nedenle de inandıklarını
çekinmeden söyledikleri için de çile çeker, işkence görürler.” (Özpolat: 272)
görüşünü savunmaktadır. Selmani, 1980’lerden itibaren kendi dünyasına
çekilip âşık toplantılarında yer almayışının sebebini; şiirin özünü, gerçek aşkı,
sözün manasını anlamayan insanlarla birlikte olmak istememesi olarak ifade
eder ki bu; anlaşılmamanın ve fikirlerinden ötürü hor görülmenin onda
oluşturduğu tepkidir. Selmani de kendi fikirlerini açıkça ve çekinmeden
söylediği için kimi zaman bunu sıkıntılarını çekmiş, daha sonra da kendini bu
ortamların dışına atmış, kendi dünyasına çekilmiştir.
Âşık Selmani’nin şiirlerindeki tasavvufi motifler genelde şu şekildedir:
¾ Allah sevgisi, Vahdet-i Vücut, Aşk, Tecelli, İnsan
¾ Kutsal Değerlere Bağlılık
127
Allah- Muhammed- Ali Birliği, Ehli Beyit, On İki İmam ve Din
Ulularına Ait Anlatılar
¾ İnsanların İyiye, Doğruya, Güzele Ulaşmaları İçin Çaba Göstermesi
¾ Dünyanın Faniliği ve Ahiret İnancı
¾ Alevi- Bektaşi Felsefesi ve İnanç Kaideleri
¾ İnançlı Olmanın Faziletleri
¾ İnsan Sevgisi ve Kalp Kırmanın Kötülüğü
¾ Allah’ın Nimetlerine Şükretme ekseninde olduğu görülmektedir.
Âşık Selmani’nin incelediğimiz 392 şiiri içinde 121 şiirinde dinitasavvufi söyleyişlere rastlanmıştır. Bu şiirlerin çoğunun genel teması dinitasavvufi olmakla birlikte bazıları, başka türlerde yazılmasına rağmen bir veya
birkaç dörtlüğünde dini- tasavvufi tema mevcut olan şiirlerdir.
¾
4.2.2. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Din Kültürüyle İlgili Kavramlar:
Âşık Selmani’nin şiirlerinde din kültür ve değerleri önemli bir yer
tutmaktadır. Selmani İslam dininin temel motiflerini şiirlerinde kullanmakta ve
bunları kendi inanç değerlerine göre yorumlamaktadır. Selmani, İslam’ın ve
imanın şartlarına, İslam ahlakına değinmekte ve İslam için önemli olan kişileri
telmih yoluyla şiirlerine taşımaktadır. Selmani’nin din kültürüyle ilgili olarak
şiirlerinde geçen kavramlar şunlardır:
¾ Namaz:
Âşık Selmani, İslam’ın şartlarından olan namaza şiirlerinde yer
vermekte, namaz ve diğer tüm ibadetlerin temiz bir gönül ve özle
yapılmadıkça hükümsüz olacağından bahsetmektedir (4/1). Selmani, AleviBektaşi geleneğine bağlı bir âşık olduğundan onun namaz ve ibadet kavramı
Sünni anlayıştan farklıdır. Onun namaz olarak şiirlerinde bahsettiği cemde
yapılan ibadettir. Alevilikte namaz olmadığını söyleyenlere karşı çıkan
Selmani, Halil Öztoprak’ın, “Aleviler de Kur’an’ın ve Hz. Muhammed’in
emirlerine uymakta, ona göre ibadet etmektedir. Ayrılık sadece ibadet ve taatın
şeklindedir.” (Öztoprak, 1990:7) görüşünü destekler.
Selmani ibadetin gizliliğine inanır. Açıktan yapılan ibadetin ve yapılan
ibadetin söylenmesinin riyaya yol açabileceğine inanır. ”Öztoprak, bu konuda
Enam Suresi 92. ayeti delil göstermekte, ayette geçtiğini iddia ettiği “ Dinin
direği olan namazı saklasınlar.” cümlesini almaktadır. (Öztoprak, 1990: 12)
Ancak bu ayet, kaynaklarda farklı tercümeyle karşımıza çıkmaktadır.
Kaynaklar “namazı saklasınlar” şeklinde değil, “namazlarına devam etsinler.”
şeklinde tercüme yapmaktadırlar (www.diyanet.gov.tr). Âşık Selmani, her ne
şekilde yapılırsa yapılsın, gönülden ve gerçekten inanıp ibadetlerini yapana
saygı duyar; ancak gösteriş için ibadet yapan fakat gönlü temiz olmayanları da
eleştirir. İbadeti sadece camiyle sınırlamaz, asıl ibadethanenin gönül olduğu
128
görüşünü ortaya koyar. Her yerin Allah’ın evi olduğunu her yerde ona ibadet
edilebileceğini söyler. İbadet ehlinin her şeyden özünü ayırmasını ister. Savum
ve salat kavramlarına yer verir. Namazla ilgili olarak Selmani’nin şiirlerinden
şu örnekleri verebiliriz:
Kırk sekiz Perşembe ile yası matem orucun,
Daima tutmaktayız biz savım salât ehliyiz, (390/ 4)
Demekle namazı kılınmış olmaz,
Özü gönlü hakla bir olmadıkça, (4/ 1)
Şüphesiz namazım kılınmış diyen,
Gayrilerden özün seçmiş olmalı, (71/ 1)
Balık karnında kim bildi vaktini,
Orada namazın kılan kim idi, (86/ 4)
Bırakmazsa canı kul müşkülatta,
Özü gönlü olur savum salâtta,
Ruh gider gelirse aynı sıfatta,
Ruh cesede ten toprağa yakışır, (286/ 4)
¾ Oruç:
İslam’ın şartlarından olan orucu Selmani’nin bazı şiirlerinde görmek
mümkündür. Selmani, daha çok Muharrem’de tutulan oruçtan bahseder.
Savum ve salat kavramına yer verir. Bu konuyla ilgili olarak da Selmani’nin
şiirlerinden şu örnekleri verebiliriz:
Kırk sekiz Perşembe ile yası matem orucun
Daima tutmaktayız biz savmu salât ehliyiz (390/ 4)
Muharremde et yenmez su içilmez,
Yas çekmeyenlere kıymet biçilmez, (22/ 6)
Bırakmazsa canı kul müşkülatta,
Özü gönlü olur savum salâtta,
Ruh gider gelirse aynı sıfatta,
Ruh cesede ten toprağa yakışır, (286/ 4)
129
Hac:
Âşık Selmani, İslam’ın şartlarından “hac” kavramına da değinir.
Dünyadaki en büyük “Kâbe”nin insanın gönlü olduğundan bahseder. Onu
yıkmanın Kâbe’yi yıkmak olduğunu belirtir. İbadette gösteriş değil, gönülden
yapmayı arar. En büyük haccı gönül ziyareti sayar, bir gönüle girmenin tavaf
gibi olmasına değinir:
¾
Kâbe kıble sensin hacı
Gel dertlere derman eyle (45/ 2)
Gönül ziyareti bilmeyen cana,
Hacı demek zor geliyor ciğerim, (171/ 4)
Gönül Beytullah’tır gönülü yıkma
Elinden geldikçe kurmaya çalış (347/ 1)
Âşık edebiyatının 19. yüzyıldaki önemli temsilcilerinden sayılan Kayserili
Âşık Seyranî’nin Develi Meydanı’ndaki heykelinin doğu cephesinde yazılı olan
dörtlük de Selmani’nin bu söyleyişiyle büyük yakınlık gösterir:
Rahat tut kendini sıkma Seyranî
Rızayı Bari`den çıkma Seyranî
Gönül Beytullah’tır yıkma Seyranî
Elinden gelirse imaret eyle
Selmani’nin bu söyleyişine benzer söyleyişleri, kendisinde büyük etkisi
olduğunu söylediği Seyyid Nesimi’nin şu şiirinde de rastlamak mümkündür:
Kalbi mümin beyt’ül Hak’tır,
Hac-ı ekber andadır,
Belki Hak onda bakidir,
Yıkma gönlün kimsenin (www.antoloji.com)
¾ Zekât:
Âşık Selmani’nin şiirlerinde “zekât” kelimesi geçmese de fakiri koruyup
kollamanın önemine, ona yardım etmenin gerekliliğine değinilir:
Olgun ocak oğlu olayım dersen
Fakirin halini sormaya çalış, (347/ 3)
130
Allah İnancı ve Allah’ın Adları:
Âşık Selmani, şiirlerinde “Allah”ın isimlerini ve sıfatlarını farklı
şekillerde kullanmakta, Allah’ın birçok ismine yer vermektedir. Allah’ın
varlığını, birliğini, sevgisini, büyüklüğünü, her şeyin yaratıcısı ve sahibi
olduğunu anlatmaktadır. Ona yakarışlarda bulunmakta, ona koşulsuz sevgiyle
bağlı olduğunu belirtmektedir. Vahdet-i vücut felsefesini şiirlerinde
işlemektedir. Her şeyin Allah’ın bir görüntüsü olduğundan, Allah’ın insanın
kalbine gizlendiğinden ve âşıkların sevgisinin Allah sevgisi olduğundan söz
etmektedir.
Selmani, Enfal Suresi 24. ayette geçen: ”Ve bilin ki muhakkak Allah,
kişi ile kalbi arasına girer.” sözleriyle, tasavvuf anlayışında Tanrı’nın insanın
kalbine gizlenmesi hususunu özdeşleştirir.
Selmani, Allah- Muhammed- Ali birliğinden bahsederken “Ve hüvel
Aliyy’ül azim” şeklinde biten “Ayet-el Kürsi”de Allah’ın isimleri sayılırken
Ali’den bahsedildiğini ifade eder. Selmani’nin şiirlerinde Allah’ın isimlerinin
ve sıfatlarının şu kullanımları ile karşımıza çıktığını görmekteyiz: “Allah (166/
3), Tanrı (131/ 3), İlah (306/ 5), Hak (103/ 4), Hak Teâlâ, Allah-u Teâlâ (56/ 1),
Rahman (294/ 3), Mevlâ (264/ 3), Bari Teâlâ (168/ 1), Rabb’il Âlâ (168/ 1), Rab,
Rabb’il Âlemin (230/ 2), Rab biyel Âlemin (303/ 1), Gaffar’ız Zünup (45/ 4),
Yaradan (103/ 2), Huda (213/ 1), Gafur (245/ 2), Celil (245/ 2), İlla (362/ 5), Zül
Celal”. Selmani’nin bu kullanımlarına şu örnekleri verebiliriz.
¾
Selmani der Allah beni söyletir, (183/ 5) Her şeyin yaratıcısı
Dedi haberdardır cömert İlâh’ı (306/ 5) (Kendine ibadet edilen)
Ey Selmani Arif olup bil Allah‐u Teâlâyı (Namı büyük Allah)
Münkirler lâ deseler de sen zikreyle İllâ’yı (Yücelik)
İnsanların cemalinde görmeyenler Mevlâ’yı (362/ 5) (Sahip)
Tanrı dosttur kalbimizde beslenir (131/ 3) (Türkçede Allah)
Cahil olan fark edemez şek nedir, Rahman nedir, (294/ 3) (Hayır, nizam, adalet
sahibi)
Âşığın sevgisi Hak sevgisidir, (103/ 4) (Doğru olan)
Şükür kim Bari Telâ’ya (Her şeyi gayeye uygun yaratan Allah)
Sığındım Rabb’ül Âlâ’ya (168/ 1) (Yüce Allah)
İsmi Gafur, Celil Allah’a yalvar (245/ 2) (Merhamet eden, bağışlayan,
mertebesi yüksek)
Bizi yaradan Huda’nın bir gizli hikmetiyim (266/ 2) (Sahip)
İsminiz Gaffar‐üz Zünup (45/ 4) (Günahları örten)
131
Düşünmek lazımdır o Zül Celal’i, (63/ 6) (Allah’ın kahır sıfatlarının tümü)
(Gölpınarlı, 2004: 67), cemal sıfatının zıddıdır (Pala, 1995: 108).
Melekler:
Âşık Selmani Allah’ın meleklerine inanır ve şiirlerinde onların
görevleri, önemleri üzerinde durur. Dört büyük melekten, cennetteki Huri ve
Gılman meleklerinden, Alevi yaradılış felsefesinde adı geçen Sima melekten,
Zebani’den bahseder. “Ey melek bakışlı sarışın güzel” (137/ 2) dizesinde
olduğu bazen sevgililerini de benzetme yoluyla melek olarak nitelendirir.
¾
Cebrail’e ustaz olup irşat eylediğini,
Kudret kandili içinde her dem duran andırır, (285/ 2)
Azrail’e mektup bari salayım,
Canımı almasın günüm bitmeden, (196/ 1)
Mikail’dir terazinin başında,
Yıldızı da şah parlattı kaşında, (320/ 3)
Hayır melekleri gelsin yanıma
Zebani gelmesin kıyar canıma (332/ 5)
Peygamberler:
Âşık Selmani, başta Hz. Muhammed olmak üzere tüm peygamberlere
iman eder. Şiirlerinde birçok peygamberin kıssalarına, hayatlarına,
yaptıklarına telmih yapar. Âşık Selmani’nin şiirlerinde geçen peygamberler
şunlardır: “Hz. Âdem, Hz. Şit, Hz. Nuh, Hz. İdris, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz.
İsa, Hz. Davut, Hz. Yusuf, Hz. Yunus, Hz. Süleyman ve Hz. Muhammed”den
bahseder. Hurufilik inancında Farsçadan alınan “pa, ça, ja, ka” harfleri önem
taşır. Selmani bu harflerin dört peygamberi temsilinden bahseder. Pa: Âdem,
Ça: Nuh, Ja: İbrahim Ka: Muhammed.
Âşık Selmani’ye göre Hz. Muhammed, Allah’ın nurudur. O nebi
zişandır. Yüce peygamberdir. Fahri kâinattır. Allah- Muhammed- Ali inancının
temellerindendir. Hz. Ali’nin musahibi, can yoldaşıdır. Hz. Fatıma’nın babası,
Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in dedesidir. Alevilerin Hz. Ali’yle birlikte
vazgeçilmez unsurudur. Âşık Selmani’ye göre Hz. Muhammed bir Alevi’dir.
Çünkü Selmani’nin inanç değerlerinde Aleviliğin ilk noktası Hz.
Muhammed’dir. O; Alisiz Muhammed; Muhammedsiz Ali olmaz
¾
132
görüşündedir. İkisini birbirinden ayırmaz. Şiirlerine bakıldığında da hemen
her şiirinde Hz. Muhammed ve Hz. Ali beraber anılır:
Muhammed Ali’yi seven,
Muhammed’e ümmet olur, (327/ 1)
Yaradan’dan Muhammed’den gayrıya,
Muhammed’i seven sarılır mı hiç, (28/ 2)
Selmani birçok şiirinde telmih yoluyla peygamberlerden
bahsetmektedir. Buna şu örmekler verilebilir:
Âdem buldu kuvvet kudret,
İki çömlek oldu eşit,
Kisboldu nur-u hidayet, (62/ 2)
Var oldu Şit nebiyullah, (62/ 3)
Bu İslam’ın aslını bil,
İbrahim-i Halilulullah, (62/ 4)
Yusuf olup o Mısır’a yerleşen
Yusuf’u Kenan’dan ibret alalım (156/ 4)
Kutsal Kitaplar:
Âşık Selmani, peygamberlere inen dört kutsal kitaptan özellikle de
Kur’an’dan şiirlerinde bahsetmektedir. Hz. Muhammed’e inen kutsal kitap
olan Kur’an’ı Âşık Selmani her şeyin temeli olarak nitelemektedir. Selmani,
Kur’an’ı üç kez hatmettiğini belirtmiş, mealiyle beraber okumuştur. Selmani,
şiirlerinin temelini de Kur’an’a dayandırır:
¾
Oku gel Hakk’ın ismini dört kitapta mutlaka,
Gör ne yazmış Hak Teâlâ ol hatmi Kuran içre, (56/ 2)
Muhammed Ali’yi metheder Kur’an
Ali’dir yıllarca kandilde duran (75/ 3)
Bir eliften bin bir mana açarım
Kur’an inkâr edenlerden kaçarım (288/ 3)
Âşık Selmani, Hz. İsa’ya inen kutsal kitap olan İncil’den de bahseder.
İncil’de de Hz. Ali’ye İlya olarak yer verildiğini söyler:
İncili hatmedip bildim İlya’yı,
İncil içre sır İlya’ya hoş geldin (213/ 4)
Kur’an’da Murtaza, İncil’de İlya,
Yokları var eden Rabbi Teâlâ, (Selmani, 2008:271)
133
Selmani, Hz. Davut’a inen kutsal kitap olan Zebur’dan da bir şiirinde
bahseder:
Zebur’la Davut’tan verildi haber,
Onun için çok severim kitabı, (64/ 2)
Âşık Selmani, Hz. Musa’ya inen kutsal kitap olan Tevrat’tan da
şiirlerinde bahseder ve Tevrat’a da göz attığını söyler:
Selmani der bir göz attım Tevrat’a
Aziz mihman mihri yaya hoş geldin (213/ 5)
Ahiret İnancı:
Âşık Selmani’nin ahiret gününe olan inancı tamdır. O asıl hayatın
ahiret olduğuna, bu dünyanın fani olduğuna inanır, bundan ötürü bu dünyaya
tamah etmemek gerekir. Bu dünya imtihan dünyasıdır ve insan günahlardan
kaçmalıdır. Günahlar insanı cehennemlik kılar. Bundan dolayı Selmani
insanların cehenneme ateşini kendisinin götürdüğüne inanır. Cehennemi
günahkâr ve kalbi kirli olanlara, cenneti ise kalbi temizlere layık görür.
Ölmeden önce ölenlerin yani tasavvuf manasıyla nefsini öldürenlerin,
“Ente mut” sırrına erenlerin yeri cennettir. Şiirlerinde cennet- cehennem ve
bunlarla ilgili kavramlara yer verir. Âşık Selmani, cenneti bir mükâfat yeri
olarak ifade eder. Dünyada hayır iş yapanların, günahtan kaçınanların, ibadet
edenlerin cennete gideceğini söyler (22/ 5) Selmani’ye göre cennet de cehennem
de insanın kendi elindedir. Selmani, cehennemi dünyada günah işleyenlerin
ahirette gideceği ve ateşini dünyadan götüreceği yer olarak ifade eder. İnsanın
özü çürükse, bunların kendi ateşiyle cehennemde yanacağından bahseder (74/
5).
Selmani, Huri‐ Gılman meleklerine de şiirlerinde yer verir. Cennet
melekleridir. Cennete giden erkeklere Huri, kadınlara ise Gılman melekleri
verilir. Selmani, mecazi aşklarında sevgilileri Huri’ye benzetir. Gılman
kelimesini de Huri kelimesiyle birlikte kullanır (118/ 4). Selmani, cennetteki
Kevser suyuna da değinir. Gerek benzetme amaçlı gerek gerçek anlamıyla
“Kevser” kelimesine yer verir. Selmani, kendisine de Kevserin nasip olmasını
ister (193/ 1). Selmani’nin yer verdiği diğer bir kavram da Zebani’dir ki
Selmani ondan yani cehennemden korktuğunu ifade eder (143/ 4). Bunlarla
birlikte Selmani, Sırat (390/ 3) ve mahşer (172/ 2) kavramlarını da şiirlerinde
işler:
¾
134
Cehennem insanın çürük özünden,
Yananlar hep kendi ateş közünden, (74/ 5)
.
Rüyasında bile cennet görmeyen
Huri’yim Gılman’ım dese ne fayda (10/ 3)
Bu dünyada çekerse kul cefayı
Ahirette sürer mutlak sefayı (334/ 5)
Ateş yoktur inan öbür dünyada,
Burda düşmedinse köz arasına, (24/ 1)
Bize gerektir erenler cennet için ibadet,
Hayrı şerri tartmaktayız mizan sırat ehliyiz, (390/ 6)
Kader ve Kaza İnancı:
Âşık Selmani, kadere ve kazaya inanır; ancak kaderci değildir. İnsanın
her şeyi yaptıktan sonra kadere razı olmasını ister. Kader deyip uğraş
göstermeyenlere, tembellik yapanlara karşı çıkar. Selmani’nin bazı şiirlerinde
kaderinin kötülüğünden dert yandığı görülür:
¾
Girdim kader talih ile oyuna,
Çırpınıp dururum ütene kadar, (239/ 3)
Üç beş gün dünyada tembellik yapıp
Feleğe, kadere bulunmaz kusur (332/ 1)
Derdi gamı verir alırsa alır,
Kimse mani olmaz dediği olur,
Her ne iş işlerse yanına kalır,
Soruşulmaz kader ile imkânsız, (386/ 4)
Hayır ve Şer İnancı:
Âşık Selmani, hayır ve şerre inanır, insanının maneviyatla hayır sahibi
olacağından ve şerden kurtulabileceğinden bahseder. Hayrın da şerrin de
insanın iradesinde olduğunu söyler. Gerçekten mümin olanların hayrı
isteyeceğini, şerdense kaçacağını belirtir:
¾
135
Hayır ile şerri, bildirir sana
Vakti iken manasına er yürü (360/ 2)
Hayır da elinde şer de elinde,
İster hayır iste ister şer yürü. (360/ 4)
Hak peygamber şerri buyurmamıştır
Ceset diri nefis ölü gelesin (223/ 5)
Âşık Selmani’nin Şiirlerinde İslam Ahlakı:
Âşık Selmani, İslam ahlakıyla ilgili olarak, “güzel huy, ahlak, ar
namus, şeref, hayâ, doğruluk, dürüstlük, cömertlik, sabır, şükür, helal, haram,
yardımseverlik, ilim, zikir, merhamet, kibirden uzak olma, vefa, iyilik, sevgi,
olgunluk, hikmetli olmak, hakka riayet, inançlı olmak, kul hakkı vb.
kavramlara yer verir:
¾
Sabır ehli olmak kendi hilminden,
Selmani’nin dersi batın ilminden, (33/ 5)
İnsanlarda namaz niyaz naz olur,
Güzel ahlak girer naz arasına, (24/ 2)
Mağrurluk nefs için en büyük düşman
Bunlara aldanıp doğruluktan şaşman (223/ 4)
Ömrümüzü vermeyelim talana
Konuşurken varmayalım yalana (212/ 3)
Nur nakletti emri celil,
Cebrail’di ona delil,
Bu İslam’ın aslını bil,
İbrahim-i Halilulullah, (62/ 4)
Din İslam sayılmaz şerre gidenler,
İkilik güderek nefret edenler, (313/ 5)
136
4.2.3. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Tasavvuf ve Tasavvufla İlgili Kavramlar:
Âşık Selmani, tasavvuf inancına sahip, Nesimi’lerin, Hallac-ı
Mansur’ların yolunda olduğunu söyleyen, “vahdet-i vücut”a inanan, kâmil
insan olmaya çalışan ve olmayı öğütleyen, Allah’ın insanın kalbine gizlendiğini
ve orda tecelli ettiğine inanan bir âşıktır. O, aşkı ilahiye inanır. Diğer tüm
aşkları değersiz bulur. Onun için var olan en büyük aşk Allah- MuhammedAli aşkıdır. Allah öncelikle onlarda tecelli etmiş, sonra bütün insanların kalbine
gizlenmiştir.
Allah inancı başlıklı bölümde Âşık Selmani’nin Allah’a ve dünyaya
bakış açısı incelendiği için bu bölümde tekrara düşmemek için bu konulara
değinilmeyecektir. Âşık Selmani’nin tasavvuf kültürüyle ilgili kavram
incelenmesi şu sıralamayla yapılacaktır:
4.2.3.1. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Tekke ve Tekkede Bulunan Kişiler:
Tekke, tarikata mensup kişilerin toplandığı, dervişlerin oturdukları,
hizmet ettikleri yerdir. Kaya tekkelerin topluma etkisinden bahsederken:
“Tekkeler kendi görüşlerini topluma yaymak için birinci derecede edebiyat ve
dilden yararlanmışlardır.” (Kaya 2007: 242) der.
Âşık Selmani de kendini Muhammed- Ali’nin yolunda Hacı Bektaş-ı
Veli’nin tarikatında olarak tanıtır. Nazenin tarikatına bağlı olduğunu söyler.
Âşık Selmani için tekke, cem evidir. O çocukluğundan itibaren orada
bulunmuş, deyişler, düvazimamlar, mersiyeler söylemiş, Allah- MuhammedAli’yi zikretmiş, cemde “zâkir” postunda oturmuştur. Büyüklerinden el almış,
kendisini Alevi felsefesi içinde tasavvufa adamıştır. Yayımladığı kitabın adı
“Batın İlmi Divanı” olup kendisine tasavvuf yolunu seçtiğinin en açık delilidir.
Onun mürşidi; büyükleri olduğu kadar, okuduğu kaynaklar, büyük âşıkların
deyişleri olmuştur. Onlardan erkânı öğrenmiş, bu yola bağlanmıştır. Selmani
için dergâh gâh dünyada Allah’ın anıldığı yerler gâh Allah’ın huzurudur (287/
3). Âşık Selmani’de tekke ile ilgili kavramlar şu şekilde sıralanıp örnekler
verilebilir:
Âşık Selmani’nin şiirlerinde, tekke ile ilgili olarak: “Tekke (335),
Dergâh (254, 287, 300 ), Virane (239, 306), Muhabbet Kapısı (48), Yol (7, 8, 27,
42, 48 v.d.)” vb. kavramlara yer verilmektedir:
Selmani’nin gözün yaş için söyle,
Tekkeler gübbeler taş için söyle, (335/ 5)
Velhasıl Âdem’e secde etmedi
İblis’i dergâhtan süren Allah’tır (287/ 3)
137
Tahkik Kâbe’yi anlayıp nazı niyaz eyleyen,
Hacı Bektaş dergâhında şan veren Bektaşi’dir, (300/ 2)
Muhammed Ali’nin yolu erkânı,
Sürenindir sürmeyenin değildir, (307/ 1)
Âşık Selmani, tekkedeki kişilerle ilgili olarak da: “Talip, Dede, Mürşit,
Muhip, Baba, Saki, Pir, Rehber, Mürşid-i Kamil, Mürit, Yol Kardeşi, Musahip,”
kavramlarını şiirlerinde sıklıkla kullanmaktadır. Bunların, Âşık Selmani’nin
şiirlerinde kullanımları şu şekildedir:
¾ Talip:
“Tarikata, yola girmek isteyen Alevilere verilen isimdir.” (Korkmaz
2003: 412). Tarikatın ilk basamağını oluşturur.
Sen bu hataları düzeltemezsin
Dede talip karışımı oldukça (6/ 7)
¾ Muhip:
“Tarikata sevgi beleyip girmek isteyen ya da tarikata girmiş ancak
derviş olamamış kimse.” (Korkmaz, 2003:303)
Mürşit, muhip karışımı baştadır
Alevilik sonu gelmez kıştadır (6/ 2)
¾ Mürşit:
Müritlerine kurtuluş yolunu ve Tanrısal sırların çözümünü gösteren,
dervişleri yöneten yönlendiren, sözü yasa niteliği taşıyan, üstün aşamalı
tarikat, yol ulusu. Mürşidin kapısı dergâhtır. Mürşitten doğmak ise nasip
alarak yeniden dirilmektir. Yola giren kişi mürşitten doğar. (Korkmaz, 2003:
319)
Mürşitsiz rehbersiz yola gidenler,
Muhammed’den hiç şefaat ummasın, (204/ 5)
Âşık Selmani, mürşit kelimesi yanında “mürşid‐i kâmil” kavramını da
kullanır. “Mürşid-i Kamil tasavvufta aranan insan tipidir. Mürşitlerin piri Hz.
Muhammed kabul edilir.” (Kaya 2007: 551)
Mürşidi kâmilden aldık haberi
Ana hakkı Tanrı hakkı dediler (262/ 1)
138
Dede:
“Alevilikte- Bektaşilikte mürşitlik aşamasına gelmiş, Babagan kolunda
baba, Çelebiyan kolunda Çelebi adıyla anılan ve cemdeki 12 hizmet
sıralamasında ilk sırada gösterilen cemi yönetme hizmetinin sahibi
durumunda olan dini lider.” (Korkmaz 2003: 112). Âşık Selmani, dedelerle ilgili
birçok şiir yazmıştır. Selmani dedelerin bu makamın hakkını verememesinden
şikayetçidir. Onun istediği dedelik makamı her tür benlikten, günahtan
arınmış sadece Hakk yolunda olan bir dedeliktir. Selmani zaman zaman
dedeleri sert bir şekilde eleştirmiştir. Kendine göre, Aleviliğin özüne aykırı
hareket ettiğini düşündüğü dedeleri taşlamıştır:
¾
Dedem bir noktada aldanıyorsun
İlme mağrur olma! Sakın gururdan (195/ 1)
Şah-ı Merdan Ali cemde bulunsa
Ne dedeler anlar, ne talip anlar (242/ 1)
Doğru yol dururken eğri giderek,
Aklınca kervanı doğru yederek,
Mağrurluk kibirlik benlik ederek,
Haram helâl demez yutar dedeler, (260/ 2)
¾
Pir:
“Yolun kurucusu, yayıcısı, önderi olan ve tarikatta, yolda en yüksek
aşamada bulunan kimse demektir. Bu anlamda Bektaşilikte Pir Hacı Bektaş
Veli’dir.” (Korkmaz 2003: 354). Selmani’nin şiirlerinde de pir kavramına
değinilmiş olup; Selmani, bir pire bağlanmanın gerekliliğine değinir.
Ali’nin yoluna gitmemiz için
Bir kâmil mürşidi pir etmeliyiz (389/ 1)
Hayra himmet deyip söze başlarken,
Hak Muhammed Ali gelir dilime,
Pir aşkına gözlerimi yaslarken,
Şah İbrahim Veli gelir dilime, (48/ 1)
139
Rehber:
“Cemdeki on iki hizmet sıralamasında yer alan; dedenin, babanın
yöneteceği törenleri hazırlama, yola girecek canlara yolu öğretme görevini
yerine getiren kimsedir.” (Korkmaz 2003: 364) Selmani, mürşit ve rehber
olmadan yola girilemeyeceğini söyler.
¾
Mürşitsiz rehbersiz yola gidenler,
Muhammed’den hiç şefaat ummasın, (204/ 5)
Baba:
“Bektaşiliğin Babagan kolunda mürşitlik aşamasına gelmiş, törenleri ve
dergâhın iç işlerini yöneten kişi.“ (Korkmaz 2003: 73) Selmani de yol büyüğü
anlamında baba kavramına değinir. Ancak Selmani’nin bağlı olduğu çevrede
“baba” değil “dede” kavramı kullanılmaktadır.
¾
Dedeler, babalar yol büyükleri
Üstüne yüklenmiş ağır yükleri (75/ 2)
Derviş:
“Kendini tarikat yoluna adamış, derece olarak muhipten sonra gelen
kimse.” (Korkmaz 2003: 114) Selmani, kendini Hakk’a adama noktasında yolda
olanların her şeyden arınıp kendini yola adaması gerektiğini söyler.
¾
Hakk’a erginlikten dervişanlıktan,
Dünyaya ölmeyen bir eser bırak, (124/ 5)
Selmani der, aşkla gönlü dolanın,
Hakk’ı, halkı sevip rengi solanın,
Dünyayı terk edip derviş olanın,
Aba derdi, hırka derdi, şal derdi, (87/ 5)
Yol Kardeşi:
“Musahip olma durumudur. İkrar vermiş evli canların yaşam boyu
dayanışmasıdır.” (Korkmaz 2003: 305). Musahip olma cem törenlerinde
herkesin huzurunda yapılır. Selmani’nin en çok önem verdiği kavramlardan
biri musahipliktir. Selmani’ye göre musahiplik kardeşlikten daha önemlidir.
İkrar verip musahip olduktan sonra onun dönüşü yoktur. Musahip olan
¾
140
kimseler Aleviliğin tüm gereklerini yerine getirmekle sorumludur. O nedenle
çok zor bir görevdir.
Musahip olanlar gerçek Alevilik yolunda olan kişilerdir. Musahibi
olmayan Alevilerin öze uzak olmasından bahseden Selmani, eşi ve kendisinin
de musahiplerinin olduğunu belirtir. Selmani’nin ve eşi Yeter Hanım’ın
musahipleri Hamza ve Saniye Bakır çifti olup bu kişiler vefat etmişlerdir.
Selmani, Alevi inancında kabul edildiği şekliyle musahipliğin temelini Hz.
Muhammed’le Hz. Ali’ye götürür. Alevi felsefesinde yer alan ve kırklar
ceminde Hz. Muhammed’in “Lahmike lahmi, demmike demmi, ruhike ruhi,
cismike cismi” yani “Ali'nin eti benim etim, kanı benim kanım, ruhu benim
ruhum, cismi benim cismimdir. “ diyerek Hz. Ali’yle musahip olmasına
değinir. Bu kavramla ilgili olarak şu örnekleri verebiliriz:
Her kaç yıl olursa olsun yaşımız,
Okumayı bilsin yol kardeşimiz, (63/ 5)
Eksikli meydana girmek günahtır,
Musahip kavline girenler gelsin, (230/ 1)
Saki:
“Bütün feyz ve sevgini kaynağı anlamında ‘Tanrı’, cennette kutsal
ırmağın suyunu dağıtan ‘Hz. Ali’, Tanrı’nın nurunu ve sevgisini dağıtan
anlamında Pir-i Hakikat (Hacı Bektaş-ı Veli), kimi bölgelerde on iki hizmet
sırasına giren, şerbet ve dem şişelerini dağıtıp temizleyen kişidir.” (Korkmaz
2003: 374) Selmani, “saki” kelimesini ilâhî anlamıyla kullanır. Bir mürşit ya da
pir kutsal bilgiler sunan birer sakidir. Hz. Ali de saki olarak düşünülür. Çünkü
aşkı sunan odur:
¾
Güzellerin aşkı ile içmişiz aşk meyini,
Sakiyi Haydar-ı Kerrar sunar tez tezeline, (50/ 3)
4.2.3.2. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Tasavvufi Nitelikli Kişiler:
Âşık Selmani’nin İslami kişi kadrosunu en çok kullanılan kişiler ele
alındığında, ”Ehli Beyit (Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin), On İki
İmam, Hacı Bektaş-ı Veli, Balım Sultan, Kızıl Deli, Bilal-ı Habeşi, Pir Sultan,
Yezit, Selman, Keçeci Baba, Hızır, İlyas, Ebu Talip, Karacahmet Sultan, Hallac-ı
Mansur, Nesimi, Hz. Hatice, Hz. Meryem v.d.” oluşturmaktadır.
141
¾ Ehli Beyit:
“Ev halkı anlamına gelir. Hz. Muhammed’in; damadı Hz. Ali, kızı Hz. Fatıma,
torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’den oluşan ailesi. ‘Âl-i Aba’ olarak da
bilinir.“ (Korkmaz 2003: 134) Âşık Selmani, Ehli Beyit’i sevenle dost,
sevmeyenle düşmandır, sıklıkla “tevella” ve “teberra” kavramlarını kullanır.
“Tevella” ehli beyiti sevenler, “teberra” ise sevmeyenleri ifade eder.
Hikmet çeşmesinden kabı dolmayan,
Ehli beytin aşkı ile solmayan (371/6)
Evliyanın beyitini söylerken
Âli Aba yolu gelir dilime (48/ 4)
Tevellayı teberrayı bilirken,
Sana da bir sahip çıkan bulunur, (329/ 6)
Hz. Ali:
Hz. Ali, İslam'ın dördüncü halifesidir. İmamların başıdır. Hz.
Muhammed’in amcasının oğlu ve damadıdır. Alevilik anlayışının temelinde
Hz. Ali sevgisi ve onun soyundan gelmek vardır. Alevi felsefesine göre AllahMuhammed- Ali birdir. Üçünü birbirinden ayırmak yanlıştır. Hz. Ali hakkında
Doğan Kaya eserinde şu bilgileri vermektedir: “Alevi inancına göre Allah’ı
sevmek Ali’yi sevmekle başlar. Çünkü Hz. Ali, Beytullah’ta doğan tek insan, 8
yaşında Müslüman olmuş, puta tapmamış sahabedir. Keremallahi Veche’dir,
Şah-ı Merdan’dır, Esedullah’tır, Haydar-ı Kerrar’dır, Murtaza’dır.
Ayrıca şu lakaplar da Hz. Ali’yi niteler: Allah’ın Aslanı, Şir-i Yezdan, Şir-i
Huda, Şah-ı Necef, Sultan-ı Necef, Dürr-i Necef, Padişah-ı Necef, Sahibi Necef,
Ebu Türap, İmam-ı Evliya, Şah-ı Zülfikar, Şah-ı Velayet, Saki-i Kevser.” (Kaya,
2008: 48).
Rıza Zelyut da, Alevilik üzerine yazdığı eserinde Hz. Ali’yle ilgili
olarak şu tespitleri ortaya koymaktadır: “Hz. Ali, Alevi felsefesine göre Hz.
Muhammed ile Hz. Ali’nin nuru aynıdır. Muhammed ilmin şehri, Hz. Ali ise
kapısıdır. Hz. Muhammed ve Hz. Ali özdeşleşmiş ve Muhammed- Ali kavramı
doğmuştur. Dış Muhammed, iç Ali’dir. Hz. Ali ‘Ben konuşan Kur’an’ım.’
demiştir. Bu peygamberin ilmine halife olmaktır. Alevi söylencesine göre
Muhammed- Ali kavramının özü ikisinin bir nurdan yaratılmasındadır. Allah,
âlemleri yaratırken denizden bir cevher dışarı düşer. Tanrı onu alır ve ikiye
böler. Biri yeşil biri ak iki nur görünür. Yeşil Nur Muhammed Mustafa’nın,
¾
142
beyaz nur Hz. Ali’nin nuruydu. Allah bu nurları alıp yeşil kubbe şeklinde bir
kandile koydu. Bu nurlar bütün nurların ilkiydi.” (Zelyut, 1992: 303)
Selmani’nin tasavvuf ve dünya görüşü Zelyut’un ifade ettiği şeyleri aynen
karşılamaktadır. Selmani de yaptığımız sohbetlerde bu kavramlara değinmiş,
şiirlerinde de bu görüşleri işlemiştir.
Yukarıda belirtilenlere bakıldığında âlemde yaratılan ilk insan Hz.
Âdem’den önce Hz. Muhammed ve Hz Ali’dir. Bu inanışa göre hiçbir şey
yokken Allah- Muhammed- Ali vardı. Alevilerdeki bu üçlemenin kökeni de
buraya dayanmaktadır.
Selmani, kendi ifadesiyle bu sırları; deyişler, düvazimamlar, dinlediği
kutsal sözler ile daha çocuk yaşta edinmiş, bu söylencelere göre şiirler
yazmıştır. Âşık Selmani’nin, bu söylencelerin gerçek olduğuna şüphesi yoktur.
Ona göre Muhammedsiz Ali, Alisiz Muhammed olmaz. Allah- MuhammedAli ayrılmaz. Âşığın şiirlerine bakıldığında, daha önce de belirtildiği üzere
Muhammed ve Ali hep birlikte alınır. Âşık Selmani, İncil’de de Hz. Ali’den
bahsedildiğini; İncil’deki İlya isminin Hz. Ali olduğunu belirtir (213/ 4).
Ocak’ın eserinde, ”Şiilerin elindeki Hz Ali'ye izafe edilen meşhur
hutbelerden birinde, yaratılıştan bu yana, yeryüzündeki çeşitli din mensupları
arasında Hz. Ali’nin hangi isimler altında göründüğünü anlatan bir parça
bulunmaktadır. Bu parçada da Hz. Ali Hıristiyanlara hitaben, "Ben İncil'de
adına “İlya” denilen kişiyim" demektedir. Burada Ali adıyla “İlya” daha
doğrusu “Eli” arasındaki benzerlik gözden kaçırılmamalıdır. Çünkü bu şekilde
Hz. Ali'nin Eli (İlya) olduğuna dikkat çekilerek, Hızır ile İlyaya'nın aynı kişi
olduğu hatırlanırsa, Hz. Ali’nin Hızır olduğu vurgulanmak istenmiştir.” (Ocak,
1985: 70) bilgileri bulunmakta; ayrıca Öztoprak da: ” Bu zatın (Hz. Ali) ismi,
İncil, Tevrat ve Kur’an’da da asla değişmemiş; çünkü Kur’an’da Ali, Tevrat’ta
Eli, İncil’de İlya’dır; bu kadar fark harflerin milletlerin lehçeye göre
değişmesinden ileri gelmiştir. (Öztoprak, 1990: 96) demektedir.
Hz. Ali’nin tasavvufi açıdan önemine değinen Pala: “Bektaşî
anlayışında erkân ahlakı Muhammed, edebi Ali’dir. Rivayete göre, kâinatın
sırrı Kur’an’da, Kur’an’ın sırrı besmelede, besmelenin sırrı be harfinde, be’nin
sırrı altındaki noktada ve noktanın sırrı da Hz. Ali’dedir. Peygamberimiz: ‘Ben
ilmin şehriyim, Ali de onun kapısıdır. O hâlde ilim isteyen kimse kapıya
gelsin.’ buyurmuştur. “(Pala, 1995: 32- 33) bilgisini vermektedir. Âşık Selmani
de Alevi söylencelerine ve felsefesine hâkim bir âşıktır. Pala’nın ifade ettiği
şekliyle Selmani de Be’nin altındaki noktanın Ali olduğunu dile getirir. 274
numaralı şiir tamamen bu konu üzerinedir. Selmani’nin inancına göre
âlemdeki her şey Ali’dir. Bu sırra herkes eremez. Ali olmasa dünya olmaz. O
velayetin şahı, ilmin sahibidir. Hz. Ali’nin bilgisi ilahi bir sırdır. Selmani, Alevi
felsefesindeki şekliyle ilim şehrinin kapısı olarak Ali’yi gösterir:
143
Soran olur ise ilmin şehrinden,
Şehir Muhammed’dir, kapısı Ali, (Selmani, 2008: 95)
Hz. Ali ile ilgili olarak Âşık Selmani’nin şiirlerinde şu örneklere ulaşmak
mümkündür:
Zahidin efsaneleri nokta kimdir anlamaz
Dört kitabın manası hem şahın kendi noktadır (274/ 2)
Cebrail’e ustaz olup irşat eylediğini,
Kudret kandili içinde her dem duran andırır, (285/ 2)
Şah-ı Merdan Ali Haydarı Kerrar
Hem Ali hem veli Hazreti Hünkâr (258/ 2)
Hz. Fatıma:
Hz. Muhammed’in kızı, Hz. Ali’nin eşidir. Ehlibeyit’tendir. Fatıma
Ana olarak da geçer. Âşık Selmani ona da derin bir sevgi ve saygı duyar ve
şiirlerinde onun sevgisine yer verir:
¾
Şefaat kanimizdir severiz Hazreti Fatıma’yı,
Başıma taç eylemişim bağım Âl-i Abadan’dır, (277/ 4)
Zahit analardan haber sorarsan
Hatice Fatıma anamız bizim
Analar içinde ana ararsan
Hatice Fatıma anamız bizim (179/ 1)
Hz. Hasan‐ Hz. Hüseyin:
Hz. Muhammed’in torunlarıdır. Ehli Beyit’tendirler. 12 imamların 2. ve
3. südürler. Hz. Hasan, zehirlenerek, Hz. Hüseyin ise Kerbela’da Yezit
taraftarlarınca öldürülmüştür. Şebber ü Şübber olarak anılırlar.
Korkmaz, Kerbela Olayı hakkında şu bilgilere yer verir: ”Alevilerin
Sünnilerle ayrım noktasının kesinleşme noktalarından biri Kerbela’dır.
Kerbela, Alevi- Bektaşi düşüncesinin bir izdüşümüdür. Kerbela Olayı, şeriatçı
İslam’la hesaplaşmanın bir bakıma başlangıç öyküsüdür.
Ancak Kerbela; Şii, Sünni tüm Müslüman dünyasının en acı olayıdır.”
(Korkmaz 2003: 246- 250) Kerbela’da ölenler için ağıtlar yakan Selmani,
“mersiye” başlığıyla bu şiirleri işler. (22,241)
¾
144
Hatice, Fatıma Güruh-u Naci,
Şah Hasan, Hüseyin başımız tacı,
Sizden olsun derdimizin ilacı,
Medet Şah-ı Merdan el aman medet, (340/ 2)
On İki İmam:
Hz. Ali’den başlamak üzere Hz. Ali soyunda halife olarak bilinen
kişilerdir. On İki İmamlar Alevilikte kutsal olup adlarına birçok düvazimam
yazılmıştır. Bu imamlar genellikle siyasetten uzak durmaya çalışmışlar ama
genelde düşmanları tarafından öldürülmüşlerdir. İmamlar sırasıyla şunlardır:
1- Hz. Ali 2- Hasan 3- Hüseyin 4- Zeynel Abidin 5- Muhammed Bakır
6- Cafer-i Sadık 7- Musa Kazım 8- Ali Rıza 9- Muhammed Tâki 10- Ali Nâki 11Hasan Askeri 12- Muhammed Mehdi.
Alevilik üzerine bir eseri olan Dierl, bu konuda şu görüşlere yer
vermektedir: “Kerbela Olayı’ndan sonraki imamlar şaşırtıcı bir şekilde genelde
politikadan uzak bir hayat sürmüştür. İmamların ve Hz. Ali’’nin soyu
Kerbela’dan tek sağ kurtulan Zeynel Abidin’den devam eder. 12 İmam içinde
Zeynel Abidin’den itibaren teorisyen olarak 2 kişi önemlidir: Muhammed
Bakır ve İmam Cafer. Muhammed Bakır hadis yazarı, İmam Cafer ise
günümüzdeki Aleviliğin hukuk okulunu oluşturmuştur. Fıkıhçı, hadis uzmanı
ve bilim adamıdır.” (Dierl 1991: 113) 12 İmamlardan bahseden şiirlere
“düvazimam” “düvazdeh imam”, “düvazdeh” ya da kısaca da “düvaz” adı
verilmektedir.
Selmani de 12 İmamlardan bahsettiği düvazimamlar (14, 95, 268, 340
v.d.) yazmıştır.
¾
Zeynel Abidin’i yoldaş et bize,
Gidelim Bakır’ın gittiği ize,
İmam Cafer Sadık sığındık size,
Medet Şah-ı Merdan el aman medet, (340/ 3)
Kırklar:
Âşık Selmani’nin şiirlerinde sıkça kullanılan kavramlardan biri de
“kırklar” kavramıdır. Toplumumuzda sıkça kullanılan deyimlerden biri olan
“kırklara karışmak” kavramı da buradan gelmektedir. Alevi söylencesinde
kırklar Hz. Ali’nin önderliğinde olan ve kırk kişiden oluşan kutsal bir
topluluktur.
“Kırklar meclisi, Hz. Muhammed’in Miraç’tan dönerken uğradığına
inanılan meclistir. Kırklar ise Alevi-Bektaşi inancına göre, Tanrı’nın ruhları
yarattığında yaratılan, her devir ve zamanda yeryüzünde bulunduklarına
¾
145
inanılan kırk ermişlerdir. Başka bir bakışa göre; Bektaşilikte sır bir kurumdur.
Hakkında çeşitli söylenceler vardır. Hiçbir baskı görmeden, içten gelerek
Müslüman olan ve bu uğurda tüm varlığını, ailesini terk ederek Hazreti
Muhammed'e bağlanan kimselerdir. Sayıları kırk olduğundan Kırklar olarak
anılırlar. Adları kesin olarak söylenemez ya da bilinmez” (Kaderoğlu, 2007:
215- 216).
Alevi söylencesindeki Miraç hadisesinde Hz. Muhammed’i peygamber
olarak değil, fukaraların hizmetçisi olarak aralarına alırlar (62 numaralı şiirde
Miraç hadisesi ve kırklardan bahsedilmektedir). Hepsi tanıdığı insanlar
olmasına rağmen Hz. Muhammed onları tanıyamaz. Daha sonrasında kırkların
başında Hz. Ali olduğunu anlar ve onunla musahip olur. Kırklarda temel olan
birliktir. Özpolat, kırklarla ilgili olarak: “Bu topluluk öylesine birbirlerine
güvenen bir topluluktur ki bütün benlik duygularından arınmış, duygu ve
düşünceleri ile birleşmişlerdir.” der ve bunu kanıtı olarak kırkların Hz.
Muhammed’i aralarına aldıklarında Hz. Ali’nin koluna neşter vurulup da kol
kanayınca aynı yerden kırk kişinin de kanının akmasını gösterir. (Özpolat:
271)
Kırklar meclisinde Hz. Muhammed’in bir üzüm tanesini ezip kırk
kişiye pay etmesi de yine kırkın birde birleşmesi olarak ifade edilmektedir.
Özpolat, kırkları Alevi tasavvufunun Hz. Muhammed’den sonraki ilk sahipleri
olarak göstermektedir (Özpolat: 271).
Selmani de şiirlerinde kırklara, kırklar meclisine, kırklar cemine
yer vermektedir:
Kırklarla kırk defa pervaza dönen
Birisi Muhammed biri Ali’dir (298/ 2)
Kırklar yolunu tutmaya,
Menzili Hakk’a yetmeye, (62/ 7)
Kırkların esrarı, aşkı semahtır,
Semahın sırrına erenler gelsin, (230/ 1)
Hacı Bektaş‐ı Veli:
Hacı Bektaş-ı Veli, Bektaşi tarikatının kurucu piridir. (Korkmaz
2003:183) Pir, Hünkâr, Veli gibi adlarla anılmaktadır. Onun ananevi kişiliği ile
ilgili olarak Birge, onun henüz beşikte “Kelime-i Şahadet” getirdiği, hocası
Lokman abdest almak isteyince elinden su fışkırttığı, Lokman’ın “Ya Hünkâr”
demesinden sonra “Bektaş Hünkâr” unvanıyla anıldığı, “Hacı” unvanını ise
Lokman hacca gittiğinde, Bektaş-ı Veli’nin ona vecd halindeyken bir tepsi
¾
146
yemek götürmesiyle aldığından bahseder. Ayrıca Hacı Bektaş-ı Veli’nin,
güvercin donunda Kara Höyük’te bir kayanın üstüne konduğu, cansız duvarı
yürüttüğünü belirtir. (Birge, 1991: 39- 43) Kaya, Bektaşilik felsefesine yönelik
olarak şu görüşleri aktarmaktadır: “Bektaşilik, eline, diline, beline sahip ol
felsefesine sahiptir ve 4 kapı 40 makam üzerine şekillenmiştir. Âşık Selmani,
Hacı Bektaş-ı Veli’nin ananevi kişiliğine ve Bektaşilik tarikatının anlayışına
yönelik birçok şiir yazmıştır. Onun Hz. Ali’den gelen emanetlere sahip
olmasından (62/ 22), güvercin donuna girmesinden (99/ 1), cansız duvarı
yürütmesinden (99/ 3), Bektaşi mücerretlerin mengüş küpelerinden (106/ 3) vs.
bahseder.
Güvercin donunda Karahöyük’te
Duransın Pir Hacı Bektaş-ı Veli (99/ 1)
Binip yürütesin cansız duvarı
Sürensin Pir Hacı Bektaş-ı Veli (99/ 3)
Balım Sultan:
“Hacı Bektaşı Veli’nin soyundan olup Bektaşiliğin ikinci kurucusu
olarak geçer.” (Korkmaz 2003: 76)“ Bektaşiliği sistemleştiren kişidir. Onun
zamanında Bektaşiliğin gücü saraya kadar yansımıştır.” (Zelyut, 1992: 246)
Âşık Selmani, Balım Sultan’a da şiirlerinde yer vermektedir. Onu vaktin
devranını döndüren imam ve pirler piri olarak ifade eder:
¾
Sakiyi kevserden eğer içip mest olur isen,
Gudbi Devran Balım Sultan piri pirân andırır, (285/ 3)
Kırkların sürdüğü cem niyetine
Balım Sultan, Kızıl Deli aşkına (20/ 3)
¾ Bahsedilenler dışında Âşık Selmani’nin
karakterli diğer kişilere şu örnekler verilebilir:
şiirlerindeki
Bilal‐ı Habeş’in sesi mermeri eritmişti
Duyanlar hayran olmuştur ezanı selasına, (23/ 2)
Nesimi gibi yüzülüp
Postun yere sermez misin? (229/ 4)
147
tasavvufi
On parmağı hayat veren Cabir’in,
Nuru Muhammed’dir ışığı Ali (95/ 5)
Şimdi hiçbir âşık dâra sürülmez,
Hani dost Pir Sultan hanı dost Mansur, (332/ 3)
Selman geldi seydullahtan,
Elinde bile keşküllah, (62/ 12)
Karac’ahmet Sultan zarı olur mu,
Birisi pirindir biri zâkirin (220/6)
Yardımcımız olsun Keçeci Baba
Balım Sultan, Kızıl Deli aşkına (21/ 2)
4.2.3.3. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Vahdet İnancı:
Korkmaz’ın vahdetle ilgili tanımlamalarının Selmani’nin şiirlerindeki
“vahdet” anlayışını açıklamaya faydalı olacağını düşünüyoruz. Korkmaz
“vahdet”i: “1) Tanrı’ya yakın olma, Tanrı’yla bir olma, 2) Tanrı’yla baş başa
kalmak için uyku durumuna geçme, bir başına kalma, 3) Tanrı- doğa- insan
üçlüsünden doğan birlik 4) Hak- Muhammed- Ali üçlüsünden doğan birlik.”
(Korkmaz 2003: 445) olarak tanımlamaktadır. Özellikle Allah- MuhammedAli’nin birliğinin de vahdet çerçevesinde değerlendirilmesi Selmani’nin
görüşleri doğrultusundadır. Selmani de Allah- Muhammed- Ali birliğini
vahdet olarak tanımlarken “Âlemdeki her şeyin ‘Allah, Muhammed, Ali’
olduğundan bahseder.
Artun, eserinde “vahdet” anlayışına değinmekte ve vahdeti: ”Görünen
her şeyi kendi varlıklarıyla değil, Tanrı varlığıyla bilmektir. Tasavvuftaki
‘Vahdet-i Vücut’ un esası Tanrı’nın, ‘Ben gizli bir hazineydim, görünmek,
bilinmek ve tanınmak istedim. Bu yüzden de âlemi, kâinatı yarattım.’ hadis-i
kutsisine dayanır. Tanrı’nın kâinattaki her şeyin vücudu olduğu ve insanın da
Hakk’tan ayrı olmadığı şeklindeki düşünüş “Ene’l Hak” kavramıyla nitelenir.
Ene’l Hak “Men arefe nefsehu” hadisine dayanarak Tanrı’nın başka bir yerde
değil, insanın kendi vücudu içinde aranması gerektiğini anlatan bir kavramdır.
Tanrı’yı bilecek kişi önce kendini bilmelidir. Önce ruh olan insanların “vatan-ı
aslisi” elest meclisidir. Bu meclis tüm ruhların bir olduğu yerdir. (Artun, 1996:
235) sözleriyle ifade etmektedir.
Âşık Selmani, kendisi batın ilmine önem verdiğini ifade eden bir
âşıktır. Onun şiirlerine bakıldığında vahdetle ilgili kavramlara sıkça rastlamak
mümkündür. Selmani, “Ene’l Hakk” diyen Mansur’ların yolunda olduğunu
148
söyler. Allah’ı sevmenin Muhammed- Ali’yi sevmekle başladığını söyler.
İnsanı seven Allah’ı sever, diyerek bu anlayışa uygun şiirler yazar. Âşık
Selmani, “Bin biri bir eden Allah’a yalvar. (245/ 3)” ifadesiyle Allah’ın mutlak
tek oluşuna ve her şeyin Allah’ta “bir” olmasına değinir, vahdet-i vücutta
kesretin zıttı olan Tanrı’nın birliğinden bahseder.
Vahdet-i vücuda, sonluların sonsuzda yok olması (Sunar, 1975: 7)
olarak bakıldığında Selmani, “Hak sende gizlidir, sen de Hak’tasın.” (332/ 5)
diyerek Tanrı’nın varlığında kendi varlığını görmekte, onunla bütünleştiğini
ifade etmektedir. Tanrı- İnsan- Evren üçlüsünün birliğine dayanan bu anlayış
panteizme benzemektedir. Ancak panteizmde Tanrı evrendedir ve evren
kadardır. Tasavvufta ise evren, Tanrı'dadır ve bu durum Tanrı 'yı
sınırlamamaktadır.
Pala’nın, “Tasavvufa göre Allah, Vücudu Mutlak (Salt varlık), Kemal-i
Mutlak (Salt olgunluk), Cemal-i Mutlak ve Hüsn-i Mutlak (Salt güzellik)tır. Bu
yüzden aşk-ı zatisi ile bilinmeyi istemiş ve kâinatı yaratmıştır. İnsan ondan bir
cüzdür ve yine ona ulaşmak ister. Müminler cennette onu bir yönüyle, arada
perde olmaksızın göreceklerdir. O maşuktur, İnsan O'nun aşkıyla dolu
olmalıdır. O'na kavuşmak için gayret göstermelidir. Sufî, ona dünyadayken
ulaşmayı gaye edinen kişidir.” ( Pala, 1995: 35) görüşlerini gerek Selmani’nin
şiirlerinde gerekse konuşmalarında görmek mümkündür. Selmani’nin tasavvuf
anlayışında âlemdeki her şey Allah’tan bir parçadır. O alemin en büyük
parçaları ise Muhammed ve Ali’dir. Selmani, Hz.Muhammed- Hz. Ali’yi ve
onların gıyabında tüm insanlığı Allah’tan bir parça oluşturdukları için sevmek
gerektiğine inanır. Hz.Muhammed- Hz. Ali’yi ve insanları en çok sevenlerin
Allah’ı en çok sevenler olduğu görüşündedir. Bunu da birçok şiirinde dile
getirmektedir.
Âşık Selmani’de vahdetle ilgili kavramlar şu şekilde ifade edilebilir:
Bezmi Elest, ervah, Ene’l Hak, Vahdet-i Vücut, bir, lâmekân vb.
Elestüden dedik beli,
Bendesiyiz hamdülillah, (62/ 24)
Kendini bilirsen belli noktasın,
Hak sende gizlidir sen de Hak’tasın, (332/ 5)
İlmi hikmet denizini taşıran
Bin biri bir eden Billah’a yalvar (245/ 3)
Âşık Selmani, vahdetle ilgili kavramlardan “lâmekân, bîmekân”
kavramına da yer verir. Kaya vahdet hakkında şunları belirtir: “Yersizlik
149
âlemidir. Vahdet-i Vücut düşüncesinde zaman ve mekândan münezzeh olan
Allah kastedilir.” (Kaya 2007: 450)
Korkmaz ise vahdetle ilgili olarak, “İlahi Hakk’a erişen, bu nedenle
mekân ve zaman gereksinimi ortadan kalkan insan-ı kâmilin durumunu
tanımlamak için kullanılır.” (Korkmaz 2003: 269) der.
Âşık Selmani, ilminin “Bîmekân ilmi” olduğunu söyleyerek, Hak
tarafından “bîmekân ilmi”yle kendine irfan verildiğini belirtir. Tasavvuf
anlayışı gereği kendini Allah’ın birliğinde vahdetin kesretinde bir parça olarak
görür.
Selmani’yem ne olduğum bilinmez,
İlim irfan para ile alınmaz,
Bu irfana hiç bahane bulunmaz,
Bîmekân ilminden benim irfanım (Hürriyet, 8 Kasım 1967)
4.2.3.4. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Tecelli:
Tecelli ile ilgili olarak Korkmaz: “1) Tanrısal niteliklerin nesnel
varlıklarda görünüş alanına çıkması, Tanrı’nın nesnelerde görünmesi,
nesnelere yansıması, 2) Tanrı nurunun, Tanrı’nın evi olan gönüllerde belirmesi,
sezilir duruma gelmesidir.“(Korkmaz 2003: 432) şeklinde tanımlamalar
yapmaktadır.
Tasavvufta bütün varlıkların değişik şekillerde tecelli ettiği düşünülür.
Sûfiler, yolda her şeyin Tanrı’nın zuhurundan ibaret olduğu inancına ererler.
Âlemde her şey zıttı ve misliyle vardır ve Hak’la batıl da zıttır. Hakk’ın tecellisi
batılla olur. Âşık Selmani de tecelliyle ilgili söyleyişlere sahiptir. Başta
Muhammed- Ali olmak üzere Allah’ın yaratılmışlarda tecelli ettiğini, insanın
kalbine gizlendiğini, orada var olduğuna değinir. Bazı şiirlerinde Allah’ın
insanın veçhinde (yüzünde) olduğunu ifade eder. Pala’nın eserinde verdiği
bilgiye göre yüz (didar), tasavvufta Allah'ın tecellisi yerine kullanılır.
Sevgilinin güzelliğinin büyük bölümünü didar oluşturur. Çünkü o kaş, göz,
dudak, yanak, vs. güzelliklerine sahiptir. Bu bakımdan o güzellik meydanı
veya güzellik harmanıdır ( Pala, 1995:143 ). Bu anlamda Hakk’ın tecelli ettiği
yüz ilahi güzelliği temsil eder ve Selmani de ilahi güzelliğin tecellisini
anlatmada “yüz”den yararlanır.
Selmani, Kur’an’ı Kerim’de, Kaf Suresi 16. ayette geçen “Biz ona şah
damarından daha yakınız.” ifadelerinde Allah’ın, kullarına yakınlığından ve
onlara gizlenmesinden; insanda tecelli bulmasından bahsedildiğini ifade
ederek Kur’an’ı Kerim’i fikirlerine referans olarak gösterir. 61 numaralı şiirin
bir bütün olarak Allah’ın insanda tecellisinden bahsettiğini belirten
Selmani’nin tecelli ile ilgili şiirlerine şu örnekler verilebilir:
150
Farz ile sünnet,
Et Hakk’a minnet,
Didarı cennet,
Vechi veçhullah, (61/ 4)
Hakk’ın tecellisi her insanında
Nur ile ziyası gevher kanında (334/ 4)
Cenabı Hak insanlara gizlenmiş,
Ne toprakta ne de taştadır hocam, (142/ 2)
İnsanları bina edip gizlendi,
Garip gönüllere giren Allah’tır, (287/ 2)
İnsanların cemalinde görmeyenler Mevlâ’yı
Cavidan ilmine erip Şirri Yezdan anlamaz (362/ 5)
4.2.3.5. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Devir Nazariyesi:
Tasavvufta “devir” evrenin ve insanın Tanrı’dan çıkıp tekrar Tanrı’ya
dönmesi olarak ifade edilir ve devir nazariyesiyle anlatılır. Eserinde konuyla
ilgili bilgi veren Artun, “İnsan vücudu mutlaktan (Allah) kopup bu âleme
düştüğü gibi tekrar buradan aslına ulaşacaktır. Tasavvufta bu durum
“devriye” adlı şiirlerle anlatılır. İnsanın Tanrı’dan gelip tekrar Tanrı’ya
varacağı düşüncesi işlenir. İnsan zuhurla olgunlaşınca her şeyin Tanrı
olduğunu anlar ve mutlak varlığa geri dönmüş olur. Bu nokta fenafillâhtır.”
(Artun, 1996: 243) görüşüne yer verir. Buradan anlaşılacağı üzere kâmil insan
olmak istemek, dünyadayken dahi, özüne yani Allah’a dönme arzusunda
olmaktır. İnsanın evvelinin de ahirinin de Allah olduğundan bahseden
tasavvufi inanç Selmani’nin şiirlerinde de kendini göstermektedir.
Âşık Selmani, dünyadan ahirete devri, fenadan bekaya dönüş olarak
ifade etmekte (143/ 1), her şeyin evvelinin ve ahirinin Allah olduğunu, her
nesnenin ahirde yine Allah’la bütünleşeceğini söylemektedir (86/ 2). Âşık
Selmani, vücudun sahibi olarak kendisini değil Allah’ı görür. Vücuttaki
ruhun(canın), Allah’tan emanet olduğunu ve o ruhun (canın) sahibine ölümle
birlikte döndürüleceğini ifade eder (282/ 1)
Gelen herkes bu dünyadan,
Göçecektir göçmesin mi, (233/ 1)
Fenadan bekaya göçtüğüm zaman
151
Salih amel, iman, Kuran ver Mevlâ’m (143/ 1)
Evvel ahır Hak’tır ol baki kalan,
Kimdir Cebrail’i deryaya salan, (86/ 2)
Emaneti sahibi aldığı zaman
İnsanda ne seda, ne de ses kalır (282/ 1)
Âşık Selmani’nin Şiirlerinde İlahi Bilgi:
Korkmaz, ilahi bilgi yani ledün ilmi ile ilgili olarak: “Ledün ilmi, gayb
ilmi, bilinmeyenden haber verme ilmidir. Gayb, Hakk’ın kendinden değil,
kulundan gizlediği şeydir. Gayb ilmi batına dair ilimdir.” (Korkmaz, 2003: 150270) bilgisini verir.
Kaya ise bu bilgiye, ancak Allah’tan ilham alan mürşit yani hâl ehlinin
ulaşabileceğinden, bunun için tahsil gerekmediğinden bahseder; bu bilgiye
ulaşmak için nefsin ıslah edilmesi ve kalbin temizlenmesinin şart olduğunu
belirtir. Kimi insanlara bade verilmesinin yanında ilmi ledün de verilerek o
kişinin bütün bilgilere sahip kılındığını söyler (Kaya, 2007: 386).
Âşık Selmani, tahsil görmüş bir âşık değildir. İlkokul diplomasını çok
sonradan almıştır. Kendisindeki ilmin temelini, kimi zaman lâmekân ilmi, ya
da batın ilmi olarak ifade eden Selmani; bu ilmin, sahibine Allah tarafından
verildiğini belirtir. “Ledün ilmi tarikat içinde dahi çok az kişiye anlatılır; zira
evvela o yolda yürümek ve mutlak hakikati bilmek, Hakk’ın didarına ulaşmak
her kişinin karı değildir. Bu nedenle kalbi arınmışlara, hakiki nazar sahiplerine
ve insan-ı kâmillere mahsustur.” (Sunar, 1975: 25) görüşlerini Selmani’nin fikir
âleminde de bulmak mümkündür. Selmani, olur olmaz her yerde bunun
açılmasının yanlış olduğunu, Hak cevherini ortalığa saçmanın günah
olduğunu söyler. Bu sırrın ilim bilenlerce sezildiğinden bahseder (91/ 5). Hatta
bazen sorulan sorulara tereddütle “Allah affetsin.” diyerek cevap vermesi
bunun bir göstergesidir.
Âşık Selmani, bu bilginin tahsille kazanılamayacağını, bunun Hak
vergisi olduğunu söyler. Şiirlerinde de bu ilme ve temel kavramlarına yer
verir. Özellikle de bu ilmi “batın ilmi, ak ilim, küntü kenz ilmi” olarak kullanır.
Tanrı’nın hazinesi olan bu gizli bilgilere sahip olduğunu şu beyitle ifade eder:
4.2.3.6.
Ta ezelden agâhız biz bu küntü kenz sırrına,
Hakk’ı Âdem’de tanıdık Huda mirat ehliyiz, (390/ 5)
Âlim-ül Gayb olarak insanı ve Hz. Ali’yi görür (88/ 3, 78/ 3). Alevi
felsefesinde batın ilminin Hz. Ali’ye, zahir ilmininse Hz. Muhammed’e
152
verildiği görüşünden hareketle Selmani’nin bu şiirleri söylediğinden
bahsedilebilir. Selmani, harflere yüklediği değerlerin de birer “ilmi ledün”
olduğundan bahseder:
Bu sır ilim bilenlere sezildi,
Gülü açtı görülmeden bezildi, (91/ 5)
Kudret iliminden okuduk ayet,
Çok şükür kelama, söze alıştık (Bugün, 25 Ekim 1970)
Selmani’nin dersi batın ilminden,
Bu nihan sırrına er Haydar Dede, (33/ 5)
Selmani bir sırdır yerler ve gökler,
Âşıklar söylerken hepsini birler,
Bilginler bu ilme tasavvuf derler,
Akıl fikir gerek sezilmesine, (52/ 5)
Âlim-ül gaybın sırrı Âdem’dir
İnsanın sureti Seb’al Mesanı (78/ 3)
Ak ilimden imlâ dizdim
Kudrettendir yazım benim (168/ 4)
4.2.3.7. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Aşk ve Gönül:
“Tasavvufta aşk, ruhu Allah’a vardıran en büyük kudrettir. Bu
insanları sevmek anlamındaki mecazi aşk değildir. Allah’ı sevmek anlamında
hakiki aşktır. Mecazi aşk, yola girme manasında ise bu faydalıdır. Mecazi
olsun, ilahi olsun aşkın sebepleri aynıdır. Mecazi de olsa vurulduğu Allah
güzelliğidir. Allah’ın nuruna ulaşmada aşk ve nefsi yenme vardır. İnsandaki
vücut sergisi geçicidir ancak ruh böyle değildir.” (Banarlı 2004: 122- 123).
Köprülü’ye göre insana tasavvuf yolunda gereken aşktır. Köprülü,
tasavvuf yolundaki insanın fenafillâha ulaşmasındaki aşamaları anlatırken,
insandaki vücudu mutlağın aslına ulaşmaya çalıştığını ancak buna nefsin engel
olduğunu belirtir; tasavvufa göre insanın görevinin nefsi yok ederek Hakk’a
ulaşmak olduğunu ifade eder. Bu mertebe fenafillâhtır. Fenafillâhsa aslen
ölümledir; ancak insan ölmeden de bu seviyeye ulaşılabilir. Bunun yolu nefsi
öldürmektir. Nefse galebe çalmak için ise gerekli olan aşktır. Bu makama eren
hiçlikten kurtulur. (Köprülü 2009: 148- 149)
153
Selmani, birçok şiirini “nefsi yok etmek ve ölmeden önce ölmek”
temaları üzerine kurar ki bu kâmil insanların ulaştığı “fenafillâh” makamıdır.
Köprülü’nün de belirttiği gibi nefsi yok etmek için de gerekli en temel şey
”aşk”tır (Köprülü 2009:149). Bu aşk ilâhi aşk olup insanın kalbinde tecelli eden
Allah’ta yok olmayı ifade etmektedir. Selmani de ilâhi şiirlerini bu temaya
uygun şekilde oluşturmaktadır. Onun amacı insan-ı kâmil olarak ve AllahMuhammed- Ali aşkıyla var olmak, bu yoldaki engel olan nefsi ise yok
etmektir. “Ölmeden önce ölünüz (Mûtu kable ente mût)” hadisine çok sık
vurgu yapar (334/ 1 v.d.). Tasavvuf inancının dört kapısından marifet
kapısında yer alan “ölmezden önce ölme” anlayışı (Özpolat: 397) insanın kendi
varlığını bir yana atarak nefsinden kurtulması gerektiğini ifade eder. Çünkü
sevgiliye ulaşmanın tek yolu nefisten arınmaktır. Bunun da yolu ancak aşktır.
Selmani aşk ehlinin kalbinin temizliğine değinir. İbn Arabî’nin
eserinde, bütün aşkların nihai noktasını ilahi aşk olarak ifade etmesini ve
gerçek sevginin Allah’ı sevmek olduğu görüşünü (Arabî, 1992: 9) Selmani’nin
şiirlerinde ve hayat felsefesinde de görmekteyiz. Selmani de aşkın zahir
olanına değil, ilahi olanına bağlandığını; zahirin ancak batına götürdüğünde
kıymetinin olacağından bahseder. Mecazi aşkı ilahi aşka çevirmenin kar
olduğundan bahseder. (202/ 4) Tasavvufun tarihi, sevginin tarihidir (Özpolat:
389) görüşünü Selmani de benimsemektedir ki onun için en önemli şeyler
tasavvufta sevgi ve gönüldür.
“Kişi ne kadar kendinde vazgeçerse, sevgiliyle o kadar yoğun
bütünleşir. Yani âşığın mutluluğu mâşuğun mutluluğundan geçer. Bu benliğin
yok olarak kendine dönmesidir.” (Özpolat: 390) Selmani’nin de tasavvuf
anlayışını yansıtan bir bakış açısıdır.
Farsça “dil”, Arapça ”kalp” karşılığı olan ve insanın manevi varlığına,
manevî gücüne, sevginin, nefretin, inancın, iyi kötü bütün duyguların
tümünün varlığına ve ifadesine verilen ad (Gölpınarlı, 2004: 127) olarak
tanımlanan gönül; Pala’nın eserinde ”Tasavvufta gönül bir ayna olarak ele
alınır. Bu aynada Tanrı’nın tecellisi zuhur eder. Tasavvuf gönle çok önem verir.
İnsan bütün âlemin özü olduğu için insanın hakikati de gönüldür. Gönlün
gerçeğini bilenlere gönül ehli (ehli dil) derler.“ (Pala,1995: 204- 205) şeklinde
izah edilmektedir.
Selmani de ehli gönül olduğunu belirtir. Onun tasavvuf inancı Yunus
gibi büyük mutasavvıfların gönlün temizliğine önem verip, gönül kırmayı
yasaklamasına dayanır. Ona göre gönül aşkın barındığı ve Hakk’ı gizlediği
yerdir. Bu nedenle Selmani, gönle büyük önem verir ve gönül yıkanın Kâbe’yi
yıktığını söyler. Asıl Kâbe’nin insanın gönlü olduğundan, bir gönle girmenin
Kâbe’yi tavaf etmek gibi olduğundan bahseder:
O Kâbe gönüldür gelip gidenden,
154
Tavaf olunursa mutlak hacı var, (Sever, 2003: 32)
Âlemin gönüldeki Hakk aşkı üzerine kurulduğunu ifade eder. Onun
inanç felsefesinde her şey Allah’tır ve sevilen ne varsa Allah aşkıyla sevilir.
Onun âşık olduğu şeyler başta Allah, Muhammed, Ali olmak üzere Alevilik
inancında yer edinmiş diğer tüm kutsal şahsiyetlerdir. Onun aşk ve gönül
anlayışı şu örneklerle ifade edilebilir:
Allah aşkı ile sevdim ben seni,
Benim aşkım gayrı aşka benzemez, (377/ 1)
Mecazı gerçeğe çevirmek kardır,
Güzel sev ki Hakk’a makbul olasın,
Muhammed Mustafa o Murtaza yâr,
Muhabbet bağında ilahi aşk var, (179/ 2)
Mevlâ aşk ehlinin kalbin saf eder
Aşk ehli hoşlanmaz asla kinlikten (201/ 3)
Ciğerimizi aşk oduna yakarak
Hak sevgisi insanları sevmektir (319/ 6)
Gönül Beytullah’tır gönülü yıkma
Elinden geldikçe kurmaya çalış (347/ 1)
Varlığın benliğin atıp bir yana
Ceset diri nefis ölü gelesin (223/ 2)
Aşkla oturulmuş aşkla gezilmiş
Her varlıklar aşk üstüne dizilmiş (141/ 2)
155
156
BEŞİNCİ BÖLÜM
ÂŞIK SELMANİ’NİN ŞİİRLERİ
1‐ YARALANINCA
Gözlerimin yaşı aktı duruldu,
Nidem kara bahtım karalanınca,
Yedi yerden kemiklerim kırıldı,
Sitem oku değip yaralanınca,
Her yaraya yara yemiş denilmez,
Yas çekmezse kara giymiş denilmez,
Söylenen her söze deyiş denilmez,
Ak ile kırmızı gül katmayınca,
Selmani der iki güle değilmez,
Güle değilse de dile değilmez,
Asla bir yaprağa dala değilmez,
Mevla’m hakikatten yel katmayınca,
Yedin zalim beni aşkınla yedin,
Sen gözleri güzel bir melek idin,
Candan seven cana sevilmem dedin,
İyi m’olur dertler sıralanınca,
Seni böyle eden namus mu ar mı,
Yokladım gönlünü geniş mi dar mı,
Sarıp sağaltacak merhemin var mı,
Ciğer parça parça paralanınca,
3‐ UĞRAMADIKÇA
Benim sana gelmem beş para etmez,
Gülüm sen de bana uğramadıkça,
Ömür biter gider bu dertler bitmez,
Gülüm sen de bana uğramadıkça,
Güzelliğe göre yok imiş tadın,
N’ola takmasaydım beyaz gül adın,
Ayrılmaksa şayet senin muradın,
Ölürüm ben senden aralanınca,
Üç beş gün dünyada neden gülmeyim,
Güldür ki derdine düşüp ölmeyim,
Bundan böyle ben de size gelmeyim,
Gülüm sen de bana uğramadıkça,
Selmani der dertten derde batarsın,
Âşık halin bilsen meyil katarsın,
Merhametsiz nasıl dışa atarsın,
Yüreğim aşkına kiralanınca,
Vazgeçsem kendimi geri alamam,
Bu fırsatı kaçırırsam bulamam,
Böylelikle bir gün rahat olamam,
Gülüm sen de bana uğramadıkça,
2‐ DİL KATMAYINCA
Tabip bu yaraya merhem kar etmez,
Tabipler tabibi el katmayınca,
Şeyda bülbüller de ahu zar etmez,
Habipler habibi dil katmayınca,
Teklif ettim niye gelmedin bize,
Gelip gitmedikçe gülmeyin yüze,
Artık ben de bari gelmeyim size,
Gülüm sen de bana uğramadıkça,
Selmani ne zaman hoşa gidecek,
Korkarım bu sevda başa gidecek,
Verdiğim emekler boşa gidecek,
Gülüm sen de bana uğramadıkça,
Katreyi bulmayan çay nehir olmaz,
Dert çekmeyen kulda gam kahır olmaz,
Cahil sözü zehir, panzehir olmaz,
Hamı has eyleyip bal katmayınca,
4‐ BİR OLMADIKÇA
Bir kulun abdesti alınmış olmaz,
Özü gönlü Hak’la bir olmadıkça,
Demekle namazı kılınmış olmaz,
Özü gönlü Hak’la bir olmadıkça,
Kara giyen kara bağlamış denmez,
Ağladım dese de ağlamış denmez,
Gözyaşı aksa da çağlamış denmez,
Bulanık sulara sel katmayınca,
Doğruluk adını andırmış olur,
157
Cismini ateşe yandırmış olur,
Vallahi kendini kandırmış olur,
Özü gönlü Hak’la bir olmadıkça,
Anlamışım düşünülen hesabı,
İftira halinde etmen hitabı,
Okutmazlar burada telli kitabı,
Abu Yusuf yönetimde oldukça,
Bu insandan nasıl dostluk beklenir,
Bilmeden üst üste derdi eklenir,
Hayır edem derken günah yüklenir,
Özü gönlü Hakk’la bir olmadıkça,
Selmani der yazım kara yazılır,
Gerçek söyleyene kuyu kazılır,
Ona uyup dede bile bozulur,
Abu Yusuf yönetimde oldukça,
Sanma ki sözünün aslına erer,
Ne nergisi toplar ne gülü derer,
Yalan sözler söyler günaha girer,
Özü gönlü Hak’la bir olmadıkça,
6‐ DEDE TALİP KARIŞIMI
Alevi Alevi olmaz erenler,
Mürşit muhip karışımı oldukça,
Hakk’ı hakikati bulmaz erenler,
Dede talip karışımı oldukça,
Selmani der bu söz zulümet eker,
Anlattım satırla hep teker teker,
Dünyada ahrette dil cürmü çeker,
Özü gönlü Hak’la bir olmadıkça,
Mürşit, muhip karışımı baştadır,
Alevilik sonu gelmez kıştadır,
Gerçeği bilenin gözü yaştadır,
Dede talip karışımı oldukça,
5‐ ABU YUSUF YÖNETİMDE
OLDUKÇA
Garip Dede’nin de hükmü yürümez,
Abu Yusuf yönetimde oldukça,
Kararmış kalpleri nurlar bürümez,
Abu Yusuf yönetimde oldukça,
Doğru söz konuşan derde batıyor,
Katkılı asili taşra atıyor,
Üstelik talibe pirlik satıyor,
Dede talip karışımı oldukça,
Karar Hakk’ın kuldan karar alınmaz,
Gönül kırmakla insan olunmaz,
Bir gün gelir burda kimse bulunmaz,
Abu Yusuf yönetimde oldukça,
Pir var muharremde rakı içiyor,
Talip görüp günahından geçiyor,
Katkılı talipler kıymet biçiyor,
Dede talip karışımı oldukça,
İbadet yerinden âşık kovulmaz,
Ulu dergâh cehalete boğulmaz,
Zannetme ki bu toplumu dağılmaz,
Abu Yusuf yönetimde oldukça,
Bet nefis arttıran şehvet hızını,
Unutturup niyazını nazını,
Talip de alıyor dede kızını,
Dede talip karışımı oldukça,
Baktım ki toplumun düzeni kaçık,
Havası karışık hep saçma saçık,
Kapanır bu kapı tutulmaz açık,
Abu Yusuf yönetimde oldukça,
Selmani çok kusur gözetemezsin,
Hak izin vermezse söz edemezsin,
Sen bu hataları düzeltemezsin,
Dede talip karışımı oldukça,
Park âşığı diye iftira atan,
Parkta saz çalmadım sözünden utan,
Eksilmez cevheri pul diye satan,
Abu Yusuf yönetimde oldukça,
7‐ KIRMAK OLDUKÇA
Senin toplumunda âşıklık etmem,
Sende hiddet gönül kırmak oldukça,
158
Sen davet etsen cennete gitmem,
Sende hiddet gönül kırmak oldukça,
Dört kapıdan içeriye giremez,
Cenneti âlânın yüzün göremez,
Kul yola, yol kula uzak oldukça,
Ben bu bahrin dürrü sedefindeyim,
Kün emri içinde Nun Kef’indeyim,
Şah-ı Kerem olsan hedefindeyim,
Sende hiddet gönül kırmak oldukça,
Nefsin kalasını yıkmış sayılmaz,
Kalp evine şemi yakmış sayılmaz,
Emanete sahip çıkmış sayılmaz,
Kul yola, yol kula uzak oldukça,
Aşk muhabbet bir görüşle kurulur,
Ehli kâmil hepsine bir sarılır,
Bu yolun sahibi sana darılır,
Sende hiddet gönül kırmak oldukça,
Selmani dertsiz lokma yenilmez,
Öz turap olmadan engin olunmaz,
Şahı kerem olsa yolcu denilmez,
Kul yola yol kula uzak oldukça,
Aşk ehlini istemeyen hor olur,
Hal bilmeze hal anlatmak zor olur,
Oturduğun post bir ateş kor olur,
Sende hiddet gönül kırmak oldukça,
9‐ TESİRİNİN ALTINDA
Evlat atasını görür enayi,
Ata, evlat tesirinin altında,
Ne babayı tanır ne de anneyi,
Anne, evlat tesirinin altında,
Sana bu Selmani deli gücenir,
Allah bir Muhammed Ali gücenir,
Hünkâr Hacı Bektaş Veli gücenir,
Sende hiddet gönül kırmak oldukça,
Kalas parçasından kopan odunlar,
Oğul uşak sahip oldu hadımlar,
Kocasına hükmediyor kadınlar,
Erkek kadın tesirinin altında,
8‐ UZAK OLDUKÇA
Dost olunmaz Hak Muhammed Ali’ye,
Kul yola yol kula uzak oldukça,
Bağlanılmaz Hacı Bektaş Veli’ye,
Kul yola yol kula uzak oldukça,
Benimsemek olmaz böyle tipleri,
Yanlış hareketli prensipleri,
Kiracıdan korkar ev sahipleri,
Kiracının tesirinin altında,
Hakka dost olmadan kula gelinmez,
Elif’i bulmadan dala gelinmez,
Edep, erkân ile yola gelinmez,
Kul yola, yol kula uzak oldukça,
Bu sözleri atmayınız yabana,
Atlı gezen indi bastı tabana,
Ağalar güç yetiremez çobana,
Çobanların tesirinin altında,
Her insan bu yola meyil katamaz,
İkiliği bir tarafa atamaz,
İkilikte kalan Hakk’a yetemez,
Kul yola yol kula uzak oldukça,
Bu gibi işleri önlemek zordu,
Önlense önderler bir hale kordu,
Ne kadar güçl’olsa gelişmez ordu,
Yabancının tesirinin altında,
İlmin deryasına rağbet olunmaz,
Ummana dalmadan cevher bulunmaz,
İrfan sohbetinden feyiz alınmaz,
Kul yola, yol kula uzak oldukça,
10‐ DESE NE FAYDA
Bu aşkın bahrinde katre olmayan,
Kendince ummanım dese ne fayda,
İnanç güneşinde zerre olmayan,
Bütündür imanım dese ne fayda,
Yoldan uzak olan yolu süremez,
159
Benim özüm gönlüm kızdadır kızda,
12‐ BAĞLAR MI OLA
Dertlerimi döksem Beyaz Gül’üme,
Acıyıp halime ağlar mı ola,
Onun aşkı ile gitsem ölüme,
O da karaları bağlar mı ola,
Söylediği sözü idrak etmeyen,
Yolun doğrusunu bilip gitmeyen,
Kendi ıslahına gücü yetmeyen,
Elimde fermanım dese ne fayda,
Hayır ile şerre aklı ermeyen,
Bir kula Hak için lokma vermeyen,
Rüyasında bile cennet görmeyen,
Huri’yim Gılman’ım dese ne fayda,
Gizli sırlarımı deyip ellere,
Seveni düşürüp dilden dillere,
Gözyaşlarım döndüğünde sellere,
Onun da gözleri çağlar mı ola,
İnsanlar içinde yüzü gülmeyen,
Derdi olup dertli hali bilmeyen,
Derdine derdinden çare bulamayan,
Tabibim Lokman’ım dese ne fayda,
Bilmem teklifimi kabul eder mi,
Uygun görüp sözlerime gider mi,
İkrara bent olup ikrar güder mi,
Gönlünü gönlüme bağlar mı ola,
Selmani insanca konup göçmeyen,
Hayır ile şerri bilip seçmeyen,
Dost elinden dolu bade içmeyen,
Zemzemdir dermanım dese ne fayda,
Yar dedikçe benden uzak kaçar mı,
Geçmez akçe gibi yere saçar mı,
Başıma çekilmez dertler açar mı,
Açılan yaramı sağlar mı ola,
11‐ KIZDADIR KIZDA
Gelini çok sevip döksem de dile,
Benim özüm gönlüm kızdadır kızda,
Gelin yetirse de yüce menzile,
Benim özüm gönlüm kızdadır kızda,
Sanma ki Selmani boşuna gelir,
Âşığın coştuğu coşuna gelir,
Bu yazdığım sözler döşüne gelir,
Benim için ciğer dağlar mı ola,
13‐ HOŞ GELİR M’OLA
İlmin aşkı ile söylenen sözler,
Dinleyen canlara hoş gelir m’ola,
İçerimi yakan ateşler közler,
Dıştan bakanlara hoş gelir m’ola,
Kızı sevmek basit yazı değildir,
Anlamsız bir âşık sözü değildir,
Ayşe’nin Fatma’nın kızı değildir,
Benim özüm gönlüm kızdadır kızda,
Gelin süslese de sarayım tahtım,
Zevki sefa ile geçirsem vaktim,
Kız sevgisi ruhum ikrarım ahdim,
Benim özüm gönlüm kızdadır kızda,
Herkes sevdiğini sevse özünden,
Çeker sevdasını cefa yüzünden,
Dertsiz insanların iki gözünden,
Ağlayıp sızlasa yaş gelir m’ola,
Her insan gelini sarmaya gelir,
Gelinle zevk sefa sürmeye gelir,
Kız sevgisi nedir arifler bilir,
Benim özüm gönlüm kızdadır kızda,
Gönüllerin yaylasını yaylasam,
Halden bilmezlerle gönül eğlesem,
Her sözlerin gerçeğini söylesem,
Kendini bilmeze taş gelir m’ola,
Sefil Selmani’nin niyazı nazı,
İstemeyen yoktur bu serfirazı,
Mevla’m nasip etsin böyle bir kızı,
Hakk’a halka yarar iş tutar isem,
İlimsiz insanı eş tutar isem,
160
Yaz günümü şayet kış tutar isem,
Ağustos ayında kış gelir m’ola,
Dedim nere gitsem sensin cephede,
Kurban olam beni koyma şüphede,
Ancak sen bilirsin İncirtepe’de,
Sevip sevilmede tay dedin bana,
Ey Selmani gönül yıkılmaz derler,
Doğruluktan doyup bıkılmaz derler,
Kader ile başa çıkılmaz derler,
Felek seninle kul baş gelir m’ola,
Dedim senden aşka yasa isterim,
Katlanır cefana tasa isterim,
Beyaz gülüm bir tek buse isterim,
İnşallah alırsın pay dedin bana,
14‐ BAĞIŞLA
Allah medet ya Muhammed ya Ali,
Tövbe Yarab günahımı bağışla!
Yetiş imdadıma Bektaş-ı Veli,
Tövbe Yarab günahımı bağışla!
Dedim Selmani’yim aşka uyarım,
Güzellerden ilham, neşe duyarım,
Ben seni aşırı sever sayarım,
Gerçek aşkla sevip say dedin bana,
Hatice, Fatıma, yüzü suyuna,
Âşığım Hasan’ın güzel huyuna,
Canım kurban Hüseyin’in soyuna,
Tövbe Yarab günahımı bağışla!
16‐ İKİSİ DE BİR BANA
İster yerli olsun ister yabancı,
İslam insan ikisi de bir bana,
İncir mi benden yolcu kervancı,
İslam insan ikisi de bir bana,
Zeynel Abidin’in nuru saçılsın,
Bakır’ın Cafer’in gülü açılsın,
Mürüvvet deyince kandan geçilsin,
Tövbe Yarab günahımı bağışla!
Kaşı gözü ağzı dili insandır,
Ayağı eli parmağı insandır,
Saçları insandır teli insandır,
İslam insan ikisi de bir bana,
Musa-i Kazım’ın nuru solmasın,
Rıza’yı sevende mahrum olmasın,
Tâki, Nâki affet sana kalmasın,
Tövbe Yarab günahımı bağışla!
Şöhreti insandır şanı insandır,
Cesedi insandır canı insandır,
Damarı insandır kanı insandır,
İslam insan ikisi de bir bana,
Selmani Askeri methi de tamam,
On dört masumu pak ol iki hümam,
Yardımcımız olsun on iki imam,
Tövbe Yarab günahımı bağışla,
Toprağı insandır suyu insandır,
Ahlaki insandır huyu insandır,
Süreği insandır soyu insandır,
İslam insan ikisi de bir bana,
15‐ AY DEDİN BANA
Dedim kirpiklerin kaşların nedir,
Kirpikler ok kaşlar yay dedin bana,
Ay mısın gün müsün ey yüzü bedir,
Gündüz güneş gece ay dedin bana,
Selmani der tatlı acı insandır,
İnsanların toku acı insandır,
Her millete kardeş bacı insandır,
İslam insan ikisi de bir bana,
Dedim pervaneyim ben bu ışığa,
Aşinayım kız sen gibi maşuğa,
Rüyamda bir ateş attın âşığa,
Yandın ateşime vay dedin bana,
17‐ NE DEYİM SANA
Geçen telefonda hocayım dedin,
Dede mi diyeyim hoca mı sana,
Ben ne gencim ne de kocayım dedin,
161
Gül isen bülbülden gıda alırsın,
Hakkı hakikati onda bulursun,
Fatıma Ana’ya yoldaş olursun,
Gücenme Muhammed Ali aşkına,
Ben genç mi diyeyim koca mı sana,
Dedelik, zâkirlik, hocalı da var,
Vazifende gündüz gecelik de var,
Engin gönüllülük yücelik de var,
Engin mi diyeyim yüce mi sana,
Sen beyaz gül isen ben de bülbülüm,
Ali’yi sevene olur mu ölüm,
Bir deste nergisim gülümsün gülüm,
Gücenme Muhammed Ali aşkına,
Selmani manayı manadan seçer,
Mısrayı sıralar hep dörder üçer,
Kuran’da isminiz Mustafa geçer,
Elif mi diyeyim hece mi sana,
Bu aşka düşenler nefsini yendi,
Hak sevgisi bunun hakkına indi,
Muhammed nuruna beyaz nur indi,
Gücenme Muhammed Ali aşkına,
18‐ ALLAH AŞKINA
Bu
sevdadan
geçmek
mümkün
değildir,
Sev de kurtar beni Allah aşkına,
Yar seni seveli aklım zaildir,
Sev de kurtar beni Allah aşkına,
İşte ben bu nura benzettim seni,
Selmani’den haber al yeni yeni,
Muhammed aşkına üzme gel beni,
Gücenme Muhammed Ali aşkına,
Yüzsüzüm ben size bol varıyorum,
Vardıkça aşkına yol arıyorum,
Beyaz gülüm sana yalvarıyorum,
Sev de kurtar beni Allah aşkına,
20‐ AŞKINA
Bir sofra kuruldu mey içmek için,
Saki doldur meyi dolu aşkına,
Muhabbet kapısın tez açmak için,
Saki doldur meyi Ali aşkına,
Beyaz gülüm sana oldum andelip,
Korkarım bu işte gelemem galip,
Bir tenha günümde yanıma gelip,
Sev de kurtar beni Allah aşkına,
Dolansın peymâne bade süzülsün,
Müminler şad olsun münkir üzülsün,
Şahı seven bir katara dizilsin,
Hünkâr Hacı Bektaş Veli aşkına,
Kim bilecek halimi sen de bilmezsen,
Ben de gülmem sen şakıyıp gülmezsen,
İflah olmam gel deyince gelmezsen,
Sev de kurtar beni Allah aşkına,
Aşk badesi içip em niyetine,
Bakmayıp münkirin kem niyetine,
Kırkların sürdüğü cem niyetine,
Balım Sultan, Kızıl Deli aşkına,
Selmani der aşksız dostluk olunmaz,
Olsan bile yanında çok kalınmaz,
Konuşmaya dahi fırsat bulunmaz,
Sev de kurtar beni Allah aşkına,
Badeyi içtikçe affolsun isyan,
Aşk meyi içene Hakk eder ihsan,
Geç kulun suçundan kalmasın noksan,
Hünkâr’ın mukaddes eli aşkına,
19‐ MUHAMMED ALİ AŞKINA
Beyaz gülüm sana yârim ol dersem,
Gücenme Muhammed Ali aşkına,
Bunların aşkıyla meyil verirsem,
Gücenme Muhammed Ali aşkına,
Selmani‘nin sırlarını gizletme,
Gizli yaraların açıp sızlatma,
Doldur saki meyi bizi gözletme,
Sır kandilde nuru celi aşkına,
162
21‐ AŞKINA
Gel seninle gerçek dostluk kuralım,
Allah bir Muhammed Ali aşkına,
Bağlanalım bir ikrarda duralım,
Hünkâr Hacı Bektaş Veli aşkına,
Yardımcımız olsun Keçeci Baba,
Balım Sultan, Kızıl Deli aşkına,
Gamlı gönlüm sizde dostluk aradı,
Yârini alır mı bilmem muradı,
Fatıma Ana cennette saçın taradı,
Arzum saçın her bir teli aşkına,
Âşık sevdiğine can eder heba,
Verir öz canını uğruna ceba,
Şah Mahmut Veli’nin gonca gülünden,
Kokusunu aldık esen yelinden,
Değirmen döner var çeşme selinden,
İşte bu gözlerin seli aşkına,
Katlana gör ol, Hüda’nın derdine
belâsına,
Selmani der sevgin yerleşti sere,
Bizimdir deseydin bari bir kere,
Nasip verdi doksan dokuz bin ere,
İste onun cömert eli aşkına,
İnsanlara bir nazar kıl feth olmaz bir
kala gör,
Sakın İblis yerleşmesin vücudun
kalasına,
Muharremde et yenmez su içilmez,
Yas çekmeyenlere kıymet biçilmez,
Mürvet dilemezsek kandan geçilmez,
Ağlayalım Hüseyin’in aşkına,
Esfelden kurtulam dersen özün gönlün
saf eyle
Hırs ile nefse uyup da gitme iş hilâsına,
Selmani ah çekip gel eyle zarı,
Ah Hüseyin deyip artır efkârı,
Eğer sever isen Şah-ı Hünkâr’ı,
Ağlayalım Hüseyin’in aşkına
Bilal-ı Habeş’in sesi mermeri eritmişti,
Duyanlar hayran olmuştur ezanı
selâsına,
23‐ VÜCUDUN KALASINA
Aldanma ey deli gönül dünyanın
cilasına,
“Hubb’ul vatan minel iman” kalâmını
duyunca,
Selmani sarılır oldu vatanı sılasına
Ağlayalım Hüseyin’in aşkına,
22‐ HÜSEYİN’İN AŞKINA
Mübarek muharrem geldiği zaman,
Ağlayalım Hüseyin’in aşkına,
Ah u feryat ciğer deldiği zaman,
Ağlayalım Hüseyin’in aşkına,
Yedisini tutan imiş yediler,
Sekizini tutan mümin dediler,
Dokuzunu tutanlar Hakk’a erdiler,
Ağlayalım Hüseyin’in aşkına,
Birini tutandan Hakk razı olur,
İkisini tutan rahmetin bulur,
Üçünü tutanda himmetin alır,
Ağlayalım Hüseyin’in aşkına,
Onunu tutanlar gayriyi neder,
On birin tutana şefaat eder,
On ikisin tutan cennete gider,
Ağlayalım Hüseyin’in aşkına,
Dördünü tutanlar görmesin acı,
Beşini tutanlar başımız tacı,
Altısını tutan Güruhu Naci,
163
24‐ SÖZ ARASINA
Ateş yoktur inan öbür dünyada,
Burda düşmedinse köz arasına,
Serencam korkutmuş inat inada,
Bilginler söz katmış söz arasına,
Vatanı gençliğe emanet etti,
Canım kanım kurban vatan uğruna,
Dünyada Türk adı en yüksek rakam,
Millete devlete bir gözle bakam,
Şehitlik makamı bir ulu makam,
Canım kanım kurban vatan uğruna,
Cennet güzel bildirilmiş haz olur,
Cehennemi benimseyen az olur,
İnsanlarda namaz niyaz naz olur,
Güzel ahlak girer naz arasına,
Yürünsün atanın gittiği ize,
Çok dikkatli idi sulhçuluk söze,
Şehit olsak öldü demeyin bize,
Canım kanım kurban vatan uğruna,
Dürüstlükten gösterirsen başarı,
Gönülleri zedelemez haşarı,
Sevenler, kalbinden atmaz dışarı,
Girdin ise gönül, göz arasına,
Selmani şanlı Türk layıktır şana,
Sevgisi yerleşmiş damara, kana,
Bu şehitlik nasip olmaz her cana,
Canım kanım kurban vatan uğruna
Dersini aldınsa aktan, karadan,
Ayırmaz yaratan seni sıradan,
Senlik benlik kalkar ise aradan,
Hak yerleştir temiz öz arasına,
26‐ AYRILIĞI OLMASA
Ecel gelip kapıları çalmazdı,
Ölüm zulüm ayrılığı olmasa,
İnsanın ömrünün sonu olmazdı,
Ölüm zulüm ayrılığı olmasa,
Dünya insanlarla dolar taşardı,
Yeryüzüne sığmaz hattan aşardı,
İnsan ölmez asırlarca yaşardı,
Ölüm zulüm ayrılığı olmasa,
İbret ile bir bak toprağa taşa,
Neler gelir, bir gör sağ olan başa,
Selmani ne kadar yaşarsan yaşa,
Bir gün sarılırsın bez arasına,
25‐ VATAN UĞRUNA
Anam Türk atam Türk, Türk
evladıyım,
Canım kanım kurban vatan uğruna,
Devletin bekçisi kol kanadıyım,
Canım kanım kurban vatan uğruna,
İnsan insanlıktan lezzet duymazdı,
Hiç kimse kimseyi sevip saymazdı,
Birbiriyle uzlaşıp da uymazdı,
Ölüm zulüm ayrılığı olmasa,
Mehmetçik olarak duyunca adım,
Kahramanlık makamını aradım,
Ya gazi ya şehit olmak muradım,
Canım kanım kurban vatan uğruna,
Yaşantılar dengesini bulmazdı,
Yaşansa da hiçbir neşe almazdı,
Ayak basmak için bir yer kalmazdı,
Ölüm zulüm ayrılığı olmasa,
Vatanı canımdan aziz bilirim,
Marşları okurken cûşa gelirim,
Ağlamayın bu hizmette ölürüm,
Canım kanım kurban vatan uğruna,
Selmani der bu hal kulu açmazdı,
Toprağa bir avuç tohum saçmazdı,
Hayır işi işleyip şerden kaçmazdı,
Ölüm zulüm ayrılığı olmasa,
Atatürk buyurdu kurtardı gitti,
İzinden yürüyen menzile yetti,
27‐ AYRI GÖRÜŞ OLMASA
Pİrim beni toplumunda arardın,
164
Ayrı görüş ayrı sürek olmasa,
Erenlere daha iyi yarardın,
Ayrı görüş ayrı sürek olmasa,
Âşık, âşık olmaz del’olmayınca,
Gerçek erenlerden el olmayınca,
Bir can isteyip de gel olmayınca,
Muhammed olmadan varılır mı hiç,
Bu âcize seslenseydin n’olurdu,
Nerde olsan seni arar bulurdu,
Sultan Şah İbrahim memnun olurdu,
Ayrı görüş ayrı sürek olmasa
Selmani’nin bitmez hiç endişesi,
Bu hali görmüştür beyi paşası,
Bugün burda arı namus şişesi,
Muhammed var iken kırılır mı hiç,
Ecdadım emeğim vermez boşuna,
Bakıp âşığının feryat cuşuna,
Beyitlerim hep giderdi hoşuma,
Ayrı görüş ayrı sürek olmasa,
29‐ AH ÇEKMECE VAH ÇEKMECE
Beni de aldın içine,
Ah Çekmece vah Çekmece,
Bilmem âşığın suçu ne,
Ah Çekmece vah Çekmece,
Ah çekerim gündüz gece,
Bir telefon etsen duymaz mı idim,
Hak yolunda cana kıymaz mı idim,
Dedem meclisine uymaz mı idim,
Ayrı görüş ayrı sürek olmasa,
Gidenim yok gelenim yok,
Ağlayanım gülenim yok,
Hiç halimden bilenim yok,
Ah Çekmece vah Çekmece,
Ah çekerim gündüz gece,
Yaz gününde kışa döndüm,
Aşkım bitti boşa döndüm,
Kafeslenmiş kuşa döndüm,
Ah Çekmece vah Çekmece,
Ah çekerim gündüz gece,
Bu kadere nasıl kandım,
Yandım ateşine yandım,
Ne evim var ne de kondum,
Ah Çekmece vah Çekmece,
Ah çekerim gündüz gece,
Bilemez mi idim delil yakmayı,
Evliya yolunda duru akmayı,
Bensiz yemez idin pirim lokmayı,
Ayrı görüş ayrı sürek olmasa,
Bıraktın gönlümü gamın içinde,
Ağladım gözlerim nemin içinde,
Ben de görünürdüm cemin içinde,
Ayrı görüş ayrı sürek olmasa,
Selmani dertleri derleştirirdik,
Sevgimizi kalbe yerleştirirdik,
Özümüz gönlümüz birleştirirdik,
Ayrı görüş ayrı sürek olmasa,
Selmani der kastım da yok,
Seccadelik postum da yok,
Sevdiğim yok dostum da yok,
Ah Çekmece vah Çekmece,
Ah çekerim gündüz gece,
28‐ YORULUR MU HİÇ
Yaşı seksen deyip yorulur sanma,
Muhammed’i seven yorulur mu hiç,
İster inan bana ister inanma,
Âşıklar her söze darılır mı hiç,
30‐ KEKLİĞİM
Dağda keklik avlanmaz,
Engine inmeyince,
Yâda meyil bağlanmaz,
Yar diye dönmeyince,
Çok şükürler Hakk’tan gelen duyruya,
Gönül vermem bu sevgiden ayrıya,
Yaratandan Muhammed’den gayrıya,
Muhammed’i seven sarılır mı hiç,
165
Ey kekliğim kekliğim,
Nedir benim çektiğim,
Senin aşkın değil mi?
Gözyaşları döktüğüm,
Biribirimize candan koşalım,
Gel Allah aşkına niyazlaşalım,
Hemen barışalım bayramdan önce,
32‐ ZİYADE
Lâl-i lebinin lezzeti şeker baldan
ziyade,
Âşığın kalbi pak olur gıylu galden
ziyade,
Keklik taşta eğlenme,
Avcı gelir peşinden,
Sakın gafil avlanma,
Ayırırlar eşinden,
Bu dünyanın ziynetinden geçmek dahi
evladır,
Kula ahiret varlığı para, puldan ziyade,
Ey kekliğim kekliğim,
Nedir benim çektiğim,
Senin aşkın değil mi,
Gözyaşları döktüğüm,
Yerde gökte var mı acep insandan bir
güzeli,
Hakk’ın sevgilisi yoktur geda kuldan
ziyade,
Kekliğim avlanırsın,
İnersen yazılara,
Hasiret korlar seni,
O çifte kuzulara
Ey kekliğim kekliğim,
Nedir benim çektiğim,
Senin aşkın değil mi,
Gözyaşları döktüğüm,
Terki dünya olan elbet yas çekip kara
giyer,
Al yeşilli libas giymez hırka şaldan
ziyade,
31‐ BAYRAMDAN ÖNCE
Cenanım herhalde bana küstünüz,
Hemen barışalım bayramdan önce,
Aramızdan muhabbeti kestiniz,
Hemen barışalım bayramdan önce,
Ey Selmani sen her yolu Hakk’a gider
zannetme,
Yol içinde yollar var ki bak bu yoldan
ziyade,
33‐ HAYDAR DEDE
Muhabbet etmeye yanına varsam,
Tutar bize sapkın der Haydar Dede,
Sapkın diye hangi insana derler,
İyi düşün cevap ver Haydar Dede
Bu aşkın güneşi doğar dulunmaz,
Aşk devam etmezse âşık olunmaz,
Belki bayram günü fırsat bulunmaz,
Hemen barışalım bayramdan önce,
Hacet yok demeye bayram arife,
Ben sana derdimi ettim tarife,
Küskün durma ben biçare herife,
Hemen barışalım bayramdan önce,
Bu sözü hak eden hata yapmadım,
Hakk’tan gayrı bir nesneye tapmadım,
Günahkâr olsam da yoldan sapmadım,
Böyle söz insanı yer Haydar Dede,
Talibin üstünde dedelenirken,
Sohbet eleğinden söz elenirken,
Bet sözlerden gönül zedelenirken,
Kendi hatanı da gör Haydar Dede,
Halini hatrını sormaya geldim,
Ölümsüz bir dostluk kurmaya geldim,
Açılan yarayı sarmaya geldim,
Hemen barışalım bayramdan önce,
Selmani der niçin uzaklaşalım,
Haklı kelamlara hile katılmaz,
166
Seni koydum tüm güllerin yerine,
Neredesin Beyaz Gül’üm nerede,
Veliyullahlara atıp tutulmaz,
Mücerrettir diye dil uzatılmaz,
Onların gelişi sır Haydar Dede,
Yoklayıp gönlünü inceden ince,
Kerem eyle sırlarıma erince,
Yokluğun bağrımı yaktı derince,
Neredesin Beyaz Gül’üm nerede,
İnsanın çektiği hep dil zulminden,
Sabır ehli olmak kendi hilminden,
Selmani’nin dersi batın ilminden,
Bu nihan sırrına er Haydar Dede,
Dostça bakıp âşığının sözüne,
Girmek için çalış gönül gözüne,
Gel sen bari hayır deme sözüne,
Neredesin Beyaz Gül’üm nerede,
34‐ İLTİMAS DEDE
İlmine âlim olmuşum ey kelâmı has
dede,
Erenlerden giyinmişsin hilati libas
dede,
Arabî Farisî Türkçe Kur’an’a mana
veren,
Bildiğim yol evlâdısın etme iltimas
dede,
Selmani’nin sensin tüten gözünde,
Aşkın sevgin yerleşiktir özünde,
Her an sensin sohbetinde sözünde,
Neredesin Beyaz Gül’üm nerede,
36‐ SESSİZ KÖYÜMDE
Niçin özlemeyim garip köyümü,
Anam babam yatar sessiz köyümde,
Niçin izlemeyim sorup köyümü,
Anam babam yatar sessiz köyümde,
Evliyayı enbiyadır yüz yirmi dört bin
nebi,
Yüz dört kitabın beyanı zülfü kaşı mah
cebi,
Tarikatın piri sensin mürşidindir
çelebi,
Bu ismin müsemmasını anlar mı her
nas dede,
Düşünceler derde dertler ekliyor,
Hicran gamı üst üstüne ekliyor,
Seyit Ahmet Türbesi’ni bekliyor,
Anam babam yatar sessiz köyümde,
Selmani ezelden okudu Mim’i Ha’yı,
Pirin cemalinde görüp ol şemsi
Vedduhâ’yı,
hatırından
Hüseyin
Çıkarmayıp
Kerbelâ’yı,
Matem tutup yas çekmemiz ecdattan
miras dede,
Son köye göçtüler normal yaşında,
Tarihleri yazılıdır taşında,
Bir Fatiha okuyan yok başında,
Anam babam yatar sessiz köyümde,
Yakın olsa ez tez gelir giderdim,
Evlatlık hakkımı tamam öderdim,
Fatiha’lar okur dua ederdim,
Anam babam yatar sessiz köyümde,
35‐ NEREDE
Sözüm kar etmedi sarı güllere,
Neredesin Beyaz Gül’üm nerede,
Seni düşürmedim dilden dillere,
Neredesin Beyaz Gül’üm nerede,
Garip kabir çiçeklerle süslenmez,
Dua etmeyince ruhlar beslenmez,
Selmani seslense onlar seslenmez,
Anam babam yatar sessiz köyümde,
Düşünceye uyup dalma derine,
Darılıp âşığın bu haberine,
37‐ VOLKAN İÇİNDE
Ömrüm sonbahardır geçti çağlarım,
167
Hazana uğradı gönül bağlarım,
Yanar dağlar gibi yanar dağlarım,
Kaldım lavlar saçan volkan içinde,
Sanırdım derdime sendin ek olan,
Güzellikte menendi yok tek olan,
Yüzleri yumuşak özü pek olan,
Rastlamadım şu insanlar içinde,
Ben yandıkça yanar dağlarla taşlar,
Feryada kalkışır kurtlarla kuşlar,
Akar gözlerimden ah kanlı yaşlar,
Bir vefasız için al kan içinde,
Bir aşina ile sevgi bağım yok,
Aşk elinden gayrı bir durağım yok,
Koca İstanbul’da dert ortağım yok,
Garibanım tüm imkânlar içinde,
Aşk elinden kaldım yârin yaşında,
Beyaz gül bıraktı dertli başında,
Daldım yüzmekteyim kan deryasında,
Selmani ‘yi ara, bul kan içinde,
Bir nazlı canana derdimi deştim,
Hanesine sık sık varıp birleştim,
Allah biliyor ya çok güvenmiştim,
Perişanım perişanlar içinde,
38‐ ORMANLARIN İÇİNDE
Gök gibi gürleyen neşeli köyüm,
Garip kalmış ormanların içinde,
Gürgenli pelitli meşeli köyüm,
Garip kalmış ormanların içinde,
Selmani ateşim közüm geçmiyor,
Beyaz gülden gönlüm gözüm
geçmiyor,
Binlerce söz yazdım sözüm geçmiyor,
Bu kadar şöhretler şanlar içinde,
Oğlu kızı gitmiş kalmış babası,
Kış da yaz da yanmaktadır sobası,
Zavallı köy sanki yayla obası,
Garip kalmış ormanların içinde,
40‐ SELLER İÇİNDE
Seversen Mevla’yı bire vefasız,
Gel ağlatma beni eller içinde,
Hiç âşık gördün mü cevr-ü cefasız,
Ağlayan gözlerim seller içinde,
Ayrılık çekenler dertli acılı,
Talih sabıkası kader sicili,
Ne normal sağlık var ne de acili,
Garip kalmış ormanların içinde,
Al yanakta açılmadık güller var,
Senin gibi nice ince beller var,
Sende doyulmayan tatlı diller var,
Bir daha bulunmaz diller içinde,
Dağ başına bina kurmuş ustalar,
Mesaj bitti cepler oldu postalar,
Hastaneye ulaşamaz hastalar,
Garip kalmış ormanların içinde,
Gizli sırlarıma erdiğin zaman,
Gönlümün bağına girdiğin zaman,
El uzatıp gülüm derdiğin zaman,
Seçemedim seni güller içinde,
Selmani der söze sığmaz bu sırlar,
Yazmayınan bitmez sözler satırlar,
Ayrılsa da yine köyü hatırlar,
Garip kalmış ormanların içinde,
Al yanağa miski amber ekmişsin,
Kara gözlerine sürme çekmişsin,
Sarı saçı ince bele dökmüşsün,
Altın kemer kalmış teller içinde,
39‐ KANLAR İÇİNDE
Sen gibi muhannet bir kul görmedim,
Hakk’ın yarattığı canlar içinde,
Cefakârım muradıma ermedim,
Koydun gözlerimi kanlar içinde,
Selmani methetti sarı saçını,
Affedersin methedenin suçunu,
168
Aşkınla dolansam Çin’i Maçin’i,
Göremem sen gibi kullar içinde,
Gelir için kaynamalar coşmalar,
Nerde candan sevip niyazlaşmalar,
Deyiş diye söyleniyor koşmalar,
Hep taklitçi insanların elinde,
41‐ KÂR DA ELİNDE
Hayrını şerrini bilmeyen insan,
Hayır da elinde şer de elinde,
Kendinden haberi olmayan insan,
Zarar da elinde kâr da elinde,
Takip eden çok az ikrarı ahtı,
Bilgisiz geçiyor gençliğin vahtı,
Bilginler ölgünler geriden bahtı,
Hep taklitçi insanların elinde,
Elini çek haram kişi varından,
Çekin mazlumların ah u zarından,
Korku çekme cehennemin narından,
Ateş de elinde kor da elinde,
Aklı eren yanıp tutuşacak mı,
Açılan yaralar bitişecek mi,
Bilmem Mehdi çıkıp yetişecek mi,
Hep taklitçi insanların elinde,
Kendi derdine sen dertler katarsın,
Kendini beğenir çalım satarsın,
Tembellikte kalıp boşta yatarsın,
Yokluk da elinde var da elinde,
Selmani der bugün durulacak mı,
Bize sahip çıkan bulunacak mı,
Mazlumların ahtı alınacak mı,
Hep taklitçi insanların elinde,
Başa ne gelecek hiç kimse bilmez,
Bir kimse başaca şad olup gülmez,
İnsandan insana bir zarar gelmez,
Zahmet de elinde zor da elinde,
43‐ GÜLEMEZSİN DE
Yağsa üstümüze ecel yağmuru,
Ecelsiz ölünmez, ölemezsin de,
Dertsiz kullar etmese de umuru,
Her zaman gülünmez, gülemezsin de,
Gel kendini anla et itibarı,
Akıla siper et namusu arı,
Selmani istersen didarı darı,
Didar da elinde dar da elinde,
Gamlı olur insanların bazısı,
Ne acısı biter ne de sızısı,
Kara yazılmışsa alın yazısı,
Bu yazı silinmez, silemezsin de,
42‐ ELİNDE
Muhammed Ali’nin yolu erkânı,
Hep taklitçi insanların elinde,
Neredesin yetiş ey Keremkâni,
Hep taklitçi insanların elinde,
Anlayıp kendimi bileyim desen,
Hayırlı dilekler dileyim desen,
Bir daha dünyaya geleyim desen,
Gidince gelinmez, gelemezsin de,
Ehli kâmil olan yandı kavruldu,
Gerçek söz toz duman olup savruldu,
Batın ilmi zahir ilme çevrildi,
Hep taklitçi insanların elinde,
Güzelce geçiren gençlik çağını,
Sevenlere bağlar gönül bağını,
Delmek istesen de benlik dağını,
Kolayca delinmez, delemezsin de,
Bu söylenen sözde asla yalan yok,
Muhabbetin derinine dalan yok,
Yolu tam bileni yola alan yok,
Hep taklitçi insanların elinde,
Selmani bekle ki çile dolacak,
Talihin ne ise öyle olacak,
Haberin var mı sonun n’olacak,
Netice bilinmez, bilemezsin de,
169
İsminiz Gaffar-üz Zünup,
Gel dertlere derman eyle,
Selmani der yanar içim,
Bu dünyada eyle seçim,
Ahrete kalmasın suçum,
Gel dertlere derman eyle,
44‐ KEREM EYLE
Keşke sevmeseydim dedirme bana,
Acı bu halime gel kerem eyle,
Can-ı dilden âşık olmuşum sana,
Âşığın halinden bil kerem eyle,
46‐ ESİRGEME
Ben seninim sen de benim,
Beni benden esirgeme,
Nişanedir siyah benim,
Beni benden esirgeme,
Aşklıyım ben yasa mateme gelmem,
Süleyman Neb’olsan hateme gelmem,
Bana sitem etme siteme gelmem,
Yanına geldikçe gül kerem eyle,
Aşkınla ciğerim dağlar dururum,
Derdinle karalar bağlar dururum,
Sen uzak durdukça ağlar dururum,
Gözlerimin yaşın sil kerem eyle,
Beyaz Gül’üm bülbül seslim,
Sevgisi kalbimde beslim,
Canı cana edek teslim,
Teni benden esirgeme,
Sevip ayrılırsak el bizi taşlar,
Dertlerin büyüğü buradan başlar,
Gözden dane dane dökülür yaşlar,
Olmasın ciğerim sel kerem eyle,
Candan olup can güvenlik,
Devam etmeli esenlik,
Olmayıp hiç senlik benlik,
Seni benden esirgeme,
Selmani bülbüldür ah u zar ister,
Nazlı Beyaz Gül’den buse kar ister,
Herkes sevdiğinden bergüzar ister,
Siyah saçlarından tel kerem eyle,
Gonca güllerin dereyim,
Dilersen canım vereyim,
Birazcık günün göreyim,
Günü benden esirgeme,
45‐ DERMAN EYLE
Elâ gözlü Şah-ı Merdan,
Gel dertlere derman eyle,
Kulları kurtaran dardan,
Gel dertlere derman eyle,
Selmani sinem yakarsam,
Bulanık selle akarsam,
Sana kem gözle bakarsam,
Kini benden esirgeme
47‐ GÖNÜL GAM YEME
Her kışın bir yazı olur,
Gam yeme gönül gam yeme,
Derdin çoğu azı olur,
Gam yeme gönül gam yeme,
Kâbe kıble sensin hacı,
Günahkâr kullara acı,
Sende dertlerin ilacı,
Gel dertlere derman eyle,
Hûblar şahı canlar canı,
Müminin gönül zîşânı,
Cümlenin şefaat kani,
Gel dertlere derman eyle,
Dertli ağlar yanar tüter,
Denilmez ağlama yeter,
Derdin sonu gelir biter,
Gam yeme gönül gam yeme,
Aşkınla pervane dönüp,
Koştuk nefs atına binip,
Düşünce bir alamettir,
170
Kapılırsan melâmettir,
Sabrın sonu selamettir,
Gam yeme gönül gam yeme,
Bülbülüm âşığım Beyaz Gül’üme,
Âşıklık denilen bir gizli ilim,
Aşkı anlatmaya uzatmam dilim,
Âşığa çok görme kız Beyaz Gül’üm,
Bülbülüm âşığım Beyaz Gül’üme,
Felek gayet düzenbazdır,
Hem şifa hem de marazdır,
Düşenin ömrü azdır,
Gam yeme gönül gam yeme,
Aşkın gizli esen yeli gibiyim,
Bulanıp durulan seli gibiyim,
Sevgin yerleşeli deli gibiyim,
Bülbülüm âşığım Beyaz Gül’üme,
Selmani der doldur kabı,
Bile bile her hesabı,
Benden sana dost cevabı,
Gam yeme gönül gam yeme,
Ben aşkımdan sana aşklar eklerim,
Sanma ki hepsini sana yüklerim,
Güzelim ben senden kerem beklerim,
Bülbülüm âşığım Beyaz Gül’üme,
48‐ MUHAMMED ALİ GELİR
DİLİME
Hayra himmet deyip söze başlarken,
Hak Muhammed Ali gelir dilime,
Pir aşkına gözlerimi yaşlarken,
Şah İbrahim Veli gelir dilime,
Umarım yar benden uzak durmazsın,
Kusurumu görüp yüze vurmazsın,
Aciz Selmani’nin gönlün kırmazsın,
Bülbülüm âşığım Beyaz Gül’üme.
Cavidan ilminden cevher saçarken,
Hayrı sevip şer emelden kaçarken,
Muhabbetin kapısını açarken,
Ululardan ulu gelir dilime,
50‐ MİMİN DALI ZELİNE
Ey erenler canım kurban güzeller
güzeline,
Damarlarda kanım kurban ezeller
ezeline,
Aşk oduna ciğerciğim dağlarken,
Hüseyin’in derdi ile ağlarken,
Gözlerimin yaşı akıp çağlarken,
Hemen hicran seli gelir dilime,
Güzellere canım feda, çirkine lanetim
var,
Eylemişim şanım kurban Mim’in Dal’ı
Zel’ine,
Şah Necef deryasın girip boylarken,
Cevherden yükümü tutup taylarken,
Evliyanın beyitini söylerken,
Âli Aba yolu gelir dilime,
Cahiller bana derler ki niçin güzel
seversin,
Münkirlerin eli ermez âşığın özeline,
Selmani der kazan kaynar taşarken,
Dalgalanıp dalga boydan aşarken,
Söyleyende, dinleyende coşarken,
Muhabbetin balı gelir dilime,
Biz severiz güzelleri, sevmeyenler
sevmesin,
Yeter ki biz kul olalım lemyezel
yezeline,
49‐ BEYAZ GÜLÜME
Beni âşık eden aşkın zorudur,
Bülbülüm âşığım Beyaz Gül’üme,
Yine içten yakan ateş korudur,
Güzellerin aşkı ile içmişiz aşk meyini,
171
Denizlerin suyu yağmur kar mıdır,
Su çokluğu zarar mıdır kar mıdır,
Bu ilimden haberleri var mıdır,
Kaynakların yerden süzülmesine,
Sakiyi Haydar-ı Kerrar sunar tez
tezeline,
Güzellerin kıymetini gerçek âşıklar
bilir,
Görür görmez âşık olduk Hünkâr’ın
biz eline,
Yaza kışa bakıp kesi kesilir,
Denizler fark etmez güze eksilir,
Sonbaharda damar neden kısılır,
İdrak eden var mı büzülmesine,
Ey Selmani güzelleri metheyle güller
gibi,
İbrişim dokutur sana, verir mi bez
eline,
Damarları kimler açar, kim sıkar,
Yeri göğü kimler kurar, kim yıkar,
Her ne arar isen topraktan çıkar,
Bak şu madenlerin ezilmesine,
51‐ ÇİÇEK YERİNE
Dostluk teklifine çiçek verilir,
Ben şiir vereyim çiçek yerine,
Sevip sevilmeye böyle erilir,
Ben şiir vereyim çiçek yerine,
Selmani bir sırdır yerler ve gökler,
Âşıklar söylerken hepsini birler,
Bilginler bu ilme tasavvuf derler,
Akıl fikir gerek sezilmesine,
Âşık sözü çiçekten de güzeldir,
Şiiri üreten aşk, zekâ, eldir,
Bir tek şiir bin çiçeğe bedeldir,
Ben şiir vereyim çiçek yerine,
53‐ O ÇİÇEĞİN ÜSTÜNE
Bu dünyada bir çiçeğe hayranım,
Çiçek bilmem o çiçeğin üstüne,
Hem hayranım odur hem de seyranım,
Çiçek bilmem o çiçeğin üstüne,
Âşık sözü hem zarif hem de gerçektir,
Âşıklar özüne sözüne bektir,
Verilen bir ottur, bir tek çiçektir,
Ben şiir vereyim çiçek yerine,
O çiçektir veren ilhamı bize,
Alınan ilhamdır duyrulan size,
O çiçek benzemez güle nergize,
Çiçek bilmem o çiçeğin üstüne,
Âşık olan düşkün olur maşuğa,
Sevgi zoru denir bu alışığa,
Böyle teklif çok görülmez âşığa,
Ben şiir vereyim çiçek yerine,
Ne menekşe, sümbül ne narçiçeği,
Ne nevruz ne çiğdem ne kar çiçeği,
Doyup usanılmaz bir yar çiçeği,
Çiçek bilmem o çiçeğin üstüne,
Selmani der şiir benim çiçeğim,
Severek kabul et, et küçüceğim,
Bir yanak verirsen yar öpeceğim,
Ben şiir vereyim çiçek yerine,
O çiçeğin türlü türlü hali var,
Zehiri var, kaymağı var, balı var,
Pembesi var, yeşili var, alı var,
Çiçek bilmem o çiçeğin üstüne,
52‐ ÇÖZÜLMESİNE
Bilginlerden derin bir mana sorsam,
Ne derler dağların dizilmesine,
Verilen cevabın farkına varsam,
Kulak verip dürüst çözülmesine,
Selmani’nin bu sözleri gerçektir,
İnsan denen en mukaddes çiçektir,
Halis kökten sürüp gelen pürçektir,
Çiçek bilmem o çiçeğin üstüne,
172
Beraber gidelim İmam Hüseyn’e,
54‐ İMAM HÜSEYN’E
Ben Rıza olayım sen de Teslime,
Beraber gidelim İmam Hüseyn’e,
Bizi ulaştırsın Şehit Müslüm’e,
Beraber gidelim İmam Hüseyn’e,
55‐ KAÇAMADIM NE ÇARE
Gizli dertlerimi dertsiz kullara,
Açam dedim, açamadım ne çare,
Kurtulayım diye çıktım yollara,
Kaçam dedim kaçamadım ne çare,
Her şehidin sırlarına ermeye,
Celal Abbas için can baş vermeye,
Alekber’in güllerini dermeye,
Beraber gidelim İmam Hüseyn’e,
Zalim Yezit, Hüseyin’inin hasımı,
Hasımlar artırır gamı yasımı,
Ziyaret etmeye Ebu’l Kasım’ı,
Beraber gidelim İmam Hüseyn’e,
Gecem değil günüm döndü zindana,
Gözlerimin yaşı boyandı kana,
Derdi gamın bohçasını meydana,
Saçam dedim saçamadım ne çare,
Haber aldım derdin türlü renginden,
Kurtulmadım meşakkatin cenginden,
Kuşlar gibi yüksek değil enginden,
Uçam dedim uçamadım ne çare
Allah kahreylesin Yezit-i harı,
Yıkılsın zalimin suru hisarı,
Görmek için masum Ali Ashar’ı,
Beraber gidelim İmam Hüseyn’e,
Bir göz attım şu dağların ardına,
Koşup gider ulaşılmaz kurduna,
Gerçeklerle güzellerin yurduna,
Göçem dedim göçemedim ne çare,
Dedesi Muhammed atası Ali,
Şah Hüseyin bize uzatsın eli,
Hakk bahşetti nuru İmam Zeynel’i,
Beraber gidelim İmam Hüseyn’e,
Bu Selmani şöhretinden adından,
Yaralıdır kalple kol kanadından,
Şu dünyanın lezzetinden tadından,
Geçem dedim geçemedim ne çare,
Hüseyn’e çevirip yüzlerimizi,
Yaş ile doldurak gözlerimizi,
Canan bir edek ki özlerimizi,
Beraber gidelim İmam Hüseyn’e,
56‐ KUR’AN İÇRE
Ne acayip haldeyim ah bu demi devran
içre,
Ah çekip ağlamaktayım makbulü
yaran içre,
Zeynep, Gülsüm, Leyla bir de Sakine,
Nasıl dayandılar zulüm yüküne,
Bin lanet Yezit’in örü köküne,
Beraber gidelim İmam Hüseyn’e,
Oku gel Hakk’ın ismini dört kitapta
mutlaka,
Gör ne yazmış Hak Teâlâ ol hatmi
Kuran içre,
Bunlar Hakk’a kurban verdi başını,
Atarak Yezit’e lanet taşını,
Akıtarak gözümüzün yaşını,
Beraber gidelim İmam Hüseyn’e,
Sıfatında yedi hattı fehmeyle gel ey
insan,
Küntü kenzullahı bilen kalmıştır viran
içre,
Selmani’nin budur ahtı peymânı,
Şehidi Kerbela dini, imanı,
Ağlayarak geçirmeden zamanı,
Hak Teâlâ kâinatı Âdem için halk etti,
İşte bu hazinetullah ikrarda duran içre,
173
Sözü kumru, dili bülbül Safiye,
Ey Selmani! Sen bu sırrı bildirme her
cahile,
Cahil ne bilsin Huda’yı cahildir her an
içre,
Şah-ı Merdan Hüseyin’e duş etsin,
Gündüz hayal geceleri düş etsin,
Hazreti Fatma’ya seni eş etsin,
Sözü kumru, dili bülbül Safiye,
57‐ KABUL EYLEYE
Hak için meydana gelen kurbanı,
Şah Hasan, Hüseyin kabul eyleye,
Rıza-i bâride kesilen canı,
Şah Hasan, Hüseyin kabul eyleye,
Giymezsin alları kara bağlarsın,
Ehli beyit için sine dağlarsın,
Herkesi ağlatır sende ağlarsın,
Sözü kumru, dili bülbül Safiye,
Muhammed Mustafa Ali aşkına,
Hünkâr Hacı Bektaş Veli aşkına,
Hatice, Fatıma eli aşkına,
Şah Hasan, Hüseyin kabul eyleye,
Allah zihnin zekâ ile doldursun,
Seni ilim deryasına daldırsın,
Hüseyin’in makamını buldursun,
Sözü kumru, dili bülbül Safiye,
İmam Zeynel, Bakır, Cafer aşkına,
Musa Kâzım, Rıza server aşkına,
Tâki, Nâki ile asker aşkına,
Şah Hasan, Hüseyin kabul eyleye,
Gerçek erenlerden himmet dilersin,
Koyun, kuzu gibi candan melersin,
Dökülen gözyaşın niçin silersin,
Sözü kumru, dil bülbül Safiye,
Methi Ali Resulullah aşkına,
İbrahim-i Halilulluh aşkına,
Cebrail -i Eminullah aşkına,
Şah Hasan, Hüseyin kabul eyleye,
Güruhu Naci’den gelen namesin,
Değerini kıymetini bilesin,
Selmani’yi etkilendirdi sesin,
Sözü kumru, dili bülbül Safiye,
İshak ile İsmail aşkına,
Nebi, veli, ehli dilin aşkına,
Nasip veren yeşil eli aşkına,
Şah Hasan, Hüseyin kabul eyleye,
59‐ BİZE
Gerekmez fani dünyada mülk için
dava bize,
Arifi dane lütfudur dert içre deva bize,
Selmani der Âli Aba’nın aşkına,
Hüseyin’i Kerbelâ’nın aşkına,
Yetmiş iki şühedanın aşkına,
Şah Hasan, Hüseyin kabul eyleye,
Bak öyle bir tezgâhtır ki bu bizim
tezgâhımız,
Dokutur türlü kumaşı ibrişim seva
bize,
58‐ DİLİ BÜLBÜL SAFİYE
Hüseyin aşkıyla kitap okuyan,
Sözü kumru, dili bülbül Safiye,
Kerametin kumaşını dokuyan,
Sözü kumru, dili bülbül Safiye,
Bizler şol Âdem-i hakiz Mevlâ yoktan
var etti,
Ruhlar vücuda girmeden denildi kuvâ
bize,
Hem okur hem hoş sesini dinlersin,
Kerbelâ’nın acıların eylersin,
Ağlar sızlar bülbül gibi inlersin,
Ol dem bu kuvâ içine ruhlar
yerleşmeseydi,
174
Hakk’tan inayet,
Nuri hidayet,
Ol yedi ayet,
Vechi veçhullah,
Acep kısmet olur muydu Âdem’le
Havva bize,
Selmani devri âlemde cemale âşık oldu,
Cemalsiz boş hana benzer cennet-ül
mevâ bize,
Farz ile sünnet,
Et Hakk’a minnet,
Didar-ı cennet,
Vechi veçhullah,
60‐ DÜŞER MİYDİM PEŞİNİZE
Yoksa halim hareketim,
Gelmedi mi işinize,
Gelmediğin bilse idim,
Düşer miyim peşinize,
Melek, hem huri,
Musa’nın Tur’u,
Allah’ın nuru,
Vechi veçhullah,
Aşkın kalbime dolalı,
Asılsız aşkla solalı,
Size tebelleş olalı,
Girmedim mi düşünüze,
Ol yedi derya,
Bil cümle eşya,
Nıshayı Kübra,
Vechi veçhullah,
Her sermaye emektedir,
Bilen helal yemektedir,
İfadeniz demektedir,
Bizden taş yok dişinize,
Selmani settâr,
Haydar-ı Kerrar,
Hazreti Hünkâr,
Vechi veçhullah,
62‐ MİRAÇLAMA
Kün emriyle karar kıldı,
Yerler gökler ve arşullah,
Dört nesne ile yoğruldu,
Beni Âdem safiyullah,
Sarı Gül’ü ansa idim,
Sohbetine kansa idim,
Bir kerecik konsa idim,
Gülüm beyaz döşünüze,
Selmani der sözden geçir,
Âşığını özden geçir,
Şiirlerim gözden geçir,
Sezdirmeden eşinize,
Âdem buldu kuvvet kudret,
Kisboldu nuru hidayet,
Gelmesi için zürriyet,
Hakk’tan verildi emrullah,
61‐ VECHULLAH
Verirsen canı,
Bulun cananı,
Seb’al Mesân’ı,
Vechi veçhullah,
Melek Sima Mah-ı Hurşit,
İki çömlek oldu eşit,
Birisinden zuhretti Şit,
Var oldu Şit Nebiyullah,
Yâr ile yâran,
Sendedir her an,
Bil ümmül Kur’an,
Vechi veçhullah,
Nur nakletti emri celil,
Cebrail’di ona delil,
Bu İslam’ın aslını bil,
İbrahim-i Halilulullah,
175
Hizmetler yolunu aldı,
Bir üzüm danesi oldu,
Getirdiği bil şeydullah,
Yüz yirmi dört bin nebiden,
Haber alındı veliden,
Ebi ceddi Hâşimî’den,
Hak habibi Resulullah,
Kudret taamı helaldan,
Sütü elma ve baldan,
Destur oldu zülcelâldan,
Nûş edildi lokma-i Allah,
Murtaza’dan haber alıp,
Evliya sırrını bilip,
Zahir ata Ebu Talip,
Batıni sırrı sırrullah,
Muhammed ayağa kalktı,
Kırklar hayran olup baktı,
Müminlere secdegâhtı,
Keremallahu veçhullah,
Kırklar yolunu tutmaya,
Menzili Hakk’a yetmeye,
Miraca davet etmeye,
Geldi Cibril Eminullah,
Bir müddet ayakta durdu,
Tacını türaba vurdu,
Kemerbest olun buyurdu,
O an okundu Yedullah,
Cebrail götürür pire,
Kırklar cem olduğu yere,
Yolda rast gelince şire,
Ver hatemin nebiyullah,
Hatemi ağzına uzat,
Onda sakin olur o zat,
Sitret-ül münteha gözet,
Keşfolsun azametullah,
Herkes makama oturdu,
Özünü Hakk’a yetirdi,
Selman üzümü getirdi,
Ezdi ol Hak Habibullah,
Arşı kürsü levhi kalem,
On sekiz bin cümle âlem,
Okunan doksan bin kelam,
Zikrim Ali Keremallah,
Biri içti kırkı mesttir,
Hep belleri kemerbesttir,
Semaha verildi destur,
Hu dedi Hu Aliyyullah,
Muhammed kırklara vardı,
Hu deyip içeri girdi,
Kırkı otuz dokuz gördü,
Sordu nedir hikmetullah,
Aşk ile döndü semahlar,
Döküldü küllü günahlar,
Kabul olunca tavaflar,
Erişti Hakk’tan Feyzullah,
Haber aldı sırrullahtan,
Aliyyün veliyullahtan,
Selman geldi seydullahtan,
Elinde bile keşküllah,
Kırklar girdiğinde çarka,
Pervaz tamamlandı kırka,
Emanettir taçla hırka,
Bir kemer bir delilullah,
Keşkülü öne bıraktı,
Cabir Ensar delil yaktı,
Bir neşterle kırk kan aktı,
Hepsinden bir revânullah,
Gönüller maksudun buldu,
Kalpler hep nur ile doldu,
Emanete sahip oldu,
Hacı Bektaş Veliyullah,
Bir damla Selman’dan geldi,
Tarık Nazenin Bektaşı,
176
Allah bir Muhammed Ali,
Hünkâr Hacı Bektaş Veli,
Elestüden dedik beli,
Bendesiyiz hamdülillah,
Zakir görünse de divan edeli,
Gerçek erenlere denmiştir beli,
Göz önüne alın İmam Zeynel’i,
Zakiri susturmak günahtır günah,
İnsanlar içinde nice cevher var,
Meydana dökecek sözü gevher var,
Abdüssamet ile İmam Cafer var,
Zakiri susturmak günahtır günah,
Hatice, Fatıma, Naci,
İmam Hasan başlar tacı,
Şah Hüseyin çekti acı,
Oldu şahı şehidullah,
Gönül yıkmak haram eder helali,
Hızır İlyas verir abı zülali,
Düşünmek lazımdır o zülcelâlı,
Zakiri susturmak günahtır günah,
İmam Zeynel gözüm nuru,
Bakırı Cafer’in yâri,
Musa Kazım din serveri,
Pir Horasan Rızaullah,
Hakk’a makbul olmaz yüceden uçan,
Fakir görünüşlü insandan kaçan,
Selmani der zâkir muhabbet açan,
Zakiri susturmak günahtır günah,
Tâki’nin Nâki’nin ahtı,
Askeri Muhammed Mehdi,
Zaman olur gelir vakti,
Çıkar Ali Resulullah,
64‐ ÇOK SEVERİM KİTABI
Dört peygamber için dört kitap indi,
Onun için çok severim kitabı,
“Velegad kerremna” Âdem’e dendi,
Onun için çok severim kitabı,
Gir bu yola sevgi taşı,
Bağlandı semahın başı,
Hatmi yüz dört kitabullah,
Ey Selmani hakikatten,
Okunan ders beyyinâttan,
Cümlemizi şefaatten,
Mahrum eylemesin Allah,
İncil’de okunan İsa peygamber,
Tevrat ile Musa aynı beraber,
Zebur’la Davut’tan verildi haber,
Onun için çok severim kitabı,
63‐ GÜNAHTIR GÜNAH
Ey mevali canlar be hey erenler,
Zakiri susturmak günahtır günah,
Bu hizmeti böyle verdi verenler,
Zakiri susturmak günahtır günah,
Kuran’da okunan Ahad’la Ahmet,
Ahır zaman peygamberi Muhammet,
Kendi kitabını sever her millet,
Onun için çok severim kitabı,
Şah-ı Merdan Ali gibi dostu var,
Ehli beyti zikretmeye kastı var,
Zakirin de Hak ceminde postu var,
Zakiri susturmak günahtır günah,
Kitap okumadık, bilgisiz kaldık,
Okuduk ilimden haberdar olduk,
Her türlü bilgiyi kitaptan aldık,
Onun için çok severim kitabı,
Hep gayreti yolun, izin içindir,
Hakk’a halka yarar sözün içindir,
Dil olması safi sizin içindir,
Zakiri susturmak günahtır günah,
Her kaç yıl olursa olsun yaşımız,
Okumayı bilsin yol kardeşimiz,
Selmani Kuran’a bağlı başımız,
Onun için çok severim kitabı,
177
65‐ SEVERİZ KİTABI
İlkelin, tarihin habercisidir
Onun için çok severiz kitabı
Bilginin bir cansız hazinesidir
Onun için severiz kitabı
Var mı bu yolda hiç canına kıyan,
Ne mürşit ne dede ne talip kaldı,
Bu mu müminlikte şerefler şanlar,
Âşığın gözünden arifler anlar,
Hak yoluna kesilmiyor kurbanlar,
Ne mürşit ne dede ne talip kaldı,
Çok bilişli insanları güldürür
Akıl almaz buluşları buldurur
Geçenleri yeniçağa bildirir
Onun için çok severiz kitabı
Ayet var insanın zülfü saçında,
Birinde beşinde değil kaçında,
Gücenmeyin canlar ben de içinde,
Ne mürşit ne dede ne talip kaldı,
Okunur dünyanın dört bucağında,
İnsanlarla birdir her bir çağında,
Binlerce söz yatar yaprağında,
Onun için çok severiz kitabı,
Günden güne açılmakta yaralar,
Silinmiyor kalplerdeki karalar,
Hak yoluna harcanmıyor paralar,
Ne mürşit ne dede ne talip kaldı,
Ağaç gibi ışkın verir dal verir,
Her tarafa pürçek salar kol verir,
Denizden karadan açık yol verir,
Onun için severiz kitabı,
Selmani bu sözü kim dedi sana,
Bari kül olayım ben yana yana,
Ana talip oldu talip de ana,
Ne mürşit ne dede ne talip kaldı,
Bu Selman’ı bebe gibi kucaklar,
Kitapla övülür bayrak sancaklar,
Pilot okumasa uçmaz uçaklar,
Onun için severiz kitabı,
68‐ NE KALDI
Sarı Gül’üm sana gönül vereli,
Ne defterde yaprak ne de söz kaldı,
Yanmak için bu ateşe gireli,
Ne alevim kaldı ne de köz kaldı,
66‐ ZAR YARALADI
Yâd eller ne kadar taş atsalar da,
Yarasız sineyi yar yaraladı,
Gönül gülşeninin gonca gülünü,
Şeydanın sedası zar yaraladı,
Benim çektiğim dert senin de derdin,
Üstüne düşmesem severim derdin,
Ne bir müjde ne de bir buse verdin,
Arada ne eda ne de naz kaldı,
Âşıklar ah eder yarın elinden,
Ciğerin dağlanır zarın elinden,
Uşak yanar derler narın elinden,
Şu yanan gönülü nar yaraladı,
Yüze gülüp dıştan beni hoş ettin,
Dertte koyup dertlilere eş ettin,
Sıcaklık vermeyip gönlüm kış ettin,
Ne baharım kaldı ne de yaz kaldı,
Selmani kendini koru gel nardan,
Esirge gülünü dikenden hardan,
Çeke gör elini hayırsız kardan,
İnsanı hayırsız kar yaraladı,
Talihsizim safa sürüp gülmedim,
Yanınızda kusurum ne bilmedim,
Şu kadar ki dert çeksem de ölmedim,
Hasretle yanmaktan canım az kaldı,
67‐ NE DEDE NE TALİP KALDI
Muhammed Ali’nin yoluna uyan,
Ne mürşit ne dede ne talip kaldı,
Selmani’ye sensin hayal düş olan,
178
71‐ SEÇMİŞ OLMALI
Erenler abdestim alınmış diyen,
Dünya şehvetinden geçmiş olmalı,
Şüphesiz namazım kılınmış diyen,
Gayrilerden özün seçmiş olmalı,
Gizli gizli yakan bir ateş olan,
Derdimin ortağı bir tek eş olan,
Benimle inleyen dertli saz kaldı,
69‐ SARI GÜLÜM
Yandı ciğerlerim yandı,
Gözlerim kana boyandı,
Kusur görme Sarı Gül’üm,
Bende gerçek aşk uyandı,
Olmayanı olmuş diye bildirip,
Mantıksız söz ile halkı güldürüp,
Ölmeden evvela nefsi öldürüp,
Hızır’ın dolusun içmiş olmalı,
Gönül hasret çeker dosta,
Arada sevgidir posta,
Seni hasta gördüğümde,
Ben de oldum senden hasta,
Gerçek erenlere göz gönül katıp,
Kin kibirle hırsı bir yana atıp,
Evliya ceminde erkâna yatıp,
Ölmeden kefenin biçmiş olmalı,
Selmani der sözümdesin,
Ateşimde közümdesin,
Seni unuturum sanma,
Sen her zaman özümdesin
Ömrü bitirmişse haram yemeden,
Günahı isyanı benimsemeden,
Alındı kılındı sözü demeden,
Dedisiz kodusuz göçmüş olmalı,
70‐ SENDE OLSAYDI
Beyaz gülüm uzatmazdın arayı,
Aşkımın yarısı sende olsaydı,
Bu kadar üzmezdin bahtı karayı,
Aşkımın yarısı sende olsaydı,
Selmani der söze vererek emek,
Anlamını halka beyan eylemek,
Çok kolay değildir boş söz söylemek,
Dil cürmünden uzak kaçmış olmalı,
72‐ TAŞLAMA
İnsanlarda yaramazlık çoğaldı,
Kadın besmelesiz çocuk yapalı,
Köpeklerin et gıdası azaldı,
Tavuk kemiğinden sucuk yapalı,
Ben coşa geldikçe sen de coşardın,
Aşk atına binip menzil aşardın,
Çağırdığım yere hemen koşardın,
Aşkımın yarısı sende olsaydı,
Sevda yüklerini bana yüklerdin,
Neşemin üstüne neşe eklerdin,
Tenhalarda görüşmemi beklerdin,
Aşkımın yarısı sende olsaydı,
Olgun, ölgün insanlar da hamlandı,
Herkes şimdi derde düştü gamlandı,
Pazardaki jıyar bile zamlandı,
Herkes salatayla cacık yapalı,
Beni benden daha fazla özlerdin,
Merhem çalıp yaralarım düzlerdin,
Gelse diye yollarımı gözlerdin,
Aşkımın yarısı sende olsaydı,
Selmani bu gibi işleri taşlar,
Bugün güvencesiz ekmekler aşlar,
İpek pahasında kaba kumaşlar,
Terzi boylu boslu gocuk yapalı,
Selmani der gülüm gülmesen yüze,
Şiirimle sitem etmezdim size,
Arada sırada uğrardın bize,
Aşkımın yarısı sende olsaydı.
73‐ SOĞUMADI MI
Keşke bu aşkımız soğusa dedin,
Aşkın o an için soğumadı mı,
Neydeyim bende aşk yoğusa dedin,
179
Fikirleri birleştirsek olmaz mı,
Aynı kökten çıkıp büyüse ağaç,
Halkımızı derleştirsek olmaz mı,
Aşkın o an için soğumadı mı,
Benim coşkun aşkım doldu kabına,
Öyle mi geldiydi dost hesabına,
Koydun beni gizli buzdolabına,
Aşkın o an için soğumadı mı,
Dedeler, babalar yol büyükleri,
Üstüne yüklenmiş ağır yükleri,
Aramızda çıkan kötülükleri,
Hep bir olup körleştirsek olmaz mı,
Dillerde söylendi Selmani adım,
Nice canlar ile güldüm oynadım,
Aşkın ocağına girip kaynadım,
Aşkın o an için soğumadı mı,
Muhammed Ali’yi metheder Kuran,
Ali’dir yıllarca kandilde duran,
İkisidir yolu erkânı kuran,
Kalbimize yerleştirsek olmaz mı,
74‐ UTANMAZLAR MI
Cem evine zevk yeridir diyenler,
Bir gün sözlerinden utanmazlar mı
Bilip bilmeyerek söz söyleyenler,
Bir gün sözlerinden utanmazlar mı
Çağırsak canları ceme gelmezler,
Gelseler de bize sırdaş olmazlar,
Kuran’ı okumaz mana bilmezler,
Bunu iyi eleştirsek olmaz mı,
Ne bilsin inancı cahil herifi,
Bilmezler Hakk ile batıl tarifi,
Ayıranlar seyyid ile şerifi,
Bir gün sözlerinden utanmazlar mı,
Selmani sohbet et babalar ile,
Geçirme günleri kabalar ile,
Bu yolda yapılan çabalar ile,
Zararları kârlaştırsak olmaz mı,
Okusa da anlamazlar Kuran’dan,
İkrar verip ikrarında durandan,
Şefaat bekleyip cemi kurandan,
Bir gün sözlerinden utanmazlar mı,
76‐ BAŞIM DUMANI
Dumanı kalkmadık dağ olmaz derler,
Kalkar m’ola dertli başım dumanı,
Kemiğim bırakır etlerim yerler,
Vicdansız güzelin olmaz imanı,
Cehennem insanın çürük özünden,
Yananlar hep kendi ateş közünden,
Hor görenler bizi inanç yüzünden,
Bir gün sözlerinden utanmazlar mı
Kime canım desem kara bağlattı,
Kime kanım desem yaktı ağlattı,
Yüze gülücüler beni ağlattı,
Bize imiş ağlamanın zamanı,
Allah’ım kurtarsın zalim zulmünden,
Sabır versin ilhamından hilminden,
Haberdar olunca batın ilminden,
Bir gün sözlerinden utanmazlar mı,
Bundan sonra gelmez düzenim tadım,
Eli değil ben kendimi kınadım,
Ne yazık dünyayı boşa çiğnedim,
Bilmemişim yahşi ile yamanı,
Selmani der bir araya gelinci,
Boş sözlü olmaz mı halkın gülüncü,
Muhammed Ali’yi birlik görüncü,
Bir gün sözlerinden utanmazlar mı,
Yanarım dumanım tütene kadar,
Başımdan bu derdi atana kadar,
Ölürüm bu dava bitene kadar,
Merhametsiz zalim vermez amanı,
75‐ OLMAZ MI
Bu nedir alaca, bu nedir sıraç
180
Selmani der yara, yar dedim durdum,
Aşığa acımak var dedim durdum,
Açılan yaramı sar dedim durdum,
Söze eğemedim kaşı kemanı,
Âlim’ül gaybın sırrı Âdem’dir,
İnsanın sureti sebal mesânı,
77 HEM KİTABI SEVER HEMDE
İNSANI
Kitaba alışkan anne babalar,
Hem kitabı sever hem de insanı,
Öğrenmeye öğretmeye çabalar,
Hem kitabı sever hem de insanı,
Kur’an’ı natığı tefsir edince,
Veçhullah’ta gördüm şekli insanı,
Dil binayı kübra olduğu için,
Kalbinde saklarım sırrı sübhanı,
Selmani canana can feda kıldım,
Sevmişim Hüseyin’i Şah-ı Merdan’ı,
Oğlunu kızını verir okula,
Yaralı denir böyle bir kula,
Okumakla destek olur akıla,
Hem kitabı sever hem de insanı,
79‐ NE DE SULTANI
Bir susuz deryaya daldım yüzerim,
Ne gemiyi gördüm ne de kaptanı,
Manaları mantığımla süzerim,
Ne şahı gördüm ne de sultanı,
İnsan yetiştirmek olsa hüneri,
Çok çalışır hızla gider ileri,
Bilim öğreneler doğuştan beri,
Hem kitabı sever hem de insanı,
Gavvas olan hep bu ummana dalmış,
Çokları girdapta boğulup kalmış,
Bu derya dünyayı içine almış,
Ne bağını gördüm ne de bostanı,
Yetmiş yaşta düşünenler yarını,
Bir günlük ömrü olsa görür karını,
Ele alan ilim anahtarını,
Hem kitabı sever hem de insanı,
Bu ummana dalmış gerçek erler,
Nebiler, veliler, erenler, pirler,
Cebrail cennete gül dikti derler,
Ne gülünü gördüm ne gülistanı,
Selmani der ifadenin esası,
Az okunan dersi çok anlaması,
Velhasılı uzun sözün kısası,
Hem kitabı sever hem de insanı,
Her can bu ummanı boylayıp geçmiş,
Arifler manayı elemiş seçmiş,
İdris cennette hulle don biçmiş,
Ne tezgâhı gördüm ne de kaftanı
78‐ NEBİZİŞANI
Ah Hüseyin deyip açtım dehanı,
Gözüm görmez oldu fani cihanı,
Selmani der ben bu deryada yüzdüm,
Mantıksız sözlere kendimi üzdüm,
Yüz on dört sureyi okuyup süzdüm,
Ne tamamı gördüm ne de noksanı,
Muhammed’e ümmet olayım diye,
Dilde tespih ettim nebi zişanı,
80‐ AŞKINI
Beyaz gülüm ne sevgin ne aşkın var,
Allah benden beter etsin aşkını,
Gizlice konduğum gönül köşkün var,
Allah benden beter etsin aşkını,
Derdi olan gelsin dermanı buldum,
Hüseyin’dir derdimizin dermanı,
İlim deryasıdır Cafer’i Sadık,
Çünkü nuş eyledi bahri ummanı,
Aşkın ne olduğun kanıtlayasın,
181
Kalp evini ışıtmaya yaka gör çırasını,
Sevda kümesine yumurtlayasın,
Selmani diyerek somurtlayasın,
Allah benden beter etsin aşkını,
82‐ BİR GÜZEL
Gaziler köyünde bir güzel gördüm,
Gözlerine gözlük takıp poz attı,
Gül yüzünü görünce bin oldu derdim,
Bana cilve ile eda naz attı,
Birdenbire kaynayıp da coşasın,
Coşkun ol ki âşık aşklı yaşasın,
Bana benden daha fazla koşasın,
Allah benden beter etsin aşkını,
Karşımda naz ile güldü yılıştı,
Orda beni söyletmeye çalıştı,
Eyvah kalbim alev aldı alıştı,
Çünkü içerime ateş köz attı,
Benim aşkım doğsun senin özüne,
Yanasın âşığın ateş közüne,
Gece uyku girmesin hiç gözüne,
Allah benden beter etsin aşkını,
Bilmem kimin kızı kimin kadını,
Selmani’yim tadamadım tadını,
Dilim tutup soramadım adını,
Oy yarama biber attı tuz attı,
Aşkı bilen aşka doyup bıkmasın,
Canı bilen canın gönlün yıkmasın,
Bu Selmani hatırından çıkmasın,
Allah benden beter etsin aşkını,
81‐ YARASINI
Gel gönül fani dünyanın çekme
macerasını,
Arif olup anla ilmin ağını karasını,
83‐ VELİ GİBİ
Mustafa’ya yâr et beni,
Şah-ı Merdan Ali gibi,
Mucizatlı er gelmedi,
Hacı Bektaş Veli gibi,
Hak Teâlâ sevdiğine çile verirmiş
meğer,
Kulluğa bel bağlayanın sararmış
yarasını,
Haklı sözün kâr etmezse,
Ene’l Hak’la dar etmezse,
Mustafa da yâr etmezse,
Dolaşırım deli gibi,
Hayrını şerrini bilip günahtan
sakınanlar,
Mizan, terazi, tartarken azaltır darasını,
Yakalarsa gönül kışı,
Bağrıma bağlatır taşı,
Akıtır gözümden yaşı,
Gamı hicran seli gibi,
Mevlâ mümin kulu için halk eyledi
cenneti,
Huri Gılman olanlardan istemez
kirasını,
Gayrilerden seçik eyle,
Lâl-ü gevher saçık eyle,
Ya Rab elim açık eyle
Pirin yeşil eli gibi
Yaşadığımız müddetçe eğer isyan
eylersek,
Ne olur Ya Rab pek uzatma ömrümüz
arasını,
Selmani der ağlat beni
Aynı cemden dinlet beni
Hak aşkına inlet beni
İrfanda saz teli gibi,
Ey Selmani ahiretim mamur eyleyim
dersen,
182
84‐ HIŞIM GİBİ
Hiç mi gelmeyecek gönlümün yazı,
Yağıyor üstüme kar hışım gibi,
Yazılmış alnıma bu kara yazı,
Canım almak ister yar hışım gibi,
Ben kendimi böyle korurum dedi,
Aşkın ile sinem yanıp köz olsun;
Kavli kararımız sağlam söz olsun,
Selmani yaşınız seksen-yüz olsun,
Eş kabul edersen varırım dedi,
Dedim hışma gelip yar beni üzme,
Ben candan bezmişim sen bari bezme,
Ezilmiş ciğerim bir de sen ezme,
Öldürüp kefenim sar hışım gibi,
86‐ BİLEN KİM İDİ
Gel ey âşık sana bir sualim var,
İptida dünyaya gelen kim idi,
Tereddütte kalıp çekme ah u zar,
Hakk’ın birliğini bilen kim idi,
Eller yar olmasın benim yerime,
Ben erirken sakın sen de erime,
Kurban olam kızma cevahirime,
Diyemem yanına var hışım gibi,
Kimdir evvel ahır hem baki kalan,
Kimdir Cebrail’i dünyaya salan,
Ya kimdir doğurup kızını alan,
Atasının aklın çalan kim idi,
Yetim durdu terazinin başında,
Yıldızı kim parlatmıştır kaşında,
Kimin oğlu oldu geçkin yaşında,
Mesiha isminde kalan kim idi,
Ne lüzum var darılıp da küsmeye,
Aramızdan sevgimizi kesmeye,
Berdar etme inanıp da esmeye,
Hazırlama n’olur dar hışım gibi,
Selmani’nin gelecek mi ahırı,
Çekecek hal mi var böyle kahırı,
Cude kızı gibi doldur zehiri,
Şanına düşerse ver hışım gibi,
Ya kim idi rüzgâr alan tahtını,
Ya kim güttü ikrarını ahtını,
Balık karnında kim bildi vaktini,
Orada namazın kılan kim idi,
85‐ TOKAT GÜZELİ
Ben bir güzel gördüm Tokat ilinde,
Dengi ne kızda var ne de gelinde,
Tokat’ın övgüsü methi dilinde,
İlimi methedip dururum dedi,
Selmani bu ilmi hikmete dalıp,
Âşık olanları mihnete salıp,
Kimdir küllü şeyden emanet alıp,
Kendi canını da alan kim idi,
87‐ GÖL DERDİ ÇÖL DERDİ
Âşıkları halden hale düşüren,
Mevlâ derdi, derya derdi, göl derdi,
Mecnun edip sahra çöller aşıran,
Leyla derdi, sahra derdi, çöl derdi,
Gönül yaylasında yayla yaylarsan,
Tatlı dillerinle gönül eğlersen,
Bana bir aykırı sözü söylersen,
Tokat tokadını vururum dedi,
Sanma aşk ehlinde tatlı dil biter,
Ne aşk biter ne de başta yel biter,
O vurduğun yerde gülüm gül biter,
İşte bu söz benim gururum dedi,
Aşkın ateşe yanıp pişmesi,
Dert ehlini bulup derdin deşmesi,
Bülbülün seherde zara düşmesi,
Lale derdi, sümbül derdi, gül derdi,
Bu sözlerim acı gelmesin sana,
Canım feda olsun sen gibi cana,
N’olur çıkışmamı çok görme bana,
Aşk elinden başa, sevda gelenin,
Zevk içinde sefa sürüp gülenin,
183
Kimse sevmez gönlü daracıkları,
Zorla kazanılan paracıkları,
Sigaraya verip yakma tiryaki,
Zahmet çekip, kadrini de bilenin,
Arı derdi, çiçek derdi, bal derdi,
İki tabiatı güzel görenin,
Gönlünü düşürüp önem verenin,
Günde bin bir türlü renge girenin,
Pembe derdi, yeşil derdi, al derdi,
Çoğunluk içse de suça sayılır,
Meslektaş olanlar içe sayılır,
Derler ki içmeyen hiçe sayılır,
Onların sözüne bakma tiryaki,
Selmani der, aşkla gönlü dolanın,
Hakk’ı, halkı sevip rengi solanın,
Dünyayı terk edip derviş olanın,
Aba derdi, hırka derdi, şal derdi,
88‐ OLMAZ VALLAHİ
Lâm ‘ı candan sevip saymayanlara,
Mim’den hiç şefaat olmaz vallahi,
Elif Cim’e Dal’a uymayanlara,
Mim ‘den hiç şefaat olmaz vallahi,
Üç yüz altmış altı damardan geçer,
İnsan kocamadan çürüğü seçer,
Sigara denilen zehirden hançer,
Hançeri kalbine çakma tiryaki,
Hiçbir gün onunla uz geçemezsin,
Vazgeçeyim dersin vazgeçemezsin,
Geçsen bile hemen tez geçemezsin,
Bir kere yakana takma tiryaki,
Evvel ahir olan kimi bilmezse,
Ebcedi kebirde Cim’i bilmezse,
Elif’i bilmezse Mim’i bilmezse,
Mim’den hiç şefaat olmaz vallahi,
Yaş yirmi demeden olursun çürük,
Çünkü için dışın dumana bürük,
Hazırdır peşinden balgam öksürük,
Geldikçe canından bıkma tiryaki,
Elif Allah adı okunur vallah,
Lam âlim-ül gaybın beyanı billâh,
Kim sevmezse ehli-beyt Resulullah,
Mim’den hiç şefaat olmaz vallahi,
Selmani der içenlere uyarsan,
Fazla içip tatlı cana kıyarsan,
Bu şiiri kitaplarda duyarsan,
Ah edip canını sıkma tiryaki,
Te, Tebareke’de Te yi bilmezse,
Ayın ile Lam’ı Ye’yi bilmezse,
Bâ’yı Bismillah’ta Be yi bilmezse,
Mim’den hiç şefaat olmaz vallahi,
90‐ BENDE DEĞİL Kİ
Ben yâri sevsem de candan özümden,
Yârin özü gönlü bende değil ki,
Anlamadı sohbetimden sözümden,
Yârin özü gönlü bende değil ki,
Selmani der Hak haklığın duyarsa,
Lâm’ı Mim’i sevin der buyurursa,
Her kim ki Lâm’ı Mim’den ayırırsa,
Mim’den hiç şefaat olmaz vallahi,
Divane gönlümde aşk elemi var,
Sohbette sözümde aşk kelamı var,
Ne bir merhabası ne selamı var,
Yârin özü gönlü bende değil ki,
89‐ TİRYAKİ
Bak ne güzel yaratılmış binamız,
Elinle binayı yıkma tiryaki,
Razı olmaz atamızla anamız,
Atanın sözünden çıkma tiryaki,
O yâr benden ayrı gezer dolaşır,
Sanırdım ki bana hayrı bulaşır,
Böylelikle nasıl Hakk’a ulaşır,
Yârin özü gönlü bende değil ki
Sardırma ciğere karacıkları,
184
Tutup sarılacak dalım mı var ki,
Yâr olanlar eder naz âşığına,
Herhalde ki meyli saz âşığına,
Önem verilmiyor söz âşığına,
Yârin özü gönlü bende değil ki,
Canan için can evimden vuruldum,
Coşkun çaylar gibi aktım duruldum,
Ben sana sığınıp sana sarıldım,
Senden gayrı kanat kolum mu var ki,
Bilmem yâre karşı hatam kaç oldu,
Şirin canım değersiz bir paç oldu,
Selmani der candan sevmem suç oldu,
Yârin özü gönlü bende değil ki,
Canı dilden sarılmışım dalına,
Kerem et Allah’ın şaşkın kuluna,
Muhtacım ben leblerinin balına,
Dost dilinden tatlı balım mı var ki,
91‐ YÜZEMEZSİN Kİ
Âdem ilmi denen uçsuz dünyada,
Yüzmek mümkünsüzdür, yüzemezsin
ki,
Doğusunda, batısında her yanda,
Gezmek mümkünsüzdür, gezemezsin
ki,
Dil baldan tatlıdır zehirden acı,
Muhannetlik etme halime acı,
Bu âşıklık bize saadet tacı,
Diba atlas hırka şalım mı var ki,
Selmani der gelir isen çağrıma,
Sözlerimden hiç incinip ağrıma,
Yeter ki o yâri basam bağrıma,
Dünya malı param pulum mu var ki,
Çok insanlar bu deryada ağlanmış,
Niceleri ateşine dağlanmış,
Üç yüz altmış altı düğüm bağlanmış,
Çözmek mümkünsüzdür, çözemezsin
ki,
93‐ VERMİYOR Kİ
Derdimize yanaşmaya,
Hızlar fırsat vermiyor ki,
Beyaz gülle konuşmaya,
Kızlar fırsat vermiyor ki,
Rengi al kırmızı beyaz narinci,
Çıkmak güçtür derinine girinci,
Bu ilme denilir deliksiz inci,
Dizmek mümkünsüzdür dizemezsin
ki,
Gülün adın anam desem,
Dallarına konam desem,
Ateşine yanam desem,
Közler fırsat vermiyor ki,
Hele bir küçük kızı var,
Ne baharı ne yazı var,
Ara sıra bir nazı var,
Nazlar fırsat vermiyor ki,
Bu sır ilim bilenlere sezildi,
Gülü açtı görülmeden bezildi,
Sabır ile nefsin başı ezildi,
Ezmek mümkünsüzdür, ezemezsin ki,
Selmani bu ilme açalı gözü,
Anlaşıldı o an mananın özü,
Mantıktan anlamlı anlamsız sözü,
Süzmek mümkünsüzdür süzemezsin
ki,
Ellere dert yanışmaktan,
Ona buna danışmaktan,
Sıra gelmez konuşmaktan,
Sözler fırsat vermiyor ki,
92‐ DALIM MI VAR Kİ
Beyaz gülüm gidecek yol aratma,
Başka bir gidecek yolum mu var ki,
Bana sarılacak bir dal aratma,
Selmani’yi etme ören,
İflah olmaz derdi veren,
Bir arada bizi gören,
185
96‐ DERTLER DERMANI ALİ
Okurum Nâd-ı Ali’yi keremler kani
Ali,
Mazhar-ül acayip sensin canların canı
Ali,
Uhud cenginde yetiştin Mustafa’nın
carına,
Teciduhu Avnenneke dertler dermanı
Ali,
Gözler fırsat vermiyor ki,
94‐ İMTİHAN
Bana türlü türlü soru sormadan,
Kısa yoldan bir imtihan yok mu ki,
Zavallı âşığı üzüp yormadan,
Bir diploma verilirse çok mu ki
Hep zihnimde değil coğrafya tarih,
Ömrümde görmedim okul maarif,
Bu kadar dersleri edemem tarif,
Hepisini ezber etmek hak mı ki
Zalimler şehit eyledi Muhammed’in
dişini,
Finne vahib olan şahım eyle ihsanı Ali,
Düşmüşlerin elin tutan ya Aliyy’ül
Murtaza,
Bilhaceten külli hemmin gamın yeksanı
Ali,
Selmani gıdayı alır maşuktan,
Faydalanır kalbindeki ışıktan,
Bir kağıtı esirgemek âşıktan,
Peygamberin emri, doğru rah mı ki
İki cihanın serveri şimdi yoluna bakar,
İki veleyha muhavvilü şahlar sultanı
Ali,
Edirikni edirikni diye çağırmaktadır,
Lebbeyk dediğin anda kurtar insanı
Ali,
Diyen sensin ol Resule esselâmün
aleyk,
Yine sensin şefaatin bahri ummanı Ali,
Cenazende ak deveyi çekip götüren
sensin,
Sendedir cümle âlemin sırrı pinhanı
Ali,
95‐ MUHAMMED ALİ
Kırkların ceminde yanan delilin,
Nuru Muhammed’dir ışığı Ali,
Narını gülizar eden Halil’in,
Nuru Muhammed’dir ışığı Ali,
Hatice, Fatıma, Hayrunnisa’nın,
Zehre elin sunan İmam Hasan’ın,
Hüseyn-i Kerbela hep masumânın,
Nuru Muhammed’dir ışığı Ali,
Zindandan pay alan Zeynel Aba’nın,
Kazanda kaynayan Bakır Bega’nın,
İmam Cafer Sadık ilmi deryanın,
Nuru Muhammed’dir ışığı Ali,
Bir dakikada Hint’ten Halep’e erişen
sensin,
Şimdi bize de yetişmenin tam zamanı
Ali,
Nâdı Ali duasının hürmeti için ey
şahım,
Koyma zulmette medet bekliyor
Selmani Ali,
Şah Musa’yı Kazım İmam Rıza’nın,
İmam Tâki Nâki nuru Huda’nın,
Hasan Al Askeri mehdi livanın,
Nuru Muhammed’dir ışığı Ali,
Selmani her zulme olan sabırın,
Canlı ölü görünmeyen kabirin,
On parmağı hayat veren Cabir’in,
Nuru Muhammed’dir ışığı Ali,
97‐ YÂR ALİ ALİ
Ta ezelden candan sevmişim seni,
Ali Ali Ali, yâr Ali Ali,
Dilerim kapında kul eyle beni,
186
Mahi taban, kevn ü mekân, cümle
cihandır Ali,
Ali Ali Ali, yâr Ali Ali,
Ali keşf ettirdi akı karamı,
Ali yeme dedi bana haramı,
Ali sarar yine açan yaramı,
Ali Ali Ali, yâr Ali Ali,
Zikri zikran, şükrü şükran, hem
mürüvvet kanidir,
Can-u canan, bahri umman, şirin
dehandır Ali,
Ali’dir efendim sevgisi dilde,
Ali’nin kokusu insanda gülde,
Ali idi duran sırrı kandilde,
Ali Ali Ali, yâr Ali Ali,
Selmani şan, namı nişan, bil arifandır
hemen,
Dini İslam, Huri Gılman, ulu
sübhandır Ali,
Ali oldu sırdan gün gibi izhar,
Ali’nin sırrına olalım mazhar,
Ali’dir sevgili, Ali’dir didar,
Ali Ali Ali, yâr Ali Ali,
99‐ BEKTAŞI VELİ
Horasan şehrinden Rum’un ilini,
Görensin Pir Hacı Bektaş-ı Veli,
Güvercin donunda Karahöyük’te,
Duransın Pir Hacı Bektaş-ı Veli,
Selmani’yim ben de Ali aradım,
Ali diye diye var adım adım,
Ali’den isterim cümle muradım,
Ali Ali Ali, yâr Ali Ali,
Sen Rum ülkesinde ettin pervazı,
Darı çek üstünde kıldın namazı,
Cümle erler sana eyler niyazı,
Pirânsın Pir Hacı Bektaş-ı Veli,
98‐ SIRRI PÜNHANDIR ALİ
Veçhi Kuran, yüzü insan Seb’al
Mesandır Ali,
Cevheri kan, Şirri Yezdan, lütfu
ihsandır Ali,
Hamur gibi yoğuransın haceri,
Nutkunla akıntın ol ak pınarı,
Binip yürütesin cansız duvarı,
Sürensin Pir Hacı Bektaş-ı Veli,
İlmi irfan, nur-u burhan, ümmü’l
Kuran Ali’dir,
Bahri umman, genci nihan, sırrı
pünhandır Ali,
Selmani’nin aklı ermez işine,
Candan sevmek için düşer peşine,
Gündüz hayaline gece düşüne,
Girensin Pir Hacı Bektaş-ı Veli,
Hâke yeksan, Şah-ı Merdan, âlemlerin
şahıdır,
İlmi lokman, derde derman, şahı
sultandır Ali,
100‐ CİLVELİ CİLVELİ
Şu Tokat’ın güzelleri,
Gezer cilveli cilveli,
Âşıkların ciğerini,
Ezer cilveli cilveli,
Hem âşıkan, hem sadıkan, du cihan
mürşididir,
Dem ü devran, piri piryan nebizişandır
Ali,
İzler âşık sözlerini,
Sözlerinin özlerini,
Sürmelenmiş gözlerini,
Süzer cilveli cilveli,
Hayyu hayran, seyri seyran devreder
gece gündüz,
187
102‐ YÜZ BENLİ BENLİ
Benli dilber gerdanında ben gördüm,
Gerdan benli benli yüz benli benli,
Dedim benlim benlerini ben gördüm,
Öldürdün derimi yüz benli benli,
Gül fidanı budak budak,
Canım kurban adak adak,
Sevdiğini görse dudak,
Büzer cilveli cilveli,
Aşk rüzgârı estirirse,
Devaları kestirirse,
Seven dostu küstürürse,
Üzer cilveli cilveli,
Meftun oldum böyle bir kaşı yaya,
Cemalini gören yürümez yaya,
Atıver kendini göle deryaya,
Sen de benim gibi yüz benli benli,
İsteyen gerçek yarlığı,
Hoşlanmaz gönül darlığı,
Selmani’deki varlığı,
Sezer cilveli cilveli,
Yâr seni seveli yandı bu sine,
Âşığı genç iken gel koyma sine,
Bu Tokat ilinin Selmani’sine,
Kurban olmak ister yüz benli benli
101‐ VELİDİR VELİ
Çağırmadan duyup bakmadan gören,
Allah bir Muhammed Ali’dir Ali,
Bunca erenlerin nasibin veren,
Hünkâr Hacı Bektaş Veli’dir Veli,
103‐ GİZLİ GİZLİ
Ali’nin sırrına akıllar ermez,
Gizli sır içinde sır gizli gizli,
Bu kuvvet kudreti her kula vermez,
İsteyen kullara ver gizli gizli,
Hatice, Fatıma, Hasan, Hüseyin,
İmam Zeynel, Bakır seyidi kevneyin,
Cafer-i Sadık’tır cedd-ül Hasaneyn,
Musa Kazım Rıza bellidir belli,
Yaradan Hak safi nurdan var etmiş,
Muhabbetin tatlı cana kar etmiş,
Sanki bana söylemeye ar etmiş,
Âşıklara sırrın der gizli gizli,
Tâki’yi sevendir kendini bilen,
Nâki’yi sevendir kalbini silen,
Hasan El Askeri imdada gelen,
Balım Sultan Kızıl Deli’dir Deli,
Aşkı muhabbete düşen gülemez,
Her insanım diyen kalbin silemez,
Candan geçmeyenin kalbi ölemez,
Geleceği bilir er gizli gizli,
On iki imamda Mehdi başımız,
Ali Resul bizim yol yoldaşımız,
On dört masum için aksın yaşımız,
Gözden akan aşkın selidir seli,
Âşığın sevgisi Hak sevgisidir,
Yine bu ilimler Hak vergisidir,
Cevher satılan yer aşk dergisidir,
Hakikat güllerin der gizli gizli,
Yüz dört kitap indi sonuncu Kuran,
Üç huruf üstüne kurmuştur kuran,
İçinde nurdan bir yeşil ben duran,
Hünkâr efendimin elidir eli,
Selmani Hak aşkı ciğerim ezer,
Aşk ehli olanlar divane gezer,
Sevdakâr olanlar canından bezer,
Verir ilhamını pir gizli gizli,
Selmani dört huruf sohbetim sözüm,
On iki noktaya bağlıdır özüm,
Her iki cihanda cümle niyazım,
Şahlar şahı nuru celidir celi
104‐ KURBAN KESİMİ
Bu ne biçim kurban kesme erenler,
Katliama döndü kurban kesimi,
188
Böyle mi bildirdi haber verenler,
Katliama döndü kurban kesimi,
Mübarek bayramda acı esenler,
Duyunca küsmesin bana küsenler,
Boğaların bacağını kesenler,
Katliama döndü kurban kesimi,
Selmani de beyaz gül diye ağlar,
Yoksa kara bahtım gülmeyecek mi,
106‐ KIRMIZI DEĞİL Mİ
Yüz dört kitabı okuyan,
Diller kırmızı değil mi,
Dalında bülbül şakıyan,
Güller kırmızı değil mi,
İğneler vurulup kurşun sıkmalar,
Baş hayvanı yaralayıp yıkmalar,
Tekbirsiz ölene sahip çıkmalar,
Katliama döndü kurban kesimi,
Al kırmızı ad takılmış,
Ne yazık ki hor bakılmış,
Bayramda kına yakılmış,
Eller kırmızı değil mi,
Canlı mı cansız mı deyip şişlemen,
Böyle bir lokmayı yiyip dişlemen,
Sevap edek derken günah işlemen,
Katliama döndü kurban kesimi,
Gönül köşkü konağında,
Mengüş küpe sol sağında,
Güzellerin yanağında,
Haller kırmızı değil mi,
Selmani bu sözü anlayan anlar,
Atmayın sözümü vefalı canlar,
Bu şekilde kesilmesin kurbanlar,
Katliama döndü kurban kesimi,
Selmani dersin ağında,
İnsana sevgi bağında,
Türklerin al bayrağında,
Allar kırmızı değil mi
105‐ GÜLMEYECEK Mİ?
Güvendiğim dağa karlar yağıyor,
Yoksa kara bahtım gülmeyecek mi,
Eller zevk içinde gülüp oynuyor,
Yoksa kara bahtım gülmeyecek mi,
107‐ NAZARA BENİ
Aşkımı, sevgimi öze düşürüp,
Almadı muhannet nazara beni,
Yakıcı, yıkıcı, göze düşürüp,
Korkarım uğratır nazara beni,
Bir gün gelip garip halim sormazsın,
Yanımda bir müddet kalıp durmazsın,
Yalvarsam da yar sinene sarmazsın,
Yoksa kara bahtım gülmeyecek mi,
Böyle bir hal birdenbire belirse,
Çare bulur yar halinden bilirse,
İki nazar bir araya gelirse,
Şüphesiz düşürür mezara beni,
Yakın gel dedikçe sen uzak kaçtın,
Güler yüz gösterip gönlünden saçtın,
Kalbimde çok derin yaralar açtın,
Yoksa kara bahtım gülmeyecek mi,
Tılsım takınayım, nazar geçmesin,
Gencecik yaşımda kanım içmesin,
Görünmez hızarla kesip biçmesin,
Düşürme ne olur hızara beni,
Ahtım alamazsam kaşı karadan,
Açtığı yaralar sızlar sıradan,
Nasıl kurtulurum ben bu yaradan,
Yoksa kara bahtım gülmeyecek mi,
Candan seven canı başta tutasın,
Dermansız derdine derman katasın,
Altın gibi sarrafına satasın,
Götürmeyip değme pazara beni,
Yârinden ayrılan gel diye ağlar,
Sevenler ağlama gül diye ağlar,
189
Aşkın gemisine bin de yüz beni,
Selmani der, yar aklımdan gitmedin
Dertli kul buldurup dert dinletmedin
Çok gezdim dolaştım nasip etmedin
Bu derdin dermanı yazara beni,
Bana yar olduğun bildirirseniz,
Ağlatmayıp yüzüm güldürürseniz,
Ecelim gelmeden öldürürseniz,
İstersen genç yaşta hemen yüz beni,
Selmani’de sevda var hayal düş var,
Gönülden gönüle geliş gidiş var,
Beni genceldecek ancak bir iş var,
On beşe indirir güler yüz beni,
108‐ SEÇ BENİ
Yârim sen sultan ol ben kul olayım,
İnsanlar içinden sevip seç beni,
Ayaklar altında bir yol olayım,
Beyaz topuklarla çiğne geç beni,
110‐ NE İÇENİ GÖRDÜM NE
İÇİRENİ
Âşıklara dolu içer dediler,
Ne içeni gördüm ne içireni,
Dost için canından geçer dediler,
Ne geçeni gördüm ne geçireni,
Ömrüm olanaca ahır gelirim,
Bazen lütuf bazen kahır gelirim,
Belki acı olur zehir gelirim,
Panzehir yerine alıp iç beni,
Aşkın kapısını sende buluyum,
İstersen yoluna kurban oluyum,
Gerçi yaratanın edna kuluyum,
Acıyıp halime görme hiç beni,
Âşıktaki sevda bir gizli hikmet,
Aşkın darbesidir çektiği zahmet,
İnsanlar insana biçse de kıymet,
Ne biçeni gördüm ne biçireni,
Şeker mi kaymak mı bal mıdır lebi,
Sevda bir derya ki bulunmaz dibi,
Bir ağaç içinde Zekerya gibi,
Aşkın hızarıyla kesip biç beni,
Yine bu inanca yok deme aman,
Her vakit bir olmaz değişir zaman,
Taneden mutlaka seçilir saman,
Ne seçeni gördüm ne seçireni,
Selmani der malsız varsız ölürsem,
Garip garip yurtsuz yersiz ölürsem,
Ecelim gelende yârsiz ölürsem,
Vasiyetim, etmesinler göç beni,
Ruhların durağı bilinmez nere,
Bilenler var mı ki bir haber vere,
Hep istekler cennet denen bir yere,
Ne göçeni gördüm ne göçeni,
109‐ TOMBUL YÜZ BENİ
Doğru söyle yar Allah’ın seversen,
Candan sever misin tombul yüz beni,
Can atarak sevmek için eversen,
İster öldür, ister diri yüz beni,
Bu Selmani saçma sözler saçmaya,
Manalı söz lazım zekâ açmaya,
Yol aranır cehennemden kaçmaya,
Ne kaçanı gördüm ne kaçıranı,
Siyah kirpiklerin süzülü gördüm,
Kaşlarında keman yazılı gördüm,
Sıra sıra benler dizili gördüm,
Saydım gül yüzünde tamam yüz beni,
111‐ SAZ İLE YOL EDEM SENİ
Eğer bugün buradan gitmek istersen,
Çaldığım sazınan yol edem seni,
Eğer aşkın kervanına gidersen,
Bu tatlı söz ile yol edem seni,
N’olur gül yüzünden ver buse payım,
Beni mahcup etme ey kaşı yayım,
Dalmak ister isen uçsuz deryayım,
Sevgi vardır yer etmiştir özümde,
190
Yanlış kelam çıkmasın hiç özümde,
Sevdiğimi sevsem gönül gözümde,
Bugün gözüm ile yol edem seni,
Eğer ki sen beni yakmak istersen,
Eğlenmem yanında boşlarım seni,
Bana kinli kinli bakmak istersen,
Fırtına kesilir kışlarım seni,
Gerçek erenlere meyil katayım,
Müşterim olursa cevher satayım,
Gizli ateşimden ateş atayım,
Yakan közüm ile yol edem seni,
Divitsiz kalemsiz sırdan yazım var,
Atışmalı yarışmada gözüm var,
Kolumda beslenen şahin bazım var,
Havaya uçurur kuşlarım seni,
Selmani der bir kararda kalmazsam,
Söyleyemem pirden himmet almazsam,
Eğer çoklarında ben de olmazsam,
Olan azım ile yol edem seni,
Benim dertlerime sen de eklenme,
Yumuşak söz konuş sen de beklenme,
Üzerime gelip fazla yüklenme,
Hemen bu meclisten dışlarım seni,
112‐ SAKLARIM SENİ
Hayalin karşımdan gitmez,
Gözüme saklarım seni,
Yanarım ateşim bitmez,
Közüme saklarım seni,
Anlamayan insan şekeri şebi,
Ne bir veli tanır ne de bir nebi,
Yaşlanıp kartlaşmış bir ağaç gibi,
Zulmet kalemiyle aşlarım seni,
Âşıklar ateşli közlü,
Her kelamda tatlı sözlü,
Hayalin kalbimde gizli,
Özüme saklarım seni,
Selmani insana verse de değer,
Âşığı taşlamak var imiş meğer,
Taşlıyorum diye küstüysen eğer,
Tatlı sözler söyler hoşlarım seni,
Kaptan kaba sen de dolsan,
Gül gibi sararıp solsan,
Sen bir tatlı lokma olsan,
Kızıma saklarım seni,
114‐ ARARIM SENİ
Yârim seker şerbet olup gelsen de,
Aynı helva gibi kararım seni,
Dünyadan ahrete göçmüş olsan da,
Gece gündüz durmaz ararım seni,
Bülbül olup ötemezsem,
Yanar yanar tütemezsem,
Kalp evimde tutamazsam,
Sazıma saklarım seni,
Âşıklar dünyada güzele doymaz,
Ne kadar seslensem kulağı duymaz,
Korkarım ki asla ırahat koymaz,
Buradaki aşkı kararım seni,
Selmani söylüyor sazla,
Güzeller geliyor nazla,
Varım eğer yoksa fazla,
Azıma saklarım seni,
Kuş olup çıkarsam bahara güze,
Düşerim her zaman güne gündüze,
Sağ olsan da bir gün gelsek yüz yüze,
Sana doymayarak sararım seni,
113‐ TAŞLAMA
Âşık benim ile girme yarışa,
Üstüme gelirsen taşlarım seni,
Gönlüm olsa bile sözlü barışa,
Sönmez ateşlerde haşlarım seni,
Âşığım kalmışım mihnet içinde,
Nice kimselerle ülfet içinde,
Bir araya gelsek sohbet içinde,
191
Yarı yoldan dönmek kardır dediler,
Ne sen beni incit ne de ben seni,
Sanma ki söz ile kırarım seni,
Gündüz hayallerden gece düşlerden,
Hiç vefa görmedim gayrı işlerden,
Aman yârim gökte uçan kuşlardan,
Hasretini çeker sorarım seni,
Selmani der gülüm bu muydu ahtın,
Gizli ateşlerde ciğerim yaktın,
Mademki bana yar olmayacaktın,
Ne sen beni incit ne de ben seni,
Selmani der âşıklık var payına,
Âşık derler âşıkların soyuna,
Senin ile bir kez girsem oyuna,
Zannetme ki üzüp yorarım seni,
117‐ MÜRVET SENİ
Gül yüzün görelden beri özlerim
Mürvet seni,
Almışım gönül evime gözlerim Mürvet
seni,
115‐ BEKLERİM SENİ
Aradan ay yıllar geçse de zalim,
Yine de burada beklerim seni,
Perişan olsa da bu garip halim,
Derdimin içine eklerim seni,
Muhabbetin avcısıyım ben bu aşka
düşeli,
Gece gündüz hiç durmadan izlerim
Mürvet seni,
Boşalıp da sen de kaplara dolsan,
Ben gibi aşk ile sararıp solsan,
Herkesin sevdiği cevahir olsan,
Aşkın kervanına yüklerim seni,
Senin aşkın ile yazdım bugün ben
birkaç kelam,
Bilmem tatmin edecek mi sözlerim
Mürvet seni,
Selmani sohbete eylemiş akın,
Aklını başına gel iyi takın,
Ey yar bana eğer olursan yakın,
Yine gelir gider yoklarım seni,
Bu âşığın ateşinden sana bir ateş
düşüp,
Yakıp ta kül edecek mi közlerim
Mürvet seni,
116‐ NE DE BEN SENİ
Beyaz gülüm gönlün yok ise bende,
Ne sen beni incit ne de ben seni,
Benim aşkım sevgim sendedir sende,
Ne sen beni incit ne de ben seni,
Selmani der ne yazık ki meskenin
bildirmedin,
Bir kez daha görecek mi gözlerim
Mürvet seni,
118‐ İÇERİ
Cananımın sırlarını,
Saklarım candan içeri,
Aşkı yerleşti kalbime,
Damardan kandan içeri,
Aşkı inleten sensin,
Neden içre neden sensin,
Cevher halis maden sensin,
Cevheri kandan içeri,
Korkarım dert bitip çilemiz dolmaz,
Sevda çekmeyenin benzi de solmaz,
Güzelim zorunan güzellik olmaz,
Ne sen beni incit ne de ben seni,
Sıcaklığım ateş kor geliyorsa,
Âcizane âşık hor geliyorsa,
Eğer tekliflerim zor geliyorsa,
Ne sen beni incit ne de ben seni
Âşıklar sevene yardır dediler,
Alanlara mana vardır dediler,
Güle bülbül olup öttüm,
192
Aşkı ile yanıp tüttüm,
Kalp evime mihman ettim,
Aziz mihmandan içeri,
Selmani bunları Kur’an’da gördüm
Okuyup ayeti sırrına erdim
Size bu mukaddes müjdeyi verdim
Hakk’tan verilmiştir cennet müjdesi
Her insanın bir şanı var,
Gönüllerin rüşanı var,
Sende cennet nişanı var,
Huri Gılman’dan içeri,
120‐ MÜRVETİ
İstanbul’u cevlan edip arasam,
Acep nerde bulurum ben Mürvet’i,
Aşna olup hizmetine yarasam,
Acep nerde bulurum ben Mürvet’i,
Bana şifa senin derdin,
Dost sen beni nasıl gördün,
Bu gönlüme nasıl girdin,
Aciz Selman’dan içeri,
Âşık oldum onun güzel adına,
Kıyas etmem asla başka kadına,
Doyamadım sohbetine tadına,
Acep nerde bulurum ben Mürvet’i,
119‐ MÜJDE
Eşi ile hemhal olmuş bacıya,
Hakk’tan verilmiştir cennet müjdesi,
Kayıt edip hak Güruh-u Naci’ye,
Hakk’tan verilmiştir cennet müjdesi,
Bu aşk beni Ummanlara daldırır,
Daldırdıkça cevherden pay aldırır,
Buldurursa nesrin cenan buldurur,
Acep nerde bulurum ben Mürvet’i
Düşümde denildi bu konuyu aç,
Sözüne kanmayan insanlardan kaç,
Erini etmezse ellere muhtaç,
Hakk’tan verilmiştir cennet müjdesi,
Bu aşkın sırrına her can ermedi,
Gönül bahçesinin gülün dermedi,
Ne yazık ki bana adres vermedi,
Acep nerde bulurum ben Mürvet’i,
Allah razı olsa her bir işinden,
Soğuk davranmayıp hoş görüşünden,
Hayır dua alır işi eşinden,
Hakk’tan verilmiştir cennet müjdesi,
Aşk elinden ciğercim ezildi,
Ezildikçe şirin candan bezildi,
Nesrinin de sevgi bağı çözüldü,
Acep nerde bulurum ben Mürvet’i,
Hak razı olursa kalmaz acılar,
Gönül tavaf eder gerçek hacılar,
Kocasını incitmezse bacılar,
Hakk’tan verilmiştir cennet müjdesi,
Âşık maşukunu sevmez naz ile,
Muhabbet ehl’olan kanmaz az ile,
Arzum sohbet etmek sözle saz ile,
Acep nerde bulurum ben Mürvet’i,
Hayat yoldaşına verirse değer,
Hakk’ın makbul kulu olurmuş meğer,
Hatasında tövbe ederse eğer,
Hakk’tan verilmiştir cennet müjdesi
Selmani’nin hayalinde düşünde,
Mecnun gibi dolanmakta peşinde,
Gerçek aşk uyandı bir görüşünde,
Acep nerde bulurum ben Mürvet’i,
Hayır iş işleyip şer iş tutmazsa
Helâl kazancına haram katmazsa
Eşine darılıp ayrı yatmazsa
Hakk’tan verilmiştir cennet müjdesi
121‐ AFFET BİZİ
Anlaşıldı Sarı Gül’üm,
Üzdüm sizi affet bizi,
Candan sevmek oldu zulüm,
193
Üzdüm sizi affet bizi,
Avlanan av gayet hilebaz imiş,
Av avcıya yara açtı işe bak,
Sizden bir dostluk bekledik,
Dert üstüne dert ekledik,
Taşınılmaz yük yükledik,
Üzdüm sizi affet bizi
123‐ BİR ESER BIRAK
Evlattan evlada miras kalacak,
Tarihe geçecek bir eser bırak,
Her okuyan insan mana alacak,
İlmi hakikatten, bir haber bırak,
Bu aşk beni rahat koymaz,
Seven bir can cana kıymaz,
Şiirimi duyar duymaz,
Üzdüm sizi affet bizi
Aklı, fikri boş hayale, daldırma,
Anlamsız sözlerle mısra doldurma,
Cahillerden gelen taşa aldırma,
Mana yüklü söyleyişe yer bırak,
Beni ecelsiz öldürme,
Dert değil güldür güldürme,
Sevmediğini bildirme,
Üzdüm sizi affet bizi,
Değerine göre, değer verilir,
Kırmızı gül, gerçek elde derilir,
Hayır ve şer ne işlersen görülür,
İster hayır, istersen de şer bırak,
Selmani der güler yüzden,
Mert güzeller çıkmaz sözden,
Kusur bizden affı sizden,
Üzdüm sizi affet bizi,
Doğru çalış iyi sarıl işine,
Tatlı sohbet edip, topla başına,
Cahillerin sakın gitme peşine,
Seni koruyacak bir siper bırak,
122‐ İŞE BAK
Çok avcı var bir ceylanın peşinde,
Av avcıya yara açtı işe bak,
Kimi izde kimi kalmış dışında,
Av avcıya yara açtı işe bak,
Selmani aşkınla harap olasın,
Aslında toprak sende türap olasın,
Kitaptan söyle ki, kitap olasın,
Dillerde dolaşan bir cevher bırak,
Avcının kimi genç kimi ihtiyar,
Çok çalıştım olamadım bahtiyar,
Bu iş beni temelimden yıktı yar,
Av avcıya yara açtı işe bak,
124‐ BİR ESER BIRAK
Ölümsüzlük ister isen ey âdem,
Dünyaya ölmeyen bir eser bırak,
Eser bırakanlar yaşıyor her dem,
Dünyaya ölmeyen bir eser bırak,
İşlesem de su akmadı arkıma,
Bakılmadı şiirime şarkıma,
En yakın bir avcı vurdu çarkıma,
Av avcıya yara açtı işe bak,
Şeytanlık düşünen Firavun gibi,
Yellere savrulur tuzla un gibi,
Eserin olsun ki Edison gibi,
Dünyaya ölmeyen bir eser bırak,
Sarı ceylan kurşun atıp vurulmaz,
Yıkılan bir gönül kolay kurulmaz,
Bu yara çok derin merhem sarılmaz,
Av avcıya yara açtı işe bak,
Sakın uzaklaşma hiç insanlıktan,
Mertebeye ulaş adı sanlıktan,
Gerek mimarlıktan, kahramanlıktan,
Dünyaya ölmeyen bir eser bırak,
Bu cefalar Selmani’ye az imiş,
Âşığı aldatan eda naz imiş,
194
Yumuşak ol hayır gelmez sertlikten,
Kim berhudar olmuş bil namertlikten,
Hayırseverlikten ister mertlikten,
Dünyaya ölmeyen bir eser bırak,
Umarım dönüp de bakmazsın artık,
İstemem dünyanın varı yokunu,
Fehmedemez oldum azı çokunu,
Aşkın hançerini gamzen okunu,
Benden gayrilere çakmazsın artık,
Selmani der cananlıktan canlıktan,
Hakk’a erginlikten dervişanlıktan,
Âşıklık, sadıklık hanedanlıktan,
Dünyaya ölmeyen bir eser bırak,
Selmani bir rûhuz bir cânız sandım,
Beni içten sevdiğine inandım,
Zaten ben ateşe çocukken yandım,
Bir dahi ateşe yakmazsın artık,
125‐ BU AYRILIK
Mevla’m verme kul başına,
Yıkar beni bu ayrılık,
Dayanamam ateşine,
Yakar beni bu ayrılık,
127‐ ÇOK YAZIK
Alevi adını taşıyan çoktur,
Ben Alevi göremedim çok yazık,
İncelense gerçek Alevi yoktur,
Ben Alevi göremedim çok yazık,
Gezip dursam deli deli,
Bulunur mu aşkın dili,
Aynı mengeneler gibi,
Sıkar beni bu ayrılık,
Hani kerametli o gerçek erler,
Haramı helali durmadan yerler,
Irkından sorulsa Alevi derler,
Ben Alevi göremedim çok yazık,
Gitsem cahil meclisine,
Dost olamam birisine,
Nedem gönül hapisine,
Tıkar beni bu ayrılık,
Selmani sarhoşlar ayık değildir,
Kendini bilmeyen büyük değildir,
Alevi dense de layık değildir,
Ben Alevi göremedim çok yazık,
İhtiyacım var minnete,
Selmani varsa sünnete,
Korkarım yarsız cennete,
Sokar beni bu ayrılık
128‐ AŞK DERDİNE ÇARE YOK
Hiç âşık gördün mü, kalbi yarasız,
Sanmayın ki şu kalbimde yara yok,
Denilir ki aşk derdidir çaresiz,
Doğru sözdür aşk derdine çare yok,
126‐ ARTIK
Senin sevgin ta ruhuma yerleşti,
Ölsem bile ordan çıkmazsın artık,
Ruhlarımız işte böyle birleşti,
Gülüm bana doyup bıkmazsın artık,
Muhannetin sözlerine kanan var,
Meyvesi olmayan dala konan var
Dertliyim diyerek boşa yanan var
Sanki o mum gibi bahtı kara yok
Şükür ki değilsin çingene gibi,
Seveni yemezsin sen kene gibi,
Biçare âşığı mengene gibi,
Acıyıp haline sıkmazsın artık,
Bu öyle dert ki, atılmaz baştan,
İnsanlar hem nazik hem de pek taştan,
Kime fayda olmuş yaran yoldaştan,
Bir an iyi olur, bir an ara yok,
Sensiz önem vermem paraya pula,
Yeter ki işimiz koyalım yola,
Nazlım benden başka asla bir kula,
Karamsarlık uzun ömrü bitirir,
195
Mecnun olanların aklın yitirir,
Emaneti veren alır götürür,
Zannetme ki bize nöbet sıra yok,
Bilgisiz anlamsız sözün hasını,
Hak ıslah eylesin öyle nasını,
Kalaylayıp kalbin kini pasını,
Kırklar meydanında silene yer yok,
Selmani sözlerin, giderse hoşa,
Seni her yerlerde koyarlar başa,
Çekilen emekler gider mi boşa,
Çalışmayıp boş gezene, para yok.
Dört kapıdan içeriye gelsen de,
Şah Necef bahrinden cevher alsan da,
Selmani bir kılı kırka bölsen de,
Bir kılı kırk pare bölene yer yok,
129‐ SÖZÜM YOK
Sevilmeyen yere vardığım için,
Kusur benim söyleyecek sözüm yok,
Boş yerlere kafa yorduğum için,
Kusur benim söyleyecek sözüm yok,
131‐ CEVAP (132. ŞİİRE)
Dolgun cevap söyler, istemem boşu,
Allah çoban sürü güder, güdü yok,
İsa’nın nutkudur, yarasa kuşu,
Yarasanın memesi var südü yok,
Tövbenin keskini oldu nasuhta,
Şah-ı Kerem olsa kalır pasıfta,
Suç ne dedededir ne de Yusuf’ta,
Kusur benim söyleyecek sözüm yok,
Gerçek âşık bu manayı çözmekte,
Dertli kullar tatlı candan bezmekte,
Karınca da canlı olup gezmekte,
İşte onun canı vardır ödü yok,
Bilmez kalbinde neler saklıdır,
Kişinin hatası, noksan aklıdır,
Herkes bana ne söylese haklıdır,
Kusur benim söyleyecek sözüm yok,
Gözler çeşme ağlayınca ıslanır,
Tanrı dosttur kalbimizde beslenir,
Ölüm töreninde sağlar seslenir,
O şenliğin avazı çok udu yok,
Çağrılmayan yerde yerim dar ettim,
Ziyarete gidip sanki kâr ettim,
Yok yere Yusuf’a intizar ettim,
Kusur benim söyleyecek sözüm yok,
İsrail kavminin aslı Naci’dir,
Hak Muhammed başımızın tacıdır,
Zalim insan zehirden de acıdır,
Zalimlerdir evvel, ahır tadı yok,
Ne yazık ki Âşık Selmani adım,
Aşk elinden bozuk düzenim tadım,
Mantığımla kusurumu anladım,
Kusur benim söyleyecek sözüm yok,
Günahkârın, çok bulunur hatası
Tövbekârın çok bulunur etası,
Âdem Peygamber’İn yoktur atası,
Selman üç şey, atası var adı yok,
130‐ BİLENE YER YOK
Erenler şimdiki cem toplumunda,
Manayı mantığı bilene yer yok,
Çıkarcı oyunu oynanır bunda,
Ölmeden evvela ölene yer yok,
132‐ SORU
Gel ey âşık kardeş, bir cevap söyle,
Hangi çoban sürü güder güdü yok,
Mesih Peygamber’in nutkudur böyle,
Hangi kuşun memesi var südü yok,
Kimse kale almaz sözün hasını,
Öğrenmek istemez bir imlasını,
Kalaylayıp kalbin kini pasını,
Erenler indinde silene yer yok,
Hangi âşık bu manayı çözmekte,
Hangi kimse tatlı candan bezmekte,
Hangi candır yiyip içip gezmekte,
196
Günahkârım ümit kesmezsem
Hakk’tan,
Günah benim olsun hayırı sen al,
Hangi canın canı vardır ödü yok,
Hangi çekme ah çektikçe ıslanır,
Hangi dost’tur kalp evinde, beslenir,
Hangi tören, kullar birden seslenir,
Hangi şenlik sedası var udu yok,
Göklere yükselir âşığın ahı,
Gel beni ağlatma güzeller şahı,
Güzeli sevmenin varsa günahı,
Günah benim olsun hayırı sen al,
Hangi kavim ismi Şit’tir Naci’dir,
Hangi mahbup başımızın tacıdır,
Hangi insan zehirden de acıdır,
Hangi kavmin evvel ahir tadı yok,
Âşığın aşkına kusurlar bulma,
Derin düşünceye daldıkça dalma,
Gözünü seveyim çok korkak olma,
Günah benim olsun hayırı sen al,
Hangi kulun çok bulunur hatası,
Hangi kulun çok bulunur etası
Hangi canın yoktur ana atası,
Selmani der üç atanın adı yok,
Senin inatlaşman beni mahveder,
Kuru sevgi âşıkları saf eder,
Kerem kani günahımız affeder,
Günah benim olsun hayırı sen al,
133‐ ATATÜRK
Çekip kanlı çizmeleri giyince,
İzin kaldı yurtta Kemal Atatürk,
Yurtta sulh, cihanda sulh var deyince,
Sözün kaldı yurtta Kemal Atatürk,
Selmani der beni üzmen ne senin,
Bu bir aşktır ne benimdir ne senin,
Günahı olursa gülüm busenin,
Günah benim olsun hayırı sen al,
Düşmanları yurttan kovduğun için,
Yunan’ı denizde boğduğun için,
Güzel Selanik’te doğduğun için,
Gözün kaldı yurtta Kemal Atatürk,
Telgraf çekerdin her memlekete,
Seven katlanırdı derde zulmete,
Latinceyi sen yazdırdın millete,
Yazın kaldı yurtta Kemal Atatürk,
135‐ ALLANARAK GEL
Güzel, davetime gelmek istersen,
Allanı allanı allanarak gel
Şu garip gönlümü almak istersen,
Allanı allanı allanarak gel
Gülüm şekerlenip ballanarak gel,
Yeter ki cananım açma arayı,
Tazeleme kapatılmış yarayı,
Feleğe kahredip giyme karayı,
Allanı allanı allanarak gel,
Gülüm şekerlenip ballanarak gel,
Türk’e çatanların kanın saçardı,
Cesetleri çiğner çiğner geçerdi,
Millet için başa dertler açardı,
Sızın kaldı yurtta Kemal Atatürk,
Sen şad olup gül ki ben de güleyim,
Sevdiğini gülüşünden bileyim,
Beni mahcup etme kurban olayım,
Allanı allanı allanarak gel,
Gülüm şekerlenip ballanarak gel,
Hiç budaktan sakınmazdın gözünü,
İcat ettin bize atasözünü,
Selmani’ye sen öğrettin özünü,
Özün kaldı yurtta Kemal Atatürk,
134‐ HAYIRI SEN AL
Beyaz gülüm korkuyorsan günahtan,
Günah benim olsun hayırı sen al,
Nazlım sana bağlayım ki başımı,
Anlayayım seven yar yoldaşımı,
197
Layık mı kefenin sarışın güzel,
Yarıya indirmek için yaşımı,
Allanı allanı allanarak gel,
Gülüm şekerlenip ballanarak gel,
Bu âşığın seni sevmek niyeti
Ben sana anlattım bu keyfiyeti,
Velhasıl sonunda bulur hayatı,
Selmani sineye sarışın güzel,
Selmani der içerimde acım var,
Tatlı diller içinde dert ilacım var,
Sen gibi yavruya ihtiyacım var,
Allanı allanı allanarak gel,
Gülüm şekerlenip ballanarak gel,
138- YER YEŞİL YEŞİL.
İlkbahar ayları gelip yetende,
Olur çayır çimen yer yeşil yeşil,
Bahçelerde taze sebze bitende,
Güzeller toplayıp yer yeşil yeşil.
Girdik de bağlara yaren eş ile,
Gönül neşe duyar can seviş ile,
Gül çiçeğim renk katar ak yeşile,
Gül destesi gibi der yeşil yeşil,
136‐ GÜZEL
Gül yüzünü görür görmez,
Âşık oldum sana güzel,
Sana âşık oldum diye,
Gücenme gel bana güzel,
Sen koyun ben çoban olam,
Niçin sana yaban olam,
Beni hoş gör kurban olam,
Senin gibi cana güzel,
Çiy yağınca dumanlardan başlardan,
Yaprağa, toprağa, sadık dostlardan,
Gönül bahçesinde maydanozlardan,
Toplayıp bir demet ver yeşil yeşil,
Sevgim içten dilde değil,
Gönlüm sende elde değil,
Bu bir aşktır elde değil,
Gözüm döndü kana güzel,
Açılmadık güle, denilir gonca,
Bahar geldiğini bildirir anca,
Yar beni kabul et taze bir yonca,
Biçip nazik elle ser yeşil yeşil,
Aşkın ile del’olmayım,
Gülüm sana el olmayım,
Akıbeti kül olmayım,
Sana yana yana güzel,
Selmani bilgimiz bu kadar bizim,
Çok gönüller gezdim olmadı izim,
Kabul et ki ben bir yeşil denizim,
Lütfeyle sevdiğim gir yeşil yeşil
Bu Selmani güler arsız,
Olmasın sözlerim yersiz,
Esenyurt’ta kaldım yarsız,
Döndüm perişana güzel,
139‐ TÜTER OL
Sarı Gül’üm hayal olup gözüme,
Hasret ile türül türül tüter ol,
Tutuşup da hasretime közüme,
Benim gibi sen de yanıp tüter ol,
137‐ SARIŞIN GÜZEL
Aklım alıp beni derbeder ettin,
Ey melek bakışlı sarışın güzel,
Sabrımla kararım koymadın gittin,
Ateşin kalbimi sarışın güzel,
Dünyada sarayım köşküm yok dedin,
Sevdam sevgim sende meşkim yok
dedin,
Şiire sevgim var aşkım yok dedin,
Dilerim Allah’tan benden beter ol,
Senin için tatlı cana kıyarım,
Al yanaktan buse alsam doyarım,
Vermediğin anda ölüm sayarım,
Mevla’m türlü türlü dert versin sana,
198
Benden gizli esen yel versin sana,
Şeyda bülbül gibi dil versin sana,
Kapımda zar edip her dem öter ol,
Aşkla oturulmuş aşkla gezilmiş,
Her varlıklar aşk üstüne dizilmiş,
Saf madenler incelenip süzülmüş,
Altın tas içinde ab-ı zer gönül,
Senin ile ağlayıp da gülmezsem,
Öl dediğin yerde hemen ölmezsem,
Kadirini kıymetini bilmezsem,
İster o an yüreğimden yiter ol,
Âşıklar güzeller aşkıyla coşup
Güzel sohbet ister tenha buluşup
Candan seven canı zorluğa koşup
Günahtır döktürmek acı ter gönül
Selmani der vurdun geçkin çağımda,
Gül çiçeği açtı dal yaprağımda,
Hayat bahçem ile gönül bağımda,
Taze fidan olup bu dem biter ol,
Başa kadar günler terse giderse
Sitem olura acı tatlı ne derse
Âşığı buseye muhtaç ederse
Onda hiç merhamet ne gezer gönül
140‐ BEYAZ GÜL
Ey erenler iki gülüm var benim,
Birisi Sarı Gül biri Beyaz Gül,
Dost bağında biten ayva nar benim,
Birisi Sarı Gül biri Beyaz Gül,
Selmani der bu aşk cilalı bastı,
Dost elinden yemek yegâne kastı,
Candan sever isen sevilen dostu,
Elbet sen de beni sevsen der gönül,
142‐ HOCAM
Âşık yazınını incelerseniz,
Hak Muhammed Ali baştadır hocam,
İnsanın veçhine göz atarsanız,
Gözlerde, kirpikte, kaştadır hocam,
Sarı Gül’ü dermek için uğraştım,
Beyaz Gül’e ermek için uğraştım,
Canım kurban vermek için uğraştım,
Birisi Sarı Gül biri Beyaz Gül,
Dedim beyaz güle dönem yüzümü,
Bir tek Beyaz Gül’üm tutar sözümü,
Baktım ki ikisi açtı gözümü,
Birisi Sarı Gül biri Beyaz Gül,
Gerçek sözler incelenmiş izlenmiş,
Manayı çok seven, kalp temizlenmiş,
Cenabı Hak insanlara gizlenmiş,
Ne toprakta ne de taştadır hocam,
Sarı Gül’e koşup koklasam dedim,
Koklarken nabzını yoklasam dedim,
İki aşkı kalpte saklasam dedim,
Birisi Sarı Gül biri Beyaz Gül,
Kendi kitabında mana bulmayan,
Men Araf dersinden haber almayan,
Hikmet çeşmesinden kabı dolmayan,
Dünyada ahrette boştadır hocam,
Bu iki gülüm de hoşlanır sazdan,
Kimi çoktan alır kimi de azdan,
Selmani kurtulmaz şu iki nazdan,
Birisi Sarı Gül, biri Beyaz Gül,
Eğer anlamazsa niyazı nazı,
İdrak eder mi hiç sünneti farzı,
Beyhude geçirir baharı yazı,
Zulümette kalan kıştadır hocam,
Derler ki bu bizim Ozan Selmani,
Manayı çıkaran izan Selmani,
Bu gibi sözleri yazan Selmani,
Hesap ettim seksen yaştadır hocam,
141‐ HABER VER GÖNÜL
Dünyada gönülsüz insan yaşamaz,
Lakin sana kıyas olmaz her gönül,
Akşam gelmeyince âşık coşamaz,
Aşk sırrından biraz haber ver gönül,
199
143‐ VER MEVLÂ’M
Fenadan bekaya göçtüğüm zaman,
Salih amel, iman, Kuran ver Mevlâ’m,
Ecel şerbetini içtiğim zaman,
Salih amel, iman Kuran ver Mevlâ’m,
Kara gözlüm sözlerine doyamam,
Aşkı muhabbetle kandırsam seni,
Gönlümün evine kondursam seni,
Gizli ateşimle yandırsan beni,
Kara gözlüm közlerine doyamam,
Zayıf vücudumu yere koyunca,
Konu komşu cenazemi yuyunca,
Yakasız düğmesiz gömlek giyince,
Salih amel, iman, Kuran ver Mevlâ’m,
Şu Selmani sohbet eder saz eder,
Gerçek erenlere hep niyaz eder,
Güzel olan dostum eda naz eder,
Kara gözlüm nazlarına doyamam,
Cenazemi musallaya almadan,
Komşu hakkı bizden sual olmadan,
İmam gelip namazımı kılmadan,
Salih amel, iman, Kuran ver Mevlâ’m,
145‐ DEM BU DEM
Gelin canlar hoş görelim bu demi,
Dem bu demdir, dem bu demdir dem
bu dem,
Hakk bize bildirdi ilmi Âdem’i,
Dem bu demdir, dem bu demdir dem
bu dem,
Kabirde üstüme bir su dökülür,
Konu komşu durmaz oradan çekilir,
Zebaniler başucuma dikilir,
Salih amel, iman, Kur’an ver Mevlâ’m,
Fâtihât’ül kitap insanı seçmez,
Ham ervah insanın kıymetin biçmez,
Elimize böyle bir devran geçmez,
Dem bu demdir, dem bu demdir dem
bu dem,
Zebaniler bizden sual isterler,
Kimin ümmetisin diye seslerler,
Cevap vermezsen zulüm işlerler,
Salih amel, iman, Kuran ver Mevlâ’m,
Hakk yolunda Hakk aşkına ağlansın,
Tabip merhem çalsın yara sağlansın,
Bin bir sürek bir usule bağlansın,
Dem bu demdir, dem bu demdir dem
bu dem,
Hayır melekleri gelsin yanıma,
Zebani gelmesin kıyar canıma,
Talan etmesinler din imanıma,
Salih amel, iman, Kuran ver Mevlâ’m,
Selmani vaktinde bulam çaremi,
Mürüvvet göster bana ol mahbaremi,
Yalvarırım sen sar, açan yâremi,
Salih amel, iman, Kuran ver Mevlâ’m,
Aramızdan kalksın değişik unsur,
Özler bir olmazsa yıkılır bu sur,
Yolcular yollara bulmasın kusur,
Dem bu demdir, dem bu demdir dem
bu dem,
144‐ DOYAMAM
Ezelden âşığım kara gözüne,
Kara gözlüm gözlerine doyamam,
Günde baksam senin o gül yüzüne,
Kara gözlüm yüzlerine doyamam,
Selmani el katsın önderlerimiz,
Cemde teslim rıza olsun yerimiz,
Himmet etsin mürşidimiz pirimiz,
Dem bu demdir, dem bu demdir dem
bu dem,
Aşkın deryasına girip boylasam,
Cevherden yükümü tutup taylasam,
Otursam her yerde sohbet eylesem,
200
146‐ GELEMEM
Bana cem evine gel denilse de,
Cemi cennet etmeyince gelemem,
Cennete iletir yol denilse de,
Cemi cennet etmeyince gelemem,
Zinciri çekeni teli istemem,
148‐ BULAMADIM
Ağlayınca güldürecek,
Dost aradım bulamadım,
Derdi gamı öldürecek,
Dost aradım bulamadım,
Bir kısmı Ali der derdi gam çeker,
Bir kısmı kan ağlar gözler nem çeker,
Bir kısmı yer içer rakı dem çeker,
Cemi cennet etmeyince gelemem,
Naz edecek darılacak,
Bana koşup yorulacak,
Candan sevip sarılacak,
Dost aradım bulamadım,
Hem alacak hem satacak,
Hem atacak hem tutacak,
Neşeme neşe katacak,
Dost aradım bulamadım,
Bir kısmı sohbette derin daldırır,
Bir kısmı dert çeker çile doldurur,
Bir kısmı zâkiri postan kaldırır,
Cemi cennet etmeyince gelemem,
Selmani can kurban hal bilen cana,
Müşküller halleden ehli irfana,
Hakk’ı seven canlar çok görmen bana,
Cemi cennet etmeyince gelemem,
Gönül gülünü derecek,
Hem eritip hem erecek,
Bana teselli verecek,
Dost aradım bulamadım,
147‐ GÜLÜ İSTEMEM
Ahdine sadık bir sevdiğim olsa,
Ziyneti, devleti, malı istemem,
Ömrümün boyunca yanımda kalsa,
Sümbülü, nergisi, gülü istemem,
Selmani aşkla dolacak,
Gül gibi açıp solacak,
Derdime derman olacak,
Dost aradım bulamadım,
Güler yüzlü olup gönlü şen olsa,
Al yanağı çifte çifte ben olsa,
Geceler ay, gündüzleri gün olsa,
Yeşil, kırmızıyı, alı istemem,
149‐ GELDİM ÜSTADIM
Tokat’tan çıkıp da İstanbullara,
Yüzünü görmeye geldim üstadım,
Seni bülbül dedim taze güllere,
Gülünü dermeye geldim üstadım,
Güzellikte bu dünyada bir olsa,
Kuşdili okuyup söyleşir olsa,
Ağzından dökülen cevahir olsa,
Şekeri, kaymağı, balı istemem,
İstemezsin sizlik bizliklerini,
İnsanın gönlünde eziklerini,
Okudum kitapta sözlüklerini,
Manalar vermeye geldim üstadım,
Güzeller güzeli zarif kız olsa,
Kara kaşlı hem de ela göz olsa,
Şirin dilli olup güler yüz olsa,
Yaranı, yoldaşı, ili istemem,
Nice varlık vardır vardan içeri,
İnsandaki olan nurdan içeri,
Sırların saklarım sırdan içeri,
Sırrına ermeye geldim üstadım,
Selmani der yüzün gören bayılsa,
Yar yüzünde nokta benler sayılsa,
Sarı saçlar ince bele yayılsa,
Kanın kanımdadır canım canında,
Âşıklık nişanı vardır şanında,
201
Dokuz on gün kadar kaldım yanında,
Eğlenip durmaya geldim üstadım.
Yalan söz söylerse ona inanma,
Beni bugün için Tokat’ta sanma,
İstanbul elinde burada kaldım,
Ben mayilim muhabbetin boluna,
Mevla’m yardım etsin düşkün kuluna,
Ustamın gittiği Ali yoluna,
Bugün ben girmeye geldim üstadım,
Yanımda sevdiğim var bir âşığım,
Bu âşıklık var ya benim maşukum,
Yaksan bile burda yanmaz ışığım,
Şimdi karanlıkta karada kaldım,
Ustamın sözünü tutan olursa,
Selmani’ye ömür katan olursa,
Gittiği bu yola katan olursa,
Başımı vurmaya geldim üstadım,
Selmani her can yanmaz aşkına,
Ben de düştüm âşıklığın peşine,
Cenabı Hak yardım etsin şaşkına,
Derdi gam içinde darada kaldım,
150‐ PİŞMANLIK
Aşkın ile şiir yazdım,
Yazdım yazmaz olayıdım,
Gözyaşımdan mısra dizdim,
Dizdim dizmez olayıdım,
152‐ BAĞLANDIM
Dostum haberiniz ya var ya yoktur,
Gizli sevdalarla sana bağlandım,
Saçım sayısından daha da çoktur,
Tatlı şirin dilli cana bağlandım,
Attın aşkın ağlarını,
Vurdun ciğer dağlarını,
Nidem sevgi bağlarını,
Çözdüm çözmez olayıdım,
Sen seni bilmezsen ateş nar sende,
Sen seni bilirsen itibar sende,
Şit ile Naci’nin nuru var sende,
İşte öyle bir nişana bağlandım,
Sevdim kusurum elde,
İki gözüm kaldı selde,
Mecnun gibi sahra çölde,
Gezdim gezmez olayıdım,
İnsana bakarken gözleri gülen,
Konuşurken sohbet sözleri gülen,
Münevver olup da yüzleri gülen,
Hoşgörülü hoş insana bağlandım,
Sizde değil hata bizde,
Son ümidim yine sizde,
Sizin gibi bir denizde,
Yüzdüm yüzmez olayıdım,
Sen âşıksın ben de maşukum diyen,
Kalbimde yanmakta ışığım diyen,
Bağrına basıp da âşığım diyen,
Damarda dolaşan kana bağlandım,
Selmani ağlar bir yandan,
Ne kaçarsın bu insandan,
Boşuna bu tatlı candan,
Bezdim bezmez olayıdım,
Selmani can kurban mert oğlu merde,
Merdi seven güzel düşer mi derde,
İnsanlar içinde köyde şehirde,
İnsanlara çalışana bağlandım,
151‐ ARADA KALDIM
Kimim yok kimsem yok gurbet ellerde,
Melül mahzun oldum arada kaldım,
Yâd ellerin taşı vurduğu yerde,
Neyleyim onulmaz yarada kaldım,
Varıp yâd ellerin sözüne kanma,
153‐ TÜRKÇEDEN İKMAL
Temelim Türk iken Türkçeden ikmal,
Bu iş nasıl oldu ben de şaşırdım,
Yalan söyler isem şeytana vebal,
Derin düşünceyi hadden aşırdım,
202
Hünkâr Hacı Bektaş Veli’ye ayan,
İşte bu insandan ibret alalım,
Benim yekûn aşkım pir himmetinden,
Muhammed, Ali’nin inayetinden,
Yolun hizmetinden muhabbetinden,
Tadıp da kanandan ibret alalım,
Bilseydim Türkçeye kendim üzerdim,
Tabiatı iyi okur süzerdim,
Sazı alır diyar diyar gezerdim,
Üstelik âşıklık adı taşırdım,
Selmani bu sefer geri kalırsa,
Gönül hoştur arzusunu bulursa,
Eğer bilmediğim bir ders olursa,
En muhannet yerlerimi kaşırdım
Erenler şehrinden, hublar köyünden,
Ders okudum Elifinden Be ‘sinden,
Ali’nin dolusu aşkın meyinden,
Badeyi sunandan ibret alalım,
154‐ ŞAŞIRDIM
Ne yaptın ey zalim ne yaptın bana,
Sazımda inleyen teli şaşırdım,
Nasıl cevap verem bugün ben sana,
Ağzımda konuşan dili şaşırdım,
Müminlerdir cem evine derleşen,
Kırklar idi bir üzümde birleşen
Yusuf olup o Mısır’a yerleşen
Yusuf’u Kenan’dan ibret alalım
Akıl ermez sevenlerin işine,
Bilmiyor ki acep hayal düşü ne,
Mecnun oldum düştüm Leyla peşine,
Gezerken sahrayı çölü şaşırdım,
Selmani der çıkmam gönül köşkünden
Okuyup yazdığım Tanrı meşkinden
Ehli Beytin sevgisinden aşkından
Tutuşup yanandan ibret alalım
Selmani der aşka yanmak istedim,
Aşkı muhabbete kanmak istedim,
Bülbül olup güle konmak istedim,
Öterken bahçede gülü şaşırdım,
157‐ AŞIĞIYIM
Yar ağlatır dostlar beni,
Ben bir selin âşığıyım,
Yerim tatlı dillerini,
Tatlı dilin âşığıyım,
155‐ ÇILDIRACAĞIM
Sarı Gül’üm can evime kâr etti,
Ya sevdirecek ya yıldıracağım,
İki aşk birleşip sevdakâr etti,
Merhamet et gayrı çıldıracağım,
Emeklerim gittiğinde boşuna,
Acep yârin gidiyor mu hoşuna,
Mecnun gibi çıkıp dağlar başına,
Kalbimi çileyle dolduracağım,
Dedim sensin canı cenan,
Kalbimde şeması yanan,
Âşıklara bade sunan,
Nazik elin âşığıyım,
Gözündeki kaşındaki,
Yüzündeki nakşındaki,
Sevdalılar başındaki,
Esen yelin âşığıyım
Selmani der sende neler aradım,
Zannettim ki sevdiğime yaradım,
Bir buse ver boş kalmasın muradım,
Yoksa ben kendimi öldüreceğim,
Allar alına benzeyen,
Oğul balına benzeyen,
Servi dalına benzeyen,
İnce belin âşığıyım,
156‐ İBRET ALALIM
Sırlar Şah-ı Merdan Ali’ye ayan,
Can ile canandan ibret alalım,
Selmani’ye dostça bakan,
Cennet gülü gibi kokan,
203
Kime can dost desem benden kaçıyor,
Gözlerimden kanlı yaşlar saçıyor,
Yetimlik kalbime yara açıyor,
Bu yarayı saranım yok garibim,
Bakışı ciğerler yakan,
Beyaz gülün âşığıyım,
158‐ SORMAMIZ LAZIM
Göz koyan olursa aziz vatana,
Hep bir olup karşı durmamız lazım,
Bu kutsal toprağı alıp satana,
En ağır hesabı sormamız lazım,
Ölmeyip yaşasın çok bahtiyarlar,
Bilinmez kalbimi ne yaktı yarlar,
Ne gençler anladı ne ihtiyarlar,
Hiç farkıma varanım yok garibim,
Koruyak ki toprağını taşını,
Biz yiyelim ekmeğini aşını,
Zorbalıkla alanların başını,
Hiç aman vermeden kırmamız lazım,
İşte böylelikle candan bıkıldı,
Akıl gitti zıvanadan çıkıldı,
Kalp sarayım temelinden yıkıldı,
Tamir edip kuranım yok garibim,
Dert üstüne dertler desteleyene,
Zararlı şiirler besteleyene,
Yurttan üst isteyip üsteleyene,
En ağır darbeyi vurmamız lazım,
Selmani der Mevla’m bırakma derde,
Arzumânımın kalbi bir sadık yarda,
Sadık olan bağlı olur ikrarda,
Bağlanıp da duranım yok garibim,
Türk oğluyuz Türklüğümüz bildirip,
Fırsatçının belasını buldurup,
Karşı koyanları vurup öldürüp,
Leşini hasıra sarmamız lazım,
160‐ SEÇİM VAR
Halkımızı yakıp yandırman ırktaş,
Kul kula sebeptir geçim var geçim,
Yazıyor kalbine hep bacı kardaş,
Unutmayın önde seçim var seçim,
Bilginlere derdimizi danışıp,
Şehit gidenlere yanıp yanışıp,
Düşmanlarla kahramanca konuşup,
Manalı sözlerle yormamız lazım,
Gen zamanlar yakar yandırırsınız,
Gözdeniz olanı ondurursunuz,
Oy ister milleti kandırırsınız,
Çünkü o günlerde çiçim var çiçim,
Dünyaya duyurup Türk’ün sesini,
Kaldırıp üstünden duman sisini,
Anlayıp hayınlık düşüncesini,
O anda farkına varmamız lazım,
Merak etmen o gün yine geliyor,
Başımızda ateş közler eliyor,
Kimisi ağlıyor kimi, gülüyor,
Bizde işte böyle biçim var biçim,
Gel Selmani yücelt Türk’ün şanını,
Şiirlerle methet kahramanını,
Kahpe düşmanların döküp kanını,
Toprağı yoğurup karmamız lazım
Böyle görüşlere bu bilişlere,
Düzenli düzensiz bir girişlere,
Selmani arada çarpık işlere,
Acıyıp sızlayan içim var içim,
159‐ GARİBİM
İstanbul ilinde şu Esenyurt’ta,
Eşim dostum yaranım yok garibim,
Yerdeki başımı koymuşum derde,
Hali hatır soranım yok garibim,
161‐ ÖLDÜR MÜ DEDİM
Beyaz gülüm beni öldüreceksin,
Gülüm güldür dedim öldür mü dedim,
Bilmem ki ne zaman güldüreceksin,
204
Gülüm güldür dedim öldür mü dedim,
Yüksek makam alır engin fikirler,
Gece gündüz ehli beyti zikirler,
Âşık kimdir, sanatkâr kim şair kim,
Gül adını tespih ettim dilime,
Niçin bakmıyorsun garip halime,
İnsan böyle sürüklenir ölüme,
Gülüm güldür dedim öldür mü dedim,
Cahilliğin derinine daldılar,
Gerçek söz bilenler geri kaldılar,
Âşıklığı sanatkârlar aldılar,
Âşık kimdir, sanatkâr kim şair kim,
Şu İncirtepe’de güzelim teksin,
Etrafımda dönen bir kelebeksin,
Âşığını nasıl güldüreceksin,
Gülüm güldür dedim öldür mü dedim,
Hakikat gülleri böyle derilmez,
Bu bir susuz derya kolay girilmez,
Kuran’a beyite önem verilmez,
Âşık kimdir, sanatkâr kim şair kim,
Daha benim sırlarıma ermedin,
Gönlümün bağında güller dermedin,
Çok yalvardım bir buseni vermedin,
Gülüm güldür dedim öldür mü dedim,
Selmani aşk ile kaynayıp taşma,
Nefsin atı ile menziller aşma,
Kendi inancından bilginden şaşma,
Âşık kimdir, sanatkâr kim şair kim,
Selmani der halin soramaz isem,
Sormak için çare aramaz isem,
Ölürüm yar seni saramaz isem,
Gülüm güldür dedim öldür mü dedim,
164‐ BENDE DEĞİLİM
Benden benliğimi sormayın kardaş,
Ben beni kaybettim bende değilim,
Halinden habersiz bu akılsız baş,
Ben beni kaybettim bende değilim,
162‐ NİNNİ BEBEĞİM
Emzirdiğim sütüm kaymak bal olsun,
Ballar ninni ninni ninni bebeğim,
Gülden döşek, beleklerin al olsun,
Allar ninni ninni ninni bebeğim,
İhtiyarladıkça mahvoluyorum,
Aşkı ele alsam laf oluyorum,
Vallahi gittikçe saf oluyorum,
Ben beni kaybettim bende değilim,
Canım kurban kuzum senin yoluna,
Sen var iken bakmam dünya malına,
Beşiğini asam gülün dalına,
Dallar ninni ninni ninni bebeğim,
Hiçe gitmeseydi bari emekler,
Zehirle karışık olup yemekler,
Herkes benden ilim âşıklık bekler,
Ben beni kaybettim bende değilim,
Selmani der neler ister can neler,
Bilen var mı canlı cansız han neler,
Ağladıkça usanmadan anneler,
Sallar ninni ninni ninni bebeğim,
Beni deli dolu aşk dolaşturdu,
Çok kaynatıp kazanım tutuşturdu,
Beni âşıklıktan uzaklaşturdu,
Ben beni kaybettim bende değilim,
163‐ SANATKÂR KİM ŞAİR KİM
Zaman halkı âşık seçmeyi bilmez,
Âşık kimdir, sanatkâr kim şair kim,
Söz ehline değer biçmeyi bilmez,
Âşık kimdir, sanatkâr kim şair kim,
Böyle değil idi benim niyetim,
İyiye gitmedi hiç akıbetim,
Selmani der sarstı maneviyetim,
Ben beni kaybettim bende değilim,
Ak ilimden okur gerçek zakirler,
205
165‐ ÖZLEMİM
Milletimi devletimi severek,
Beraberlik birlik dirlik özlemim,
Ataları güzel yurdu överek,
Beraberlik birlik dirlik özlemim,
Acırsın ikramın çoktur garibe,
Sensin eşim, dostum, yarenim benim,
Derdimden anlayıp yaren olmuştu,
Yaralara merhem süren olmuştu,
Aşk elinden gönlüm viran olmuştu,
Yıkılmış gönlümü vuranım benim,
Kulak veren şiirime şarkıma,
Elbet varır düşüncemde farkıma,
Bir canımı kurban verip ırkıma,
Beraberlik birlik dirlik özlemim,
Tatlı diller dertlerimin devası,
Güleç yüzler sanki cennet meyvesi,
Gerçeklerin, güzellerin yuvası,
Gönlümün şehrinde duranım benim,
Al bayrak al sancak şeref şanımdır,
Vatandaşlarımın canı canımdır,
Damarda dolaşan kanı kanımdır,
Beraberlik birlik dirlik özlemim,
Ancak sen anlarsın benim dilimden,
Düştüğümde sen tutarsın elimden,
Hatıra getirip garip halimden,
Yine sensin halim soranım benim,
Türk oğluyum namusumla yaşarım,
Beni benimseten üstün başarım,
Savaşta seferde bile koşarım,
Beraberlik birlik dirlik özlemim,
Selmani Yaradan etmiş iltimas,
Ne güzel yakışmış al yeşil libas,
Konuşur dilleri lisanları has,
Aklımı fikrimi yoranım benim,
Selmani ol bir kahraman misali,
Sazınla sözünle yiğit emsali,
Arı birlik ile yapıyor balı,
Beraberlik birlik dirlik özlemim,
168‐ SÖZÜM BENİM
Şükür kim Bari Talâ’ya,
Çürük değil özüm benim,
Sığındım Rabb’il Âla’ya,
Hak kelâmı sözüm benim,
166‐ DİPLOMASIZLIK
Zekâma güvenip girdim meydana,
Okul kitabından dersim yok benim,
Bu gizli okumak kar etti cana,
Diplomasızlıktan zorum çok benim,
Sevdim tatlı lisanları,
Bildim lütfu ihsanları,
Yaratılmış insanları,
Hep bir görür gözüm benim,
Gidemedim ilk ve orta liseye,
Tahsilsizlik zarar verdi keseye,
Uzak kalıyorum müesseseye,
Neler çektim şu halime bak benim,
Hakk’a özümü yetirdim,
Bağda üzümü bitirdim,
Seydullahı ben getirdim,
Kırklardaki üzüm benim,
Selmani’yim benim dersim Allah’tan,
Şükür haber verdi karadan aktan,
Yardım ummaktayım o yüzü mâhtan,
Gece gündüz sığındığım Hak benim.
Kırklarda engürü ezdim,
Gerçekler sırrını sezdim,
Ak ilimden imlâ dizdim,
Kudrettendir yazım benim,
167‐ YARENİM BENİM
Derdi olan sana gelir tabibe,
Açılan yarayı saranım benim,
Ne oldum ey erenler ne oldum,
206
Boşaldım boşaldım doldum,
Toprak iken Âdem oldum,
Havva ana kızım benim,
Hizmet edip yâd ellere yararsan,
Hatır yıkıp gönülleri kırarsan,
Beden başka gayrileri sararsan,
Can evin yıkılsın muhannet yârim,
Şekli sima yanak oldum,
Kerpiç oldum konak oldum,
Tekrar çamur çanak oldum,
Küp yapıldı tozum benim,
Eğer sözün almaz isen engine,
Sözü konuşmazsan dengi dengine,
Seni sıksın dilerim ki mengene,
Dert ile sıkılsın muhannet yârim,
Selmani kürede piştim,
Böyle imkâna yetiştim,
Sönmeyen ateşe düştüm,
Bitmez alev közüm benim,
İnsan böyle sitem etmez yarına,
Bugünkü fırsatı koyma yarına,
Nasip etsin Mevla’m seni narına,
Ateşe tıkılsın muhannet yârim,
Beni sevmiyorsan eğer özünden,
Eğer gitmez isen âşık izinden,
Selmani der anlamazsan sözünden,
Senden hep bıkılsın muhannet yârim,
169‐ SİS BENİM
Beyaz Gül’üm diye diye seslendim,
Bülbül gibi seda benim ses benim,
Dağ misali dumanlandım sislendim,
Eksilmez başımdan duman sis benim,
Dertli başım hepten bulutlandırma,
Aşkımın kapısın kilitlendirme,
Yumuşak davranıp ümitlendirme,
Ya candan sev ya ümidim kes benim,
171‐ CİĞERİM
Yâr diyerek düştüm ben bu hallere,
Bacı demek zor geliyor ciğerim,
Doyulmadık baldan tatlı dillere,
Acı demek zor geliyor ciğerim,
Gönlüm isteğini sizde bulmazsa,
Zevk ü sefanızdan gıda almazsa,
Teklifimden gönlün razı olmazsa,
Size gidip gelmem çok abes benim,
Bülbül gibi âşığım ben gülüme,
Bir dost için gitsem n’olur ölüme,
Sarı Gül’üm bakıp garip halime,
Acı demek zor geliyor ciğerim,
Gülüm dikkat edip dinle burayı,
Yakın gel n’olursun açma arayı,
Bilmez misin canan gönlün sarayı,
Gizlice konduğum o kafes benim,
Yok mu şimdi yar koynunda yer bana,
Candan seven her derdini der bana,
Al yanaktan isteyince ver bana,
Pacı demek zor geliyor ciğerim,
Selmani der akıbetim n’olacak,
Gözüm yaşla gönlüm gamla dolacak,
Korkarım ömrüme sebep olacak,
Bu gibi bir sevgi bu heves benim
Gülüm her halimi anlattım sana,
Kesince bir cevap vermedin bana,
Gönül ziyareti bilmeyen cana,
Hacı demek zor geliyor ciğerim,
170‐ MUHANNET YÂRİM
Eğer başka bir yar için ağlarsan,
Ciğerin dökülsün muhannet yârim,
Eğer helal haram demeden yersen,
Dişlerin sökülsün muhannet yârim,
Bu Selmani gönül yoklar hacıdır,
Bazen tatlı olur bazen acıdır,
Gerçek insanların aslı Naci’dir,
Neci demek zor geliyor ciğerim,
207
172‐ CAN GÖZLERİM
Yâ Rab kalksın gözden perde aça gör
can gözlerim,
Seni göreyim her yerde aça gör can
gözlerim,
Bu eleği elemeye gelmişiz,
Selmani der derde çare bakayım,
Girdiğim gönülden nasıl çıkayım,
Ciğerime hançer bari çakayım,
Kesmiyorsa bilemeye gelmişim,
Aşk ehlinin dertlerine yine derman
sendendir,
Merhem çalıp da bu derde aça gör can
gözlerim,
174‐ BESTELEMEYİM
Madem Sarı Gül’üm dost demiyorsun,
Âşık olduğumu istemiyorsun,
Sözlerime beli best demiyorsun,
Daha sana türkü bestelemeyim,
N’olur ey Keremler Kani kurtar beni
zulmetten,
Gezdirme kulunu şerde aça gör can
gözlerim,
Aşk fidanı olup aşlanmıyorsun,
Dost için dövülüp taşlanmıyorsun,
Biçare âşıktan hoşlanmıyorsan,
Artık bundan sonra üstelemeyim,
Allah, Muhammed, Ali’yi müspette
hazır bildik,
Bizim desinler mahşerde aça gör can
gözlerim,
Sarılayım dedim sırma tel gibi,
Davrandın ellerden daha el gibi,
Gönül bahçesinde açan gül gibi,
Gülüm demet demet destelemeyim,
Men günahkâr bir âşığım, senden
umarım kerem,
Utanıp kalmayım terde aça gör can
gözlerim,
Bari Tâlâ muhtaç etsin merdine,
Cömertliktir layık olan her dine,
Vefasız güzelin düşüp derdine,
Yok yere kendimi hastelemeyim,
Medet günahkâr kulunu koyma zindan
içinde,
Nerdesin ey şahım, nerde aça gör can
gözlerim,
Değer verim cevher taşımdan fazla,
Yumuşak davranış hışımdan fazla,
İş yapmayım gayrı başımd an fazla,
Güç yetmeyen işler gastelemeyim,
Selmani bir asi kuldur affeyle gel
cürmümü,
Mürüvvet senden her ferde aça gör can
gözlerim,
175‐ GAM YEMEYİM
Ben o yâri hiç görmedim görürsem
gam yemeyim,
Canı kurban veremedim, verirsem gam
yemeyim,
Yârinin yüzünü görenler yağ gibi erir
imiş,
Yağlar gibi erimedim erirsem gam
yemeyim,
173‐ GELMİŞİM
Annesin yitirmiş bir kuzu gibi,
Ağlayıp da melemeye gelmişim,
Gerçek aşkım oldu bir muzu gibi,
Sizden özür dilemeye gelmişim,
Bu acı kayıba elbet melenir,
Devri düşen aşka özür dilenir,
Ümitsizlik eleğimiz elenir,
Aşk atına binen âşık gece gündüz
yürütür,
208
Aşkın zoru ile daldım derine,
Sanki Âşık Ferhat oldum Şirin’e,
Kız ben seni koydum onun yerine,
Seni sarsam onu sarmış gibiyim,
Münevver eyler kalbini nurlar ile
yürütür,
Koşup bu aşkın peşinde naçiz ömrüm
çürütür,
Ben eriyip, çürümedim çürürsem gam
yemeyim,
Yeter ki davranma bana el gibi,
Gözyaşım akmasın coşkun sel gibi,
Dost bağında açan gonca gül gibi,
Seni dersem onu dermiş gibiyim,
Selmani der bu aşk benim genç
ömrümü bitirir,
Sevdakâr olan âşığın elbet aklın yitirir,
Mevlâ’sını arayanın menziline yetirir,
Bu aşk ile yürümedim yürürsem gam
yemeyim,
Gülüm kalbin pek olmasın taşlardan,
Güzeller hoşlanır böyle işlerden,
Yerde insanlardan gökte kuşlardan,
Seni sorsam onu sormuş gibiyim,
176‐ AY YILDIZIN AĞI GİBİYİM
Al bayrağın rengi ırkımın kanı,
Ben de ay yıldızın ağı gibiyim,
Uğrunda vererek bu tatlı canı,
Kayımca sarılan bağı gibiyim,
Sanki burada buldum ben o hanımı,
Sevgilim ol bari artır şanımı,
Selmani der kurban versem canımı,
Sana versem ona vermiş gibiyim,
İşte böyle içten dıştan sarıldım,
Düşüncem bu, bu fikirle yoruldum,
Milletini sevmeyene darıldım,
Ataların derdi dağı gibiyim,
İşim Hakk’a yarar işe dayandı,
Hemi içe hemi dışa dayandı,
Yaşım geldi elli beşe dayandı,
Hala yeni gençlik çağı gibiyim,
178‐ ALİ, ALİ DER BİZİM
Zahiri âlemden görünsek bile,
Dillerimiz Ali, Ali der bizim,
Bu aşkın sazını düşürdük dile,
Tellerimiz Ali, Ali der bizim,
Muhabbet Muhammed Ali’den başlar,
Gönül sarayına çaldık ferraşlar,
Akar gözümüzden kan ile yaşlar,
Sellerimiz Ali, Ali der bizim,
Sevginin farkına varanlar için,
Üzerine düşüp duranlar için,
Benimseyip sevip saranlar için,
Annelerin yürek yağı gibiyim,
Biz cemalullahta gördük didarı,
Canı dilden sevdik Ulu Hünkâr’ı,
Eser başımızda aşkın rüzgârı,
Yellerimiz Ali, Ali der bizim,
Selmani sevgiye dalık olursa,
Gönlü engin rengi soluk olursa,
Sevmeyen, deryada balık olursa,
Avcının attığı ağı gibiyim,
Tarikatın ateşine yanarken,
Aşk meyinden dolu içip kanarken,
Müstahak olana lokma sunarken,
Ellerimiz Ali, Ali der bizim,
177‐ VARMIŞ GİBİYİM
Bir sarışın kayıp ettim vaktinde,
Seni gördüm onu görmüş gibiyim,
Âşık olan sabit olur ahtında,
Sana gelsem ona varmış gibiyim,
Selmani der dersim çıktık da Be’ye,
Ruh iken inandık sırrı İlla’ya,
Leyla deyip çağırdık da Mevla’ya,
Çöllerimiz Ali, Ali der bizim,
209
179‐ ANAMIZ BİZİM
Zahit analardan haber sorarsan
Hatice Fatıma anamız bizim
Analar içinde ana ararsan
Hatice Fatıma anamız bizim
Ancak Beyaz Gül’üm yur sanıyordum,
Niçin Selmani’ye eğdi kaşını,
Pul diyerek saçtı cevher taşını,
Sürdürürsen gözlerinin yaşını,
Beni dost yerine kor sanıyordum,
Muhammed Mustafa o Murtaza yar,
Muhabbet bağında ilahi aşk var,
Gülü gülzârından hiç olmadı har,
Hatice, Fatıma anamız bizim,
181‐ KURBAN OLDUĞUM
Dillerin şekerden tatlı,
Sözüne kurban olduğum,
Çok hürmetli itaatli,
Özüne kurban olduğum,
Eğer sadık isen ikrarında dur,
Hatır için münkirlere yapma kur,
Kâinatta ışık veren o pir nur,
Hatice, Fatıma anamız bizim,
Benzersin yavru ceylana,
Ondan avcı oldum sana,
El gözüyle bakma bana,
Gözüne kurban olduğum,
Âşıkları aşkla sevdaya salan,
Gönül sayarını dolduran dolan,
Sevgi faziletin membası olan,
Hatice, Fatıma anamız bizim,
Olalı hayalim düşüm,
Seni methetmektir işim,
Hem ayımsın hem güneşim,
Yüzüne kurban olduğum,
Selmani rahmetle âleme ağan,
Üstümüze lütfi ihsanla yağan,
Nuruyla gönüller ufkundan doğan,
Hatice, Fatıma anamız bizim,
Benzersin yavru ceylana,
Ondan avcı oldum sana,
El gözüyle bakma bana,
Gözüne kurban olduğum,
180‐ SANIYORDUM
Sana önem verip sevgi beslerken,
Ben seni bir sadık yar sanıyordum,
Beyaz Gül’üm diye diye seslerken,
Çevreden çekinip ar sanıyordum,
Gel bana güzeller başı,
Sevgimi kalbinde taşı,
Dokursun sevda kumaşı,
Bezine kurban olduğum,
Hanenize sık sık gelip giderken,
İnsanlık hakkımı bilip öderken,
O gül yüzlerini niyaz ederken,
Beyaz yüzlerini nur sanıyordum,
Selmani der kandır beni,
Kalp evine kondur beni,
Ateşine yandır beni,
Közüne kurban olduğum,
Kız vefasız sende ahdim çok idi,
Her ne söz söylesem sözüm hak idi,
Sana yanlış bir düşüncem yok idi,
Aramızda sevgi var sanıyordum,
182‐ GARİP HALİM
Soran olur ise garip halimden,
Burda melül masum dolanıyorum,
Bakın neler dökülüyor dilimden,
Bazen duru bazen bulanıyorum,
Konuştuğum her kelamım hasını,
Çekiyordum bu dünyanın yasını,
Kalp evimin olan kiri pasını,
Gördüğümden kalmak belimi büken,
Sertten tesirlidir yumuşak diken,
210
184‐ DOYMUYORUM
Beyaz gülüm her gün her gün,
Görsem sana doymuyorum,
Bağındaki tüm gülleri,
Dersem sana doymuyorum,
Yayla sularını beğenmez iken,
Susuz çeşmelerden sulanıyorum,
Hep buradadır garibanlar oymağı,
Kim ister ki güzellikten doymağı,
Herkes yerken bol bol balı kaymağı,
Ben de gerilerden yalanıyorum,
Doyulmayan sözlerine,
Kaşlarına gözlerine,
Yüzlerimi yüzlerine,
Sürsem sana doymuyorum,
Leblerin benzer kevsere,
İçsem göğüs gere gere,
Yüzdürüp postumu yere,
Sersem sana doymuyorum,
Böyle olur hasret kalan yurduna,
Bakmayanlar işin önü ardına,
Av misali ellerin aç kurduna,
Vakitli vakitsiz dalanıyorum,
Şimdilik yaşantım naçar tıp gibi,
Değerimiz düşük kırık küp gibi,
Selmani der olduk çürük ip gibi
Kırılıp kırılıp ulanıyorum,
Beni alıp da aynına,
Aşk urganın tak boynuna,
Her gün her gece koynuna,
Girsem sana doymuyorum,
183‐ NE SEVİYORUM
Ey erenler hakaretçi olana,
Ne kin besliyorum ne seviyorum,
Şer defteri günah ile dolana,
Ne kin besliyorum ne seviyorum,
Ey yüzleri mah i taban,
Sözlerim gelmesin yaban,
Selmani der canım kurban,
Versem sana doymuyorum
Gerçek erenlerden eseli sabam,
Gerçeği methetmek yegâne çabam,
Hakaretçi insan olsa da babam,
Ne kin besliyorum ne seviyorum,
185‐ KURBAN OLURUM
Beyaz Gül’üm gamlı hem de benlisin,
Gamına benine kurban olurum,
Gülden nazik kardan beyaz tenlisin,
O beyaz tenine kurban olurum,
Gönlün çok münevver güzel huylusun,
Kirpikler ok atar kaşlar yaylısın,
Ne uzun ne kısa orta boylusun,
Boyuna enine kurban olurum,
Gayem haklı sözle halkı beslemek,
Sözleri yazarken iyi süslemek,
İnsanlık dışıdır hep kin beslemek,
Ne kin besliyorum ne seviyorum,
Men arafı bilmek âlim işidir,
Özünü sözünü bilen kişidir,
Kincilik cahilin ters görüşüdür,
Ne kin besliyorum ne seviyorum,
Seni seven âşık beyaz gül demiş,
Cefa çekip aşkın darbesin yemiş,
Tahammül yüklüsün gönlün çok geniş,
Darına genine kurban olurum,
Selmani der Allah beni söyletir,
Tatlı sözler ile gönül eğletir,
Benim özüm sözüm işte böyledir,
Ne kin besliyorum ne seviyorum,
Siyah kaşlarını yaya benzettim,
Bize Hakk’tan gelen paya benzettim,
Yüzünü güneşe aya benzettim,
Ayına gününe kurban olurum,
211
Selmani der gülüm sırrıma er var,
Gönlümün bağında gülleri der var,
Vücudunda sevilecek çok yer var,
Sonuna önüne kurban olurum,
Yârim buse almış sayılmaz dostum,
Ölürüm vazgeçmem sevdiğim senden,
Sevgin çıkar mı hiç can ile tenden,
Nasıl esirgersin gül yüzün benden,
Yârim buse almış sayılmaz dostum,
186‐ KURBAN OLURUM
Beyaz gülüm size gelir gidersem,
Gelişimden bezme kurban olurum,
Gizli dost olmaya teklif edersem,
Sen gönlünü üzme kurban olurum,
Selmani der oynayışta gülüşte,
Çok anlam var anlayışta bilişte,
Noksanı tamamla gel bu gelişte,
Yârim buse almış sayılmaz dostum,
Gelmekle gitmekle geçsin çağımız,
Eşiğinde olsun bir ayağımız,
Kayımca bağlansın sevgi bağımız,
Bu düğümü çözme kurban olurum,
188‐ BOŞA DÖNDÜM
Vefasız bir yar peşinde,
Boşa döndüm boşa döndüm,
Ümitsizlik ateşinde,
Boşa döndüm, boşa döndüm,
Hanene teklifin oldukça bize,
Canım sağ oldukça gelirim size,
İsterim her anda gelek yüz yüze,
Benden uzak gelme kurban olurum,
Dinlenmedi sözüm sazım,
Geçmez imiş dosta nazım,
Kıştan soğuk oldu yazım,
Ağustosta kışa döndüm,
Karşıma çıkarsan gönlün coşarak,
Ben de sana gelmez miyim koşarak,
Yakın yürümeyip uzaklaşarak,
Ciğerciğim ezme kurban olurum,
Sevgi bağımız çözüldü,
Eyvah ciğerim ezildi,
Her yerden elim üzüldü,
Kanatsız bir kuşa döndüm,
Selmani der sevmeyene ilendim,
Mecnun gibi heybe takıp dilendim,
Ben zaten aşk eleğinden elendim,
Tekrarlayıp süzme kurban olurum
Bakmadın hiç halimize,
Engel koydun yolumuza,
Zehir kattık balımıza,
Yenmeyecek aşa döndüm,
187‐ DOSTUM
Rızasız mı aldım yârim buseyi,
Yârim buse almış sayılmaz dostum,
Davranışım bana verdi tasayı,
Yârim buse almış sayılmaz dostum,
Selmani der bahtım kara,
Açıldı kalbimde yara,
Sağ iken koydun mezara,
Mezarlıkta taşa döndüm,
Aşkın ile sarhoş oldum aymadım,
O buseni ben tamama saymadım,
Yar busene sohbetine doymadım,
Yârim buse almış sayılmaz dostum,
189‐ BÜLBÜLE DÖNDÜM
Gül yüzün güleç görünce,
Gülüm gülen güle döndüm,
Güle meylimi verince,
Şakıyan bülbüle döndüm,
Gel dediğim yere gel koşa koşa,
Çektiğim emekler gitmesin boşa,
Verirsen bir buse ver coşa coşa,
Aşkla yanıp dağlanalı,
212
191‐ OL SARI GÜLÜM
Sen var iken ele boyun eğmeyim,
Ne olur maşukum ol Sarı Gül’üm,
Senden başka hiçbir güzel sevmeyim,
Bu garip gönlümü al Sarı Gül’üm,
Zevke düşüp sağlanalı,
Yar ben sana bağlanalı,
Ömrü bitmiş pile döndüm,
Açılmaz derdim derince,
Acırsın haber verince,
Kız seni burada görünce,
Coşkun akan sele döndüm,
Dilimden bırakmam güzel adını,
Âşığı ağlatma gurbet kadını,
Ne şeker ne kaymak verir tadını,
Akar dudağından bal Sarı Gül’üm
Hiç zannetmem bana küsen,
Benim ile içip yesen,
Güzeller göğsüne esen,
İncitmeyen yele döndüm,
Senin ateşine yanıp dağlandım,
Bir dem ölü oldum bir dem sağlandım,
Ciğerim ben sana candan bağlandım,
Sen de bana bağlan kal Sarı Gül’üm,
Selmani’de söz var iken,
Merak etmez öz var iken,
Esenyurt’ta siz var iken,
Neden böyle ele döndüm,
Doyulmuyor gülüm tatlı diline,
Doymayım ki sevdiğimiz biline,
Atıver kendini sevda gölüne,
Aşkımla derine dal Sarı Gül’üm,
190‐ SARI GÜLÜM
Herkes yaran yoldaş hısım akraba,
Yalınız can dostum yok Sarı Gül’üm,
Dert yandığım size gelmesin kaba,
Yalınız can dostum yok Sarı Gül’üm,
Selmani der ah u zarım var diye,
Dost için ağlasam karım var diye,
Şurda bir divane yârim var diye,
Bir kere kapımı çal Sarı Gül’üm,
Yolun doğrusuna gitmek istedim,
Gidip menziline yetmek istedim,
Seni can dost kabul etmek istedim,
Yalınız can dostum yok Sarı Gül’üm,
192‐ DÜŞMÜŞÜM
Akıl biraz düşünüp de durmalı,
Ne yanlış anlamlı yola düşmüşüm,
Kafa seni balyoz alıp kırmalı,
Eve buyur denmez hale düşmüşüm,
Benim gönlüm Kâbe bir haç değilim,
Namertler başına sertaç değilim,
Çok şükür kimseye muhtaç değilim,
Yalınız can dostum yok Sarı Gül’üm,
Bu dünyayı boşa gezip yoruldum,
Ele değil ben kendime darıldım,
Tutam diye çok dallara sarıldım,
Ne yazık tez kopan dala düşmüşüm,
Güzelim Sarı Gül adın taşırsın,
Geçici varlığa ne uğraşırsın,
Bana can dostluğa sen yakışırken,
Yalınız can dostum yok Sarı Gül’üm,
Selmani ezilmiş ciğerim varken,
Nice yerde başın eğerim varken,
Altın cevher kadar değerim varken,
Eyvah birdenbire pula düşmüşüm,
Selman iyi sev de can dostsuz gezme,
Ezilmiş ciğerim bir de sen bakma,
Merhamet et beni bu kadar üzme,
Yalınız can dostum yok Sarı Gül’üm,
193‐ ÂB‐I NABDAN
Medet ey şahların şahı kurtar kulları
habdan,
213
195‐ SAKIN GURURDAN
Dedem bir noktada aldanıyorsun,
İlme mağrur olma! Sakın gururdan,
Benden fazla bilen yok sanıyorsun,
İlme mağrur olma! Sakın gururdan,
Haberdar et âşıkânı dosta açılan
babdan,
Ki, ruz-u mahşerde sensin ab-ı hayatı
sunan,
Ne olur bize de kısmet et kevseri ab-ı
nabdan,
Hatırlarsan Tur Dağı’nda Musa’yı,
Tez anlarsın uzun sözü, kıssayı,
Hakk’a nasıl ulaştırdı asayı,
İlme mağrur olma! Sakın gururdan
Desti haydardan meğer bir katre cüra
içen,
Dersin alır imiş hemen natık ümmül
kitaptan,
Hak Musa’yı candan sevip dost dedi,
Rabbi erini kelâmına has dedi,
Kendisinden edna bir kul istedi,
İlme mağrur olma! Sakın gururdan,
Hak Teâlâ insanları anasırdan halk etti,
Beşeriyetin temeli bildik haki türaptan,
Musa arar iken buldu bir canı,
Bir uyuz köpekti maraz her yanı,
Dedi sen kendinde ara noksanı,
İlme mağrur olma! Sakın gururdan,
Hak ile hak olan canlar ruhunu insan
eyler,
İlmine âlim olanlar anlar imiş
hesaptan,
Nefse böyle fırsat verip zulmette
bırakmam,
Ref eyledip bize cehli halas eyle
azaptan,
196‐ GÜNÜM BİTMEDEN
Azrail’e mektup bari salayım,
Canımı almasın günüm bitmeden,
Üç beş gün dünyadan murat alayım,
Kapımı çalmasın günüm bitmeden,
Selmani’yim gece gündüz Hakk’ın
ismin söylerim,
Mahşerde nasip eyleme bize narı
hatapdan,
Genç ihtiyar geçer elbet sıradan,
Aylar yıllar dönüp geçer aradan,
Emaneti ister bir gün Yaradan,
Müjdeci salmasın günüm bitmeden,
194‐ SAKIN GURURDAN
Az kalsın köpeğe halka takardı,
Kendini ateşe nara yakardı,
Peygamberliğinden bile çıkardı,
İlme mağrur olma sakın gururdan,
Ecel ile uzak olsa aralar,
Açılır mı o kapanmış yaralar,
Taksit taksit yatırılan paralar,
Ellere kalmasın günüm bitmeden,
Her zaman elinde olmalı yakan,
Bulanmaz gözünden dupduru akan,
Mağrurluktur dedem insanı yıkan,
İlme mağrur olma sakın gururdan,
Yaradan’ın merhameti bol durur,
Dertlilerin çilesini doldurur,
İnsan güldür, gülü hazan soldurur,
Gülümüz solmasın günüm bitmeden,
Selmani sevilmez gönlün yücesi,
Fark etmeyip mağrur oldu nicesi,
Çok bilirdi meleklerin hocası,
İlme mağrur olma sakın gururdan,
Selmani çok geçirmiştir vakti yar,
Sigortası olanlardır bahtiyar,
Emekli ayrılır genç ve ihtiyar,
214
,
Bir mani olmasın günüm bitmeden,
Gül deyince gülmez misin,
Merhametsiz bilmez misin,
Âşık halinden halinden,
197‐ GÜLÜMDEN
Sevip ayrılması kolay değildir,
Ölürüm ayrılmam Beyaz Gül’ümden,
Benim sevgim gerçek, alay değildir,
Ölürüm ayrılmam Beyaz Gül’ümden,
Ben sana kıymet biçeyim,
Zehiri doldur içeyim,
Selmani nasıl geçeyim,
Sarı gelinden gelinden,
Deli gönül durmaz imiş bir karar,
Yârden ayrılmaktır ömüre zarar,
Kim bilir bir sabah yar beni arar,
Ölürüm ayrılmam Beyaz Gül’ümden,
199‐ ZAM YÜKLERİNDEN
Alanlar da bıktı satan da bıktı,
Üst üste yüklenen zam yüklerinden,
Bu aciz milleti sıktıkça sıktı,
Peş peşe eklenen zam yüklerinden,
Kimim var ki beni kimim kayırır,
Al yanaktan kim peçesin sıyırır,
Beni ondan ancak ölüm ayırır,
Ölürüm ayrılmam Beyaz Gül’ümden,
Azalan ömürler artılacak mı,
Fakir, zenginlerle tartılacak mı,
Zavallı hakkımız kurtulacak mı,
Gittikçe köklenen zam yüklerinden,
Neşelensin derken sükütleşiyor
Lüzumlu lüzumsuz dertler deşiyor,
Gülüm açıldıkça güzelleşiyor,
Ölürüm ayrılmam Beyaz Gül’ümden,
Yuvasızlar nasıl yuva kuracak,
Terki diyar olan başa vuracak,
Alışveriş, alım satım duracak,
Halka tetiklenen zam yüklerinden,
Selmani der senden gözüm ayrılmaz,
Gözüm ayrılsa da özüm ayrılmaz,
Sohbetim ayrılmaz sözüm ayrılmaz,
Ölürüm ayrılmam Beyaz Gül’ümden,
Kimi neşelenir kimi yüzülür,
Zannetmen ki bu düğümler çözülür,
Günden güne zamdan katar dizilir,
Habersiz denklenen zam yüklerinden,
198‐ SARI GELİNDEN
Ne olursun sarsam seni,
İnce belinden belinden,
Merhamet et kurtar beni,
Elin dilinden dilinden,
Bu Selmani nasıl rahat yatacak,
Güç yetmezse kim alıp kim satacak,
Dar gelirli vatandaşlar batacak,
Biçare beklenen zam yüklerinden,
Dost bağıma girmez misin,
Güllerimi dermez misin,
Bir bergüzar vermez misin,
Saçın telinden telinden,
200‐ GÜLÜSÜN SEN
Niçin gelip yoklamayım,
Bizim elin gülüsün sen,
Niye alıp koklamayım,
Bizim elin gülüsün sen,
Terazinde tartılamam,
Eksiltirsen artılamam,
Ağlatırsan kurtulamam,
Hicran selinden selinden,
Küçükten gurbete kaçan,
Etrafa neşeler saçan,
İstanbul ilinde açan,
Bizim elin gülüsün sen,
Davet etsem gelmez misin,
215
Aşk ile güzeli övmeyen insan,
Güzel sev ki Hakk’a makbul olasın,
Bu aşkı akla koyuncak,
İlk vatandır ana ocak,
N’olur bir yol koklayıncak,
Bizim elin gülüsün sen
Güzeli sevdiren edası nazı,
Bırakma dilinden sev serfirazı,
İster hakik olsun ister mecazi,
Güzel sev ki Hakk’a makbul olasın,
Aşk sırrına herkes ermez,
Erenler de dile vermez,
Bu gülü gayrı el dermez,
Bizim elin gülüsün sen
Güzelin yanağı şems ile mahtır,
Hem gönül aynası hem secdegâhtır,
Gerçeği mecazı veren Allah’tır,
Güzel sev ki Hakk’a makbul olasın,
Selmani’ye dostça bakan,
Sevda ateşini yakan,
Yel estikçe mis mis kokan,
Bizim elin gülüsün sen,
İki sevgide de bil ki Hak vardır,
İkisi de vazgeçilmez bir yardır,
Mecazı gerçeğe çevirmek kardır,
Güzel sev ki Hakk’a makbul olasın,
201‐ İVECENLİKTEN
Herhalde Adnan dost hata işledik,
Fazla sabırsızlık ivecenlikten,
Sitem ettik hafif yollu taşladık,
Bu bir saflık değil bilecenlilikten,
Selmani sevmekten kaçma yine de,
Sevgini yerleştir cana sinede,
Canın kurban verip ikisine de,
Güzel sev ki Hakk’a makbul olasın,
Dosta sitem yükü yüklemek zordur,
Bu gibi sözcükler ateştir kordur,
Beyhude sözlerin zararı vardır,
Çok gönül kırılır senlik benlikten,
203‐ BİTER OLASIN
Yıldan yıla biten bir çiçek gibi,
Gönlümün bağında biter olasın,
Menzile ulaşan bir gerçek gibi,
Ulaşıp menzile yeter olasın,
Âşıklar sevene bazı lâf eder,
Gönül alam derken hepten mahveder,
Mevlâ aşk ehlinin kalbin saf eder,
Aşk ehli hoşlanmaz asla kinlikten,
Günde baksam doyulmuyor yüzüne,
Vurulmuşum kirpiğine gözüne,
Benim gibi ateş düşsün özüne,
Yanıp ateşimde tüter olasın,
İnsan yaşlandıkça kafa karışır,
Bakarsın ki tavuk kazla yarışır,
Mert olanlar küsse bile yarışır,
Münevver gönülden hep esenlikten,
Bu sevda ateşi kar etti cana,
Yana yana kalbim döndü külhana,
Öyle aşk versin ki Allah’ım sana,
Aşkın artıp benden beter olasın,
Selmani der aşk hançerin bilerim,
İçten ağlasam da dıştan gülerim,
Sıram gelmediyse özür dilerim,
Yeter ki ayırman bizi şenlikten,
Bu aşk böyle gidecek mi boyuna,
Hak seni yar etti âşık soyuna,
Girmişiz seninle gizli oyuna,
Layık mı ki beni üter olasın,
202‐ MAKBUL OLASIN
Neye yarar güzel sevmeyen insan,
Güzel sev ki Hakk’a makbul olasın,
Canımı adadım sendeki ada,
216
Selmani sevginden almıştır gıda,
Bülbül gibi kalkışmışım feryada,
Dilerim dört mevsim öter olasın,
Cem evini iyi yer bilmeyenler,
Yürüteni mürşit pir bilmeyenler,
Muhammed Ali’yi bir bilmeyenler,
Muhammed’den hiç şefaat ummasın,
204‐ ACI KALMASIN
Keçeci Baba’dan budur niyazım,
Başında hiç ağrı acı kalmasın,
Versin ilacını o serfirâzım,
Başında hiç ağrı acı kalmasın,
Süfyan’dan zuhredip gelen madenler,
Mürşitsiz rehbersiz yola gidenler,
Evliya cemine büftân edenler,
Muhammed’den hiç şefaat ummasın,
İstersen ana ol istersen bacı,
Ben seni ederim başımın tacı,
Tabipler tabibi çalsın ilacı,
Başında hiç ağrı acı kalmasın,
Zalimi hazreti deyip ananlar,
Şeytanın sözüne uyup kananlar,
Gerçek dincileri dinsiz sayanlar,
Muhammed’den hiç şefaat ummasın,
Şah Mahmut’u Veli size el katsın,
Gül Ahi Baba da elin uzatsın,
Derdini Kaf Dağı ardına atsın,
Başında hiç ağrı acı kalmasın,
Selmani cemlerde çalmakta sazı,
Beyitler söyleyip okur düvazı,
İnsanı ayıran yolun yobazı,
Muhammed’den hiç şefaat ummasın,
Derman verir itikatlı olana,
Arayıp da kendisinde bulana,
Ağrıyı acıyı atsın talana,
Başında hiç ağrı acı kalmasın,
206‐ KÜBRİYA MISIN
Gele gide kapınızı yol ettim,
Yoksa sen bir kadın evliya mısın,
Sevgin ile muhabbeti bol ettim,
Hazreti Hatice Kübriyâ mısın,
Yardım etsin ağaların ağası,
Kabul olsun Selmani’nin duası,
Erenlerden gelsin derdin devası,
Başında hiç ağrı acı kalmasın,
Nur ile ışığım şemim fenerim,
Sen ışık vermezsen ben de sönerim,
Pervaneler gibi şeme dönerim,
Kandiller içinde nur ziyâ mısın,
205‐ UMMASIN
Alevi’yi Hakk’a düşman sayanlar,
Muhammed’den hiç şefaat ummasın,
Ayrımcılık yapıp cana kıyanlar,
Muhammed’den hiç şefaat ummasın,
Pek fazla düşünüp derine dalma,
Âşığa yakın ol muhannet olma,
Seversen candan sev şüphede kalma,
İkilikte kalan şirk riyâ mısın,
Şah-ı Merdan erenlerin şahbazı,
Odur müminlerin nazı niyazı,
Kim derse ki Aleviler rafazı,
Muhammed’den hiç şefaat ummasın,
Acep anlar mısın üç ile dördü,
Bitmez aşk ehlinin yarası ördü,
Yusuf rüyasında ay güneş gördü,
Hayıra yorulan bir rüyâ mısın,
Zahiri ilimle söz süsleyenler,
Zulmet dumanıyla kalp süsleyenler,
Evladı resule kin besleyenler,
Muhammed’den hiç şefaat ummasın,
Evliya sırrını yâda bildirme,
Dost ağlatıp düşmanını güldürme,
Selmani’yi mihnet ile öldürme,
Sen bir cana kıyan eşkıyâ mısın,
217
207‐ KOŞMA
Gel gönül bu kadar düşme telaşa,
Koşa koşa bir gün yorulacaksın,
İstersen ağa ol, istersen paşa,
Yakasız gömleğe sarılacaksın,
Korkarım ki candan eder,
Bir sarışın bir sarışın,
Sultanlık hükmü yürütür,
Âşığı aşka bürütür,
Yürek yağını eritir,
Bir sarışın bir sarışın,
Bu dünyada menziline yetmeyip,
Allah’ın emrine doğru gitmeyip,
Hakk’tan gelen emri kabul etmeyip,
Aklınca feleğe darılacaksın,
Bazı atar bazı tutar,
Bazı alır bazı satar,
Hayatıma hayat katar,
Bir sarışın bir sarışın
Ey Selmani bu dünyaya aldanma,
Cehalet sözüne inanıp kanma,
İşlediğin günah sorulmaz sanma,
İnceden inceye sorulacaksın,
Bazı güler bazı ağlar,
Bazı ciğerimi dağlar,
Belki acır gönül bağlar,
Bir sarışın bir sarışın
208‐ YETİŞSENE NERDESİN
Arabî Farisi okuyan Hızır,
Car günüdür yetişsene nerdesin,
Daralan kullara olansın nazır,
Car günüdür yetişsene nerdesin,
Sevgilim de helalim de,
Hayat abı zülâlimde,
Selmani der hayalimde,
Bir sarışın bir sarışın,
Erilmeyen yere erip gittiler,
Hizmetlerin kesesine gittiler,
Beyiti Kuran’ı taklit ettiler,
Car günüdür yetişsene nerdesin,
210‐ BANA BIRAKTIN
Artık gülüp oyna sen Sarı Gül’üm,
Yanıp ağlamayı bana bıraktın,
Daha yar demeye tutmuyor dilim,
Kara bağlamayı bana bıraktın,
Anlamadım ben bu halkın kastını,
Reddederler ehlibeyit dostunu,
Boş koydular İmam Zeynel postunu,
Car günüdür yetişsene nerdesin,
Gece gündüz hayaline dalarak,
Günler geçer boşalarak dolarak,
Sular gibi taştan taşa çalarak,
Coşup çağlamayı bana bıraktın,
Aklı erenleri aldı tasalar,
Çıkarcının dostu aklı kısalar,
Gözcülere yasaklandı asalar,
Car günüdür yetişsene nerdesin,
Yüzün benzese de sarı güneşe,
Eyyam soğuk gitti almadım neşe,
Hem üşüdüm hem de yandım ateşe,
Ciğer dağlamayı bana bıraktın,
Gerçek tabip işi yara sağlamak,
Âşığın arzusu coşup çağlamak,
Selmani der kalktı deste bağlamak,
Car günüdür yetişsene nerdesin,
Aktı gözüm yaşı oldu bir oluk,
Aşkına düşeli gül benzim soluk,
Meçhul bir dünyada olmuşum balık,
Avcı ağlamayı bana bıraktın,
209‐ BİR SARIŞIN
Bana devre düşüp gider,
Bir sarışın bir sarışın,
Sarı Gül’üm Selmani’ye sahip ol,
218
Şirri Yezdan evliyaya hoş geldin,
Kim dedi ki cephe alıp rakip ol,
Ben dertliyim n’olur bana tabip ol,
Yara sağlamayı bana bıraktın,
Aşkı muhabbeti var dil içinde,
Ulaşır menzile menzil içinde,
Tekellüm eyleyen kandil içinde,
Şah-ı Merdan nur ziyaya hoş geldin,
211‐ YARALAYIP BIRAKTIN
Görmedim sen gibi âşık avcısı,
Bir ok vurup yaralayıp bıraktın,
Çıkar mı kalbimden bunun acısı,
Parça parça paralayıp bıraktın,
Hak cemalin gören bulur ihyayı,
Ayrı bilmedikçe Mim ile Ha’yı,
İncil’i hatmedip bildim İlya’yı
İncil içre sır İlya’ya hoş geldin,
Can alıcı gözle bakıp üzüşün,
Sevgi işareti oldu süzüşün,
Dertlerimi üst üstüne düzüşün,
Ey vefasız sıralayıp bıraktın,
Hak inayet etse seven bir zata,
Ulaştırır onu Hak hakikate,
Selmani der bir göz attım Tevrat’a,
Aziz mihman mihriyaya hoş geldin,
Selmani’dir boşa yanmasayıdın,
N’olur görünüşe kanmasayıdın,
Kalbimin evine konmasayıdın,
Eyvah beni kiralayıp bıraktın,
214‐ HOŞ GELDİN
Zülcelâlı anmanızı isterdim,
Can içinde canan yârim hoş geldin,
Kalp evime konmanızı isterdim,
Bülbül olup konan yârim hoş geldin,
212‐ GÜNAHI KENDİN İŞLEDİN
Allah’ı suçlama ey insanoğlu,
Kebâir günahı kendin işledin,
Sana emreyledi Hak doğru yolu,
Kebâir günahı kendin işledin,
Haberdar olansın her gizli sırdan,
Gerçek er olanlar geçer kusurdan,
Bize bir hayırlı haber Mısır’dan,
Ey Yusuf-u Kenan yârim hoş geldin,
Günahtan arınıp yola gitmedin,
Hakk’a yarayacak bir iş tutmadın,
Fırsat elde iken tövbe etmedin,
Kebâir günahı kendin işledin,
Hünkâr’ım duadan unutma beni,
Hilesiz hilafsız sevmişim sizi,
Erzene’de ol Selman’a nergizi,
İrşat için sunan yârim hoş geldin,
Ömrümüzü vermeyelim talana,
Konuşurken varmayalım yalana,
Selmani der nasihatim alana,
Kebâir günahı kendin işledin,
Nur yüzünüz görsem aynımda düşte,
Hal hatırın sorsam üç ile beşte,
Pir himmetin alan pişer ateşte,
Hak aşkına yanan yârim hoş geldin,
213‐ HOŞGELDİN
Musa Kazım, Rıza Seyit neslinden,
Sırrı pünhan kübriyaya hoş geldin,
Nuri Huda ehli beyit neslinden,
Nebi Zişan Enbiya’ya hoş geldin,
Selmani der pirin sevgisi serde,
Aşkım muhabbetim hep gerçek erde,
Şefaat umarım rûz-u mahşerde,
Sevgim sizde inan yârim hoş geldin,
Hakkında buyruldu nur-u nübüvvet,
Nurdan izhar olur keşfi keramet,
Nebide velide şah-ı velâyet,
215‐ NE GÖNÜL VERDİN
Daha sana Beyaz Gül’üm demeyim,
219
Ne gönlümü kırdın ne gönül verdin,
Suyun içip bir lokmanı yemeyim,
Ne gönlümü kırdın ne gönül verdin,
Selmani der bana düştü bir merak,
Baktım cananımdan ediyor ırak,
Gelin başın için yakamı bırak,
Ne olur serbestlik ver gelin gelin,
Ben seni sanırdım halden bilici,
Ağlayan gözlerin yaşı silici,
Görmedim sen gibi yüze gülücü,
Ne gönlümü kırdın ne gönül verdin,
217‐ BEŞİ GÜZELİN
Ben bir güzel gördüm Tokat ilinde,
Gönüller çalmaktı işi güzelin,
Dengi ne kızda var ne de gelinde,
Bir tüyünü değmez beşi güzelin,
Ben yanıp ağlasam sen güleceksin,
Beni dertli eden kendi de çeksin,
Pamuktan yumuşak taştan da peksin,
Ne gönlümü kırdın ne gönül verdin,
Tavus kuşu gibi cilalı süslü,
Ne yemiş ne içmiş ne ile besli,
Melek mi, huri mi, bilinmez nesli,
Dünyada bulunmaz eşi güzelin,
Yavaş yavaş düşüyorsun gözümden,
Düşsen de sevgini atmam özümden,
Ne halden anladın ne de sözümden,
Ne gönlümü kırdın ne gönül verdin,
Şevki bir güneştir, suda ıslanmaz,
Gören âşık deli olur uslanmaz,
Bir keman var telli, fakat seslenmez,
İşte göz üstünde kaşı güzelin,
Selmani der sana hiç aklım yetmez,
Bu güzellik biter başaca gitmez,
Senin ettiğini kâfirler etmez,
Ne gönlümü kırdın ne gönül verdin,
Kaşların altında gözler süzülmüş,
Gözleri görenin bağrı ezilmiş,
Otuz iki hat üstüne dizilmiş,
İnci sedeftendir, dişi güzelin,
216‐ BİR GELİN GELİN
Bu devri âleme geldiğim zaman,
Yakaladı beni bir gelin gelin,
Aldattı gönlümü dedim el aman,
Beni candan sev gel der gelin gelin,
Selmani der yavru kirpiğin oktur,
Böyle yaratığın avcısı çoktur,
Baktım mazisinde noksanı yoktur,
Yalınız gözleri şaşı güzelin,
Dedim ey vefasız nen kaldı bizde,
Beni mahvedersin insaf yok sizde,
Benim arzum kıza götüren izde,
İnşallah ayırmaz her gelin gelin,
218‐ MÜRVET SENİN
Şekerden baldan tatlısın, kirpiğin inci
dizer,
Ela gözden revan olmuş sellerin
Mürvet senin,
Böyle bir gelinle girdim savaşa,
Ne kadar uğraştım çıkmadım boşa,
Çok yalvardım yakma diye ateşe,
Yine yaktı beni şer gelin gelin,
Al yanağa nazar ettim tomurcuk güle
benzer,
Vakti erişip aşılmamış güllerin Mürvet
senin,
Meğer hayal imiş nidem aldandım,
Ne vefasın gördüm ne de usandım,
Onu sevdim Yaradan’dan utandım,
Döküldü yüzümden ter gelin gelin,
Girmişsin gönül bağına gülleri dermek
için,
220
Baktım gülden daha taze ellerin
Mürvet senin,
Atılan topuda pir olan tutar,
Müşteri olursa daha bol satar,
Birisi pirindir biri zâkirin,
Ben seni melek zannettim yoksa neslin
huri mi?
Bilmem cennet diyarı mı illerin Mürvet
senin,
Zâkirlerdir tarikatın tellalı,
Aşkı muhabbette yaparlar balı,
İnkâr edip yüklenmeyin vebali,
Birisi pirindir biri zâkirin,
Selmani gönlün Mürvet’e takılıp takılıp
kalmaktadır,
Âşığını kement eyler tellerin Mürvet
senin,
Dedem iki postu kimden aldınız,
Buyruklarda yoktur, nerde buldunuz,
Niçin zâkirlere engel oldunuz,
Birisi pirindir biri zâkirin,
219‐ MAAŞI CİMRİNİN
Söyle cimri malın niçin neyedir,
Öbür dünyadaymış aşı cimrinin,
Nekes şirketinden emeklidedir,
Muhannetliktir maaşı cimrinin,
Can bülbülü olup şakımadın mı,
İbrişimden kumaş dokumadın mı,
Ömründe hiç Buyruk okumadın mı,
Birisi pirindir biri zâkirin,
Çok sıkı insanda asalet olmaz,
Şüphesiz ki sonu selamet olmaz,
Kalbinde hiç insaf, merhamet olmaz,
Hasetliktir her bir işi cimrinin,
Gerçek seyit iki postu alır mı,
Bu dergâh sizlere baki kalır mı,
Karac’ahmet Sultan zarı olur mu,
Birisi pirindir biri zâkirin,
Ecel gelip kapısını çalınca,
Emaneti veren geri alınca,
Olanca varlığı ile kalınca,
Sanki iletecek eşi cimrinin,
Sağlığında hayır edem demezdi,
Acıyıp bir aça lokma vermezdi,
Kazancını doya doya yemezdi,
Ekmeği kesmezdi dişi cimrinin,
Kanaatle gidin bu yola ize,
Bu sözlerim acı gelmesin size,
Selmani der cemden yer verin bize,
Birisi pirindir biri zâkirin,
221‐ BAŞINDAKİ AĞRI GEÇSİN
Dinlen biraz, çekme acı,
Başındaki ağrı geçsin,
Bu sazı ele alıncı,
Başındaki ağrı geçsin,
Selmani bu işe düşünüp durur,
Mert olan kişinin hep gücü kurur,
Yanından her geçen bir tekme vurur,
Kırık olur mezar taşı cimrinin,
Kem gözünen ele bakma,
Kendini ateşe yakma,
Kafanı çok böyle takma,
Başındaki ağrı geçsin,
220‐ BİRİ ZAKİRİN
On iki hizmette iki post vardır,
Birisi pirindir biri zâkirin,
İkisi de birbirine ayardır,
Birisi pirindir biri zâkirin,
Olasın sen Hakk’a yakın,
Gerçek erenlere akın,
Çok derine dalma sakın,
Başındaki ağrı geçsin,
Kudret topunu zikirler atar,
221
İyi anla kara akı,
Değer kalbe aşkın oku,
Bazı dinlen bazı oku,
Başındaki ağrı geçsin,
Ceset diri, nefis ölü gelesin,
Hak kelamın yazıp halka duyuran,
Odur can cesedi ruhu kayıran,
Hırs, kin, kibir, şehvet haktan ayıran,
Ceset diri, nefis ölü gelesin,
Selmani’nin sözü böyle,
İnsanlıkla gönül eğle,
Bazı sen de deme söyle,
Başındaki ağrı geçsin,
Mağrurluk nefs için en büyük düşman,
Bunlara aldanıp doğruluktan şaşman,
Fayda etmez canlar sonra pişman,
Ceset diri nefis ölü gelesin,
222‐ HAYALİMDESİN
Beyaz Gül’üm beni unutur sanma,
Gece düşte gündüz hayalimdesin,
İster inan bana ister inanma,
Gece düşte gündüz hayalimdesin,
Her can din imanı kayırmamıştır,
Varlığını halka duyurmamıştır,
Hak peygamber şerri buyurmamıştır,
Ceset diri nefis ölü gelesin,
Gönüller menzile ulaşmaktadır,
İnşallah aşkımız bulaşmaktadır,
Ruhum üzerinde dolaşmaktadır,
Gece düşte gündüz hayalimdesin,
Talip olan Şah-ı Merdan Ali’ye,
Bağlı olur Hacı Bektaş Veli’ye,
Kul olmak istersen Kızıl Deli’ye,
Ceset diri nefis ölü gelesin,
Daha kimim var ki kime gideyim,
Söyle dostluk hakkın nasıl ödeyim,
İş gerçekleşsin ki rahat edeyim,
Gece düşte gündüz hayalimdesin,
Gerçek âşıkların dersi ağ idi,
Bet nefis denilen derdi dağ idi,
Selmani kendinde tut bu öğüdü,
Ceset diri nefis ölü gelesin,
Beni üzüp durma sözlerime git,
Beni candan sevip muradına yet,
N’olur biraz da sen beni takip et,
Gece düşte gündüz hayalimdesin,
224‐ GEÇMESİN
Beyaz gülüm size bir teklifim var,
Teklifimi tut ki zaman geçmesin,
Artıp gitsin aradaki itibar,
Dostluğumuz boşa aman geçmesin,
Selmani der gülüm el uzat bana,
Dinle sözlerimi gel kana kana,
Menzilden uzakta kalsam da sana,
Gece düşte gündüz hayalimdesin,
Hedef olmayalım cepheye düşüp,
Sitem balyozları tepeye düşüp,
Gönlün zedeleme şüpheye düşüp,
Kalbinin içinden güman geçmesin,
223‐ ÖLÜ GELESİN
Muhammed Ali’nin kurduğu yola,
Ceset diri, nefis ölü gelesin,
Böyle emretmiştir Cenabı Mevla,
Ceset diri, nefis ölü gelesin,
Her güzelde dosta bağ olmaz derler,
Yar seven yürekte yağ olmaz derler,
Dumanı kalkmadık dağ olmaz derler,
Niçin başımdaki duman geçmesin,
Varlığın benliğin atıp bir yana,
Canın feda eyle ehli irfana,
Layık olmak için kabul kurbana,
Şiir güzelliğin süsü nakşıdır,
Âşıkların sevdiğine bahşidir,
222
Bir dem yaman olur bir dem yahşidir,
Yahşi ol ki günüm yaman geçmesin,
Herhalde sözümden bilgilenmedin,
İki defa vardım ilgilenmedin,
Gözyaşım akıttın silgilenmedin,
Davranışta gönlüm üzmüş gibisin,
Selmani der yakan ateş közlerim,
Ciğerimi kebap edip közlerim,
Emek verip yazdığım şu sözlerim,
Gülüm boş boşuna ceman geçmesin,
Anlamadım nedir sizin derdiniz,
Bana öğüt veren söze girdiniz,
Belli olmaz namerdiniz merdiniz,
Gerçek konuşmama kızmış gibisin,
225‐ ÜZÜLMEYESİN
Sevdiğim ol dediğimi duyunca,
Âşıklık halidir üzülmeyesin,
Dünyayı boş verip aşka uyunca,
Âşıklık halidir üzülmeyesin,
Bilemedim benden neler bekledin,
Bir derdime binlerce dert ekledin,
Selmani’ye derdi gamı yükledin,
Dert üstüne dertler dizmiş gibisin,
Üzülürsem bine çıkar bir derdim,
Çünkü ben meylimi tek sana verdim
Can gözümle sende bir varlık gördüm,
Âşıklık halidir üzülmeyesin,
227‐ BİLİR MİSİN
Bana cefa eden dilber,
Cefa nedir bilir misin,
Zevk ü sefa eden dilber,
Sefa nedir bilir misin,
Kendini üzmeden sözlerime git,
Muhabbet eyleyip muradına yet,
Tatlı dillerinle beni ikaz et,
Âşıklık halidir üzülmeyesin,
Dışın cilâ kalay imiş,
Zevk ü sefa alay imiş,
Derdi vermek kolay imiş,
Şifa nedir bilir misin,
Seni üzdüm ise kusura bakma,
Yanmış yüreğimi bir de sen yakma,
Aman yaşlılığım başıma kakma,
Âşıklık halidir üzülmeyesin,
Uygun mu hiç sizlik bizlik,
İçten, dıştan et temizlik,
Nedir böyle vefasızlık,
Vefa nedir bilir misin,
Selmani yorgunu dinci aranmaz,
Cevahir dururken inci aranmaz,
Âşığın geçkini genci aranmaz,
Âşıklık halidir üzülmeyesin,
Arı ol namusça arca,
İlmini bilene harca,
Yar yar dersin defalarca,
Defa nedir bilir misin,
226‐ ÇÖZMÜŞ GİBİSİN
Hafif yollu gönül bağlamış idik,
Bu gönül bağını çözmüş gibisin,
Dert açıp ciğerler dağlamış idik,
Benden acizleşip bezmiş gibisin,
Selmani’nin meyli neye,
Dost elinden gelen meye,
Aldın beni ifadeye,
İfa nedir bilir misin,
Gönlüm sizde aradığın bulmadı,
Bu ne biçim dostluk aklım almadı,
Size karşı hiçbir hatam olmadı,
Dedem bizden hile sezmiş gibisin,
228‐ DERMEZ MİSİN
Âşık cemin bülbülüdür,
Sen bu sırra ermez misin,
Cennet bağının gülüdür,
223
Bu gülleri dermez misin,
Muhammed Ali’den söyler sözünü,
Rabb’ül âlemine açıp gözünü,
Hak cemalin ayan görenler gelsin,
Bu cemde itikat boldur,
Gerçek mümin cemi doldur,
Ali’nin kurduğu yoldur,
Ali gibi sürmez misin,
Selmani can kurban resul soyuna,
Bu ummanı boyla boylu boyuna,
Bir kâmil mürşidin haki payına,
Eğilip yüzlerin sürenler gelsin
Yok mu sizde akıl fikir,
Âşık Hakk’ı eder zikir,
İmam Zeynel Aba zâkir,
Yola layık görmez misin,
231‐ NEYLERSİN
Şu yalan dünyada işin iş senin,
Sen derdi neylersin, gamı neylersin,
Kadir Mevla’m seni övmüş yaratmış,
Ela göz üstünde camı neylersin,
Selmani’yim pervam yoktur,
Yol bilmezle aram yoktur,
Marazım var, devam yoktur,
Derdim nedir sormaz mısın,
232‐ HALKA YARARLI OLSUN
Beyhude sözünden halkı aldatma,
Sözün halka, Hakk’a yararlı olsun,
Özünü çürütüp kine kin katma,
Özün halka, Hakk’a yararlı olsun,
229‐ VERMEZ MİSİN
Dinle âşığın kastını,
Anla Ali’nin dostunu,
İmam Zeynel’in postunu,
Âşıklara vermez misin,
Az konuşup çoğa saydır azını,
Fazla konuşanın, çekme nazını,
Kamil meclisinde çal ki sazını,
Sazın halka, Hakk’a yararlı olsun,
Bu yola bilerek gidip,
Bir konuğa hürmet edip,
Katarını doğru yedip,
Gönüllere girmez misin,
Kötülük düşünme bir can kardeşe,
Ömürü bitirir, zulüm endişe,
Hak için kendini, yak ki ateşe,
Közün halka, Hakk’a yararlı olsun,
İyi düşünüp derini,
Makamda bulup yerini,
Bencilliğin defterini,
“Men Araf”la dürmez misin,
Kötü söz yerine iyi söz desen,
Helalden kazanıp helalden yesen,
Bir top kadar bezdir en son elbisen,
Bezin halka, Hakk’a yararlı olsun,
Gel Selmani Hakk’ı, halkı izle bak,
Sevgilerin, içerinde gizle bak,
İnsanlara iyi gören gözle bak,
Gözün halka, Hakk’a yararlı olsun,
Selmani der ki ezilip,
İnce elekten süzülüp,
Nesimi gibi yüzülüp,
Postun yere sermez misin,
230‐ KIRKLAR SEMAHI
Kırkların esrarı, aşkı semahtır,
Semahın sırrına erenler gelsin,
Eksikli meydana girmek günahtır,
Musahip kavline girenler gelsin,
233‐ GÖÇMESİN Mİ
Gelen herkes bu dünyadan,
Göçecektir göçmesin mi,
Tatlı candan bu bünyadan,
Geçecektir geçmesin mi,
Aynı cemde pak edenler özünü,
224
Hanu manın harabından,
Semasından turabından,
Bir gün ecel şarabından,
İçecektir içmesin mi,
İnsanları gurbet eller götürmüş,
Yaprak gibi esen yeller götürmüş,
Toprağını almış seller götürmüş,
Az toprağı tozu kalmış köyümün,
Terk edip mal melalini,
İçip ab-ı zülâlini,
Haram ile helalini,
Seçecektir seçmesin mi,
Köyde beş on evde beş on kişi var,
Ayrılık derdiyle hayal düşü var,
Bol bol karlar yağar boran kışı var,
Bir iki ay yazı kalmış köyümün,
Eller alıp emleğini,
Görüp iki meleğini,
Kader ölüm gömleğini,
Biçecektir biçmesin mi,
Selmani’nin sesi saz ile meyde,
Değer kalmamıştır ağada beyde,
Kimi İstanbul’da kimisi köyde,
Ne tadı ne tuzu kalmış köyümün,
Ey Selmani kış misali,
Hem hayal hem düş misali,
Can cesetten kuş misali,
Uçacaktır uçmasın mı,
236‐ KURUSEKİ KÖYÜ
Köyümüze niçin kuru denmesin,
Taşı boldur Kuruseki köyünün,
Helal lokmaları niçin yenmesin,
Aşı boldur Kuruseki köyünün,
234‐ DELİ OLURSUN
Deli gönül sana deli demeyim,
Deli deli derken deli olursun,
Deli olduğuma hiç gam yemeyim,
Delilik ettikçe beli olursun,
Her hali anlatmak bana ar gelir,
Nüfusu çok arazisi dar gelir,
Sonbahar ayında boran kar gelir,
Kışı boldur Kuruseki köyünün,
Delilere deli, diyendir deli,
Deliden eksilmez hakikat yeli,
“Deli olan dolu” demiştir Ali,
Deli isen mutlak Ali olursun,
Ormanı fundalık avlanmaz avı,
Rahmet bol yağarsa geliyor tavı,
Çoğuna yedirir hayal pilavı,
Düşü boldur Kuruseki köyünün,
Deli ol Selmani kaçma deliden,
Deliler pay aldı Bektaş Veli’den,
Deli derbederdir, ta ezeliden,
Derbeder gezdikçe veli olursun,
Kimisi hayalsiz düşsüz kalıyor,
Kimi birsiz, kimi beşsiz kalıyor,
Kimi ibadetsiz, kimi işsiz kalıyor,
Boşu boldur Kuruseki köyünün,
235‐ AZI KALMIŞ KÖYÜMÜN
Anlatayım köyümüzün halini,
Çoğu gitmiş azı kalmış köyümün,
Sılayı terk etmiş kızı gelini,
Ne gelini kızı kalmış köyümün,
Yolları yapılmış gelip geçen yok,
Uzaklardan suyu akmış içen yok,
Tarlaları bomboş ekip biçen yok,
Safi otluk bozu kalmış köyümün,
Selmani her akan su duru olmaz,
Her insan yüzünde Hak nuru olmaz,
Kuru demeyinen hep kuru olmaz,
Yaşı boldur Kuruseki köyünün,
237‐ SARI KİTAP CANLI KİTAP
Seni okumaya doymam,
Sarı kitap canlı kitap,
Cana kıyar sana kıymam,
225
Sarı kitap canlı kitap,
Az görünüş iftiraya yol açar,
Muhammed ümmeti cemi körler mi,
Öksüz yetim kul hakkını yerler m,
Bir kere lâ demiş illâ derler mi,
Az görünüş iftiraya yol açar,
Sarı kitabım canlı,
Hem şerefli hem de şanlı,
Cana kıyıp olmaz kanlı,
Sarı kitap canlı kitap,
Kuşdili okur dili var,
Göğsünde açmış gülü var,
Akıl sır ermez hali var,
Sarı kitap canlı kitap,
Selmani dermiş külümüz hal olsun,
Aynı cemde muhabbetler bal olsun,
O iftira eden diller lâl olsun,
Az görünüş iftiraya yol açar,
239‐ YANIP TÜTENE KADAR
Aşka yanmak nasıl olur bilmezdim,
İçten içten yanıp tütene kadar,
Gözlerimden akan yaşı silmezdim,
Akardı ta vadem yetene kadar,
Sarı kitap oldu adın,
Okuyan can demez kadın,
Kaymakta balda yok tadın,
Sarı kitap canlı kitap,
Bu adı Selmani taktı,
Yeni bir eser bıraktı,
Beni ciğerimden yaktı,
Sarı kitap canlı kitap,
Kendime kıyardım cana kıymazdım,
Yalan gerçek el sözüne uymazdım,
Viraneyi görsem acı duymazdım,
Sefil baykuş konup ötene kadar,
238‐ YOL AÇAR
Göstermezsek halka varlığımızı,
Az görünüş iftiraya yol açar,
Anlatmazsak Hakk’a yarlığımızı,
Az görünüş iftiraya yol açar,
Bu acılar gider m’ola boyuna,
Fırsat geçip o zalime haine,
Girdim kader talih ile oyuna,
Çırpınıp dururum ütene kadar,
İnsan haklarını yiyip gülen var,
Öz İslam’ı İslâmlıktan silen var,
Server Muhammedi Sünni bilen var,
Az görünüş iftiraya yol açar,
Cananın yanına gelir giderdim,
Çekerdim kahrını eli nederdim,
Elimden geldikçe hizmet ederdim,
Tamamen yakadan itene kadar,
Alevi’nin aslı zatını bilmez,
Sözlerinin hakikatini bilmez,
Zahidin âlimi batını bilmez,
Az görünüş iftiraya yol açar,
Selmani der sanmam serimden
geçmem,
Serden geçer yüce kerimden geçmem,
Ölsem de ben sadık yârimden geçmem,
Üstümde yeşil ot bitene kadar,
Dört kapının erkânından yolundan,
Müminlerin kanadından kolundan,
Açmadıkça muhabbetin bolundan,
Az görünüş iftiraya yol açar,
240‐ ÖZÜNDEN ÇIKAR
Ozanların bir adı da âşıktır,
Tüm manalar âşık sözünden çıkar,
Hakk’ın ilhamından bağrı yanıktır,
Her ne söyler ise özünden çıkar,
Çok zamanlar biz de körlere uyduk,
Gizli sırrımızı meydana koyduk,
Kuru iftiralardan usandık durduk,
Aşkı olmayanın gitmez hazına,
226
242‐ NE TALİP ANLAR
Şah-ı Merdan Ali cemde bulunsa,
Ne dedeler anlar, ne talip anlar,
Şemsi kamer gibi doğup dulunsa,
Ne dedeler anlar ne talip anlar,
Ondan kulak vermez hoş avazına,
Cansız bülbül denir âşık sazına,
Bülbülün sedası sazından çıkar,
Gerçek âşık çeker derdi marazı,
Kara yazılmıştır alnında yazı,
Herkes sevdiğine ediyor nazı,
Aşk denilen güzel nazından çıkar,
İnsan suretinde gelse huzura,
Erler gibi dua etse hazıra,
Zaman halkı ekmek vermez Hızır’a,
Ne dedeler anlar ne talip anlar,
Bu âşıklık Hakk’ın gizli hikmeti,
Layık olan alır hayır himmeti,
Ariflerin sohbetinin lezzeti,
Mutlaka muhabbet tuzundan çıkar,
Hakk’ın yolu gibi bir yol nerde var,
Almayı bilirsek her şey orda var,
Göremeyiz gözümüzde perde var,
Ne dedeler anlar ne talip anlar,
Selmani der ah u zarım âşıktır,
Hem sermayem hem pazarım âşıktır,
Kökten sürmeyenler yarım âşıktır,
Âşık serçeşmenin gözünden çıkar,
Bizler görmesek de o bizi görür,
İsteyen kulların muradın verir,
Evliyanın yolu küt topal yürür,
Ne dedeler anlar ne talip anlar,
241‐ KUL AĞLAR
Erince mâhı mateme erkân ağlar yol
ağlar,
Edince zalimler sitem, elif ağlar, dal
ağlar,
Yerde, gökte in ile cin ah u feryat
eyleyip,
İnler arş ve zemin hem de melek ağlar,
kul ağlar,
Âşıklar kalbinde sevgi coş kalır,
Kimisi kederli kimi hoş kalır,
Yazık cem evleri dolmaz boş kalır,
Ne dedeler anlar ne talip anlar,
Bilen canlar boşa yanıp tütmesin,
Çobanlar sürüsün niçin gütmesin,
Çekilen emekler boşa gitmesin,
Ne dedeler anlar ne talip anlar,
Muharremde kara giyip, eylersek ahu
zârı,
Bir damla gözyaşı döken mutlaka eder
kârı,
Eyüp çile çekmeseydi neden olurdu arı,
Ya Hüseyin deyip inler arı ağlar bal
ağlar,
Selmani der çok gamlıyım bu sıra,
Ne yazık gelmişim böyle asıra,
Kerem kani Ali kalma kusura,
Ne dedeler anlar ne talip anlar,
243‐ GÜCENİR
O yârinen muhabbetin binasın,
Kurmasam gücenir kursam gücenir,
Bağlanıp da bir ikrarın üstüne,
Durmasam gücenir dursam gücenir,
Ey Selmani mümin olan acep ne zaman
güldü,
Bize cevrü cefa çekmek atadan miras
kaldı,
Ali abayı sevenler ölmeden evvel öldü,
Ölmeden evvel ölmüşüz ölü ağlar, sal
ağlar,
Bülbül olan anlar gülün halini,
Teklifsizce çeker tüm vebalini,
Hatıra getirip her ahvalini,
227
Sormasam gücenir sorsam gücenir,
Asker Allah Allah deyip cenge girince,
İmdada yetişen Keremkâni var,
Gönlüm arzuladı kaşı karayı,
Gidem diye bekleyelim sırayı,
Sinesinde yeni açan yarayı,
Sarmasam gücenir sarsam gücenir,
Selmani der Türk Türklüğün bilecek,
Kendini bilenin yüzü gülecek,
Yüce Mehdi bir gün çıkıp gelecek,
Zuhredip gelmenin bir zamanı var,
Dolaşssam dünyanın her bir köşesin,
Yâr olmazsa bulamam ki neşesin,
Gönül sarayında benlik şişesin,
Kırmasam gücenir kırsam gücenir,
245‐ ALLAH’A YALVAR
Ey insan sabahtan uykuya yatma,
Cümleyi halk eden Allah’a yalvar,
Günah deryasına gark olup batma,
Fatihalı Elhamdülillah’a yalvar,
Selmani’yim yansam aşkın közüne,
Bağlıdır yiğidin sözü özüne,
Ettiği ayıbı yârin yüzüne,
Vurmasam gücenir vursam gücenir
Lâ’yı terk etmeyip küfürde kalma,
Gaflet deryasına daldıkça dalma,
İblis hainden sen dersini alma,
İsmi Gafur, Celil Allah’a yalvar,
244‐ ŞANI VAR
Al bayrağın al sancağın altında,
Asıl Türk’ün asıl adı şanı var,
Dünyaya ün salan hattı zatında,
Dillerde söylenen şöhret şanı var,
Türk milleti düşer mi hiç şanından,
Al bayrağın alı şehit kanından,
Canı verir, kaçmaz er meydanından,
Şehitlik gazilik er nişanı var,
Gaflettir insanı yoldan şaşıran,
Nefs atına suvar edip aşıran,
İlmi hikmet denizini taşıran,
Bin biri bir eden Billah’a yalvar,
Oturup kalkarken Hakk’ı zikreyle,
Men Araf’ı oku kendin fikreyle,
Yaratanın birliğine şükreyle,
Kur’an’da Amentü Billah’a yalvar,
Ey Türkoğlu unutma gel atanı,
Düşmanları Akdeniz’e katanı,
Öz canından aziz bilip vatanı,
Din uğrunda akıtacak kanı var,
Selmani semaya çıkar gel âhı,
Sana yardım etsin şahların şahı,
Sabahtan af olur kulun günahı,
Hem Ali hem Veliyullah’a yalvar,
Özgürlük, laiklik kanı katışan,
Vatan millet için yanıp tutuşan,
Seferi anında gelip yetişen,
Kayıp erenlerden Şah Sultan’ı var,
246‐ VAR
Esenyurt köyünde İncirtepe’de,
Canımın cananı Beyaz Gül’üm var,
Sağ olsun koymadı beni şüphede,
Derdimin dermanı bir sevgilim var,
Kayıp erlerini her insan görmez,
Görenler de görür açığa vermez,
Hakk’ın hikmetine akıl sır ermez,
Tanrı’nın kudretli bir aslanı var,
Canı cana, başı başa verelim,
Can bülbülü konan gülden derelim,
Eller gibi biz de demler sürelim,
Akıbeti ayrılık var ölüm var,
Türkler bu inanca önem verince,
Millet de devlet de layık görünce,
Derdin gamın tohumunu ekersen,
228
Hangi yana çekip giden yolu var,
Dane dane gözden yaşlar dökersen,
Benim için acı cefa çekersen,
Demeyesin senden bana zulüm var,
Hangi bina halıları süzülmüş,
Hangi nakış ki kudretten dizilmiş,
Hangi kumaş ibrişimsiz çözülmüş,
Hangi halı yeşili var alı var,
Bu aşkın bahrine dalmak isterse,
Kendini derine salmak isterse,
Cevahirden payın almak isterse,
Gözle görünmeyen cevher gülüm var,
Hangi çözme çözülürken yel esmiş,
Hangi nefes gizli esen nefesmiş,
Hangi usta hem dokumuş hem kesmiş,
O kumaşta ne keten ne şalı var,
Derdi gamı atmak için çalışsak,
Üç günlük dünyada biz de gülüşsek,
Olan derdi aramızda bölüşsek,
Selmani der dert yükünde bölüm var,
Hangi kumaş çözülürken dolanmış,
Hangi cisim sepken olup sulanmış,
Hangi cisim yere inip bulanmış,
Hangi cisim deryası var gölü var,
247‐ YAŞAYANLAR VAR
Aynı bu ortamda aynı zamanda,
Çok aşırı tembel yaşayanlar var,
Sağ olmaz hastalık çıkmadık canda,
Bin bir dert içinde yaşayanlar var,
Hangi halı güne aya yakınmış,
Hangi cisim şimşek olup çakınmış,
Selmani de âşık adı takınmış,
Başta yeli, gözlerinde seli var,
Çalışmaz günlerce karnı aç yaşar,
Akılsız başını zorluğa koşar,
Kırk yıllık eşini beğenmez boşar,
Karıyı boşayıp yaşayanlar var,
249‐ ÇAM KOKUSU VAR
Kuruseki köyü yayla misali,
Temiz hava bir de çam kokusu var,
Serinlikte az bulunur emsali,
Temiz hava bir de çam kokusu var,
Çok bulunur meslek seçen zinayı,
Avradını çalıştıran enayi,
Bol bol para alıp kurar binayı,
Namusunu satıp yaşayanlar var,
Ormanları çamlar ile süslenir,
Yel estikçe seda verir seslenir,
Kurtlar kuşlar gıda alır beslenir,
Temiz hava bir de çam kokusu var,
Çok rastlanır namusa göz yumana,
Bozuk kan yerleşmiş bozuk damara,
Kadın kazancını verip kumara,
Neşeli neşesiz yaşayanlar var,
Yeşilırmak’taki baraj gölünden,
Enerji üreten suyu selinden,
Koku saçar çiçeğinden gülünden,
Temiz hava bir de çam kokusu var,
Daha çok dertler var yanamıyorum,
Bu işler düzelir sanamıyorum,
Vallahi yazarlar kınamıyorum,
İşte bu şekilde yaşayanlar var,
Köyüm methetmeye gelir gerçekten,
Arılar bal alır bin bir çiçekten,
Havası gıdalı yiyip içmekten,
Temiz hava bir de çam kokusu var,
Selmani der yazın durmaya değer,
Avcılar avını vurmaya değer,
Köye bir hastane kurmaya değer,
248‐ YOLU VAR
Yaradan direksiz bir bina kurmuş,
Hangi bina odası yok halı var,
Halı seyyar fakat binası durmuş,
229
Temiz hava bir de çam kokusu var,
Bu âlemin badesini mey deyip içersek
de,
Âşığın meyi şarabı derdi, gamdır sade
yar,
250‐ BİR ACI SAYAR
Bu domuz gribi gelmesin yoksa
Ne kardeşi sayar ne bacı sayar,
Bir kere tebelleş olmasın yoksa
Ne tokları sayar ne acı sayar,
Dedim dilber al yanaktan bir buse
himmet eyle,
Divane gönlüm almaya vermedi
müsaade yar,
Zalim bir dert olduğunu bildirir,
Hastalara hastaneler doldurur,
Kimini felç, kimisini öldürür,
Ne feryadı dinler ne acı sayar,
Cemalinde Hakk’ın nuru olduğundan
istedim,
Olmuşsun nekes misali, benzersin
hasede yar,
Seçtiğini iyi seçer seçerse,
Biçtiğini iyi biçer biçerse,
Eğer eline bir fırsat geçerse,
Ne hoca ne dede ne hacı sayar,
Selmani’den duydunuz mu, güzeli
methederken,
Bülbülü şeydaya kıyas, bu ses bu
şehzade yar,
Bir kez yakalarsa yakandan gitmez,
Burun akıntısı öksürük bitmez,
Aşılansan iğnelensen kar etmez,
Ne serumu ne de ilacı sayar,
252‐ BAHTİYAR
Şah-ı Merdan’a gelmiştir, Düldül,
Kamber, Zülfikar,
Fatıma’nın yâri oldur bildik sırrın
âşikâr,
Hem Haydar’ı Kerrar oldur hem de
perverdigâr,
Hem Ali’dir hem Veli’dir, hem vakti
kutbu Hünkâr,
Bai Bismillah okunur mürekkebi sadrı
yâr,
Babında kul olanları şahım öyle
bahtiyar,
Aynel yakin görenlerin her vakit
aynındasın,
Okudum Kur’an içinde hem Kef’i hem
Nun’dasın,
Fatıma maderin senin sen onun
koynundasın,
Sırlarına erenlerin kenzinde,
beynindesin,
Bai bismillah okunur mürekkebi sadrı
yar,
Babında kul olanları şahım eyle
bahtiyar,
Selmani der gelmesin kul başına,
Dayanılmaz böyle dert savaşına,
Bakmaz hiç kimsenin gözü yaşına,
Ne gülmezi ne de güleci sayar,
251‐ FERYADE YAR
Benim gönlüm illadır, senin gönlün
lâde yar,
Kurbanın olayım, sırrım gel söyleme
yâda yar,
Yar ben sana neyledim ki, benden yüz
çevirirsin,
Senin aşkın ile düştüm bu ah-u feryada
yar,
N’olur dildârın elinden nuş edem camı
aşkı,
Bilmem kısmet olacak mı dost elinden
bade yar,
230
Selmani der ta ezelden ol Şirri Yezdan
sensin,
Cihanın sahipkıranı hem Şah-ı Merdan
sensin,
Yüz on dört sure içinde ilmi Cavidan
sensin,
Aşk ile Zülfikar çalan hem merdi
meyden sensin,
Bâi bismillah okunur mürekkebi sadrı
yar,
Babında kul olanları şahım eyle
bahtiyar,
Beni kabul eder isen bil yolunu
beklerim,
N’olur dergâhından bizi düşürme cüda
dilber,
Sen bana gül olur isen ben de sana
bülbülüm,
Ko desinler bana gayrı bülbülü şeyda
dilber,
Cemaline her baktıkça hayatım can
bulmakta,
Güzellerdir aşk ehlinin ruhuna gıda
dilber,
253‐ CANAN YAR
Yârim seni bana hasta dediler,
İşte o gün öldüm bana inan yar,
Neşeli gönüller yasta dediler,
İşte o gün öldüm cana canan yar,
Seni var eyleyen Allah safi nurdan halk
etmiş,
Övmüş de yaratmış meğer yaradan
Huda dilber,
Mümkünse derdine çare bulalım,
Çare bulunmazsa ortak olalım,
Yük değil ki üzerinden alalım,
İşte o gün öldüm derde konan yar,
Hemen sen bir derya ol da ben de gemi
olayım,
Gece gündüz hiç durmadan yüzeyim
suda dilber,
Seni bu dertlere acep kim koydu,
Sen gibi bir cana acep kim kıydı,
Kime söyledin de derdini yaydı,
İşte o gün öldüm söze kanan yar,
Niçin benim yârim derdi dağ alsın,
Ağrılar azalsın neşe çoğalsın,
Eyüp derdi gibi dertler sağalsın,
İşte o gün öldüm oldum Kenan yar,
Ben senin kulun olayım, sen benim
sultanım ol,
Desinler ki bu Selmani kapında geda
dilber,
255‐ BİHABER
Yandım deyip şiir yazan âşıklar,
Ateşten bîhaber közden bîhaber,
Manadan habersiz aklı şaşıklar,
Kelamdan bîhaber sözden bîhaber,
Selmani çok yerde mert beni buldu,
Cefalı yaşayan fert beni buldu,
Her nereye gitsem dert beni buldu,
İşte o gün öldüm dertsiz sanan yar,
Geçmeyen aşk ile bu canı baştan,
Ne topraktan anlar ne cevher taştan,
Dokurum dese de türlü kumaştan,
Ketenden bîhaber bezden bîhaber,
254‐ DİLBER
Dilerim canım uğrunda eylerim feda
dilber,
Aşkınla semaya çıksın bu ses bu seda
dilber,
Bihaber denilen sözü anlamaz,
İçten yakan koru, közü anlamaz,
Şeb ile şekeri, tuzu anlamaz,
Şekerden bîhaber tuzdan bîhaber,
231
Hidayetten bir nur doğar özüne,
Bin yaşına değse azdır gözüne,
Yine de gün görmedim der gider,
Her âşığın ayrı ayrı sözü var,
Manaların basiti var özü var,
Suların hep membası var gözü var,
Membadan bîhaber gözden bîhaber,
Ecel gelse dahi vakit er demez,
Emanetin alacaktır der demez,
Masum demez yiğit demez, pir demez,
Kimisi gence, kimi yaşlı, pir gider,
Selmani der çoktan azdan anlamaz,
Dört
mevsimde
kıştan
yazdan
anlamaz,
Âşık olur gelin, kızdan anlamaz,
Gelinden bîhaber, kızdan bîhaber,
Selmani kelamın doğrusun haklar,
Büyüğe hürmetkâr olsun ufaklar,
Mümin, müslim cümlemizi yer paklar,
Âdemoğlu sır gelmiştir sır gider,
258‐ KÖR GİDER
Eri erden piri pirden seçenler,
Hak cemine kör gelmiştir kör gider,
Helali haramı yiyip içenler,
Hak cemine kör gelmiştir kör gider,
256‐ PAZARA GİDER
Beni unutturmaz içli sözlerim,
Bir gün olur, ulu pazara gider,
Sözlerimden hep başarı gözlerim,
Aydın kişi doğru nazara gider,
Vücutta bir kuş var, ne yer, ne içer,
Gönülden gönüle gizliden geçer,
Hem ağacı, hem de canlıyı biçer,
Kimi dara kimi hızara gider,
Şah-ı Merdan Ali Haydar-ı Kerrar,
Hem Ali hem veli Hazreti Hünkâr,
Her kim ki birini ederse inkâr,
Hak cemine kör gelmiştir kör gider,
Muamma olarak bir mana yazam,
Kendi mantığımdan okuyup süzem,
Ceset görünmez ki kabrini kazam,
Hangi ceset gizli mezara gider,
Evvel ahir, batın zahirdir Ali,
Horasan’dan gelen Bektaşı Veli,
Bir kâmil mürşitten almayan eli,
Hak cemine kör gelmiştir kör gider,
Dalgıçlık bilmeyen, deryaya dalsa,
Deryanın içinde boğulup kalsa,
Emanet sahibi canını alsa,
Sudan güzergâha gülzâra gider.
Selmani gel gerçek adını takın,
Canı dilden sevip ol Hakk’a yakın,
Esrarı farş eden insandan sakın,
Hak cemine kör gelmiştir kör gider,
Bu manalar birbirine uyunca,
Herkes önem verir eni, boyunca,
Okuyanlar derin duygu duyunca,
Selmani yazardan yazara gider.
257‐ GİDİŞ
Dünyaya gelenler rahmi maderden,
Kimi kul çok yaşar kimi er gider,
Kara toprak nice aç kurt misali,
İnsanı doğurur kendi yer gider,
259‐ KAÇARSA EĞER
Seviyorum demek beş para etmez,
Anadan bir evlat kaçarsa eğer,
Zaman evladına güç kuvvet yetmez,
Dert üstüne dertler açarsa eğer,
Anasız babasız yenmez içilmez,
Geçkin olan irdelenip geçilmez,
Geçmez akçe gibi yere saçılmaz,
Evlat sayılır mı saçarsa eğer,
Zulmet ile gelir dünya yüzüne,
Kendin bilen insan haddini bilir,
232
Kuduretten üretilen ürünsen,
Nurdan libas giyip nura bürünsen,
Görmek nasip olup bir kez görünsen,
Birden hayat bulur tüm cenazeler,
Haddini bilenin bet nefsi ölür,
Bu geçkinlik bir gün ona da gelir,
Anlar ana baba göçerse eğer,
Ana hakkı nurdur onsuz kalınmaz,
Atasız resule ümmet olunmaz,
Vallahi billahi cennet bulunmaz,
Gönüller yüceden uçarsa eğer,
Bu Selmani sevmeyeni yar etmez,
Gerçek sözü söylemeye ar etmez,
Sonra pişman olsa bile kar etmez,
Yetişilmez zaman geçerse eğer,
Baygın bakan can alıcı gözlerin,
Tatlı diller ile şirin sözlerin,
Gözler kamaştıran güleç yüzlerin,
Canlara can katıp canlar tazeler,
Canlı hazinenin Beytullah başı,
Âşığı mest eder kirpiği kaşı,
On beşe indirir seksenlik yaşı,
Yeni hayat bulur hep pirâzeler,
260‐ ATAR DEDELER
Elde iki karpuz tutulmaz derler,
Elde iki karpuz tutar dedeler,
Abdal hırka şalı atılmaz derler,
Giydirilse bile atar dedeler,
Selmani bu ilme girmek çok güçtür,
Anlamadan cevap vermek çok güçtür,
Bu bir muamma ki ermek çok güçtür,
Hakk’ın ilhamıdır bu yelpazeler,
Doğru yol dururken eğri giderek,
Aklınca kervanı doğru yederek,
Mağrurluk kibirlik benlik ederek,
Haram helâl demez yutar dedeler,
262‐ ANA HAKKI
Mürşidi kâmilden aldık haberi,
Ana hakkı Tanrı hakkı dediler,
Bu haber ervahı ezelden beri,
Ana hakkı Tanrı hakkı dediler,
Bu gidişle bir kul Hakk’a ulaşmaz,
Bir cana iyiliği hayrı bulaşmaz,
Uzak deyip köprüleri dolaşmaz,
Göz göre çamura batar dedeler,
İki isim bir mürşidi kâmilde,
Kuran ile insan söylenir dilde,
Anneler taşıdı bizi hamilde,
Ana hakkı Tanrı hakkı dediler,
Yalan dille Allah adını anar,
Kendi ateşine kendisi yanar,
Gönlü alçak yüksek dallara konar,
Her çalı başında öter dedeler,
Dokuz ay karnında anne gezdirdi,
Mevlâ sıhhat verip nurdan dizdirdi,
Ayete hadise ismin yazdırdı,
Ana hakkı Tanrı hakkı dediler,
Ser çeşmeden kabı dolsun dolmasın,
Hakkı hakikati bulsun bulmasın,
Selmani der alan olsun olmasın,
Hakk’ın gevherini satar dedeler,
Dünyaya gelince anne besledi,
Beleğini beşiğini süsledi,
Acı duyan annen diye sesledi,
Ana hakkı Tanrı hakkı dediler,
261‐ BU ŞİRAZELER
Kadir Mevla’m seni övmüş yaratmış,
Nedir bu güzellik bu endazeler,
Ay ile güneşin nurundan katmış,
Onların şulesi bu şirazeler,
Bilmeyenler bunun aslına ersin,
Cennet bahçesinin gülünü dersin,
Evlât evlâtlığın hakkını versin,
Ana hakkı Tanrı hakkı dediler,
233
Çok evlât var, gaflettedir ayrılmaz,
Ana ata sevgisine doyulmaz,
Sevmeyenler hakkı sevmiş sayılmaz,
Ana hakkı Tanrı hakkı dediler,
Gel beni düşürme derde belâya,
Ezelden âşığım gözü elâya,
Gerçek âşık elbet erer Mevla’ya,
Beni de erdirin n’olur erenler,
Selmani olalım canların canı,
Bu sevgiyi bilen bulur cananı,
Fatma anamız şefaat kani,
Ana hakkı Tanrı hakkı dediler
Cananın ettiği canıma yetti,
Mecnun’a döndürüp divane etti,
Güldürmedi beni başaca gitti,
Bu dert ahirimi alır erenler,
263‐ DAĞLAR İNİLER
Yavrusun yitiren dertli anneler,
“Yavrum yavrum!” der de ağlar iniler,
Garip başa neler gelir ah neler,
Ayrılık ciğerin dağlar iniler,
Selmani meylini verme her yâre,
Vefasızdan olmaz derdine çare,
İflah etmez seni, düşürür zara,
Erler geleceği bilir erenler,
265‐ BU GÜNLER
Sevip sevilmeyi bir yana bırak,
Yüzünü de görmez oldum bu günler,
Yine aldı beni dert ile merak,
Yüzünü de görmez oldum bu günler,
Ayrılığı görse kurtlarla kuşlar,
Hepisi bir olup feryada başlar,
Ağlayan gözlerden akar kan yaşlar,
Coşkun seller gibi çağlar iniler,
Ayrılık gözletir uzak yolları,
Mevla kavuştursun uzak kulları,
Karalar bürünür giymez alları,
Al üstüne kara bağlar iniler,
Sonumuz n’olacak önce sezerim,
Yar uzak kaçtıkça candan bezerim,
Düştüm hayaline Mecnun gezerim,
Yüzünü de görmez oldum bu günler,
Ayrılığı sor çekenin merdinden,
Dertsiz bilmez acısından derdinden,
Yine çeken bilir dertli derdinden,
Hasta şöyle dursun, sağlar iniler,
Ak gerdan üstünde nakışlarından,
Beni can evimden yakışlarından,
İlham alır iken bakışlarından,
Yüzünü de görmez oldum bu günler,
Selmani ayrılık bezdirir candan,
Gören ibret alır hal perişandan,
Dağlar seda verir bu heyecandan,
Duyanda bahçeler bağlar iniler,
264‐ ERENLER
Beni ağlatıp da gülecek misin,
Herkes ettiğini bulur erenler,
Bu hal ile iflah olacak mısın,
Cefa etmek iyi m’olur erenler,
Ben bir yana, yârim bir yana döndü,
Gözler ağlamaktan hep kana döndü,
Yine sensiz dünyam zindana döndü,
Yüzünü de görmez oldum bu günler,
Selmani der yanan ateş tütermiş,
Gözden ırak olmak daha betermiş,
Gül yüzüne baktığımız yetermiş,
Yüzünü de görmez oldum bu günler,
Zannetme iyidir intizar almak,
Aşk ehli olanı dertlere salmak,
Divane eyleyip aklını çalmak,
Âşığa, maşuktan kalır erenler,
266‐ YABAN GÖRDÜLER
Ben yâre canan dedikçe canı yaban
gördüler,
234
Aşk ile ettiği kahır olsa da,
Sultan olan zehri panzehir eyler,
Sevgim var inan dedikçe beni yaban
gördüler,
Düşünseniz Hak Yusuf’u Mısır’a sultan
etti,
Yusuf’u Kenan dedikçe kanı yaban
gördüler,
Canım feda olsun Celal Abbas’a,
Mürşidi âşığı düşürmez yasa,
Ham sözünü bile çekerek hasa,
Sultan olan zehri panzehir eyler,
Bizi yaradan Huda’nın bir gizli
hikmetiyim,
Cevherden olan gıdanın şüphesiz
zimmetiyim,
Şefaat kani Resulün biçare ümmetiyim,
Resulün zişan dedikçe, şanı yaban
gördüler,
İşte böyle benim düzenim fendim,
Ali’nin yoluna adadım kendim,
Kusur etti isem affet efendim,
Sultan olan zehri panzehir eyler,
Bu geda âşığın Selmani adı,
Gece gündüz artar ah-ı feryadı,
Beni dövmez Hacı Bektaş evladı,
Sultan olan zehri panzehir eyler,
Mümin olan hayır işler, zinadan şerden
kaçar,
Hakk’a erince gidişler bilinmez nerden
kaçar,
Mızkı dar gölü genişler er oğlu erden
kaçar,
Ey gafil insan dedikçe onu yaban
gördüler,
268‐ MUHAMMED ALİ’Yİ SÖYLER
Okuyup derç etsen yüz dört kitabı,
Allah bir Muhammed Ali’yi söyler,
Elli yedi bin âşıkların hitabı,
Allah bir Muhammed Ali’yi söyler,
Bir gün bu gönülde aşkı muhabbet hoş
olur,
Konuşmaz söyleyen diller iki gözler
yaş olur,
Halinden bilinmeyen eller yalandan
yoldaş olur,
Fikirler noksan dedikçe zannı yaban
gördüler,
Hatice, Fatıma, Hasan, Hüseyin,
Onların nutkudur iman ile din,
Âşıkların piri Zeynel Abidin,
Allah bir Muhammed Ali’yi söyler,
Muhammed Bakır’dır hasların hası,
İmam Cafer Sadık ilmin deryası,
Nebilerin, velilerin duası,
Allah bir Muhammed Ali’yi söyler,
Ey Selmani bu dünyadan gelen bir gün
göçecek,
Haber alıp evliyadan hayrı şerri
seçecek,
Silinip ismi künyeden ecel camın
içecek,
Hak ile yaksan dedikçe sanı yaban
gördüler,
Musa Kazım Rıza Piri Horasan,
Tâki ile Nâki o Şah-ı Merdan,
Askeri methiyle hep cümle cihan,
Allah bir Muhammed Ali’yi söyler,
Ariflerin elediği eleği,
Levhi kalem, arşı kürsi feleği,
Deryalar üstünde Hakk’ın meleği,
Allah bir Muhammed Ali’yi söyler,
267‐ PANZEHİR EYLER
Âşıkların sözü zehir olsa da,
Sultan olan zehri panzehir eyler,
235
Seni koklarsam yeter,
Selmani der dersim hatmi tamamda,
Aşkı muhabbetim iki humamda,
Mersiye, methiye düvazimamda,
Allah bir Muhammed Ali’yi söyler,
Nazlım küçüceğimsin,
Hayalim gerçeğimsin,
Bil yayla çiçeğimsin,
Seni koklarsam yeter,
269‐ YETER Mİ YETER
Bir insan eş alsa adı Yeter’i,
O ad o insana yeter mi yeter,
Yeter olsa beterlerin beteri,
O beterlik ona yeter mi yeter,
Susamım sümbülümsün,
Kanaryam bülbülümsün,
Bir tomurcuk gülümsün,
Seni koklarsam yeter,
Beter güzel deyip atlanmış ise,
Zulmüne kahrına katlanmış ise,
Dili şekerlenmiş tatlanmış ise,
İşte o tatlı dil yeter mi yeter,
271‐ DÖRTLÜK
O nazik ellerden yârim bir kazak,
Gülüm seve seve doku bana ver,
Eğer tutamazsan eşinden uzak,
Lütfen şiirlerim oku bana ver,
Gönül zedeleyen sözü olmazsa,
Gayrı kimselerde gözü olmazsa,
Eğer o tarakta bezi olmazsa,
O güzellik ona yeter mi yeter,
272‐ SİZİ DE SEVER
Madem Muhammed’in hocasısınız,
Muhammed’i seven sizi de sever,
İnsan sevenlerin yücesisiniz,
Muhammed’i seven sizi de sever,
Bağlandığı eşe bağlı kalırsa,
Bir cana çok verip azı alırsa,
Mert davranıp kanaatli olursa,
O kanaat ona yeter mi yeter,
Biriniz kardeştir biriniz bacı,
Gerçek insan sözü söylemez acı,
İnsanı sevmektir gönül miracı,
Muhammed’i seven sizi de sever,
Selmani bulmuştu böyle bir eşi,
Hoşgörülü olmak mert insan işi,
Sabırlı olursa eğer bir kişi,
Sabırla menzile yeter mi yeter,
Şahidim kitabı taramasına,
Sözlüklerde mana aramasına,
Manevi işlere yaramasına,
Muhammed’i seven sizi de sever,
270‐ SENİ KOKLARSAM YETER
Ben başka gül koklayamam,
Seni koklarsam yeter,
Boş çiçeği yoklayamam,
Seni koklarsam yeter,
Görüşmeye geç kalmışım kaygım var,
Çok şükür ki ağ ilimden duygum var,
Benim her insana sevgim saygım var,
Muhammed’i seven sizi de sever,
Benim ciğer köşemsin,
Hayatımsın neşemsin,
Nergisim menekşemsin,
Seni koklarsam yeter,
Selmani sevenler sırdaşım oldu,
Mücevher ayarı bir taşım oldu,
Muhammed manevi kardaşım oldu,
Muhammed’i seven sizi de sever,
Sen ilham okulumsun,
Kalbimde sokulumsun,
Karanfil kokulumsun,
236
Dört kitabın manası hem şahın kendi
noktadır,
273‐ BORSASINDADIR
Anlatayım protokol halini,
Şiddet aldı Azerbaycan ilini,
Ermeni elinin Sarı Gelin’i,
Şimdi Türkiye’nin borsasındadır,
Bir nazar kıldığı zamanda ne dilese
oldur,
Keşfi keramet gösteren ilmi fendi
noktadır,
Her şey tamam oldu zulümde sıra,
Bu dert korkarım ki yandırır nara,
Millet devlet atılmakta kenara,
Gözler Türkiye’nin borsasındadır,
İsmi Bismillahtır, onu oku dilinde
müdam,
Ehli beyti sevenin bağı bendi noktadır,
Çıkarcılar siyasete atıldı,
Dost görünüp içimize katıldı,
Fabrikamız ırmağımız satıldı,
Gözler Türkiye’nin borsasındadır,
Ey Selmani bil noktanın ne mana
olduğunu,
Evvel ahir, batın, zahir ona dendi
noktadır,
İçte dışta bize darbe vuracak,
Zavallı Türk nasıl karşı duracak,
Pis İsrail fabrikalar kuracak,
Gözler Türkiye’nin borsasındadır,
275‐ KALAMIZ VAR BİZİM
Fetholması güç kalamız var bizim,
Bu insanın nefsi kan kalasıdır,
Bu kalayı fethetmesi zor bizim,
Kin, kibir, hırs, şehvet ejderhasıdır,
Bu halk parçalanıp zay verilmesin,
Düşmanlara okla yay verilmesin,
Aziz yurttan üst ve pay verilmesin,
Gözler Türkiye’nin borsasındadır,
Bunlara haddini bildiremeyen,
Adların gönülden sildiremeyen,
Bu şer nesneleri öldüremeyen,
Bil ki insanların madarasıdır,
Bak atalar kıvrım kıvrım kıvrıldı,
Dininin uğrunda yandı kavruldu,
Bu topraklar al kanlarla yoğruldu,
Gözler Türkiye’nin borsasındadır,
İnsanın düşmanı ne cin ne peri,
Herkes söz etse de ileri geri,
Çalışır vücutta birçok askeri,
Kimi hayır kimi yüz karasıdır,
Selmani ister mi şandan geçilsin,
Nasıl al bayraktan kandan geçilsin,
Vatan millet için candan geçilsin,
Gözler Türkiye’nin borsasındadır,
Kimisi mahcuptur kimisi zalim,
Bunları anlayıp bilendir âlim,
Akıl, fikir, vicdan sabırla ilim,
Vücut ikliminin nur deryasıdır,
274‐ ŞAHIN KENDİ NOKTADIR
Rumuzu hattı Huda’nın aslı kündü
noktadır,
Madeni kani, hakikat suyu pendi
noktadır,
Kimi yapıcıdır, kimi yıkıcı,
Kimi söndürücü kimi yakıcı,
Selmani der sözler olsa akıcı,
Okuyanlar der ki sözler hasıdır,
Zahidin efsaneleri nokta kimdir
anlamaz,
276‐ BUGÜN BAYRAMDIR
Yıldan yıla gelen bayram hacılar,
237
Şefaat kanimizdir severiz Hazreti
Fatıma’yı,
Başıma taç eylemişim, bağım Âli
Aba’dandır,
Gelin bayramlaşak bugün bayramdır,
Küskün durmayalım kardeş bacılar,
Gelin bayramlaşak bugün bayramdır,
Bayram günü artar şerefler şanlar,
Bu mübarek günü anlayan anlar,
Kesilmekte koçlar, kuzu, kurbanlar,
Gelin bayramlaşak bugün bayramdır
278‐ ALİ ABADANDIR
İçmişim aşkın badesin canım Âli
Abadandır,
Mürşidim Şahı velâyet namım Âli
Abadandır,
Bize kısmet oldu ezel feleğin Cude’nin
zehri,
Hasan Hulki Rıza için gamım Âli
Aba’dandır,
Bayram demek nedir manasını bul,
Bularak olunur, Yaradan’a kul,
Barışmakla olur kurbanlar kabul,
Gelin bayramlaşak, bugün bayramdır.
Bayram günü Miraç günü sayıldı,
İki bayram dilden dile sayıldı,
Can kurban dense de mala kıyıldı,
Gelin bayramlaşak bugün bayramdır
Elüstü bezminden beri budur aht ile
peymanım,
Muhammed, Ali, Fatıma her daim
dinim imanım,
Selmani’yim dert bendedir, odur
derdime dermanım,
Eyüp gibi dert çekersem, zamım Âli
Aba’dandır,
Selmani, bayramda yiyip içelim,
Namertlerden mert insanı seçelim,
Gerekirse kandan bile geçelim,
Gelin bayramlaşak bugün bayramdır,
279‐ YALAN DİYEN YALANDIR
Mademki yalansın niçin gelmişler,
Dünya sana yalan diyen yalandır,
Yalan olduğunu nerden bilmişler,
Dünya sana yalan diyen yalandır,
277‐ ÂLİ ABADANDIR
Ahsen-ü takvim Âdem’dir ben de bir
yek taşıyım,
Kalplerin pasını silen seyidi ferraşiyim,
Nazenin tarikatına bağlanmış
Bektaşi’yim,
İbadete aşkım var şemim Âli
Aba’dandır,
Yer gök sende, güneş sende, ay sende,
Yıllar sende, günler sende, ay sende,
Deniz sende, ırmak sende, çay sende,
Dünya sana yalan diyen yalandır,
Ehli beytin ismini can-u dilden anar
isen,
Can bülbülü olup bu dem gülzâra
konar isen,
Hüseyin’in aşkı ile ateşlerde yanar isen,
Buharım göğe çıkanda nemim Âli
Aba’dandır,
Maden sende, toprak sende, taş sende,
Ağaç sende, kuru sende, yaş sende,
Yemek sende, ekmek sende, aş sende,
Dünya sana yalan diyen yalandır,
Mevsim sende, bahar sende, yaz sende,
Sevgi sende, eda sende, naz sende,
Şehvet sende, gelin sende, kız sende,
Dünya sana yalan diyen yalandır,
Ey Selmani, gel metheyle ol Cenab-ı
Kübriya’yı,
On iki noktayı oku, bile gör Pa, Ça, Ja,
Ka’yı,
238
Zerre kadar ateş, köz taştan ağır,
Bahçe sende, ayva sende, nar sende,
Gider sende, gelir sende, kar sende,
Ata sende, ana sende, yar sende,
Dünya sana yalan diyen yalandır,
Aşkın libasının olmaz kaftanı,
Biçerek geçirsen yılı haftanı,
Bir kul etse kula kuru büftanı,
Gelir yerden gökten, yüz taştan ağır,
Evlat sende, devlet sende, mal sende,
Beyaz sende, yeşil sende, al sende,
Çiçek sende, arı sende, bal sende,
Dünya sana yalan diyen yalandır,
Dünyadan külhancı, hancı çekilir,
Bir gün içten saran sancı çekilir,
Düşmandan taş değse acı çekilir,
İnan ki sitemli söz taştan ağır,
İnsan sende, lisan sende, dil sende,
Ceryan sende, ışık sende, tel sende,
Akım sende, çekim sende, pil sende,
Dünya sana yalan diyen yalandır,
Sitemli söz dert üstüne ek olur,
Bazen ikiz olur bazen tek olur,
Dertsizlerin kalbi taştan pek olur,
İşte öyle olan, öz taştan ağır,
Uçak sende, tren sende, yol sende,
Yolcu sende, kanat sende, kol sende,
Varlık sende, yardım sende, bol sende,
Dünya sana yalan diyen yalandır,
Selmani der ana karnı yarılır,
Görenlerin yürekleri yarılır,
Kefen denen hafif bir bez sarılır,
O anda sarılan bez taştan ağır,
Selmani der hayır sende, şer sende,
Âşık sende, şair sende, er sende,
Cennet sende, çok istenen yer sende,
Dünya sana yalan diyen yalandır,
282‐ NEREDE SES KALIR
Hak ecel kapını çaldığı zaman,
Gider can cesetten boş kafes kalır,
Emaneti sahibi aldığı zaman,
İnsanda ne seda, ne de ses kalır,
280‐ AKIŞI VARDIR
Âşıklar güzeli niçin sevmesin,
Güzellerde kudret nakışı vardır,
Bize güzel sevmek sevap dediler,
Onun için meylin akışı vardır,
Ömür sona erip günler geçince,
Kanatsız kuş, kafesinden uçunca,
Boş bir kalıp kalır, ruhu göçünce,
Ne bir soluk kalır, ne nefes kalır,
Aşk ehli olanlar güzelden bıkmaz,
Okşar sever fakat gönlünü yıkmaz,
Aşk ateşi derler dermanı çıkmaz,
İnsanı ciğerden yakışı vardır,
Nerde sürdüğü sefası ünü,
Gelmez ecel hiç görünü görünü,
Hayal meyal olur gördüğü günü,
O zaman ne telâş, ne heves kalır,
Selmani güzellik bağında yatar,
Az aşkın içine az da o katar,
Siyah kirpiklerden gizli ok atar,
Gözlerinde şimşek çakışı vardır,
Hak yardımcı olsun en son nefeste,
Ömür geçmiş hep hevayı heveste,
Kimi hakla kalmış kimi pereste,
Ne dindar ne de bir putperest kaldı,
281‐ GÖZ TAŞTAN AĞIR
Bir insan nazarcı göz ile baksa,
Tesir eder cana, göz taştan ağır,
Bir ufacık cınga elini yaksa,
İnsanoğlu mutlak geçer canından,
İşlediği işlek kalır şanından,
239
Sağ olan çekilir gider yanından,
Selmani o anda tek bir rest kalır,
Meyvesiz ağacı tutma dal diye,
Her insan sevilmez Hakk’a kul diye,
Cahiller altını satsa pul diye,
Satılan aldanmaz, satan aldanır,
283‐ DÜNYA YIKILIR
Ut hayâ kalmadı kızda gelinde,
Elbet deprem olur dünya yıkılır,
Koca dünya zalimlerin elinde,
Elbet deprem olur dünya yıkılır,
Kıymetini bilmez ucuz satarsa,
Cevherin değerin bilmez atarsa,
Bir zalim namuslu kula çatarsa,
Çatılan aldanmaz, çatan aldanır,
İbadet yok namerdinde merdinde,
Herkes çıkar ile geçim derdinde,
Hak hukuk kalmamış insan yerinde,
Elbet deprem olur dünya yıkılır,
Yeter ki Hak eksiltmesin daramı,
Seven insanlarla açıp aramı,
Bir kişi bilerek yese haramı,
Yutulan aldanmaz yutan aldanır,
Çok nadir bulunur taat kaygısı,
Nerde kaldı hak hakikat duygusu,
Kalktı ana baba büyük saygısı,
Elbet deprem olur dünya yıkılır,
Selmani sahiptir ahdi amana,
İdrakim var yahşi ile yamana,
Katsalar taneyi, yelle samana,
Katılan aldanmaz, katan aldanır,
Irklar birbirine aşlanmaktadır,
Gerçek söz söyleyen taşlanmaktadır,
Er avrat ayrılıp boşlanmaktadır,
Elbet deprem olur dünya yıkılır,
285‐ ANDIRIR
Dilberin zülfü siyahı hatmi Kuran
andırır,
Yar olursan bir güzele yâri yâran
andırır,
Helaline haram katan kullar var,
Yetimlere darbe atan kullar var,
Namusun paraya satan kullar var,
Elbet deprem olur dünya yıkılır,
Şahlar şahının aşkıyla cismini viran
eden,
Hak yolunda kurban olur ismin viran
andırır,
Ya Rabbi artırma gel âhımızı,
Yetiştir o sırrı penahımızı,
Affettirmez isek günahımızı,
Elbet deprem olur dünya yıkılır,
Ol Hatice-i Fatıma, Düldül, Gamber,
Zülfikar,
Şah-ı Merdan Ali’dir ol sahipkıran
andırır,
Halis mümin olan yolda izlerde,
Kusur işleniyor sohbet sözlerde,
Selmani der Mevla’m hata bizlerde,
Elbet deprem olur dünya yıkılır,
Cebrail’e ustaz olup irşat eylediğini,
Kudret kandili içinde her dem duran
andırır,
284‐ ATAN ALDANIR
Doğrular yabana atılır yaydan,
Atılan aldanmaz atan aldanır,
Eğer sızıltıya vermezse meydan,
Eğrileri elde tutan aldanır,
Gerçek âşığın yarasın değme tabip
saramaz,
Tabipler tabibin ancak yâre saran
andırır,
240
Garip gönüllere giren Allah’tır,
Sakiyi kevserden eğer içip mest olur
isen,
Gutbi devran Balım Sultan, piri piran
andırır,
İblis benlik edip Hakk’a yetmedi,
Yanlış yola sapıp yola gitmedi,
Velhasıl Âdem’e secde etmedi,
İblis’i dergâhtan süren Allah’tır,
Ey Selmani Ehli Beyti dilinde
zikredersen,
On iki imamın ismin sana her an
andırır,
Mümine cennetin kapısın açıp,
Haklıyı haksızı o anda seçip,
Günahkâr kullarım suçundan geçip,
Ser amel defterin deren Allah’tır,
286‐ TOPRAĞA YAKIŞIR
Vaktinde ruhunu insan edersen,
Ruh cesede, ten toprağa yakışır,
Allem-el esmayı talim eylersen,
Ruh cesede ten toprağa yakışır,
Selmani der ustam verdi ilimi,
Bana destur deyip açtı dilimi,
Gönlümün bağında iki gülümü,
Zamanı geldikçe deren Allah’tır,
Ruhu teslim eder ceset ölürse,
Akıbeti nedir bir can bilirse,
Tekrar o ruh insan olup gelirse,
Ruh cesede ten toprağa yakışır,
288‐ GÜNAHTIR
İnkâr eyleme gel samit Kur’an’ı,
Günahtır ey Musa Dede’m günahtır,
İncitirsin yeri göğü kuranı,
Günahtır ey Musa Dede’m günahtır,
Esfelden kurtaran aynı zatını,
Tebdil suret etmez zat sıfatını,
Sağ iken görürse kul miratını,
Ruh cesede ten toprağa yakışır,
Ayın Ali Mim Muhammed yazılı,
Otuz iki hat üstüne düzülü,
Gücendirme pirin gözü kızılı,
Günahtır ey Musa Dede’m günahtır,
Bir Elif’ten bin bir mana açarım,
İkrarım muhkemdir yine saçarım,
Kur’an inkâr edenlerden kaçarım,
Günahtır ey Musa Dede’m günahtır,
Bırakmazsa canı kul müşkülatta,
Özü gönlü olur savum salâtta,
Ruh gider gelirse aynı sıfatta,
Ruh cesede ten toprağa yakışır,
Selmani der insanlığın bildinse,
Keşfedip kendinden ibret aldınsa,
İnsan doğup insanlıkla öldünse,
Ruh cesede ten toprağa yakışır,
Sen bu sözü hak içinde söyleme,
Yükünü günahtan tutup taylama,
İki emaneti inkâr eyleme,
Günahtır ey Musa Dede’m günahtır,
287‐ GÖREN ALLAH’TIR
Bir katreden bizi insan eyleyip,
Bize bu varlığı veren Allah’tır,
Mimar olup lütfü ihsan eyleyip,
Gözlemeden bakıp gören Allah’tır,
Pir olsan da sen bir beni beşersin,
İtikat et bağın bahçen yeşersin,
Erenler indinde yüzden düşersin,
Günahtır ey Musa Dede’m günahtır,
İnsanları bina edip gizlendi,
Sevenlere çok aranıp izlendi,
Girip eğlendiği kalp temizlendi,
Nice âşık aşkla yanıp tütüyor,
Kuran’la evlâda meyil katıyor,
Bir hıfzı kalksa da kalan yetiyor,
241
Günahtır ey Musa Dede’m günahtır,
Dünya devletleri kitaba hayran,
Uçağı bildiren ebabil tayran,
Edison okudu bulundu ceryan,
Habercimiz sevdiğimiz kitaptır,
Selmani der sözden almak marifet,
Güzel şahım affet medet mürüvvet,
İnkâr olunursa iki emanet,
Günahtır ey Musa Dede’m günahtır,
Oku anne, baba, kardeşle bacı,
Ateşin kaynağı bilim ağacı,
Lokman Hekim bulamazdı ilacı,
Habercimiz sevdiğimiz kitaptır,
289‐ KİTAPTIR
Kitaba alışkan anne babanın,
Arzusu isteği işi kitaptır,
Ömür boyu gösterdiği çabanın,
Sevgisi hayali düşü kitaptır,
Selmani okudum bildim ben beni,
Eskiyi oku ki bilinsin yeni,
Her türlü ilimi, bilgiyi, feni,
Habercimiz sevdiğimiz kitaptır,
Kitaba bağlıdır gönlünün bağı,
Bin hazına bilir her bir yaprağı,
Varlığı serveti evi ocağı,
Yareni yoldaşı eşi kitaptır,
291‐ BİRİ EVLAT BİRİ KİTAP
Bu dünyada insanlara emanet,
Biri evlat diğeri de kitaptır,
Emanete bakan edinir sevap,
Anlayana bu söz mühim cevaptır,
Kitaba muhtaçtır ağalar beyler,
Kitapla avunur gönlünü eğler,
Kitabı konuşur kitabı söyler,
İnancı üç ile beşi kitaptır,
Okursa selamet bulur bedenler,
Anlaşılır ne içinde nedenler,
Emanete hıyanetlik edenler,
Önü harap sonu da haraptır,
Kitap her bilginin veren sesini,
Bilen kişi çözer bilmecesini,
Tutan insanların meşalesini,
Gece gündüz ay güneşi kitaptır,
Evlat yetiştirip yüzü güldürmek,
İlim bilip cehaleti öldürmek,
Bilene bilmediğini bildirmek,
İnsanlar içinde büyük sevaptır,
Selmani kitabı anlattım baştan,
Okuyan ekmeğini çıkarır taştan,
Bilginler fark etmez ekmekten aştan,
Meyvesi yemişi aşı kitaptır,
Bu sözün içinde mana bulması,
Okumakla büyük kişi olması,
Evlat cahil kitap saklı kalması,
Saklayanın çekeceği azaptır,
290‐ KİTAPTIR
İnsanlarla bile Âdem’den beri,
Habercimiz, sevdiğimiz kitaptır,
İlimden bilimden veren haberi,
Habercimiz sevdiğimiz kitaptır,
Selmani’nin sözlerine gelene,
Mertlikle yaşayıp mertçe ölene,
Emanetin kıymetini bilene,
Düşünenler için derin hesaptır,
Kitap okunmasa uçmazdı füze,
Gemiler yüzmezdi dalıp denize,
Bilgisayarları bildirin bize,
Habercimiz sevdiğimiz kitaptır,
292‐ VARI SENDEDİR
Yoksa melek Sima mısın Naci mi,
Şit ile Naci’nin nuru sendedir,
Büyütüp beseren ermiş bacı mı,
242
Hazineyi Hakk’ın varı sendedir,
Âşıkların sazı, sözü bizdedir,
Böyle bir varlığa ederek minnet,
Size âşık olmak hem farz hem sünnet,
Nuri cemalinde on sekiz cennet,
Âşığın didarı darı sendedir,
294‐ İMAN NEDİR
Gel ey âşık idrak eyle aşk nedir, ferman
nedir,
Bu manayı bilmek gerek dert nedir,
derman nedir,
Nice âşığım diyenler gezer körü
körüne,
Anlamaz dini, imanı; din nedir, iman
nedir,
Bu varlığı gören göz methinizde,
Tubanın şekli var kametinizde,
Büsbütün melekler hizmetinizde,
Sayısı bilinmez huri sendedir,
Varlığını öğren değerini bil,
Şirin dillerinden akar sel sebil,
Bu makama ulaşamaz her kabil,
Cümlenin arzusu yarı sendedir,
Aşk ehlinin halin bilmez dert gelmeyen
başına,
Giriftar olanlar bilir bu aşkın savaşına,
Tahammül edemez asla cahillerin
taşına,
Şaha kul olmayan bilmez şah nedir,
sultan nedir,
Selmani der sana vermem mi değer,
Senin aşkın beni mest eden meğer
Beyaz gülüm aşnam ol dersem eğer,
Olursan gönlümün karı sendedir,
Selmani gönül bağının güllerin bezer
imiş,
İnsan olanlar kendinde sırları sezer
imiş,
Kendinden bîhaber olan beyhude gezer
imiş,
Cahil olan fark edemez şek nedir,
Rahman nedir,
293‐ BİZDEDİR
Herhangi asırda olursa olsun,
Gerçek ozanların özü bizdedir,
Bilmeyen var ise haberin alsın,
Bu mananın tam iç yüzü bizdedir,
Çok dert çeken belli olur sözünden,
Çektiği cefalar halkın yüzünden,
Sularımız duru akar gözünden,
İşte bu çeşmenin gözü bizdedir,
295‐ YAY MIDIR NEDİR
Ela gözlerini sevdiğim dilber,
Gül cemalin bedir ay mıdır nedir,
Kaşlar kirpiklerden gel ver bir haber,
O kara kaşların, yay mıdır nedir,
Halka eğilmektir ozanlar işi,
İnsan sevgisidir hayali düşü,
İçten yakar birlik dirlik ateşi,
Tümünün alevi, közü bizdedir,
Sendeki güzellik elde bulunmaz,
Altında gümüşte pulda bulunmaz,
Her anadan gelen kulda bulunmaz,
Hakk’ın bahşettiği pay mıdır nedir,
Başlangıcı buradan hep bu ürünün,
Ne yazık ki çobanı yok sürünün,
Edebiyat ile halk kültürünün,
Şüphesiz ki tadı tuzu bizdedir,
Bir eksik yok şu kurulmuş binada,
Söyle gerçeğini düşme inada,
Ne babada vardır ne bir anada,
Simayı melekten soy mudur nedir,
Ağlayan ozanlar döker kan yaşlar,
Haklıları över haksızı taşlar,
Selmani der türkü seven kardaşlar,
243
Sima melek desem gerek soyuna,
Abı zer mi katmış Mevla’m suyuna,
Kurban olam ahlakına huyuna,
Bakalım ki yahşi huy mudur nedir,
Hakk’ın kattığı nur, solmuş gibidir,
Olmazsa takati dürüst gidişe,
O kimseler, benzer çürük kirişe,
Eğer aklı ermiyorsa bir işe,
Akıllı ellerden çalmış gibidir,
Selmani görünce yanmış tutuşmuş,
Güzellerin sürüsüne katışmış,
Bir sorayım hangi ilde yetişmiş,
Urum diyarı mı Toy mudur nedir,
İlin sofrasında fazla övünen,
Bu dünyaya “benim” deyip değinen,
Boş sözler konuşup kendin beğenen,
Söz ehline kusur bulmuş gibidir,
296‐ EZİLMEKTEDİR
Beyaz Gül’üm bu iş yürümeyecek,
Bir yandan ümidim üzülmektedir,
Sertleşen yüreğin erimeyecek,
Benim ciğerlerim ezilmektedir,
İlmi mantığından süzdüremeyen,
Açıp yelkenini, gezdiremeyen,
Selmani gemisin yüzdüremeyen,
Dümeni bozulup kalmış gibidir,
Aşk ile yıkılıp yanışılmıyor,
Fırsat bulup bir hal danışılmıyor,
Nidem serbest serbest konuşulmuyor,
Biçare canımdan bezilmektedir,
298‐ KIRKLAR SEMAHI
Kırklar ile bile semaha giren,
Birisi Muhammed biri Ali’dir,
Zahir batın gizli sırlara eren,
Birisi Muhammed biri Ali’dir,
Layık mı âşığın sararıp solsun,
Çekip dökmeyelim çilemiz dolsun,
Sana çok bağlıyken haberin olsun,
Sevgi bağlarımız çözülmektedir,
Kudret kandilinden süzülüp inen,
Zülfikar bağlayıp Düldül’e binen,
Kırklarla kırk defa pervaza dönen,
Birisi Muhammed biri Ali’dir,
Sen uzak durdukça suçlanıyorum,
Hiçe sayıldıkça hiçleniyorum,
Gün güne üzülüp içleniyorum,
Dertlerim üst üste dizilmektedir,
Selmani ol şaha malum halimiz,
Muhammed Ali’den söyler dilimiz,
Ak ile kırmızı iki gülümüz,
Birisi Muhammed biri Ali’dir,
Seven âşık halin bilmek üzere,
Görmek için her gün gelmek üzere,
Selmani sen için ölmek üzere,
Nerde ise gözler süzülmektedir,
299‐ KULA GİZLİDİR
Beyaz gülüm sana nazım niyazım,
Allah’a ayandır kula gizlidir,
Böyle kabul etsin o serfirazım,
Allah’a ayandır kula gizlidir,
297‐ ALMIŞ GİBİDİR
Cahillere, ariflerin sohbeti,
Delik kaba su doldurmuş gibidir,
Arifler, cahilden alır ibreti,
Yüksek tahsillerden almış gibidir,
Yüzünde okudum Elif’i Ba’yı,
Cemalinde gördüm güneşi ayı,
Onun için etmekteyim secdeyi,
Allah’a ayandır kula gizlidir,
Âlime hoş gelmez cahil sözleri,
Nasıl gelsin, bir olmazsa özleri,
Bir insanın gülmüyorsa yüzleri,
Demek ki bu secde etmemiz niçin,
244
Âdem bir cevherdir kıymetin biçin,
Bu sevgimiz nefsin ıslahı için,
Allah’a ayandır kula gizlidir,
Ehli irfan meclisinde muhabbeti bal
edip,
Eleyip beyaz elekten un veren
Bektaşi’dir,
Nardan kırmızısın kardan beyazsın,
Ne kadar dil döküp anlatsam azsın,
Cenabı Hak tahkik niyaza yazsın
Allah’a ayandır kula gizlidir,
Selmani, tevellâ ehli sever Ehlibeyiti,
Teberrâ ehli olana son veren
Bektaşi’dir,
301‐ DERT MİDİR
Halk içine grip salan domuzun,
Ayakları iki midir dört müdür,
Kuşkuyu çok garip salan domuzun,
Ayakları iki midir dört müdür,
İnsanlara sağalmayan dert midir,
Selmani’yim budur benim sözlerim,
Ben bu sırrı insanlardan gizlerim,
Cemalini hak gözüyle gözlerim,
Allah’a ayandır kula gizlidir,
300‐ BEKTAŞİDİR
Muhammed Ali yolunda can veren
Bektaşi’dir,
Şehit olup hak uğrunda kan veren
Bektaşi’dir,
Yan tesir ederse eğer aşılar,
Ya felç olur ya da gözler şaşılar,
Kaç tanedir saydınız mı komşular,
Ayakları iki midir dört müdür,
İnsanlara sağalmayan dert midir,
Muhammed’den ateş alıp Ali aşkına
eren,
Hakk yolunda birlik olup san veren
Bektaşi’dir,
Büyük küçük domuzlardan dertli mi,
Aşılar çok yumuşak mı sertli mi,
Öğrenelim ikili mi dörtlü mü,
Ayakları iki midir dört müdür,
İnsanlara sağalmayan dert midir,
Başı açık, yalın ayak üryan büryan
gezse de,
Helal kispin kazancından nan veren
Bektaşi’dir,
Heyecan içinde kardaş bacılar,
Okulları durdurdu bu acılar,
Harap oldu hacca giden hacılar,
Ayakları iki midir dört müdür,
İnsanlara sağalmayan dert midir,
Tahkik Kâbe’yi anlayıp nazı niyaz
eyleyen,
Hacı Bektaş dergâhında şan veren
Bektaşi’dir,
Şeriat, tarikat bilip zahir batın görünen,
Aslan sıfatta kendine don veren
Bektaşi’dir,
Büsbütün dünyaya verdi hızları,
Ağlattı hep gelinleri kızları,
İyi anlamalı bu domuzları,
Ayakları iki midir dört müdür,
İnsanlara sağalmayan dert midir,
Tarikatta hak lokmasın aşk ile nuş
eyleyip,
Kuduretin tamamından hon veren
Bektaşi’dir,
Olayları tamam duymadan yazdım,
Sözlere bir karar koymadan yazdım,
Domuz kaç ayaklı saymadan yazdım,
Ayakları iki midir dört müdür,
245
İnsanlara sağalmayan dert midir,
Bunları ben takip ettim gayrette,
İnsan ayırmayı sevmem gayet de,
İnsanı bir buyuruyor ayette,
İnsanı ayırmak yobaz işidir,
Bilmem bu felaket gider mi böyle,
Yazılacak sözü bilip de söyle,
Selmani şiirle gel beyan eyle,
Ayakları iki midir dört müdür,
İnsanlara sağalmayan dert midir,
İnsanlık dünyada bir sırdır,
Okusan Kuran’ı her yerde vardır,
Bütün İslam Müslim hepisi birdir,
İnsanı ayırmak yobaz işidir,
302‐GÜL YARİM
Sol yandan ayrılık çöktü serime,
Ben ağlarım sen ağlama gül yârim,
Baharı getirdin hayallerime,
Çiçek yarim, gonca yarim, gül yârim,
Nice âşık geldi dünyaya ünlü,
Yürüttü hükmünü bugünlü dünlü,
Allah dememiştir Alevi Sünni,
İnsanı ayırmak yobaz işidir,
Koydun gittin ateş ile közleri,
Kan boyadın yaş dökmeyen gözleri,
Söylemek güç ama soğuk sözleri,
Beni senden ayıracak el yârim,
Mevla’m bu sırları bildirdi bana,
İnsanlık sevgisi kar etti cana,
Selmani’yim önem verdim insana,
İnsanı ayırmak yobaz işidir,
Senden ayrılırsam kalırım naçar,
Bu hasret sinemde yareler açar,
Her iki tarafın düzeni kaçar,
Güzellikle ayrılalım gel yârim,
304‐ DALI GÜZELDİR
Sene bin dokuz yüz seksen beş yılı,
Gençliğin bu kutsal yılı güzeldir,
Kökten sürüp gelir ışkını dalı,
Meyvesi, yaprağı, dalı güzeldir,
Ben yandım ateşe sen bari yanma,
İster inan bana ister inanma,
Mutlulukla senden ayrıldım sanma,
Ben geçsem de gönlüm geçmez bil
yârim,
Milleti, devleti yavrular süsler,
Büyükler gençliğe sevgiler besler,
Çevre ülkelerden gelir turistler,
Doğup büyüdüğü ili güzeldir,
Zehir etme Selmani’nin aşını,
Bin türlü belaya koyma başını,
Ağlatma gözünden akan yaşını,
Mertlik sende kalsın nolur sil yârim,
Gelen misafirler yurda boş gelmez,
Ayak sürümezse elbet baş gelmez,
Bülbülü kafese koysan hoş gelmez,
Meskeni bir karaçalı güzeldir,
303‐ YOBAZ İŞİDİR
Rabbiyel âlemin vardır Kur’an’da,
İnsanı ayırmak yobaz işidir,
Ben bunları okuyorum her anda,
İnsanı ayırmak yobaz işidir,
Birlikle kurulan temel yıkılmaz,
Güzellikten usanılmaz bıkılmaz,
Elden mal almakla başa çıkılmaz,
Yerli imalatı malı güzeldir,
İnsanlara yanlış gözle bakmışlar,
Elleriyle kendilerin yakmışlar,
Bölmek için türlü isim takmışlar,
İnsanı ayırmak yobaz işidir,
Doğru insan olup yollar içinde,
Arı olmak gerek ballar içinde,
Hakk’ın yarattığı kullar içinde,
246
Herkesin lisanı, dili güzeldir,
Herkes için ilim, kültür, fen dalı,
Bilim kapısının olmaz mandalı,
İstemem gemiyi, yatı, sandalı,
Bu sonsuz denizin salı güzeldir,
Selmani’yi yakan közler güzeldir,
306‐ DEDİ EVLAT GÜZELDİR
Dedim insanlara yararlı iş ne,
Dedi ilim bilim sanat güzeldir,
Dedim çok sevimli gidiş geliş ne,
Dedi istikballe evlat güzeldir,
Çalışan ekmeği çıkarır taştan,
Çıldırıp çıkmazsa bağ ile baştan,
Elin dokuduğu ipek kumaştan,
Kendi tezgâhımın şalı güzeldir,
Dedim ağaçlarda toprak taşlarda,
Dedi dolular da kabı boşlar da,
Dedim insi cinsi cemi kuşlarda,
Dedim uçmak için kanat güzeldir,
İster şair olsun, isterse ozan,
Hep ayrı düşünce hep ayrı izan,
Bu gençlik yılına destanlar yazan,
Mısralar dizenin eli güzeldir,
Dedim bu dünyaya gelmemiz niçin,
Dedi zevk sefa yiyip içmek için,
Dedim başa kadar gülmemiz için,
Dedi birlik dirlik murat güzeldir,
Selmani zamanın gençlik çağı var,
Atanın evlada sevgi bağı var,
Her devletin özel bir bayrağı var,
Şanlı bayrağımın alı güzeldir,
Dedim bir insanın bakıp boyuna,
Dedi dikkat etmek gerek soyuna,
Dedim hayran olmak için huyuna,
Dedi bir de sima suret demektir,
305‐ NAZLAR GÜZELDİR
Dedi o yar bu dünyada ne güzel,
Dedim sevgi saygı hazlar güzeldir,
Dedi güzellerden daha ne güzel,
Dedim cilve eda nazlar güzeldir
Dedim güzellerde söze girişte,
Dedi tatmin olmam bir kez görüşte,
Dedim bir tahsille mühim bir işte,
Dedi kanaatle sebat güzeldir,
Dedi en güzel ne, isim içinde,
Dedim Şirin, Leyla kesim içinde,
Dedi ayda yılda mevsim içinde,
Dedim dört mevsimde yazlar güzeldir,
Dedim biter mi hiç garibin âhı,
Dedi haberdardır cömert ilahı,
Dedim âşıklarda olan günahı,
Dedi affettiren berat güzeldir,
Dedi naziklerden nazik içinde,
Dedim ciğerlerdir ezik içinde,
Dedi çalgılarda müzik içinde,
Dedim keman, kaval, sazlar güzeldir,
Dedim ey Selmani oku kitabı,
Dedi sana olur olan sevabı,
Dedim güllerdeki gizli harabı,
Dedi viraneye abat güzeldir,
Dedi sevilen ne canlar içinde,
Dedim sevgi damar kanlar içinde,
Dedi geçkin, genç insanlar içinde,
Dedim hüküm eden hızlar güzeldir,
307‐ GİRMEYENİN DEĞİLDİR
Muhammed Ali’nin yolu erkânı,
Sürenindir sürmeyenin değildir,
Dört kapıdan kırk makamdan içeri,
Girenindir, girmeyenin değildir,
Dedi yaren yoldaş kardeş içinde,
Dedim ışık veren güneş içinde,
Dedi gizli yakan ateş içinde,
Bağlı olan mürşidine pirine,
247
309‐ İÇMESİNDENDİR
Bu gerçek dünyanın yalan olması,
Gelenlerin gelip geçmesindendir,
Yaşayan canların kusur bulması,
Ecel şerbetini içmesindendir,
Muhabbet ehl’olur dalar derine,
Gerçek erenlerin gizli sırrına,
Erenindir, ermeyenin değildir,
Küntü kenz sırrının cevherlerini,
Terk etmeyip dilden ezberlerini,
Tövbe edip günah defterlerini,
Düreninindir, dürmeyenin değildir,
Çoklarının buna aklı ermezdi,
Nasihatler kulağına girmezdi,
Yalan olsa emaneti vermezdi,
Hep kusuru konan göçmesindendir,
Canın feda eden ehli irfana,
Sıtkı ile kul olur sırrı sübhâna,
Velayet sofrasın her dem meydana,
Serenindir, sermeyenin değildir,
Gelenler kalsaydı sığmazdık yere,
Sonumuz ne olurdu düşün bir kere,
Terzi ustası dendi don biçenlere,
İdris’in hulle don biçmesindendir,
Selmani can kurban Şah-ı Merdan’a,
Şahım sevenleri atmaz yabana,
Hak yolunda canı başı, kurbana,
Verenindir vermeyenin değildir,
Darılanlar, hep dünyaya darıldı,
Niceleri talaşlanıp yoruldu,
Yine benim deyip candan sarıldı,
Ana olup kucak açmasındandır,
308‐ BENİMDİR
Sarı Gül’üm bana küstün mü yoksa,
Küsme kurban olam kusur benimdir,
Sevgi muhabbeti kestin mi yoksa,
Kesme kurban olam kusur benimdir,
Dünya ve ahiret severmiş merdi,
Mert olan yiğidin hakkın yemedi,
Selmani dünyaya yalan demedi,
Yalanı, gerçeği seçmesindendir,
Kessen de bakmazsın bana el gibi,
Gözyaşlarım akıtmazsın sel gibi,
Zemheride esen acı yel gibi,
Esme kurban olam kusur benimdir,
310‐ BATAN BİZDENDİR
Çok ağır bastıkça hayat şartları,
İflasa uğrayıp batan bizdendir,
Çekemeyip onca meşakkatleri,
Ecelin yolunu tutan bizdendir,
Temelden silleyi vurmuş vuranlar,
Katlanıp çileye durmuş duranlar,
Canı pahasına kondu kuranlar,
Daralıp ucuza satan bizdendir,
Acı esme dinle hoş nefesimi,
İnlemek bülbülün inlemesi mi,
İstanbul ilinde seda sesimi,
Kısma kurban olam kusur benimdir,
Kısmazsın sesimi acırsın bize,
Bir gün lazım olur biçare size,
Bu engin gönüle yerdeki yüze,
Basma kurban olam kusur benimdir,
Gen dünyayı tek başına dar edip,
El darlığı içeriye kar edip,
Çevresinden kederlenip ar edip,
Kendini denize atan bizdendir,
Selmani der yine düşün bizleri,
Sevmesen de terk edemem sizleri,
Hakk’ın nur kattığı beyaz yüzleri,
Asma kurban olam kusur benimdir,
Eksilmezse baştan zalimin taşı,
Dertten kurtulur mu dertli başı,
Zehirle karışan ekmeği aşı,
Gönüllü gönülsüz yutan bizdendir,
248
İlkbaharda coşkun sele karışsa,
Bu sefil Selmani selden seslenir,
Böyle dertler çoklarının başında,
Kurtulmayan kalır gönül kışında,
Selmani der çoğu çok genç yaşında,
Ebedi uykuya yatan bizdendir,
313‐ MEHMETÇİKLERDİR
Nasıl kıyılıyor Mehmetçiklere,
Devletin gururu Mehmetçiklerdir,
Şeref timsalidir subaya ere,
Devletin gururu Mehmetçiklerdir,
311‐ O SÖZ İÇİNDİR
İleride bir şeyler olur dediniz,
Hep gelip gittiğim o söz içindir,
Ta o gün öyle bir ikrar verdiniz,
İkrarı güttüğüm o söz içindir,
Canlı ürünüdür asil milletin,
Hem bekçisi hem canıdır devletin,
Anlamı yok böyle bir rezaletin,
Devletin gururu Mehmetçiklerdir,
Seni ikrarından döner sanmazdım,
Aşkı vermeseydin telaşlanmazdım,
Her güzelin ateşine yanmazdım,
Bu yanıp tüttüğüm o söz içindir,
Millete devlete bağlıdır başı,
Din uğrunda eder cengi savaşı,
Feda eden can cananı kardeşi,
Devletin gururu Mehmetçiklerdir,
Ciğerim şimdiki kararın nedir,
Söyle gerçeğini ey yüzü bedir,
Gül açarken bülbülleri inledir,
Şakıyıp öttüğüm o söz içindir,
Hayır, gelmez hırsa nefse uyandan,
İnsan öldürmekten gurur duyandan,
Allah’ım korusun korkunç ziyandan,
Devletin gururu Mehmetçiklerdir,
Hiç acımazsın böyle insana,
Âşığı ağlatmak yakışmaz sana,
İnan ki inmişim ben yarı cana,
Ölüp de bittiğim o söz içindir,
Din İslam sayılmaz şerre gidenler,
İkilik güderek nefret edenler,
Duyun ey askeri şehit edenler,
Devletin gururu Mehmetçiklerdir,
Selmani son cevap bekliyor sizden,
Avcı olduk gidemedik bu izden,
Herhalde acizlik getirdin bizden,
Sizi incittiğim o söz içindir,
Selmani der Hakk’tan hayır beklensin,
İstemem ırkıma zulüm yüklensin,
Özü Türk olanlar hep büyüklensin,
Devletin gururu Mehmetçiklerdir,
312‐ SESLENİR
Âşıklar aşk ile düşse sevdaya,
Sevdiğine canı dilden seslenir,
Can bülbülü olan benzer şeydaya,
Gahi gülden gahi telden seslenir,
314‐ YAZ GELİR
Otuz şiir yazdım sana yetmiyor,
Bin bir daha yazsam sana az gelir,
Böyle devam etmez kışlı günlerim,
Bir gün olur bu kış gider yaz gelir,
Karayı bağlanır gezer al gibi,
Zehiri içse de eder bal gibi,
Irgalanır her tarafa dal gibi,
Saçının telleri yelden seslenir,
Kışı bitmiş denir çile dolana,
Leyla deyip Mevla’sını bulana,
Güzel ilham verir âşık olana,
Çünkü güzellerden eda naz gelir,
Sevdiğim saçların yele karışsa,
Bahçede kızaran güle karışsa,
249
İçte mi dışta mı bendeki düşman,
İçteki olanı bir Allah bilir,
Aşırdım sevginin hattın aşırdım,
Yüklendim bu yükü mecbur taşırdım,
Vallahi billahi ben de şaşırdım,
Deli gönlüm senden nasıl vaz gelir,
Selmani dikkatli davranmalısın,
Hayır, işler için kıvranmalısın,
Dıştan dost düşmanı öğrenmelisin,
İçteki olanı bir Allah bilir,
Verem olacağım böyle giderse,
Yârim bu darbeyi biraz ye derse,
Âşığa sevdiği sitem ederse,
Zemheri ayında karlı buz gelir,
316‐ DERTTEN SESLENİR
Dertsiz insan bulunur mu dünyada,
Her birisi ayrı dertten seslenir,
Hep fikirler bir değildir bünyede,
Kimi namert kimi mertten seslenir,
Selmani ısınır buzlar erirse,
Gönül neşelenir nura bürürse,
Yar acıyıp bir busecik verirse,
Ölüm olmaz dünya bana vız gelir,
İyi talih bir insana yar olmaz,
Geçen ömür zarardandır kar olmaz,
Dertlilerde dert sayısı bir olmaz,
Kimi birden kimi dörtten seslenir,
315‐ BİR ALLAH BİLİR
Dıştan ne düşmanım ne de dostum var,
İçteki olanı bir Allah bilir,
Kimseye ne kinim ne de kastım var,
İçteki olanı bir Allah bilir,
İyilik et, incitme bir insanı,
Yaz gelecek dersen bekle nisanı,
Konuşmak güzeldir Türkçe lisanı,
Kimi Türk’ten kimi Kürt’ten seslenir,
Ahtım kaldı muhabbetin bolunda,
İsteğim bulmadım hiçbir kulunda,
Bilmem makbul müyüm Allah
yolunda,
İçteki olanı bir Allah bilir,
Her lisanı bilen yüzde beş olur,
Kimi kulun yaz ayları kış olur,
Bir bakarsın kurt kuzuya eş olur,
Kimi kuzu, kimi kurttan seslenir,
İnsanlık hakkımı tamam vermedim,
Hayrım mı çok şerrim mi çok
görmedim,
Kendimdeki sırra bile ermedim,
İçteki olanı bir Allah bilir,
Selmani karıştı hicret göçüne,
Bilinmez kaderin bunda suçu ne,
Girdi Büyükçekmece’nin içine,
Mesken olan Esenyurt’tan seslenir,
Hayırdan mı şerden midir gelirim,
Hangi amel ile yaşar ölürüm,
Dıştan işleneni iyi bilirim,
İçteki olanı bir Allah bilir,
317‐ YETİŞİR
Zulümkar insanlar içre yaşayan,
Tahammül ederse kâra yetişir,
Türap olup türap ismin taşıyan,
Pirler piri ol Hünkâr’a yetişir,
Bilmiyorum diri miyim öldüm mü,
Kalbim pasın pak eyleyip sildim mi,
Tövbe edip affettirebildim mi,
İçteki olanı bir Allah bilir,
Acı, tatlı gelir, tatlı da acı,
Zulme katlanandır Güruhu Naci,
Hakikat yolunda olursan avcı,
Arayanlar bir şikâra yetişir,
Dünyaya gelmeme değilim pişman,
Ağlamak istedim akmadı çeşmân,
250
Yola doğru gelip doğru giderek,
Hak sevgisi insanları sevmektir,
Hakiki insandır, insanı sayan,
Hakiki yolcudur, yürürse yayan,
Hakk’ın gizli sırrı olursa ayan,
Aynel yakin âşıklara yetişir,
Canı başı hak yoluna koyarak,
Kıyılan canlardan acı duyarak,
Tarikatın ahkâmına uyarak,
Hak sevgisi insanları sevmektir,
Eğer fark ederse ummanı çayı,
Elif, lam, mim ile Elif, Lam, Râ’yı,
Bir kul Mecnun dolaşırsa sahrayı,
Şahlar şahı sevdakâra yetişir,
Can gözümüz açıp cemal görerek,
Erlere pirlere yüzler sürerek,
İnsandaki gizli sırra ererek,
Hak sevgisi insanları sevmektir,
Selmani cana veren canını,
Ehli beyit için döker kanını,
Eyüp gibi kurda veren tenini,
Derdi veren cefakâra yetişir,
Serçeşmeyi bulatmadan akarak,
Ciğerimizi aşk oduna yakarak,
Her insana bir göz ile bakarak,
Hak sevgisi insanları sevmektir,
318‐ ŞİRİN SÖZLÜM GERÇEKTİR
Güzelleri sevmek sevap dediler,
Gerçektir ey mavi gözlüm gerçektir,
Âşıklar da doğru cevap dediler,
Gerçektir ey şirin sözlüm gerçektir,
Selmani der ölmeden ön ölerek,
Kalplerdeki kiri pası silerek,
Tevellâyı teberrâyı bilerek,
Hak sevgisi insanları sevmektir,
Mürailer cennet bulmaz dediler,
Delik kap su ile dolmaz dediler,
Güzeller güzeli solmaz dediler,
Gerçektir ey güneş gözlüm gerçektir,
320‐ BİLEGELMİŞTİR (86. ŞİİRE
CEVAP)
Âşık sualine cevap vereyim,
Âdem iptida bu hale gelmiştir,
Hak Teâlâ bir ruh ihsan edince,
Hakk’ın birliğini bile gelmiştir,
Selmani’ye dünya kalmaz dediler,
Evvelden ağlayan gülmez dediler,
Yalnız gerçekler ölmez dediler,
Gerçektir ey gönlü şazlım gerçektir,
Evvel ahır Hak’tır ol baki kalan,
Şahtır Cebrail’i deryaya salan,
Âdem’dir doğurup kızını alan,
Havva ana aklın çala gelmiştir,
319‐ İNSANLARI SEVMEKTİR
Aynı cemde teslim rıza olarak,
Hak sevgisi insanları sevmektir,
Âdemi hak bilip secde kılarak,
Hak sevgisi insanları sevmektir,
Mikail’dir terazinin başında,
Yıldızı da şah parlattı kaşında,
Meryem oğlan etti geçkin yaşında,
İsa Mesih’e de kala gelmiştir,
Sevilen yaratan ulu diyerek,
Hazinesi gevher dolu diyerek,
Allah bir Muhammed Ali diyerek,
Hak sevgisi insanları sevmektir,
Rüzgâr aldı Süleyman’ın tahtını,
Mümin güttü ikrarını ahtını,
Etten handa Yunus bildi vaktini,
Orada namazını kıla gelmiştir,
Katarımız şaha doğru yederek,
Kin kibirin hırsın terkin ederek,
251
Selmani bu ilmi hikmete dalan,
Sorulan sualin manasın bulan,
Azrail her şeyden emanet alan,
Kendi canını da ala gelmiştir,
Yarı yaşta belin büküp gidiyor.
Kimisinin boş kalıyor beşiği,
Kimisinin atlanmıyor eşiği,
Herkese var ama ölüm keşiği,
Kiminin temelin söküp gidiyor,
321‐ HEM DE PARA ALIYOR
TV’lerde deyiş müşterileri,
Hem cevheri hem de para alıyor,
Gayesi doldurmak boş derileri,
Hem cevheri hem de para alıyor,
Selmani dost olup kulun merdine,
Dertliyse öğrenip sorar derdi ne,
Ortak olup dertlilerin derdine,
Kendi derdini de ekip gidiyor,
Zakirliğe meyil katmak istedim,
Helalden sermaye tutmak istedim,
Hakk’tan alıp halka satmak istedim,
Hem cevheri hem de para alıyor,
323‐ YOL OLUR
Gökyüzü direksiz kurulan bina,
Bulutlar ki desen desen hal olur,
O bulutlar seyyar gezdiği için,
Her tarafa çekip giden yol olur,
Erenler Muhammed Ali’nin yâri,
Böyle mi olurmuş satanın karı,
Nerden bulup versin birkaç milyarı,
Hem cevheri hem de para alıyor,
O bulutlar buharlardan süzülmüş,
O nakışlar ki kudretten dizilmiş,
O kumaşlar ibrişimsiz çözülmüş,
Onun için yeşil olur al olur,
Cevher satılırken söze pes denmez,
Menfaatpereste gerçek dost denmez,
Cevher satıcıdan para istenmez,
Hem cevheri hem de para alıyor,
O çözme buluttur rüzgârı esmiş,
O rüzgâra dendi gizli nefesmiş,
O usta dokumuş o usta kesmiş,
O kumaşta ne ipek ne şal olur,
Selmani der dert çıkanda hazara,
Allah razı olmaz böyle pazara,
Ölürsem benimle konsun mezara,
Hem cevheri hem de para alıyor,
O bulutlar çözme çözmüş dolanmış
O hem yağmur olmuş hem de sulanmış
O an yere inmiş akmış bulanmış
O sellerden derya olur göl olur
322‐ ÇÖKÜP GİDİYOR
Yiğidin gençlikte bozulsa başı,
Ölen başın alıp, çekip gidiyor,
Ömrün sonunaca bulmayıp eşi,
Hayatı mal olup çöküp gidiyor,
O bulut hem aya güne yakındı,
O şimşekler yıldırımlar çakındı,
Selmani de ozan adı takındı,
Gözlerinden akan yaşlar sel olur,
Yirmi yaşta, dul maaşı bağlattı,
Bekâr kalanları bu dert ağlattı,
Gözyaşların seller gibi çağlattı,
Yaşını derdini döküp gidiyor.
324‐ TAHSİLLİ ÇOCUK
Bugün tahsiline çalışan çocuk,
Yarın bilgin kişi eleman olur,
Yazıp okumaya alışan çocuk,
Her türlü lisana tercüman olur,
Doğmazsa talihin güneşi şevki,
Karanlıkta kalır olduğu mevki,
Kime haram olsa dünyanın zevki,
Özen göstererek işlerse işi,
252
326‐ YANAN O OLUR
Âşık aşk dolusun içer kanarsa,
Hızır hayatından kanan o olur,
Aşkın ateşine girer yanarsa,
Halil’in narına yanan o olur,
Serbest olur sınavlara girişi,
Gördüğü takdirde dünya görüşü,
Meslekte sanatta çok uzman olur,
Sevilen sayılan hali olursa,
İlim bilim kapısını bulursa,
Akıl gemisini ele alırsa,
Yüzdürür gemiyi o kaptan olur,
Can dost denir insanların hasına,
Onlar dolar ancak aşk deryasına,
Tanrı ulaştırır Zeliha’sına,
Elbette Yusuf’u Kenan o olur,
Tuttuğu işleri iyi başarsa,
Vatan, millet için kükrer coşarsa,
Sağlığını bilerekten yaşarsa,
Derde çare bulan bir Lokman olur,
Kişi sadık ise ikrar ahtına,
Aşinadır şahlar nasihatına,
Sultan konduranda tacı tahtına,
O tahtı saraya konan o olur,
Çocuklara değer biçen insanlar,
Hayatta tarihe geçen insanlar,
Eser bırakıp da göçen insanlar,
Selmani der büyük kahraman olur,
Asil kan karışan asil kanına,
İnsanlık yaraşır şöhret şanına,
Halini arz eden canlar canına,
İşte canlar canı canan o olur,
325‐ DURSANIZ N’OLUR
Bu aciz âşığa aşina durup,
Ebedi bir dostluk kursanız n’olur,
Bir ikrar üstüne bağlanıp kalıp,
Ahdinize sadık dursanız n’olur,
Selmani içilen olursa dolu,
Hakk’a doğru gider içenin yolu,
Odur Yaradan’ın en yüce kulu,
Hakk’ın halis kulu insan o olur,
Olmam deme sever ise pirini,
Senin kadar sevemedim birini,
İstersen çekiver aşk hançerini,
Zaten yaralıyım vursanız n’olur,
327‐ SÜNNET OLUR
Muhammed Ali’yi seven,
Muhammed’e ümmet olur,
İslamiyet için even,
Masum iken sünnet olur,
Sizinle sohbete başladığımda,
Acizlik getirip boşladığımda,
Hoşa gitmeyen iş işlediğimde,
Bu akılsız başı kırsanız n’olur,
Bil imanın şartı altı,
İmanlı işlemez haltı,
Ataların ayakaltı,
Evlatlara cennet olur,
Senin için Hakk’tan diledim dilek,
Derdi gamı atıp oynayıp gülek,
Aslınız huridir nesliniz melek,
Benim de aslımı sorsanız n’olur,
Nuru nübüvvettir nişan,
Gel Selmani ol dervişan,
Şefaat kıl nebi zişan,
Sana her dem minnet olur,
Selmani’yi aşka düşürdün yeni,
Darılıp yakadan itme yar beni,
Huriye, meleğe benzettim seni,
Âşığı sineye sarsanız n’olur,
328‐ BULUNUR
Aşkın ateşine yanan âşıkta,
Gizli yakan ateş közde bulunur,
253
Tevellâyı teberrâyı bilirken,
Sana da bir sahip çıkan bulunur,
Bu ateşle ciğerleri yanıkta,
Dost yüzünü gören gözde bulunur,
Böyle ateş binde birine gelmez,
Yukarda dolaşan derine gelmez,
Belki de manalar yerine gelmez,
Manasız, mantıksız sözde bulunur.
Selmani’nin işi ahu zar iken,
Âşıklara çile çekmek kar iken,
Sende Ehlibeyt’in aşkı var iken,
Sana da bir sahip çıkan bulunur,
Âşıklar dersini bilip okusa,
Hakikat gülüne konup şakısa,
İbrişim ipekten kumaş dokusa,
Bazı tezgâhında bezde bulunur,
330‐ AYNUR
Gündüzler gün doğar ay gece doğar,
Sen gündüzün doğan ay mısın Aynur,
Güneş doğacakken ay nice doğar,
Sen gündüzün doğan ay mısın Aynur,
Söylenen sözlerin hepsi hoş olmaz,
Vicdanlı kişinin bağrı taş olmaz,
Münevver gönülde tipi, kış olmaz,
İlkbahar eyyamı yazda bulunur,
Bu güzel adını sevdin seviştin,
Dünyaya sen nasıl geldin geliştin,
Yoksa güneş ile yer mi değiştin,
Sen gündüzün doğan ay mısın Aynur,
Selmani sevdayı bildiği için,
Benlik dağlarını deldiği için,
Bu aşk dalga dalga geldiği için,
Her zaman noksanlık bizde bulunur.
Güzeli sevdiren gözü kaşıdır,
Bakışları güzelliğin taşıdır,
Geceyi ay gündüzü gün ışıtır,
Sen gündüzün doğan ay mısın Aynur,
329‐ SAHİP ÇIKAN BULUNUR
Gam yiyip gam çekme aciz Selmani,
Sana da bir sahip çıkan bulunur,
Bir gün çilen biter gelir zamanı,
Sana da bir sahip çıkan bulunur,
Nurunla cihanı doldurur musun,
Seveni ağlatmaz güldürür müsün,
Aynur ne demektir bildirir misin,
Sen gündüzün doğan ay mısın Aynur,
Sana aşkı veren ulu var iken,
Evliyalar piri Ali var iken,
Kırklarda zâkirin yeri var iken,
Sana da bir sahip çıkan bulunur,
Selmani der nuru gören de bilmez,
Sözdeki manaya eren de bilmez,
Sana Aynur adı veren de bilmez,
Sen gündüzün doğan ay mısın Aynur,
Her mucizât Şah’ın destinde iken,
Merak etme Zeynel postunda iken,
Tariki Nazenin üstünde iken,
Sana da bir sahip çıkan bulunur,
331‐ GENÇLİK DER DURUR
Duymadık kalmasın gençlik yılını,
Yıllar millet, devlet gençlik der durur,
Türk andırır Türk’ün ana dilini,
Diller millet, devlet, gençlik der durur,
Bilerek vermiştir ilmi verirken,
Ben gibi gedaya layık görürken,
Muhammed Ali’nin yolu yürürken,
Sana da bir sahip çıkan bulunur,
Halk edebiyatı Türkçenin özü,
Âşığın şairin ozanın sözü,
Nâme mana yüklü çalarsan sazı,
Teller millet, devlet, gençlik der durur,
Dört kapıdan içeriye gelirken,
Nefsi yenip ölmeden ön ölürken,
254
Gençlik peşimizden koşmuş geliyor,
İlimce zirveyi aşmış geliyor,
Coşkun sular gibi coşmuş geliyor,
Seller millet, devlet, gençlik der durur,
Kendini bilirsen belli noktasın,
Hak sende gizlidir sen de Hak’tasın,
Sağ olduğun halde uyumaktasın,
Selmani der bekle çalınacak sur,
Güzel sözden güzel koku gül eser,
İncitmeden gülü topla güle ser,
Başımızda gençlikten bir yel eser,
Yeller millet, devlet, gençlik der durur,
333‐ EL SOPASI VUR
Kalkışırsan hanım beni dövmeye,
Dil sopası vurma el sopası vur,
Şımarıp başlarsan kendin övmeye,
Dil sopası vurma el sopası vur,
Kalktıkça kalplerin dumanı sisi,
Yayılır her yana türkü Türk sesi,
Gençler için ilim, kültür ülkesi,
İller millet, devlet, gençlik der durur,
Acı sözler yerleştirme diline,
Tatlı sözler söylediğin biline,
Sopayı tek ben vereyim eline,
Dil sopası vurma el sopası vur,
İnanca sahiplik, kalbin temizi,
Gönülde yaşatan unutmaz bizi,
En güzel çiçeğe benzettim sizi,
Güller millet, devlet, gençlik der durur,
Ne kadar vurursan ben demem yeter,
Dil sopası denen ölümden beter,
Elinen vurulan acılar biter,
Dil sopası vurma el sopası vur,
Selmani yolcudur Ata izinde,
Birlik beraberlik vardır sözünde,
İnsanlık, özgürlük halk denizinde,
Miller millet, devlet, gençlik der durur,
Acıları acı diller bildirir,
Bu gibi hal düşmanları güldürür,
Koç yiğidi acı sözler öldürür,
Dil sopası vurma el sopası vur,
332‐ ÇALIŞMAK UNSUR
Üç beş gün dünyada tembellik yapıp,
Feleğe, kadere bulunmaz kusur,
Çalışan insandan hisseler kapıp,
Ondan daha üstün çalışmak unsur,
Selmani’nin işi ahu zar ise,
Sopa yiyip durmak eğer kar ise,
Sende zerre kadar insaf var ise,
Dil sopası vurma el sopası vur,
Eski düzenleri tutturam dersin,
Sözü üçten beşten attıram dersin,
Bilene yalanlar yutturam dersin,
Bu kaçıncı devir kaçıncı asır,
334‐ BET NEFSİ ÖLÜR
Ölmeden evvelâ ölen bir canın,
Canı sıhhat bulur bet nefsi ölür,
Entemut sırrını bilen bir canın,
Canı sıhhat bulur bet nefsi ölür,
Beyaz olan yüze kara sürülmez,
Halil gibi her can nara sürülmez,
Şimdi hiçbir âşık dara sürülmez,
Hani dost Pir Sultan hani dost Mansur,
Muhammed Mustafa nebi zişanın,
Bil ruz-i cezada şefaat kanın,
Ruh yaşarken nefsi ölen her canın,
Canı sıhhat bulur, bet nefsi ölür,
Dünyaya boş veren delidir deli,
Yiyip içmek çalışmanın bedeli,
Tembel insanların yıpranmaz eli,
Çalışmayan elde olur mu nasır,
Resul-ü Ahmet’ten bulan ihsanı,
Aliyy’ül Mürteza verir dermanı,
255
Fatıma’ya kurban ederse canı,
Canı sıhhat bulur, bet nefsi ölür,
Dağlar neşelenir bahar gelince,
Çimenler canlanır toprak gülünce,
Akar derelerden su ince ince,
Bulanır durulur sellerin Tokat,
Hakk’ın tecellisi her insanında,
Nur ile ziyası gevher kanında,
Kanatsız kuş denen sır mekânında,
Canı sıhhat bulur bet nefsi ölür,
Artova, Kazova, Turhal ihyası,
Bağında yetişir üzümün hası,
Zerdali, şeftali, nefis elması,
Dut ve elma toplar ellerin Tokat
Bu dünyada çekerse kul cefayı,
Ahirette sürer mutlak sefayı,
Selmani der bulmuş ise şifayı,
Canı sıhhat bulur, bet nefsi ölür,
Çalışkandır bizim insanlarımız,
İnsanlığa parmak basanlarımız,
Öz Türkçe konuşur lisanlarımız,
Türk’tür türkü söyler dillerin Tokat
335‐ DÜŞÜRÜR
Candan bir yâri sev akıllı isen,
Yâr vardır insanı dile düşürür,
Böyle iş etmezdin bu hali bilsen,
Kendi düşer seni bile düşürür,
Selmani Tokat’a verilir değer,
Halk ozanı olan yurdunu över,
Almus kazasından yetişmiş meğer
İşte beyan oldu hallerin Tokat,
Şimdi gençler geçkinlerle yarışır,
Gizli sevda bilinmeden sarışır,
Düşmeyenle düşen kanlar karışır,
Böyle bir durulmaz sele düşürür,
337‐ BİRİSİ KURANDIR BİRİSİ
EVLAT
Ey erenler pirler iki emanet,
Birisi Kuran’dır birisi evlat,
İkisi de aynı nuru hidayet,
Birisi Kuran’dır birisi evlat,
Divane gönlümü eğlemez isen,
Gülüm beni memnun eylemez isen,
Bana gerçekleri söylemez isen,
Araya çekilmez çile düşürür,
Okumasam bilemezdim evladı,
Fark etmezdim zülcelâlı üstadı,
Çok olsa da inkârcısı inadı,
Birisi Kuran’dır birisi evlat,
Taşlar alıp ben bu başa vurayım,
Vuramazsam başka çare arayım,
Söyle gerçeğini geri durayım,
Sonra çok perişan hale düşürür,
Elhamdülillah’la Yasin-i Şerif,
Okumasam nasıl ederdim tarif,
Aynül cem Kuran’la yürür be herif,
Birisi Kuran’dır birisi evlat,
Selmani’nin gözü yaş için söyle,
Tekkeler gübbeler taş için söyle,
Enginin pınarın baş için söyle,
Gerçek sözler bir menzile düşürür,
Be’deki bir nokta Ali’nin ismi,
Lafeta heleta cesedi cismi,
Cahil insan inkâr etse de resmi,
Birisi Kuran’dır birisi evlat,
336‐ GÜLLERİN TOKAT
Bir yanın ovadır bir yanın dağlık,
Serin serin eser yellerin Tokat,
Bir yanın bahçelik bir yanın bağlık,
Açılır bahçede güllerin Tokat,
Öğrenin de bilenlerle tartılın,
Olgunlaşıp eksilmeyin artılın,
İnanç bağlan dalaletten kurtulun,
256
El aman şahların şahı, ayırma sıradan
medet,
Birisi Kuran’dır birisi evlat,
Böyle haber verdi bu ilmi veren,
İkilikte kalmaz birliğe giren,
Gerçek kuldur ikisini bir gören,
Birisi Kuran’dır birisi evlat,
Yüz yirmi dört bin nebiden hem cümle
enbiyalardan,
İsterim derdime çare erenler
evliyalardan,
Bunca şehidi şüheda mürüvvet et
riyalardan,
Okunan natığı samit ah ile karadan
medet,
Selmani sözünden alana anlat,
Sözün dinlenirse yükselir kat kat,
Vallah billâh bu bir hak ve hakikat,
Birisi Kuran’dır birisi evlat,
338‐ AH MADDİYAT MADDİYAT
Dedeler dervişler düzen olurdu,
Bozan sensin ah maddiyat maddiyat,
Sen olmasan kullar Hakk’ı bulurdu,
Azan sensin ah maddiyat maddiyat,
Kim cenginde Mustafa’nın carına tez
yeten sensin,
Hayber’in kapısın göğe aşk ile hem
atan sensin,
Yine düşmüşler elinden rahmeyleyip
tutan sensin,
Mahrum etme bu kulunu bir katre
curadan medet,
Seninle çalışır türlü cadılar,
Dünyayı karnına koymak arzular,
Yanlış yoldan yazılıyor yazılar,
Yazan sensin ah maddiyat maddiyat,
Dilimden bırakmam asla ben o sırrı
penâhımı,
Dilerim ki semalara çıkarsın şahım
âhımı,
Gaffar-üz- Zünup merdandır,
bağışlasın günahımı,
Terazide hafif etsin medet ol daradan
medet,
Mürşit olur yol bilmeyen ayılar,
Meclisi zapt eder kabadayılar,
Birbirine kazılmadı kuyular,
Kazan sensin ah maddiyat maddiyat,
Kimi dürüst halli, kimi azıyor,
Azan kişi ikrarını bozuyor,
Şair, ozan senin için yazıyor,
Ozan sensin ah maddiyat maddiyat,
Selmani’yim can bülbülüm öz bağıma
kondurayım,
Gece gündüz şeyda olup gülün ismin
andırayım,
Bu dem kalbim sarayında nur şemamı
yandırayım,
Şule versin Şirri Yezdan bize ol çıradan
medet,
Selmani’nin haklı sözü, koz olur,
Kâmil meclisinde, cahil yoz olur,
Bir gün gelir malın, mülkün toz olur,
Tozan sensin ah maddiyat maddiyat,
339‐ SIRADAN MEDET
Affeyle küllü günahım cümleyi
yaradan medet,
Tabipler tabibi sensin kurtar bu
yaradan medet,
Senden başka kimsem yoktur, sensin
kolum, kanadım Hakk,
340‐ EL AMAN MEDET
Küllü günahımla alma canımı,
Medet Şah-ı Merdan el aman medet,
Muhammed Ali’ye kaynat kanımı,
Medet Şah-ı Merdan el aman medet,
257
Hatice, Fatıma Güruh-u Naci,
Şah Hasan, Hüseyin başımız tacı,
Sizden olsun derdimizin ilacı,
Medet Şah-ı Merdan el aman medet,
Cemale olup nazarım cevher saçmak
isterim,
Divitsiz yazı yazarım şerden kaçmak
isterim,
İsmini Hakk’a salmışım varım elinden
medet,
Zeynel Abidin’i yoldaş et bize,
Gidelim Bakır’ın gittiği ize,
İmam Cafer Sadık sığındık size,
Medet Şah-ı Merdan el aman medet,
342‐ EL AMAN MÜRÜVET
Ya Muhammed Ali ya Şah-ı Merdan,
Bağışla günahım el aman mürvet,
Fatıma Ana’yı kurtaran dardan,
Bağışla günahım el aman mürvet,
Musa Kazım, İmam Rıza hakkıyçin,
Tâki’nin ettiği kaza hakkıyçin,
Affet bizi gel Murtaza hakkıyçin,
Medet Şah-ı Merdan el aman medet,
Medet Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli,
Şah Hasan, Hüseyin bir Nuru celi,
Mahrum olmaz seven İmam Zeynel’i,
Bağışla günahım el aman mürvet,
Ali Nâki olsun elim ilacı,
Askeri’yi imdadıma salıcı,
Mehdi ile bize çalma kılıcı,
Medet Şah-ı Merdan el aman medet,
İmam Bakır, İmam Caferi Kazım,
Ol İmam Rıza’dır Kuran-ı Azim,
Affet cürümümüz hep kusur bizim,
Bağışla günahım el aman mürvet,
Selmani’yim bitmez ah ile vahım,
Gel bir ihsan eyle gül yüzlü şahım,
Mahşere kalmasın affet günahım,
Medet Şah-ı Merdan el aman medet,
Muhammed Tâki’dir, tarikat şahı,
Aliyy’ün Nâki’dir âlemler mâhı,
Beşerdir kulunun çoktur günahı,
Bağışla günahım el aman mürvet,
341‐ NARIN ELİNDEN MEDET
Bülbülü şeyda oluşum zarın elinden
medet,
Gamı efkârı bulmuşum yârin elinden
medet,
Yârime yar diyeliden sinem tutuşup
yandı,
Gonca gül gibi solmuşum narın elinden
medet,
Hasan El Askeri kalbim çırası,
Muhammed Mehdi’nin Hamdi livası,
On dört masumu pak dertler devası,
Bağışla günahım el aman mürvet,
Selmani, Ali’dir şems ile mâhım,
On iki imam’çin ah ile vahım,
Gel bir ihsan eyle gül yüzlü şahım,
Bağışla günahım el aman mürvet,
Aşk ateşi âşıkları elbet yakar, soldurur,
Bağrı oda yanıkları iliminen doldurur,
Kâmilleri sadıklara dar didarı
buldurur,
Hakk’ın darında kalmışım darın
elinden medet,
343‐ MÜRVET
Ben günahkâr kulum, çoktur günahım,
El aman, el aman, el aman mürvet,
Halim sana malum gül yüzlü şahım,
El aman, el aman, el aman mürvet,
Selmani’yim aşk pazarım bu dem
açmak isterim,
Âşık sever güzellerin şahını,
258
345‐ SOĞAN KEBABI
Domuz gribinden kurtulmak için,
Soğan kebabını bol yen vatandaş,
Derdin garibinden kurtulmak için,
Soğan kebabını bol yen vatandaş,
Durduramaz feryadını âhını,
Yalvarmak yok eder kul günahını,
El aman el aman el aman mürvet,
Sen Züleyha ol da ben Yusuf Kenan,
Bu kadar kaynadı kanımız inan,
Adına sahip ol ey nazlı canan,
El aman, el aman, el aman mürvet,
Soğanları kesip takın ki şişe,
Taze etler ile birlikte pişe,
Bol bol yiyelim ki yarasın işe,
Soğan kebabını bol yen vatandaş,
İstemem dünyanın cila süsünü,
Bülbülden öğrendim inlemesini,
Bir kez daha dinlet bülbül sesini,
El aman, el aman, el aman mürvet,
Bilmem ki aslına nasıl erdiler,
Televizyonlardan haber verdiler,
Bol bol yenmesini mafık gördüler,
Soğan kebabını bol yen vatandaş,
Bir daha bir yerde görüşsek n’olur,
Arayan Leyla’sın Mevla’sın bulur,
Gönül alan candan Hakk razı olur,
El aman el aman el aman mürvet,
Selmani sağlıkçı verirse karar,
Elbette garipler bir çare arar,
Soğan satanların işine yarar,
Soğan kebabını bol yen vatandaş,
Selmani der hatır hürmete geldim,
Cevahirden olan servete geldim,
Medet mürvet dedim mürvete geldim,
El aman el aman el aman mürvet,
346‐ PARAYI KARDAŞ
Ömrümüzü yakamıza dikmedik,
Fazla uzatmayın arayı kardaş,
O kadar primi boşa ekmedik,
Ölsek kim alacak parayı kardaş,
Garip gönlüm geç vakitte uyandı,
Uyansa da gözler kana boyandı,
Yaşım geldi altmışlara dayandı,
Kapatın açılan yarayı kardaş,
344‐ TARİKAT
Halk içinde adım ozan olalı,
Dilim şeriattır sözüm tarikat,
İlim kültür kapısını bulalı,
Bilim şeriattır özüm tarikat,
Deyişlerim beyan eder özümü,
Bir mecliste kızartmadı yüzümü,
Birlik meydanında çaldım sazımı,
Telim şeriattır sazım tarikat,
Gözüm yoktur azda, çokta, noksanda,
Yaş sayısı bir değildir insanda,
Emekli olursun dendi doksanda,
Bire atlatmayın sırayı kardaş,
Söz ehliyle ehli hale karıştım,
Gizli gizli esen yele karıştım,
Toz toprak olarak sele karıştım,
Selim şeriattır tozum tarikat,
Derdimi dökmeye boşluk bulunmaz,
Gün olur gelmeye haşlık bulunmaz,
Her zaman insanda hoşluk bulunmaz,
Rahatsız etmeyin burayı kardaş,
Selmani der sel katınca denize,
Bu ilim bu ilham verildi bize,
Yürüdüm pirimin gittiği ize,
Yolum şeriattır izim tarikat.
Selmani’nin hayalini düşünü,
Kötü kader bırakmıyor peşini,
Bu gelmede bari yapın işini,
259
Dürüstlüğü suç bilerek küsmüşler,
Cenneti alaya tapu kesmişler,
Doğrulardan Gılman, Huri kalmamış,
Zora koşman bahtı karayı kardaş,
347‐ÇALIŞ
Gönül Beytullah’tır gönülü yıkma,
Elinden geldikçe kurmaya çalış,
Gerçek rıza alıp rızadan çıkma,
İkrarında sabit durmaya çalış,
Selmani hayalen geri kalan az,
İnsanlığın derinine dalan az,
Manevi inancı ele alan az,
Eski inançların biri kalmamış,
349‐ GEL YETİŞ
Hakk dostunu çevre dışı eden var,
Medet Mürvet Mehdi resul gel yetiş,
Çıkar için batıl yola giden var,
Medet Mürvet Mehdi resul gel yetiş,
Hikmet çeşmesinden dolayım dersen,
Hakkı hakikati bulayım dersen,
Olgun ocak oğlu olayım dersen,
Fakirin halini sormaya çalış,
Allah her insana vermez ilimi,
Makbul olan akıllı mı deli mi,
Hak mihmanı Ali midir veli mi,
Fehmedip sırrına varmaya çalış,
Hak Muhammed Ali soyu hakkıyçün,
Erenlerin güzel huyu hakkıyçün,
Ehli beytin yüzü suyu hakkıyçün,
Medet Mürvet Mehdi resul gel yetiş,
Aşk ile pervane döneyim dersen,
Yüksekten engine ineyim dersen,
Hırsı nefsi kini yeneyim dersen,
Bet nefsin boynunu vurmaya çalış,
Tez gel Şah-ı Merdan Ali hakkıyçün,
Hünkâr Hacı Bektaş Veli hakkıyçün,
Balım Sultan Kızıl Deli hakkıyçün,
Medet Mürvet Mehdi resul gel yetiş,
Selmani’nin dersi ak mı karamı,
Dedem ağa ile açma aramı,
Şu kalbimde gizli açan yaramı,
Tabip isen el vur sarmaya çalış,
Enbiyanın evliyanın hakkıyçün,
Şule veren nur ziyanın hakkıyçün,
Bir cenabı kübriyanın hakkıyçün,
Medet Mürvet Mehdi resul gel yetiş,
348‐ SÖZÜNÜN ERİ KALMAMIŞ
Bugün ben bir işe tecrübe ettim,
Doğrunun dünyada yeri kalmamış,
Çok doğru sözlüler sözüne gittim,
Ne yazık sözünün eri kalmamış,
Abı hayat ab zülâlin hakkıyçün,
Zikir eden lebi lâlın hakkıyçün,
Kündü Kur’an zülcelâlin hakkıyçün,
Medet Mürvet Mehdi resul gel yetiş,
Yürüyenler doğruların izinde,
Olur mu hiç eğrilerin gözünde,
Ne var ise hep dünyanın yüzünde,
Yeraltında hiç cin peri kalmamış,
Helalin nimeti aşı hakkıyçün,
Bunca şehitlerin naşı hakkıyçün,
İmam Hüseyin’in başı hakkıyçün,
Medet Mürvet Mehdi resul gel yetiş,
Eğrileri elde tutmuş tutanlar,
Doğruyu yabana atmış atanlar,
Helal kazancına haram katanlar,
Ulaşmış zirveye geri kalmamış,
Selmani âlemler mâhı hakkıyçün,
Bağrı yanıkların âhı hakkıyçün,
Şirri Yezdan şahlar şahı hakkıyçün,
Medet Mürvet Mehdi resul gel yetiş,
Yalancılar acı acı esmişler,
260
350‐ KAN YAZAR
Yâr beni ağlattın sen de ağladın,
Gözyaşım mürekkep, kalem kan yazar,
Ah ciğerim beni neden bağladın,
Gözyaşım mürekkep, kalem kan yazar,
Temiz maya tutmaz; sütü bozuldu,
352‐ ÇALANLARI DUYDUN MU?
Yirmi yedi Ağustos İncirtepe’de,
Gece olan talanları duydun mu,
Gerçek olay, kalmayınız şüphede,
Halkı derde salanları duydun mu,
Ben böyle ummazdım cevher taşından,
Daha ne geçecek kulun başından,
Değirmenler döner gözüm yaşından,
Gözyaşım mürekkep, kalem kan yazar,
Hırsız iyi hazırlamış tüzüğü,
Eve girmiş çalaraktan müzüğü,
Bir kadının parmağından yüzüğü,
Uyur iken çalanları duydun mu,
Ne zaman bitecek bu gam bu keder,
Hal bilmez yüzünden oldum derbeder,
Herkes sevdiğine böyle mi eder,
Gözyaşım mürekkep, kalem kan yazar,
Uyuyanlar uykusunun bolundan,
Çıtırtı duymamış sağı solundan,
O kadının kollukları kolundan,
Duyurmadan alanları duydun mu,
Selmani der gel söndürme közümü,
El yanında kara etme yüzümü,
Genç yaşımda kan doldurdun gözümü,
Gözyaşım mürekkep, kalem kan yazar,
Yazarımız iyi dinlen burayı,
Bir fakire açtılar bu yarayı,
Hep almışlar evde olan parayı,
Eli bomboş kalanları duydun mu,
351‐ ADI BOZULDU
Dinleyin erenler beyan eyleyim,
Doğruluk, dürüstlük adı bozuldu,
Gerçektir sözlerim size söyleyim,
Zamane halkının tadı bozuldu,
Mevla’m fırsat verme o hırsızlara,
Fırsatı buldukça gelir hızlara,
Selmani der gelinlere kızlara,
Büyük örnek olanları duydun mu,
Genci, ihtiyarı içmekte rakı,
Doldurur rakıyı hal bilmez saki,
Muhammed Ali’den yoktur idraki,
Sıyrıldı hayâsı udu bozuldu,
353‐ OLUR MU
Ey Türkoğlu din harici olana,
Toprak namus teslim etmek olur mu,
Zorbalıkla yurttan üsler alana,
Toprak namus teslim etmek olur mu,
Beyhude konuşur genci kocası,
Dedesi, dervişi hacı hocası,
Şeytanlıkta geçer gündüz gecesi,
Vaizi, müftüsü kadı bozuldu,
Görünüşte Türkiye’ye dost diyor,
Hesabına gelmeyince sus diyor,
Üstelik park genel evi istiyor,
Toprak namus teslim etmek olur mu,
Hilâfım yok, sözüm söylerim candan,
Ayırmasın şahım kâmil insandan,
Habersiz oldular ikrar, imandan,
Yaranı, yoldaşı, yâdı bozuldu,
Sanmayın ki bu bizlere yarıyor,
Yavaş yavaş her tarafı sarıyor,
Petrolleri başkaları arıyor,
Toprak namus teslim etmek olur mu,
Selmani der bir gaflete dalınmış,
Hayal denizine gemi salınmış,
Damızlıklar bozuk kandan çalınmış,
Sözde yurtta beş altı ay kalacak,
261
355‐ EV DOMUZU MU
İnsanlara grip salan domuzlar,
Dağ domuzu mudur ev domuzu mu,
Yakalanan canlar ağlayıp sızlar,
Dağ domuzu mudur ev domuzu mu,
Türk’ün tezkeresi destek olacak,
Anlaşıldı tamam teslim olacak,
Toprak namus teslim etmek olur mu,
Mehmetçiği neden yıkıp yakalım,
İş işten geçmeden karşı çıkalım,
Bu illetin çaresine bakalım,
Toprak namus teslim etmek olur mu,
Dağda mı evde mi hiçbir soran yok,
Sorulsa da bilincine varan yok,
İncelenip üzerinde duran yok,
Dağ domuzu mudur ev domuzu mu,
Önlemek milletin, devletin işi,
Dünya istemiyor harbe girişi,
Yakmasın milleti düşman ateşi,
Toprak namus teslim etmek olur mu,
İkisi bir olup hızlanmış mıdır,
Evdeki yetişip gizlenmiş midir,
Dağdakiler gibi yozlanmış mıdır,
Dağ domuzu mudur ev domuzu mu,
Allah fırsat verme kalbi hayına,
Aldanman ABD er subayına,
Selmani uyarı verem yayına,
Toprak namus teslim etmek olur mu,
Kimisi hamsi yer kimi yaş gıda,
Birisi tesirli biri boş gıda,
Ölen öldü gitti kalan kuşkuda,
Dağ domuzu mudur ev domuzu mu,
354‐ KURTULUR MU
Âşık olan Sarı Gül’e,
Gül derdinden kurtulur mu,
Aşk elinden düşen dile,
Dil derdinden kurtulur mu,
Selmani ister mi muzur çok olsun,
Dilerim dert bitsin huzur çok olsun,
Belleklerde tüm şüpheler yok olsun,
Dağ domuzu mudur ev domuzu mu,
Derdi uzar şarktan garba,
Kader ile giren harbe,
Akrabadan yiyen darbe,
El derdinden kurtulur mu,
356‐ BENGİSU
Mevla’nın verdiği dünya yemişi,
Dostum Muhammed’in kızı Bengisu,
Bir deme söyleyim bugün burada,
Devam etsin dostun sözü Bengisu,
Aşksız olan bizi taşlar,
Gayrı ateşlerle haşlar,
Gözlerinden döken yaşlar,
Sel derdinden kurtulur mu,
Âşık bilir âşıkların halını,
Âşıklar pak eder Hakk’ın yolunu,
Babası neylesin dünya malını,
Onundur âlemin özü Bengisu,
Bitirir mi dert efkârı,
Zarardan az eden kârı,
Estiren hazan rüzgârı,
Yel derdinden kurtulur mu,
Yaradan erdirsin uzun murada,
Âşık bakam nasıl söyler arada,
Babasıyla sohbetim var burada,
Onun için çaldım sazı Bengisu,
Selmani kaynayıp pişen,
Dertsize derdini deşen,
Nefsin tuzağına düşen,
Bel derdinden kurtulur mu,
Âşık olan eder güzelin methi,
Her zaman buyruktan alır himmeti,
Evlattır babanın tadı lezzeti,
262
Bu bayramı kan gölüne döndürdü,
Canlarını kurtarmaya zorlaşıp,
Bu bayramı kan gölüne döndürdü,
Ağzında ekmeği tuzu Bengisu,
Selmani’yim yandım ben bir közünen,
Gönüller eğledim sohbet sözünen,
Dilerim babası çalsın sazınan,
Getirsin baharı yazı Bengisu,
357‐ PARAYA DÖNDÜ
Kaptan olup dalmış idim deryaya,
Sefinem yüzmeyip karaya döndü,
Bir göz attım cem evine camiye,
Bütün ibadetler paraya döndü,
İki kıyım birbirine eklenen,
Kesilen kurbandan hayır beklenen,
Sevap edem derken günah yüklenen,
Bu bayramı kan gölüne döndürdü,
Kaçan hayvanlara kurşun sıkanlar,
Bacakların kesip yere yıkanlar,
Kutsal bayram diye sahip çıkanlar,
Bu bayramı kan gölüne döndürdü,
Beyit okusan da alınır para,
Âşıkların bahtı ezelden kara,
Açılmıştı kalpte ufak bir yara,
Bu yara onulmaz yaraya döndü,
Kurban kesmek sevap diye duyanlar,
Allah için kesenlere uyanlar,
Duasız tekbirsiz cana kıyanlar,
Bu bayramı kan gölüne döndürdü,
Benimseyen yoktur pek doğruları,
Başta tutulmakta söz uğruları,
Hafif yollu olan baş ağrıları,
Günden güne artıp saraya döndü,
Manevi inançtan gıda almayan,
Evladına kıyıp bıçak çalmayan,
Canı kurban mal tercüman olmayan,
Bu bayramı kan gölüne döndürdü,
Taati kaldırmış menfaatle kâr,
Bu yüzden gerçekler edilir inkâr,
Ne kadar var ise sazcı sanatkâr,
Paralı kanalda sıraya döndü,
Kınar bizi halimizi görenler,
Kınamadan razı olmaz erenler,
Boşuna kurbana para verenler,
Bu bayramı kan gölüne döndürdü,
Büyüklere bir hal danışılmıyor,
Dertsizlere dertler yanaşılmıyor,
Kibirli insanla konuşulmuyor,
Acı acı esen boraya döndü,
Selmani der n’olur korkun Allah’tan,
Haberiniz olsun sırrı penahtan,
Hayır, bilip kaçmayanlar günahtan,
Bu bayramı kan gölüne döndürdü,
İbrişimden üstün tutarlar bezi,
Enginlikten kimse saymıyor bizi,
Gerçek bir âşığın geçerli sözü,
Terazide hafif daraya döndü,
359‐ KALAN ÖMRÜMÜ
Cananım manevi bir dostluk kursak,
Uğrunda harcasam olan ömrümü,
Bağlanıp bir ikrar üstüne dursak,
Seninle bitirsem kalan ömrümü,
Selmani vazife göreyim derken,
Bir gönüle göze gireyim derken,
Herkese bir ışık vereyim derken,
Gamlı gönlüm sönmüş çıraya döndü,
Ne dert bitip ne de çile doluyor,
Görenler diyor ki sana n’oluyor,
Şu ömrümün çiçekleri soluyor,
Ne olur yeşertsen solan ömrümü,
358‐ DÖNDÜRDÜ
İnsan kanı kurban kanı birleşip,
Güzelim gül yüzün bana döndürsen,
263
Gözlerimden akan yaşı dindirsen,
Selmani der yedi yaşa indirsen,
Altmışı, yetmişi bulan ömrümü,
Cenab-ı Hak sözü yazdıran bana,
Emanet denildi nebi zişâna,
Sevdiğim Muhammed tavsiyem sana,
Adınla beraber evladını sev,
360‐ YÜRÜ
Dünyanın varına aldanan insan,
Maddi ile maneviye bir yürü,
Cenabı Mevla’yı umursar isen,
İkisini bir ayarda sür yürü,
Selmani der sırrın agâhı oldum,
Ben de bilemedim ne idim n’oldum,
Bu ilmi bunları sevmekle buldum,
Adınla beraber evladını sev,
Maddiyet şanadır, manevi cana,
Bunlar ata, ana olur insana,
Hayır ile şerri, bildirir sana
Vakti iken manasına er yürü
362‐ ANLAMAZ
Nefsi ile cenk etmeyen merdi meydan
anlamaz,
Mürşide biat etmeyen edep, erkân
anlamaz,
Muhammed Ali den miras kaldı bize
tarikat,
Dört kapıyı kırk makamı kavmi şeytan
anlamaz,
Maneviyle gider, gönül darlığın,
Belli olur yaratana yarlığın,
Şayet şerre çalışırsa varlığın,
Gafil olma şer defterin dür yürü,
Hüseyin’i Kerbelâ’nın düş olmayan
yasına,
Katlanamaz Hak Teâlâ’nın derdine
belâsına,
Asla agâh olamazlar bu ilmin
deryasına,
Lâl-i mercanı bulmayan gevheri kan
anlamaz,
Maddiyatı çok konuşma dilinde,
Gönlün dolanmasın kızda gelinde,
Hayır da elinde şer de elinde,
İster hayır iste ister şer yürü.
Maneviyi seven, kurtulur şerden,
Alır nasibini bir gerçek erden,
Selmani der, himmet alınca pirden,
Canını canana kurban ver yürü,
Nefsi yenen aldanır mı bu fenanın
tadına,
Katledenler nefsi şumu koşulmaz
inadına,
Kim ki candan rıza vermez Haydar’ın
evlâdına,
Ehli Beyti candan sevmez Şah-ı
Merdan anlamaz,
361‐ EVLADINI SEV
Muhammed adını taşımak için,
Adınla beraber evladını sev,
Nuru ile kalbin ışımak için,
Adınla beraber evladını sev,
Hak nasip etmiştir sana bu adı,
İnançsızın sevmemektir inadı,
Muhammed torunu Ali evladı,
Adınla beraber evladını sev,
Kardeşleri gör n’eyledi ol Yusuf u
Kenan’ı,
Kuyuya attılar ama Mevlâ korudu onu,
Bezirgân gelip kurtardı öyle buldu
imkânı,
Bu hali bilmeyenler Yusuf Kenan
anlamaz,
Bizlere emanet Kur’an ve evlat,
Bunları sevmektir hak ve hakikat,
Seversen yükselir derecen kat kat,
Adınla beraber evladını sev,
264
Alevi yoluna doğru giderse,
Can çıkmadan komşu hakkın öderse,
Sağlığında ruhun insan ederse,
Ruhu esfel şeytan olmaz cin olmaz,
Ey Selmani arif olup bil Allah-u Teâlâyı
Münkirler lâ deseler de, sen zikreyle
İllâ’yı,
İnsanların cemalinde görmeyenler
Mevlâ’yı,
Cavidan ilmine erip Şirri Yezdan
anlamaz,
Alevi’yim derse bir yerde biri,
Olamaz kalbinden silmezse kiri,
Özünden habersiz yaşayan diri,
Canlı mı cansız mı hiç emin olmaz,
363‐ HAZRETİ OLAMAZ
Kuran-ı Kerim’de adı geçmeyen,
Takma isimler hazreti olamaz,
Ali evladına değer biçmeyen,
Takma isimler hazreti olamaz,
Selmani kendinden olagör emin,
Adı yok Muhammed Alisiz cemin,
Hakk’a baş indirip etmeli yemin,
Yoksa Hakk bizlere müheymin olmaz,
İnsanlara gayrı gözle bakanlar,
Nefsin ateşine cismin yakanlar,
Kendine hazreti isim takanlar,
Takma isimler hazreti olamaz,
365‐ OLMAZ
Ne umarsın muhannetten kerimi,
Keremsizden yaren olmaz, yar olmaz,
Yükletir üstüne derdi veremi,
Dert verenden zarar gelir, kâr olmaz,
Taklit olur bu ad erilmeyince,
Bir keşfi keramet görülmeyince,
Cenab-ı Allah’tan verilmeyince,
Takma isimler hazreti olamaz,
Hoş görülü olup yüzü gülmeyen,
Dert ehli olanın halini bilmeyen,
Ağlayan gözlerin yaşını silmeyen,
Aşkı muhabbetle bir karar olmaz,
Hazreti demek Allah’a mahsus,
Bir de Âdem Safiyullah’a mahsus,
Hak Muhammed Resulullah’a mahsus,
Takma isimler hazreti olamaz,
Selmani hazretlik Ali’ye hastır,
Fatma ana gibi uluya hastır,
Cümle nebi cümle veliye hastır,
Takma isimler hazreti olamaz,
Kendini pul gibi yerlere saçma,
Candan seven canı terk edip kaçma,
Her olur olmaza derdini açma,
Bu zaman halkında beh pazar olmaz,
Âşık olan içmese de sarhoştur,
Teselli et gamlı gönlünü coştur,
Boş hayalin sonu borandır kıştır,
Bu öyle bir kış ki yaz bahar olmaz,
364‐ KİN OLMAZ DİN OLMAZ
Alevi adını taşıyan kardaş,
Alevi’de kibir olmaz kin olmaz,
Alevi nefsiyle etmeli savaş,
Kibirlide iman olmaz din olmaz,
Gerçek dosttur sevip içe sayanlar,
Bin derdimi bire üçe sayanlar,
Sefil Selmani’yi hiçe sayanlar,
Allah’ın indinde berhudar olmaz,
Gerçek Aleviler helal yer içer,
Ehli beyti sever gayriden geçer,
İnsanlıkla yaşar insanca göçer,
Münkerli, Nekirli korkunç sin olmaz,
366‐ OLMAZ
Yası matem sohbetinde,
Ey erenler yarış olmaz,
Yarış olan bir toplumdan,
265
Bu dünyada giymek ister kemhayı,
Dürrü dükkân nedir şal nedir bilmez,
Kemlik doğar barış olmaz,
Gören gözün göz hakkı var,
Temiz özün öz hakkı var,
Her insanın söz hakkı var,
Halkı basit görüş olmaz,
Kendi ateşinde kendi dağlanır,
Önde gülünürse sonda ağlanır,
Meyve getirmeyen dala bağlanır,
Ona cevkân nedir dal nedir bilmez,
Pir mikrofon kiralıyor,
Özün halka aralıyor,
Yanan kalbi karalıyor,
Böyle yara sarış olmaz,
Selmani sen kendin arı ol arı,
Kendini bilenler terk etmez arı,
Yüzünde görmeyen didarı darı,
Kevnü mekân nedir sal nedir bilmez.
Engin olmak bize Hakk’tan,
Sözleri söyletir yoktan,
Özü çürük bağırsaktan,
Yaya taksan kiriş olmaz,
368‐ GÖNÜL KIRILMAZ
Gönül kırmak huyum değil,
Kırılmaz gönül kırılmaz,
Bir görüşte verdim meyil,
Durulmaz gönül durulmaz,
Kalpler nurla dolmayınca,
Aşkla yüzler solmayınca,
Gönül engin olmayınca,
Yüce Hakk’a varış olmaz,
Acı çektim acı oldum,
Çok derdin ilacı oldum,
Sen ceylan ben avcı oldum,
Vurulmaz gönül vurulmaz,
Türap ferdin anasıdır,
Gerçek sözün manasıdır,
Gönül Hakk’ın binasıdır,
Tamir olur kırış olmaz,
Özüm gönlüm sevgim mertte,
Aşk elinden başım dertte,
Duydum evin Esenyurt’ta,
Varılmaz gönül varılmaz,
Selmani halk derilmezse,
Hak sırrına erilmezse,
Bize meydan verilmezse,
Asla alış veriş olmaz,
Koklasa idim güllerden,
İsmim düşmezdi dillerden,
Adını sorsam ellerden,
Sorulmaz gönül sorulmaz
367‐ BİLMEZ
Cenneti âlâya tapu kesenler,
Edep erkân nedir yol nedir bilmez,
Kaba softa olup yüksek esenler,
Asıl mekân nedir hal nedir bilmez,
Selmani der duydum adın,
Su gibi coştun kaynadın,
Ben saz çaldım sen oynadın,
Yorulmaz gönül yorulmaz,
Zevkü sefa içre Hakk’a yollanır,
Al yeşilli libas giyer sallanır,
Bir kimse bal dese ağzı ballanır,
Sırra imkân nedir bal nedir bilmez,
369‐ DERDİNDEN KURTULMAZ
Mecnun, Leyla deyip düştü çöllere
Çöle düşen çöl derdinden kurtulmaz
Sevda çeken elbet düşer dillere
Dile düşen dil derdinden kurtulmaz
Karnın yarsan bulamazsın cim ha’yı,
Çünkü idrak etmemiştir mim ha’yı,
266
Dile düşen âşık ah çeker elbet,
Leyla’sın arayan çekmez mi zahmet,
Âşığın kısmeti diyarı gurbet
Ele düşen el derdinden kurtulmaz,
Hem cevher hem nurdur bahçenin adı,
Can bülbülü konar eder feryadı,
Hiçbir şeyde yoktur lezzeti tadı,
Koklamaya sevmelere doyulmaz,
İlden ile ömür harcar ilinen,
Çalar sazı gönül eğler dilinen,
Bile ağlar dertli öten telinen,
Tele düşen tel derdinden kurtulmaz,
Duyurmak bu kadar geldi elimden,
Aşk ehli olanlar anlar dilimden,
Selmani der doymak olmaz gülümden,
Koklamaya sevmelere doyulmaz,
Tellere karışır âşığın sesi,
Ömürü bitirir bitmez çilesi,
Aşk rüzgârı denen âşık nefesi,
Yele düşen yel derdinden kurtulmaz,
Selmani sevdası olan yellerde,
Bülbül gibi figan eder güllerde,
Bir katre bir derya olsa sellerde,
Sele düşen sel derdinden kurtulmaz,
371‐ İNANMAZ
Âşık Selmani’ye inanmayanlar,
Elli yedi binlere de inanmaz,
Gaflet uykusundan uyanmayanlar,
Elli yedi binlere de inanmaz,
Elli yedi bin can doğdu anadan,
Beyitler söyleyip göçtü dünyadan,
Bunları bilip de sevmeyen nadan,
Elli yedi binlere de inanmaz,
370‐ DOYULMAZ
Gönül bahçesinde canlı gül biter,
Koklamaya sevmelere doyulmaz,
Yakar ne ateş var ne duman tüter,
Koklamaya sevmelere doyulmaz,
Müminler kalbinde gizleyip tutan,
İrfan sohbetinde gevherin satan,
Yedisini sevip kalanı atan,
Elli yedi binlere de inanmaz,
O gülün dikeni tatlı acıdır,
Yumuşaktır sertten fazla acıdır,
Koklayıp sevmenin herkes acıdır,
Koklamaya sevmelere doyulmaz,
Manaya mantığa aklı ermeyen,
Gerçek erenlere meyil vermeyen,
Hepisini bir göz ile görmeyen,
Elli yedi binlere de inanmaz,
Acı tatlı diken ağızda dildir,
Bilmeyen canları ikaz et bildir,
Nasıl bir bahçedir nasıl bir güldür,
Koklamaya sevmelere doyulmaz,
Kin kibiri atıp kalbin silmeyen,
Ölmeden evvela nefsi ölmeyen,
Dört kapıyı kırk makamı bilmeyen,
Elli yedi binlere de inanmaz,
Kökü gökte yere olan dalı var,
Manası acayip müşkül hali var,
Arısı var, çiçeği var, balı var,
Koklamaya sevmelere doyulmaz,
Hikmet çeşmesinden kabı dolmayan,
Ehli beytin aşkı ile solmayan,
On iki hizmette eli olmayan,
Elli yedi binlere de inanmaz,
Evliya sırrını yâda yayanlar,
Verdiği ikrardan geri cayanlar,
Sefil Selmani’yi hiçe sayanlar,
Elli yedi binlere de inanmaz,
Bu bahçenin nurdur her bir köşesi,
Hep bunda bitmekte beyi paşası,
Gülü koklayanın artar neşesi,
Koklamaya sevmelere doyulmaz,
267
372‐ KURAN OKUNMAZ
Kuran’ı çevirmen yeni Türkçeye,
Yeni Türkçe ile Kuran okunmaz,
Önem veren olmaz Elif’e Be’ye,
Yeni Türkçe ile Kuran okunmaz,
Münevver olan gönülde,
Güman bulunmaz bulunmaz,
Bu aşk beni koydu hızda,
Gönül gezer gelin kızda,
Selmani der ikrarsızda,
Aman bulunmaz bulunmaz,
Kuran kıratı ayete göre,
Kabul olunması niyete göre,
Kör körüne olan gayrete göre,
Yeni Türkçe ile Kuran okunmaz,
374‐ ELİM DURMAZ
Daha söz yazmayım dedim,
Elim durmaz dilim durmaz,
Arayı bozmayım dedim,
Dilim durmaz elim durmaz,
İsterse çok dürüst olsun niyetler,
Okunurken belli olur zayetler,
Arapçaya ayarlanmış ayetler,
Yeni Türkçe ile Kuran okunmaz,
Aşk ateşi kalbim yakar,
Sevem derken gönül yıkar,
Gözlerimden kan yaş akar,
Selim durmaz selim durmaz,
Bu sözleri duyan sözümü tutsa,
En yüksek tahsille kendin okutsa,
Bütün ilimleri cildiyle yutsa,
Yeni Türkçe ile Kuran okunmaz,
Sevem desem gülüm küser,
Arada bazı gülümser,
Başımda bir rüzgâr eser,
Yelim durmaz yelim durmaz,
Selmani’yim buna çok zekâ yordum,
Nice âlimlerden manalar sordum,
Kuran okumanın farkına vardım,
Yeni Türkçe ile Kuran okunmaz
Boşuna geçtikçe çağlar,
Deli gönlüm kara bağlar,
Ben ağlarken saz da ağlar,
Telim durmaz telim durmaz,
373‐ BULUNMAZ
Sevdiğim sevdasız başta,
Duman bulunmaz bulunmaz,
Güzellik olmayan kaşta,
Keman bulunmaz bulunmaz,
Selmani’ye bir müjde ver,
İstersen geç istersen er,
Ölsem ruhum Sarı Gül der,
Ölüm durmaz ölüm durmaz,
Halimizi danışmaya,
Derdimizi yanışmaya,
İçli dışlı konuşmaya,
Zaman bulunmaz bulunmaz,
375‐ TAŞLARI DA YAZ
Kuyruğa dizilen çeşme başında,
Doluları da yaz, boşları da yaz,
Keşik kavgasında su savaşında,
Arkadan atılan taşları da yaz,
Sevenden uzak kaçanda,
Pul diye yere saçanda,
Âşığa yara açanda,
İman bulunmaz bulunmaz,
Çekişen kadınlar tutunca taşa,
Hepsi ete değer hiç gitmez boşa,
Herkiler kovalar indikçe başa,
Herkiyle kırılan başları da yaz,
Arzumânım Sarı Gül’de,
Varlığım sanırdım elde,
268
Su alanlar sulanıp da kananda,
Almayanlar susuz geri dönende,
Kurunun yanında yaşlar yananda,
Kurularla yanan yaşları da yaz,
Dost senin adını Beyaz Gül taktım,
Dünyaya geleli gülmedi bahtım,
Ben kendimi Tanrı aşkıyla yaktım,
Benim aşkım gayrı aşka benzemez,
Kavga iyi olmaz ey vatandaşlar,
İnsanlık dışıdır böyle savaşlar,
Macera yaratır beyinsiz kuşlar,
Söz tesir etmeyen kuşları da yaz,
Gizli tutalım ki eller bilmesin,
Aşkı bilmeyenler bize gülmesin,
Hatırına gayrı aşklar gelmesin,
Benim aşkım gayrı aşka benzemez,
Tanrı akıl versin cahil kullara,
Karıyı uşağı döker yollara,
Şikâyet olunca karakollara,
Yumrukla dövülen döşleri de yaz,
Selmani der aşkın hocası olmaz,
Düşenlerin gündüz gecesi olmaz,
Aşk ehlinin genci kocası olmaz,
Benim aşkım gayrı aşka benzemez
376‐ GÖNÜL GEÇMEZ
Sarı Gül’üm bu sevdadan,
Ben geçerim gönül geçmez,
Nazlı yâri aramadan,
Ben geçerim gönül geçmez,
378‐ TÜRKÜSÜ ÖLMEZ
Hiçe saymayalım halk müziğini,
Türklük ölmedikçe türküsü ölmez,
Takip etmek yanlış, el tüzüğünü
Türklük ölmedikçe türküsü ölmez
Aşk dediğin gizli bir ok,
Sefasından cefası çok,
Vazgeçmenin çaresi yok,
Ben geçerim gönül geçmez,
Böyle değildim ezelden,
Benzim fark olmaz gazelden,
Senin gibi bir güzelden,
Ben geçerim gönül geçmez,
Bugünü yaşarken düşün yarını,
Düşürmeyip Türk’ün itibarını,
Yaşatalım bu halk sanatlarını,
Türklük ölmedikçe türküsü ölmez,
İzleyip anlamlı söz yazanları,
Bir kenara atıp iş bozanları,
Niçin susup kalsın halk ozanları,
Türklük ölmedikçe, türküsü ölmez,
Değme güzele dost demem,
Manasız söze has demem,
Dediysem de vazgeçemem,
Ben geçerim gönül geçmez,
Sanata buradan doğar ışıklar,
Lakin fark edemez aklı kaçıklar,
Emek verip beste yapar âşıklar,
Türklük ölmedikçe türküsü ölmez
Aşk ehlinin suyuna git,
Selmani der menzile yet,
Bizi böyle idare et,
Ben geçerim gönül geçmez,
Âşıklar girince festivallere,
Sözler söyler ayrı ayrı dallara,
Selmani hayrandır seven kullara,
Türklük ölmedikçe türküsü ölmez,
377‐ GAYRI AŞKA BENZEMEZ
Allah aşkı ile sevdim ben seni,
Benim aşkım gayrı aşka benzemez,
İster amca ister baba bil beni,
Benim aşkım gayrı aşka benzemez,
379‐ BİLİNMEZ
Beyaz Gül’üm âşığına bir buse,
Vermeyince sevdiğimiz bilinmez,
Bağında açılan gonca gülleri,
269
Satmak bilmez satana da ön vermez,
Muhammed Ali’nin doğru yolunu,
Tutmak bilmez tutana da ön vermez,
Dermeyince sevdiğimiz bilinmez,
Ne var ne yok hep söyledim özümü,
Çekinmeden içten gelen sözümü,
Beyaz Gül’üm yüzlerine yüzümü,
Sürmeyince sevdiğimiz bilinmez,
Öğüt versen bile gelmez imkâna,
Hiç idraki yoktur gevheri kana,
Evliya ceminde edep erkâna,
Yatmak bilmez yatana da ön vermez,
Herkes ister muhabbetin hasını,
Mümin çeker ehli beytin yasını,
Rıza pazarında hak lokmasını,
Yutmak bilmez yutana da ön vermez,
Hakk’ın emri ile buldum dostumu,
Dostum anlar düşüncemi kastımı,
Yüzdürüp de yar yoluna postumu,
Sermeyince sevdiğimiz bilinmez,
Beyaz gülüm senle öğrendim varı,
Yoku var etmekmiş âşığın karı,
Sevdamıza gizli gönül hisarı,
Örmeyince sevdiğimiz bilinmez,
Erenler mihrine meyil katılır,
Senlik benlik bir tarafa atılır,
Cennetin binası nasıl çatılır,
Çatmak bilmez çatana da ön vermez,
Kendin üzme cahil insan haltına,
Sarraf olan kıymet verir altına,
Selmani der bir örtünün altına,
Girmeyince sevdiğimiz bilinmez,
Katılmak çok güçtür ehli irfana,
Vermedikçe şirin canı canana,
İçindeki kiri pası bir yana,
Atmak bilmez atana da ön vermez,
380‐ GERİ DÖNMEZ
Boş yere kendini üzme,
Giden ömür geri dönmez,
Yarı yaşta candan bezme,
Giden ömür geri dönmez,
Serçeşmenin gözündedir servana,
İyi bilen uymaz nefsi Mervan’a,
Kendini o şaha giden kervana,
Katmak bilmez katana da ön vermez,
Helal yiyip helal içir,
Ruhu insanlıkla göçür,
Kalan günleri hoş geçir
Giden ömür geri dönmez,
Gelin dalmayalım var deryasına,
Dalanı düşürür har deryasına,
Selmani der girip nur deryasına,
Batmak bilmez batana da ön vermez,
Zarif olup incelmeyi,
Neşelenip dincelmeyi,
Gönül ister gencelmeyi,
Giden ömür geri dönmez,
382‐ YOLU YÜRÜMEZ
Şair yerleşirse cem evlerine,
Muhammed Ali’nin yolu yürümez,
İlim bilip dalınmazsa derine,
Muhammed Ali’nin yolu yürümez,
Selmani der Belkıs Hanım,
Sevenlere kaynar kanım
Bende isterim ya canım
Giden ömür geri dönmez
Deyiş batın ilmi, şiir zahiri,
Ne olacak bu milletin ahiri,
Bilinçsizce işler isek küfürü,
Muhammed Ali’nin yolu yürümez,
381‐ ÖN VERMEZ
Canlar var olası liderlerimiz,
Hakk sevdamız didar için dar için,
270
Şah-ı Merdan Ali gibi yâr için,
Günah olur yol sürersek kâr için,
Muhammed Ali’nin yolu yürümez,
Hak Muhammed Ali gelmezse dile,
Özlerle gönüller olur mu bile,
Zahiri okunan şiirler ile,
Muhammed Ali’nin yolu yürümez,
Nun niyazın vardır pire,
Vav’dır visalullahımız,
He den hidayet erişe,
Lâm elif, Ye tez yetişe,
Selmani’yi yak ateşe,
Pişir Halilullah’ımız,
384‐ EL PARASIZ DİL YARASIZ
Sahteliği ele aldık,
El parasız dil yarasız,
Gaflet uykusuna daldık,
El parasız dil yarasız,
Müminler gayriden sakınmadıkça,
Teslim Rıza adı takınmadıkça,
Deyiş düvazimam okunmadıkça,
Muhammed Ali’nin yolu yürümez,
Selmani od yanmaz tutuşturmadan,
Koyunla kuzuyu katıştırmadan,
İrfan âşıkları yetiştirmeden,
Muhammed Ali’nin yolu yürümez,
Küfür çeşmesinden dolduk,
Sanırdık Allah’ı bulduk,
Bile bile münkir olduk,
El parasız dil yarasız,
383‐ ELİFNAME
Elif, Allah adı ola,
Be, bizim zikrullahımız,
Te, talibiz biz bu yola,
Se, kabul et Allah’ımız,
Ders okurduk nokta nokta,
Hiç durmadan ay yıl hafta,
Güya dürüst işler sahte,
El parasız, dil yarasız,
Cim, cümleye nazır sensin,
Ha, her yerde hazır sensin,
Hı, Hazreti Hızır sensin,
Dal’la delilullahımız,
Yalan duysak gerçek sandık,
Saçma sözlere inandık,
Nefsin ateşine yandık,
El parasız dil yarasız,
Zel, zikrimiz Ali Haydar,
Şah’a dayanmadı Hayber,
Rı ve Ze hatmi peygamber,
Oldur Habibullah’ımız,
Çağırana coşa coşa,
Gidiyorduk koşa koşa,
Hep emekler gitti boşa,
El parasız dil yarasız,
Sin ve Şın’dır şems-i mâhım,
Sad, sıfat Dad temennaım,
Tı, tarikat pir-i şahım,
Zı, nur-u veçhullahımız,
Yaz mevsimi gelirmiş kış,
Bu nasıl Hakk’a inanış,
Sözler doğru özler yanlış,
El parasız dil yarasız,
Selmani çok aşka geldim,
Sanırdım ki âşık oldum,
Noksanları yeni buldum,
El parasız dil yarasız,
Ayın, aydınlatan beni,
Gayın, kadim cömert kani,
Fe, fehmeylersen seni,
Gaf’tır Gafurullah’ımız,
Kef, kerem kani bir ere,
Lâm, Mim ile rızık vere,
385‐ İNSAFSIZ BEDDUASI
Ne kadar usandın, ne kadar bezdin,
271
Ne için eğersin kaşın insafsız,
Bana yâr olmayıp yâd elle gezdin,
Dilerim uyuz ol kaşın insafsız,
Selmani bir düşün kendi kendine,
Akıl ermez düzenine fendine,
Bağlanayım desen bile pendine,
Sarışılmaz kader ile imkânsız,
Murat alma her bir yerin gam olsun,
Dünyayı gördüğün camlar nem olsun,
İsterim durağın cehennem olsun,
Cennette eğlenme taşın insafsız
387‐ VALİMİZ
Tokat ellerine özen gösteren,
Vilayetin lideridir valimiz,
Milliyet ve devlete çok emek veren,
Memleketin lideridir valimiz,
Zehir eksik olmasın hiç aşından,
Bela eksik olmasın hiç başından,
Kurtulma âşığın sitem taşından,
Eksilmesin baştan taşın insafsız,
Okulsuz köylere okullar kurdu,
Ulu önderliğini halka duyurdu,
Muhtarlara çalışmayı buyurdu,
Cesaretin lideridir valimiz,
Derdin artıp halin perişan olsun,
Otağın yatağın bir külhan olsun,
Gözlerinden akan yaşlar kan olsun,
Gece gündüz aksın yaşın insafsız,
Kaymakam beylere verir emrini,
Esirgemez, çimentoyu, demiri,
Bilginliktir, uzun eden ömürü,
Milliyetin lideridir valimiz,
Selmani der hep dişlerin dökülsün,
Gençliğinde belin iki bükülsün,
İskeletin kalsın etin dökülsün,
İsterse on olsun yaşın insafsız,
Vatansever duygu vardır özünde,
Amir, memur, çalışkandır gözünde,
Emirdardır Tekel, Orköy, Yese’de,
Her cihetin lideridir valimiz,
386‐ İMKÂNSIZ
Bir kere sillesi değmesin yoksa
Yarışılmaz kader ile imkânsız,
İnsana kem gözle hışm ile baksa,
Barışılmaz kader ile imkânsız,
Yazıcıoğlu, millet için çalışır,
Çambulak’ın töreninde buluşur,
Selmani de resmiyete alışır,
Resmiyetin lideridir valimiz,
Kimse düş olmasın böyle muzura,
El açarak dua edem Hızır’a,
Hâkimler hâkimi alsa huzura,
Duruşulmaz kader ile imkânsız,
388‐ BAYRAMA VEDA
Ben Konya’ya koşa koşa varırdım,
Eğer bizi basit görmeseydiniz,
Huzurda el pençe divan dururdum,
Hakkımızı ele vermeseydiniz,
Binlerce dert verse yine dert azdır,
Acımaz insana kavli garazdır,
Güç kuvvet yetişmez çok hilebazdır,
Vuruşulmaz kader ile imkânsız,
Ne maddiyat vardır ne maneviyet,
Ben nasıl edeyim varmaya niyet,
Olmazdı bülbüle güle eziyet,
Gülü yolar gibi dermeseydiniz,
Derdi gamı verir alırsa alır,
Kimse mani olmaz dediği olur,
Her ne iş işlerse yanına kalır,
Soruşulmaz kader ile imkânsız,
Aklım ermez bu bayramın işine,
Kimsesiz olanın taş yok dişine,
Düşmezdiniz bir peh pehin peşine,
272
Yanlış fikirlere girmeseydiniz,
Erenler özümüz dar etmeliyiz,
Engin idim yerde idi yüzlerim,
Daha neler diyecekti sözlerim,
Yine varıp görecekti gözlerim,
Aramıza perde germeseydiniz,
390‐ HAKİKAT EHLİYİZ
Evvel kapı şeriattır biz şeriat ehliyiz,
İkinci tarikattır hem tarikat ehliyiz,
Dört kapının dördünü de fehmeyleyip
bilmişiz,
Marifetten yel eseli bil hakikat ehliyiz,
Selmani gönülde bir saklanırdı,
Gâhî geç gâhî de er saklanırdı,
Aramızda gizli sır saklanırdı,
Ermeyince yere sermeseydiniz,
Cemâlullahta görmüşüz hattı ümmü-l
kitabı,
Suretin bayi bismillah zatı sıfat ehliyiz,
389‐ BİR ETMELİYİZ
Canlar cemi cennet etmemiz için,
Cemde özlemlerimizi bir etmeliyiz,
Ali’nin yoluna gitmemiz için,
Bir kâmil mürşidi pir etmeliyiz,
Kırk sekiz Perşembe ile yası matem
orucun,
Daima tutmaktayız biz savım salât
ehliyiz,
İrfan meclisinden uzak kaçmayıp,
Bilinmeyen yerde cevher saçmayıp,
Evliya sırrını yâda açmayıp,
Cahilden saklayıp sır etmeliyiz,
İmam Cafer buyruğuna uyarak,
Yası matem günü acı duyarak,
Malımıza canımıza kıyarak,
Muhammed Ali’yi yar etmeliyiz,
Ta ezelden agâhız biz bu küntü kenz
sırrına,
Hakk’ı Âdem’de tanıdık Huda mirat
ehliyiz,
Bize gerektir erenler cennet için ibadet,
Hayrı şerri tartmaktayız mizan sırat
ehliyiz,
Böyle sevenlere Ali yar olur,
Sıdk ile sevenler cefakâr olur,
Yollar yalvarmakla böyle yar olur,
Biz yalvarıp yoku var etmeliyiz,
Selmani mümin olanlar ölmeden evvel
ölür,
Ey birader buna misal böyle memat
ehliyiz,
Her neye bakarsak can gözüyle bakıp,
Hikmet çeşmesinden duracak akıp,
Gönül hanesinde deliller yakıp,
Haneyi kudretten nur etmeliyiz,
Helâlinden lokma yiyip içerek,
Haklı kelâmlara kıymet biçerek,
Bu yolda ders alıp sınıf geçerek,
Hakikat ilminden kâr etmeliyiz,
391‐ VELİ’Yİ SEVEN BİZİZ
Elestü bezminden beri uluyu seven
biziz,
Bunca keramet sahibi Ali’yi seven
biziz,
Evvel ismi Ali idi şimdi de Veli oldu,
Cansız duvarlara binen Veli’yi seven
biziz,
Hakikatin derinine dalarak,
Kendimizde hatamızı bularak,
Selmani suçumuz ele alarak,
Nice erler, evliyalar dünyadan geldi
geçti,
Cümlesi Hızır elinden abı hayatı içti,
273
Güruhu Naciler özün yetmiş ikiden
seçti,
Hünkâr Hacı Bektaş, Kızıl Deli’yi seven
biziz,
Şu bizim Arzu hala,
Namusla ar Zuhal’a,
İzdivaç isteyenler,
Koşar Topal Zuhal’a,
Ey Selmani hak yoludur müminlerin
sürdüğü,
Yer ile gökler yok iken lemyezelin
kurduğu
Bir yeşil kubbe içinde Cebrail’in
gördüğü,
Sen kimsin ben kimim diyen celiyi
seven biziz,
Erkekler dişi arar,
Erkeği dişi arar,
Geçkini fark edemez,
Ağzında dişi arar,
Güzel isim Pakize,
Paklar düşer pak ize,
Gerçek insanlar gider,
Doğru yola pak ize,
392‐ MANİLER
Kan damlar kandiline,
İnanıp kan diline,
Gönül adı verilmiş,
Damarda kan diline,
Sopa denir tokata,
Yem verilmez tok ata,
Neden Tokat denilmiş,
Söylen şirin Tokat’a,
Toprağın taşın güzel,
Cevahir taşın güzel,
Bu yurt sana gelişmez,
Bu ilden taşın güzel,
Ders okurum heceli,
Vav ışıktır He celi,
Bu yazdığım cinaslar,
Hepsi yedi heceli,
Kar yağar kara taşa,
Katlan gel kara taşa,
Tohum eksem biter mi?
Topraksız kara taşa,
Sen onasın o sana,
Osanmaz ki osana,
Doydum osandım desen,
Gücenmez mi o sana,
Her payı Tokat’ta yer,
Arpayı tok at da yer,
Yemek nasip olursa,
İnsanlar tokat da yer,
Kar yağar kar çiğdeme,
Yağan kara çiğ deme,
Olgunlaşmış bir cana,
Bu pişmemiş çiğ deme,
Gül desem gülmemişe,
Yakışmaz Gül Memiş’e,
Ben nasıl gül diyeyim,
Gül yüzü gülmemişe,
Me harfinin me’si var,
Ayağında mesi var,
Yüzü güzel güzelin,
Ne güzel gülmesi var,
Giyin bir kazak dede,
Bahçeyi kazak dede,
Torunların sakallı,
Sen hâlâ kazak dede
Elma verdim geline,
Gel diyene geline,
Canım cesette iken,
Gelin girme gel ine,
274
Elinde gül şişesi,
Şe den çıkar şi sesi,
Ne kadar zayıflamış,
Davul gibi şişesi,
Beline takar korsa,
Yandırır yakar korsa,
Ben seni alacağım,
Güzelim Allah korsa,
Hal anlatma nekese,
Terzi bilmez ne kese,
Parasızın cebinde,
Ne cüzdan var ne kese,
Ateşi narı güzel,
Coşkun pınarı güzel,
Güzellerin koynunda,
Ayvası narı güzel,
Allanan almasana,
Almayı almasana,
Biraz sohbetleşelim,
Beni de al masana
Çok oyun baza düşer,
Şahine baza düşer,
Nerde bir güzel olsa,
O bir yobaza düşer,
Bak şu bizim kel eme,
Lahana der keleme,
Emene kel deyip de,
Emeni lekeleme,
Elif yaz be yaz güzel,
Gerdanı beyaz güzel,
Gel beraber gezelim,
Bir kışla be yaz güzel,
Esmerler kara çalar,
Beyazlar kara çalar,
Karacıya yaklaşma,
Sana bir kara çalar
275