Nothing Special   »   [go: up one dir, main page]

Academia.eduAcademia.edu

TOKAT'TA AŞIKLIK GELENEĞİ VE AŞIK SELMANİ

2012, TOKAT'TA AŞIKLIK GELENEĞİ VE AŞIK SELMANİ

TAKDİM Günümüzde insanın yaşama en iyi şekilde tutunabilmesinin temellerinden birini eğitim oluşturmaktadır. Cehaletin toplumları ne hale getirdiğine hepimiz bizzat tanık oluyor ve insanların esaretten kurtulmasının cehaletten kurtulmasına bağlı olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Teknolojinin etkisiyle globalleşen, sınırları ortadan kalkmak üzere olan, savaşların asker gücüyle değil bilginin gücüyle yapıldığı bir dönemdeyiz. Bu noktada da bilginin, kültürün, teknolojinin gücünü hayatımızın her safhasında hissediyoruz. Bunun yanında gelişmiş milletlerin, geleceğe bu şekilde bilgi ve teknoloji gücüyle giderken bir şeyi de asla göz ardı etmediklerini görmekteyiz: Geleneklerine sıkı sıkı sarılmak. Son yıllarda bizler de atağa kalkmış, dünyada adı başarılarla sıkça telaffuz edilen, bulunduğu önemli coğrafyada liderlik rolünü üstlenmiş, üniversiteleri gelişmiş, gençleri yarınlara daha güvenle bakan demokratik bir Türkiye’ye doğru hızla yol almaktayız. Bu süreçte geleceğini sağlam temellere oturtmaya çalışan Türkiye; geleneklerine sahip çıkan, kültürel mirasını koruyan, geçmişinin güzelliklerini gelecekle kaynaştıran bir anlayışı da artık daha fazla benimsemektedir. Temsilcisi çok fazla kalmadığı için yok olma noktasına gelmiş olan birçok sanatın yaşatılması adına çalışmalar hız kazanmıştır. Birçok geleneğin yeniden hayata geçirilmesi adına, elini taşın altına koyan insan ve kurum sayısı da gün geçtikçe artmaktatır. Biz de Tokat Belediyesi olarak hizmet anlayışımız gereği; geleneğin güzelliklerinin geleceğin aydınlığıyla harmanlanması, kültürel güzelliklerimizin, gelenek- göreneklerimizin, edebiyatımızın, tarihimizin ve sanatımızın yaşaması adına yoğun çaba harcamaktayız. Bu bağlamda hazırlanmış olan projelere de imkânlar dâhilinde destek olmaya çalışıyoruz. Tokat âşıklık geleneği ve bu geleneğin çok değerli bir icracısı olan Âşık 1 Selmani’yi tanıtan bu eserin, belediyemiz desteğiyle okuyucuyla buluşması bir proje olarak önümüze geldiğinde biz bunu sevinerek sahiplendik. Zira Tokat, Evliya Çelebi’nin tabiriyle “Âlimlerin toplandığı yer, fazılların kaynağı ve şairlerin şehridir.”. Tokat’ın yüzyıllar boyunca yetiştirdiği büyük kişiliklerin içinde çok değerli şair ve âlim yer almıştır. Günümüzde bu şairler diyarında görev yapan yöneticiler olarak bizim; şiiri, şairi ve âlimi korumak gibi tarihten gelen bir vazifemiz vardır. Evliya Çelebi’nin şairler yurdu olarak tanımladığı Tokat’taki bu şairlerin büyük çoğunluğunu da; diyar diyar gezip sazlarıyla şiirler söyleyen, türküler okuyan halk âşıkları oluşturmaktadır. Bu yönüyle Tokat, geçmişten günümüze kadar gelen âşıklık geleneğinin Türkiye’de en canlı yaşatıldığı yerlerden biri olarak büyük önem arz etmektedir. Bu eserde Tokat âşıklık geleneği ve geleneğin Tokat’taki son temsilcilerinden biri olan, Tokat âşık şiirinin yaşayan çınarı diyebileceğimiz Âşık Selmani, hemen her yönüyle tanıtılmıştır. Bu eserle birlikte, Selmani’nin şiirlerinin gelecek nesillere bir kültür mirası olarak kalması sağlanmış olacaktır. Türk halk edebiyatının ve Alevi- Bektaşi geleneğinin önemli âşıklarından olan Selmani, şiirlerinde verdiği mesajlarla da batılın değil hakkın, ayrımcılığın değil birlik beraberliğin, kavganın değil sevginin, savaşın değil barışın, öfkenin değil tebessümün, tembelliğin değil inançla çalışmanın, kötülüklerin değil güzelliklerin kısaca özlediğimiz Türkiye’nin resmini önümüze koymuştur. Bizler de Selmani’nin ifadeleriyle “İnsanları bir göz ile görerek”, kimseyi ayırmadan, ötekileştirmeden, kamplara bölmeden, Yunusça bir sevgi anlayışıyla hizmetlerimizi yapıyoruz ve yapmaya devam edeceğiz. Tokat Belediye Başkanı olarak bu kitapla, temeli kültür olan bir şehrin mirasına sahip çıkmanın ve bu mirasın büyümesine vesile olmanın mutluluğu içindeyim. Bu kitap vasıtasıyla da Tokat’ımızın kültür çınarlarından olan Âşık Selmani’ye uzun ve sağlıklı ömürler diliyorum. Büyük bir özveriyle bu eseri hazırlayarak Tokat âşıklık geleneğimizi ve bu geleneğin 20. Yüzyıldaki büyük sanatçılarından olan Âşık Selmani’yi bizlere tanıtan, güzel Tokat’ımızın kültür mirasına katkıda bulunan ve bizlerin de bu eserle bu mirasta pay sahibi olmasını sağlayan genç eğitimci Muhammed AVŞAR’a şükranlarımı sunuyorum. Doç. Dr. Adnan ÇİÇEK Tokat Belediye Başkanı 2 ÖN SÖZ Âşık edebiyatı, Türk kültür ve edebiyatı içerisinde, kaynağını Orta Asya ozan- baksı geleneğinden almış; ancak İslamiyet’le beslendikten sonra ozan- baksı geleneğinden farklılaşarak İslamiyet, Osmanlı ve Anadolu kültür potasında şekillenip yeni bir biçim ve öz kazanmıştır. Ozan- baksı geleneğinin İslamiyet’ten sonra tasavvufi düşünce ve yaşayış tarzıyla birleşmesinden yeni bir âşık şair tipi doğmuştur. Araştırmacılar tarafından başlangıcı 16. yüzyıl olarak kabul edilen âşık edebiyatı, birçok yönden Türk şiirinin ilk ürünleriyle benzeşse de kendi üslubunu, mazmunlarını, konularını oluşturmayı bilmiştir. Bu dönemle birlikte ozanın yerini âşık, kopuzun yerini ise saz almıştır. 16. yüzyılda başlayan gelenek günümüzde hâlâ etkisini sürdürmektedir. Bu geleneğin teşekkülünden bugüne kadar önemli temsilciler yetiştirdiği muhitlerden biri de Tokat’tır. İlk örneklerini 16. yy’ da Kul Himmet’te bulduğumuz Tokat âşıklık geleneği 17. ve 18. yüzyıllarda nicelik ve nitelik olarak güçlü değildir. Geleneğin Tokat’ta en canlı olduğu dönem 19. yüzyıldır. Erzurumlu Emrah’ın Tokat’a gelmesi gelenek açısından en önemli noktadır. Âşık edebiyatı içinde “kol” oluşturabilmiş sayılı âşıklardan olan Emrah; Tokatlı Nuri ve Gedai’yi yetiştirmiş, Tokatlı Nuri de Ceyhuni’yi yetiştirmiştir. Ceyhuni’nin yetiştirdiği çıraklarla birlikte Emrah Kolu genişlemiş, gelenek içinde Tokat’ın önemli âşık şehirlerinden olmasını sağlamıştır. 20. yüzyılda ise Tokat’ta Püryani, Kul Semai, Selmani, İmamoğlu gibi âşıklar yetişmiştir. Şiirlerini inceleyip araştırdığımız Âşık Selmani de 20. yüzyılın önemli âşıkları arasında sayılan, manevi olarak büyük Alevi âşıklarına bağlı olan ancak üzerinde araştırma yapılmamış, hakkında bilgilerin kısıtlı olduğu bir âşıktır. Selmani, âşıkların bir araya geldiği ve âşıkların er meydanı sayılan Konya Âşıklar Bayramı’na yarışmacı olarak katıldığı yedi yıl (1967- 1973) boyunca her yıl mutlaka birincilik almıştır. Selmani, o dönemde hakkında ulusal düzeyde birçok haber yapılmış, yazılar yazılmış, 90’lı yıllarda ise âşıklık geleneği üzerine yapılan bir belgeselde kendisine yer verilmiş gelenek içinde önemli sayılan, saygı duyulan bir sanatçıdır. Tüm bunlara rağmen Selmani hakkındaki incelemelerin ve bilgilerin sınırlı kalması, “Âşık Selmani’nin gelenek içindeki yeri nedir, sanatçı kişiliği nasıldır, neden hakkındaki bilgiler ve incelemeler zayıf kalmıştır” vb. sorularının bizde uyandırdığı merak bu eserin dayanak noktasını oluşturmuştur. Bu eser, Gazi Üniversitesinde bir yüksek lisans tezi olarak 3 çalışılmış olup Tokat Belediyesinin katkıları ve değerli hocalarımızın da teşvikleriyle tarafımızca kitap haline getirilmiştir. Kitap haline getirilirken de kimi eksikler giderilmiş ve eser biraz daha geliştirilmiştir. Böyle bir eser ortaya koymadaki temel amacımız; Âşık Selmani’yi yaşadığı çevre ve bulunduğu gelenek içinde tanımak ve tanıtmak, Türk kültür ve edebiyatı içerisinde yer edineceğini düşündüğümüz şiirlerinin unutulup gitmesini engelleyerek Türk kültürüne, mirasına ve 20. yüzyıl Türk halk şiirine katkıda bulunmaktır. Belirttiğimiz amaçlara ulaşma adına eserimizi “Giriş”, “Sonuç” ve “Ekler” dışında 5 bölüme ayırarak meydana getirdik: Giriş bölümünde, Âşık Selmani’nin kimliği, hayatı, aldığı ödüller, hakkındaki araştırmalar üzerinde durduk. Birinci bölümde öncelikle, Âşık Selmani’nin sanatçı kişiliğindeki etkisini görmek ve Selmani öncesini tanımak ve tanıtmak adına Tokat âşıklık geleneğinin geçmişini ve bugününü değerlendirdik. Bu değerlendirmenin ardından Selmani’nin sanatçı kişiliğini hazırlayan manevi ve sazlı- sözlü ortamlardan; Âşık edebiyatında sanatçı kişiliğin oluşumuna etki eden ustaçırak ilişkisi, rüya, bade içme, saz çalma, mahlas alma geleneklerinden ve bunların Selmani’ye olan etkisinden; Selmani’nin üstatlığından ve başka âşıklar tarafından bilinip tanınmasından bahsettik. İkinci bölümde, Âşık Selmani’nin şiirlerinde biçimsel özellikler üzerinde durduk. Selmani’nin şiirlerindeki ölçü, uyak, redif, kafiye şeması, durak, nazım birimi, nazım biçimleri ve türlerini inceledik. Üçüncü bölümde Âşık Selmani’nin şiirlerinde üslup özelliklerini ortaya koyduk. Bunu yaparken âşığın şiirlerindeki kelime kadrolarından, halk söyleyişlerinden ve yöresel kullanımlardan, anlatım özelliklerinden, anlatım kalıplarından, edebi sanatlardan, atasözleri, deyimler, alkış ve kargışlardan bahsettik. Dördüncü bölümde Âşık Selmani’nin şiirlerindeki içeriği ortaya koyduk. Âşığın şiirlerini konularına göre sınıflayarak, onun hangi konular üzerinde durduğunu incelemeye aldık. Şiirlerini “Din ve Tasavvuf Dışı Şiirlerinde İçerik” ve “Dini‐ Tasavvufî Şiirlerinde İçerik“ başlıklarıyla iki ana bölüme bağlı olarak tahlil ettik. Beşinci bölümde ise Âşık Selmani’nin 392 adet şiirini, ilk dörtlüğünün son dizesindeki son harfe göre bir tasnife tâbi tutup alfabetik sıraya uygun olarak toplu halde verdik. Ekler kısmına, Feymani’nin Selmani hakkındaki görüşlerinin yer aldığı “Üstadım Kurusekili Âşık Selmani İle” başlıklı mektubu ve “Üstadım Âşık Selmani İçin” başlıklı şiiri, âşığın resimlerini, âşığın bulabildiğimiz atışmalarını ve bir dönem hakkında yazılanları koyduk. 4 Çalışmamızda yöntem olarak kaynak araştırması, âşıkla bire bir görüşme ve mülâkat, görüşmelerin kayıt altına alınması, konuyla ilgili uzman görüşlerinin alınması ve âşığı tanıyan kişilerle görüşülmesi gibi yöntemlere başvurduk. İstanbul’da bir hafta boyunca âşığın evinde çalışmalar ve mülâkatlar yaptık. Konu uzmanı hocalarımız ve âşığı tanıyan Âşık Feymanî gibi kişilerle görüştük. Kaynak taramaları yaptık ve arşivlerden yararlandık. Âşık üzerine yazılmış kısıtlı sayıdaki makale ve yazılara ulaştık. Bu eserin meydana gelmesinde; öncelikle bana engin sabrıyla destek veren eşime, kızlarım Bengisu ve Aysima’ya, aileme, değerli dostlarıma; Âşık Selmani’yle ilgili birçok hatırasını benimle paylaşan Âşık Feymani’ye, elindeki belgelerden yararlanmama izin veren Yard. Doç. Dr. Burhan KAÇAR’a, çok değerli abim ve arkadaşım Yard. Doç. Dr. Alpay Doğan Yıldız’a, henüz yüz yüze görüşme fırsatı bulamamamıza rağmen hoşgörüsüyle benden hiçbir desteğini esirgemeyen ve bana bilgisi ve kaynaklarıyla daima yardımcı olan kadirşinas hocam Yard. Doç. Dr. Doğan KAYA’ya, bu çalışmanın fikrini zihnimde filizlendiren saygıdeğer hocam Prof. Dr. İsa ÖZKAN’a, çalışmamın her safhasında hep yanımda olan, beni her zaman cesaretlendiren değerli hocam Doç. Dr. Mustafa SEVER’e ve bu eserin okuyucuyla buluşmasını sağlayan Tokat Belediye Başkanımız Doç. Dr. Adnan ÇİÇEK’e şükranlarımı sunuyorum. Muhammed AVŞAR Ağustos, 2012, TOKAT 5 6 İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ............................................................................................................................. 3 İÇİNDEKİLER................................................................................................................. 7 GİRİŞ ............................................................................................................................... 11 1. ÂŞIK SELMANİ’NİN KİMLİĞİ, HAYATI, FİKRÎ YAPISI ............................. 11 2. ÂŞIK SELMÂNİ’NİN KAZANDIĞI DERECELER, ÖDÜLLER ................... 20 3. ÂŞIK SELMANİ HAKKINDA YAYIMLANAN YAZILAR, YAPILAN PROGRAMLAR, ŞİİRLERİNİN YAYIMLANDIĞI, ADININ GEÇTİĞİ KAYNAKLAR ..................................................................................................... 21 BİRİNCİ BÖLÜM TOKAT’TA ÂŞIKLIK GELENEĞİ VE ÂŞIK SELMANİ’NİN SANATÇI KİŞİLİĞİ 1.1. TOKAT’TA ÂŞIK TARZI ŞİİR GELENEĞİ VE KÜLTÜR ÇEVRESİ............. 23 1.1.1.TOKAT ÂŞIKLIK GELENEĞİNDEKİ ÖNEMLİ ÂŞIKLAR .................. 29 1.2. ÂŞIK SELMÂNİ’NİN SANATÇI KİŞİLİĞİ ...................................................... 45 1.2.1.Selmani’nin Âşıklığını Hazırlayan Ortam ve Etmenler..................... 45 1.2.1.1.Yetiştiği Manevi Ortam ....................................................................... 45 1.2.1.2. Sazlı Sözlü Ortam .............................................................................. 47 1.3. ÂŞIK SELMANİ’NİN SANATÇI KİŞİLİĞİNİN OLUŞUMU ........................... 49 1.4. ÜSTATLIĞI.............................................................................................................. 55 1.5. ÂŞIK SELMANİ’NİN DİĞER ÂŞIKLAR TARAFINDAN BİLİNİP TANINMASI ........................................................................................................... 56 1.5.1. Şairnamelerde Selmani.............................................................................. 57 1.5.2. Şairnameler Dışında, Âşıkların Selmani’yle İlgili Görüşleri................ 59 1.5.3. Mektup Şiirlerde Selmani ......................................................................... 61 İKİNCİ BÖLÜM ÂŞIK SELMANİ’NİN ŞİİRLERİNDE BİÇİM 2.1. ÂŞIK SELMANİ’NİN ŞİİRLERİNDE BİÇİM ÖZELLİKLERİ ............................ 63 2.1.1. Vezin........................................................................................................ 63 2.1.2. Durak....................................................................................................... 64 2.1.3. Kafiye ..................................................................................................... 65 2.1.4. Redif ....................................................................................................... 68 2.1.5. Kafiye Şeması ........................................................................................ 69 2.1.6. Nazım birimi ......................................................................................... 72 2.1.7. Nazım Biçimleri ve Türleri .................................................................. 72 7 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ÂŞIK SELMANİ’NİN ŞİİRLERİNDE ÜSLUP ÖZELLİKLERİ: 3.1. KELİME KADROSU ............................................................................................... 83 3.1.1. Maddi Aşkın İşlendiği Şiirlerde Kelime Kadrosu.............................. 84 3.1.2. İlahi Aşkın İşlendiği Şiirlerde Kelime Kadrosu ................................. 84 3.1.3. Nasihat Konulu Şiirlerinde Kelime Kadrosu...................................... 85 3.1.4. Adlar ........................................................................................................ 85 3.2. ÂŞIK SELMANİ’NİN ŞİİRLERİNDE HALK SÖYLEYİŞLERİ VE YEREL DİLDE KULLANILAN KELİMELER .......................................................................... 86 3.3. ÂŞIK SELMANİ’NİN ŞİİRLERİNDE ANLATIM ÖZELLİKLERİ..................... 88 3.3.1. Nasihat ve Hitap Yoluyla Anlatım....................................................... 88 3.3.2. Doğrudan Anlatım ................................................................................ 89 3.3.3. Tahkiye (Hikâye Etme) Yoluyla Anlatım............................................ 89 3.3.4. Soru Sorma Yoluyla Anlatım ............................................................... 90 3.3.5. Delil ve İspat Yoluyla Anlatım ............................................................ 90 3.3.6. Tasvir Yoluyla Anlatım ........................................................................ 91 3.4. ÂŞIK SELMANİ’NİN ŞİİRLERİNDE ANLATIM KALIPLARI ........................ 92 3.4.1. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Tekrir ve İkilemeler ............................. 92 3.4.2. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Anlam ve Söz Sanatları ....................... 92 3.4.3. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Deyimler ve Atasözleri ....................... 99 3.4.4. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Alkış ve Kargışlar................................. 100 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: ÂŞIK SELMANİ’NİN ŞİİRLERİNDE İÇERİK 4.1. SELMANİ’NİN DİN VE TASAVVUF DIŞI ŞİİRLERİNDE İÇERİK ................. 103 4.1.1. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Maddi Aşk........................................................... 103 4.1.2. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Sosyal Konular ..................................... 109 4.1.3. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Doğa ...................................................... 112 4.1.4. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Coğrafi Konular ................................... 114 4.1.5. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Nasihat ve Eleştiri................................ 116 4.1.6. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Milli Konular(Bayrak, Kahramanlık, Vatan, Ordu, Atatürk).................................................. 123 4.1.7. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Yaşamın Dönemleri ............................. 124 4.1.8. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Türkçe Sevgisi, Edebiyat, Müzik.............................................................................................. 125 4.2. ÂŞIK SELMANİ’NİN DİNİ VE TASAVVUFÎ ŞİİRLERİNDE İÇERİK ............. 126 4.2.1. Âşık Selmani’nin Dini- Tasavvufi Şiirlerinin Genel Özelikleri ....... 126 4.2.2. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Din Kültürü .......................................... 128 8 4.2.3. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Tasavvuf ................................................ 137 4.2.3.1. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Tekke ve Tekkede Bulunan Kişiler . 137 4.2.3.2. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Tasavvufi Nitelikli Kişiler................ 141 4.2.3.3. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Vahdet İnancı..................................... 148 4.2.3.4. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Tecelli.................................................. 150 4.2.3.5. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Devir Nazariyes................................. 151 4.2.3.6. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde İlahi Bilgi ............................................ 152 4.2.3.7. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Aşk ve Gönül ..................................... 153 BEŞİNCİ BÖLÜM ÂŞIK SELMANİ’NİN ŞİİRLERİ ŞİİRLER ............................................................................................................................ 157 SONUÇ ............................................................................................................................ 276 KAYNAKÇA ................................................................................................................... 279 EKLER ............................................................................................................................. 284 Ek 1: ÂŞIK SELMANİ’NİN ATIŞMALARI ................................................................. 284 Ek 2 ÂŞIK FEYMANİ’NİN SELMANİ’YLE İLGİLİ MEKTUBU .............................. 292 Ek 3: ÂŞIK SELMANİ’NİN FOTOĞRAFLARI ........................................................... 295 Ek 4: ÂŞIK SELMANİ İLE İLGİLİ BASIN HABERLERİ ........................................... 297 9 10 GİRİŞ 1. ÂŞIK SELMANİ’NİN KİMLİĞİ, HAYATI, FİKRÎ YAPISI Âşığın adı Hasan, soyadı Salman’dır; mahlası ise Selmani’dir. Âşık Selmani, mahlasını Konya Âşıklar Bayramı’nda almıştır. Âşık, soyadlarının Salman olmasından ötürü âşık meclislerinde ve zahiri toplumlarda Âşık Selmani mahlasını kullanarak bunu benimsettiğini ifade etmektedir. Âşık Selmani nüfus kayıtlarına göre 1934 yılında Tokat’ın Almus ilçesinin Daduhta şimdiki adıyla Çambulak köyünde dünyaya gelmiştir. Ancak âşık, bu tarihten daha önce doğduğunu, nüfusa sonradan geçirildiğini belirtmektedir. Âşık Selmani henüz bebekken ailesi Kuruseki köyüne göçmüştür. Bu nedenle kendisine Kurusekili Âşık Selmani denmektedir. Aşığın yetiştiği Kuruseki köyü Almus ilçesine 15 km. uzaklıktadır. “Susuz toprak, boş arazi” anlamına gelen Kuruseki adı (Ulu, 1987: 401) Selmani’nin şiirlerinde de bazen bu anlamıyla kullanılmıştır: Bol ürünü kuruluştan beri yok, Yaşayan insanın hiç haberi yok, Arazi olacak toprak yeri yok, Faydasız, bitkisiz baltan kurulmuş, (Ulu, 1987: 400) Âşık Selmani’nin soyu, Selmanlı aşiretindendir. Âşığın dedesinin adı Ali, babası ise kendisiyle aynı adı taşıyan Hasan Salman’dır. Âşık, ailesinin aslı Selmanlı olduğu için soyadlarının Salman olduğunu ifade etmektedir. Amcaları Âşık Veli, Âşık Mehmet, Murtaza, Mustafa, Ali, Bayram’dır. Onun âşık oluşunda ve saz çalmasında tesiri en yüksek olan kişiler amcaları olan Âşık Mehmet ile Âşık Veli’dir. Annesinin adı Şehzade olup dedesinin ismi de Hasan’dır. Annesi, babasıyla aynı köyden olup ailelerin istekleriyle evlenmişlerdir. Âşık Selmani küçük yaşlarda ailesini yitirmiştir. Âşık Selmani, 1949 yılında eşi Yeter Hanım ile evlenmiştir. Yeter Hanım hâlen sağ olup seksen yaşını aşmış olan Âşık Selmani’yle hayatına devam etmektedir. Yeter Hanım, Âşık Selmani’nin amcası Âşık Mehmet’in kızıdır. Yeter Hanım’la evliliği aşk üzere değil, ailesinin isteğiyle gerçekleşmiştir. Âşık Selmani, evlendiğinde henüz çocuk denecek yaşta olduğunu, evliliğin adının bile ne olduğunu bilemediğini söylemektedir. Evlendiğinde 13- 15 yaşlarında olduğunu, doğum tarihini tam olarak bilmediği 11 için gerçek anlamda kaç yaşında evlendiğini de tam olarak hatırlamadığını ifade eden Âşık Selmani’nin, Yeter Hanım’la evliliğinden dokuz çocuğu olmuş; ancak bunlardan iki tanesi vefat etmiştir. Yedi çocuğu ise hâlâ hayatta olup bunların adları sırasıyla: Salih, Rıza, Samettin, Hasan, Cemal, Ali, Necla’dır. Âşık Selmani, normalde öğrenim görmemiş, ilkokul diplomasını sonradan dışardan sınavlara girerek almıştır. Selmani, asıl ilminin lâmekân ya da bîmekân ilmi olarak adlandırılan ilim olduğunu, ilmi ledüne önem verdiğini ifade etmiştir. Âşık bunu 1967 Konya Âşıklar Bayramı esnasında Yaşar Reyhanî ile atıştığı esnada bir dörtlüğünde şöyle ifade etmiştir: Selmani’yem ne olduğum bilinmez, İlim irfan para ile alınmaz, Bu irfana hiç bahane bulunmaz, Bîmekân ilminden benim irfanım (Hürriyet, 8 Kasım 1967, s.4) Âşık Selmani’ye göre onun ilmi kudret ilimidir, ilmin büyüğü ve asıl olanı da budur. Hakk’ı anlatmak ilimlerin en yücesidir. Selmani de bunu sazıyla sözüyle icra ettiğine inanarak şu beyti söylemiştir: Kudret iliminden okuduk ayet, Çok şükür kelama, söze alıştık (Bugün, 25 Ekim 1970) Âşık Selmani, Tokat’ta dedelik iddiasında bulunan Haydar Dede adlı bir şahsa hitaben yazdığı bir şiirinde ilminin batın ilmi olduğunu ifade etmiştir. İnsanın çektiği hep dil zulminden, Sabır ehli olmak kendi hilminden, Selmani’nin dersi batın ilminden, Bu nihan sırrına er Haydar Dede, ( 33/ 5) 1968 yılında ilkokulu bitirmek ve diploma almak için sınavlara girdiğini belirten Âşık Selmani, âşıklığının diploma almasında çok etkili olduğundan bahsederek, o zamanlarda diploması olmayanların büyük zahmetlerle karşılaştığını, bu nedenle de en azından bir ilkokul diploması almaya niyetlendiğini belirtir. Diploma almak için sınava girdiğinde onu tanıyan öğretmenlerin onu şiir okutmak maksadıyla en sona bıraktığından bahseder. Âşık Selmani, diploma almak için sınavlara girer. Sınavlardan sonra öğretmenler onu çağırır ve şiir okumasını isterler. Selmani, onların isteğiyle doğaçlama üç şiir okuduğundan bahseder ve diploma almasında bu şiirlerin etkili olduğuna inanır. İlk olarak şu şiiri okur: 12 Bana türlü türlü soru sormadan, Kısa yoldan bir imtihan yok mu ki, Zavallı âşığı üzüp yormadan, Bir diploma verilirse çok mu ki, Hep zihnimde değil coğrafya tarih, Ömrümde görmedim okul maarif, Bu kadar dersleri edemem tarif, Hepisini ezber etmek hak mı ki, Selmani gıdayı alır maşuktan, Faydalanır kalbindeki ışıktan, Bir kâğıdı esirgemek âşıktan, Peygamberin emri, doğru rah mi ki, Şiiri okuduktan sonra öğretmenler bir şiir daha okumasını isterler. İkinci olarak da şu şiiri okur: Zekâma güvenip girdim meydana, Okul kitabından dersim yok benim, Bu gizli okumak kar etti cana, Diplomasızlıktan zorum çok benim, (166/ 1) Gidemedim ilk ve orta liseye, Tahsilsizlik zarar verdi keseye, Uzak kalıyorum müesseseye, Neler çektim şu halime bak benim, (166/ 2) Selmani’yim benim dersim Allah’tan, Şükür haber verdi karadan aktan, Yardım ummaktayım o yüzü mâhtan, Gece gündüz sığındığım hak benim. (166/ 3) Âşık Selmani şiirini okur ancak öğretmenler âşığı “Türkçe” ve “tabiat” derslerinden ikmale bırakır. Maksat âşığı tekrar huzurlarına getirmek ve ona şiir okutmaktır. Âşık tekrar ikmale gelince de öğretmenlere şu şiiri okur: Temelim Türk iken Türkçeden ikmal, Bu iş nasıl oldu ben de şaşırdım, Yalan söyler isem şeytana vebal, Derin düşünceyi hadden aşırdım, 13 Bilseydim Türkçeye kendim üzerdim, Tabiatı iyi okur süzerdim, Sazı alır diyar diyar gezerdim, Üstelik âşıklık adı taşırdım, Selmani bu sefer geri kalırsa, Gönül hoştur arzusunu bulursa, Eğer bilmediğim bir ders olursa, En muhannet yerlerimi kaşırdım Bu şiiri okuduktan sonra “Kararınıza karşı boynum kıldan ince” anlamında boynunu kaşır. Öğretmenler de kendisini alkışlayarak diplomasını Âşık Selmani’ye verir ve onu tebrik ederler. Bu şiirleri doğaçlama olarak söylediğini ifade eden Âşık Selmani, âşıklığının da etkisiyle ilkokul diploması aldığını belirtir. Âşık Selmani, askerliğini 1955- 1957 arası Ağrı’da topçu çavuş olarak yapmıştır. Âşıklığın askerde de kendisine çok fayda sağladığını belirtmektedir. Asker ortamında çalıp söylediğini, çeşitli askeri programlarda sahne aldığını ifade eden Âşık Selmani, askerde rahat etmesini saz çalmadaki yeteneğine ve söz söylemedeki ustalığına bağlamaktadır. Bu sayede askerde de sevilip sayıldığını, komutanları tarafından el üstünde tutulduğunu belirtmiştir. Âşık Selmani’nin çalışma hayatına bakıldığında ise erken yaşlarda hayata atıldığı görülmektedir. Âşık Selmani, köy yaşamında olsun şehir yaşamında olsun çalışmanın, inancının bir parçası olduğunu ifade eder. Çocukluğundan itibaren çalışmaya başladığını, âşıklık, iş ve evliliğini bir arada yürüttüğünü söyleyen Âşık Selmani; âşıklığı daha çok bir gönül işi olarak yaptığını, cem törenlerinde zâkirlik yaptığını, oradan ufak tefek gelirleri olmasına rağmen onu bir geçim kapısı olarak görmediğini belirtir. Özellikle yazları çeşitli işlerde çalıştığından, kışları ise elinde sazıyla çağrıldığı yerlere giderek âşıklık yaptığından, cem törenlerinde saz çaldığından bahseder. Selmani’den aldığımız bilgilere göre kendisi; Turhal Şeker Fabrikası’nda dört sene, Almus Barajı’nda beş altı yıl kara işlerinde ve baraj içerisinde çalışmıştır. 1986 yılında İstanbul’a taşındıktan sonra ise oğlu Cemal ile birlikte genellikle inşaat işleri yapmıştır. İstanbul’da ve yurdun değişik yerlerinde çok defa konserlere katıldığını, birçok yarışmadan ödüller aldığını, birçok yerde türküler söylediğini ifade eden Selmani, birçok yerde kendisine çalıp söylemesi teklifi yapıldıysa da bunu âşıklık geleneğine aykırı gördüğü için kabul etmediğini belirtmiştir. Aykırı bulmasındaki sebebi ise, âşığın bir yere bağlanamayacağını, devamlı seyyar olması gerektiğini söyleyerek 14 açıklamaktadır. Âşık Selmani yakın zamana kadar oğluyla çalıştığını; lakin yaşlılığından ötürü çalışmaları bıraktığını ifade etmiştir. Âşık Selmani şu anda hâlen İstanbul’un Esenyurt İlçesi, İncirtepe Mahallesi’nde eşi ve çocuklarıyla Selmani Apartmanı’nda ikamet etmektedir. Âşık İstanbul’a göçmesini ve Esenyurt’a yerleşmesini bir dörtlüğünde şöyle dile getirmiştir: Selmani karıştı hicret göçüne, Bilinmez ki bu kaderin suçu ne, Girdi Büyükçekmece’nin içine, Mesken olan Esenyurt’tan seslenir, Âşık Selmani, tarikat veya bir zümreye bağlılık açısından incelendiğinde, Alevi geleneği âşıklarından olup Hacı Bektaş-ı Veli yolunda ve Nazenin Tarikinde yer aldığını, Şah İbrahim Ocağının taliplerinden olduğunu ifade etmiştir. Bunu bir şiirinde şöyle ifade etmektedir: Ey zahit, neslimiz Hâşimî bizim, Yolumuz Nazenin Tarik-i Bektaş, (Selmani, 2008: 31) Başka bir şiirinde ise bu konuyla ilgili olarak şunları söyler: Ahsen-ü takvim Âdem’dir ben de bir yek taşıyım, Kalplerin pasını silen seyidi ferrâşiyim, Nazenin tarikatında bal gibi Bektaşi’yim, İbadete aşkım var şemim Âli Abadan’dır, Umay Günay, konuyla ilgili görüşlerini belirtirken: “Âşık şiiri, Anadolu’da derviş şiiri geleneğinin gelişmesini izlemiş, en önemli etkiyi gerek şekil, gerek öz bakımından ondan almıştır. Âşıkların çoğu ya bir tekkeye bağlanmış ya da tarikata girmiştir. Alevilerde tarikata girmeyen âşık yoktur. Yaratıcılık yeteneği olmayanlarsa gelenek taşıyıcısı rolü üstlenerek gelecek nesillere usta malı deyişleri aktararak geleneğin devamlılığını sağlarlar.” (Günay, 1992: 76) görüşüne yer verir. Buna dayalı olarak da Âşık Selmani’nin bir tarikat içerisinde yer alması geleneğin içerisinde mevcut olan bir durumdur. Âşık Selmani kendisindeki âşıklık yeteneğinin özünün din, Kur’an ve tasavvuf olduğundan bahsetmekte; zahirden çok batından, dıştan çok içten müteşekkil şiirler yazdığını ifade etmektedir. Şiirlerinin kaynağını Kur’an olarak göstermektedir. Âşığın şiirlerinde Kuran’dan birçok alıntı mevcuttur. Âşık, şiirlerinde Alevi- Bektaşi geleneğine bağlı olarak şiirler yazmış, daha çok 15 dini-tasavvufi şiir geleneğini icra etmiştir. Basılmış olan “İki Cihan Dostu (1971)” ve “Batın İlmi Divanı (2008)” adlı eserleri incelendiğinde âşığın şiirlerinde büyük oranda din ve tasavvuf konularına önem verdiği görülmektedir. Bu eserlerinde deyişler, düvazimamlar, mersiyeler ve az sayıda da tasavvufa dayalı olmayan şiirleri mevcuttur. Âşığın zahiri yöndeki şiirlerini eserlerine fazlaca koymaması toplumun ve kendisinin Selmani’yi gördüğü tasavvufi mertebedir. Kendisiyle İstanbul’da bulunduğumuz yedi gün boyunca madde aşkına ve sevgisine dayalı hiçbir şiirini bize göstermeyen Selmani, yedinci gün ısrar sonucu aşk şiirlerini de tarafımıza teslim etmiştir. Selmani’yle bulunduğumuz günlerde kendisiyle çoğunlukla ilâhi aşk, Alevilik felsefesi, tasavvuf, kitaplarındaki manalar ve inanç değerleri üzerine görüşülmüştür. Selmani kendisinde olanın Hak âşıklığı olduğunu, diğer türlü aşkların ise ancak Hakk’a ermeye vesile olursa kıymet kazanacağını ifade etmektedir. Âşık Selmani, inanç değerleri içinde Hünkâr Hacı Bektaş Veli’ye çok büyük saygı ve sevgi duymaktadır. Hacı Bektaş-ı Veli’nin izinde olduğunu, onun talibi olduğunu ifade eder. Âşık Selmani tüm evliyaları, enbiyaları aynı nurdan görmektedir. Nebilerin, velilerin gelişiyle nefes evladı olduğuna şeksiz kanaat edip tevellayı, teberrayı bilip “vela gad kerremna” ayetini idrak etmeye çalıştığını ifade etmektedir. Hacı Bektaş-ı Veli’nin evlatlarının sülpten sülbe sır olarak ve nurlu bir şekilde geldiğine inanç gösterip Hacı Bektaş-ı Veli yoluna canı gönülden bağlı olduğunu belirtmektedir. (Selmani’nin Hayatı, Kendi El Yazısı) Âşık Selmani, tasavvuf inancının “dört kapı kırk makam” anlayışıyla hareket etmekte, Alevi inancının, bu dört kapıdan (Şeriat, Tarikat, Marifet, Hakikat) ikincisi olan tarikat mertebesinde olduğunu belirtmektedir. Sünni inanışsa onun inancına göre makamlardan birincisi olan “Şeriat” kapısındadır. Şeriat İslam’ın ibadet boyutunu tarikat ise inanç boyutunu oluşturmaktadır. Selmani şeriatı ilkokul, tarikatı ortaokul, marifeti lise, hakikati ise üniversite olarak tanımlamaktadır. Selmani insanın iki kez doğduğuna değinmektedir. Biri anadan doğma yani her insanın annesinden doğması ki cismen doğumu ifade eder, zahiri doğumdur; ikincisi ise mürşitten doğmadır ki bu doğum tarikat kapısındakilerin mürşide intisap ederek doğmasıdır. Batın doğumdur. Bu talibin mürşidi kâmile yani ustasına kendi rızalığıyla teslim olması ve ser verip tarikat sırlarını kimseye vermemesi, sağlam bir tarikat disiplini elde etmesidir. Selmani’ye göre şeriat kapısında olanlar inancın şekil yönüyle ilgilenmekte, ibadet için bir ibadethaneyi zorunlu görmektedir. Hâlbuki Âşık Selmani’ye göre Tarikat kapısındaki Alevi inancı, ibadeti şekilden 16 soyutlamaktadır. Ona göre, gösterilerek yapılan ibadet hoş değildir. Âşık Selmani kendi inanış sistemine göre tarikata gönül vermiş, Hakk âşığı olacak kişinin önce nefsini terbiye etmesi gerektiğini ifade etmektedir. Âşık Selmani’ye göre inanç tam olduktan sonra nereye dönülürse kıble orasıdır. Allah’ı bir mekâna sığdırmak da yanlıştır. Allah’ın yeri insanların kalbidir. O yüzdendir ki asıl Kâbe insan kalbidir. İbadeti tam olsa bile insan kalbi kıranın ibadeti boşunadır. Bu anlayış aslında Yunus Emre’nin “Bir gönülü kırdın ise, Bu kıldığın namaz değil.” anlayışıyla uyuşmaktadır. Âşık Selmani, Yunus Emre’nin şiirlerini duyduğunu ve çok beğendiğini ifade etmektedir. Âşık Selmani’nin şiirlerinin geneline bakıldığında Allah, Hz. Muhammed, Hz. Ali, Ehli Beyit sevgisi hâkimdir. Kendisinin Hallac-ı Mansur’ların, Nesimi’lerin, Fuzuli’lerin bir devamı olduğunu; “Enel Hakk” anlayışına sahip olduğunu belirten Âşık Selmani; geçmişte olsun, günümüzde olsun tasavvufun ve Allah aşkının temelini anlayamayan, İslam’ı zahirden ibaret sayanların kendisi gibi Hakk âşıklarını küçümsediğinden yakınmaktadır. Âşıklık demek Âşık Selmani’ye göre Hakk’ı sevmektir. Hakk’a doğru yönünü çevirmeyen âşığa âşık demek olmaz ki onları halk huzurunda ünlü yapan da Hakk’ın onlara verdiği güç ve ilhamdır. Bu konuda 24 Ekim 1970 tarihinde, Âşıklar Bayramı öncesinde Âşık Selmani; Hüdai, Feymani ve Abdülvahap Kocaman ile Konya Bugün gazetesini ziyaretlerinde şu şiiri söylemiştir. Âşıkların herkes duyar ününü, Çünkü Hakk’a çevirmiştir yönünü, 24 Ekim’de bu bayram günü, Hesaplayıp saya saya gelmişiz (Bugün, 24 Ekim 1970) Yine âşık Selmani’ye göre Hakk’ı ne kadar ve nasıl ararsak arayalım o bir ummandır ve bu Hak yolunda akıl yetersizdir. Çünkü Allah insana cüzi bir irade vermiştir. İnsanın görevi bu cüzi irade ile Allah’ı bulma, ona ermedir. Selmani, bunu şöyle dile getirir: Selmani bu yolda hak-i pay olur, Bu aşkın elinde aklı zay olur, Bir dem damla olur bir dem çay olur, Ummanı bulmaya çaya gelmişiz (Bugün, 24 Ekim 1970) Âşık Selmani, toplumuza giren ayrılıkların, fikir uyuşmazlıklarının ve mezhep çatışmalarının temelini de geçmişten günümüze Hallac-ı Mansur’u, Pir Sultan’ı, Nesimi’yi gerçek manada anlamamanın oluşturduğuna, farklı tarikattakilerin birbirine sabredememesinin günümüzde insanları ikiye böldüğüne inanmaktadır. 17 Âlemdeki her şeyin Allah’ın bir parçası bir yansıması olduğunu belirten Âşık Selmani, yaratılmış her şeyin Allah’tan bir mana taşıdığına inanmakta, doğruları ve inandığı tasavvufu yaşayamamanın, bildiklerini söyleyememenin kendisini üzdüğünü söylemektedir. Selmani, Allah’ın insanın kalbine gizlendiğini, o yüzden en büyük kıblenin Yunus’un da dediği gibi gönül olduğunu ifade etmektedir. İnsanın kalbinde Allah olduğu için yaratılmış her insan Allah’tan bir mana taşır. Alevi inancına göre AllahMuhammed-Ali bir olduğu için her insan Allah’tan; Hz. Muhammed ve Hz. Ali’den bir parçadır. Âşık Selmani, bazı kesimlerin kendisi gibi düşünenleri inançsızlıkla suçlamasını ise yadırgamaktadır. Âşık Selmani, bu nedenle tasavvufi bilginin Hak tarafından bazı insanlara verilmiş cevher olduğunu, bu cevherin her pazarda satılamayacağını, yerlere saçılamayacağını ve her isteyene verilemeyeceğini belirtmiş, kendisiyle bazı görüşmede sorulan sorulara verdiği cevaplarda da bunu hissettirmiştir. Günümüz toplumunda Alevi olsun, Sünni olsun bu cevherin alıcısının azaldığından yakınan Âşık Selmani, sorulan bazı tasavvufi sorulara cevap verirken de “Allah günahsa affetsin” diyerek kaygısını ortaya koymuştur. Bir şiirinde Selmani ilahi sırrın saçılmaması gerektiğini şöyle ifade eder: Muhammed- Ali’nin gizli sırrını, Aç diye mi verdim bu sırrı sana, Bu cavidan ilmi cevherlerini, Saç diye mi verdim bu ilmi sana (Selmani, 2008: 269) Âşık Selmani’nin şiirlerinde Hurufiliğin tesirlerini görmek de mümkündür. Kendisine yöneltilen “Hurufi misiniz?” sorusuna Hurufi inancını benimsediğini belirtmiş, harflerin manalarını da okuduğu Hurufi âşıklardan öğrendiğini belirtmiştir. Âşık, birçok şiirinde harflerden yararlanmakta olup harflere manalar yüklemektedir. İnsan yüzünde ilahi kavramların yazılı olduğundan, Kur’an’daki harflerin her birinin derin manalar içerdiğinden bahsetmektedir. Ancak ebced hesabı bilmediğini de belirtmektedir. Âşık Selmani’nin harflerle oluşturduğu yapıda, genellikle Allah “Elif”, Hz Muhammed “Mim”, Hz. Ali ise “Lam” harfleriyle ifade edilir. Ancak Selmani’nin harflere değer yüklemek, bu harfleri tasavvufî kavram ve varlıklarla özdeşleştirmek şeklindeki kullanımları, dini- tasavvufi edebiyat dâhilindeki âşıkların da kullandığı bir yöntemdir. Âşık Selmani’nin harflere değerler vermesi, kendi ifadeleriyle başka âşıkların şiirlerinden öğrenilmiş bilgilerdir. Harflere onlar gibi mana yüklemek esastır. Hurufililiğin onda tesir uyandırdığı açıktır; ancak Selmani’nin tam anlamıyla Hurufi olduğunu söylemek yanlış olabilir. Yaptığımız görüşmelerde, Selmani’yi tanıyan ve şiir 18 anlayışı hakkında bilgi sahibi olan Mehmet Yardımcı ve Doğan Kaya da Selmani’nin Hurufilikten etkilendiğini ancak tam anlamıyla Hurufi sayılamayacağını ifade etmektedirler. Korkmaz’ın Hurufilik konusunda verdiği bilgilere göre, “Hurufi inancına göre bütün varlıklar insana, insanlar ise peygamber ve imamlara bağlıdır. İmam Hasan Askeri zahir imamların sonuncusudur. Ondan sonra gayb dönemine girilir. Bu dönem Mehdi ile başlar ve Mehdi de Hurufilerin inancına göre Fazlullah Hurufi’dir.” (Korkmaz, 2003: 203). Kaya’nın eserinde Hurufilikle ilgili şu bilgilere yer verilmektedir: “Hurufiliğe göre, nübüvvet, imamet ve ulûhiyet vardır. Nübüvvet Hz. Muhammed’le, imamet Hasan El Askeri ile sona ermiş, ulûhiyet ise kendini Mehdi bilen Fazlullah’la başlar ve bitmez. Hurufilik insanın da bir Tanrı olduğu görüşünü savunur.” (Kaya, 2007: 381). Köprülü, Hurufiliği İslam tasavvufu mukadderatı üzerine kurulmuş hiçbir felsefi ve ahlâkî kıymeti olmayan çocukça akide olarak ifade eder. Allah’ın, insanı kâmilin veçhinde harflerle belli olduğunu, 28 Arapça ve 4 Farsça harfte (pa, ça, ja, ka) bütün mevcudatın var olduğunu, bunları da insanın yüzünde bulmanın mümkün olduğunu savunan Hurufiliği eleştirir (Köprülü, 2009: 304). Âşık Selmani de, Hurufiler gibi insanın yüzünde bile harflerin ve onların temsil ettiği değerlerin yer aldığından bahseder. Hurufiliğe Farsçadan giren “Pa, Ça, Ja, Ka” harflerine de yer verir. Bu harflerin 4 peygamberi temsilinden bahseder. Pa: Âdem, Ça: Nuh, Ja: İbrahim Ka: Muhammed. Selmani; Hallacı Mansur’lar, Nesimi’lerle aynı yolda ve onların izinde olduğunu belirtmiştir. Onların cezalara uğramasını bilgisizliğe bağlamış, insanları ikiliğe itenin de onları anlamamak olduğunu belirtmiştir. Ayrıca Âşık Selmani, çocukluğundan beri Arapça ve Farsça kelimeleri öğrendiğini; bunlar sayesinde batın ilmini çözdüğünü ifade etmiş, Kur’an’ı da üç defa hatmettiğini belirtmiştir. Kur’an’ın ondaki ilmin temeli olduğunu bir şiirinde de şu şekilde ifade eder: Elhamdülillah’la Yasin-i Şerif, Okumasam nasıl ederdim tarif, Ayn-ı cem Kuran’la yürür be herif, Birisi Kuran’dır birisi evlat, (337/ 3) Sonuç olarak Âşık Selmani, Alevi- Bektaşi anlayışı çerçevesinde Nazenin Tarikatına mensup olduğunu; Allah, Muhammed, Ali anlayışıyla şiirler yazdığını; kendinden önceki büyük âşıkların izinden gittiğini; harflerin manasını öğrenerek Hurufilik anlayışından da etkilenerek ilahi şiirler yazdığını 19 ve tarikat yolunda olduğunu ifade etmiştir. Âşık Selmani kendisini bir şiirinde şu şekilde ifade eder: Benim kim olduğum soran olursa, Ben Tokat ilinin Selmani’siyim, Can bülbülü olup düşmüşüm zara, Bülbüller dilinin Selmani’siyim, Selmani’yim budur benim sözlerim, Aşkı muhabbeti kalpte gizlerim, Gerçek erenlerin yolun izlerim, Erenler yolunun Selmani’siyim, (Selmani, 2008: 229) 2. ÂŞIK SELMÂNİ’NİN KAZANDIĞI DERECELER, ÖDÜLLER: 1967 Mevlâna Ödülü, Birincilik (Atışma Dalı) Konya Âşıklar Bayramı-Konya Turizm Derneği 1968 Mevlâna Ödülü, Birincilik (Atışma Dalı) Konya Âşıklar Bayramı-Konya Turizm Derneği Dadaloğlu Ödülü, İkincilik ( En Güzel Memleket Şiiri) Konya Âşıklar BayramıKonya Turizm Derneği Muamma Dalı, Üçüncülük Ödülü, Konya Âşıklar Bayramı-Konya Turizm 1969 Köroğlu Ödülü, Birincilik(Atışma Dalı) Konya Âşıklar Bayramı-Konya Turizm Derneği 1970 Birincilik Ödülü, (Atışma Dalı) Konya Âşıklar Bayramı-Konya Turizm Derneği 1971 Türkiye Gazeteciler Sendikası, I. Altın Saz Yarışması Atışma Dalında Birincilik Türkiye Dergisi, “Anadolu’nun Sesi Halk Âşıklar Gecesi Yarışması” Türkü Dalı Birincisi Ayaşlı Şakir, İkincilik Ödülü(Atışma Dalı) Konya Âşıklar Bayramı- Konya Turizm Derneği Pir Sultan Abdal, Birincilik Ödülü (Türkü Dalı) Konya Âşıklar Bayramı- Konya Turizm Derneği 1972 Yunus Emre, Birincilik Ödülü (Atışma Dalı) Konya Âşıklar Bayramı-Konya Turizm Derneği Birincilik Ödülü, ( Şiir Dalı) Konya Âşıklar Bayramı-Konya Turizm Derneği 20 Ferrâhî Ödülü, ( Türkü Dalı) Konya Âşıklar Bayramı-Konya Turizm Derneği “Hacı Bektaş-ı Veli’ye Sesleniş” yarışması birincilik (Atışma Dalı) 1973 Karac’oğlan, Birincilik Ödülü(Atışma) Konya Âşıklar Bayramı-Konya Turizm Derneği (500 lira) Dadaloğlu, İkincilik Ödülü (Şiir) Konya Âşıklar Bayramı-Konya Turizm Derneği (300 lira) Müdâmi, Üçüncülük Ödülü( Türkü Dalı) Konya Âşıklar Bayramı-Konya Turizm Derneği 1986 Niksar Emrah Şenliği, Türkü- Ses Yarışması Birinciliği Barış Yılı Münasebetiyle Düzenlenen Erbaa Âşıklar Şöleni, Lebdeğmez Birinciliği ve Onur Belgesi Malatya Âşık Şöleninde Kul Semâi ile birlikte Altın Şilt almıştır. 2003 Kültür Bakanlığı, “Yaşayan Âşıklık Geleneği Programı”na Katılım Sertifikası 3. ÂŞIK SELMANİ HAKKINDA YAYIMLANAN YAZILAR, YAPILAN PROGRAMLAR, ŞİİRLERİNİN YAYIMLANDIĞI, ADININ GEÇTİĞİ KAYNAKLAR: AKSÜT, Ali, “Kısaca Geygeller ve Yaşayan İki Ozan”, Serçeşme Dergisi, Sayı 26, 2007, s. 26- 27, ARTUN, Erman, Âşıklık Geleneği ve Âşık Edebiyatı, s. 423- 424, İstanbul, 2008, ARTUN, Erman, Günümüzde Adana Âşıklık Geleneği ve Âşık Feymani, s. 481- 482 -483, Adana, 1996, “Âşıklar Bayramı Ödülleri”, Çağrı Dergisi, S.189, s.13- 14, Ankara, 1973 ÇETİN, İsmet, “Âşık Selmanî Üzerine”, Halay Dergisi, Sayı 42, s.25, Ankara, 1984, GÜNAY, Umay, Türkiye’de Âşık Tarzı Şiir Geleneği ve Rüya Motifi, s. 2390- 91- 94- 95, Ankara, 2008, HALICI, Feyzi, Âşıklık Geleneği ve Günümüz Halk Şairleri, s:26, 386- 388, 574, 632, 641, 642, 650, 651, 665, 666, 673, Ankara, 1992, HALICI, Mehdi, Türk Halk Şiirinin Altın Kitabı, s. 6, 7, 8, 15, 23, 27, 45, 46, Konya, 1970 HINÇER, Çora, “4.Âşıklar Bayramı Yapıldı”, Türk Folklor Araştırmaları, s. 245, 1969, s.5493. 21 HINÇER, İhsan, “Konya’da Âşıklar Bayramı Geleneği”, Türk Folklor Araştırmaları, C 13, 1971, S.258. HINÇER, Bora, “Çeşitli Dallarda ve Cumhuriyetin 50.Yıl Şiir Yarışması” Türk Folklor Araştırmaları, S.291, 1973, s.6791, 6792. KABAKLI, Ahmet, Türk Edebiyatı, c.4, s. 696- 697, İstanbul, 1984, KABAKLI, Ahmet, “Âşıklar Bayramı”, Çağrı Dergisi, S.177, 1972, s.4, KAYA, Doğan, Türk Halk Edebiyatı Terimler Sözlüğü, s. 510, Ankara, 2007, KAYA, Doğan, Şairnâmeler, s.158, 189, 214, 220, 232, 237, 295, Ankara, 2009, MAKAL, Tahir Kutsi, “Âşıklar Atışıyor”, Son Havadis,1969, OĞUZ, M. Öcal; DÜZGÜN, Dilaver, Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, s.186, Ankara, 2005, PETEKÇİ, Ahmet, “Âşıklar Bayramında Türkiye Dile Geldi”, Çağrı Dergisi, s.177, 1972, s.18 Sever, Mustafa, “Türk Halk Şiiri”, s. 31, 36, 567, Ankara, 2003, “Sivas’tan Gelen Âşık Hasan Yüzbaşıoğlu İstanbul’dan Gelen Âşıklara Meydan Okuyor”, Kütahya Postası, 30 Temmuz 1968, s.1 SOYSAL, Metin, “Aldı Sazı Eline”, Hürriyet Gazetesi, 8 Kasım 1967, ŞAHİN, Hikmet, “Şöhretli Halk Şairlerimiz Konya Büromuzda Karşılaştılar”, Bugün Gazetesi, 25 Ekim 1970, Konya TİMURTAŞ, Faruk Kadri, “Âşıklar Bayramı Kültüre Hizmet Ediyor”, Çağrı Dergisi, S.189, 1973, s. 8, TRT, “Ozanın Kopuzundan Âşığın Sazına”, 13. bölüm, İzmir, 1990 ULU, M. Emin, Alperenler Cenneti Tokat, s. 413- 414, İstanbul, 2004, YARDIMCI, Mehmet, Başlangıçtan Günümüze Halk Şiiri, Âşık Şiiri, Tekke Şiiri, s.129- 194, 201, Ankara, 1999, “7.Geleneksel Âşıklar Bayramı”, Çağrı Dergisi, S.177, 1972, s.10. “7.Geleneksel Âşıklar Bayramında Seçilen Yılın 7 Şiiri”, Çağrı Dergisi, S.177, 1972, s.17. 22 BİRİNCİ BÖLÜM TOKAT’TA ÂŞIKLIK GELENEĞİ VE ÂŞIK SELMANİ’NİN SANATÇI KİŞİLİĞİ: 1.1. TOKAT’TA ÂŞIK TARZI ŞİİR GELENEĞİ VE KÜLTÜR ÇEVRESİ: Tokat âşıklık geleneği, kökeni 16. yüzyıla kadar inen bir geçmişe sahiptir. Bundan öncesine inmeye Köprülü’nün belirttiği üzere (Köprülü, 2004: 37) eldeki metinlerin azlığı nedeniyle imkân yoktur. Geleneğin 16. yüzyıldan başlatılması, Tokat’taki geleneğin kökenini de bu yüzyılda başlatmamızın sebebidir. Tokat âşıklık geleneğinin bundan öncesiyle ilgili herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Tokat âşıklık geleneği, günümüzde canlılığını belli oranda korumaktadır. Doğan Kaya, âşıklık geleneğinin geleceğiyle ilgili bir bildirisinde âşıklık geleneğinin kurumsallaşmasından bahsederken günümüzde âşıklık geleneğinin yaşadığı şehirler arasında Tokat’ı da saymaktadır (Kaya, 2001: 90). Ancak eskiye nazaran geleneğin zayıfladığı; gerek geleneği devam ettiren âşıkların sayısına, gerekse dönemin etkisine bağlı olarak söylenebilir. 18. Asır'dan itibaren Tokat’ın Osmanlı Devleti içindeki önemli kültür merkezlerinden biri olması, ilimizin dört tarafının bir “Kültür Harmanı”na dönüşmesine neden olmuştur. Öyle ki Tokat’ı kültür bakımından tarif etmek gerekirse “Reşadiye türkü, Zile âşık, Artova halay oymağı” diye ifade edilmiştir (http://unyezile.com/tokasik.htm). Geçmişten günümüze âşıklık geleneğinin Tokat’taki seyrine bakıldığında bu durum daha kolay anlaşılabilir: Tokat’ta âşıklık geleneğinin başlangıcıyla ilgili olarak, Kahraman şunları ifade etmektedir: “Tokat, âşık edebiyatının yaşatıldığı ve bu sanata gönül verenlerin korunup kollandığı bir şehirdir. 16. yüzyıl âşıklarından Kul Himmet’in Tokat’ın Almus ilçesinin Varzıl köyüne sığındığını görüyoruz. İlk temsilcisine 16. yüzyılda rastladığımız yöre âşıkları, her geçen gün biraz daha artarak çoğalmışlar ve büyük bir sayıya ulaşmışlardır.” (Kahraman, 1996: 5). 16. yüzyılda Kul Himmet’in Tokat’ta yetişmesi, hem âşıklık geleneğinin Tokat’taki geçmişi hem de niteliği açısından önemlidir. Âşık edebiyatının başlangıcı sayılan bir asırda, Alevi- Bektaşi geleneğinde yedi büyük ozandan biri sayılan Tokatlı Kul Himmet’in olması geleneğin Tokat’taki başlangıcı açısından önemlidir. Kul Himmet’in, Alevi- Bektaşi geleneğinden olması ve araştırmacıların âşıklık geleneğinin başlangıcında tekkelerin ve Bektaşiliğin önemine değinmeleri onun bu geleneğin içindeki önemini göstermektedir. 23 Köprülü, 16. yüzyılda âşık şiirinin oluşumunu şu şekilde ifade etmektedir: “Anadolu’da tarikatlar çoğalıp tasavvufi düşünce yaygınlaşınca ozanlar da bu düşünce sistemi içerisine girmişler ve eserlerinde eski kültür izleriyle birlikte yeni düşünceleri de ele almışlardır. “Ozanlık”, İslami düşünce sistemi içerisinde âşıklığa dönüşürken “ozan” kelimesi de eski ehemmiyetini yitirmeye başlamıştır (Köprülü, 1999:144). Umay Günay da eserinde, (Günay, 2008: 221- 222) ozan- baksı geleneğinin İslamiyet’ten sonra, tasavvufi düşünce ve yaşayış tarzı ile birleşmesinden doğan yeni tipin âşık şair tipi olduğunu belirterek Köprülü’nün fikirlerine paralel bir bakış açısı ortaya koyar. Bu görüşlerden hareketle Tokat’taki âşıklık geleneğinin başlangıcının da tasavvufi düşüncenin “âşık” tipini oluşturması olduğu görülmektedir. Çünkü şiirleri ve fikirleriyle Âşık Selmani gibi kendinden sonra gelen âşıkları etkileyen Kul Himmet, tasavvuf düşüncesiyle şiirler yazan Alevi bir âşıktır. Kul Himmet’ten sonra gelenek içerisinde birçok âşık yetişmesine rağmen 17. ve 18. asırlarda Tokat âşıklık geleneği nitelik olarak güçlü değildir. Kahraman’ın araştırmasında (Kahraman 1996: 60- 62) geçmişten bugüne incelenen Tokatlı 128 âşık içinde 17. yüzyıla ait hiçbir âşığın bulunmaması, 18. yüzyılda ise sadece Âşık Mümin, Talibi ve Kul Yusuf’un adlarının bulunması bunu açıkça göstermektedir. 17. yüzyılın âşık edebiyatının altın çağı olarak nitelenmesine (Kaya, 2007: 72) rağmen Tokatlı herhangi bir âşığa ait bilgi bulunmamaktadır. 17. yüzyıl eseri olan, Evliya Çelebi’nin, “Seyahatname” adlı eserinde Tokat’la ilgili olarak geçen: ”Her kahvede türlü türlü saz u söz vardır. Her kahvede kıssahanlar, çalgıcılar vardır. Hâlâ Hacı Bektaş‐ı Veli’nin duası bereketiyle bu şehir, âlimlerin toplandığı yer, fazılların kaynağı ve şairlerin meskenidir.” (Kahraman, 2010: 97- 108) sözleri bu dönemde Tokat’taki saz ve söze olan tutkuyu ifade etmekte, bir yönüyle âşıklık geleneğinin o dönemdeki etkisini yansıtmaktadır. Ayrıca burada geçen Hacı Bektaş-ı Veli ifadesi de konumuzla ilgisi yönünden önemlidir. Zira o dönemde Tokat, Bektaşiliğin önemli merkezlerinden biri konumundadır. Birçok Bektaşi tekkesi, ziyaretgahı vs. Tokat’ta mevcuttur. Eserde geçen “ Bahadır Sultan Mescidi, Hıdırlık (Açıkbaş) Tekkesi, Kümsük Sultan Tekkesi, Çöreğibüyük Tekkesi, Gıjgıj Dede Sultan Tekkesi, Sümbüllü Baba Tekkesi, Taşoluk Tekkesi vb.” yerler Bektaşi mekanları olarak adlandırılmıştır. Hatta Hacı Bektaş-ı Veli’nin Tokat Kalesi’ni Ermenilerden isteyip keramet göstermesinden, Bektaşi tekkelerinde bulunup bazı kişileri post sahibi etmesinden de bahsedilmektedir (Kopraman, 1986: 38- 56). Kopraman, Seyahatname’de bahsedilen, Tokat’ın Yıldırım Bayezid tarafından Osmanlı toprağı haline getirildiği bilgisinin doğru olduğunu belirtir. Bununla birlikte, kalenin Hacı Bektaş-ı Veli Horasani’nin duası ve bereketiyle fethedildiği şeklindeki bilginin halk rivayeti olduğundan bahseder 24 (Kopraman, 1986: 662). “Seyahatname”de yer alan bu bilgiler Tokat’ın Bektaşilikle olan tarihi bağları da ortaya konmaktadır. Esere göre Tokat’ta o dönemde sadece Bektaşi tekkeleri değil; Mevlevi, Halveti, Bayrami, Kadiri vb. tarikatlarının tekkeleri de mevcuttur. Buradan da yola çıkarak Tokat’ın bir tarikatlar merkezi, inanç ve hoşgörü kavşağı olduğu söylenebilir. Eserimizde incelediğimiz Âşık Selmani’yle bütünleşen Bektaşilik kültürü ve felsefesinin de Tokat’taki kökenlerinin eski ve önemli bir yerinin olduğunu görmekteyiz. 16. ve 17. Yüzyıllarda Tokat’ın bir inanç ve şiir şehri olduğundan yola çıkarak burada âşıklık geleneğinin geçmişi hakkında bilgi sahibi olabilmekteyiz. 18. yüzyıl âşıklık geleneğinde, âşık sayısının çokluğuna rağmen nitelik olarak güçlü âşıkların çıkmaması Tokat âşıklık geleneğinde de görülmektedir. Fuad Köprülü eserinde bu dönem âşıklarının klasik edebiyatın cazibesine kapılarak halk zevkinden uzaklaşmasını ve âşığın şehir hayatının etkisinde kalmasını bu dönemin zayıf kalmasındaki sebep olarak gösterir (Köprülü, 2004: 469). Tokat’taki geleneğin de âşıklık geleneğine paralel olarak zayıf kalmış olabileceğini söylemek mümkündür. Bu dönemde Tokat âşıklık geleneğinde ismi geçenler; Âşık Mümin, Talibi ve Kul Yusuf olup başka bir isme rastlanmamıştır. Talibi hem 18. hem de 19. yüzyılda yaşamış olup sadece bu yüzyıla ait bir âşık değildir, 1813’te vefat etmiştir. Geleneğin Tokat’ta önem kazanmasında 19. yüzyıl ve bu yüzyılda Erzurumlu Emrah önemlidir. 19. yüzyıl, âşık edebiyatının en önemli olduğu yüzyıllardan biri olup bu dönem Tokat âşıklık geleneğinde en mühim dönemdir. Köprülü, 19. yüzyıl âşık şiiriyle ilgili şu görüşlere yer vermektedir: “16. ve 19. yüzyıllar zarfındaki inkişafını takip ettiğimiz Âşık edebiyatı 19. yüzyılda türlü amiller tesiriyle büyük bir ehemmiyet kazandı. Bir taraftan, klasik edebiyat çerçevesi içinde gittikçe daha ziyade kuvvetlenen mahallileşme cereyanının da tesiriyle, yüksek sınıf arasında daha mühim bir yer tutmaya başladı. Bu dönem saz şairlerinden; Erzurumlu Emrah, Bayburtlu Zihni, Dertli, Seyrani, Tokatlı Nuri gibi âşıklar geniş ve devamlı bir şöhret kazanmışlardır. Bu dönem ozanları ile eskide kalanlar arasında çok fark vardır. Bu dönem âşıklar, daha çok klasik şaire benzemek ve ona yaklaşmak için çalışan bir tiptir.” (Köprülü, 2004: 469 - 474) Köprülü’nün bu görüşü doğrultusunda 19. yüzyılı Tokat âşıklık geleneği açısından mühim hale getiren Erzurumlu Emrah ve yetiştirdiği çıraklardır. Erzurumlu Emrah’ın Tokat’a gelişi, sonrasında yetiştirdiği çıraklarıyla âşıklık geleneğinde bir kol (Emrah Kolu) oluşturması Tokat âşıklık geleneğinin bu yüzyıldaki gelişimi açısından önemlidir. Doğan Kaya, Tokat âşıklık geleneğine Emrah’ın etkisini ifade ederken âşıklık geleneği içinde kendine ait bir kolu olan Erzurumlu Emrah’ın yetiştirdiği iki usta âşığın da (Tokatlı Nuri ve Gedâi) Tokatlı olduğunu belirtir. Emrah kolu içinde özellikle Tokatlı Nuri’nin kendi çıraklarını yetiştirerek 25 Tokat’ta âşıklık geleneğinin hâlâ canlılığını sürdürmesini sağladığından bahseder. Kaya ayrıca; Kars, Erzurum, Sivas, Tokat, Kastamonu, Bolu, Çankırı, Artvin ve Malatya'da Şenlik, Sümmanî, Ruhsatî, Emrah, Dertli, Huzurî ve Derviş Muhammed gibi usta kabul edilen zirve şahsiyetlerin varlığı, bu yörelerde âşıklık geleneğinin hâlâ canlılığını sürdürmesinde etkili olmuştur (Kaya, 2000: 16) diyerek Tokat âşıklık geleneğinin canlı bir şekilde sürmesinde Emrah’ın ve çıraklarının etkisine değinmektedir. Selmani, her ne kadar bu kolun içinde direkt bir usta- çırak ilişkisiyle bulunan bir âşık olmasa da Emrah’ın şiirlerini sevip beğendiğini, kitaptan okumadığını ancak çok şiirini duyduğunu ve etkilendiğini belirtmiştir. Manevi olarak da olsa Tokat’ta âşıklık geleneğinin günümüze gelmesinde önemli olan bu kolun fikrî olarak içinde yer almıştır. Bu konuda görüşlerine başvurduğumuz Mehmet Yardımcı, Selmani’nin birçok şiirini okuduğunu özellikle koşmalarında Emrah gibi söyleyişlerine rastladığını belirterek iki âşığın da Tokat kültürü içinde yer alması yönüyle etkilenmenin doğal olduğuna değinmiştir. Selmani’yi de Emrah kolunun yaşayan en büyük âşığı olarak gördüğünü söylemiştir. Bu konuda Sakaoğlu’nun Emrah ile ilgili olarak ifade ettiği, ”Yetiştirdiği çıraklarla kendine has üslubun günümüze kadar ulaşmasına zemin hazırlamıştır.” (Sakaoğlu, 1986: 31) düşüncesi Mehmet Yardımcı’yı destekler niteliktedir. Çünkü Selmani’nin dedim- dedi tarzı bazı şiirlerindeki üslubu onu anımsatır niteliktedir. Dedim kirpiklerin kaşların nedir, mısın Kirpikler ok kaşlar yay dedin bana, yandım, Ay mısın gün müsün ey yüzü bedir, mısın Gündüz güneş gece ay dedin bana, andım Selmani Dedim dilber sen de sevdakar Dedi senden evvel nare ben Dedim doğru söyle bana yar Dedi sadık yârim gönülden Erzurumlu Emrah Selmani’nin tasavvufi şiir anlayışı olarak özellikle Kul Himmet, Noksani, Yemini, Hatayi, Nesimi gibi Alevi âşıklardan; tasavvuf dışı bazı şiirlerinde ise Emrah’tan manevi olarak etkilenmesi söz konusudur denebilir. Selmani’nin ve Yardımcı’nın görüşlerinin paralelliği doğrultusunda Selmani’yi, Emrah kolunda yer alan âşıklardan saymak mümkündür. 20. yüzyıla bakıldığında geleneğin teknolojiyle beraber yaşamaya çalıştığı görülmektedir. Erman Artun, 20. yüzyıldan itibaren âşıkların ordudaki görevlerine son verilmesi ve tekkelerin kapatılmasıyla, âşıkların 26 koruyucularını kaybetmesinden ötürü âşık edebiyatının gerileme sürecine girdiğini belirtir. (Artun, 1996: 21- 22) Doğan Kaya ise eserinde (Kaya 2007: 75), bu yüzyılın gücünü koruduğunu, medeniyete ayak uydurduğunu, kitle iletişim araçlarına rağmen varlığını sürdürdüğünü; 1931, 1964, 1967 yıllarında Sivas’ta; 1966 yılından itibaren Konya’da yapılan Âşıklar Bayramı’nın geleneği olumlu yönde etkilediğini ifade eder. Bu süreçte yer alan Selmani’nin geleneğe etkisi de 1966 yılında Konya Âşıklar Bayramı’yla başlayacaktır. Yarışmaların düzenlenmesi, âşıklar arası bir rekabetin yaşanması, kitle iletişim araçlarıyla ülke genelinde âşıklarla ilgili programların ve haberlerin yapılması âşıkların gelenek içinde var olma ve kendini geliştirme gücünü artırmıştır. Bu da geleneğin yaşamasında etkili olmuştur. 20. yüzyılda Tokat’taki gelenek içinde Selmani, Âşık Kul Semai, Âşık Püryani ve İmamoğlu gibi âşıkların geleneğin devam ettiricileri oldukları görülmektedir. Bu âşıkların, ulusal düzeyde kazandığı başarılar, aldıkları ödüller Tokat’ta geleneğin devam ettiğinin kanıtı olmuştur. Ancak Püryani vefat etmiştir. Âşık Selmani ve Kul Semai ise 80 yaşlarına gelmiştir. Artlarından gelen bir çırakları mevcut değildir. Selmani, âşıklık geleneğinin artık şekil değiştirdiğini; saz çalıp söyleyen herkesin âşık gibi adlandırıldığını ama aslında bunların çoğunun âşık olmadığını belirtmektedir. Ekonomik ve toplumsal yapıdaki değişimlerin, iletişim organlarındaki teknolojik gelişmelerin âşıklık geleneğindeki çıraklığı ortadan kaldırdığını, artık kimsenin bir âşık peşinde çıraklık yapmaya da yanaşmadığını bunun âşıklık geleneğini bitirmek üzere olduğunu söylemektedir. Tokat Yöresi Âşıkları Gelenek içinde yer alan Tokatlı âşıklar, bahsedilen âşıklarla sınırlı değildir. Geçmişten bugüne bilinen Tokatlı âşıkların sayısı yüzlerle ifade 27 edilmektedir. Emin Ulu’nun, Tokat’taki âşıklık geleneği içinde yer alan âşıklarla ilgili görüşleri ve yer verdiği âşıklar şu şekildedir: “Anadolu’da Kars, Erzurum, Konya, Konya, İstanbul, Tokat gibi yörelerde âşıklık geleneğinin canlılığı korunmuş, bir halka şeklinde günümüze ulaşmıştır. Tokat da, âşıklık geleneğinin geçmişten günümüze en etkili şekilde yaşadığı bu illerden biridir. Öyle ki edebiyatımızda usta-çırak ilişkisini yansıtan âşık kollarından biri de “Emrah kolu” olup bu kol içinden Tokatlı Nuri, Gedâi ve Ceyhûnî gibi güçlü âşıklar yetişmiştir. Geçmişten günümüze kadar bu gelenek içinde yer alan, ister Tokatlı olsun ister ömrünün bir bölümünü Tokat’ta geçirmiş olsun birçok usta âşığın adı Tokat’la bütünleşmiştir. Kul Himmet’ten günümüze kadar Tokat’ta yetişen halk şairleri arasında; Talibi, Fedai, Arifi Ceyhuni, İskani, Mevci, Remzani, Raşit, Zefil Necmi, Âşık Sıtkı, Zileli Fikri, Dabak Hürrem, Âşık Sadık, Fevzi, Sofoğlu, Âşık İsmail, Kul Yusuf, Gulam, Haydar Kâtibi, Nurettin Seyfi, Âşık, Kâmili, Zikriye, Kemteri, Büryan Ana, Tokatlı Nuri, Niksarlı Bedri, Tokatlı Gedâi, Ali (19. yy), Âşık Fâni, Semai, Eşrefoğlu, Erzurumlu Emrah, Hamdi, Şermi, Sezai, Recai, Seyit Derviş, Raşit, Seferoğlu, Sadık Karadağ, Tayip, Rıfat, Ahmet Mürremi, Vasıf, Hulusi, Lütfi vb. birçok isim 20.yüzyıldan önce; Âşık Selmani, Püryani, Âşık İmamoğlu, Kul Semai Baba, Âşık Baba, Azmi, Söyleri, Kaynari, Âşık Eşref, Kul Ali, İbrahim Dilek, Mehmet Coşkun, Yusuf Karakaş, Yusuf Balcı, Nuri Gulami, Şerrâfî, Hafız Mehmet, Üryani, Âşık Cemali ve Âşık Mehmet ise 20.yüzyılda geleneğin en mühim temsilcileri olarak görülmektedir.” (Ulu, 2004: 405- 413). Kahraman’ın eserinde Tokatlı olan 128 âşıktan bahsedilmektedir (Kahraman, 1996: 61- 63). Âşıkların sayısına, niteliklerine ve edebiyatımız içinde yer etmelerine bakıldığında ve tarihi belgeler ortaya konduğunda Tokat’ın bir âşıklar şehri olduğunu söylemek mümkündür. Geçmişten bugüne Tokat’taki geleneğin temsilcilerine yer verildikten sonra Tokatlı âşıkların geleneğe başlama şekillerinden bahsedilecektir. Geleneğe başlama, Tokat’ta âşıklar arasında bazı farklılıklar arz etmektedir. Tokat’taki âşıklık geleneği konusunda Kahraman, Tokat’ta âşıklığa başlamadaki iki önemli faktörü “irsiyet” ve “istidat” olarak gösterir. Bunlar dışındaki sebepleri ise şöyle sıralar (Kahraman, 1996: 18): a) Çıraklık b) Usta malı şiir söyleme ve çevreden etkilenme c) Türkülü hikâye dinleyerek veya okuyarak yetişme, d) Sazlı sözlü ortamda yetişme e) Rüya sonrası âşık olma f) Manevi etki sonucu âşık olma g) Dert sebebiyle âşık olma 28 h) Sevda sebebiyle âşık olma ı) Milli duygularla âşık olma, i) Birkaç sebebe dayalı âşık olma j) Sebebi bilinmeyen bir şekilde âşık olma. Âşık Selmani bu sınıflama içinde birkaç sebebe bağlı olarak âşık olan âşıklar kategorisinde yer almaktadır. Bu kategoriler, çevre tesiriyle âşık olma, sazlı sözlü ortamda yetişerek âşık olma ve manevi tesirle âşık olmadır. Kahraman’ın eserinde Âşık Selmani’nin rüya sonrası âşık olan âşıklardan olduğu yazmaktadır (Kahraman, 1996: 46); ancak Selmani, kendisinin böyle bir bilgiyi kimseye vermediğini belirtmektedir ve bunu kabul etmemektedir. 1.1.1.TOKAT ÂŞIKLIK GELENEĞİNDEKİ ÖNEMLİ ÂŞIKLAR: ¾ KUL HİMMET: 16. yüzyılın 2. Yarısı ile 17. Yüzyılın başlarında yaşadığı kabul edilir. Tokat’ın Almus ilçesine bağlı Varzıl köyünde doğmuştur ve aynı köyde vefat etmiştir. Alevi âşıklardan biri olup Alevilerce en büyük yedi Alevi âşıktan biri sayılır. Pir Sultan Abdal’ın müridi olduğu düşünülmektedir. (Sever, 2003: 195) Nefesler, düvazimamlar, destanlar, ağıtlar söylemiştir. Çok iyi bir tekke eğitimi almıştır. Sanat yönüyle birlikte etrafında bazı siyasi efsaneler de oluşmuştur. Kul Himmet Üstadım’la birçok şiiri karıştırılsa da bunlar farklı âşıklardır. Kul Himmet Üstadım, Kul Himmet’e karşı duyduğu derin sevgi sonucu onun mahlasını kullanmıştır ve Kul Himmet Üstadım üzerine “Kul Himmet Üstadım” bir eser 1976 yılında İbrahim Aslanoğlu tarafından yayımlanmıştır. Yine İbrahim ASLANOĞLU 1997 yılında “Kul Himmet” adlı bir eser yayımlayarak Kul Himmet’ler üzerindeki farklılıkları her iki eseriyle ortaya koymuştur. 29 Âşık Selmani’nin kendine en çok örnek aldığı âşıkların başında Kul Himmet gelmektedir. Kul Himmet de Âşık Selmani de Almuslu olup Selmani, Kul Himmet’i kendine manevi üstat saymaktadır. Örnek: Yedi iklim dört köşeyi dolandım, Ben Ali’den gayrı bir er görmedim, Kısmet verip alemleri yaradan, Ben Ali’den gayrı bir er görmedim, Ol kudret bendini kırdım gark ettim, Sarı öküz tüyün saydım fark ettim, Arş-ı muallayı gezdim seyrettim, Ben Ali’den gayrı bir er görmedim, Kul Himmet’im eydür kırklara beli, Dilim mehdin söyler aslımız deli, Evveli Muhammed ahiri Ali, Ben Ali’den gayrı bir er görmedim (Sever, 2003: 196) ¾ ÂŞIK KUL HÜSEYİN: 16. yüzyılın ikinci yarısı ile 17. Yüzyılın ilk yarısında yaşamıştır. Kendisiyle ilgili kesin bilgiler mevcut değildir. Ancak Âşık Hüseyin’in Tokat ya da Sivaslı olduğu düşünülmektedir. Onun Kul Himmet’i üstat olarak görmesi buna dayanak oluşturmaktadır. Âşık Hüseyin, Alevi- Bektaşi geleneğine özgü birçok şiir söylemiştir. Cahit Öztelli Kul Hüseyin’e ait 50 nefes derlemiştir (Sever, 2003: 201) 30 Örnek Ey şahin bakışlım bülbül avazlım, Bir eli kadehlim bir eli sazlım, İşte ben gidiyom kal ahu gözlüm, Ne sen beni unut ne de ben seni, Yolda harami çok engel arada, Unutma sevgilim demde sırada, Kalıp gider amma gönül burada, Ne sen beni unut ne de ben seni, Hüzeyin eydür gül benzim soluk, Serimize yazılmıştır ayrılık, Vallahi sevdiğim gönüller birlik, Ne sen beni unut ne de ben seni (Sever, 2003: 201) ¾ TALİBİ: Tokat’ın Zile ilçesinde doğmuş yine Zile’de 1813 yılında vefat etmiştir. Doğum tarihi olarak da 1733 kabul edilmektedir. 18. Yüzyılın önemli şairlerindendir. Gençliğinde kahvecilik yapmıştır. Turhal Şeyhi Mustafa Efendi’nin halifesidir. Hacı olmuş o nedenle de kendisine “Hacı Talibi” de denmiştir. İstanbul’a kadar gitmiş gittiği yerlerde kendini kabul ettirmiştir. Zileli Fedai, Raşid ve Esat adlı âşıkların ustasıdır. Ele geçen şiirleri genelde lirik tarzdadır (Sakaoğlu, 1989: 190). Âşık Talibi üzerine Mehmet YARDIMCI’nın 1989 yılında hazırlanmış “Zileli Âşık Katibi” adlı bir eseri bulunmaktadır. Örnek Dil bir seni sevdim anca dünyada, 31 Cemalin gördüğüm kar bana yeter, Dolaştırma beni şema ziyade, Uğruna yandığım nar bana yeter, Servi büyük her endamın gül gibi, Mah yüzünde zülüflerin kıl gibi, Her dilbere meyil vermem el gibi, Cihanda bir dane yar bana yeter, Talibi’yem canda sadakatım var, Yiğitlik yolunda metanetim var, İstemem ötesin kanaatim var, Sen gibi bir sitemkar bana yeter (Sakaoğlu, 1989: 190) ¾ ZİLELİ FEDAİ: Âşık Talibi’nin çıraklarından olan Fedai’nin hakkındaki bilgilerimiz kısıtlıdır. Ustası Âşık Talibi’nin (1735- 1813) ölüm yılı göz önüne alındığında Fedai’nin 1813’ten sonra sağ olduğu ve bundan hareketle de onun 18. yy.ın son yarısı ile 19. yy.ın ilk yarısında yaşadığı bilgisine ulaşılabilir. Mahlasından da anlaşıldığı üzere Fedai, Zile’de doğmuştur. Birkaç tane Fedai mahlaslı şair vardır dolayısıyla bunların şiirleri birbirine karıştırılmıştır. Anadolu’nun birçok yerini, İstanbul’u gezen Fedai Mısır’a kadar gitmiştir. Alevi- Bektaşi bir şair olan Fedai iyi bir öğrenim görmüş, divan ve halk şiiri tarzında ürünler vermiştir. Şiirlerinde Arapça ve Farsça kelime ve tamlamalara yer veren Fedai halk şiirinde daha liriktir (Sever, 2003:298- 300). Fedai Talibi İstanbul'a yaptığı bir gezide Kumkapı'daki sazlı kahveye uğramış, saz çalıp şiir söylemeye başlamış. Bu arada ona Talibi'yi 32 sormuşlar. O da "İstanbul Destanı" adı verilen destanın bir dörtlüğünde şöyle söylemiş: Dediler mevlidin olur nireden, Dedim ki aslımız olur Zile'den, Dediler Tâlibi n'oldu oradan, Dedim bir Fatiha ihsan İstanbul, (Yardımcı-İvgin, 1983:24). Fedai üzerine Hayrettin İVGİN ve Mehmet YARDIMCI’nın 1983 yılında yayımladıkları “Zileli Fedai” adlı bir eserleri bulunmaktadır. Örnek: Seyyah olup şu alemi gezerken, Rahi kıldı bizi yolu Elif’in, Kaşlar değer on sekiz bin alemi, Dökülmüş gerdana teli Elif’in, Adın sordum Elif dedi naz ile, Aşkına kıya baktı göz ile, Beni eğlendirdi türlü söz ile, Öter bülbül gibi dili Elif’in, Ne hubca yaratmış keremler kani, Arttı Fedai’nin ah u figanı, Açılmış koynunda bağı bostanı, Kokar menevşesi gülü Elif’in (Sever, 2003:299) ¾ ÂŞIK ZİLELİ KÂMİLİ: Asıl adı Kamil olup doğmuş, 1862 yılında vefat etmiştir. Babası Feyzi’dir. Hattat olarak ünlendiğine bakarak söylenebilir. Yakın çevresinde pek çok çırak 33 Tokat’ın Zile ilçesinde Eşbekoğullarından Ali iyi bir eğitim gördüğü yetişmiştir. Ruhsati’nin “Kâmili dünyada almamış murat.” demesi onun sıkıntılı bir hayat sürdüğüne işaret olabilir (Artun, 2008: 336) Örnek: Medet hey erenler bir himmet eylen, Feragat yok mudur yar belasından, Aşkın curasını nuş eden gelsin, Mansur-veş kurtulam dar belasından, Ne bir dem şad oldum cihanda güldüm, Ne safasın sürdüm ne vefa buldum, Şeyda bülbül gibi yandım kül oldum, Pervaneler gibi nar belasından, Vuslatından eksik olmaz hailin, Nice bir sitemin çekem cahilin, Dünyada isteği olmaz Kamil’in, Halasım yok ahu zar belasından…(Artun, 2008: 336) ¾ ERZURUMLU EMRAH: Âşık Emrah, Emrah Baba gibi adlarla da anılmaktadır. 19. Yüzyılın ve âşıklık geleneğinin en önemli âşıklarındandır. Yaygın bir üne sahiptir ve kendi adıyla anılan bir âşık kolunun kurucusudur. Erzurum’un Tanbura köyünde doğmuş, Tokat’ın Niksar ilçesinde 1860 yılında vefat etmiştir. Ancak bu ölüm tarihi tüm araştırmacıların üzerinde birleştiği bir tarih değildir. Zira Fuad Köprülü 1854 yılını, Eflatun Cem Güney ise 1271 yılını ölüm yılı olarak kabul eder. A.Talat Onay ise “1271- 1281 yılları arasında belki 1281 senesindedir.” İfadelerine yer verir (Onay, 1933: 17). Eski mezar taşı kitabesinde ise 1271 tarihi yer almaktadır. Bu kitabeyi Halil Rami 34 Efendi keşfetmiş, Abdülkadir Hafız Efendi yeniden yazmıştır. 1271 tarihli kitabenin son dizesinde “İste kabr‐i Hazret‐i Emrah Baba” yazmaktadır (Köprülü, 1923:13) Ancak son dönemlerdeki genel görüş 1860 yılıdır ki bu bilgi Tokatlı Nuri’nin bir şiirinde düştüğü tarihten edinilmektedir: Gördükde o serv-i kaddi nevreste nihali Can bülbülünün kalmadı cisminde mecali Keşfoldu sühan bağı, cihân bağı misali Var olsun dilde hemen aşk-ı kemali İnci ile mücevher gibi bu tarih-i sali Nuri ne güzel söylemiş üstadına rahmet (1277- 1860 M.) Emrah’ın Anıt Mezarı‐Niksar Şiirlerine bakarak Erzurumlu Emrah’ın medrese eğitimi aldığından bahsedilebilir. Anadolu’nun pek çok yerini gezmiş birkaç kez evlenmiştir. En son olarak Tokat’a gelmiş burada Tokatlı Nuri ve Gedâi gibi iki çırak yetiştirmiştir (Sakaoğlu, 1989: 205). Bu çırakların yetiştirdiği âşıklar sayesinde âşıklık geleneğinin temel kollarından biri olan Emrah kolu nesilden nesile varlığını sürdürmüştür. Dolayısıyla Tokat’ta âşıklık geleneğinin yetkin ve uzun ömürlü olmasında en önemli etkenlerden biri olarak Erzurumlu Emrah’ı göstermek yanlış olmaz. Doğan Kaya, âşık kollarıyla ilgili bir makalesinde daha önce de belirttiğimiz üzere Tokat’ta âşıklık geleneğinin yaşamasında bu kolun önemine değinmiştir (Kaya: 1997: 507). Erzurumlu Emrah Kolu Tokat ve Kastamonu’da varlık göstermiştir. Bu kol Emrah’tan itibaren şu âşıklardan meydana gelmektedir: 35 Emrah: Gedaî, Meydanî, Tokatlı Nuri. Meydanî’nin çırakları: Kemalî, (Onun çırağı: Hasan, Hasan’ın çırağı ise İhsan Ozanoğlu). Nuri’nin Çırakları: Gayretî, Ceyhunî. Ceyhunî’nin çırakları: Cemalî, Mevcî, Nagamî, Bedrî, Arap Hızrî, Mes’udî, Şermî, Cesurî, Seyhunî, İlhamî, Pesendî. Erzurumlu Emrah sadece hece vezninde değil aruz vezninde de birçok şiir yazmış olup bu şiirleri Mehmet Abdülaziz Erzurumi tarafından “Divan‐ı Emrah” adıyla 1916 yılında yayımlanmıştır (Sakaoğlu, 1989: 205). Eflatun Cem Güney, 1928 yılında Erzurumlu Emrah’ın hayatı ve eserleri üzerine bir kitap yayımlamış, bu esere heceyle yazdığı şiirleri de koymuştur. Emrah, büyük ölçüde Bektaşi şairlerin etkisinde kalıp devriyeler söylemiştir (Artun, 2008: 343). Ayrıca medrese tahsili gördüğü için hem dini- tasavvufi temleri işler hem de âşıklık geleneğini çift yönlü olarak sürdürür (Güzel, Torun: 2010: 309). Erzurumlu Emrah’ın mezarı Niksar’da Karşıbağ Mahallesinde Tekke Bayırı denen yerde olup 2010 yılında, 20. Yüzyıl şairlerinden Cahit Külebi’nin anıt mezarı da hemen Erzurumlu Emrah’ın yanına yapılmıştır. Her yıl Niksar’da Erzurumlu Emrah ve Cahit Külebi çeşitli etkinliklerle anılmakta olup Niksar’da Emrah Baba olarak bilinen Erzurumlu Emrah’ın mezarı binlerce kişi tarafından ziyaret edilmektedir. Niksar’da Emrah Baba olarak anılması onu halkın kutsal bir mertebede gördüğünün bir kanıtıdır. Zira toplumumuz âşıkları; Allah dostları, kutsal nitelikli insanlar olarak görmektedir ki Niksar’da da Erzurumlu Emrah halkın bu teveccühüyle yaşatılmaktadır. Bunda, Emrah’ın Niksar’da Nakşibendi tarikatına girmesinin de etkisi olduğu düşünülmektedir. Ayrıca Emrah’ın mezar kitabesinde de kendisinden “Emrah Baba” diye bahsedilmektedir. Erzurumlu Emrah hakkında 1928 yılında yayımlanan Eflatun Cem GÜNEY’in “Erzurumlu Emrah” adlı araştırması ve Fuad KÖPRÜLÜ’nün “Erzurumlu Emrah” adlı eseri bu konuda ilk ciddi araştırmalar olma özelliğini taşır. Emrahla ilgili olarak aşağıda kapak resimlerini koyduğumuz Prof. Dr. Ali Berat ALPTEKİN ve Orhan URAL’ın eserleri mevcuttur. Yine Metin KARADAĞ’ın “Erzurumlu Emrah; Hayatı, Sanatı, Şiirleri”, Dilaver DÜZGÜN’ün “Âşık Tarzı Şiir Geleneği ve Erzurumlu Emrah” adlı eserleri önemlidir. Saim Sakaoğlu’nun ʺEmrahʹın Türk Saz Şâirleri İçindeki Yeri ve Yetiştirdiği Ustalarʺ adlı bir makalesi Emrah’ı ve Emrah Kolunu tanıtmak açısından önemlidir. 36 Örnekler: Koşma: Kerem kıl ey saki yüz verme bana, Gönül o yüzlerden farıdı gitti, Sevda illetinden söz verme bana, O illet bana bir nar idi gitti, Ezelden gül gibi olurdum handan, Şimdi bülbül gibi kalmışım giryan, Ya nice ağlayıp etmeyim efgan, Yârim sadakatli yâr idi gitti, Gözlerine yârin muvafık ismi, Hüsnüne düşmüştür mutabık ismi, Ne zaman okunsa bir âşık ismi, Derler ki bir Emrah var idi gitti Gazel Ey sabâ derdüm bir dildâre söyle ağlasun, Vasf-ı hâlüm lebleri sükkâre ağlasun, Zülfinün sevdâsına gönlüm virelden ben ânun, 37 Çektüğüm mihnetleri ol yâre söyle ağlasun… Nâme yazdum derd ile Emrah kan ağlar hâmeler, Öz dilinden ol şîrîn güftâre söyle ağlasun ¾ TOKATLI GEDAİ (BEŞİKTAŞLI GEDAİ): Kemal Türker’den alıntı Asıl adı Ahmet’tir. Tokat’ta doğduğundan Tokatlı Gedai, uzun süre İstanbul’da Beşiktaş’ta ikamet ettiğinden ve orada tanındığından da Beşiktaşlı Gedai olarak anılmıştır. Tokat’ta 1826 yılında doğmuştur. Genç yaşında Tokat’tan İstanbul’a yerleşmiştir. Hayatını arzuhal yazarak kazanmıştır. Aruzla iyi şiirler yazmasına bakarak iyi bir eğitim aldığı söylenebilir. Sazı ve sesinin güzelliğiyle Abdülaziz’in sarayında saz heyetinde yer almıştır. Ustası Erzurumlu Emrah’tır. Gedai mahlasını ona Bektaşi dedesi Mehmet Ali Dede vermiştir. Bir yandan Nedim gibi divan şairlerini tahmis ederken diğer yandan da devrin ünlü âşıklarıyla atışmaya devam etmiştir. Pek çok âşık ona nazireler söylemiştir. Döneminde Lisani, Yeksani gibi Ermeni; Hicabi, Ceyhuni gibi Türk âşıklarla yaptığı atışmalar büyük ilgi görmüştür. Heceyle yazdığı şiirler dışında divan şiirini de bilen Gedai’nin süslü sanatlı dille yazılmış şiirleri de vardır. 1899 yılında İstanbul’da vefat etmiştir (Artun, 2008: 323- 324). Hakkında Sadettin Nüzhet Ergun’un 1933 yılında yayımlanan “19. Asır Şairlerinden Beşiktaşlı Gedai” ve Muhtar Yahyaoğlu’nun 1943 yılında yayımlanan “Tokatlı Gedai, Hayatı ve Eserleri” adlı eserler mevcuttur. Sanadır niyazım derun-ı dilden, Mevla’nın aşkına dur seher yeli, Çıkarmış mı beni yarim gönülden, Varınca divana sor seher yeli, 38 Âşıksın aşığın gönlün alırsın, Gönlün alıp hem teselli verirsin, Mekke’den ya Medine’den gelirsin, Hak seni yaratmış nur seher yeli, Kan ağlar Gedai almadı mecal, Olmuşum hicr ile ben manend-i nal, Gözyaşıyla yazdırmışım arz-ı hal, Öp elin cana ver seher yeli, (Sever, 2003:342- 343) ¾ TOKATLI NURİ: Kesin olduğu bilinmemekle birlikte 1825 yılında Tokat’ın Kızılca Mahallesi’nde doğduğu bilgisi mevcuttur. 1883 yılında Samsun’da vefat etmiştir. Erzurumlu Emrah’ın çıraklarından olup birçok araştırmacı tarafından Emrah Kolunun Emrah’tan sonraki en yetkin şairi kabul edilmektedir. Mahlasını bizzat Erzurumlu Emrah vermiştir. Tokatlı Nuri de Âşık Ceyhuni ve Gayreti’yi yetiştirmiştir. Okuryazarlığı olmadığı şeklindeki görüş pek kabul görmemiştir zira aruzla da başarılı şiirler yazabilen bir aşığın eğitimsiz olması pek olası kabul edilmez. Tokatlı Nuri güçlü bir âşık olmasına rağmen çok iyi tanınmamıştır (Sakaoğlu, 1989: 219) Tokatlı Nuri hakkında Ahmet Talat Onay’ın 1933 yılında yazmış olduğu “Âşık Tokatlı Nuri” adlı bir eser mevcuttur. Örnek: Ben güzelim diye havadan uçma, İndirirler seni el yaman olur, Siyah kakülünü gerdana saçma, Eser bad-ı saba yel yaman olur, 39 Güzelsin sevdiğim kendini sakın, Beyaz elerline kınalar yakın, İyiden kötüden kendini sakın, Eritirler seni el yaman olur Güzelsin sevdiğim sen de bilirsin, Ettiğin işlere nadim olursun, Akşamdır sevdiğim bunda kalırsın, Nuri karanlıkta yol yaman olur (Artun, 2008: 322) ¾ ÂŞIK CEYHUNİ: Asıl adı Çördükoğlu Ömer’dir. 1832 yılında Zile’de doğmuştur. 1912 yılında ise Çorum Alaca’nın İsacalı köyünde vefat etmiştir. Babasının adı Ahmet’tir. Tahsili hakkında bilgiler kesin değildir. Tokatlı Nuri’nin çırağıdır. Kendisi de yetiştirdiği birçok çırakla Tokat’ta âşıklık geleneğinin ve “Emrah Kolu” nun devamını sağlayan âşıklardan biridir. Niksarlı Bedri, Niksarlı Cevri, Zileli Mevci, Tokatlı Cemali, Sivaslı Pesendi vb. âşıkların ustasıdır. Ceyhuni, seyahatlerinde çoğu zaman çıraklarını da yanına almıştır. Bir ara İstanbul’a da gitmiş, sanatını orada da icra etmiştir. On iki telli cöğürü ustaca çalmasıyla şöhrete kavuşmuştur (Sakaoğlu, 1989: 199). Samsun'da Tokatlı Nuri'nin vefatı sırasında yanında büyük çırağı Ceyhunî'nin bulunduğu ve ustasının: ʺSözümü Ceyhunîʹye, sazımı çocuklarıma veriyorumʺ dediği Ceyhunî'nin de ustası Nuri'nin sazını kutsal bir emanet olarak Samsun'dan Tokat'a 40 getirip ailesine teslim ettiği bilinen gerçeklerdendir (http://www.unyezile.com). Alevi- Bektaşi âşıklardan olan Ceyhuni, şiirlerinde Bektaşi inançları yanında aşk, gurbet, ayrılık, tabiat, hastalık temalarını da işlemiş; aruzla gazeller, şarkılar yazmıştır (Sever, 2003: 362). Âşık Ceyhuni üzerine Hayrettin İVGİN ve Mehmet YARDIMCI’nın 1996 yılında yayımladıkları Zileli Âşık Ceyhuni Hayatı‐ Sanatı‐ Şiirleri ve Diğer Ceyhuni’ler” adlı bir eser mevcuttur. Yine Mehmet KAHRAMAN’ın “Tokat Âşıklık Geleneği ve Âşık Ceyhuni” adlı bir yüksek lisans tezi bulunmaktadır. Örnek: İklimi cananın soldu gülleri, Bağı vuslat gülizarsız olur mu, Hal ehli halleder bu müşkülleri, Gonca harsız bülbül zarsız olur mu, Raftara çıktıkça kaşı kemanım, Sulasın yolları çeşmi giryanım, İr gör endamını hüsnü tabanım, Çin güzeli müşkibarsız olur mu, Vefa resmin hublar etseler resid, Can verip Ceyhuni eyler yine iyd, Harabat ehline tan eder zahid, Âşık olan şivekârsız olur mu, ¾ ÂŞIK PÜRYÂNİ: Tokat yöresi âşıklık geleneğinin 20. Yüzyıldaki en önemli temsilcilerindendir. Asıl adı Hacı Resul’dür. 1931 yılında Tokat’ın Arabören (Çayören) köyünde doğmuştur. Bir yaşından itibaren göz sorunları meydana gelmiştir. Tedaviler pek 41 olumlu cevap vermemiştir. İyi bir eğitim görmemiştir. Kendi bilgilerine göre ona rüyasında okuma öğretilmiştir. Yani badeli bir âşıktır. Püryani’nin irtical (doğaçlama) yeteneği vardır ancak saz çalamaz. Belleği çok kuvvetli olup yaşarken üne kavuşmuştur. 1972- 1973 Âşıklar Bayramı’na katılmıştır. Âşığın bir tarikata bağlılığı vardır ancak mütevazılığı bunu söylemeye engel olmuştur. Şiirlerinde dini konular ağırlıktadır. Ancak beşeri aşkı dile getiren şiirleri de vardır. Öğüt verici şiirleri dikkat çeker. Aşk baş konulardandır. Kâinatın yaratılışı, Allah, Hz. Muhammed, toplumun aksayan yönleri işlediği konular arasındadır. Şiirlerinde hece veznini kullanmıştır. Özellikle 7, 8, 11’li hece ölçüsüyle yazmıştır. Durakları sağlamdır. Yarım kafiyeye daha fazla yer vermektedir. Dili sadedir. Atasözleri ve deyimlerden yararlanmıştır (Kaçar, 2000: 17) Âşık Püryani özellikle “Mihrali Bey” adlı destanlarıyla tanınmaktadır. Püryani, üç tane Mihrali Bey destanı meydana getirmiş olup bunlar türküleştirilmiş, bu türküler yörede kulaktan kulağa yayılmıştır. Püryani üzerine Yard. Doç. Dr. Burhan KAÇAR’ın Tokat Belediyesi tarafından yayımlanan “Âşık Püryani” adlı bir eseri bulunmaktadır. Ayrıca Doğan Kaya’nın 1989 yılında yayımlamış olduğu “Âşık Püryani’nin Karşılaşmaları” adlı bir makale mevcuttur. Âşık Püryani yakın zamanda 2006 yılı Temmuz ayında 75 yaşındayken vefat etmiştir. Örnek: Nasıl methedeyim Mihrali Bey'i Eyvah Mihrali Bey gitti gelmedi Düşman mı oldular kahraman sana Eyvah Mihrali Bey gitti gelmedi Sürmeler çekilir kirpiğe kaşa Mihrali Bey o Yemen'e ulaşa Günler sıcak olur çıkamaz başa Eyvah Mihrali Bey gitti gelmedi Acıyurt iklimi Konak köyü'nü Ne bayramı belli ne de düğünü Gözledim gelmedi Ali Bey'imi Eyvah Mihrali Bey gitti gelmedi 42 Bu Mihrali Bey'in bu hali böyle Konuşurdu ağa paşa bey ile Dinlen gel Püryani yeniden söyle Eyvah Mihrali Bey gitti gelmedi ¾ ÂŞIK KUL SEMAİ: 1931 yılında Tokat’ın Turhal ilçesine bağlı Ayranpınarı (Vazanya) köyünde dünyaya gelmiştir. Asıl adı Muharrem Oylum’dur. Küçük yaşta şiirler söylemeye başlayan Kul Semai, 18 yaşında cura çalmayı öğrenip hocası Ali Rıza Efendi’den dersler almaya başlamıştır. Daha sonra saz çalmaya dönmüş sazı ve sözü ile çevresinde âşık olarak tanınmıştır. 1970 yılında ilk kez Konya Âşıklar Bayramına katılmış, ertesi yıl atışma, lebdeğmez, muamma, türkü vb. bütün dallarda yarışabilecek güce erişmiştir. Çobanoğlu ve Reyhani ile lebdeğmezde yarışarak birinci olmuştur. 1971’de türkü dalında birinci, atışma dalında ikinci olmuştur. 1972 yılında Hacı Bektaş-ı Veli’yi anma törenlerinde okuduğu şiirle birinci olmuştur. Bunlar dışında da birçok ödül kazanmıştır. Kul Semai ilk şiirlerinde genelde Alevilik üzerinde durmuş daha sonra şiirlerinin konu kapsamını genişletmiş genelde sade bir Türkçeyle şiirlerini meydana getirmiştir. Şiirlerini “Geldim Erenler (1973)” adlı kitabında toplamıştır. Kul Semai ve Âşık Selmani yıllarca birbirlerine yoldaşlık etmişler birlikte birçok etkinliğe katılmışlardır. Kul Semai halen hayatta olup kendisi gibi âşık olan Nevruz Bacı ile evlidir (Sever, 2003: 532- 534). Örnek: Evladı Resul’e beli demeyen, İbadet evine boş gelir gider, Hakikatin küntü kenzi bilmeyen, Bir hayal peşinde düş gelir gider, Hakikatin esrarını bilmeyen, 43 Erbabı kâmilden dersin almayan, Gönlü engin olup türap olmayan, Bir gıda vermeyen taş gelir gider, Kul Semai’m yeter sözü uzatma, Sarrafı bulmadan mücevher satma, Hak aldanmaz sakın kendin aldatma, Bu meydanda nice baş gelir gider, (Sever, 2003: 534). ¾ ÂŞIK İMAMOĞLU: Tokat âşıklık geleneğinin yaşayan âşıklarından biridir. Asıl adı ömer faruk alyüz’dür. 1943 doğumludur. Tokat’ın Emirseyit kasabasında doğmuştur. İlkokulu tamamlamış ancak maddi imkânsızlıklar nedeniyle tahsiline devam edememiştir. Âşık garip ve âşık kerem’in şiirlerinden beslendiğini ifade eden âşık 27 yaşında saz çalmaya başlamıştır. Sazla tanıştıktan sonra köy köy şehir şehir gezmiştir. Gezdikçe yeni âşıklar tanımış, onlarla atışmış söyleymiş âşıklığını geliştirmiştir (Kaçar, 1997:6). İmamoğlu şiirlerini sevdiğine kavuşamamanın verdiği ızdırapla söylemiştir. Şiirlerinde genellikle hemen tüm halk şairlerinde olduğu gibi 7, 8, 11’li hece ölçüsü dikkat çekmektedir. Birçok konuda şiirleri olan imamoğlu halen tokat emirseyit kasabasında yaşamaktadır. İmamoğlu üzerine Burhan KAÇAR’ın 1997 yılında Tokat Belediyesi tarafından yayımlanmış “Âşık İmamoğlu” adlı bir eseri mevcuttur. Örnek: Cümle varlık cana gelir, 44 Bakar divane divane, Akar nehir sebep vardır, Akar divane divane, Kök atarlar pürüm pürçek, Yalan değil hepsi gerçek, Kırda açar bin bir çiçek, Kokar divane divane… 1.2.ÂŞIK SELMANİ’NİN SANATÇI KİŞİLİĞİ: 1.2.1. SELMANİ’NİN ÂŞIKLIĞINI HAZIRLAYAN ORTAM VE ETMENLER: 1.2.1.1. Yetiştiği Manevi Ortam: Âşık Selmani’nin âşıklığa başlamasında iki unsur özellikle dikkat çekmektedir: Manevi etki ve sazlı‐sözlü ortamlar. Bu iki unsur Âşık Selmani’de aslında iç içedir. Âşık Selmani’nin sazlı- sözlü ortamda bulunması cem törenlerinde zâkirlik yapmasıyla ilişkilidir. Âşık Selmani, bu ortamlarda saz çalarken söylediği nefesler, kendinden önceki büyük Alevi âşıklarına aittir. Hem sazlı-sözlü ortamların etkisi hem de kendinden önceki âşıkların manevi tesiriyle Selmani âşık olur ve gelenek içindeki yerini alır. Daha önce belirtildiği üzere Âşık Selmani’nin aile çevresinin de âşıklığında tesiri vardır. Zira Âşık Selmani saz çalmayı amcalarından öğrenmiş olup bir süre onların tesirinde kalmıştır. Ancak ona asıl âşıklık hüviyeti kazandıran unsurlar sazlı- sözlü ortam ve manevi etkidir. Âşık Selmani âşıklığa başlamasından bahsederken, çocukluğunda 7 ila 10 yaş aralarında iken cem törenlerinde saz çalan âşıklardan görerek âşıklığa merak saldığını, saz öğrenme isteğinin kendi içinden geldiğini, sadece bir kişinin değil; birçok kişinin saz öğrenmesinde etkisinin olduğunu belirtmiştir. Bütün rastladığı ustalardan bir şeyler öğrendiğini belirten Selmani, kendi çevresindeki birçok kişinin Alevi geleneğinin temellerinden biri olan sazı çok iyi bildiğini; bunun, yetiştiği Alevi-Bektaşi çevresinde ve aile içinde bir gelenek olduğunu belirtmiştir. Özellikle kendisi üzerinde amcası Âşık Mehmet ve Âşık Veli’nin etkisinden bahsetmektedir. Âşık Selmani, kendi sülalesinde âşıklık olduğunu ve âşıklık yapmasında çevre tesirinin de olduğunu ifade etmiştir. Selmani, ilk zamanlar büyük şairlerin sözlerini okuduğunu, derlemelerden yararlandığını ifade ederek; saz ile irticalen şiir söylemeye ise daha sonra başladığını aktarmıştır. Cem törenlerinde zâkirlik yaptığını belirten 45 âşık, Alevi-Bektaşi geleneğine bağlı şiirlerin kendine yön verdiğini, özellikle de “Virani, Nesimi, Yemini, Fuzuli, Hatayi, Pir Sultan, Kul Himmet, Mirati, Noksani” gibi şairlerin etkisinde kaldığını belirtmiştir. Virani Risalesi, Yemini Kitabı, Nesimi Divanı, İmam Cafer Buyruğu’nu okumuş ve kendisine göre en önemli kaynak olarak da Kuran’ı üç kez hatmetmiştir. Âşık Selmani ayrıca kendi felsefesi üzerinde Halil Öztoprak’ın ve onun “Kur’an’da Hikmet, Tarihte Hakikat ve Kur’an’da Hikmet İncil’de Hakikat” adlı eserinin çok büyük etkisi olduğundan bahseder. Buradan da anlaşılacağı üzere Âşık Selmani’nin âşık olmasındaki en büyük etki manevi etkidir. Âşık Selmani, Alevi geleneğinde üstat sayılan şairlerin şiirlerindeki manaları çözmek için çok çalıştığını; bu nedenle Arapça, Farsça kelimelerin anlamlarını öğrendiğini ve bunlardan da yola çıkarak zamanla kendi şiirlerini yazdığını belirtmiştir. Kendi özgün yönünü ifade ederken de “İpliğim etkilendiğim şairlerinkiyle aynı; fakat dokuma çeşidi, nakışlar farklı.” ifadelerini kullanmıştır. Âşık Selmani, ergenlik dönemlerinde katıldığı bir cem töreninde zâkirlik yaparken, törende bulunan Musa-i Kazım adlı mürşidin verdiği dolu ve “Allah aşkını artırsın.” sözleriyle kendince âşıklığın önemli unsurlarından birini daha sağlar ve bir müddet sonra 15 -16 yaşlarında iken kendi şiirlerini söylemeye başlar. Âşık Selmani, bu durumu şöyle ifade etmektedir: Selmani’yim çok şükürler bildim ağı, karayı, Tayyubi tahir eyleyip sildim kalbim sarayı, Bir kâmil mürşitten içtim bir katrecik cürayı, Aslı bir ulu zattandır, ismi Musa- i Kazım, ( Aksüt, 2007: 26) Âşık, çevresinde kendi gibi irticalen söyleyen âşıkların olmadığını, çoğu kimsenin derlemeler söylediğini; irticalen söyleyen âşıkları ilk kez Konya Âşıklar Bayramında 1966 yılında gördüğünü ifade etmiştir. Âşık Selmani çocukluğunda, sazıyla sözüyle köy köy gezip kahvelerde, meydanlarda şiirler okuyup türküler söylemediğini; cem törenleri için köy köy gezip zâkirlik yaptığını, cem evlerinde şiirler söylediğini ifade etmiştir. Âşığın memleket memleket gezerek toplantılara katılması, yarışmalara girmesi, geleneği icra etmesi daha çok 1967 yılından sonradır. Âşık Selmani, âşığın durağan değil seyyar olması gerektiğine inanan bir âşıktır. Tüm bu bilgilerden de şu çıkarılabilir ki Âşık Selmani’nin âşık olmasında mecâzi aşktan çok ilahi aşkın tesiri vardır. Onu âşıklık mertebesine taşıyan “Viranî, Yemini, Nesimi, Fuzuli” gibi şairlerin şiirlerini okumasıdır. Kendi ifadesiyle ise usta malı deyişlerdir. Ancak âşığa göre, ustalaşma sürecinde âşık toplantılarının ve diğer âşıklarla tanışıp memleket memleket gezmesinin tesiri de büyüktür. Âşık Selmani, kendi soyunda âşıklık olduğundan bahsetmiştir; ancak bu, irticalen şiir söylemeye dayalı edebi anlamda bir âşıklık değildir. Amcaları 46 olan Âşık Mehmet ve Âşık Veli’nin derleme şiirler okuyan, çok güzel saz çalan kişiler olduğundan bahseden Âşık Selmani; o dönem yaşadığı yer olan Almus’ta böyle kişilere de âşık denmesinin sebebini irticalen şiir söyleyen kişilerin olmamasına bağlamıştır. Cem törenlerinde saz çalıp söyleyen kişiler de yine derlemeler okuyan kişilerdir ve kendilerine halk içinde âşık denmektedir. Özellikle de Alevi kültürünün 7 büyük şairi bu konuda örnek alınan ve şiirleri okunan kişilerdir. Âşık Selmani’nin âşık denen bu kişilere göre farklı olması irticalen söyleyebilmesi olmuştur. Âşık Selmani kendisine âşıklığın verilmesini Allah’ın bir inayeti olarak görmektedir ve kendisinin âşıklığa adım atışını bir dörtlüğünde şöyle ifade etmektedir: “Cenab-ı Mevla’dan erdi inayet, Dahi çocuk iken saza alıştık, Kudret iliminden okuduk ayet, Çok şükür kelama, söze alıştık” (Bugün, 25 Ekim 1970) Bu dizeler de, onun manevi etki sonucu âşıklık mertebesine ermesini ifade etmektedir. Verilen bilgilere bakılarak Âşık Selmani, yetişme çevresi açısından tasavvufi ortamlarda yetişmiş bir âşıktır. Köyde yetişmesi, cem törenlerinde zâkirlik yapması ve çevresi onun sanatçı kişiliğini etkileyen unsurlardır. 1.2.1.2. Sazlı Sözlü Ortam: Âşık şiirinde saz ile söz bütünleşmiştir. Fuad Köprülü: “Esasen saz şairleri tabirinden de çok iyi anlaşıldığı gibi, meslekten yetişmiş âşıklar arasında sazı olmayan, saz çalamayan bir şair tasavvur olunamaz.” (Köprülü, 2004: 30) der. Doğan Kaya, sazlı-sözlü ortamlar içinde Ayin-i Cemlerin önemli bir yer tuttuğuna değinmiş olup ve aslı “aynü’l cem” olan törenlerin âşık edebiyatında önemli bir yere sahip olduğundan bahseder ve bu törenlerin âşığın yetişmesinde ve geleneğin yaşatılmasında önemli bir yeri olduğunu belirtir (Kaya, 1991: 73). Selmani’nin çocukluğundan itibaren bu ortamlarda bulunuşu kendi görüşüne göre onun geleneği yaşatmasında en önemli etkiye sahiptir. Tokat’ta sazlı-sözlü ortam dendiğinde akla gelen yerler: 1. Kahveler 2. Düğün evleri 3. Ayin‐i Cemler’dir (Kahraman,1996: 25) Âşık Selmani Tokat’ın Almus ilçesine bağlı Kuruseki köyündendir. Âşığa göre kendi köyü, Alevi- Bektaşi geleneğine sıkı sıkıya bağlı bir köy olup 47 cem törenleri çok önemli bir yere sahiptir. Âşık Selmani’nin âşıklığına etki eden temel sazlı sözlü ortamlar cem evleri ve ayin-i cemlerdir. Âşık Selmani, çocukluğundan itibaren cem evine gitmeye başlamış, oradaki sazlı sözlü ortamdan etkilenmiş, söylenen şiirlere ve deyişlere ilgi duymuştur. Cem evine gelen ve âşık diye nitelenen kişiler, zâkirlik görevini yürüten şahıslar onda derin bir etki meydana getirmiştir. Bu etkiyle henüz 7 ila 8 yaşlarında, dinlediği âşıklar gibi saz çalmaya merak salmış ve saz öğrenmiştir. Okuma yazma bilmemesine rağmen Alevi kültürünün yedi büyük aşığının ve bazı âşıkların deyişlerini dinleyerek ezberlemiş, manaları kavrayabilmek için Kur’an öğrenmiş, Arapça ve Farsça kelimelerin manalarını incelemiş, cemlerde zâkirlik yapmaya başlamış ve yıllarca “ayin‐i cem”lerde “sazander” olarak yer almıştır. Bunun yanında Selmani’ye göre, âşığın aile çevresi de saza söze meyilli olup bir âşık soyudur. Cem törenleri dışında, aile içi etkinliklerde ve çevrede de sazlı sözlü ortamlar çokça mevcut olup âşık bunlardan da etkilenmiştir. Ayrıca Âşık Selmani’nin âşıklığında, âşık toplantılarının özellikle Konya Âşıklar Bayramı’nın çok önemli bir tesiri olmuştur. İlk yıl yarışmalara katılmadığını çünkü çok toy olduğunu belirten Selmani, sonraki yıllarda ise usta âşıklar seviyesine ulaşmak için çok çalıştığını ifade etmiş ve girdiği yarışmalarda birçok ödül kazanmıştır. Ona âşıklık hüviyeti kazandıran ve onun ülke çapında tanınmasına vesile olan da zaten bu âşık toplantıları olmuştur. Hemen her yıl özellikle de atışma dallarında ödül kazanan Selmani, sekiz seneden sonra Konya Âşıklar Bayramı’na da veda etmiştir. Kendi ifadesine göre bunun sebebi, âşığın kendisiyle dalga geçildiğini düşünmesidir. Kazandığı yarışmadan sonra ödülü veren kişinin Selmani’ye 500 TL verip “En fazla ödülü sana verdik, kimseye söyleme.” demesi onu şüphelendirmiş ve bunu da Selmani diğer âşıklarla paylaşmıştır. Kendisine söylenenin doğru olmadığını anlayan Selmani, bir yıl sonra gelen Âşıklar Bayramı davetiyesine bir şiir yazarak karşılık vermiştir. Bayram’a veda etmiş, ondan sonra da daha gitmemiştir. Selmani, şiirinde kırgınlığını şu şekilde ifade eder: Ben Konya’ya koşa koşa varırdım, Eğer bizi basit görmeseydiniz, Huzurda el pençe divan dururdum, Hakkımızı ele vermeseydiniz, (388/ 1) Özetle, Âşık Selmani’nin yetişmesindeki önemli etkenlerden biri de sazlı sözlü ortamlar olmuştur. Cem törenlerindeki, çevresindeki ve âşık toplantılarındaki sazlı- sözlü ortamlar onun gelişimine katkıda bulunmuştur. Sazlı- sözlü ortamlardan olan kahveler ve düğünlerin Selmani’ye etkisi yoktur. 48 1.2.2. ÂŞIK SELMANİ’NİN SANATÇI KİŞİLİĞİNİN OLUŞUMU Âşıklık geleneğinde, âşığın sanatçı kişiliğini meydana getiren unsurlar olarak “Usta- Çırak İlişkisi (Kapılanma)”, “Saz”, “Rüya”, “Bade” ve “Mahlas Alma (Tapşırma)” kavramları ele alınmaktadır. Âşıkların sanatçı kişiliğini meydana getiren temel unsurlardan biri “usta‐ çırak ilişkisi” yahut “kapılanma”, âşıklık geleneğinde üstat bir âşığın, yanında âşık olmaya yetenekli bir genci alıp yetiştirmesidir. Artun’un; günümüzde kitle iletişim araçlarının artması, modernleşme, değişen sosyal hayat, ilgi ve yönelimlerin değişmesi, eğlence anlayışlarının değişmesi ve âşıklığa gönüllü çırakların bulunamayışı nedeniyle sekteye uğrayıp zayıfladığı yönündeki görüşleri (Artun, 2008: 57) Selmani’nin konuya bakış açısıyla uyuşmaktadır. Selmani, çıraklık yapmamış; gelenekteki anlamıyla yanında gezdirerek çırak yetiştirmemiş bir âşıktır. Bunu da dönemin etkisine bağlar. Tokat âşıklık geleneği incelendiğinde, gelenek içinde usta-çırak ilişkisinin aslında önemli bir yer arz ettiği görülmektedir. Daha önce de bahsedildiği şekilde âşık edebiyatında usta âşıkların oluşturduğu ve usta-çırak ilişkisini ifade eden kollar mevcuttur. Bu kollardan biri de Emrah koludur. Öyle ki Erzurumlu Emrah, Tokatlı Nuri ve Gedai’yi yetiştirmiş; onların usta birer âşık olmalarında en büyük etken olmuştur. Onlar da Erzurumlu Emrah’tan sonra geleneği devam ettirmişler, yeni âşıkları geleneğe usta-çırak ilişkisiyle katmışlardır. Örneğin Tokatlı Nuri de Ceyhuni’yi yetiştirmiş ve gelenek devam etmiştir. Emrah kolu Tokat ve Kastamonu yörelerinde mevcut olup kol şöyle şekillenir: Emrah: Gedâi, Meydanî, Tokatlı Nuri Meydanî’nin çırakları: Kemali Kemali’nin çırağı: Âşık Hasan Âşık Hasan’ın Çırağı: İhsan Ozanoğlu Nuri’nin çırakları: Gayreti, Ceyhuni Ceyhuni’nin çırakları: Cemali, Mevci, Nagami, Bedri, Arap Hızri, Mesudi, Şermi, Cesuri, Seyhuni, İlhami, Pesendi.” (Kaya, 2007: 96). Tokat’ta özellikle son döneme bakıldığında ise Tokat âşıklarında ustaçırak ilişkisinin zayıfladığını hatta bitme noktasına geldiğini görmekteyiz. Âşık Selmani de âşıklık geleneğinde olduğu şekliyle bir âşığa intisap edip onun malı olan söyleyişleri söylememiş, bir ustayla diyar diyar gezmemiş, âşıklık basamaklarını çıkarken gerçek anlamda bir âşığın yanında yer alıp çıraklık 49 yapmamış, kapılanmamıştır. Ancak öyle bir imkâna sahip olsaydı çok daha farklı yerlerde olabileceğini ifade etmektedir. Selmani, tam anlamıyla bir âşığın yanında kapılanmasa da kendisinin âşık olmasında ve onu etkileme konusunda, saz ve sözde destekçisi ve yardımcısı olan amcaları, Âşık Mehmet ve Âşık Veli’ye amcadan çok ustası gözüyle bakmaktadır. Öyle ki Âşık Selmani, Âşık Mehmet’in kızı Yeter ile evlenerek bu bağı biraz daha üste taşımıştır. Ancak bunlar yine de gelenek içindeki usta-çırak ilişkisini tam manasıyla yansıtmamaktadır; çünkü ne Âşık Mehmet ne de Âşık Veli irticalen söyleyebilme yeterliği olan kişilerdir. Selmani, âşıklığına en önemli tesir bağlamında, kendisine 57.000 âşığı üstat olarak saymakta; bunlar içinde özellikle “Yemini, Virani, Fuzuli, Nesimi, Pir Sultan, Kul Himmet, Hatayi, Noksani, Mirati” gibi âşıkları rehber ve manevi üstat olarak görmektedir. Âşık Selmani “Çocukluk yıllarımda senelerce usta malı şiirler söyledim.” diyerek onları kendine usta olarak gördüğünü tasdik etmektedir. Bunun yanında gidip gördüğü yerlerdeki âşıkların kimi söyleyişlerinden etkilendiğini, herkesten de farklı bir şeyler öğrendiğini belirtmektedir. Daha önce de belirtildiği üzere Yardımcı, Selmani’yi Emrah koluna bağlı yaşayan en büyük âşık olarak görmektedir. Yardımcı, eserinde de usta âşıkların çıraklarını ve çevresindekileri etkileyebileceği gibi, kolun dışında kalanları da etkileyebildiğini ifade eder (Yardımcı, 1999: 188). Âşıklık geleneğinde âşığın sanatçı kimliğini kazanmasında önemli sayılan unsurlardan biri de sazdır. Âşıklar, gelenek içinde sazla (telden) irticalen söyleyerek gelenek içinde yerlerini alırlar. Çünkü âşık şiirinde saz ile söz bütünleşmiştir. Fuad Köprülü, sazla ilgili olarak, “Esasen saz şairleri tabirinden de çok iyi anlaşıldığı gibi, meslekten yetişmiş âşıklar arasında sazı olmayan, saz çalamayan bir şair tasavvur olunamaz. Saz şairleri muhtelif devirlerde türlü türlü çalgılar kullanmakla birlikte 17. ve 18. asırlarda en ziyade çöğüre rağbet ettiklerinden âşıklara “çöğürcü” de denmiştir.” (Köprülü, 2004: 30- 31) şeklinde görüşlerini ifade etmektedir. Bu görüş incelendiğinde, Köprülü’ye göre âşıklıktaki olmazsa olmazlardan birinin saz olduğu anlaşılmaktadır. Gelenekte önemli bir yeri olan sazın işlevlerini Durbilmez, şu şekilde sıralamaktadır: 1. Doğmaca söylerken saz şairine düşünme ve şiirini oluşturma imkânı verir. 2. Saz eşliğinde oluşturulan “saz havaları”, şiirin ölçüsünü belirleyen bir unsur olarak karşımıza çıkar. 3. “Saz havası”, şiirin nazım türünü büyük ölçüde belirler. 4. Saz, dinleyicinin ilgisini artırır. 5. Sözün etkisini artırır. (Durbilmez, 2010: 85) Kahraman, sazın Tokat âşıklık geleneğindeki öneminden bahsederken, Tokat’ta toplumun saz çalamayan âşıkları gerçek âşık olarak görmediğini (Kahraman, 1996: 24) belirtir ki Fuad Köprülü’nün görüşüyle doğru orantılı olarak Selmani de aynı görüşü savunmakta; hatta saz çalan ancak irtical gücü olmayan birçok kişinin çevresinde “âşık” olarak nitelendiğinden bahsetmektedir. 50 Âşık Selmani, saza çok büyük önem vermekte, “Sözü süsleyen, manayı yücelten, âşığa hayat veren sazdır.” demektedir. Sazı; hayattaki en büyük destekçisi; dertlerini, sıkıntılarını döktüğü bir kader arkadaşı olarak tanımlamaktadır. Âşık Selmani, bazı şiirlerinde sazın kendisiyle inleyen, acılarını paylaşan bir varlık oluşuna değinir (68/ 5). Selmani; İslam ve Alevilik inancının en güzel şekliyle, sazla söylenen deyişlerle anlatılabileceğini belirtir. Selmani, saza bu şekilde ilâhi bir görev yüklemektedir ki bazen saz yerine “telli kitap” ifadesini kullanır: Anlamışım düşünülen hesabı, İftira halinde etmen hitabı, Okutmazlar burada telli kitabı, Abu Yusuf yönetimde oldukça, (5/ 6) Selmani’nin “saz” yerine “telli kitap” ifadesini kullanmasını aynı şekilde, 20. yüzyılın Tokat’taki temsilcilerinden olan Tokatlı Âşık Semai’nin eşi ve yine bir âşık olan Nevruz Bacı’nın şiirlerinde de görmekteyiz: Ey âşık pirine sıtk ile sarıl, Telli kitap olan sazın var mıdır? Ariflerin nutku, kelâmı ağır, Hakkı hakikatte gözün var mıdır? (Yardımcı, 1993: 144- 145) Alevilikte sazın önemli olmasını, ona verilen ilâhi manaya bağlayan Selmani, cem törenlerindeki deyişlerde sazın kullanılmasının AllahMuhammed- Ali inancını benimsetmede; oradaki taliplerde coşkunluk oluşturmada tesirli olmasından bahsetmektedir. Selmani’nin saza verdiği ilâhi manayla paralel olarak, Durbilmez’in makalesinde Hendrich’in: “Sazın kolu Allah’ı (elif) ve Hz. Ali’nin kılıcı Zülfikar’ı, gövdesi Hz. Ali’nin bedenini, on iki telli saz / çöğür de on iki imamı simgeler.” (Durbilmez, 2010: 150) görüşlerine yer verilmektedir. Selmani de on iki telli sazın On İki İmam’ı sembolize etmesinden bahseder. Âşık Selmani’nin âşıklığa başlaması, daha önce bahsedildiği üzere cemlerde âşıkların saz ve sözlerini dinlemesi, saz çalması, büyük âşıkların şiirlerini okuması ve bir mürşit elinden dolu içmesiyledir. Çocukluğundan itibaren saz çalmaya heveslenmiş, kısa sürede sazı öğrenmiş, sözden önce saza hâkim olmuştur. Onun saz konusunda ustalaşmasını sağlayan kendi çevresi, özellikle de amcaları Âşık Mehmet ve Âşık Veli’dir. Saza hâkim olarak okuduğu derleme şiirler Âşık Selmani’de tesir uyandırmış, daha sonra hem çalıp hem söyleyerek âşıklığa ilk adımını atmıştır. Daha önce de belirtildiği gibi 51 âşığın saza söze açık bir çevrede yer alması onun âşıklıkta önemli bir yer edinmesindeki önemli vesilelerdendir. Görüşüp bilgilerine başvurulan Âşık Feymani ve Feyzi Halıcı, Âşık Selmani’nin özellikle saz konusundaki ustalığına vurgu yapmaktadırlar. Feymani Âşık Selmani’nin saz çalışına ve yanık sesine o zamanlar büyük hayranlık duyduğunu belirtmiştir. Âşık Selmani, yukarıda verilen özelliklere göre “telden söyleyen”, sazıyla sözün manasını bütünleyebilen, âşıklığın saz ve söz manasında icrasını yapabilen bir âşıktır. Âşık Selmani her türlü bağlamayı çalabilmekle birlikte daha çok kısa saplı bağlamayı tercih etmektedir. Âşıkların sanatçı kişiliğinin oluşmasında “rüya motifi” ve “rüyada bade içme” de önemlidir. “Rüya” ve “bade” gelenek içinde birbirlerinin tamamlayıcısı olan unsurlardır. Âşık Selmani, bade içme hakkındaki bilgi verirken, bir âşığın bade içtiğini söylemesini uygun görmemektedir. “Âşık olan bunu söylemez, içtiğini de bilmez.” demektedir. Kendisinin badeli olup olmadığını sorusuna ise “Benim öyle diğer âşıkların bahsettiği tarzda rüya yoluyla bir bade içmem yok; olsa da zaten söylenmez; ancak Kazım Efendi adlı mürşidin verdiği doluyu bade olarak nitelemek mümkündür.” demiştir. Bir dörtlüğünde âşık bade içtiğini söyleyenleri şöyle eleştirir: Âşıklara dolu içer dediler Ne içeni gördüm ne içireni Dost için canından geçer dediler Ne geçeni gördüm ne geçireni (110/ 1) Her ne kadar Âşık Selmani, bilinen manasıyla bade içmediğini söylese de bu, tasavvufun gerektirdiği mütevazılıktan kaynaklanabilir. Âşık Selmani, içmediğini söylerken dahi her seferinde bir yerde de açık kapı bırakıp, bunun Hakk’ın verdiği bir cevher olduğunu, onun olur olmaz yerde saçılamayacağını ve kimseye de söylenemeyeceğini belirtir. Kendisindeki yeteneğin ve söz söyleme ilmininse Allah’ın yardımıyla olduğunu belirtir. Ancak bade içmeyle ilgili var olan bilgilerden ötesini söylemez. Bade içtiğini ulu orta söyleyenleri de sert bir dille eleştirir. Birçok âşığın da dillendirdiği şekilde bade içtiğine inanmadığını ifade eder. Bazı âşıkların gelenek gereği rüyalarını anlatmadığını, bazılarınınsa badeli âşıklığa inanmadığını belirten Artun’un görüşleri (Artun, 2008: 59) Selmani’nin bu husustaki görüşlerini destekler mahiyettedir. Mehmet Yardımcı, yaptığımız görüşmede Selmani’nin badeli âşık olarak ifade edilmesi gerektiğini, âşığın uyanıkken kutsal sayılan bir kişi (Musa Kazım) elinden dolu içmesi ve sonrasında da âşıklığın gereklerini yerine getirebilen sanatçı bir kişilik haline gelmesinin bir çeşit bade içme sayılabileceğini ifade etmektedir. 52 Âşık Selmani’nin hayatını âşıklık bağlamında ikiye ayırmak mümkündür: Birinci dönem, Âşık Selmani’nin bir mürşit elinden dolu içmesinden önceki dönem olup; Selmani henüz çocuk denecek çağdadır, cemlere katılmakta, usta âşıklara özenmekte, saz çalmayı öğrenmekte, âşık fasıllarının sık sık yapıldığı yerlerde âşıklığa hazırlanmaktadır. İkinci dönem ise Âşık Selmani’nin Musa-i Kazım adlı mürşit elinden dolu içmesi, bir müddet sonra irticalen kendi şiirlerini söylemesi ve gerçek bir âşık hüviyetine kavuştuğu dönemdir. Rüya motifinin âşıklar için bir hareket noktası olduğunu ifade eden Günay, toplumdaki yerini kaybetmiş olan ozanların İslamiyet’le birlikte rüya yoluyla din büyüklerinden aldıkları ruhsat sayesinde toplumda eski yerlerine kavuştuklarını ifade ederken (Günay, 2008: 130) Selmani’nin de âşıklığa hareket noktasını mürşit elinden içtiği dolu oluşturmaktadır. Selmani ulu orta rüyasında bade içtiğini söyleyen âşıkların şöhret ve menfaat sağlamak için bunu söylediğini belirterek, rüya gördüğünü ve bade içtiğini söyleyenlere cephe alır. Âşık Selmani, bir dörtlüğünde mürşit elinden dolu içmesini şöyle ifade etmektedir: Selmani’yim çok şükür bildim ağı karayı, Tayyubi Tahir eyleyip sildim kalbin sarayı, Bir kâmili mürşitten içtim bir katrecik cürayı, Aslı bir ulu zattandır ismi Musa-i Kazım (Çetin 1984: 25 ) Âşık Selmani, kendini âşık olarak tanıtan kişinin olgun olmasından, ilimli ve kalbi temiz olmasından bahseder. “Bade içtim” demenin büyük sorumluluk olduğunu belirten Âşık Selmani, bunun söze sığamayacak kadar derin olduğunu; ilimsiz insanların ve kalbi temiz olmayan kişilerin âşıklığına da, bade içtiğine de inanmaz. Çünkü ona göre bade içen ve kendini âşık diye tanıtan kişinin mukaddes bir yolu vardır. O yolda kötülüğe yer yoktur: Bir elifin manasını bilmeyen, Âşıklık dersinden hecelenmesin, Pak eyleyip kalp aynasın silmeyen, Bade içtim diye incelenmesin (Selmani, 1971: 6) Âşık Selmani, mürşidin elinden bade içtiğinde 15 yaş civarında olduğunu, âşıklığın gereği olarak kendi şiirlerini söylemesinin ise mürşit elinden dolu içmesinden bir müddet sonra olduğunu belirtmiş, o zamana kadar büyüklerinin kendi şiirlerini söylemeye müsaade etmediklerini ifade etmiştir. Bunun sebebini de; manayı, kafiyeyi, redifi, dizeyi, cinası o zamanlar çok iyi bilmediğini, bunları bilmeden de büyüklerin kendisine izin vermediği 53 şeklinde açıklamıştır. Sözlerin içi manayla dolduğunda kendisine izin verildiğini belirten âşığın, kendi şiirlerini yazarak âşıklık yapmasını 1950- 1955 yılları arası olarak kabul etmek gerekir. İrticalen şiir söylemeye başlaması ve dilinin açılmasını Allah’ın hidayeti sayar ve bunu da şöyle ifade eder: Selmani der ustam verdi ilimi, Bana destur deyip açtı dilimi, Gönlümün bağında iki gülümü, Zamanı geldikçe deren Allah’tır. (287/ 5) Daha önce de belirtildiği üzere Kahraman’ın eserinde geçen Selmani’nin rüya sonucu bade içtiği bilgisini (Kahraman, 1996: 46) Selmani onaylamamaktadır. Böyle bir bilgiyi kimseye vermediğini belirtmektedir. Âşığın, sanatçı kişiliğini oluşturan temel etmenlerden biri de “mahlas alma” geleneğidir. Âşıklar buna “tapşırmak” adını verir. “Mahlas” sözlük manasıyla “takma ad” olarak tanımlanmaktadır. Âşık belli bir şiir söyleme olgunluğuna ulaştığında ustası tarafından kendisine gelenek içinde kullanması için bir ad verilir ki buna “mahlas” denir. Şiirin kime ait olduğunun bilinmesi ve şiirlerin karışması kaygısından doğduğu sanılan tapşırma ya da mahlas, âşıkların şiirlerinin günümüze gelmesini sağlamıştır. Mahlaslar gelenekte âşıklara ustaları tarafından verilirken günümüzde geleneğin zayıflaması, değişmesi, usta- çırak ilişkisinin bitme noktasına gelmesi dolayısıyla bazı âşıkların kendi mahlaslarını kendilerinin seçtiği görülmektedir. Bunlardan biri de Âşık Selmani’dir. Âşık Selmani, Selmani mahlasını almadan önce adı ve soyadını mahlas olarak kullanmıştır. “Hasan Salman” mahlasıyla yazdığı şiirlerle şöhret olmuştur. Ancak Âşık Selmani kendi adını soyadını kullanırken de aklından hep Selmani mahlasının geçtiğini belirtmektedir. Âşık Selmani, bazı kaynaklarda geçen (TRT Belgesel, “Ozanın Kopuzundan Âşığın Sazına”, 1990 ve Ulu, 1987: 414) ve kendisinin ilkin “İlvani” mahlasını kullandığıyla ilgili görüşlere karşı çıkar. Kendisinin önce “Hasan Salman” sonra “Selmani” yi kullandığını belirtir. Bu bilgilerin doğru olmadığını ifade eder. Bununla ilgili olarak görüştüğümüz M. Emin Ulu, Selmani’yle 1980’lerde görüştüğünü, kendisine bu bilgiyi de Selmani’nin verdiğini belirtmektedir. Zamanla Selmani’nin bazı şeyleri unutmuş olabileceğini de belirten Ulu, kendisinde yer alan notlarda Selmani’nin kendisiyle görüşürken daha önce “İlvanî” mahlasını kullandığını söylediğini ifade etmektedir. Selmani’nin, Selmanî mahlasını almasının kesin tarihi âşığın verdiği bilgilere göre 1966’dır. Âşık Selmani, 1966 Konya Âşıklar Bayramı’na katıldığında, organizasyon tarafından bayrama herkesin bir mahlasla katılma zorunluluğu belirtilmiş, Selmani de kendi soyadını mahlas olarak kullanmıştır. 54 O günden sonra da mahlasını hiç değiştirmemiştir. Âşık Selmani’nin bu mahlası kullanmasının sebebi, soyadının Salman olması ve kendisinin Selmanlı aşiretinden olmasıdır. 1.2.3 ÂŞIK SELMANİ’NİN ÜSTATLIĞI: Âşık Selmani’nin; çocukluğundan itibaren âşıklığa merak saldığı, cem törenlerine gidip gelen âşıklara özendiği; sözlerini, deyişlerini öğrendiği âşıklara bağlandığı, bir anlamda onları kendine üstat saydığı; amcalarını saz konusunda kendine örnek aldığı; ancak gerçek anlamda bir âşık tarafından yetiştirilmediği daha önce ifade edilmişti. Âşık Selmani, buna sebep olarak, geleneğin zayıflamasını ve çevresinde saz çalıp derleme söyleyen âşıklar dışında gerçek anlamda bir âşığın olmamasını sebep göstermiştir. Kendisi usta âşık olarak anılmaya başlandıktan sonra da gerçek anlamda âşıklığa gönül verecek çıraklar bulamadığını ifade etmiştir. Birçok gelen giden olduğunu, âşık olmak istediğini söyleyerek kapılanmak isteyenler tanıdığını; ancak hiçbirinin kalıcı olmadığını belirtmiştir. Değişen dünyanın; insanları farklı mecralara sürüklediğini, farklı iş kollarına yönelttiğini söyleyen Selmani, artık âşıklığın eski işlevini yitirdiğine inanmaktadır. Âşıklığın olsun, cem törenlerindeki zâkirliğin olsun artık neredeyse bitme noktasına gelmesinden, âşıklığı cazip kılacak ortamların kalmamasından yakınmaktadır. Âşık Selmani, tam anlamıyla kendini üstadı saymamakla birlikte Tokat Akarçay’dan Âşık Hüseyin’i bir dönem yanında gezdirdiğini, bir defasında Âşık Sümmani’nin köyüne onu da götürdüğünü, Âşık Hüseyin’in orada sözlerine ustam diyerek Selmani’nin bir deyişiyle başlayıp daha sonra kendi türküsünü okuyarak türkü dalında birinci olduğunu belirtmiştir. Selmani, Âşık Hüseyin’in irticalen söyleme yeteneğinin zayıf olduğunu, bir müddet sonra kendisinden ayrılarak İstanbul’a yerleştiğini ifade eder. Ancak gerçek anlamıyla bir usta- çırak ilişkisi olmadığı için Âşık Hüseyin’i çırağı olarak saymaz. Bu konuda Adanalı Âşık Feymani’nin yaklaşımı önemli sayılabilir. Kendisiyle görüşülen Âşık Feymani, Âşık Selmani’yi kendine örnek aldığını, onu ustası olarak gördüğünü söylemiştir. 1967’de İstanbul’da Âşık Selmani’yle tanıştığını aktaran Feymani; Selmani ve Hüdai’yle beraber bir süre kaldığını belirtir. İki âşığın atışmalarına jürilik yaparak onların bir yıl boyunca atışmalarını izlediğini; özellikle Selmani’nin sazına, sözüne ve sesine hayran kaldığını söyler. Ondan saz, söz ve atışma konusunda çok şey öğrendiğini ifade eden Feymani, âşıklığında en önemli etkinin ustası Âşık Kul Mustafa, Âşık Selmani ve Âşık Hüdai olduğunu vurgular. Feymani, Âşık Selmani’yi kendine hem dost hem de üstat görmektedir. Herkesin de bunu kabullendiğini 55 belirten Feymani, Selmani’den yıllar yılı hiç ayrılmamıştır. Yıllarca beraber memleket memleket gezmişler, birbirlerinden etkilenmişler, yol arkadaşı olmuşlardır. Âşık Feymani, Âşık Selmani ile ilgili düşüncelerini belirttiği “Üstadım Kurusekili Âşık Selmani İle” başlıklı bir mektup göndermiş ve onu üstat kabul ettiğini o mektupta da beyan etmiştir. Ekler kısmında yer alan 10 Nisan 2010 tarihli bu mektupta, Feymani’nin “Üstadım Âşık Selmani İçin” adlı da bir şiiri yer almaktadır. 1.2.4. ÂŞIK SELMANİ’NİN DİĞER ÂŞIKLAR TARAFINDAN BİLİNİP TANINMASI: Âşık Selmani 1966 yılına kadar Tokat dışına âşıklık maksadıyla çıkmamıştır. Ancak yazdığı şiirler çevrede ünlenmiş, Âşık Selmani adı söylenir olmuştur. Ulusal düzeyde tanınmasıyla şöhreti daha da artmıştır. Bu konuda, ”Komşu köyler Âşık Selmani’nin köyü Kuruseki’ye ‘Selmani’nin köyü’ diyorlar artık.” (Halıcı, 1970: 15) sözleri onun çevrece tanınmışlığının ifadesidir. Âşık Selmani, 1966 yılında ilk kez düzenlenen Âşıklar Bayramı’na katılarak ilk defa âşıklık yapma amaçlı olarak Tokat dışına çıkmıştır. İlk kez saz eşliğinde irticalen şiirler söyleyen âşıklarla orada karşılaştığını belirten Âşık Selmani, ilk yıl yarışmalara katılmayarak izleyici olduğunu ve büyük tecrübeler edindiğini belirtmiştir. Daha sonraki yıllarda ise girdiği yarışmalarda birçok ödül kazanarak kendini ispatladığını ve herkese tanıttığını ifade etmiştir. Âşık; özellikle deyiş, atışma ve lebdeğmez yarışmalarında üstünlük kurduğundan bahsetmektedir. Âşık Yaşar Reyhanî, Murat Çobanoğlu vb birçok usta âşıkla karşılaştığını Yaşar Reyhanî ile 1967’de atışma dalında birinciliği paylaştığını, sonraki yıllarda Murat Çobanoğlu ile girdiği lebdeğmez yarışında ise Murat Çobanoğlu’nun iğneyi düşürdüğünü ve yarışmayı kaybettiğini belirtmiştir. Bu konuda Fezai mahlaslı Feyzi Halıcı, Selmani’yle ilgili görüşlerini şöyle ifade etmektedir: “İlk âşıklar bayramını 1966 yılında yaptık. Âşıklar Bayramı tahminlerin üzerinde başarılı oldu. Tanımakla şeref duyduğum o yılların âşıklarından Posoflu Âşık Müdami ile geçen yıl kaybettiğimiz Âşık Efkarî’yi, genç ve güçlü âşıklardan Murat Çobanoğlu ile Şeref Taşlıova’yı, Adanalı Âşık Abdülvahap’ı, Tokatlı Âşık Selmani’yi tanıdım ve tüm Türkiye’ye günlük hayatları ve sanat varlıkları içinde tanıttım. Atışma bilmeyen âşığı bir iki yıl içinde usta âşık seviyesine çıkardık. Dudakdeğmezde ilk yıl dudağını kanatan Âşık Selmani, ikinci yıl teşvik ve tavsiyelerimiz sonucu bileğinin hakkıyla birincilik kazandı.” (Halıcı 1992: 632) 56 Ancak Âşık Selmani, ilk sene dudağına iğne batırmasıyla ilgili sözlere katılmamaktadır. Kendisinin ilk sene yarışlara hiç katılmadığını ve gözlem yaptığını belirtmektedir. Feyzi Halıcı da yapılan görüşmemizde, Âşık Selmani’nin haklı olabileceğini bazen o kadar âşık içerisinde yanlış değerlendirmelerin olabildiğini ifade etmiştir. Hatırladığı kadarıyla Âşık Selmani’nin çok iyi bir âşık olduğunu, yıllarca birincilik aldığını belirtmiştir. Kötü bir âşığın bunu yapmasının mümkün olmadığından bahsetmiştir. 1.2.4.1. Şairnamelerde Selmani: “Şairnameler, âşıklar tarafından genellikle 11’li hece ölçüsüyle yazılan, çağdaşı yahut kendilerinden önce yaşamış olan şairlerin mahlaslarına ve onları niteleyen birtakım vasıflarına yer verilen şiirlerdir.” (Kaya, 2009: 13). Âşık Selmani ismine şairnamelerde de rastlanmaktadır. Bunlara şu örnekler verilebilir: Âşık Abdülvahap Kocaman’ın yazdığı şairnâmenin 4. kıtasında Âşık Selmani’nin adı geçmektedir: Maraş’tan Hüdai, Van’dan Figani, Ankara’dan Gürbüz, Dursun Ceylani, Şavşat’tan Kara’yla Âşık Efkari, Tokat’tan da Hasan Selman geliyor, (Kaya, 2009: 220) ¾ Âşık Naçari “Ozanlarım Perişan” adlı şairnâmesinde Âşık Selmani’ye 31. dörtlükte şu şekilde yer vermektedir: Selmani bu yolda hayli yorulmuş, Mansuri de Hakk’a varıp durulmuş, Kemal özgür pire candan sarılmış, Perişan da ozanlarım perişan, (Kaya, 2009: 158) ¾ Tokatlı âşıklardan biri olan Âşık Kul Semai, Tokatlı âşıklar üzerine yazdığı bir şairnamede Âşık Selmani’ye 16. dörtlükte yer vermektedir: Hasan Selmani’yle verdik baş başa, Kars, Erzurum âşıklarla yarışa, Konya, çok yerlerde hep koşa koşa, Bizle yarıştılar gelen âşıklar, (Kaya, 2009: 189) ¾ ¾ Şeref Taşlıova’nın 19.01.1977 tarihinde Batı Almanya’da yazdığı “Görestim” adlı 26 kıtalık şiirin 5. kıtasında, adı geçen 74 âşık arasında Âşık Selmani’nin de adı geçmektedir: Almus’tan Âşık Selmani, 57 Semai erenler canı, Söyleri gönül mihmanı, O garibanı görestim (Kaya, 2009: 237) ¾ Âşık Selmani, Sivas Hizmet gazetesinde 1969 yılında bir şairname yayımlamıştır. “Âşıklar Gecesi” başlıklı Şairnâme şu şekildedir: Âşıklar gecesine bu akşam, Önce Âşık Veysel mihman gelecek, Huddi der ki âşık ile savaşam, Ona rakip Âşık Feyman gelecek, Âşık Yüzbaş’oğlu Devrani bize, Ali İzzet Özkan karışır söze, Hemen hazır durur Fadime Teyze, Âşıklar anası sultan gelecek, İsmet Namlı ile Âşık Feryadi, Sivas’ta meşhurdur bunların adı, Âşıklar dalmaya derya aradı, Katre katre bahri umman gelecek, Söz ile yapılır aşkın güreşi, Meydanda tanımaz kardeş kardeşi, Nice âşıklarla etmiş savaşı, Tokat’tan da Âşık Selman gelecek. (Kaya 2009:232) ¾ Âşık Reyhanî’nin “Devrin Ozanları” başlıklı şâirnamesinin 4. kıtasında Selmani’den bahsedilmektedir: İsmail Daimi, Nesimi Çimen, Hüseyin Kaçıran bir de Çırakman, Hüdai, Selmani söyler her zaman, Hiç değişmez sözlerinin eridir. ¾ Yine Âşık Gülhânî’nin yazdığı 15 kıtalık şiirde 46 âşık arasında, 13.kıtada Âşık Selmani’ye de yer verilmiştir: Hüseyin Kaçıran, Âşık Emini, Zülfikar Divanî almış demini, Talibi, Kul Sadi, duysun Selmani, Sözüm yalan ise alan olmasın (Kaya, 2009: 214) 58 1.2.4.2. Şairnameler Dışında, Âşıkların Selmani’yle İlgili Görüşleri: Âşık Selmani, diğer âşıklarla olan münasebetlerinden bahsederken özellikle Feymani, Hüdai ve Abdülvahap Kocaman’dan bahsetmektedir. Bu âşıklarla çok zamanının geçtiğini, aylarca birbirlerinin evlerinde kaldıklarını anlatmaktadır. Âşık Feymani ve Hüdai ile senelerce İstanbul’da çalıp söylediklerini, yol kardeşliği yaptıklarını belirtmektedir. Bu arada da birbirlerinden etkilendiklerinden bahseden Âşık Selmani, gelişimlerinde birlikteliklerinin önemine değinmiştir. Âşık Feymani ile yapılan görüşmede de Feymani bunları teyit etmiş Âşık Selmani’nin sazından, sözünden ve insanlığından çok etkilendiğini belirtmiştir. Âşık Selmani’den temiz yürekli, hep tebessüm eden, iyi huylu, dostluğu ve karakteri sağlam bir insan olarak bahsetmektedir. Selmani’nin âşıklığının da üst düzeyde olduğunu belirten Feymani açık yüreklilikle; atışmayı, türkü söylemeyi, kısacası âşık olmayı Kul Mustafa, Selmani ve Hüdai’den öğrendiğini belirtmiştir. Onların atışmalarını, türkülerini dinleyerek âşıklıkta ustalaştığını; bugünlere gelmesinde Âşık Selmani’nin çok önemli yeri ve emeği olduğunu belirtmiştir. Âşık Selmani’nin özellikle atışma, lebdeğmez alanlarında kendini çok iyi yetiştirdiğini, türkü dalında ve şiirde de etkili olduğunu, kendisine de her konuda yardım ettiğinden bahsetmiştir. Bu anlamda Âşık Selmani’yi ustası kabul etmektedir. 1967 yılında başlayan bu birliktelikten sonra 1974 yılına kadar hiç ayrılmadıklarını, âşıklık geleneğini birlikte icra ettiklerini, ayrı oldukları zamanlarda da sık sık mektuplaştıklarını belirtmiştir. Âşık Feymani, Selmani ile en son 2003 yılında Kültür Bakanlığının “Yaşayan Âşıklık Geleneği” adlı programında buluştuklarını ve tüm âşıkların Âşık Selmani geldiğinde onu saygıyla ve ayakta karşıladığını aktarmıştır. Âşık Feymani tarafımıza Selmani’yi anlatan mektup dışında Sivaslı kadın âşıklardan Derdimend Nine’nin kendilerine Sivas’ta irticalen söylediği bir şiiri göndermiştir. Şiirde Derdimend Nine; Selmani, Hüdai ve Feymani’ye hitaben irticalen şu şiiri söylemiş ve torunu da yazmıştır: Merhaba delikanlılar, Adaletsiz zanneylemen, Size selam veremedim, Sadakatsiz zanneylemen, Dinleyin beni burada, Akşamleyin o arada, Elden gitmişti irade, Nezaketsiz zanneylemen, 59 Bu konunun üstadıyız, Meslek ile ispatıyız, Biz de Hünkâr evladıyız, Asaletsiz zanneylemen, Mend’em hukukumdan geçmem, Sır bilmeze sırrım açmam, Kimse ile karşılaşmam, Cesaretsiz zanneyleme, Âşık Selmani’den bahseden diğer bir âşık da Âşık Kul Semai’dir. Tokatlı olan Âşık Kul Semai, Âşık Selmani’yi büyük bir dost saymakta ve onunla birçok yarışmalara katıldığını, beraber birçok yer gezdiklerini şu şekilde anlatmaktadır: “Çok yerlerde yarışmalara katılıp derece aldım. Ankaraʹda, Almusʹta, Erbaaʹda, Malatyaʹda, İstanbulʹda arkadaşım Almuslu Hasan Selmani ile katılmıştık. 1984ʹte Konyaʹda 1984ʹte Hacı Bektaşʹta da 16 âşık yarışmaya katıldık. 11.4.1986ʹda Niksar’da Emrah şenliğine, yine 1986’da Erbaaʹda barış yılı yarışmasını düzenleyen Erbaa Ortaokul Öğretmeni Sayın Hocam Osman Bostancıʹnın davetiyle Tokatʹtan Âşık Selmani, Karsʹtan Âşık Murat Çobanoğlu, Şeref Taşlıova, Zileʹden Âşık Ali Dedeoğlu yarışmaya katılmıştık. Yarışma puanlı idi: “Tüm dünyadan barış ister Türkiye’m, Barış için yarış ister Türkiye’m,” şiiriyle bana şiirde birincilik, atışmada Çobanoğlu ve Şeref’e birincilik, Selmani’ye lebdeğmezden birincilik, Ali Dedeoğlu’na atışmada ikincilik ödülleri verilmişti. 1986ʹda Malatyaʹdan, arkadaşım Selmani ve ben Semâi birer kayısı amblemli altın şilt almıştık. (www.gencaleviler.com) Âşık Selmani ismini şiirinde bulabildiğimiz bir başka âşık da, Âşık Hasan Yüzbaşıoğlu’dur. Sivaslı Âşık Hasan Yüzbaşıoğlu, 1968 yılında Kütahya’da “Kütahya Postası” adlı gazetede Selmani, Hüdai ve Feymani’yle buluşmuş, irticalen söylediği şiirinde Âşık Selmani, Hüdai ve Feymani’ye meydan okumuştur. 30 Temmuz 1968 Salı günü 1. sayfadan “Sivas’tan Gelen Âşık Hasan Yüzbaşıoğlu, İstanbul’dan Gelen Âşıklara Meydan Okuyor” başlığıyla yayımlanan şiirin ikinci dörtlüğünde Âşık Selmani’nin ismini anmaktadır: Feymani, Hüdai, Selmani eyi, Biri Yahap biri Mahmut ne iyi, Sizinle burada tartışak deyi, Hemen gazeteye yazmaya geldim (Kütahya Postası, 1968: 2026, s.1) 60 1.2.4.3. Mektup Şiirlerde Selmani: Âşıkların birbirine gönderdikleri mektup niteliğindeki şiirlere mektup şiir denir. Âşıklar birbirlerinin hatırlarını sorup saygı ve sevgilerini ilettikten sonra özel durumlarını belirtmektedirler. (Kaya, 2007: 509) Âşık İsmeti’yle Selmani’nin birbirlerine gönderdikleri mektup şiirler mevcut olup bunlardan anlaşıldığına göre Âşık Selmani’yle İsmeti arasında da büyük bir dostluk vardır. Şiirlerde, İsmeti defalarca Selmani’ye mektup şiir göndermesine rağmen cevap alamadığından yakınmakta; Selmani ise İsmeti’den bir anlamda özür dilemektedir: İSMETİ’DEN SELMANİ’YE Dostum senden haber alamıyorum, Ne haldesin cevap gönder Selmani, Hasta mısın nesin bilemiyorum, Gönderdiğim mektup ondur Selmani, Fanide duranlar gün olur göçer, Canımız kafesten kuş gibi uçar, Kim ki akıbetin elinden kaçar, Dünya bize göre handur Selmani, İsmeti dostunu mektupla arar, Selamlar gönderip hatırlar sorar, Vefalı olmaya kılmışım karar, Sanma ki bu mektup sondur Selmani, 28.06.1969 (Kaya, 2007: 510) SELMANİ’DEN İSMETİ’YE Çok mektuplar aldım cevap vermedim, İhmalimi hoş göresin İsmeti, Hayatımda bir huzura ermedim, İhmalimi hoş göresin İsmeti, Sanki dağ altında kaldım ezildim, Zaman eteğinden geçtim süzüldüm, Size cevap yazmadıkça üzüldüm, İhmalimi hoş göresin İsmeti, Sizlere dostluğum hakikattendir, Gerçek âşıklığın aslı zattandır, 61 Bilesin ki bunlar meşakkattendir, İhmalimi hoş göresin İsmeti, Kulağım aşina her güzel sese, Gönül görmek ister yol vermez kese, Dileğimdir yolum düşsün Sivas’a, İhmalimi hoş göresin İsmeti, Ben Almus’ta sen Sivas’ta durursun, Bütün dostlarına değer verirsin, Sağ olursak Selmani’yi görürsün, İhmalimi hoş göresin İsmeti, 17.07.1969 (Kaya, 2007: 510) Âşık Selmani eleştirmeyi seven bir âşıktır. Alevi- Sünni ayırmadan yanlışları eleştirir. Zaman zaman bu durumlar şiirlerine de yansımaktadır. Âşık Selmani, Garip Dede Cem Evi’nde kendisine yapılan bazı yanlışlara katlanamayarak oranın yöneticilerinden birini, tarihi niteliği olan ve makul biri sayılmayan “Abu Yusuf”a nitelik olarak benzetmiş, bir şiirinde de bu kişiyi taşlamıştır. Taşladığı şiiri de mektupla, Garip Dede Cem Evi dedesi olan şair ve yazar Ahmet Fethi Erdoğan’a göndererek kendisine sahip çıkmadığından yakınmış, ona da kırıldığını ifade etmiştir. Selmani, taşlamasında Fethi Dede’ye şikâyetini şöyle bildirir: Garip Dede’nin de hükmü yürümez, Abu Yusuf yönetimde oldukça, Kararmış kalpleri nurlar bürümez, Abu Yusuf yönetimde oldukça, (5/ 1) Selmani’nin bu şiirine Ahmet Fethi Erdoğan Dede bir şiirle cevap vermiş ve şiirin ilk dörtlüğünde Selmani’ye mahlasıyla seslenmiştir: Gel darılma bana gülüm Selmani, Güç yetmeyen daha nice haller var, Dosttan cefa görüp düzersin mani, Aşılacak daha nice beller var, Ahmet Fethi Erdoğan/ K.Çekmece Âşık Feymani’nin bakış açısıyla Selmani’nin anlatıldığı ve ekler kısmında tamamına yer verdiğimiz mektup ve mektupta yer alan şiir de bu kategoride değerlendirilebilir. 62 İKİNCİ BÖLÜM ÂŞIK SELMANİ’NİN ŞİİRLERİNDE BİÇİM 2. 1. ÂŞIK SELMANİ’NİN ŞİİRLERİNDE BİÇİM ÖZELLİKLERİ: Şiirde biçim konusunda önemli olan unsurlar, bir şiirin “ölçüsü (vezni)”, “durak sistemi”, “kafiyesi ve redifleri”, “kafiye örgüsü (şeması)”, “nazım birimi” “nazım biçimleri ve türleri” olarak ifade edilmektedir. Âşık Selmani, biçim ile içeriği şiirinde kaynaştırmayı amaç edindiğini ifade eder. Âşık Selmani’nin biçimsel kurgusu geleneği yansıtacak şekildedir. Şiirlerinde genelde birim olarak dörtlükleri kullanması, kafiye örgüsünün halk şiirine uygunluğu, biçim ve tür olarak genel itibarıyla geleneği yansıtması, vezin olarak hece veznini kullanması onun geleneği icra ettiğinin göstergeleridir. Bu biçimsel özelliklerin Âşık Selmani’de kullanımı şu şekildedir: 2.1.1. Vezin (Ölçü): Âşık Selmani’nin şiirlerinde vezin (ölçü), geleneğin gerektirdiği şekilde hece veznidir. Türk halk şiirinde “vezin” karşılığı olarak “ölçü” daha seyrek olarak da “tartı” terimi kullanılır. Halk şiirinde ölçü hece ölçüsüdür. Hece ölçüsünde esas olan mısralardaki hece sayısının eşit olmasıdır. Vezin konusunda Dizdaroğlu, hece ölçüsüyle söylenmiş en eski şiir türlerinin Divan-ı Lügat-it Türk’te bulunduğunu, saz şairlerinin hece kalıpları içinde en çok 7, 8, 11’li olanları kullandıklarını söyler (Dizdaroğlu, 1968: 200). Doğan Kaya’nın ifadelerine göre, Türk halk şiirinde 3 ila 20 arasında değişen hece yapısına sahip şiirler vardır. (Kaya, 2007: 600) Âşık Selmani’nin kitaplarında yayımlanmış şiirleri dışında, bizzat kendisinden alınan 392 adet yayımlanmamış şiiri bu çalışmada incelenmiştir. Selmani’nin şiirlerinde geleneğe bağlı bir şekil yapısı görülür. Bu şiirlerin tamamı hece ölçüsüyle yazılmıştır. Bu şiirlerde; 1 tane 5’li hece ölçüsü, 2 tane 7’li hece ölçüsü, 45 tane 8’li hece ölçüsüyle, 314 tane 11’li hece ölçüsüyle, 29 tane 15’li hece ölçüsüyle, 1 tane 16’lı hece ölçüsü kullanılmıştır. 15’li, 16’lı ve 7’li hece ölçüsüyle yazılanları dışında şiirlerin hemen hepsi koşma biçiminde kafiyelenmiştir. Âşık Selmani de çoğu âşık gibi genelde koşma biçimini benimsemiş ve uygulamıştır. Sonuç olarak, Âşık Selmani’nin şiirlerinin büyük bir bölümü 11’li hece ölçüsüyle, diğerleri ise 5, 7, 8, 15 ve 16’lı hece ölçüsüyle yazılmıştır. Şiirlerinde, Âşık Selmani’nin biçim anlayışı, ölçü (vezin) açısından geleneğe uygundur. 63 2.1.2. Durak: Âşık Selmani’nin şiirlerinde incelenecek diğer bir biçimsel unsur durak (durgu) hususudur. Durak hususunda Kaya, hece ölçüsünün dizelerdeki hecelerin eşitliğine dayandığını; ancak bunların belli duraklar çerçevesinde olması gerektiğini belirtir (Kaya, 2007: 600). Durak, hece ölçüsüyle söylenmiş şiirlerde kelimelerin belli gruplarda bir araya gelmesidir. Duraklarda kelimeler ortadan bölünmez, kelimenin bitirilmesi esastır. Âşık şiirinde durak konusunda bilgiler veren Kaya, durakların en önemli fonksiyonun şiirde ahenk sağlamak olduğunu, ezginin oluşumunda büyük rol oynadığını söyler. Durakların sıralanışının rasgele olmadığını belirtir ve genelde 7’lilerde (4+3 ya da 3+4), 8’lilerde (4+4, 5+3), 11’li hece ölçüsünde ise (4+4+3, 6+5) şeklinde durakların kullanıldığını ifade eder (Kaya, 2007: 277). Âşık Selmani’nin şiirlerinde koşma nazım biçimi çok belirgindir. Şiirlerinde en çok 11’li ve 8’li hece ölçüsünü kullanan Âşık Selmani, âşık edebiyatına ait şiirlerdeki durak (durgu) sistemini de geleneğe uygun olarak kullanmaktadır. Ancak Selmani’nin bazı şiirlerinde durak konusunda düzensiz olduğu, durakların birbirine uymadığı da görülür. Âşık Selmani, 11’li hece ölçüsüyle yazdığı şiirlerde geleneğe uygun olarak 6+5: 11, 4+4+3: 11 ve çok nadir olarak da 7+4: 11’li durak sistemini kullanır: Dedim Selmani’yim/ aşka uyarım, 6+5 Güzellerden ilham/ neşe duyarım, 6+5 Ben seni aşırı/ sever sayarım, 6+5 Gerçek aşkla sevip/ say dedin bana, 6+5 (15/ 5) Beyaz gülüm ne sevgin/ ne aşkın var, (7+4) Allah benden beter etsin aşkını, (4+4+3) Gizlice konduğum gönül köşkün var,(6+5) Allah benden beter etsin aşkını,(4+4+3) (80/ 1) Âşık Selmani, 7’li hece kalıbıyla yazdığı şiirlerinde 4+3: 7 veya 3+4: 7; 8’li hece ölçüsüyle yazılan şiirlerinde ise 4+4: 8 ya da 5+3: 8 durak sistemini daha çok benimser. Toprağın / taşın güzel, 3+4: 7 Cevahir / taşın güzel, 4+ 3: 7 Bu yurt sana/ gelişmez, 4+ 3: 7 64 Bu ilden/ taşın güzel, 3+4: 7 (392/ 2) Candan olup/ can güvenlik, 4+4: 8 Devam etmeli/ esenlik, 5+3: 8 Olmayıp hiç/ senlik benlik, 4+4: 8 Seni benden/ esirgeme, 4+ 4: 8 (46/ 3) Âşık Selmani, 15 heceli şiirlerinde genellikle 8+7: 15’li durak sistemini, 16 heceli şiirinde ise 8+ 8: 16’lı durak sistemini kullanmıştır: Aşk ehlinin halin bilmez/ dert gelmeyen başına, 8+7: 15 Giriftar olanlar bilir/ bu aşkın savaşına, 8+7: 15 (294/ 1) Nefsi ile cenk etmeyen/ merdi meydan anlamaz 8+7: 15 Mürşide biat etmeye/ edep erkân anlamaz 8+7: 15 (362/ 1) İçmişim aşkın badesin/ canım Âli Abadandır 8+8: 16 Mürşidim Şahı Velâyet/ namım Âli Abadandır 8+8: 16 Bize kısmet oldu ezel/ feleğin, cudenin zehri,8+8: 16 Hasan Hulki Rıza için/ gamım Âli Abadandır 8+8: 16 (278/ 1) 2.1.3. Kafiye: Âşıklık geleneğinin biçimsel özelliklerinden biri de “kafiye”dir. Şiirde ahenk sağlayan “kafiye” ya da “uyak”a âşık şiirinde “ayak” da denir. Âşık Selmani, ahenk unsurlarından olan kafiyeyi geleneğe uygun olarak kullanmaktadır. Hemen her tür kafiyeye yer vermekte olup özellikle “yarım” ve “tam” kafiyeye oldukça fazla yer vermektedir. Bunun yanında “zengin” ve “cinaslı” uyakla yazdığı şiirlerinin sayısı da azımsanamayacak ölçüdedir. Âşık Selmani, kafiye yanında rediflere de sıkça yer vermekte olup Âşık Selmani’nin şiirleri kafiye açısından, “Dörtlükte bulunduğu yere göre kafiyeler” ve “Sesler açısından kafiyeler” olmak üzere incelenebilir. Selmani’nin şiirlerinde dörtlükte bulunduğu yere göre kafiye çeşitleri şu şekildedir: ¾ İlk Üç Dizede Oluşturulan Kafiye: Buna yaygın anlamıyla “kafiye” ya da “uyak” denir. Âşık Selmani, koşma tarzı yazdığı şiirlerin ilk dörtlüğü dışında bu kafiye oluşumunu kullanır ki bu geleneğin oluşturduğu bir kalıptır. Bu tarz kafiyelenişe şu örnekler verilebilir: Söylediği sözü idrak et‐meyen Yolun doğrusunu bilip git‐meyen 65 Kendi ıslahına gücü yet‐meyen Elimde fermanım dese ne fayda (10/ 2) Dörtlük Sonlarında Oluşturulan Kafiye: Bu kafiyenin adı ”ayak”tır. Bunun “ana uyak” veya “ana kafiye” olarak adlandırıldığı da görülür. Ancak âşıklar buna “ayak” demektedir. Koşma tarzı şiirlerin ilk dörtlüğünün 2. ve 4. dizeleri diğer dörtlüklerin sonundaki dizelerle kafiyelenir ki bu da yine âşıklık geleneğinde bir kuraldır. Selmani de geleneğe bağlı olarak koşma tarzı şiirlerinin ilk dörtlüğünü genelde abab şekline kurmakta olup devamında cccb/ dddb/ eeeb… kafiye örgüsünü kullanmakta ve bu şekilde kafiye oluşturmaktadır: Bu aşkın bahrinde kat-re olmayan Kendince um-manım dese ne fayda İnanç güneşinde zer-re olmayan Bütündür i-manım dese ne fayda (10/ 1) ¾ Söylediği sözü idrak et‐meyen Yolun doğrusunu bilip git‐meyen Kendi ıslahına gücü yet‐meyen Elimde fer-manım dese ne fayda (10/ 2) Bünyesindeki sesler açısından, Selmani’nin şiirlerinde kullandığı kafiye çeşitlerini şöyle sıralayabiliriz: ¾ Yarım Kafiye ¾ Tam Kafiye ¾ Zengin Kafiye ¾ Cinaslı Kafiye Yarım Kafiye: Ses benzerliği tek sese dayanan kafiye çeşididir. Bu sesin ünlü veya ünsüz olma şartı yoktur. Fuad Köprülü, yarım kafiyeyi, “Uzak ahenk benzerliği.” olarak ifade eder, basit ve ibtidâi mahiyette bir kafiye olduğunu söyler (Köprülü, 2009: 105). Âşıklık geleneği irtical yeteneği gerektirdiğinden âşıklar, yapılması kolay olduğu için en çok yarım kafiyeye yer vermektedir. Âşık Selmani’nin şiirlerinde de geleneğin etkisiyle yarım kafiyeye çokça yer verilmiştir. Konu hakkında fikir verebilmek adına âşığın şiirlerindeki yarım kafiyeye şu örnekler verilebilir: Selmani der iki gü-l‐e değilmez, Güle değilse de di-l‐e değilmez, ¾ 66 Asla bir yaprağa da-l‐a değilmez, Mevla’m hakikatten yel katmayınca,( 2/ 5) İnsan kanı kurban kanı bi-r‐leşip, Bu bayramı kan gölüne döndürdü, Canlarını kurtarmaya zo-r‐laşıp, Bu bayramı kan gölüne döndürdü, (358/ 1) Tam Kafiye: Ses benzerliği iki sese dayalı kafiye çeşidine tam kafiye denir. Âşık Selmani’nin yarım kafiyeyle birlikte en sık kullandığı kafiye çeşidi tam kafiyedir. Bu kafiyeye şu örnekler verilebilir: Selmani şanlı Türk layıktır ş-an‐a, Sevgisi yerleşmiş damara, k-an‐a, Bu şehitlik nasip olmaz her c-an‐a, Canım kanım kurban vatan uğruna,(25/ 7) ¾ Yazarımız iyi dinlen bu-ra‐yı, Bir fakire açtılar bu ya-ra‐yı, Hep almışlar evde olan pa-ra‐yı, Eli bomboş kalanları duydun mu? (352/ 4) Zengin Kafiye Ses benzerliğinin iki sesten fazla olduğu kafiye şeklidir. Bir başka deyişle en az üç sesle yapılan kafiyeye zengin kafiye denir. Âşık Selmani de zengin kafiyeye birçok şiirde yer vermiş olup onun zengin kafiyeyi kullanımına şu örnekler verilebilir: Beyaz gülüm sana oldum ande-lip, Korkarım bu işte gelemem ga-lip, Bir tenha günümde yanıma ge-lip, Sev de kurtar beni Allah aşkına, (18/ 3) Kaya’nın verdiği bilgilere dayanarak (Kaya 2007: 398) “ünsüz+uzun ünlü” ile de zengin kafiye yapılabilir. İki ses benzerliği olmasına rağmen, kelime sonunda iki ses hükmünde uzun ünlü olduğu için bu seslerin de üç ses olarak sayılması gerekmektedir. Selmani’nin şiirlerinde bu şekilde yapılan zengin kafiyeye de yer verilmektedir: Selmani bülbüldür ahu z-âr ister, Nazlı beyaz gülden buse k-âr ister, Herkes sevdiğinden bergüz-âr ister, ¾ 67 Siyah saçlarından tel kerem eyle, (44/ 5) Cinaslı kafiye Cinaslı kafiye, yazılışları aynı, anlamları farklı olan kelimelerle yapılmış kafiye çeşididir. Bu kafiye türüne şu örnekler verilebilir: Beline takar korsa, Yandırır yakar korsa, Ben seni alacağım, Güzelim Allah korsa, (392/17) ¾ Benli dilber gerdanında ben gördüm, Gerdan benli benli yüz benli benli, Dedim benlim benlerini ben gördüm, Öldürdün derimi yüz benli benli, Âşık Selmani’nin aynı şiir içinde farklı dörtlüklerde farklı uyakları kullandığı da görülmektedir: Dertli ağlar yanar tü-t‐er, Denilmez ağlama ye-t‐er, Derdin sonu gelir bi-t‐er, Gam yeme gönül gam yeme, (47/1) Düşünce bir a-lamet‐tir, Kapılırsan me-lâmet‐tir, Sabrın sonu se-lamet‐tir, Gam yeme gönül gam yeme, (47/2) Hiç mi gelmeyecek gönlümün yazı Yağıyor üstüme k-ar hışım gibi Yazılmış alnıma bu kara yazı Canım almak ister y-ar hışım gibi (84/1) 2.1.4. Redif: Âşık Selmani’nin kafiyeyle birlikte ele aldığı diğer bir biçimsel özellik de “redif”tir. Redif, şiirde uyaktan sonra tekrarlanan, aynı anlam ve yazılışta oluşan kelimeler veya eklerdir. Âşık Selmani’de kafiye kadar önemli diğer bir ahenk unsuru da rediftir. Aynı görevde ve anlamda kullanılan kelimeler ve eklerden meydana getirilen redifi, Âşık Selmani de ister ek şeklinde olsun ister kelime şeklinde olsun etkin bir şekilde kullanmaktadır: Ömrüm sonbahardır geçti çağ-larım 68 Hazana uğradı gönül bağ-larım Yanar dağlar gibi yanar dağ-larım Kaldım lavlar saçan volkan içinde ( 37/ 1) Sen gibi muhannet bir kul gö-r‐medim, Hakk’ın yarattığı c-an-lar içinde, Cefakârım muradıma e-r‐medim, Koydun gözlerimi k-an-lar içinde (39/1) 2.1.5. Kafiye Şeması: Âşıklık geleneğinin biçimsel özellikleri içinde değinilecek olan bir diğer kavram da “kafiye şeması”, “kafiye düzeni” ya da “kafiye örgüsü” olarak ifade edilen husustur. Cem Dilçin kafiye şemasıyla ilgili olarak şunları ifade etmektedir: “Nazım biçimlerinin dize ve uyak düzeni şemalarla gösterilir. Dize düzenini göstermek için düz çizgi kullanılır. ‘Uyak düzeni’ de bu çizgilerin sağ başında Türk alfabesindeki harflerle gösterilir. Harfleri kullanırken ‘c‐ ç, g‐ ğ, ı‐ i’ gibi birbirine benzeyen harfleri kullanmaktan kaçınmak doğru olur. Çünkü uyaklar birbirine karışabilir ve ilk bakışta seçilmesi güçleşir. Ana uyak genellikle ‘a’ harfi ile gösterilir. Serbest yani uyaksız dizeler ise ‘x’ ile gösterilir. Uyak düzenini göstermenin bir yolu da çizgiler kullanılmadan satır içinde harfleri kullanarak her dörtlüğü gösteren harften sonra çizgi konmasıyla olur.” (Dilçin, 1995: 95). Kafiye şemaları, bir şiirin biçim ya da tür olarak belirlenmesinde kullanılan öğelerden biridir. Öyle ki âşıklık geleneğinde yer alan “koşma, semai, varsağı, destan” gibi öğelerin diğer şiirlerden ayrımını sağlayan niteliklerden biri de kafiye şemalarıdır. Mısra sonlarında, aynı kafiyelerin aynı sembolle (harfle) gösterilmesiyle kafiye şemaları ortaya çıkar. Âşıklık geleneğinde genel olarak “koşma tarzı” kafiyeleniş mevcut olup bu kafiyeleniş “abab/ cccb/ dddb” şeklindedir. Bu kafiye düzeni yanında “aaab/ cccb/ dddb” ya da “abcb/ dddb/ eeeb” şeklinde koşma tarzı kafiyeleniş de görülmektedir. Halk edebiyatında anonim şiir içinde yer alan “mani”lere Selmani’nin şiirlerinde rastlamak mümkündür. “aaxa” ya da “xaxa” şeklinde kafiyelenişi mevcut olan maniler kafiye şeması yönünden ve tek dörtlükten oluşması hasebiyle diğer halk edebiyatı mahsullerinden ayrılır. Âşık Selmani’nin şiirlerindeki kafiye örgüsü âşıklık geleneğinin gerektirdiği şekildedir. Âşık tarzı yazdığı şiirlerde bazen geleneğe nazaran farklılıklar meydana getirse de onun âşık tarzı dışındaki “divan” türündeki şiirlerinde nazım birimi olsun kafiye şeması olsun bazen değişmektedir. O kullandığı nazım biçimine ve türüne göre kafiye örgüsünü kurmaktadır. Bunu aşağıdaki kullanımlarla örneklendirilebiliriz: 69 ¾ Âşık Selmani 8’li ve 11’li şiirlerinde genellikle abab/ cccb/ dddb klasik koşma kafiyelenişini kullanır: İlkbahar ayları gelip yetende,(a) Olur çayır çimen yer yeşil yeşil,(b) Bahçelerde taze sebze bitende,(a) Güzeller toplayıp yer yeşil yeşil.(b) (138/1) Girdik de bağlara yaren eş ile, (c) Gönül neşe duyar can seviş ile, (c) Gül çiçeğim renk katar ak yeşile, (c) Gül destesi gibi der yeşil yeşil, (b) (138/ 2) ¾ Âşık Selmani’nin şiirlerinde kafiye şemasının aaab/ cccb/ dddb şeklinde olduğu şiirler mevcuttur: Anlatayım protokol halini,(a) Şiddet aldı Azerbaycan ilini,(a) Ermeni elinin sarı gelini,(a) Şimdi Türkiye’nin borsasındadır,(b) (273/ 1) Her şey tamam oldu zulümde sıra, (c) Bu dert korkarım ki yandırır nara, (c) Millet devlet atılmakta kenara, (c) Gözler Türkiye’nin borsasındadır, (b) (273/ 2) ¾ Âşık Selmani’nin şiirlerinde, kafiye şemasının abcb/ dddb/ eeeb şeklinde uyaklandığı şiirler de mevcuttur: Mevla’nın verdiği dünya yemişi,(a) Dostum Muhammed’in kızı Bengisu,(b) Bir deme söyleyim bugün burada,(c) Devam etsin dostun sözü Bengisu,(b) (356/1) Âşık bilir âşıkların halını, (d) Âşıklar pak eder Hakk’ın yolunu, (d) Verseler istemez dünya malını, (d ) Her zaman gönlümün gözü Bengisu, (b) (356/ 2) ¾ Âşık Selmani’nin şiirlerinde aaxa/ bbba/ ccca şeklinde kafiyelenen şiirler görülmektedir: Horasan şehrinden Rum’un ilini (a) Görensin Pir Hacı Bektaş-ı Veli(a) Güvercin donunda Karahöyük’te(x) 70 Duransın Pir Hacı Bektaş-ı Veli(a) (99/ 1) Sen Rum ülkesinde ettin pervazı (b) Darı çek üstünde kıldın namazı (b) Cümle erler sana eyler niyazı(b) Pirânsın Pir Hacı Bektaş-ı Veli(a) (99/ 2) ¾ Âşık Selmani’nin 15’li “divani” tarzda söyleyişlerinde aa/ ba/ ca/ da/ ea/ fa şeklinde kafiyelenen şiirleri 19 şiirinde mevcuttur: Ya Rab kalksın gözden perde aça gör can gözlerim, (a) Seni göreyim her yerde aça gör can gözlerim, (a) ( 172/ 1) Aşk ehlinin dertlerine yine derman sendendir, (b) Merhem çalıp da bu derde aça gör can gözlerim,(a) ( 172/ 2) Âşık Selmani’nin “mani” nazım biçiminde kafiyelenen şiirleri mevcuttur: Kekliğim avlanırsın, (x) İnersen yazılara, (a) Hasiret korlar seni,(x) O çifte kuzulara, (a) (30/ 5) ¾ Ey kekliğim kekliğim, (a) Nedir benim çektiğim, (a) Senin aşkın değil mi? (x) Gözyaşları döktüğüm, (a) (30/ 6) Bunun dışında, Selmani’nin bazı şiirlerinde eklerle (51/ 5), bazen bir isimle fiil arasında (44/ 4), bazen dizenin ilk kelimesini kafiye yapıp dizenin kalanını redif olarak kullanarak (379/ 1), bazen kökle eki birleştirerek (68/ 2) kafiye yaptığı görülmektedir. Selmani’nin bazen “-a, -e” gibi yakın seslerle (272/ 1), bazen ses olarak yakın olan “ş- ç” (378/4) ve “l, r” gibi harflerle (325 / 1), bazense kafiyeyi kaybetmemek için kelimeyi değiştirerek (138/ 4) kafiye yaptığı şiirler de mevcuttur. Bunun yanında Selmani’nin bazen bir dizeyi her dörtlükte tekrar ederek bütünüyle redif olarak kullandığı şiirler de mevcuttur (187) ki bu âşık geleneğinde koşma- şarkı (Dizdaroğlu, 1968: 243) olarak ifade edilir. 71 2.1.6. Nazım Birimi: Âşık Selmani’nin şiirlerinde diğer bir biçim unsuru da nazım birimi olup Selmani’nin incelediğimiz 392 şiirlinde nazım birimi 23 şiir dışında “dörtlük” şeklindedir. Âşık Selmani, “divani” şeklinde yazdığı 19 şiirde “beyit” nazım birimini kullanmış olup 3 şiirinde beş dizelik nazım birimi, 1 şiirde altı dizelik nazım birimi, 369 şiirde ise “dörtlük” nazım birimini kullanmıştır. Beyit, dörtlük ve bent şeklindeki birimlere şu örnekler verilebilir: Beyit: Ya Rab kalksın gözden perde aça gör can gözlerim, (a) Seni göreyim her yerde aça gör can gözlerim, (a) ( 172/ 1) Dörtlük: Hedef olmayalım cepheye düşüp, Sitem balyozları tepeye düşüp, Gönlün zedeleme şüpheye düşüp, Kalbinin içinden güman geçmesin, (224/ 2) Bent: Halk içine grip salan domuzun, Ayakları iki midir dört müdür, Kuşkuyu çok garip salan domuzun, Ayakları iki midir dört müdür, İnsanlara sağalmayan dert midir, (301/ 1) 2.1.7. Nazım Biçimleri ve Türleri: Âşık Selmani’nin şiirlerinde incelenecek olan diğer bir şekil özelliği de “nazım biçimleri” ve “türleri” hususudur. Yaptığımız incelemeler sonunda, Âşık şiirinde biçim ve tür meselesinin henüz tam anlamıyla çözüme ulaşmadığı, bu konuda değişik fikirlerin olduğu görülmektedir. Köprülü’nün en eski biçim olarak “mani”yi gösterip diğer türleri ise bunun türevleri olarak ifade etmesi (Köprülü, 2009: 1) biçim ve tür konusundaki ilk uzman görüşü sayılmaktadır. Dizdaroğlu’nun biçime değil türe göre değerlendirme yapması görüşü de farklılık oluşturan bir fikirdir. Dizdaroğlu, tür olarak “koşma” ve “mani”yi alır ve diğer şiirleri bir türev olarak değerlendirir (Dizdaroğlu, 1968: 216). Onay’ın, 72 şekil ve tür konusunda ayrım noktası olarak ezgiye önem veren yaklaşımı (Onay, 1996: 3), Boratav’ın (Boratav, 2000: 24) ve Umay Günay’ın biçim olarak yalnızca “mani” ve “koşma”dan bahsetmesi de (Günay, 2008: 54) bu konuda araştırmacıların diğer bakış açılarıdır. Oğuz (Oğuz 2001: 18), Çobanoğlu, (Çobanoğlu, 2000: 15) ve Sever’in (Sever 2003: 51) biçimlere “mani” ve “koşma” dışında “destan”ı da dâhil etmeleri araştırmacıların biçim ve tür konusundaki farklı görüşlerini aynı zamanda tam anlamıyla bir fikir birliği içinde olmadıklarını göstermektedir. Âşık Selmani’nin şiirleri; Oğuz, Çobanoğlu ve Sever’in eserlerinde belirttikleri şekliyle biçim ve tür olarak ayrılacak; hangi biçimlerin, hangi türlerin Selmani’nin şiirlerinde yer aldığı ifade edilecektir. Buna göre Âşık Selmani’nin şiirlerinde kullandığı biçim ve türlerin tablosu şu şekilde oluşturulabilir: 1. NAZIM BİÇİMLERİ: A. KOŞMA a. Düz Koşma b. Yedekli Koşma c. Tecnis d. Zincirleme e. Koşma- Şarkı f. Dedim- Dedili B. MANİ: a. Düz Mani b. Cinaslı Mani C. DESTAN: a. Siyasi Hayatla İlgili Destanlar b. İktisadi Hayatla İlgili Destanlar c. Sosyo- Kültürel Çevreyle İlgili Destanlar d. Kültürel Hayatla İlgili Destanlar e. Doğal Çevreyle İlgili Destanlar f. Şairnâmeler g. Elifnâmeler h. Medetname (Mürüvvetnâme, İstimdatnâme) 2. NAZIM TÜRLERİ: A. GÜZELLEME B. TAŞLAMA 73 C. D. E. F. G. H. İ. J. K. L. M. N. O. KOÇAKLAMA (YİĞİTLEME), MİLLİ KONULAR AĞIT (MERSİYE) SEMAİ NASİHAT (ÖĞÜTLEME) ALKIŞLAMA KARGIŞLAMA MUAMMA TÜRKÜ NİNNİ İLAHİ DEYİŞ DÜVAZİMAM DİVAN 1. NAZIM BİÇİMLERİ: Âşık Selmani’nin şiirlerinde biçim olarak “koşma, mani, destan” lara yer verilmektedir. Âşık edebiyatının en çok kullanılan, en sevilen, en yaygın dalı olarak yer aldığı ve âşık edebiyatı denince ilk akla gelenin koşma olduğu fikri (Dizdaroğlu, 1968: 231), Selmani’nin şiirlerinde de geçerliğini göstermektedir. Âşık Selmani’nin tarafımızca incelenen şiirlerinin ağırlığını koşmaları oluşturmaktadır. 8 ve 11’li hece ölçüsüyle yazılmış olan şiirlerinde Selmani, koşma tarzı kafiyeleniş olan abab (aaab, abcb) cccb, dddb, eeeb kafiye şemasını uygulamıştır. Aşkı, sevgiyi, doğayı, yiğitliği, güzelliği, hasreti, ölümü, ayrılığı, öğütleri vs. koşma biçiminde anlatmıştır. Selmani’nin şiirlerinde yapı olarak koşmaların farklı çeşitlerine yer verilir. Selmani’nin şiirlerinde en çok “Düz Koşma” kullanılmış olup düz koşma klasik anlamda koşmayı ifade eder (85 Numaralı Şiir). Bir diğer koşma çeşidi olan “yedekli koşma”dır ki klasik koşmanın üzerine dize eklenmesiyle oluşur. “Ayaklı Koşma” olarak da ifade edilen (Kaya 2007: 789) yedekli koşmaya Selmani’nin (29, 135, 30) numaralı şiirleri örnek gösterilebilir. Selmani’nin şiirlerinde “Dedim‐ Dedili Koşma” denen ve karşılıklı konuşma esaslı olarak oluşturulan koşmalar da mevcuttur (15, 305, 306 Numaralı Şiirler). Elçin, Kaşgarlı Mahmut’un “aydım- aydı” deyimi ile karşıladığı ve kendisinin de “deyişme” olarak nitelediği “dedim- dedi” şiirlerin günümüzde âşık şiirinde devam ettiğinden bahsetmektedir (Elçin, 1998: 231). Hanelerinde cinaslı söyleyişlerin hâkim olduğu koşmalara da “Tecnis” denmekte olup (Yardımcı 1999: 294) Selmani’nin (102) numaralı şiirinde “tecnis”e yer verilmiştir. Bir diğer koşma çeşidi de “Koşma‐ Şarkı” olarak adlandırılan ve dördüncü dizeleri her dörtlüğün sonunda kavuştak olarak tekrarlanan koşmalardır (Dizdaroğlu, 1968: 243) ve Selmani’nin şiirlerinde 74 örnekleri mevcuttur. (105, 187 v.d.) Selmani’nin kullandığı bir diğer koşma çeşidi de “Zincirbent Koşma” ya da “Zincirleme” adı verilen koşmalardır. Koşma ve destanlarda her dörtlüğün son dizesindeki uyak sözcüğünün kendinden sonraki dörtlüğün ilk dizesinin başında tekrarlanması olarak ifade edilen (Dizdaroğlu, 1968: 241) “zincirleme”ye Âşık Selmani’nin (308) numaralı şiirini örnek verebiliriz: Sarı Gül’üm bana küstün mü yoksa, Küsme kurban olam kusur benimdir, Sevgi muhabbeti kestin mi yoksa, Kesme kurban olam kusur benimdir, Kessen de bakmazsın bana el gibi, Gözyaşlarım akıtmazsın sel gibi, Zemheride esen acı yel gibi, Esme kurban olam kusur benimdir, Selmani’nin şu şiirini hem dedim- dedili hem de klasik koşmaya örnek olarak verebiliriz: Dedim kirpiklerin kaşların nedir, Kirpikler ok kaşlar yay dedin bana, Ay mısın gün müsün ey yüzü bedir, Gündüz güneş gece ay dedin bana, (15/ 1) Dedim pervaneyim ben bu ışığa, Aşınayım kız sen gibi maşuğa, Rüyamda bir ateş attın âşığa, Yandın ateşime vay dedin bana, (15/ 2) Dedim Selmani’yim aşka uyarım, Güzellerden ilham, neşe duyarım, Ben seni aşırı sever sayarım, Gerçek aşkla sevip say dedin bana, (15/ 5) Âşık Selmani’nin kullandığı biçimlerden biri de “Mani” olup aslen anonim halk edebiyatı ürünüdür. Fuad Köprülü’nün bütün biçim ve türlerin kaynağı olarak gösterdiği manilere (Köprülü 2009: 104) Selmani de katkıda bulunur. (392) numaralı şiir tamamen Âşık Selmani’nin manilerinden oluşmaktadır. Selmani’nin şu dörtlüğünü maniye örnek olarak verebiliriz: Toprağın taşın güzel, Cevahir taşın güzel, 75 Bu yurt sana gelişmez, Bu ilden taşın güzel, (392/ 2) Selmani’nin kullandığı diğer biçim ise “Destan” olup Selmani, çevresindeki bazı olay ve durumları tahkiye etme yoluyla “destan” biçiminde anlatır. Kaya, daha çok 11’li hece ölçüsü olmak üzere 7, 8’li hece ölçüsüyle de düzenlenen ve hikâye anlatma amacı güdülen destanlarda genellikle koşma nazım biçimi kullanıldığını ifade eder (Kaya, 2007: 225- 226). Âşık Selmani’nin şiirlerini tür ve şekil olarak ayırdığımız tabloda, “destan” biçiminin alt başlıkları incelenirken Özkul Çobanoğlu’nun tasnifiyle (Çobanoğlu 2000: 5689), Erman Artun’un destan tasnifinden (Artun, 2008: 120- 129) bir sentez oluşturulmuştur. Selmani’nin şiirlerinde; siyasi konuların (273 Numaralı Şiir), iktisadi hayatın (338 Numaralı Şiir), sosyo- kültürel çevreyle ilgili olarak “hırsızlığın” (352 Numaralı Şiir), kültürel hayatla ilgili olarak “bayramların” (276 Numaralı Şiir), doğal çevreyle ilgili olarak ise “salgın hastalık” konulu destanların yer aldığı görülmektedir. Bunun yanında Artun’un tasnifi içinde yer alan (Artun 2008: 120- 129) ve Abdurrahman Güzel’in destanlar içinde ele alınabileceğini söylediği “Elifnâme” (Güzel, 2006: 634), miraç hadisesinin anlatıldığı “Mirâciyeler”, (Güzel 2006: 656), şairlerin mahlaslarıyla ve nitelikleriyle yer aldığı “şairnâmeler” de destan türü içinde incelenmektedir. (Kaya 2007: 674) Yine Alevi- Bektaşi âşıkların Ehlibeyit’ten ve On İki İmamlardan yardım isteklerini dile getirdikleri “medetnâmeler (istimdatnâmeler)” de destan türü içinde incelenmiştir. Âşık Selmani’nin şiirlerinde “Elifnâme” (383) numaralı şiirde, “medetnâme” (339, 340, 341, 342, 343) numaralı şiirlerde mevcuttur. Selmani’nin bir de şairnâmesi mevcut olup Doğan Kaya’nın eserinde (Kaya 2009: 232) yayımlanmıştır. Selmani’nin üç kıtasını aldığımız aslen beş kıtalık şu şiiri destana örnek olarak verilebilir: HIRSIZLIK DESTANI Yirmi yedi Ağustos İncirtepe’de, Gece olan talanları duydun mu? Gerçek olay, kalmayınız şüphede, Halkı derde salanları duydun mu? (352 Numaralı Şiir) 2. NAZIM TÜRLERİ: Âşık Selmani’nin şiirlerindeki biçimlere bağlı olarak türler oluşmuştur. Doğan Kaya’ya göre klasik olarak verildiği üzere türlerin; güzelleme, koçaklama, taşlama, ağıttan ibaret sayılması bir eksikliktir. Doğan Kaya, bunlarda belirtilen konuların dışında kalan konuların da türler içerisinde 76 verilmesi görüşünü taşır. Biz de bu görüş dâhilinde bir türler tablosu oluşturduk. Tabloda verilen türlerin tamamına Selmani’nin şiirlerinden örnek vermek mümkündür. Âşık Selmani’nin kullandığı türleri şu şekilde sıralayabiliriz: Güzelleme; koşmanın aşkı, sevgiyi, sevgiliyi, doğayı, ayrılığı, acıları, sevinçleri anlatan türü olup Selmani’nin şiirlerinde yaygın olarak kullanılır. Genellikle 11’li hece ölçüsü kullanılır. Âşık Selmani’nin incelediğimiz şiirlerinde en çok yer verilen türdür (44, 102, 336 v. d.). Beni âşık eden aşkın zorudur, Bülbülüm âşığım Beyaz Gül’üme, Yine içten yakan ateş korudur, Bülbülüm âşığım Beyaz Gül’üme, (49/ 1) Umarım yâr benden uzak durmazsın, Kusurumu görüp yüze vurmazsın, Aciz Selmani’nin gönlün kırmazsın, Bülbülüm âşığım Beyaz Gül’üme. (49/ 5) Taşlama, toplumsal ya da bireysel haksızlıkların, yolsuzlukların, problemlerin mizahi bir dille sergilendiği koşmalar olup (Artun, 2008: 128) Selmani’nin en tesirli sayıldığı türlerdendir. Selmani, 1967- 1973 yılları arasında Konya Âşıklar Bayramı’nda 1971’deki ikincilik hariç her yıl atışma dalında birinci olmuştur. Atışmanın temelinde de rakibi eksik yönleriyle taşlamak vardır. Sever’in ifadesiyle âşık edebiyatının en çok hüner gerektiren türü atışmalardır. (Sever, 2003: 27) Taşlamalar, deyişme şeklinde olabildiği gibi direkt olarak rakibi eksik yönleriyle eleştirme şeklinde de olabilir. Selmani, gerek bireysel gerek toplumsal birçok taşlama yazmıştır. (5, 199, 219, 283 v.d.) Garip dedenin de hükmü yürümez, Abu Yusuf yönetimde oldukça, Kararmış kalpleri nurlar bürümez, Abu Yusuf yönetimde oldukça, (5/ 1) Âşık Selmani’nin şiirlerinde, kendisiyle görüşülen Doğan Kaya’nın da ayrı bir tür olarak değerlendirilmesi gerektiğini söylediği “Şikâyet” türünde şiirlere ulaşmaktayız. Selmani, şikâyet ettiği bazı şeyleri bu tür içinde şiirlerine taşır. Cananın ettiği canıma yetti, Mecnun’a dönderip divane etti, Güldürmedi beni başaca gitti, Bu dert ahirimi aldı erenler, (264/ 4) 77 Selmani’nin şiirlerindeki türlerden biri de “Koçaklama”dır. Yiğitliği, mertliği, er meydanını anlatan şiirlerdir. Bunun yanında milli konular da bu konu çerçevesinde incelenebilir. Selmani’nin şiirlerinde de vatan, millet, bayrak sevgisi, askerlik, yiğitlik, kahramanlık konuları işlenir. (158, 176, 244, 313 v.d.) Türk milleti düşer mi hiç şanından, Al bayrağın alı şehit kanından, Canı verir, kaçmaz er meydanından, Şehitlik gazilik er nişanı var, (244/ 2) Selmani, şiirlerinde tür olarak “Ağıt”a da yer vermektedir. Özellikle Kerbela şehitleri için yas tutan Selmani, “mersiye” başlıklı şiirlerinde Kerbela’da öldürülenler için “ağıt”lar yazmıştır (22, 241 v.d.) Mübarek muharrem geldiği zaman, Ağlayalım Hüseyin’in aşkına, Ah-ı feryat ciğer deldiği zaman, Ağlayalım Hüseyin’in aşkına (22/ 1) Selmani’nin şiirlerinde karşımıza çıkan bir tür de “Öğütleme” ya da “Nasihat” türündeki şiirlerdir. Topluma ya da bireye öğüt vermek, yol göstermek, bir düşünceyi tanıtmak vb. maksatla yazılan didaktik şiirlerdir. Selmani’nin şiirlerinde en fazla yer verilen türlerden biridir. (24, 123, 124, 347 v.d.) Neye yarar güzel sevmeyen insan, Güzel sev ki Hakk’a makbul olasın, Aşk ile güzeli övmeyen insan, Güzel sev ki Hakk’a makbul olasın, (202/1) Selmani’nin şiirlerinde “Alkış” ve “Kargış” türünde yazılmış şiirler de mevcut olup “alkış” hayır dua, iyi dilek; “kargış” ise beddua, kötü dilek anlamındadır. Selmani, her ikisine de şiirlerinde yer vermekte, bazen beddua, bazen ise şiirlerinde dua etmektedir. (80, 139, 204, 313 v.d.) Mevla’m türlü türlü dert versin sana, Benden gizli esen yel versin sana, Şeyda bülbül gibi dil versin sana, Kapımda zar edip her dem öter ol, (139/ 3) Âşık şiirinde en fazla kullanılan türlerden biri de “Semai”dir. Kaya’nın 8’li hece ölçüsüyle ve özel bir ezgiyle söylenerek hemen her konuda 78 yazılabileceğini ifade ettiği semaileri (Kaya, 2007: 642- 643) Selmani’nin şiirlerinde de görmek mümkündür. (46, 100, 184) Ben seninim sen de benim, Beni benden esirgeme, Nişanedir siyah benim, Beni benden esirgeme, (46/ 1) Selmani sinem yakarsam, Bulanık selle akarsam, Sana kem gözle bakarsam, Kini benden esirgeme (46/ 5) Âşıklık geleneği içinde bir başka şiir türü de “Muamma”lardır. Artun’un, eserinde (Artun 2008:231) âşıkların birbirlerini dini- tasavvufi konularda sınamak için zor ayaklara başvurularak oluşturduğu ve kazanan kaybedenin olduğu bir tür olarak ifade ettiği muamma konusunda Âşık Selmani’nin şiirleri mevcut olup (52, 86, 248, 323) Selmani de muammalarında ilâhi konularda sorular sorar: Soru: Gel ey âşık sana bir sualim var, İptida dünyaya gelen kim idi, Tereddütte kalıp çekme ah u zar, Hakk’ın birliğini bilen kim idi, (86/ 1) Cevap: Âşık sualine cevap vereyim, Âdem iptida bu hale gelmiştir, Hak Teâlâ bir ruh ihsan edince, Hakk’ın birliğini bile gelmiştir, (320/ 1) Âşık Selmani’nin şiirleri içinde aslen anonim halk şiiri içinde değer bulan “Ninni” türünde de bir şiir mevcut olup (162) çocukları uyuturken, oynatırken, bir- takım duygularla ezgili bir şekilde söylenen şiirlere ninni denir. Canım kurban kuzum senin yoluna, Sen var iken bakmam dünya malına, Beşiğini asam gülün dalına, Dallar ninni ninni ninni bebeğim, (162/ 2) Ninni gibi anonim halk şiirinin bir öğesi olan ve aslı “Türkî” yani “Türk’e has” olan (Kaya, 2007: 741) “Türkü”, Dilçin’e göre, şeklî yapısı bent ve kavuştak olmak üzere iki kısımdan oluşturulur. Ezgiyle söylenen, bazen 79 söyleyeni belli olacak şekilde de oluşturulabilen, hemen her konuda coşkuyla söylenebilen, halk edebiyatının en zengin alanını oluşturur (Dilçin, 1995: 289). Türkülerin; umumiyetle hece vezniyle, herkesin anlayabileceği ortak, sade, tabii bir dille yazıldığını; mani ve koşma tiplerine bağlı muhtelif şekil özellikleri gösteren nakaratlı, nakaratsız lirik manzumeler olduğunu belirten Elçin, zamana ve muhite bağlı olarak anonimleştiğini belirtir. (Elçin, 1998: 195) Âşık Selmani’nin de Elçin’in belirttiği şekilde koşma (135) ve mani (30) tiplerine bağlı oluşturulmuş türkü şeklinde olan şiirleri mevcuttur: Güzel davetime gelmek istersen, Allanı allanı allanarak gel Şu garip gönlümü almak istersen, Allanı allanı allanarak gel Gülüm şekerlenip ballanarak gel, (135/ 1) Yeter ki cananım açma arayı, Tazeleme kapatılmış yarayı, Feleğe kahredip giyme karayı, Allanı allanı allanarak gel, Gülüm şekerlenip ballanarak gel, (135/ 2) Selmani, daha önce de belirtildiği üzere dini- tasavvufi konularda bilgi sahibi olan bir âşıktır. Kitap halinde yayımladığı şiirlerinin ağırlığını da ilâhi temalı şiirleri oluşturur. Selmani’nin incelediğimiz şiirlerinde dini- tasavvufi şiirlerini “deyiş, düvazimam ve mersiye” olarak adlandırdığını görmekteyiz. Bunun dışında 15’lik hece ölçüsüyle oluşturduğu beyit ve dörtlük esasına dayalı “divan” tarzında şiirleri de mevcuttur. Ayrıca “ilahi” olarak nitelenebilecek söyleyişlere de rastlanmaktadır. Âşık Selmani, özellikle Alevi âşıkların saz eşliğinde kendine özgü bir ezgiyle cem törenlerinde söyledikleri “Deyiş”lere (Deme) birçok şiirinde yer vermektedir. (213, 230, 267 v.d.) Bu şiirlerinde Alevi- Bektaşi geleneğine uygun Hz. Ali, ehlibeyt, on iki imam, Hacı Bektaş-ı Veli ve diğer Alevi büyüklerinden; Alevi felsefesine ve söylencesine ait kavramlardan bahsedilmektedir. Aşkı muhabbeti var dil içinde Ulaşır menzile menzil içinde Tekellüm eyleyen kandil içinde Şah-ı Merdan nur ziyaya hoş geldin (213/ 3) Âşık Selmani’nin kullandığı dini- tasavvufi şiir türlerinden biri de “Düvazimam”dır. Farsça bir kelime olup On İki İmam anlamına gelir. 80 Düvazimamlar Alevilikte önemli bir yeri olan On İki İmam’ı övmek amaçlı yazılır. Bu şiirlerde On İki İmam’ın ismi geçer. Abdurrahman Güzel bu tür şiirleri “düvaznâme” başlığı altında inceler ve düvazimamı, On İki İmam’ın hal tercümelerine ve menkıbelerine dayanan manzume olarak tanımlar. (Güzel 2006:) Âşık Selmani’nin şiirlerinde de (268, 340 v.d.) On İki İmam sevgisi görülmektedir. On İki İmamlar; Hz. Ali, İmam Hasan, İmam Hüseyin, İmam Zeynel Abidin, İmam Bakır, İmam Cafer-i Sadık, İmam Musa Kazım, İmam Rıza, İmam Muhammed Taki, İmam Naki, İmam Hasan El Askeri ve İmam Mehdi’den oluşmakta olup Selmani’nin aşağıdaki dörtlükleri bir düvazimamdan alınmıştır: Hatice, Fatıma, Hasan, Hüseyin, Onların nutkudur iman ile din, Âşıkların piri Zeynel Abidin, Allah bir Muhammed Ali’yi söyler, (268/ 2) Muhammed Bakır’dır hasların hası, İmam Cafer Sadık ilmin deryası, Nebilerin, velilerin duası, Allah bir Muhammed Ali’yi söyler, (268/ 3) Âşık Selmani’nin şiir türleri içinde “Divan” tarzı söyleyişler de azımsanmayacak ölçüdedir. Normalde “divan” aruzun fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün kalıbıyla âşıklar tarafından oluşturulan şiirlerdir. Selmani aruz ölçüsü bilmemektedir. Ancak divan şiiri tesiriyle divana benzeterek 15’li ve 16’lı hece ölçüsüyle şiirler söyler. Doğan Kaya bu durumu, normalde âşıkların “divan” tarzı şiirlerini aruz ölçüsüyle söylediğini; ancak günümüzde birçok âşığın aruz bilmediği için bu ihtiyacı 14, 15, 16’lı şiir söyleyerek karşıladığı şeklinde açıklar. Bunların fikri, didaktik, mistik eda taşıdığını ve özel bir ezgiyle söylendiğini belirtir. “Divani” şeklinde adlandırır (Kaya, 2007: 246). Selmani’nin şiirlerinde bu edayı görmek mümkündür. (252, 274, 277, 278, 339 v.d.) numaralı şiirlerde divan tarzı söyleyişler görülmektedir. Selmani’nin 15 ve 16 heceli olarak yazdığı “divani” türdeki şiirlerde nazım birimi olarak hem dörtlük hem de beyit kullandığı görülmektedir. Beyit şeklinde olan “divanî” ler gazel gibi aa/ ba… şeklinde kafiyelenirken (172 Numaralı Şiir), dörtlük şeklinde olan “divanî”lerde aaba/ ccca/ ddda şeklinde bir kafiyeleniş görülmektedir (266 Numaralı Şiir). Mustafa Okan Baba “divanî” ile ilgili olarak, “Halk şairlerince oluşturulmuş ve genel olarak dörtlüklerden oluşan şiirlerdir. Bunlar şarkı türünün bir taklididir. Ancak gazel biçiminde oluşturulan divanlar da vardır” görüşünü belirtmektedir (Baba, 2007: 45- 46). Ya Rab kalksın gözden perde aça gör can gözlerim, 81 Seni göreyim her yerde aça gör can gözlerim, (172/ 1) Aşk ehlinin dertlerine yine derman sendendir, Merhem çalıp da bu derde aça gör can gözlerim, (172/ 2) Ben yâre canan dedikçe canı yaban gördüler, Sevgim var inan dedikçe beni yaban gördüler, Düşünseniz Hak Yusuf’u Mısır’a sultan etti, Yusuf’u Kenan dedikçe kanı yaban gördüler, (266/ 1) Dini- Tasavvufi şiirler içinde “Miraçlama” (Miraçnâme) türünde şiirler Miraç hadisesini anlatır. Bu konuda Güzel, “Miraç, göğe çıkmadır. Hz. Muhammed’in Recep ayının 27. gecesi “Burak” ile göğe çıkması, orada Cenabı Hak ile görüşmesidir. Hz. Muhammed’in miracından bahseden eserlere “miraciye” denir. Bunlar manzum ve mensur olarak yazılmışlardır.” (Güzel, 2006: 656) demektedir. Ancak Selmani’nin “miraçlama” türündeki şiiri Alevi felsefesine göre şekillenmiş, olaylar söylenceden alınmıştır. Miraçlama türündeki tek şiirini (62 Numaralı Şiir) Alevi söylencesine göre meydana getirmiştir. 82 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ÂŞIK SELMANİ’NİN ŞİİRLERİNDE ÜSLUP ÖZELLİKLERİ: Bir sanatçının üslûbunu sanatçının/ âşığın duyuş, düşünüş, dile getiriş, bu dile getirişte kelime seçimi, kavramları kullanışı vb. yönlerden diğer âşıklardan ayıran özellikleri oluşturmaktadır (Sever 2007: 21). Üslup dilden ayrı düşünülemez. Karahan’ın üslupla ilgili değerlendirmesinde âşıkların anlaşılır olmasının, âşık edebiyatının yüzyıllarca folklorla el ele Türk dilinin gelişimine katkı sağladığından bahsedilir ve âşıkların yabancı öğeleri millileştirmedeki hizmetine değinilir (Karahan, 1991: 552). Âşık Selmani’nin üslubu belirlenirken; bağlı olduğu âşıklık geleneği, yaşadığı dönem göz ardı edilmeden ona özgü karakteristik ortaya çıkarılmaya çalışılacaktır. Artun’un eserinde ifade ettiği üzere âşığın üslubunu belirleyen ve onu başkalarından farklı kılan bazı önemli hususlar vardır. Bunlar: Âşığın yerel kelimeleri, atasözü ve deyimleri kullanışı, yeni yaratmalara yönelişi, ikilemeleri, pekiştirmeleri, imgesel kelime öbeklerini, hayalleri, sembolleri kullanışı, yeni imgeler, kelime çeşitliliği, yalın ve dokunaklı söyleyişi, çeşitli anlam ve söz sanatlarını kullanışı, mecazlar dünyası, kafiye ve rediflerle kurduğu ses kuruluşu, şiirde kafiye, redif ve iç ahenk kelime kadrosuyla iç ahenk sağlayıp sağlayamadığıdır (Artun, 2008: 146). Selmani’yi de başkalarından ayıran şüphesiz üslubudur. Selmani, bu konuda “İplik aynı fakat dokuma şekli farklıdır.” diyerek kendi üslubuna değinir. Ona göre diğer şairlerle ele alınan konular aynı fakat söyleyiş, anlatış farklıdır. Selmani’nin üslubunu oluşturan öğeleri şu şekilde sıralayabiliriz: 3.1. KELİME KADROSU: Âşık Selmani’nin şiirlerindeki kelime kadrosu âşığın hayatındaki dönemlere göre değişiklik göstermiştir. Âşık Selmani, daha önce ifade edildiği şekliyle çocukluğundan itibaren bulunduğu Alevi- Bektaşi çevresinin tesirinde şiirlere merak salmış; kendini zahirden çok batın ilminin âşığı olarak ifade etmiştir. Ancak Âşık Selmani’nin şiirlerinde hem zahiri hem de Batıni manaları bulmak mümkündür. Âşık Selmani hem insan sevgisini hem de kendi ifadesiyle ilahi sevgiyi tatmış bir âşıktır. Bazen bir sevgiliye yazılmış olan, bazen de Alevi felsefesine dayalı şiirlerine rastlamak mümkündür. Âşık Selmani’nin tasavvufî etki dışında yazdığı eserlerinde âşık tarzı şiir geleneğinin ortak kelime kadrosu görülmektedir. Âşık Selmani bu şiirlerini yerel söyleyişlerle de zenginleştirmektedir. Bu şiirlerde halkın dilini kullanan, 83 âşık tarzına bağlı bir Âşık Selmani mevcuttur. Bu şiirler âşığın genellikle gençlik dönemine ait şiirlerdir. Âşık Selmani’nin dini-tasavvufi anlayışla yazdığı şiirlerde ise yine zengin bir kelime kadrosu vardır. Âşık Selmani’nin bu tarz şiirlerinde kimi zaman yabancı kelimelere, özellikle de Arapça, Farsça kelimelere yer verdiği görülmektedir. Ayrıca Kur’an’dan, ayetlerden, hadislerden, tarihi olaylardan, Alevi- Bektaşi deyişlerinden söylencelerinden sıkça alıntılar mevcuttur. Telmih sanatına sıkça başvuran Selmani, Alevi inanışlarını kendine özgü söyleyişiyle ve kelime kadrosuyla ortaya koymaktadır. Bu şiirleri ise daha çok olgunluk dönemi şiirleridir. 3.1.1. Maddi Aşkın İşlendiği Şiirlerde Kelime Kadrosu: Âşık Selmani, maddi aşkın konu edinildiği şiirlerde: “Aşk, âşık, maşuk, meşk, gönül, yar, kaş, göz, yanak, ben, Leyla, Mecnun, Ferhat, Şirin, Kerem, Aslı, gamze, kız, vefasız, gonca gül, dermek, diken, eller, suna, dilber, ay, yay, kâfir, muhannet, ah ü zar, feryat, figan, firkat, gamze, ok, yay, kalem, neşe, dert, keder, elem, kahır, zalim, zulüm, zehir, ince bel, gayrı, el, fidan, meyve, dolu, virane, vefasız, kara göz, ela göz, gurbet, hasret, sıla, ömür, gençlik, leb, dudak, buse, öpmek, fani, sensiz, yalnız, köy, huri, cemal, canan, nazlı yar, melek, sarışın, köz, kül, sel, çöl, dil, yol, saç, zülüf, deli, divane, vurgun, çiçek, saz, tel, dünya, hayat, söz, hicran, kan, can, gelin, perişan, cevrü cefa, kul, dal, yas, matem, sitem, gözyaşı, ağlamak, ilham, gece, gündüz, yıl, ay, gün, zaman, an, mesakkat, yurt, vatan, sıla, defter, yaprak, sonbahar, yaz, bahar, güz, kış, kar, ağarmak, gizli, merhem, Lokman, ilaç, yara, kara, bağlamak, baht, kader, keder, yemiş, cilve, eda, naz, ceylan, ahu, ciğer, bağır, yanmak, kor, alev, zar, sar, sır, mal, nazar, bakış, çaresiz, derya, gemi, yel, rüzgâr, sararıp solmak, sohbet, muhabbet, hayal, düş, bakmak, yıkmak, kuş, yaş, taş, al, ak, zindan, nazik, su, güneş, ay, yıldız, arı, bal, vatan, millet, bayrak, namus, ar, deli gönül vs.” kelimelerini kullanır. 3.1.2. İlahi Aşkın İşlendiği Şiirlerde Kelime Kadrosu: Âşık Selmani’nin dini- tasavvufi şiirlerinde: “Allah, Muhammed, Ali, Hak, Medet, Mürüvet, makam, üçler, beşler, yediler, kırklar, pir, dört kapı, makam, yol, tarikat, ehli beyit, Kerbela, şeriat, tarikat, marifet, hakikat, vech, natık, samit, saki, dost, can, şah, Huda, Mevla, dergâh, virane, mürşit, kâmil, talip, dede, dolu, cem, tören, çerağ, meydan, ferraş, kün, nadan, men araf, küntü kenz, vahdet, Âdem, Havva, Güruhu Naci, Şit, Simai melek, Hızır, tecelli, kudret kandili, Hacı Bektaş-ı Veli, Alevi, Bektaşi, Bîmekân, lâmekân, irfan, umman, mana, teslim, rıza, Selman, Şii, tevella, teberra, şefaat, katre, derya, umman, mürşid, nur, Hu, veçhullah, tevhid, ervah, ilmi ledün, lafeta, 84 Seb’al Mesan, Fatiha, Kızıl Deli, Balım Sultan, on iki imam, gıda, dar, keramet, Kur’an, Şah-ı Merdan, aslan, Hasan, Hüseyin, Fatıma, Düldül, Kamber, Zülfikar, sır, ilmi Cavidan, cem evi, bezmi elest, şir, Âli Aba, kübriya, Hallac-ı Mansur, şefaat kani, libas, enbiya, evliya, nebi, kamil, Hak Teâlâ, hayır, şer, hub, ümmül kitap, âlim, cemalullah, Ali Murtaza, resul, Yusuf, melek, Cebrail, mahşer, kul, sultan, Şirri Yezdan, ahiret, sırat, didar, Haydar-ı Kerrar, pünhan, Kâbe, yüz dört kitap, dört kitap, felek, Hallac, arif, edep erkan, nefs, Âdem ilmi, huruf, Hünkar, dem, himmet, zahiri, batın, gülzar, İncil, dua, Erzene, zâkir, post, ölüm, kelam, kırklar semahı, Nazenin, tarik, ceset, ilim, İdris, yüz on dört sure, amel, cennet, cehennem, matem, İmam, elli yedi binler, irfan, kin kibir, Zeynel Abidin, İmam Bakır, İmam Cafer, Musa-ı Kazım, Rıza, Taki, Naki, İshak, İsmail, İbrahim, Hasan El Askeri, Nuri celi, velegad kerremna, abdest, namaz, inanç, tavaf, gönül, hac, derviş, iman Kur’an, Musa, Tur Dağı, şükür, amentü billah, zikir, aydın kişi, emanet, ecel, hürmetkarlık, evlat, kendini bilmek, haddini bilmek, ata, ümmet, resul, yüceden uçmak, pişmanlık, mürşidi kamil, bayramlaşmak, Miraç, savum, salat, Mikail, Meryem, İsa Mesih, Azrail, huri gılman, kemerbest, İsa, Meryem, İdris, ecel, felek, dört huruf, pa, ça, ja, ka, huri, gılman vb.” kavramları sıklıkla kullanılır. 3.1.3. Nasihat Konulu Şiirlerinde Kelime Kadrosu: Âşık Selmani, nasihat amaçlı yazdığı şiirlerde genellikle: “Kitap, ilim, nefis, bilgi, abdest, boş söz, emek, anne baba hakkı, ömür, insan, kalp, temizlik, sevmek, yıkma, yakma, güzel ahlak, iman, inanç, gönle girmek, gönül yıkmak, ibret, ölüm, hayır dua, hac, gönül, tövbe, hayır iş, şer iş, eser bırakmak, akıl, fikir, insanlık, mertebe, makam, hayırseverlik, mertlik, namertlik, derviş, hak, haklı, mantık, gafil, tasavvuf, cimrilik, mana, hikmet çeşmesi, iman, Kur’an, ar namus, kin, kinci, cahil, gurur, kibir, sakınmak, mağrur, fazla bilmek, günah, servet, aldatmak, kandırmak, az konuşmak, kötülük düşünmek, derbeder olmak, delilik, iftira, insan hakları, muhabbet, hikmet, iffet, ar namus, helal, haram, sağlık, nekes, tembellik, çalışmak, öğüt, yiğitlik, öfke, çok yatmak, yoldan şaşmak, gaflet, ettiğini bulmak, cefa, iflah olmak, mahcup, yapıcı, yıkıcı olmak, mert insanı seçmek, doğruluk, meyvesiz ağaç, aldanmak, haram yemek, okumak, halkı eğitmek, insanı ayırmak, bilim, sanat, sabır sebat, yalan, bet nefis, dile düşmek, dalalet, hak, hakikat, komşu hakkı, gerçek dost vb.” kelimeleri kullanmaktadır. 3.1.4. Adlar: Âşık Selmani’nin kullandığı adlar ve sıfatlar; yakın çevresinden, başkalarından öğrendiği ya da duyduğu bilgilerden, okuduğu kaynaklardan ve yetiştiği kültür çevresinden alınmış olan kullanımlardır. Âşık Selmani, 85 özellikle tarihi kimliği olan şahsiyetleri onlarla ilgili anlatılardan, yazılardan, bilgi ve belgelerden etkilenerek kullanmıştır. Bunları yaparken de sık sık telmih sanatına başvurmuştur. Bu adlar sınıflandırıldığında Âşık Selmani’nin: “Türkiye, Azerbaycan, İsrail, Ermeni, Tokat, Almus, Kuruseki, Yeşilırmak, Almus Barajı, Artova, Kazova, Turhal, İstanbul, Büyükçekmece, Esenyurt, İncirtepe, Konya gibi yer adlarına başvurur. Ayrıca “Haydar Dede, Kazım Efendi, Topal Zuhal, Sarı Gül, Sarı Gelin, Mürüvet, Beyaz Gül, Aynur, Bengisu, Muhammed, Musa Dede, Abu Yusuf, Celal Abbas, Fethi Dede, Belkız Hanım, Vali Yazıcıoğlu” gibi yakın çevreyle ilgili adlara başvurduğu görülür. Bunlarla birlikte, “Hz. Âdem, Hz. Havva, Hz. Muhammed, Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hatice, Hz. Ayşe, On iki imam, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Hz. Süleyman, Hz. Yusuf, Hz. Eyüp, Hz. İdris, Hızır, İlyas, Hacı Bektaş-ı Veli, Pir Sultan Abdal, Hallacı Mansur, Nesimi, Yezid, Zeynel Abidin, İmam Bakır, İmam Naki, İmam Taki, İmam Cafer, Hasan el Askeri, Mehdi, Hz. İsa, Hz. Meryem, Musa Kazım, Rıza Server, Hz. İbrahim, Hz. İsmail, Hz. İshak, Keçeci Baba, Gül Ahi Baba, On dört Masumu Pak, Nil, Mecnun, Leyla, Kerem, Aslı, Ferhat, Şirin, Yusuf, Şit, Sima Melek, Güruhu Naci, elli yedi binler, üçler, beşler, yediler, kırklar, elli yedi binler, Veysel Karani, Erzene, Mısır, Kâbe, Kuran, İncil, Tevrat, Zebur, Kızıl Deli, Balım Sultan, Şah İbrahim, Zöhre, Medet, Mürüvet, Şah Mahmut Veli, İbrahim Veli, Kaf Dağı, Necef, Kerbela, Murtaza, Şah-ı Merdan, Şirri Yezdan, Karac’ahmet Sultan, Karac’höyük, Rum ülkesi, Celal Abbas, Abu Yusuf, Cebrail, Azrail, Mikail, İsrafil, Mesih, Hint, Halep, huri, gılman, Seyit Ahmet, on sekiz cennet, Horasan vb.” İslam kültürüyle ilgili adlar da Selmani’nin şiirlerinde mevcuttur. Görüldüğü üzere âşığın işlediği konuya uygun kelime kadrosu mevcuttur. Bu kelime kadrosu da onun ruh dünyasını ve şiir anlayışını ortaya koymaktadır. 3.2. ÂŞIK SELMANİ’NİN ŞİİRLERİNDE HALK SÖYLEYİŞLERİ VE YEREL DİLDE KULLANILAN KELİMELER: Âşıklar içinde yaşadıkları çevre insanının ortak değer yargılarını, tercihlerini, coşku ve kederlerini konu aldıkları şiirlerinde yerel dilin zenginliklerinden de yararlanırlar. Özellikle kırsal kesimde yetişen ve yöresel söyleyişlere sahip âşıkların, büyük şehirlere göçseler dahi yetiştiği çevrenin kültürünü, dilini de koruduğu görülmektedir. Bu konuda Artun, “Her âşığın üslubu bağlı bulunduğu kültürün dil özelliklerine göre şekillenir. Âşıklar bazen bazı kelimelerin halk ağzında bozulmuş şekillerini kullanırlar. Yerel ve geleneksel malzemeden yeni söyleyişler yaratırlar. Yerel dilin her türlü olanaklarından yararlanırlar. Konuyu gelenek ve yerel dille birleştirip şiir potasında eriterek özgün bir üsluba ulaşırlar. Âşığın 86 söyleyiş biçiminin ardında gelenek ve çevre kültürü vardır.” görüşlerine yer vermektedir (Artun, 2008: 153). Âşık Selmani de bu fikirlere paralel olarak halk söyleyişlerine yer vererek üslubunu zenginleştirmiş bir âşıktır. Yöresel söyleyişleri, şiir dilinde yeni bir kalıba sokarak özgün bir üslup oluşturmuştur. 1990 yılında TRT tarafından hazırlanan “Ozanın Kopuzundan Aşığın Sazına” adlı 14 bölümlük belgeselin 13. bölümünde Âşık Selmani’ye yer verilmiş ve ondan bahsedilirken: “Selmani, geleneksel âşık şiirinin günümüzdeki kuvvetli temsilcilerinden biridir. Âşık şiirlerinin özelliklerini kişiliğinde toplamış önemli bir şairimizdir. Geleneksel âşık şiiri türlerinde başarılı örneklere sahiptir. Dilinde görülen ve muhtemelen çocuklukta yaşadığı mahalli dil atmosferinin sebep olduğu bazı pürüzler dışında âşıklama türünün güçlü eserlerini vermiş çilekeş bir âşıktır. Köyün sembollerinden şehrin hayatına geçmiş ve ilginç bir değişimi kişiliğinde toplamıştır.” görüşlerine yer verilmektedir. Selmani, kendi çevresinin yerel dilini birçok şiirine yansıtmıştır. Yerel söyleyişlerinde halk diline yakın, sade bir dil kullanır. Biz de Selmani’nin şiirlerini yazıya geçirirken özellikle yöresel söyleyişle kafiye oluşturulmuş olan kısımlarda hiçbir değişiklik yapmadık. Onun halk söyleyişleri ve yerel anlatıma sahip bu kullanımlarına şu örnekler verilebilir: ¾ Size tebelleş olalı, Girmedim mi düşünüze, (60/ 2) ¾ Bu sazı ele alıncı, Başındaki ağrı geçsin, (221/ 1) ¾ Bu acılar gider m’ola boyuna, Fırsat geçip o zalime haine, (239/ 3) ¾ Gözlerimden akan yaşı silmezdim, Akardı ta vadem yetene kadar, (239/ 1) ¾ Bir ufacık cınga elini yaksa, Zerre kadar ateş, köz taştan ağır, (281/ 1) ¾ Ezilmiş ciğerim bir de sen ezme, Öldürüp kefenim sar hışım gibi (84/ 2) ¾ Açılmadık güle, denilir gonca, Bahar geldiğini bildirir anca, (138/ 4) ¾ Söz uzatıp dursun çepir, Kalplerini karartmış kir, (233/ 2) ¾ N’olur bir yol koklayıncak, Bizim elin gülüsün sen (200/3) ¾ Konu komşu cenazemi yuyunca 87 ¾ ¾ ¾ ¾ ¾ ¾ ¾ ¾ ¾ ¾ ¾ Yakasız düğmesiz gömlek giyince (143/ 2) Aşkın kapısını sende buluyum, İstersen yoluna kurban oluyum, (108/ 3) Herkese var ama ölüm keşiği, Kiminin temelin söküp gidiyor, (322/ 4) İslamiyet için even, Masum iken sünnet olur, (327/ 1) Selmani ister mi muzur çok olsun, Dilerim dert bitsin huzur çok olsun, (355/ 5) Uğrunda vererek bu tatlı canı, Kayımca sarılan bağı gibiyim, (176/ 1) Dedim ey vefasız nen kaldı bizde, Beni mahvedersin insaf yok sizde, (216/ 2) Ut hayâ kalmadı kızda gelinde, Elbet deprem olur dünya yıkılır, (283/ 1) Televizyonlardan haber verdiler, Bol bol yenmesini mâfık gördüler, (345/ 3) Gen zamanlar yakar yandırırsınız Gözdeniz olanı ondurursunuz (160/ 2) Nerde sürdüğü sefası ünü, Gelmez ecel hiç görünü görünü, (282/ 3) Bu aşkın güneşi doğar dulunmaz, (31/ 2) 3.3. ÂŞIK SELMANİ’NİN ŞİİRLERİNDE ANLATIM ÖZELLİKLERİ: Âşık Selmani, dünyevi konuların işlendiği şiirlerinde genellikle halkın anlayabileceği bir dil ve anlatım tarzına sahiptir. Dini- tasavvufi tarzda yazdığı ve genellikle Alevi felsefesine ait eserlerde ise dil ve anlatımı diğer şiirlerine göre biraz daha ağırdır. Selmani, anlatmak istediklerini kendine özgü bir şekilde ifade ederken, geleneğe, edebi türe ve döneme bağlıdır. Âşık Selmani de diğer âşıklarda olduğu gibi bazı anlatım özelliklerinden yararlanmıştır. Bunlar şu şekilde sınıflandırılabilir: 3.3.1. Nasihat ve Hitap Yoluyla Anlatım: Âşıklar; dini ve toplumsal konularda öğüt verme, uyarma gerektiğinde bu anlatım yolunu seçerler. Âşık Selmani de topluma ya da bireye bir nasihatte bulunacağında, âşığın yol gösterici vasfını kullanacağında, kendince yanlış olan bir durumda uyarıda bulunacağında bu anlatım şeklini kullanır. Âşık Selmani’nin şiirlerinde en çok başvurduğu anlatım yollarından biri nasihattir. Selmani, nasihat ettiği konuların gerekçelerini de açıklamıştır. Nasihatlerle 88 milleti birliğe, doğruluğa, Hak yoluna, ehlibeyt sevgisine, dürüstlüğe, sevgiye vb. davet eder: Doğru çalış iyi sarıl işine Tatlı sohbet edip, topla başına Cahillerin sakın gitme peşine Seni koruyacak bir siper bırak (123/ 4) Az konuşup çoğa saydır azını, Fazla konuşanın, çekme nazını, Kamil meclisinde çal ki sazını, Sazın halka, Hakk’a yararlı olsun (232/ 2) 3.3.2. Doğrudan Anlatım: Âşıklar, söyleyeceklerini arı, sade, akıcı, yoğun bir üslupla doğrudan söylemiştir. Anlatımda dolambaçlı yollardan, süslü ve yapmacık söyleyişten kaçınmışlardır. Âşık Selmani de bu anlatım yolunu birçok şiirinde kullanır, söyleyeceklerini doğrudan söylemiş, yapmacıklıktan kaçınmıştır: Selmani der ben bu deryada yüzdüm, Mantıksız sözlere kendimi üzdüm, Yüz on dört sureyi okuyup süzdüm, Ne tamamı gördüm ne de noksanı, (79/5) Selmani der ustam verdi ilimi, Bana destur deyip açtı dilimi, Gönlümün bağında iki gülümü, Zamanı geldikçe deren Allah’tır, (287/ 5) 3.3.3. Tahkiye (Hikâye Etme) Yoluyla Anlatım: Âşıklar anlatmak istediklerini bir olay çevresinde kademe kademe ele alacaklarsa ve şiirlerini bir olay çerçevesinde oluşturacaklarsa tahkiye (hikâye etme) anlatım biçimine başvururlar. Âşık Selmani de, dünyanın yaradılışını anlatırken, peygamberlere ve ulu kişilere ait kıssaları dile getirirken ya da sıradan bir olayı hikâye ederek anlatırken tahkiye(hikâye etme) anlatım biçimini kullanır: Kün emriyle karar kıldı, Yerler gökler ve arşullah, 89 Dört nesne ile yoğruldu, Benî Âdem safiyullah, (62/1) Kudret kandilinden süzülüp inen, Zülfikar bağlayıp Düldül’e binen, Kırklarla kırk defa pervaza dönen, Birisi Muhammed biri Ali’dir, (298/ 2) 3.3.4. Soru Sorma Yoluyla Anlatım: Âşıklar, zaman zaman sorularla, bazen sorular ve bunlara verilen cevaplarla anlatmak istedikleri motifleri anlatma yolunu seçerler. Bunun yanında bazı öğüt türü şiirlerde, karşılıklı söyleşmelerin olduğu söyleyişlerde, dedim- dedi tarzı soru- cevaba dayanan kullanımlarda bu anlatım yolunu kullanırlar. İstifham sanatına başvururlar. Selmani de bazı şiirlerinde bu anlatım özelliğini kullanmaktadır: Ey kekliğim kekliğim, Nedir benim çektiğim, Senin aşkın değil mi, Gözyaşları döktüğüm, (30/ 2) Dedi o yar bu dünyada ne güzel, Dedim sevgi saygı hazlar güzeldir, Dedi güzellerden daha ne güzel, Dedim cilve eda nazlar güzeldir (305/ 1) Delil ve İspat Yoluyla Anlatım: Âşıklar dini- tasavvufi şiirlerini ayet ve hadislerle takviye etme yoluyla anlatmak istediklerinde bu anlatım yolunu seçerler. Âşık Selmani’nin de dinitasavvufi şiirlerinde bu anlatım yolunu benimsediği görülmektedir. Selmani, görüşlerini geniş kesime aktarma anlamında insanları ikna etmek için herkesin kabullendiği ve doğruluğundan şüphe edilmeyen kaynakları kullanır. Sözgelimi, bu kaynakların başında Kur’an-ı Kerim, hadisler, İslami kıssalar vb. gelir: 3.3.5. Kendi kitabında mana bulmayan, Men Araf dersinden haber almayan, Hikmet çeşmesinden kabı dolmayan, Dünyada ahrette boştadır hocam, (142/3) 90 Bu dörtlükte “Men arefe nefsehu kad arefe Rabbehu” “Nefsini bilen yani kendini bilen Rabbini bilir.” hadisinden alıntı yapılmıştır. Selmani der ölmeden ön ölerek Kalplerdeki kiri pası silerek Tevellâyı teberrâyı bilerek Hak sevgisi insanları sevmektir (319/ 7) Dörtlükte “Ölmeden önce ölünüz.” hadisine vurgu yapılmıştır. Yürünsün atanın gittiği ize, Çok dikkatli idi sulhçuluk söze, Şehit olsak öldü demeyin bize, Canım kanım kurban vatan uğruna, (25/ 6) Allah yolunda öldürülenler için ʺölülerʺ demeyin. Tam aksine, onlar dirilerdir ama siz farkında olmazsınız. (Bakara‐ 154) Dört peygamber için dört kitap indi, Onun için çok severim kitabı, “Velegad kerremna” Âdem’e dendi, Onun için çok severim kitabı, ( 64/ 1) Bu dörtlükte İsra Suresi 70. ayette geçen “Vele gad kerremna beni Âdem’e” ifadeleri vurgulanmıştır. (İsra‐ 70) “Yemin olsun ki, gerçekten biz Âdem oğulları’nı üstün yarattık.” buyuran ayet Selmani tarafından kullanılarak ispat yoluyla anlatım yapılmıştır. 3.3.6. Tasvir Yoluyla Anlatım: İzlenim uyandırmaya yönelik anlatım biçimidir. Varlıklar ayırt edici özellikleri ve nitelikleriyle söylenerek görünür kılınır. Sözcüklerle resim çizme sanatı olarak da nitelendirilir ve esas olan betimlemedir. Selmani de, şiirlerinde bu anlatım biçimine sık sık başvurmuştur: Bir yanın ovadır bir yanın dağlık, Serin serin eser yellerin Tokat, Bir yanın bahçelik bir yanın bağlık, Açılır bahçede güllerin Tokat, (336/ 1) Kuruseki köyü yayla misali, Temiz hava bir de çam kokusu var, Serinlikte az bulunur emsali, Temiz hava bir de çam kokusu var, (249/ 1) 91 3.4. ÂŞIK SELMANİ’NİN ŞİİRLERİNDE ANLATIM KALIPLARI: Âşıklar anlatım özellikleri yanında bazı anlatım kalıplarına da yer vermektedirler. Selmani de anlatımında; kalıp ifadelere, ikilemelere, tekrarlara, deyimlere, atasözlerine, edebi sanatlara, alkış ve kargışlara sıkça yer vermektedir. Selmani’nin şiirlerindeki anlatım kalıpları şu şekilde incelenebilir: 3.4.1. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Tekrir ve İkilemeler: Âşık, şiiri genellikle doğaçlama şiirlerle oluşmaktadır ve doğaçlama söyleyişte kelime seçmek için zaman dardır. Bu durumlarda âşıklar tekrarlardan ve hazır gereçlerden yardım alırlar. Geleneğin sunduğu hazır kalıp söyleyişlerle kendi özgün söyleyişlerini birleştirerek bir sentez oluştururlar. Âşıklar yinelemeyi bazen anlamı kuvvetlendirmek, verilen düşüncenin şiir boyu pekiştirilmesini sağlamak amacıyla seçerler. Âşık Selmani de şiirlerinde yinelemeli anlatım kalıbını sıkça kullanır: Hak yolunda Hak aşkına ağlansın, Tabip merhem çalsın yara sağlansın, Bin bir sürek bir usule bağlansın, Dem bu demdir, dem bu demdir dem bu dem, (145/ 3) Ta ezelden candan sevmişim seni, Ali Ali Ali, yar Ali Ali, Dilerim kapında kul eyle beni, Ali Ali Ali, yâr Ali Ali, (97 / 1) 3.4.2. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Anlam ve Söz Sanatları: Âşıklar, şiirlerini oluştururken çeşitli anlam ve söz sanatlarına başvururlar. Söyleyişlerini, kuruluktan çıkarıp etki gücü yüksek, ahenkli, çarpıcı ifadeler haline getirmek isterler. Farklı ve güzel olanın söylenmesi için çalışırlar. Ancak bunu günlük hayatın sıradan diliyle ortaya çıkarmak güçtür. Sanatçı, ahenkli bir söyleyişle, mecazları kullanarak ve edebi sanatlara başvurarak diline zenginlik, söyleşine farklılık getirir. Bu konuda Artun, sanatçıların mecazlı anlatım yolunu süsleme yapmak için; mecaza dayanmayan anlatım yollarını ise sözün etkileyiciliği için kullandıklarını; sanatçıların yeni ve çarpıcı söyleyişlerle şiirlerini genişletip anlama felsefi derinlik kazandırdıklarını ifade eder. (Artun, 2008: 153) Selmani duygu, düşünce ve hayallerini anlatırken Dilçin’in belirttiği şekliyle (Dilçin, 1995: 405) anlatıma güç, güzellik ve canlılık katmak amacıyla 92 edebi sanatlara sık sık başvurur. Anlatımına çarpıcılık kazandırmak isteyen Selmani’nin şiirlerinde hemen hemen tüm sanatları bulmak mümkündür. Bu bölümde onun en çok kullandığı sanatlara değinilecektir: ¾ Âşık Selmani’nin en çok kullandığı edebi sanatlardan biri “telmih”tir. Telmih, söz arasında herkesçe bilinen geçmişteki bir olaya, ünlü bir kişiye, bir inanca ya da yaygın bir atasözüne işaret eden anlam sanatıdır (Dilçin, 1995: 461). Selmani, şiirlerinde anlatımına etkileyicilik katmak amacıyla bazen geçmişteki bir olayı, durumu, kişileri hatırlatmak gereği duyar ve bu olay ve kişilere telmih yapar. Selmani’nin şiirlerinde dinî hikâyeler, din büyükleri, kahramanlar; derin izler bırakmış tarihi olaylar telmih konusu olmuştur. Özellikle tasavvufi şiirlerinde; Hz. Muhammed, Hz. Ali, ehli beyit, on iki imam ve din büyüklerine telmih yapılır. Yine aşk hikâyelerine, efsaneleşmiş kişilere ve yerlere de yer verilerek telmih yapılır: Sevdim kusurum elde, İki gözüm kaldı selde, Mecnun gibi sahra çölde, Gezdim gezmez olayıdım, (150 / 3) . Selmani’nin budur ahtı peymanı, Şehidi Kerbela dini, imanı, Ağlayarak geçirmeden zamanı, Beraber gidelim İmam Hüseyn’e, (51/ 9) ¾ Âşık Selmani, şiirlerinde âşık şiirinin temel sanatlarından biri olan “teşbih”e de yer verir: Teşbih, benzetme sanatıdır. Aralarında çeşitli yönlerden ilgi bulunan iki kavramdan zayıf olanı güçlü olana benzetme sanatıdır. (Dilçin, 1995: 405) Tam olan bir benzetmenin dört öğesi vardır: Kendisine benzetilen (güçlü öğe), benzeyen (zayıf öğe) asıl öğeler; benzetme yönü ve benzetme edatı yardımcı öğelerdir. Teşbihin kısaltılmış, pekiştirilmiş benzetme gibi türleri vardır. Âşık Selmani’nin şiirlerinde, hemen her âşığın en fazla kullandığı sanatlardan biri olan teşbihe sıkça rastlamak mümkündür. Ömrüm sonbahardır geçti çağlarım Hazana uğradı gönül bağlarım Yanar dağlar gibi yanar dağlarım Kaldım lavlar saçan volkan içinde (37 / 1) 93 Aşkın gizli esen yeli gibiyim, Bulanıp durulan seli gibiyim, Sevgin yerleşeli deli gibiyim, Bülbülüm âşığım Beyaz Gül’üme, (497 3) Âşık Selmani benzetmenin başka bir türü olan ve mecazlı anlatımda önemli olan “istiareyi” de şiirlerinde kullanır. İstiare, bir şeyi kendi adının dışında, türlü yönlerden benzediği başka bir şeyin adıyla anmaktır ve benzetme amacı güdülür. (Dilçin, 1995: 413). İstiare benzetmenin asıl öğelerinden yalnız biri kullanılarak yapılan söz sanatıdır. Kendisine benzetilenle yapılanına açık istiare; benzeyenle yapılanına kapalı istiare denir. Açık istiarede güçlü öğe söylendiğinden benzeyen unsur da ortadadır. Kapalı istiarede ise güçlü öğe söylenmez; ancak benzetme yönüyle sezdirilir, bu sebepten kapalı istiarede benzetme yönü önem kazanır. Aşağıdaki şiirde işaretlenmiş kelimeler eğretileme yoluyla başka kelimelerin yerine geçmiştir: ¾ Ciğerim şimdiki kararın nedir, Söyle gerçeğini ey yüzü bedir, Gül açarken bülbülleri inledir, Şakıyıp öttüğüm o söz içindir, (311/ 3) Ömür sona erip günler geçince Kanatsız kuş kafesinden uçunca Boş bir kalıp kalır ruhu göçünce Ne bir soluk kalır, ne nefes kalır (282/ 2) Âşık Selmani’nin söze etkileyicilik katmak amacıyla şiirlerinde sıkça başvurduğu mecazlı sanatlardan biri de “mübalağa”dır. Mübalağa, herhangi bir şeyi tasvir veya tarif ederken olduğundan fazla veya eksik göstermektir. Mübalağa sanatında sözün normal ölçülerinin sınırını aşmak esastır. Edebiyatta genellikle övme veya yerme yapılacağı zaman mübalağaya başvurulur. Mübalağa sanatında amaç, ifade edilmek istenen duygu ve düşünceyi daha etkili kılmaktır. Âşık Selmani, “mübalağa (abartma)” sanatını kullanırken söyleyişini en etkili ve çarpıcı şekilde kullanmak amacındadır: ¾ Aşkın ile şiir yazdım, Yazdım yazmaz olayıdım, 94 Gözyaşımdan mısra dizdim, Dizdim dizmez olayıdım, (150/ 1) Yeter ki davranma bana el gibi, Gözyaşım akmasın coşkun sel gibi, Dost bağında açan gonca gül gibi, Seni dersem onu dermiş gibiyim, (177/ 3) Âşık Selmani’nin kullandığı edebi sanatlardan biri de “teşhis”tir. Teşhis, insan dışındaki canlı ve cansız varlıkları; düşünen, duyan ve hareket eden bir insan kişiliğinde göstermek ve kişileştirmektir (Dilçin, 1995: 419). Âşıklar çoğu zaman kendilerindeki bir durumu ifade ederken kişileştirmeye başvurarak kendilerinde var olan duruma doğayı da ortak ederler. Böylelikle söyleyişlerine farklılık ve etkileyicilik kazandırırlar: ¾ Ben yandıkça yanar dağlarla taşlar Feryada kalkışır kurtlarla kuşlar Akar gözlerimden ah kanlı yaşlar Bir vefasız için al kan içinde (13/ 2) Aşkın ateşe yanıp pişmesi Dert ehlini bulup derdin deşmesi Bülbülün seherde zara düşmesi Lale derdi, sümbül derdi, gül derdi( 87/ 2) Âşık Selmani’nin kullandığı edebi sanatlardan biri de “istifham” sanatıdır. Sözü, sorulan şeye yanıt isteme amacını gütmeden, duyguyu ve anlamı güçlendirmek için soru biçiminde söylemektir (Dilçin, 1995:457) İstifham şiirde soru sorma yoluyla sanat yapmadır. Âşık Selmani de soru sorma sanatını sıkça kullanır: Seni böyle eden namus mu ar mı, Yokladım gönlünü geniş mi dar mı, Sarıp sağaltacak merhemin var mı, Ciğer parça parça paralanınca ( 1/ 3) ¾ Gönül köşkü konağında Mengüş küpe sol sağında Güzellerin yanağında 95 Haller kırmızı değil mi, (106/ 3) Selmani’nin kullandığı sanatlardan bir diğeri de “hüsn‐i ta’lil”dir. Hüsn-i ta’lil, herhangi bir gerçek olayın meydana gelmesini hayali ve güzel bir nedene bağlamaktır (Dilçin, 1995: 443). Şiirin dizeleri arasında bağlantı kurarak anlam ve anlatıma incelik vermek amacını taşır: ¾ Selmani ayrılık bezdirir candan, Gören ibret alır hal perişandan, Dağlar seda verir bu heyecandan, Duyanda bahçeler bağlar iniler, ( 263/ 5) Ut hayâ kalmadı kızda gelinde, Elbet deprem olur dünya yıkılır, Koca dünya zalimlerin elinde, Elbet deprem olur dünya yıkılır, (283/ 1) ¾ Selmani’nin şiirlerinde en çok kullandığı edebi sanatlardan bir diğeri de “tezat”tır. Tezat, iki düşünce, duygu ve hayal arasında birbirine karşıt olan nitelikleri ve benzerlikleri bir arada söylemektir (Dilçin, 1995: 449) Yani zıtlıklardan yararlanılarak yapılan sanattır: Gidenim yok gelenim yok, Ağlayanım gülenim yok, Hiç halimden bilenim yok, Ah Çekmece vah Çekmece, Ah çekerim gündüz gece,( 29/2) Her kışın bir yazı olur, Gam yeme gönül gam yeme, Derdin çoğu azı olur, Gam yeme gönül gam yeme,(47/ 1) Âşık Selmani’nin özellikle koşma ve manilerinde kullandığı bir diğer sanat da “cinas” sanatıdır. Cinas, söylenişleri ve yazılışları aynı anlamları farklı olan sözcükleri bir arada kullanma sanatıdır (Dilçin, 1995: 467). Âşık Selmani cinas sanatını sık sık kullanmıştır: Benli dilber gerdanında ben gördüm, ( vücuttaki leke) Gerdan benli benli yüz benli benli, (çehre) ¾ 96 Dedim benlim benlerini ben gördüm, (1. şahıs zamiri) Öldürdün derimi yüz benli benli, (deriyi etten ayırmak) (102/ 1) Meftun oldum böyle bir kaşı yaya,(ok atan silah) Cemalini gören yürümez yaya, (yürüyen) Atıver kendini göle deryaya, Sen de benim gibi yüz benli benli, (102/ 2) Selmani’nin şiirlerinde kullandığı bir diğer edebi sanat da “tecâhül arif”tir. Bu sanat, bilinen bir gerçeği, bir nükteye dayanarak bilmiyormuş gibi söylemektir (Dilçin, 1995: 441). Yani, bir şeyi bilip de bilmezlikten gelme sanatıdır. Selmani’nin şiirlerinde bu sanata şu örekler verilebilir: Sarı Gül’üm bu sevdadan, Ben geçerim gönül geçmez, Nazlı yâri aramadan, Ben geçerim gönül geçmez, (376/ 1) ¾ Beyaz gülüm gidecek yol aratma, Başka bir gidecek yolum mu var ki, Bana sarılacak bir dal aratma, Tutup sarılacak dalım mı var ki, (92/ 1) Âşık Selmani’nin şiirlerinde kullanılan bir diğer sanat da “mecaz‐ı mürsel”dir. Bir sözü, gerçek anlamının dışında benzetme amacı gütmeden başka söz yerine kullanmaktır (Dilçin, 1995: 415). Selmani’nin şu dörtlüklerinde bu sanatın örneklerini görmekteyiz: Kara giyen kara bağlamış denmez, Ağladım dese de ağlamış denmez, Gözyaşı aksa da çağlamış denmez, Bulanık sulara sel katmayınca, (2/ 3) ¾ Şu yalan dünyada işin iş senin, Sen derdi neylersin, gamı neylersin, Kadir Mevla’m seni övmüş yaratmış, Ela göz üstünde camı neylersin. (231/ 1) ¾ Selmani, şiirlerinde “kinaye” sanatına da yer vermektedir. 97 Kinaye, bir sözün gerçek anlamı dışında benzetme amacı gütmeden hem gerçek hem mecaz anlama gelecek şekilde kullanıldığı; ancak daha çok mecaz anlamının kastedildiği edebi sanattır. (Dilçin, 1995: 416) Selmani’nin şu dörtlüklerinde bu sanatın örnekleri mevcuttur: Sizden bir dostluk bekledik, Dert üstüne dert ekledik, Taşınılmaz yük yükledik, Üzdüm sizi affet bizi (121/ 2) Çok avcı var bir ceylanın peşinde, Av avcıya yara açtı işe bak, Kimi izde kimi kalmış dışında, Av avcıya yara açtı işe bak, (122/ 1) Âşık Selmani, sözü iki gerçek anlama gelecek şekilde kullanırken “tevriye” yapar: Bir sözün iki gerçek anlama gelecek şekilde kullanılmasına denir. Âşık Selmani’de bu sanatı görmek mümkündür. ¾ İlim deryasıdır Cafer’i Sadık, Çünkü nûş eyledi bahri ummanı, Âlim’ül gayıbın sırrı Âdem’dir, (İnsan ya da Hz. Âdem) İnsanın sureti Sebal Mesânı (78/ 3) Eğer ki sen beni yakmak istersen, Eğlenmem yanında boşlarım seni, Bana kinli kinli bakmak istersen, Fırtına kesilir kışlarım seni, (113/ 2) (Kovalamak ya da kışı getirmek) Âşık Selmani bazı şiirlerinde de “irsal‐i mesel” sanatına yer verir. Şiirde, söylenen bir düşünceyi inandırmak ve pekiştirmek amacıyla söze bir atasözü ya da atasözü değerinde bir örnek katmaktır (Dilçin, 1995: 464) Âşık Selmani bu sanatı da kullanarak anlatımını etkili hale getirmiştir. Bununla ilgili örnekleri Âşık Selmani’nin şiirlerinde atasözleri başlığında görmek mümkündür. Bu Selmani sevmeyeni yar etmez, Gerçek sözü söylemeye ar etmez, Sonra pişman olsa bile kar etmez, Yetişilmez zaman geçerse eğer, (259/ 5) ¾ 98 İnsan böyle sitem etmez yarına, Bugünkü fırsatı koyma yarına, Nasip etsin Mevla’m seni narına, Ateşe tıkılsın muhannet yârim, (170/ 4) 3.4.3. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Deyimler ve Atasözleri: Âşık Selmani, görüşlerini, düşüncelerini daha etkili kılmak, sözlerine dayanak oluşturmak amacıyla şiirlerinde atasözlerine başvurur. Atalarımızın, uzun denemelere dayanan yargılarını, gözlemlerini öğüt olarak düsturlaştıran; kalıplaşmış, özlü sözler olan atasözlerinin (Aksoy, 1989: 37) Âşık Selmani’nin bazı şiirlerinde yöreye has söyleyişe sahip oldukları görülmektedir. Bazı şiirlerinde, âşığın atasözünün belli yerlerini değiştirdiği, kendi söyleyiş kalıbına uygun hale getirdiği; fakat atasözünün özünün korunduğu görülmektedir. Aşığın şiirlerinde kullandığı atasözlerine şu örnekler verilebilir: ¾ ¾ ¾ ¾ ¾ ¾ ¾ ¾ ¾ ¾ Çağrılmayan yerde yerim dar ettim(129) (Çağrılmadığın yere gidip yerini dar eyleme) Bugünkü fırsatı koyma yarına, (170/ 4) (Bugünün işini yarına bırakma.) Deli deli derken deli olursun, (234/ 1) (Bir adama kırk kez deli dersen deli olur.) Dağ misali dumanlandım sislendim, Eksilmez başımdan duman sis benim, (169/ 1) Dağ başından duman eksilmez. Delik kap su ile dolmaz (318 / 2) (Delik kapta su durmaz) Kurunun yanında yaşlar yananda, (375/ 3) (Kurunun yanında yaş da yanar) Elde iki karpuz tutulmaz derler (260/ 1) ( Bir koltuğa iki karpuz sığmaz) Kul kula sebeptir geçim var geçim ( 160/ 1) ( Kul kula sebeptir) Az konuşup çoğa saydır azını, (232/ 2) (Az konuş, çok dinle) Sonra pişman olsa bile kar etmez, (259/ 5) (Son pişmanlık fayda etmez) Âşık Selmani, sözlerini kanıtlama, karşısındakileri etkileme ve söyleyişine güzellik katmak amaçlarıyla geleneksel kültürü, değer yargılarını içeren “deyimleri” kullanır. Âşığın kullandığı deyimler, onun dile olan hâkimiyetini ve kültürel mirasa sahip olma derecesini ortaya koyar. Genelde kavramları mecaz anlam yoluyla, anlatım güzelliği ve özgünlüğü içinde 99 belirten kalıplaşmış sözler olan deyimlerle(Aksoy, 1989: 442) anlatımına zenginlik katmayı amaçlayan Âşık Selmani, deyimleri genel bir tutumu belirleme ve özel bir durumu ifade etmede kullanmaktadır: ¾ ¾ ¾ ¾ ¾ ¾ ¾ ¾ ¾ ¾ ¾ ¾ ¾ ¾ ¾ ¾ ¾ ¾ ¾ Genç, insanı dilden dile düşürür, (335/ 1) Zaman evladına güç kuvvet yetmez, (259/ 1) Dert üstüne dert açarsa eğer, (259/ 1) Bakmaz hiç kimsenin gözü yaşına, (250/ 5) Bir kere tebelleş olmasın yoksa, ( 250/ 1) Eğer eline bir fırsat geçerse, (250/ 3) Binlerce söz yazdım sözüm geçmiyor, (39/ 5) Sana kem gözle bakarsam, (46/ 5) İnsanın veçhine göz atarsanız, (140/ 1) Gönül kırmak huyum değil, (368/ 1) Güvendiğim dağa karlar yağıyor, (105/ 1) Ne gönlümü kırdın ne gönül verdin, (215/ 1) İçsem göğüs gere gere, (184/ 3) Çalışan ekmeği çıkarır taştan, (304/ 7) Duasız tekbirsiz cana kıyanlar, (358/ 4) Kaymakam beylere verir emiri, (387/3) Ciğerin dağlanır zarın elinden, (66/ 2) Gelse diye yollarımı gözlerdin, (70/ 4) Bağrına basıp da âşığım diyen,(152/ 4) Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Alkış ve Kargışlar: “Alkış (dua) ve kargışlar (beddua), konuşmayı renklendiren kısa kalıp sözlerdir. Bunlar konuşmayı süsleyen, duyguları belirten, anlatımı güçlendiren dil öğeleridir. Bazıları imge, düşünce ve çağrışım zenginlikleriyle yüklüdür. Alkış, kişinin iyiliğini; kargış, kişinin kötülüğünü isteyen söz kalıplarıdır. Bazen “kargış”, “kara alkış” şeklinde de kullanılır. Alkış ve kargışlar, deyim ve atasözü gibi yaygınlık taşımazlar. Genel toplumsal durumlara göre değil, duygulara bağlı olarak özel dilekleri yansıtırlar. Bu yönleriyle kullanım alanları sınırlıdır.” ( Artun, 2008: 152). Âşık Selmani’nin şiirlerinde de alkış ve kargışlara rastlamak mümkündür. Tokat yöresinde “kargış” yerine “karış vermek” kullanımı yaygındır. Âşık Selmani’nin alkış ve kargışlarına şu kullanımları örnek gösterebiliriz: 3.4.4. 100 Kargış: Murat alma her bir yerin gam olsun, Dünyayı gördüğün camlar nem olsun, İsterim durağın cehennem olsun, Cennette eğlenme taşın insafsız, (385/ 2) Alkış: Yardım etsin ağaların ağası, Kabul olsun Selmani’nin duası, Erenlerden gelsin derdin devası, Başında hiç ağrı acı kalmasın, (204/ 5) 101 102 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ÂŞIK SELMANİ’NİN ŞİİRLERİNDE İÇERİK: 4. 1. SELMANİ’NİN DİN VE TASAVVUF DIŞI ŞİİRLERİNDE İÇERİK: 4.1.1.Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Maddi Aşk: Âşık şiirinde “aşk”, âşıkların en çok değindiği konuların başında gelmektedir. Âşıklar gerek ilâhi anlamda aşkı, gerekse somut bir sevgiliye olan aşkı; aşk, âşık, maşuk üçgeninde işlerler. Âşıkların dertli olmasına sebep olan, onları diyar diyar gezdiren şey, âşık edebiyatında vefasız olan sevgililerdir. Âşıklar sevgilerini ve sevgililerini dile getirirken genellikle geleneğin kalıplaşmış mazmunlarını kullanırlar. Âşıklık geleneğinde aşk anlayışı hakkında Doğan Kaya, sevgilinin âşığın gönlünde taht kuran dilber, beşeri aşkın ise yüzyıllardır en fazla işlenen konulardan olduğunu belirterek şairin gönül verdiği ya da aklından geçen güzelin, üstün vasıfları olan; perilerden, hurilerden hülasa güzellerin güzelinden bile daha güzel bir varlık olduğundan bahseder. Ayrıca halk ve divan şiirinde ortak olarak kullanılan kavramlar olan “saç, yüz, yanak, göz, kaş, dudak, kirpik, gerdan, boy, bel, kâkül, perçem, göğüs, ben, el- kol- avuç- parmak, diş, beden- ten- endam, hat, alın, ağız, söz vs.” kavramların sevgilinin en çok kullanılan özellikleri olduğunu ifade eder (Kaya, 2007: 646). Mehmet Yardımcı, divan edebiyatıyla halk edebiyatının birbirlerini etkilemesinden bahsederken, mazmunların âşık şiirinde de kullanılmasını âşık edebiyatının divan edebiyatından etkilenmesine bağlar (Yardımcı, 1999: 245). Bu özellikler Selmani’nin şiirlerinde de kendini göstermektedir. Selmani, âşıklık geleneğinin gereklerini yerine getiren bir âşıktır. Âşık Selmani’nin aşk ve sevgili anlayışı, gelenekteki diğer âşıklardan çok farklı değildir. Onun aşk anlayışı ilahi ve zahiri olmak üzere iki kolda ilerler. Âşık Selmani, her ne kadar kendini Hak âşığı olarak ifade etse de araştırmamızda yer alan birçok şiiri zahiri (maddi) aşkı temsil etmektedir. Kendisiyle yapılan görüşmelerde de Selmani, zahiri aşkın özellikle sıladan uzak olduğu dönemlerde zaman zaman içine düştüğünü ifade etmiştir. Âşık Selmani’nin gönül verdiği güzeller de diğer âşık olunan güzeller gibi özelliklere sahiptir. Sevgililer, “melek, ahu gözlü, al yanaklı, şeker dilli, ince belli, uzun saçlı, ak gerdanlı, benleri olan, yavru ceylan, ay, güneş, can, canan, taze gül, gonca, aklı baştan alan, kirpikleri ok, kaşları yay, vb.” gibi olumlu niteliklere sahiptir. Bunun yanında Selmani’nin bahsettiği sevgililer, kimi zaman ise “ zalim, hayırsız, muhannet, halden bilmez, ecel, dikenli bir gül, vicdansız, merhametsiz, vefasız, mezara koyan, yaralayıcı, acımasız, 103 öldürmeye niyetli vb.” niteliklere sahiptir. Âşık Selmani ise genelde her âşık gibi, “sevgilisi yolunda ölümü göze almış, aciz, mazlum, acılı, vefa bekleyen, merhamet uman, garip, hüzünlü vb.” melankolik bir ruhla karşımıza çıkmaktadır. Âşık Selmani, somut aşkı işlediği şiirlerde sevdiklerinin gerçek isimlerini genellikle kullanmaz. Şiirlerinde “Beyaz Gül, Sarı Gül, Mürüvet” isimleri ağırlıktadır ve bunlar rumuzdur. Âşığın maddi aşk konulu şiirlerinin olduğu defterlere verdiği adlar da bu üç ismi taşımaktadır. “Sarı Gül”, “Beyaz Gül” ve “Mürüvet” şiirleri ayrı birer defterdedir. Ancak âşığın maddi aşka dayalı şiirleri bu defterlerle sınırlı değildir. Âşık, bu şiirlerini gizli tuttuğunu, kimseye göstermediğini belirtmiş; ilk kez bunları açtığını belirterek yayımlamak üzere tarafımıza teslim etmiştir. Âşığın, isim vermek yerine sevdiklerine rumuz kullanmasının sebepleri; onları içinde bir sır olarak görmesi, çevresinde tasavvufî kimliğiyle tanınması, ilahi aşka önem vermesi, toplumun ve çevresinin bunu hoş görmeyeceği düşüncesi şeklinde sıralanabilir. Kendisiyle yaptığımız görüşmelerde Selmani, her ne kadar Hak aşığı olarak anılmayı istese de yüreğinde güzele ve güzelliklere karşı her zaman bir hayranlık olduğunu da ifade etmektedir. Âşığın kimi şiirlerinde geçkin yaşta dahi güzellere vurulduğunu dile getirmesi onun bir güzele karşı aşk ve âşıklık istidadını kaybetmediğini gösterir: Selmani der vurdun geçkin çağımda, Gül çiçeği açtı dal yaprağımda, Hayat bahçem ile gönül bağımda, Taze fidan olup bu dem biter ol, (139/ 5) Âşık Selmani, tasavvuftaki her şeyi Allah aşkıyla sevme anlayışıyla paralel olarak kimi zaman sevgiliye, onu Allah’ın aşkıyla sevdiğini ifade eder: Allah aşkı ile sevdim ben seni, Benim aşkım gayrı aşka benzemez, İster amca ister baba bil beni, Benim aşkım gayrı aşka benzemez, (377/ 1) Âşık Selmani’nin “maddi aşk” konulu şiirlerinde aşkın dört boyutunun (aşk, âşık, maşuk, rakip) özellikleri, bunların şiirlerde kullanımları üzerinde şu şekilde durulabilir: Âşık Selmani aşkı, “aşk” kavramı dışında değişik şekillerde dile getirmektedir. Onun aşkı ifade amacıyla “Sevda (328/ 5 v.d.), sevgilinin aşkıyla mest olma hali (261/ 4 v.d.), sonsuzluğu yönüyle bahr (10/ 1 v.d.), derya (326/ 2), sevgilinin elindeki kendisine yönelmiş bir hançer (325/ 2 v.d.), yürekte 104 açılmış bir yara, dert, gam (70/ 4, 128/ 1, 169/ 5 v.d.) kavramlarını kullandığı görülmektedir. Bunları şu şekilde örneklendirebiliriz: İstersen çekiver aşk hançerini, Zaten yaralıyım vursanız n’olur, (325/ 2) Bu aşkın bahrinde katre olmayan, Kendince ummanım dese ne fayda,(10/ 1) Denilir ki aşk derdidir çaresiz, Doğru sözdür aşk derdine çare yok, (128/ 1) Âşık Selmani, “maşuk”u yani sevgiliyi çeşitli şekillerde ifade etmekte, sevgililerine bazı özellikler yüklemektedir. Selmani şiirlerinde sevgiliyi “yâr” olarak da ifade etmekte olup, onun “yâr” olarak tanımladığı sevgililer huy olarak “vefasız, zalim, halden bilmez, muhannet vb.” (9, 21, 37, 39, 40, 76, 115, 174, 180 v.d.) özelliklere sahiptir: Kız vefasız sende ahdim çok idi, Her ne söz söylesem sözüm hak idi, (180/ 3) Bunun yanında Selmani’nin şiirlerinde çeşitli kavramların benzetme yoluyla sevgili yerine kullanıldığını görmekteyiz. Selmani; aşkını, duygularını, düşüncelerini dile getirmede doğa kavramlarını, yaşadığı çevreyi bir araç olarak kullanır. Selmani’nin sevgili yerine; güzelliğinden ötürü “çiçek” (53, 87, 203 v.d.); sevgilinin güzelliğine vurgu yapmak için “sümbül, lale, nergis, menekşe, karanfil, yayla çiçeği, nevruz çiçeği” (53, 87, 270 v.d.); gülle bülbül hikâyesine telmihle ve güzelliği yönüyle “gül” (1, 12, 15, 379 v.d.) kavramlarını kullanmaktadır. Yine gelenekte kullanılan şekliyle sevgiliyi; “can“ ve “canan” (39, 92, 118, 135 v.d.); aşk hikâyelerinde geçen özellikleriyle “Leyla, Şirin” (154, 177, 305, 343 v.d.); güzelliği, günahsızlığı ve saflığı temsil etmesi yönüyle “melek” (1, 137, 217, 325 vb.) şeklinde de kullanır: Bu dünyada bir çiçeğe hayranım, Çiçek bilmem o çiçeğin üstüne (53/1) Selmani’nin güzellik konusundaki etkileyiciliğiyle “güzeller şahı”(134), aşk derdinin yaralarını saracak tek kişi olarak “tabip” (167, 210), âşığın kalbindeki aşk sırrının sahibi ve başta duygular olmak üzere her şeyin 105 paylaşılmak istendiği tek kişi olması yönüyle “dost” (167, 171, 174, 186 Numaralı Şiirler v.d.) olarak nitelediği de yine sevgilidir. Selmani sevgiliyi; insanın temel yaşam organlarından olmasından ötürü “ciğer” (171, 191,270, 311 Numaralı Şiirler), alımlılığı, güzelliği itibarıyla “dilber” (102, 227, 251, 254 Numaralı Şiir ler v.d.), âşığın gönlünde en üst makam sahibi olarak yer alışı yönüyle “sultan” (108, 209) olarak görür: Benli dilber gerdanında ben gördüm, Gerdan benli benli yüz benli benli (102/1) Doğadaki hayvanları da benzetme yoluyla sevgili yerine kullanan Selmani, gelenekte yer aldığı şekliyle özellikle hayvanların en güzellerinden sayılan “ceylan”ı (122, 181, 368 Numaralı Şiirler v.d.) sıklıkla kullanır. Bunun dışında, âşığın etrafında dolanması yönüyle kelebek (161 Numaralı Şiir), sesinin güzelliği yönüyle “bülbül, (58, 139, 214, 270 Numaralı Şiirler v.d.), yine güzelliği yönüyle keklik (30 Numaralı Şiir), eşlerine sadık olmalarıyla bilinen ve güzel sesli olan “kumru” (58 Numaralı Şiir) kavramları onun şiirlerinde sevgili için sıklıkla kullanılan kavramlardır. Hüseyin aşkıyla kitap okuyan, Sözü kumru, dili bülbül Safiye, (58/1) Âşık Selmani, şiirlerinde sevgililerinin bedensel özelliklerini de ortaya koymaktadır. Selmani’nin sevgilileri; bazen sarı saçlı (40/ 4), bazen siyah saçlı (44/ 5); bazen yay kaşlı (15/ 1), bazen keman kaşlı (76/ 5), bazense kara kaşlıdır (147/ 4). Yüzü güzellik yönüyle bazen ay (mah, bedir) (15/ 1, 181/ 3, 184/ 5, 311/ 3 v.d.), bazen güneş (181/ 3), bazen gül (82/ 1) şeklindedir. Sevgilinin yüz şekli şiirlerde tombul (109/ 1) ve güleç (147/ 2, 167/ 3 v.d.) olarak karşımıza çıkar. Selmani, “yüz” için vech (61, 78, 97, 98, 142, 383) ve didar (41, 97, 178, 292) kavramlarını da kullanır. Selmani’nin sevgililerinin yanakları al (40/ 2), gamzeli (126/ 4) ve benlidir (147/ 2). Beli ince (40/ 2), dudakları bal, şeker, kaymaktır (108/ 4). Dili bazen tatlı (40/ 2), şirin (147/ 4), bülbül gibi (58/ 1); bazen acı (333/ 2) ve dikenlidir (370/ 2). Gözleri güzeldir (1/ 2) ve güneş gibidir (318/ 2). Bazen o gözler kara (40/ 4), bazen elâ (147/ 4), bazen mavidir (318/ 1); ayrıca sürmeli (40/ 4), can alıcı (211/ 4) bir şiirinde ise şaşı olması yönüyle karşımıza çıkar (217/ 5). Sevgilinin kirpikleri siyah (107/ 2) ve ok şeklindedir (280/ 3). Dişleri beyazlığı ve parlaklığı yönünden inci ve sedefe benzer (217/ 4). Gerdanında ve yüzünde ben vardır (102/ 1). Gerdanı ak (265/ 3), elleri naziktir (271/ 1). 106 Tavus kuşu gibi cilalı süslü, Ne yemiş ne içmiş ne ile besli, Melek mi, huri mi, bilinmez nesli, Dünyada bulunmaz eşi güzelin, (217/2) Âşık Selmani, sevgilinin beden özelliklerini tasvir ettiği gibi ruhsal bazı özelliklerine de şiirlerinde değinir. Âşık Selmani’nin sevgililerinin özellikleri gelenekteki sevgililerden farksızdır. Âşık Selmani’nin sevgilileri; âşığın sevgisine karşılık vermemesi, onu perişan gördüğü halde umursamaması, âşığa cefa etmesi, âşığını her dem ağlatması vb. sebeplerden dolayı; vefasız (37/ 2), muhannet (39/ 1), zalim (154/ 1), merhametsiz (1/ 5), vicdansız (76/ 1), yakıp yıkıcı (107/ 1), ciğer ezen (120/ 5) ciğer dağlayan (44/ 3), ciğer- bağır yakan (328/ 1, 35/ 3), yara açan (105/ 4), yürek yakan (225/ 4), âşığa karşı yüreği sert (296/ 1), perişan eden (39/ 4), öldürücü (161/ 1), düşmanları güldürüp âşığını güldürmeyen (148/ 1, 333/ 4), âşığını ah u feryat, figan ettiren (251/ 2, 369/ 5), çile çektiren (116/ 2) olma gibi olumsuz özelliklere sahiptir. Gelenek içinde de sevgililer genelde bu özelliklere sahiptir. Yine gelenekte yer bulduğu şekliyle Selmani’nin sevgilileri nazlı (93/ 3), edalı (122/ 5), cilvelidir (82/ 1). Ne yaptın ey zalim ne yaptın bana, Sazımda inleyen teli şaşırdım, (154/1) Sevgililer her ne kadar zalim, vefasız, muhannet vb. olsa da Âşık Selmani, yine de sevgiliye bağlıdır. Bazen sevgiliye kızıp beddualar etse de yine de onun yanında olmasını ister (203/ 1). Zaten beddua etmesinin amacı da sevgilinin vefasızlığıdır. Selmani’nin şiirlerinde beddua ederek, sevgilide olmadığını düşündüğü vicdanı ortaya çıkarma amacında olduğu hissedilmektedir. Bazen Selmani’nin, bedduaları sıraladıktan sonra son dörtlükte sevgilinin yanında olmasını istemesi de bunun göstergesidir. (139/ 5) Sevgili ona dönse kızgınlığının, beddualarının bir hükmü kalmayacaktır. Selmani der vurdun geçkin çağımda, Gül çiçeği açtı dal yaprağımda, Hayat bahçem ile gönül bağımda, Taze fidan olup bu dem biter ol, (139/5) Âşık Selmani’nin maddi aşk konusunda üçüncü temel kavramı “âşık”tır. Âşık Selmani’nin sevgilileri her ne kadar zalimse, Selmani o denli mazlumdur, sevgililer ne kadar vefasızsa, Selmani o denli vefalıdır. Sevgililer 107 çile çektiriciyken, Selmani çile çeken ve sevgilinin peşinde acı çekmekten kaçınmayandır. Âşık Selmani’nin şiirlerinde âşık, “Gülle Bülbül” hikâyesine telmihle “bülbül”dür. Kaya’nın eserinde yer alan bilgilere göre (Kaya 2007: 173) hikâyede bülbül güle âşıktır ve gül, dalına konmasına izin verdiğinde gülün dikeni bülbülün göğsüne batar. Bülbülün kanıyla gül kırmızılaşır. O günden sonra bülbül acı çeken, vefalı, sadık âşığı; gül ise nazlanan sevgiliyi sembolize eder. Selmani de şiirlerinde kendisini acı çekmesi ve sevgilinin çilesine katlanma yönüyle “bülbül” olarak görür (311/ 3). Âşık Selmani, kendisini Arapça “bülbül” anlamına gelen “andelip” olarak niteler ( 18/ 3). Selmani, âşığı yani kendisini aşk hikâyelerindeki Mecnun’a (150/ 3) ve Ferhat’a (177/ 2) telmih yoluyla benzeterek kullanır. Kendisinin de onlar gibi aşk çilesi çektiğinden bahseder. Beyaz gülüm sana oldum andelip, Korkarım bu işte gelemem galip, (18/3) Bunlar haricinde Âşık Selmani âşığı, yani kendisini, aşk ve vefasız sevgili karşısında; aciz ( 49/ 5), çaresiz kalmış (31/ 3), garip halde kalmış (105/ 2), perişan olmuş (136/ 5), viraneye dönmüş (167/ 2), bahtı gülmeyen, kara bahtlı (70/ 1), yaralanmış (325/ 2) olarak görür. Sefil kalmış (11/ 5), canından bezmiş (84/ 2), aşk uğrunda candan olmaktan korkan (209), ancak yine de candan sevip bağlanan (1/ 2), sevgili uğrunda canını feda etmekten kaçınmayan (254/ 1), yâr kapısında aşk dilenen geda kişi (254/ 7) de yine âşık yani kendisidir: Esenyurt’ta kaldım yarsız, Döndüm perişana güzel, (136/ 5) Âşık Selmani, âşığın maşukuna uzak kalışı, hasret oluşuyla ilgili olarak da “gurbet” temasına değinir ki âşığın gurbetini “yârsiz kalmak” olarak ifade eder (369/ 2). Bunun dışında kendisini; hasretle yanan (68/ 4), hicran seline kapılmış (198/ 3), yârine uzak kaldıkça ağlayan ve bundan dolayı kerem bekleyen (44/ 3) olarak ifade eder. Yârsiz kalınca dünyası zindana dönmüş (265/ 4), sevgiliden ayrılığı ölüm sayan (1/ 4), yârine kavuşma isteğiyle yaş döküp ağlayan bahtsız (105/ 5), ayrılık elinden yanmış yıkılmış (125/ 1) kişi olarak nitelendirir. Tüm bu olumsuzlukları yaşamasına rağmen, gönül bağlamında onu sevgiliden ancak ölümün ayırabileceğini söyler (197/ 3). Şu kadar ki dert çeksem de ölmedim, Hasretle yanmaktan canım az kaldı, (68/4) 108 Maddi aşkın diğer bir boyutu olarak da “rakip” kavramı Selmani’nin şiirlerinde yer bulmaktadır. Selmani için kendini yâre uzak bırakan her engel bir rakiptir ki Selmani “rakip” kavramını farklı adlarla ifade etmektedir. Selmani rakiplere sevgili ve kendisi dışındaki “öteki” gözüyle bakar ve rakipleri “el” olarak görür (84/ 3). Bununla birlikte rakipler onun için; aşkını tehdit eden bir “düşman” (333/ 4), “Gülle Bülbül” hikâyesine telmihle âşığa zarar vermesi yönüyle “diken” (66/ 3) olarak görülmektedir. Ancak Âşık Selmani, başkalarının kendisine zarar vermek istemesine rağmen bunun onu yaralamadığını, sinesini asıl yaralayanın yâr olduğunu söyler (66/ 1). Yâd eller ne kadar taş atsalar da, Yarasız sineyi yar yaraladı, (66/ 1) Bu söyleyişte: Şu ellerin taşı hiç bana değmez, İlle dostun gülü yaralar beni. (Ant Yayınları 1994: 67) diyen Pir Sultan Abdal’ın izleri görülür. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Sosyal Konular: Âşık Selmani, şiirlerinde birçok sosyal konuya değinir. Toplum içindeki olaylara, hayata karşı duyarlı bir birey olmak ister. Doğruları takdir eder; fakat yanlışları da eleştirmekten geri durmaz. Onun sosyal konulara bakışını farklı başlıklar altında toplayabiliriz: ¾ Zamandan, Felekten, Kaderden Şikâyet Âşık Selmani, şiirlerinde zaman zaman yaşadığı dönemden, felekten, kötü kaderinden şikâyet etmektedir. Selmani; kader ile başa çıkmanın güçlüğünden, ona kulların gücünün yetmeyeceğinden (13/ 5), bahtının kara olmasından (188/ 5), dünyaya geldiğinden beri bahtının gülmemesinden (377/ 2), dünyada geçirdiği zamanın boşluğundan (76/ 3), yaşadığı dönemde doğruluğun, dürüstlüğün kalmadığından (351/ 1) dert yanar. Feleğin düzenbaz olup onun eline düşenin ömrünün az olduğundan (47/ 4), dünyanın boş olduğundan, ona aldanmamak gerektiğinden, bir gün her şeyin hesabının sorulacağından (207/ 3) söz eder ve toplumda utanma ve hayâ duygusunun kalmamasından (283/ 1) yakınır. Gerçektir sözlerim size söyleyim, Zamane halkının tadı bozuldu, (351/ 1) 4.1.2. 109 Ayrılık, Gurbet, Göç: Âşık Selmani şiirlerinde gurbet temasına da sıkça değinmektedir. Selmani, özellikle 1966 yılından sonra gurbette çok zaman geçirmiş, kimi zaman âşıklık yapmak için, kimi zaman ise geçim derdiyle iş bulmak için evinden yurdundan ayrılmıştır. 1986 yılında ise İstanbul’a göçmüş, Tokat’tan ayrılmıştır. Selmani’nin şiirlerinde gurbet temasını köyüne duyduğu özlem ve sevgili hasreti oluşturur. Selmani şiirlerinde; gurbette yalnız olduğundan, kimi kimsesinin olmadığından, gurbette insanların acımasız olduğundan (151/ 1), gurbette yardıma muhtaç, sevgiliye hasret olduğundan, yârsiz ölmekten korktuğundan (125/ 4) bahseder. Köyde işsizlik yaşandığından ve insanların boşta olduğundan (236/ 4) insanların gurbete gitmeye mecbur kalıp bir yaprak gibi uçup gitmesinden (235/ 3) yakınır. Ayrılsa bile hâlâ köyünü hatırlayıp hasret çektiğinden (38/ 5), âşık olan kişinin kaderinin gurbet olmasından (369/ 2), hasretine düştüğü sevgilinin gözünde tüttüğünden (35/ 5) ve hasret kaldığı sevgiliyi gökteki kuşlardan bile sorduğundan (114/ 5) söz eder. ¾ Aman yârim gökte uçan kuşlardan, Hasretini çeker sorarım seni, (114/ 5) Dürüstlük, Ahlak, Cömertlik, İyilik: Âşık Selmani, geleneksel değerlere bağlı bir âşık olup toplumsal ahlakın çökmesine tepki duyar. Ahlaklı, erdemli insanlara değer verir. Toplumu bozan, birbirine düşüren, değerleri unutturan her şeye karşıdır. Şiirlerine bakıldığında Selmani; özellikle kadınları ahlaki olarak sorgular ve kızlarda gelinlerde hayâ kalmadığından bahseder (283/ 1). Güzel ahlakın inanç değerlerini sağlamlaştırmasından bahseder (24/ 2). Dürüstlükte başarı gösteren insanların gönülden atılamayacağını söyler (24/ 3). İnsanlara iyilik etmek ve kimseyi incitmemek gerektiği vurgular (316/ 3). Doğruluğun önemine, yalanın kötülüğüne değinir (212/ 3). Cömertliğin her dinin temel vasfı olduğundan bahseder (174/ 4). ¾ Bari Tâlâ muhtaç etsin merdine, Cömertliktir layık olan her dine, Hırsızlık, Menfaatçilik, Cimrilik: Âşık Selmani, toplum hayatında hoş görülmeyen hırsızlık, menfaatçilik ve cimrilik konularına değinir. Hırsızların bir garibin evini soymasından duyduğu hüznü dile getirir (352), menfaatperest insanlarla dost ¾ 110 olunamayacağını belirtir (321/ 4), cimri insanların sonunun iyi olmayacağından, kalplerinin merhamet ve insaftan yoksun olduğundan bahseder (219/ 2) Çok sıkı insanda asalet olmaz, Şüphesiz ki sonu selamet olmaz, Kalbinde hiç insaf, merhamet olmaz, Hasetliktir her bir işi cimrinin, (219/ 2) ¾ Salgın Hastalıklar, Doğal Afetler: Âşık Selmani, doğal afetlere, salgın hastalıklara da şiirlerinde yer vermiş olup doğal afetlerin sebebini insanlardaki ahlak duygusunun zayıflamasına, saygının kalmamasına, zalimliğin artmasına, ibadetin azalmasına, menfaatçiliğin artmasına, ırkların birbirine aşlanmasına, gerçek söz söyleyenlerin dinlenmemesine, namusun parayla satılır olmasına, yetimlerin kollanmamasına bağlar (283). Selmani, domuz gribi gibi salgın olan hastalıkların arttığından insanların bu dertle çaresiz ağlayıp sızladığından (355/ 1); ancak kimsenin bunun gerçek sebebini araştırmadığından (355/ 2), kuşkulu ölümlerin ortaya çıktığından, zalim bir dert olduğundan (250/ 2) bahseder (355/ 4); domuz gribinden kurtulmak için soğan kebabı yemeyi önerir (345/ 1). İnsanlara grip salan domuzlar, Dağ domuzu mudur ev domuzu mu, (355/1) Siyaset, Seçim, Zamlar, Fakirlik, İşsizlik, Yolsuzluk: Âşık Selmani, siyasetçilerin oy isteyip halkı kandırmalarından, kendi tarafında olanları desteklemelerinden seçimden sonraki rahat zamanda ise her şeyi unutup halkı üzmelerinden yakınır (160/ 2). Olgun olan kişinin fakirin halini soran kişi olduğunu belirtir (347/ 3). Baştakilerin üst üste zam yapmalarının halkı bıktırdığından ve milleti acizleştirdiğinden bahseder (199/ 1). Ermenilerin kabullenilerek Azerilerin dışlandığından (273/ 1), milletin devletin kenarda bırakıldığından (273/ 2), günümüzde çıkarcıların siyasete atıldığından; fabrikaların, ırmakların satıldığından (273/ 3), İsrail’in Anadolu’da fabrikalar kurmasından, bunun da ülkeye darbe vuracak olmasından şikâyet eder (273/ 4). Maddiyatın insanların düzenini bozduğunu, insanların Hakk’ı bulmasını engellediğini, dolayısıyla dünya malına tamah etmenin yanlış olduğunu ortaya koyar (338/ 1) Toplum içinde yeri olan kimselerin bile artık haramı helali bilmeden mağrur bir şekilde yaşadığını belirtir (260/ 2) ¾ Alanlar da bıktı satan da bıktı, Üst üste yüklenen zam yüklerinden, (199/ 1) 111 Eğitim ve Cehalet: Âşık Selmani, okulda örgün eğitim almamış bir âşık olarak bunun çok zararını gördüğünü, diplomasızlıktan dolayı çok zorluk yaşadığını söyler (166/ 1) ve eğitimi, ilmi, okumayı, yazmayı destekler; cahilliği ise eleştirir. Selmani, canının irfan ehli olana feda olduğunu (223/ 2), cahile sır açmanın yanlış olduğunu (389/ 2), dünyaya ölümsüz eserler bırakmak gerektiğini (124/ 2) belirtir ve ancak dünyaya eser bırakanların kahraman olduğunu (324/ 5), cahil meclisine gitse kendisine dost bulamayacağını (125/ 3) söyler. Gitsem cahil meclisine, Dost olamam birisine, (125/ 3) ¾ Bayramlar ve Önemli Günler: Bayramlar; toplumu bir arada tutan, insanların birbiriyle bütünleşmesini sağlayan birer olgudur. Selmani, bayramlara da yer vermekte olup dini bayramlardan ve Âşıklar Bayramı’ndan şiirlerinde bahseder. Selmani, barışıp kaynaşmak için illâ ki bayrama gerek olmadığını söyleyerek sevgiliyle bayramdan önce barışmak ister (31/ 3). Kurban Bayramlarında, hayvanlara eziyet edilerek ibadet yapılmaya çalışıldığını, bunun ibadet değil katliam olduğunu ifade eder (104). Selmani, unutulmaya yüz tutmuş bir Türk geleneği olan bayramlarda kadınların ellerine kına yakmasına değinir (106/ 2), bayramların küskünlerin barışma, insanların birlikte olma zamanı olduğunu söyler (276/ 1). Konya Âşıklar Bayramı’na katılmayı bıraktığı şiirde insanlara sitem eder (388/ 1) ¾ Mübarek bayramda acı esenler, Duyunca küsmesin bana küsenler, (104/ 2) 4.1.3. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Doğa: “Âşıkların şiirlerinde doğa önemli bir yer tutar. Doğayı; ağacıyla, çiçeğiyle, hayvanları ve dağlarıyla anlatırlar. Doğa, âşık edebiyatında divan edebiyatının soyut doğası değil, doğrudan doğruya göl, deniz, akarsu, dağ v.d. çevrede görülen gerçekçi tasvirlerdir. Arı, turna, ceylan, şahin, baykuş, deve, kuzu, bülbül gibi hayvanlar; gül, sümbül, çayır, çimen, bağ, murt, söğüt v.d. çiçek ve ağaçlar bazen benzetme motifi olarak kullanılırlar. Doğa, âşık için sevgilinin niteliklerini, güzelliklerini anlatma aracıdır.“ (Artun, 2008: 160). Âşık Selmani de doğayı, kimi zaman gerçek anlamıyla doğadaki güzellikleri anlatmak; kimi zamansa benzetmeler yapmak, sevgiliyi betimlemek için kullanır. Bazen doğadaki varlıkları kendine dert ortağı eder. Onları kişileştirir. Sevgili tasvirlerinde çoğu zaman doğaya başvurur. Âşık 112 Selmani’de sevgili; bazen gül, bazen sümbül; bazen menekşe, bazen servi; bazen ceylan, bazen kuzu; bazen kanarya, bazense bülbül olur. Daha önce sevgilinin nitelikleri anlatılırken, sevgilinin doğadaki hangi kavramlarla tasvir edildiğinden bahsedilmişti. Bu nedenle bu kısımda Selmani’nin doğayı gerçek anlamıyla anlattığı şiirlerden yararlanılacaktır. Âşık Selmani Tokat’ı tasvir ederken; bir yanının ova, bir yanının dağlık olduğundan ve bahçelerinde güllerin açıldığından (336/ 1); bahar geldiğinde dağların neşelenip çimenlerin canlandığından, derelerden suların ince ince aktığından (336/ 2) bağlarında üzüm, zerdali, şeftali, dut ve elmanın en güzellerinin yetiştiğinden (336/ 3) bahseder. Kendi köyü olan Kuruseki’yi anlatan âşık; köyünün doğasından, ikliminden, mevsimlerinden, hayvanlarından (38, 235, 236, 249) söz eder. Bir şiirinde sevgililere herkesin genelde çiçek verdiğini ama kendisinin çiçek yerine şiir vermek istediğini belirtir. (51/ 1) İlkbaharın gelişiyle doğanın çayır çimen olup yeşillendiğinden, bahçelerin sebze meyveyle dolduğundan bahseder (138/ 1). Ayrıca Selmani, bir şiirinde insanın; menekşe, sümbül, çiğdem, kar çiçeği, nevruz çiçeği, menekşe, narçiçeği, çiğdem gibi doğadaki çiçeklerden güzel olduğunu kıyaslamalı olarak söyler (53/ 3), bunu söylerken de bu çiçeklerin de güzelliğine değinir. Dünyanın güzelliklerini anlatırken onun; bahçelere, ayvalara ve narlara sahip olmasından bahseder (279/ 5). Bir yanın ovadır bir yanın dağlık, Serin serin eser yellerin Tokat, Bir yanın bahçelik bir yanın bağlık, Açılır bahçede güllerin Tokat, (336/ 1) Âşık Selmani, şiirlerinde bitkilerden bahsettiği gibi hayvanlardan da bahsetmektedir. Bitkilerde olduğu gibi kimi zaman gerçek anlamıyla, kimi zaman ise benzetme yaparak hayvanları da kullanır. Hayvanlar içinde en çok “bülbül”e yer veren Selmani, çoğu zaman onu benzetmeli olarak kullanır. Sevgililerini “gül” olarak ifade eden “Selmani” kendini de “bülbül” olarak ifade eder. Ancak burada da yine Selmani’nin gerçek anlamıyla bir doğa unsuru olarak ele aldığı hayvanlar incelenecektir. Benzetmeli kullanımlar daha önce kullanıldığı için bu bölümde yer almayacaktır. Âşık Selmani, bülbülün şakımasından etkilenir ve gülün dallarına konmasından bahseder (106/ 1). Mecnun hikâyesine telmihle kurtların, kuşların kendine üzüldüğünü söyler (37/ 2). Avcıların ceylan peşinde gezmesine değinir (122/ 1), kolunda şahin beslediğinden bahseder (113/ 3). Tavus kuşunun süslülüğüne (217/ 2), arıların bal yapmasına (294/ 4), pervanenin ışık etrafında dönme özelliğine değinir (15/ 2). Hacı Bektaş-ı Veli’nin güvercin şeklinde 113 Karahöyük’te bir kayaya konmasına (Birge 1991: 41) telmih yaparak güvercinden bahseder (99/ 1). Hz. Yunus’a telmih yapar ve onun yunus balığının karnında kalmasına değinir (86/ 4). Baykuşun uğursuzluğuna vurgu yapar (239/ 2). Bir muammasında yarasanın memesi olup sütü olmadığından (131/ 1), karıncanınsa canının olup ödünün olmadığından bahseder (131/ 2). Fil Suresi’ne telmih yaparak ebabil kuşlarının uçakları müjdelemesinden bahseder (290/ 3). Aşkın ateşe yanıp pişmesi, Dert ehlini bulup derdin deşmesi, Bülbülün seherde zara düşmesi, Lale derdi, sümbül derdi, gül derdi, (87/ 2) Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Coğrafi Konular: Âşık Selmani, şiirlerinde coğrafyaya karşı da duyarsız kalmamış ve coğrafi konulara da değinmiştir. Özellikle onu yaşadığı çevre etkilemiş, o çevrenin doğasını, iklimini, mevsimlerini vs. konu edinmiştir. Selmani’nin şirlerinde değindiği coğrafi konulara şu örnekleri vermek mümkündür: ¾ Mevsimler: Âşık Selmani, mevsimlere şiirlerinde yer vermekte, gerek gerçek anlamlarıyla, gerekse benzetme yoluyla mevsimleri şiirlerinde kullanmaktadır. Âşık Selmani ilkbaharı, doğanın canlanması, her yerin yeşillenmesi, dağların neşelendiği vakit olması yönüyle (138/ 1, 336/ 2) ve gönlün mutluluğunu ifade etmesi yönüyle kullanır (68/ 3). Âşık Selmani sonbaharı; güz ve hazan olarak da ifade eder. Selmani’ye göre güz, insan hayatının yaşlılık zamanlarını ifade eder ve hüzündür (37/ 1, 196/ 4). Bunun yanında Selmani sonbaharı, gerçek anlamıyla da kullanır, kendi köyüne sonbahar aylarında kış gelmesinden bahseder (236/ 2). Âşık Selmani; kışı, karı, zemheriyi (308/ 2) de şiirlerinde kullanmaktadır. Kış, Selmani için işlerin kötü gitmesini (47/ 1), sevgiliden ayrılığı ve hüznü (68/ 3) temsil ettiği gibi, bazen de onun şiirlerinde gerçek anlamıyla yani mevsim olarak yer almıştır (38/ 2, 236/ 2). Âşık Selmani, günümüzde çok fazla kullanılmayan “kışlamak” kelimesini de “kışa çevirmek” anlamıyla kullanır (113/ 2). Âşık Selmani, şiirlerinde yaz mevsimini gerçek anlamıyla kullandığı gibi, mecaz anlamıyla da kullanmaktadır. Mutluluğu, güzellikleri, ömrün güzel zamanlarını ifade etmede “yaz” kavramı kullanılmaktadır (47/ 1). Selmani, yazı mevsim olarak da kullanmakta (38/ 2), dört mevsim içinde de yazı sevdiğini ifade etmektedir (305/ 2) 4.1.4. 114 Dedi ayda yılda mevsim içinde, Dedim dört mevsimde yazlar güzeldir, (305/2) Akarsular, Göller, Dağlar, Denizler, Çöller, Ovalar ve Yaylalar: Âşık Selmani, doğa kavramlarını gerek benzetmeli olarak gerekse gerçek anlamlarıyla kullanmaktadır. Selmani, kendisinin bazen coşkun çaylar gibi aktığından (92/ 2), bir başka şiirinde Yeşilırmak’tan (249/ 2) bahseder. Âşık Selmani, derya, deniz, bahr, umman gibi eşdeğer kavramları da farklı şiirlerde kullanır. Bu kavramları gerçek anlamıyla kullandığı gibi aynı zamanda bir şeyin çokluğu, enginliği anlamında da kullanır. Selmani, ilmi bir derya olarak niteleyerek (8/ 4) ilmin büyüklüğü ve enginliğinden; “günah deryası” ifadesiyle günahın fazlalığından (245/ 1) mecazlı olarak bahseder. Bunun yanında denizden gerçek anlamıyla da bahseder. Atatürk’ün Yunan’ı denize dökmesinden (133/ 2), gemilerin denizde yüzmelerinden (290/ 2) bahseder. Âşık Selmani, bazı şiirlerinde “göl“ve “baraj”lara da yer verir. Gerek gerçek gerek mecaz anlamıyla bu kavramları kullanır. Selmani aşkı, sevdayı bir deryaya benzettiği gibi (326/ 2), bazen de aşkı göle benzetir ve mecazlı kullanır (191/ 4); ancak coğrafi anlamda gölü kullandığı şiirinde Almus Barajı’ndan ve oradan enerji elde edilmesinden bahseder (249/ 3). Âşık Selmani şiirlerinde çöllere, sahralara da yer verir. Çöller, Mecnun’un aşkından düştüğü yer olarak gelenekte yer alır. Selmani de buna telmih yaparak ve kendiyle özdeşleştirerek bu kavramı kullanır. (150/ 3) Selmani’nin şiirlerinde yer verdiği diğer coğrafi kavram “ova” ve “dağ” kavramları olup Selmani bu kavramları coğrafi anlamlarıyla; Tokat tasvirinde, bir yanının “ova”, bir yanının “dağ” olmasından bahsederken kullanır (336/ 1). Selmani, bazen derdinden Mecnun gibi dağlara çıkmak istediği söyler ve dağı bir sığınak olarak görür (155/ 2). Bazen telmih yoluyla Tur Dağı’na (195/ 2), masal dağı olan Kaf Dağı’na (204/ 3) vurgu yapar. Bazen başındaki derdi, dağın dumanına benzetir (169/ 1). Selmani, coğrafi kavramlar içinde “yayla” kavramına da yer verir ve köyünün yayla gibi olmasından bahseder (249/ 1). ¾ Bir yanın ovadır bir yanın dağlık, gölünden, Serin serin eser yellerin Tokat, (336/1) selinden, (249/ 2) Yeşilırmak’taki baraj Enerji suyu üreten Gök Cisimleri: Âşık Selmani’nin şiirlerinde gök cisimlerini de gerek gerçek anlamlarıyla gerekse mecazlı olarak kullanılır. Gök cisimlerinin mecazlı ¾ 115 kullanımları daha önce belirtildiği için bu bölümde coğrafi ve gerçek anlama uygun kullanılan gökcisimleri ifade edilecektir. Selmani, Hz. Yusuf’un rüyasında güneş ve ay görmesine telmih yapar (206/ 4). Dünyanın güzelliklerinden bahsederken onun güneşe ve aya sahip olmasına değinir. (279/ 2). Bayraktaki ay ile yıldızdan bahseder ve ay yıldızın akının kendisi olduğunu söyler (176/ 1). Bir muammada, gökyüzü ve bulutları cevap olarak kullanır. Gökyüzünün direksiz bina, bulutların ise desen desen gökte halı olmasından bahseder (323/ 3). Yer gök sende, güneş sende, ay sende, Yıllar sende, günler sende, ay sende, (279/ 2) Meteorolojik Olaylar: Âşık Selmani, yine coğrafi konudaki şiirlerinde meteorolojik olaylara ve iklime de yer vermiştir. Kardan, tipiden, yağmurdan, borandan, rüzgârdan, sıcaklıktan bazen gerçek anlamlarıyla bazense mecaz anlamlarıyla bahsetmiştir. Âşık Selmani, rüzgâra (yel), Tokat’ta serin serin yellerin estiğinden bahsederken yer verir (336/ 1). Aşkı gizli esen bir yel olarak düşünür (49/ 3), sevgilinin kokusunu ortaya çıkarması yönüyle “Badı Saba” yeline atıfta bulunur (200/ 5). Muamma türündeki şiirinde kimin tahtını rüzgârın aldığını sorar ve cevabını da Hz. Süleyman olarak vererek telmih yapar. “Rüzgâr”ı Süleyman’ın tahtıyla birlikte kullanılarak dünya mülkünün geçici olmasından bahseder (86/ 1). Ayrıca Selmani, “bora” rüzgârına yer verir ve kibirli insanlarla konuşmanın soğuk rüzgârlardan olan “bora”nın esmesi ve zarar vermesiyle benzer olduğunu ifade eder (357/ 5). Selmani şiirlerinde; gerçek anlamıyla köyündeki ağır geçen kış şartlarından ve bol yağan kardan bahsederken (235/ 4); mecazi anlamıyla hüzün ve acı yerine (84/ 1) kullanır. Güvendiği dağlara kar yağmasından bahseder (105/ 1). Selmani, şiirlerinde “boran” kavramından da bahseder, köyüne sonbahar ayında boran ve kar geldiğini söyler (236/ 2). Selmani, yağmuru da şiirlerinde kullanmış olup istifham sanatını kullanarak denizlerdeki suyun kaynağını sorar (52/ 2). ¾ Bol bol karlar yağar boran kışı var, Bir iki ay yazı kalmış köyümün, (235/ 4) 4.1.5. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Nasihat ve Eleştiri: Erman Artun, nasihat türündeki şiirlerle ilgili olarak, âşık tarzı şiirde (didaktik) öğretici şiirlere nasihat dendiğini ve bunların bir şeyi öğretmek, bir düşünceyi tanıtıp yaymak için yazılan şiirler olduğunu söyler. Öğretici olmak yaygın bir nitelik olduğu için halk şiirlerinin çoğunda az veya çok bir 116 öğreticilik özelliği olduğunu belirtir. Âşıkların toplum sözcüleri olup toplumsal değerlerden ödün vermediklerini, bu nedenle ahlakçı olduklarını, halkı duyarlı olmak için uyarıp yönlendirdiklerini söyler (Artun, 1996: 200). Âşık Selmani de 55 şiirini nasihat türünde yazmıştır. Âşık Selmani kimi zaman direkt olarak, kimi zaman ise dolaylı yollardan insanlara öğüt vermekte; kendince doğru olanları şiirlerine yansıtmaktadır. Bu tür şiirlerinde onun lirizmden ve şairanelikten uzaklaştığı görülmektedir. Dolayısıyla sanat ve şiirselliği ikinci plana attığı anlaşılmaktadır. Âşık Selmani, toplumsal değerleri ve tecrübelerini ortaya koyarak insanlara öğütler verir. Onlara yapmaları gerekenleri ve kaçmaları gereken şeyleri anlatır. İnsanlara faydalı şeyleri öğütler. Âşık Selmani ahlak anlayışının temellerini Türk töresi ve kendi inanç yapısından alır. Halkı inançları ve töreler ışığında aydınlatmayı, bilgilendirmeyi amaçlar. Âşık Selmani, Alevi- Bektaşi geleneğine sahip bir âşık olmasına rağmen her insana aynı gözle bakmak gerektiğine, insanlar arası ayrım yapılmaması gerektiğine inanır. İnsanları ayırmanın yobaz ve cahil insan işi olduğunu söyler. (303) “Yaratılmış insanları/ Hep bir görür gözüm benim” (168/ 2) diye seslenir. Selmani’nin nasihat verdiği ve bir mesaj verme amacı güttüğü şiirleri bazı başlıklara ayırarak ifade edebiliriz: ¾ Cehalet ve İlim: Âşık Selmani, insanlara kitap okumayı nasihat eder, her bilginin kitaptan alınabileceğini, insanların ilimli olması gerektiğini belirtir. Kitap okumayan insanın ilimsiz cahil kalacağını söyler (64/ 4). Çocuklara değer veren ve bir eser bırakıp da ölen insanların tarihe geçerek büyük kahraman olacağını belirtir (324/ 5). Eğitimli insanlara saygı duyar. Dünyaya ölümsüz eserler bırakmanın gerekliliğini savunur. Firavun gibi insanların kaybolacağından, Edison gibilerinse eserleriyle yaşacağından bahseder (124/ 2). Bilgisiz ve cahil insanlarla dost olunmaması gerektiğini, cahillik ve hileyle yapılan işte zarar görenin alan kişi değil satan kişi olduğunu belirtir (284/ 2). Cahiller altını satsa pul diye, Satılan aldanmaz, satan aldanır, (284/ 2) Dünya Malına, Şöhrete Kul Olmak: Âşık Selmani, maddiyatın insanların düzenini bozduğunu, insanların Hakk’ı bulmasını engellediğini söyler dolayısıyla dünya malına tamah etmenin yanlışlığını ortaya koyar (338/ 1). İnsanların maddiyat ve maneviyata önem vermesinde dengeye önem verir. Dünyanın varına tamamen aldanan insanları eleştirir. Maneviyat ile maddiyatı dengede götürülmesini tavsiye eder. (360/ 1) İbadet gibi manevi değerlerin bile parayla ölçülür olmasından duyduğu ¾ 117 rahatsızlığı dile getirir (357/ 1). İnsanlar dünyanın en büyük makamlarına da sahip olsalar bunun geçici olduğunu, ölümün muhakkak herkesi bulacağını belirtir (207/ 1). Dünyanın varına aldanan insan, Maddi ile maneviye bir yürü, (360/ 1) Kendini Bilmek: Âşık Selmani, kendini bilmeyen insanların büyük olamayacağını (127/ 3), kendini bilen insanların haddini bilebileceğini bu şekilde de nefsini öldürebileceğini ifade eder (259/ 3). Kendini bilmenin âlim işi olduğunu, özünü sözünü bilenin gerçek insan olduğunu söyler ve kinciliğin cahilin görüşü olduğundan bahseder. Men arefe nefsehu kad arefe rabbehu” hadisine atıfta bulunur (183/ 4). ¾ Men arafı bilmek âlim işidir, Özünü sözünü bilen kişidir, (183/ 4) ¾ Gurur ve Kibir: Âşık Selmani, gururlu kibirli insanları sevmez ve gururdan sakınmayanları eleştirir. Kibirden kaçmak gerektiğini belirtir. Çok bilirim diyenleri de “Şeytan” ile özdeş tutar (194/ 3), gerçek insanın kin ve kibirden arınmış olması gerektiğini, “Ölmeden önce ölünüz.” hadisine uygun şekilde yaşaması gerektiğini söyler. İmam Cafer, bu sözün manasını: “Hırsınızı, nefsinizi öldürün; pir eteği tutun.” (Atalay, 2009: 230) şeklinde yorumlamakta olup Âşık Selmani de bu anlayışla şiirlerini söylemektedir (71/ 3). “Ente mut” (Ölmeden önce ölmek) sırrına erenlerin canlarının sıhhat bulacağından, bu nedenle de kötü nefsi öldürmenin gereğinden bahseder (334/ 1). Selmani, el yanında kendini öven, dünya kendisininmişçesine hareket eden ve boş konuşanları eleştirir, bunun yanlışlığını ortaya koyar (297/ 4). İlin sofrasında fazla övünen, Bu dünyaya “benim” deyip değinen, Boş sözler konuşup kendin beğenen, Söz ehline kusur bulmuş gibidir, (297/ 4) Cömertlik, Sözünde Durmak, Yalandan Kaçmak: Âşık Selmani, cömertliğin her dinin temel vasıflarından olduğunu belirterek dolaylı olarak cömert olmayı öğütler (174/ 4). Âşık Selmani, âşıkların gerçek sözlü, zarif, özü sözü bir insanlar olmasından bahseder (51/ 3); ¾ 118 insanların da konuşurken yalan söylememesi gerektiğini (212/ 3), gerçek sözün halka ve Hakk’a yararlı sözler olduğunu, boş ve aldatıcı sözlerin yararlı olmadığını söyler (232/ 1). Bari Tâlâ muhtaç etsin merdine, Cömertliktir layık olan her dine, (174/ 4) Dürüstlük ve İyilik: Âşık Selmani, insanların dürüstlükte başarı göstermesini (24/ 3), iyilik yapması gerektiğini belirtir ve insanı incitmenin yanlış olduğunu söyler (316/ 3). Gönül kırmanın huyu olmadığını belirterek gönül kırmanın yanlışlığına değinir (368/ 1). ¾ Dürüstlükten gösterirsen başarı, Gönülleri zedelemez haşarı, (24/ 3) Çalışkanlık ve Tembellik: Âşık Selmani, tembellik yapan insanların kadercilik anlayışına karşıdır. Çalışan insanları örnek alıp onlardan üstün olmaya çalışmanın asıl unsur olduğunu söyler (332/ 1); dünyaya boş vermiş insanları yerer, çalışan insanların emeğinin karşılığının yiyip içmek olduğunu belirtir ve tembel insanları çalışmadıkları için eleştirir (332/ 4). Dürüst çalışmanın ve işine sıkıca sarılmanın önemine değinir. Cahillerin peşine gitmemeyi öğütler (123/ 4). Dünyada hiçbir emeğin boşa gitmeyeceğini ve tembellik yapanlara, emek vermeden bir bedel verilmemesini ister (128/ 5). ¾ Çekilen emekler gider mi boşa, Çalışmayıp boş gezene, para yok. (1287 5) ¾ İnsanı Sevmek, Gönül Yıkmamak ve İnsanları Ayırmamak: Âşık Selmani’nin şiirlerinde Yunusça bir insan sevgisi vardır. “Bir gönülü yıktın ise/ Bu kıldığın namaz değil.” diyen Yunus’la, Âşık Selmani’nin söyleyişleri benzer nitelikler gösterir. Gönlün Beytullah olduğunu söyleyen Selmani, onu yıkmanın Kâbe’yi yıkmak olduğunu savunur (347/ 1), gönül yıkmanın helal olanı dahi harama çevirmesinden bahseder (63/ 6). Ozanların tüm hayalinin, düşünün insan sevgisi olduğunu ve görevinin birlik ateşini yakmak olduğunu ifade eder (293/ 3). Selmani’nin sözlerini aynı şekilde başka âşıklarda da görmek mümkündür. Âşık edebiyatının 19. yüzyıldaki önemli temsilcilerinden sayılan Kayserili Âşık Seyranî’nin Develi Meydanı’ndaki 119 heykelinin doğu cephesinde yazılı olan dörtlük de Selmani’nin gönlün Kâbe olduğuyla ilgili söyleyişleriyle büyük yakınlık gösterir: Gönül Beytullah’tır gönülü yıkma, Rahat tut kendini sıkma Seyranî Elinden geldikçe kurmaya çalış, Rızayı Bari`den çıkma Seyranî Gerçek rıza alıp rızadan çıkma, Gönül Beytullahtır yıkma Seyranî İkrarında sabit durmaya çalış (347/1 Elinden gelirse imaret eyle (Selmani) (Seyrani) Âşık Selmani, insanlık sevgisiyle can bulduğunu, insana önem verdiğini belirtir ve insanı ayırmanın yobazlık olduğunu söyler. Allah’ın yaratılışta ayrım yapmamışken, insanların bu ayrımı yapmasını yadırgar (303/ 5). ¾ Ana, Baba ve Ataya Saygı: Âşık Selmani, anasından kaçan bir evladın sevgisine inanmadığını, zamanın evlatlarına da güç kuvvet yetmediğini söyler (259/ 1), ana hakkının nur oluşundan, atasız Resul’e ümmet olunamayacağından, gönlü kibirli olanların da cennete gidemeyeceğinden bahseder (259/ 4). Annenin evladını 9 ay karnında gezdirdiğini, ayetler ve hadislere ismini yazdırdığını söyler ve ana hakkının Tanrı hakkı olduğunu belirtir (262/ 3). Ataların ayaklarının altının cennet olduğunu söyleyerek, “Cennet anaların ayakları altındadır.” hadisine gönderme yapar (327/ 2). Bil imanın şartı altı, İmanlı işlemez haltı, Ataların ayakaltı, Evlatlara cennet olur, (327/ 2) ¾ Okula, Öğretmene, Kitaba Saygı: Âşık Selmani, Eski Tokat Valisi Yazıcıoğlu’na yazdığı şiirde onun okul kurmasından bahsetmekte ve onu övmektedir. Dolayısıyla da okulu, eğitimi yüceltenleri methetmektedir (387/ 2). Öğretmene olan sevgi ve saygısını, yapılan görüşmemizde kendisine selamlarını ileten hocalarımıza irticalen söylediği bir şiirle ifade etmiştir. Öğretmenleri “insan sevenlerin yücesi” olarak ifade eder (272/ 1). Teknolojik yeniliklerin kökünü kitap okumaya bağlar (290/ 2). Kitabı en büyük emanetlerden biri olarak gösterir (291) Madem Muhammed’in hocasısınız, Muhammed’i seven sizi de sever, İnsan sevenlerin yücesisiniz, Muhammed’i seven sizi de sever (272/ 1) 120 Evlat Sevgisi: Âşık Selmani, evlat sevgisinin Kuran’la birlikte iki emanet olduğunu söyler ve bunları sevmekle hakikatin bulunacağını, bunları sevmekle insanın Allah katında derecesinin artacağını belirtir (361/ 3). İyi evlat yetiştirip onu ilimli kılmanın, ona bilmediğini öğretmenin büyük sevap olduğunu söyler (291/ 3). ¾ Evlat yetiştirip yüzü güldürmek, İlim bilip cehaleti öldürmek, Bilene bilmediğini bildirmek, İnsanlar içinde büyük sevaptır, (291/ 3) Eleştiri: Âşık edebiyatında yer alan eleştiri niteliğindeki şiirler âşık karşılaşmalarında “atışma” ve “taşlama” gibi adlar alır. Âşıklar kendilerince olumsuz olan şeyleri taşlarlar. Günümüzde yergi, satirik şiir; divan edebiyatında “hicviye” olarak adlandırılan türün âşık edebiyatı karşılığı taşlamalardır. Âşıklar gerek bireysel, gerek toplumsal taşlamalar yaparlar. Taşlamalar konusunda Artun: “Âşık edebiyatı içinde taşlamalar genelde yakınma niteliklidir. Kişisel taşlamalarsa daha çok âşığın iç dünyasını yansıtır. Toplum yapısı bozulunca âşık da toplumu taşlar. Âşık şiirlerinde felekten yakınma çokça görülür. 19. yüzyıldan itibaren toplumsal kural bozucuları eleştirilmiştir. 20. yüzyılda ise kader kavramı âşıklarca kullanılmaya başlar. Bireysel eleştiriler ağırlık kazanmıştır. Toplumda umduğunu bulamayan âşık yazgısına küser. Taşlamalar âşık edebiyatının lirizmden uzak, gerçekçi yönünü ortaya koyar. Âşık tarzı şiirde taşlamalar şu şekilde sınıflanabilir: 1- Toplumsal 2- Feleğe Yönelik 3- Kişilere Yönelen 4Güzele- Sevgiliye Yönelik 5- Kişisel 6- Hayvanlarla, doğa güçleriyle ilgili taşlamalar.“(Artun, 1996: 206) demektedir. Âşık Selmani de, daha önce de belirtildiği üzere kendi ifadesiyle, taşlamayı seven, aksaklıkları dile getiren, kimseden çekinmeyen bir âşıktır. Selmani, gördüğü yanlışları hep şiirlerine taşımıştır. Kimi zaman sevgiliyi, kimi zaman toplumu, kimi zaman feleği, kimi zaman da kendini taşlamıştır. Atışma dalında birçok ödül almış, bu alanda bilinen önemli âşıklar arasında sayılmıştır. Âşık Selmani, Alevi- Bektaşi geleneğinden gelmesine rağmen, birçok şiirinde onun Alevileri ve Alevi büyüklerini de taşladığı görülmektedir. Onun için taşlamanın sınırı mezhep, dil veya din değil; yanlışın kendisidir. Âşık Selmani şiirlerinde toplumsal eleştirilere yer verir ve toplumda kötü giden bazı şeyleri dile getirir. İnsanlar arası yapılan ayrımları eleştirir (303/ 5), insanların inançlarının gereğini yerine getirmediğinden, inançları ¾ 121 uğruna kendini feda eden insan kalmadığından yakınır (67/ 1). Zalimlerin tarafında olanların şefaatsiz kalacağını söyler (205/ 6). Tembellik yapanları eleştirir (128/ 5), çalışkan insanları över; dürüst çalışmanın ve işine sıkıca sarılmanın önemine değinir. (123/ 4) Saygının ve sevginin öneminden yola çıkarak yaşlılara, anne ve babalara saygılı olmayanların bir gün kendi başlarına da bunların geleceğini söyler (259/ 3). Alevi toplumunda kerametli er kalmamasını, haram yiyenlerin çok olmasını eleştirir (127/ 2). Siyasetçilerin yalan konuşup toplumu kandırmasına içerlenir ve onları taşlar (160/ 2). Kerbela Olayı’na atıfta bulunarak Yezit’i hazreti olarak ananları, şeytana uyanları ve gerçekten inanan insanları inançsız sayanları eleştirir ve bunların Hz. Muhammed’den şefaat ummaması gerektiğini söyler (205/ 6). Toplumda ahlaki çöküntüden, utanma duygusunun kalmamasından, dünyaya zalimlerin hâkim olmasından yakınır, afetlerin, depremlerin de bu yüzden Allah’ın bir cezası olarak verildiğini ifade eder (283/ 1). Âşık Selmani bazen de bireysel olarak eleştirilerde bulunur ve kişilerin yanlışlarını taşlar. Özellikle sevgiliye bireysel eleştirilerini yöneltir. Onun kendinden usanmasından, soğuk durmasından, yâd ellere meyil vermesinden acı çeker ve sevgiliyi taşlar (385/ 1), muhannetliğinden dert yanar (39/ 1). Sevgilinin kendine sevgi ve muhabbet duymamasından üzüntülü ve şikâyetçidir; bundan dolayı ona, kendinden daha kötü hallere düşmesi için beddua eder (80/ 1). Selmani, sevgili dışında kişileri de sık sık eleştirir. Örneğin, Musa Dede adlı kişiyi iki emaneti (Kur’an ve Ehlibeyt) inkâr etmesinden dolayı taşlar (288/ 4). Âşık Selmani, toplumsal ve bireysel taşlamaları dışında kadere, feleğe ve bahtına yönelik de eleştiriler yapar. Genelde kaderinin kötü olmasından yakınır. İşlerinin iyi gitmemesini bahtının kara olmasına bağlar. Bu durumda da feleğe, kaderine, bahtına taşlama yapar. Herkes gülüp oynarken kendisinin güvendiği dağlara kar yağması sonucunda kara bahtının hiç gülmeyeceği şüphesine kapılır (105/ 1), kötü kaderin peşini bırakmamasından şikâyet eder (346/ 5). Feleğin düzenbaz olduğunu onun eline düşenin ömrünün az olduğunu belirtir (47/ 3); dünyanın faniliğine ve bu dünya mülkü için dava gütmenin yanlışlığına değinir (59/ 1). Günden güne açılmakta yaralar, Silinmiyor kalplerdeki karalar, Hakk yoluna harcanmıyor paralar, Ne mürşit ne dede ne talip kaldı, (67/4) 122 4.1.6. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Milli Konular (Bayrak, Kahramanlık, Vatan, Ordu, Atatürk) “Âşık şiirinde yiğitleri, yiğitliği, vatanı öven şiirlere “koçaklama” denir. Destanî öğeler halk şiirinde ‘koçaklamalar’ ile yaşar. Yiğitlik ve kahramanlık şiirlerini daha çok asker ve köylü âşıklar işler. Övgü ve cesaret verme esastır. Yiğitleri kutsamak ve yüceltmek Orta Asya geleneklerinden günümüze kadar gelmiştir.” (Artun, 1996: 209) Âşık Selmani’nin şiirlerine bakıldığında milli konularda hassas; ülkesini, bayrağını, toprağını, ordusunu seven; Atatürk’e sevgi ve saygı duyan bir insan olduğu görülmektedir. Âşık Selmani’nin sekiz şiirinde (25, 133, 158, 165, 176, 244, 313, 353 Numaralı Şiirler) ana tema milli duygularla örülüdür. Başka şiirlere ait bazı dörtlüklerde de milli duygular hâkimdir; ancak bütünsel olarak bakıldığında sekiz şiir tamamıyla milli duygulara yöneliktir. Âşık Selmani, dış güçlere karşı al bayraktan vazgeçilemeyeceğini, vatan için gerekirse can feda edilebileceğini söyler (273/7). Millet, devlet, ata ve yurt sevgisiyle birlikte insanların birlik olmasına özlem duyar (165/ 1); Türk’ün namuslu, çalışkan ve üstün başarılı olması gerektiğini ifade eder (165/ 4). Âşık Selmani, Mehmetçiğin devletin gururu olduğunu, onların vatan ve din uğrunda savaştığını, gerektiğinde de her şeyini vatana feda edebileceğini belirtir (313/ 3), özü Türk olan insanların Türklüğünden gurur duyması gerektiğini söyler (313/ 6). Din harici olana toprak ve namus teslim edilemeyeceğini belirtir (353/ 1). Âşık Selmani, özünün Türk olduğunu ve gerektiğinde canının kanının vatana kurban olduğunu söyler; her zaman da bu devletin koruyucusu, bekçisi olacağını ifade eder (25/ 1). Âşık Selmani, Atatürk’e sevgi, saygı duyar. Atatürk’ün vatanı gençliğe emanet ettiğini ve onun izinde olanların başarıya ulaştığını belirtir (25/ 4). Yurdun her yanında Atatürk’ün izlerinin olduğundan; “Yurtta sulh, cihanda sulh” sözünün de yurtta hep bilinip hatırlandığını söyler (133/ 1). “O, yurda göz koyan düşmanımızı/ Canından bezdiren Atatürk idi” (Ulu, 1987: 402) dizeleriyle Atatürk’ün ülkeyi kurtarma adına direnişinden ve düşmanı bezdirmesinden bahseder. Selmani der Hakk’tan hayır beklensin, İstemem ırkıma zulüm yüklensin, Özü Türk olanlar hep büyüklensin, Devletin gururu Mehmetçiklerdir, (313/6) 123 4.1.7. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Yaşamın Dönemleri: İnsanın doğumundan ölümüne kadar olan süreçte bazı dönemler vardır: Bebeklik, çocukluk, gençlik, olgunluk, yaşlılık (geçkinlik) vb. Selmani bu dönemler içinde gençlik ve yaşlılık üzerinde çok fazla durmaktadır. Gençliği iyi değerlendirmek gerektiğinden; yaşlılara, anne ve babalara saygı göstermenin öneminden, bir gün herkesin yaşlanacağını unutmaması gerektiğinden bahseder. Selmani, yaşlılık kavramı yerine genelde “geçkinlik” ifadesini kullanır. Gençliği iyi değerlendirmenin gerekliliğine değinir. Gençliğini iyi değerlendiren kişilerin gönlünü sevenlere bağlamasından bahseder (43/ 4). “1985 Dünya Gençlik Yılı” münasebetiyle yazdığı şiirde halk edebiyatının Türkçenin özü olduğunu; âşığın sözünün ve sazındaki tellerin ‘millet, devlet ve gençlik’ diye seslendiğini belirtir (331/ 2). Âşık Selmani, bir şiirinde 55 yaşına gelmesine rağmen hâlâ kendini genç hissettiğini söyler (176/ 3). Âşık Selmani, anne babaya saygı duyulmasını, yaşlanınca onların bir kenara atılmamasını öğütler, kenara atanın da evlat sayılamayacağını (259/ 2) ifade eder. Herkesin bir gün yaşlanacağını bilmesi gerektiğini, bir gün anne baba ölünce yaşlılık sırasının evlatlara da geleceğini söyler (259/ 3). Sevgiliye seslendiği bir şiirinde olgun insanları sevmesini söyler. Gençlerin karşısındakini dile düşüreceğini, hâlbuki olgun insanlarda bunun olmayacağını dile getirir (335/ 1). Âşık Selmani, yaşam dönemlerinin sonuncusu olan ölüme de birçok şiirinde değinmektedir. Bu şiirlerinde bazen ölüme ilâhi gaye ve bakış açısı dışında bakar. Ölümü yardan ayrılığa tercih eder. Sevgili uğruna ölümü bile göze alır. Onun ayrılığını, uzak oluşunu ölüm sayar. Ölümü bazen tasavvuf dışında ifade eder. Âşık Selmani, karamsarlığın insan ömrünü bitirdiğinden bahseder (128/ 4); bu dünyada işlenen günahların cehennemdeki ateş olduğunu söyler. O nedenle insanların ölünce, cennete mi yoksa cehenneme mi gideceğine kendilerinin bu dünyada karar verdiğini belirtir (41/ 2); dünyada ölümsüzlüğün sadece kalıcı bir eser bırakmakla sağlanabileceğine inanır. Kalıcı olmak isteyen insana da eser bırakmasını öğütler (124/ 1). Sevgili için canından geçebileceğini, ona canını feda edebileceğini söyler. Sevgilinin bir buse vermemesini ölüm sayar (137/ 2); sevgilinin vefasızlığından, kendine bakmadığından yakınır ve bu şekilde ölüme sürüklendiğinden bahseder. O, sevgilinin kendine bakmamasını bile ölüme sebep sayar (161/ 2). Ölümü vadenin yetmesi olarak ifade eder. Vade dolduğu vakit ölüm gerçekleşeceğini düşünür (239/ 1); ölümü bir göç olarak nitelendirir (259/ 3). Selmani’nin yaşamın dönemleriyle ilgili şiirlerine şu örnekleri verebiliriz: 124 Kendin bilen insan haddini bilir, Haddini bilenin bet nefsi ölür, Bu geçkinlik bir gün ona da gelir, Anlar ana baba göçerse eğer, (259/3) Ey Selmani kış misali, Hem hayal hem düş misali, Can cesetten kuş misali, Uçacaktır uçmasın mı, (233/ 5) 4.1.8. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Türkçe Sevgisi, Edebiyat, Müzik: Âşık Selmani’nin şiirleri incelendiğinde onun; bilinçli bir Türkçeci, milli değerlere düşkün bir şair, halk edebiyatını üstün tutan ve edebiyatı bir milletin öz kültürü gören bir araştırmacı, elindeki sazıyla sözlerini icra eden bir müzik adamı olduğu görülmektedir. Selmani, Türkçe konuşmanın güzelliğinden (316/ 3), Türkçeyi dünyada üstün dil haline getirmekten, (331/ 1), halk edebiyatının Türkçenin özü olduğundan (331/ 2), Tokat’ta öz Türkçe kullanıldığından (336/ 4), dünyadaki edebiyat ve halk kültürünün temel güzelliklerinin Türk kültüründe olduğundan (293/ 4), müzik aletlerinden ve bunları kullanmanın güzelliğinden (305/ 3) bahseder. Âşık edebiyatının kökünün Allah- Muhammed- Ali anlayışına dayandığını belirtir. Âşık edebiyatının oluşumunu Bektaşî edebiyatına bağlayan görüşü (Günay, 2008: 42) destekler (142/ 1). Türk andırır Türk’ün ana dilini, Diller millet, devlet, gençlik der durur, (331/ 1) Halk edebiyatı Türkçenin özü, Âşığın şairin ozanın sözü, (331/ 2) Öz Türkçe konuşur lisanlarımız, Türk’tür türkü söyler dillerin Tokat (336/ 4) Edebiyat ile halk kültürünün Şüphesiz ki tadı tuzu bizdedir (293/ 4) 125 4.2. ÂŞIK SELMANİ’NİN DİNİ VE TASAVVUFÎ ŞİİRLERİNDE İÇERİK: 4.2.1. Âşık Selmani’nin Dini‐ Tasavvufi Şiirlerinin Genel Özelikleri: Âşık Selmani, âşık şiiri tarzında yazdığı şiirler yanında dini- tasavvufi anlayışla da birçok şiir yazmıştır. Ancak onda dinin zahir kısmından ziyade tasavvufun içe dönük tarafı baskındır. Dini öğelere her ne kadar yer vermiş olsa da dinin gereklerini yapmada da tasavvufun temellerinden olan kalp temizliği, gönül kavramlarına değinir. Kalp temizlenmeden yapılan ibadeti riya olarak görür. Onun özellikle değindiği kavram dinden çok tasavvuftur. Alevilik merkezli tasavvuf anlayışını da dinin temeli sayar. Bu anlayıştaki her şeyin zaten İslam dinine uygun olgun olduğunu belirtir. Selmani, Nazenin Tarikatı içinde yer aldığını, Bektaşiliğe sıkı sıkıya bağlı olduğunu ve Hacı Bektaş-ı Veli’nin yolunda ilerlediğini ifade etmektedir. Çetin; Selmani’nin hakikate gitmek, bunun için yol tutmak, Tariki Nazenin ehli olmak, tarikatın dört yoluna bağlanmak gerektiğine inandığını belirtir ve Selmani’nin şeriat, tarikat, marifet ve hakikat esaslarına sıkı sıkıya bağlı olduğundan bahseder (Çetin, 1984: 27). Selmani, şiirlerini genellikle dini- tasavvufi daire doğrultusunda oluşturur. Onun bu tarzdaki bu şiirlerinde kullandığı dil, âşık tarzı söyleyişlere göre daha ağırdır. Sık sık Arapça- Farsça kelimelere başvurur. Kur’an’ı okuduğunu ve etkilendiğini, bazı şiirlerinde Kur’an’ı kendince işlediğini ifade eder (337/ 3). Selmani bazen alıntı yaptığı ayet ve hadisleri Arapçadan olduğu gibi aktarır. Bu nedenle de âşığın dili ağırlaşır hatta bazen anlaşılmaz hale gelir. Âşık Selmani, deyiş, düvazimam, mersiye ve divan tarzında söylediği şiirlerinde, sık sık telmihe başvurur. Tarihi olay ve kişilerden tahkiye yoluyla alıntılar yapar. Onların başlarından geçen olaylara değinir. Özellikle de Alevilik içinde kutsal sayılan olay ve kişilere çok yer verir. Bunun yanında Alevi felsefesine göre yaradılışı, Aleviliğin doğuşunu ve inanç anlayışını ortaya koyar. Alevi söylencelerini şiirlerinde işler. Peygamberlere ait kıssalara atıfta bulunur. Allah- Muhammed- Ali sevgisini işler. Ehli Beyit ve On İki İmam, Hacı Bektaş-ı Veli ve diğer din büyüklerinin sevgisini şiirlerine taşır. İnsan sevgisini temel alır, kalp kırmanın kötülüğüne değinir. İnançlı, bilgili ve kültürlü olmayı över; inançsızlığı, cahilliği eleştirir. Ahlaka önem verir, ahlaklı olmayı öğütler. Âşık Selmani, bildiği ve söylediği şeylerin özünü cem ortamlarındaki sohbetlerden, deyişlerini okuduğu büyük Alevi âşıklarından ve kitaplardan öğrendiğini söyler. Âşık Selmani’nin yetiştiği ortam da dini- tasavvufi şiirler söylemesinde çok önemlidir. Âşık Selmani, çocukluğundan itibaren cemlere katılmış, zâkirlik 126 yapmış ve derleme deyişler söylemiştir. Bunların onda uyandırdığı manevi etki onun âşıklığında etkili olmuştur. Nasıl yazması gerektiğini, kullandığı kelimelerin manalarını, tasavvufun ne olduğunu ilk önce bu törenlerde öğrenmiştir. Zamanla olgunlaşmasıyla birlikte, kendi şiirlerini söylemiş, okuduğu âşıklarla benzer konularda şiir yazmasına rağmen özgün bir tarz ortaya koyduğunu belirtmiştir. Âşık Selmani, tasavvufun “vahdet-i vücut” anlayışını şiirlerine taşır. Onun düşüncesi, âlemdeki her şeyin Allah- Muhammed- Ali’den tecelli olduğu yönündedir. Allah’ın önce Hz. Muhammed ve Hz. Ali’nin ruhlarını yarattığını, kudret kandilinde bu ruhların binlerce yıl yaşadığını ifade eder. Dolayısıyla her şeyden önce Allah- Muhammed- Ali’nin bu evrende var olduğunu söyler. İnsanın vücudunda bile bu isimlerin yazılı olduğunu ifade eder. “Ene’l Hak” anlayışının yanlış anlaşılmasından duyduğu üzüntüyü dile getirir, kaba sofulara çatar. Selmani, şiirlerini mistik ve tasavvufî temelde yazar. Kendisi Bektaşi Nazenin tarikatına bağlıdır; ancak insanları bir gözle görmeyi kendine ilke edindiğini söyler ve bunu “İnsanları bir gözünen, Gören Selmani Selmani” dizeleriyle dile getir (Selmani, 2008: 227). İnsanlarda din, dil, tarikat ayrımı yapmaz. İnsanı ayırmayı yobaz işi olarak görür. (303) Dört kapı kırk makam anlayışını şiirlerine yansıtır. Bazen Selmani’nin harflere mana yüklediği ve Hurufiliğe ilgi duyduğu görülür. Âşık Selmani, tüm bu bilgilerin ilmi ledünle kendisine verildiğini ancak bunu olur olmaz açmasının mümkün olmadığını belirterek tasavvufun kaidelerinden birini ortaya koyar. Geçmişte inancından ötürü cezalandırılan insanların yolunda olduğunu açıkça ifade eder, yani Nesimi, Hallacı Mansur gibi mutasavvıfları örnek alır. Özpolat eserinde; “Alevi mutasavvıfların Tanrı’nın, insanın, evrenin ve Kur’an’ın gerçek anlamlarını ve niteliklerini düşünüp tartışmaya başladıktan sonra, kendilerinden önceki akımları da elekten geçirirler ve bir sentez oluştururlar. O nedenle de inandıklarını çekinmeden söyledikleri için de çile çeker, işkence görürler.” (Özpolat: 272) görüşünü savunmaktadır. Selmani, 1980’lerden itibaren kendi dünyasına çekilip âşık toplantılarında yer almayışının sebebini; şiirin özünü, gerçek aşkı, sözün manasını anlamayan insanlarla birlikte olmak istememesi olarak ifade eder ki bu; anlaşılmamanın ve fikirlerinden ötürü hor görülmenin onda oluşturduğu tepkidir. Selmani de kendi fikirlerini açıkça ve çekinmeden söylediği için kimi zaman bunu sıkıntılarını çekmiş, daha sonra da kendini bu ortamların dışına atmış, kendi dünyasına çekilmiştir. Âşık Selmani’nin şiirlerindeki tasavvufi motifler genelde şu şekildedir: ¾ Allah sevgisi, Vahdet-i Vücut, Aşk, Tecelli, İnsan ¾ Kutsal Değerlere Bağlılık 127 Allah- Muhammed- Ali Birliği, Ehli Beyit, On İki İmam ve Din Ulularına Ait Anlatılar ¾ İnsanların İyiye, Doğruya, Güzele Ulaşmaları İçin Çaba Göstermesi ¾ Dünyanın Faniliği ve Ahiret İnancı ¾ Alevi- Bektaşi Felsefesi ve İnanç Kaideleri ¾ İnançlı Olmanın Faziletleri ¾ İnsan Sevgisi ve Kalp Kırmanın Kötülüğü ¾ Allah’ın Nimetlerine Şükretme ekseninde olduğu görülmektedir. Âşık Selmani’nin incelediğimiz 392 şiiri içinde 121 şiirinde dinitasavvufi söyleyişlere rastlanmıştır. Bu şiirlerin çoğunun genel teması dinitasavvufi olmakla birlikte bazıları, başka türlerde yazılmasına rağmen bir veya birkaç dörtlüğünde dini- tasavvufi tema mevcut olan şiirlerdir. ¾ 4.2.2. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Din Kültürüyle İlgili Kavramlar: Âşık Selmani’nin şiirlerinde din kültür ve değerleri önemli bir yer tutmaktadır. Selmani İslam dininin temel motiflerini şiirlerinde kullanmakta ve bunları kendi inanç değerlerine göre yorumlamaktadır. Selmani, İslam’ın ve imanın şartlarına, İslam ahlakına değinmekte ve İslam için önemli olan kişileri telmih yoluyla şiirlerine taşımaktadır. Selmani’nin din kültürüyle ilgili olarak şiirlerinde geçen kavramlar şunlardır: ¾ Namaz: Âşık Selmani, İslam’ın şartlarından olan namaza şiirlerinde yer vermekte, namaz ve diğer tüm ibadetlerin temiz bir gönül ve özle yapılmadıkça hükümsüz olacağından bahsetmektedir (4/1). Selmani, AleviBektaşi geleneğine bağlı bir âşık olduğundan onun namaz ve ibadet kavramı Sünni anlayıştan farklıdır. Onun namaz olarak şiirlerinde bahsettiği cemde yapılan ibadettir. Alevilikte namaz olmadığını söyleyenlere karşı çıkan Selmani, Halil Öztoprak’ın, “Aleviler de Kur’an’ın ve Hz. Muhammed’in emirlerine uymakta, ona göre ibadet etmektedir. Ayrılık sadece ibadet ve taatın şeklindedir.” (Öztoprak, 1990:7) görüşünü destekler. Selmani ibadetin gizliliğine inanır. Açıktan yapılan ibadetin ve yapılan ibadetin söylenmesinin riyaya yol açabileceğine inanır. ”Öztoprak, bu konuda Enam Suresi 92. ayeti delil göstermekte, ayette geçtiğini iddia ettiği “ Dinin direği olan namazı saklasınlar.” cümlesini almaktadır. (Öztoprak, 1990: 12) Ancak bu ayet, kaynaklarda farklı tercümeyle karşımıza çıkmaktadır. Kaynaklar “namazı saklasınlar” şeklinde değil, “namazlarına devam etsinler.” şeklinde tercüme yapmaktadırlar (www.diyanet.gov.tr). Âşık Selmani, her ne şekilde yapılırsa yapılsın, gönülden ve gerçekten inanıp ibadetlerini yapana saygı duyar; ancak gösteriş için ibadet yapan fakat gönlü temiz olmayanları da eleştirir. İbadeti sadece camiyle sınırlamaz, asıl ibadethanenin gönül olduğu 128 görüşünü ortaya koyar. Her yerin Allah’ın evi olduğunu her yerde ona ibadet edilebileceğini söyler. İbadet ehlinin her şeyden özünü ayırmasını ister. Savum ve salat kavramlarına yer verir. Namazla ilgili olarak Selmani’nin şiirlerinden şu örnekleri verebiliriz: Kırk sekiz Perşembe ile yası matem orucun, Daima tutmaktayız biz savım salât ehliyiz, (390/ 4) Demekle namazı kılınmış olmaz, Özü gönlü hakla bir olmadıkça, (4/ 1) Şüphesiz namazım kılınmış diyen, Gayrilerden özün seçmiş olmalı, (71/ 1) Balık karnında kim bildi vaktini, Orada namazın kılan kim idi, (86/ 4) Bırakmazsa canı kul müşkülatta, Özü gönlü olur savum salâtta, Ruh gider gelirse aynı sıfatta, Ruh cesede ten toprağa yakışır, (286/ 4) ¾ Oruç: İslam’ın şartlarından olan orucu Selmani’nin bazı şiirlerinde görmek mümkündür. Selmani, daha çok Muharrem’de tutulan oruçtan bahseder. Savum ve salat kavramına yer verir. Bu konuyla ilgili olarak da Selmani’nin şiirlerinden şu örnekleri verebiliriz: Kırk sekiz Perşembe ile yası matem orucun Daima tutmaktayız biz savmu salât ehliyiz (390/ 4) Muharremde et yenmez su içilmez, Yas çekmeyenlere kıymet biçilmez, (22/ 6) Bırakmazsa canı kul müşkülatta, Özü gönlü olur savum salâtta, Ruh gider gelirse aynı sıfatta, Ruh cesede ten toprağa yakışır, (286/ 4) 129 Hac: Âşık Selmani, İslam’ın şartlarından “hac” kavramına da değinir. Dünyadaki en büyük “Kâbe”nin insanın gönlü olduğundan bahseder. Onu yıkmanın Kâbe’yi yıkmak olduğunu belirtir. İbadette gösteriş değil, gönülden yapmayı arar. En büyük haccı gönül ziyareti sayar, bir gönüle girmenin tavaf gibi olmasına değinir: ¾ Kâbe kıble sensin hacı Gel dertlere derman eyle (45/ 2) Gönül ziyareti bilmeyen cana, Hacı demek zor geliyor ciğerim, (171/ 4) Gönül Beytullah’tır gönülü yıkma Elinden geldikçe kurmaya çalış (347/ 1) Âşık edebiyatının 19. yüzyıldaki önemli temsilcilerinden sayılan Kayserili Âşık Seyranî’nin Develi Meydanı’ndaki heykelinin doğu cephesinde yazılı olan dörtlük de Selmani’nin bu söyleyişiyle büyük yakınlık gösterir: Rahat tut kendini sıkma Seyranî Rızayı Bari`den çıkma Seyranî Gönül Beytullah’tır yıkma Seyranî Elinden gelirse imaret eyle Selmani’nin bu söyleyişine benzer söyleyişleri, kendisinde büyük etkisi olduğunu söylediği Seyyid Nesimi’nin şu şiirinde de rastlamak mümkündür: Kalbi mümin beyt’ül Hak’tır, Hac-ı ekber andadır, Belki Hak onda bakidir, Yıkma gönlün kimsenin (www.antoloji.com) ¾ Zekât: Âşık Selmani’nin şiirlerinde “zekât” kelimesi geçmese de fakiri koruyup kollamanın önemine, ona yardım etmenin gerekliliğine değinilir: Olgun ocak oğlu olayım dersen Fakirin halini sormaya çalış, (347/ 3) 130 Allah İnancı ve Allah’ın Adları: Âşık Selmani, şiirlerinde “Allah”ın isimlerini ve sıfatlarını farklı şekillerde kullanmakta, Allah’ın birçok ismine yer vermektedir. Allah’ın varlığını, birliğini, sevgisini, büyüklüğünü, her şeyin yaratıcısı ve sahibi olduğunu anlatmaktadır. Ona yakarışlarda bulunmakta, ona koşulsuz sevgiyle bağlı olduğunu belirtmektedir. Vahdet-i vücut felsefesini şiirlerinde işlemektedir. Her şeyin Allah’ın bir görüntüsü olduğundan, Allah’ın insanın kalbine gizlendiğinden ve âşıkların sevgisinin Allah sevgisi olduğundan söz etmektedir. Selmani, Enfal Suresi 24. ayette geçen: ”Ve bilin ki muhakkak Allah, kişi ile kalbi arasına girer.” sözleriyle, tasavvuf anlayışında Tanrı’nın insanın kalbine gizlenmesi hususunu özdeşleştirir. Selmani, Allah- Muhammed- Ali birliğinden bahsederken “Ve hüvel Aliyy’ül azim” şeklinde biten “Ayet-el Kürsi”de Allah’ın isimleri sayılırken Ali’den bahsedildiğini ifade eder. Selmani’nin şiirlerinde Allah’ın isimlerinin ve sıfatlarının şu kullanımları ile karşımıza çıktığını görmekteyiz: “Allah (166/ 3), Tanrı (131/ 3), İlah (306/ 5), Hak (103/ 4), Hak Teâlâ, Allah-u Teâlâ (56/ 1), Rahman (294/ 3), Mevlâ (264/ 3), Bari Teâlâ (168/ 1), Rabb’il Âlâ (168/ 1), Rab, Rabb’il Âlemin (230/ 2), Rab biyel Âlemin (303/ 1), Gaffar’ız Zünup (45/ 4), Yaradan (103/ 2), Huda (213/ 1), Gafur (245/ 2), Celil (245/ 2), İlla (362/ 5), Zül Celal”. Selmani’nin bu kullanımlarına şu örnekleri verebiliriz. ¾ Selmani der Allah beni söyletir, (183/ 5) Her şeyin yaratıcısı Dedi haberdardır cömert İlâh’ı (306/ 5) (Kendine ibadet edilen) Ey Selmani Arif olup bil Allah‐u Teâlâyı (Namı büyük Allah) Münkirler lâ deseler de sen zikreyle İllâ’yı (Yücelik) İnsanların cemalinde görmeyenler Mevlâ’yı (362/ 5) (Sahip) Tanrı dosttur kalbimizde beslenir (131/ 3) (Türkçede Allah) Cahil olan fark edemez şek nedir, Rahman nedir, (294/ 3) (Hayır, nizam, adalet sahibi) Âşığın sevgisi Hak sevgisidir, (103/ 4) (Doğru olan) Şükür kim Bari Telâ’ya (Her şeyi gayeye uygun yaratan Allah) Sığındım Rabb’ül Âlâ’ya (168/ 1) (Yüce Allah) İsmi Gafur, Celil Allah’a yalvar (245/ 2) (Merhamet eden, bağışlayan, mertebesi yüksek) Bizi yaradan Huda’nın bir gizli hikmetiyim (266/ 2) (Sahip) İsminiz Gaffar‐üz Zünup (45/ 4) (Günahları örten) 131 Düşünmek lazımdır o Zül Celal’i, (63/ 6) (Allah’ın kahır sıfatlarının tümü) (Gölpınarlı, 2004: 67), cemal sıfatının zıddıdır (Pala, 1995: 108). Melekler: Âşık Selmani Allah’ın meleklerine inanır ve şiirlerinde onların görevleri, önemleri üzerinde durur. Dört büyük melekten, cennetteki Huri ve Gılman meleklerinden, Alevi yaradılış felsefesinde adı geçen Sima melekten, Zebani’den bahseder. “Ey melek bakışlı sarışın güzel” (137/ 2) dizesinde olduğu bazen sevgililerini de benzetme yoluyla melek olarak nitelendirir. ¾ Cebrail’e ustaz olup irşat eylediğini, Kudret kandili içinde her dem duran andırır, (285/ 2) Azrail’e mektup bari salayım, Canımı almasın günüm bitmeden, (196/ 1) Mikail’dir terazinin başında, Yıldızı da şah parlattı kaşında, (320/ 3) Hayır melekleri gelsin yanıma Zebani gelmesin kıyar canıma (332/ 5) Peygamberler: Âşık Selmani, başta Hz. Muhammed olmak üzere tüm peygamberlere iman eder. Şiirlerinde birçok peygamberin kıssalarına, hayatlarına, yaptıklarına telmih yapar. Âşık Selmani’nin şiirlerinde geçen peygamberler şunlardır: “Hz. Âdem, Hz. Şit, Hz. Nuh, Hz. İdris, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa, Hz. Davut, Hz. Yusuf, Hz. Yunus, Hz. Süleyman ve Hz. Muhammed”den bahseder. Hurufilik inancında Farsçadan alınan “pa, ça, ja, ka” harfleri önem taşır. Selmani bu harflerin dört peygamberi temsilinden bahseder. Pa: Âdem, Ça: Nuh, Ja: İbrahim Ka: Muhammed. Âşık Selmani’ye göre Hz. Muhammed, Allah’ın nurudur. O nebi zişandır. Yüce peygamberdir. Fahri kâinattır. Allah- Muhammed- Ali inancının temellerindendir. Hz. Ali’nin musahibi, can yoldaşıdır. Hz. Fatıma’nın babası, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in dedesidir. Alevilerin Hz. Ali’yle birlikte vazgeçilmez unsurudur. Âşık Selmani’ye göre Hz. Muhammed bir Alevi’dir. Çünkü Selmani’nin inanç değerlerinde Aleviliğin ilk noktası Hz. Muhammed’dir. O; Alisiz Muhammed; Muhammedsiz Ali olmaz ¾ 132 görüşündedir. İkisini birbirinden ayırmaz. Şiirlerine bakıldığında da hemen her şiirinde Hz. Muhammed ve Hz. Ali beraber anılır: Muhammed Ali’yi seven, Muhammed’e ümmet olur, (327/ 1) Yaradan’dan Muhammed’den gayrıya, Muhammed’i seven sarılır mı hiç, (28/ 2) Selmani birçok şiirinde telmih yoluyla peygamberlerden bahsetmektedir. Buna şu örmekler verilebilir: Âdem buldu kuvvet kudret, İki çömlek oldu eşit, Kisboldu nur-u hidayet, (62/ 2) Var oldu Şit nebiyullah, (62/ 3) Bu İslam’ın aslını bil, İbrahim-i Halilulullah, (62/ 4) Yusuf olup o Mısır’a yerleşen Yusuf’u Kenan’dan ibret alalım (156/ 4) Kutsal Kitaplar: Âşık Selmani, peygamberlere inen dört kutsal kitaptan özellikle de Kur’an’dan şiirlerinde bahsetmektedir. Hz. Muhammed’e inen kutsal kitap olan Kur’an’ı Âşık Selmani her şeyin temeli olarak nitelemektedir. Selmani, Kur’an’ı üç kez hatmettiğini belirtmiş, mealiyle beraber okumuştur. Selmani, şiirlerinin temelini de Kur’an’a dayandırır: ¾ Oku gel Hakk’ın ismini dört kitapta mutlaka, Gör ne yazmış Hak Teâlâ ol hatmi Kuran içre, (56/ 2) Muhammed Ali’yi metheder Kur’an Ali’dir yıllarca kandilde duran (75/ 3) Bir eliften bin bir mana açarım Kur’an inkâr edenlerden kaçarım (288/ 3) Âşık Selmani, Hz. İsa’ya inen kutsal kitap olan İncil’den de bahseder. İncil’de de Hz. Ali’ye İlya olarak yer verildiğini söyler: İncili hatmedip bildim İlya’yı, İncil içre sır İlya’ya hoş geldin (213/ 4) Kur’an’da Murtaza, İncil’de İlya, Yokları var eden Rabbi Teâlâ, (Selmani, 2008:271) 133 Selmani, Hz. Davut’a inen kutsal kitap olan Zebur’dan da bir şiirinde bahseder: Zebur’la Davut’tan verildi haber, Onun için çok severim kitabı, (64/ 2) Âşık Selmani, Hz. Musa’ya inen kutsal kitap olan Tevrat’tan da şiirlerinde bahseder ve Tevrat’a da göz attığını söyler: Selmani der bir göz attım Tevrat’a Aziz mihman mihri yaya hoş geldin (213/ 5) Ahiret İnancı: Âşık Selmani’nin ahiret gününe olan inancı tamdır. O asıl hayatın ahiret olduğuna, bu dünyanın fani olduğuna inanır, bundan ötürü bu dünyaya tamah etmemek gerekir. Bu dünya imtihan dünyasıdır ve insan günahlardan kaçmalıdır. Günahlar insanı cehennemlik kılar. Bundan dolayı Selmani insanların cehenneme ateşini kendisinin götürdüğüne inanır. Cehennemi günahkâr ve kalbi kirli olanlara, cenneti ise kalbi temizlere layık görür. Ölmeden önce ölenlerin yani tasavvuf manasıyla nefsini öldürenlerin, “Ente mut” sırrına erenlerin yeri cennettir. Şiirlerinde cennet- cehennem ve bunlarla ilgili kavramlara yer verir. Âşık Selmani, cenneti bir mükâfat yeri olarak ifade eder. Dünyada hayır iş yapanların, günahtan kaçınanların, ibadet edenlerin cennete gideceğini söyler (22/ 5) Selmani’ye göre cennet de cehennem de insanın kendi elindedir. Selmani, cehennemi dünyada günah işleyenlerin ahirette gideceği ve ateşini dünyadan götüreceği yer olarak ifade eder. İnsanın özü çürükse, bunların kendi ateşiyle cehennemde yanacağından bahseder (74/ 5). Selmani, Huri‐ Gılman meleklerine de şiirlerinde yer verir. Cennet melekleridir. Cennete giden erkeklere Huri, kadınlara ise Gılman melekleri verilir. Selmani, mecazi aşklarında sevgilileri Huri’ye benzetir. Gılman kelimesini de Huri kelimesiyle birlikte kullanır (118/ 4). Selmani, cennetteki Kevser suyuna da değinir. Gerek benzetme amaçlı gerek gerçek anlamıyla “Kevser” kelimesine yer verir. Selmani, kendisine de Kevserin nasip olmasını ister (193/ 1). Selmani’nin yer verdiği diğer bir kavram da Zebani’dir ki Selmani ondan yani cehennemden korktuğunu ifade eder (143/ 4). Bunlarla birlikte Selmani, Sırat (390/ 3) ve mahşer (172/ 2) kavramlarını da şiirlerinde işler: ¾ 134 Cehennem insanın çürük özünden, Yananlar hep kendi ateş közünden, (74/ 5) . Rüyasında bile cennet görmeyen Huri’yim Gılman’ım dese ne fayda (10/ 3) Bu dünyada çekerse kul cefayı Ahirette sürer mutlak sefayı (334/ 5) Ateş yoktur inan öbür dünyada, Burda düşmedinse köz arasına, (24/ 1) Bize gerektir erenler cennet için ibadet, Hayrı şerri tartmaktayız mizan sırat ehliyiz, (390/ 6) Kader ve Kaza İnancı: Âşık Selmani, kadere ve kazaya inanır; ancak kaderci değildir. İnsanın her şeyi yaptıktan sonra kadere razı olmasını ister. Kader deyip uğraş göstermeyenlere, tembellik yapanlara karşı çıkar. Selmani’nin bazı şiirlerinde kaderinin kötülüğünden dert yandığı görülür: ¾ Girdim kader talih ile oyuna, Çırpınıp dururum ütene kadar, (239/ 3) Üç beş gün dünyada tembellik yapıp Feleğe, kadere bulunmaz kusur (332/ 1) Derdi gamı verir alırsa alır, Kimse mani olmaz dediği olur, Her ne iş işlerse yanına kalır, Soruşulmaz kader ile imkânsız, (386/ 4) Hayır ve Şer İnancı: Âşık Selmani, hayır ve şerre inanır, insanının maneviyatla hayır sahibi olacağından ve şerden kurtulabileceğinden bahseder. Hayrın da şerrin de insanın iradesinde olduğunu söyler. Gerçekten mümin olanların hayrı isteyeceğini, şerdense kaçacağını belirtir: ¾ 135 Hayır ile şerri, bildirir sana Vakti iken manasına er yürü (360/ 2) Hayır da elinde şer de elinde, İster hayır iste ister şer yürü. (360/ 4) Hak peygamber şerri buyurmamıştır Ceset diri nefis ölü gelesin (223/ 5) Âşık Selmani’nin Şiirlerinde İslam Ahlakı: Âşık Selmani, İslam ahlakıyla ilgili olarak, “güzel huy, ahlak, ar namus, şeref, hayâ, doğruluk, dürüstlük, cömertlik, sabır, şükür, helal, haram, yardımseverlik, ilim, zikir, merhamet, kibirden uzak olma, vefa, iyilik, sevgi, olgunluk, hikmetli olmak, hakka riayet, inançlı olmak, kul hakkı vb. kavramlara yer verir: ¾ Sabır ehli olmak kendi hilminden, Selmani’nin dersi batın ilminden, (33/ 5) İnsanlarda namaz niyaz naz olur, Güzel ahlak girer naz arasına, (24/ 2) Mağrurluk nefs için en büyük düşman Bunlara aldanıp doğruluktan şaşman (223/ 4) Ömrümüzü vermeyelim talana Konuşurken varmayalım yalana (212/ 3) Nur nakletti emri celil, Cebrail’di ona delil, Bu İslam’ın aslını bil, İbrahim-i Halilulullah, (62/ 4) Din İslam sayılmaz şerre gidenler, İkilik güderek nefret edenler, (313/ 5) 136 4.2.3. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Tasavvuf ve Tasavvufla İlgili Kavramlar: Âşık Selmani, tasavvuf inancına sahip, Nesimi’lerin, Hallac-ı Mansur’ların yolunda olduğunu söyleyen, “vahdet-i vücut”a inanan, kâmil insan olmaya çalışan ve olmayı öğütleyen, Allah’ın insanın kalbine gizlendiğini ve orda tecelli ettiğine inanan bir âşıktır. O, aşkı ilahiye inanır. Diğer tüm aşkları değersiz bulur. Onun için var olan en büyük aşk Allah- MuhammedAli aşkıdır. Allah öncelikle onlarda tecelli etmiş, sonra bütün insanların kalbine gizlenmiştir. Allah inancı başlıklı bölümde Âşık Selmani’nin Allah’a ve dünyaya bakış açısı incelendiği için bu bölümde tekrara düşmemek için bu konulara değinilmeyecektir. Âşık Selmani’nin tasavvuf kültürüyle ilgili kavram incelenmesi şu sıralamayla yapılacaktır: 4.2.3.1. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Tekke ve Tekkede Bulunan Kişiler: Tekke, tarikata mensup kişilerin toplandığı, dervişlerin oturdukları, hizmet ettikleri yerdir. Kaya tekkelerin topluma etkisinden bahsederken: “Tekkeler kendi görüşlerini topluma yaymak için birinci derecede edebiyat ve dilden yararlanmışlardır.” (Kaya 2007: 242) der. Âşık Selmani de kendini Muhammed- Ali’nin yolunda Hacı Bektaş-ı Veli’nin tarikatında olarak tanıtır. Nazenin tarikatına bağlı olduğunu söyler. Âşık Selmani için tekke, cem evidir. O çocukluğundan itibaren orada bulunmuş, deyişler, düvazimamlar, mersiyeler söylemiş, Allah- MuhammedAli’yi zikretmiş, cemde “zâkir” postunda oturmuştur. Büyüklerinden el almış, kendisini Alevi felsefesi içinde tasavvufa adamıştır. Yayımladığı kitabın adı “Batın İlmi Divanı” olup kendisine tasavvuf yolunu seçtiğinin en açık delilidir. Onun mürşidi; büyükleri olduğu kadar, okuduğu kaynaklar, büyük âşıkların deyişleri olmuştur. Onlardan erkânı öğrenmiş, bu yola bağlanmıştır. Selmani için dergâh gâh dünyada Allah’ın anıldığı yerler gâh Allah’ın huzurudur (287/ 3). Âşık Selmani’de tekke ile ilgili kavramlar şu şekilde sıralanıp örnekler verilebilir: Âşık Selmani’nin şiirlerinde, tekke ile ilgili olarak: “Tekke (335), Dergâh (254, 287, 300 ), Virane (239, 306), Muhabbet Kapısı (48), Yol (7, 8, 27, 42, 48 v.d.)” vb. kavramlara yer verilmektedir: Selmani’nin gözün yaş için söyle, Tekkeler gübbeler taş için söyle, (335/ 5) Velhasıl Âdem’e secde etmedi İblis’i dergâhtan süren Allah’tır (287/ 3) 137 Tahkik Kâbe’yi anlayıp nazı niyaz eyleyen, Hacı Bektaş dergâhında şan veren Bektaşi’dir, (300/ 2) Muhammed Ali’nin yolu erkânı, Sürenindir sürmeyenin değildir, (307/ 1) Âşık Selmani, tekkedeki kişilerle ilgili olarak da: “Talip, Dede, Mürşit, Muhip, Baba, Saki, Pir, Rehber, Mürşid-i Kamil, Mürit, Yol Kardeşi, Musahip,” kavramlarını şiirlerinde sıklıkla kullanmaktadır. Bunların, Âşık Selmani’nin şiirlerinde kullanımları şu şekildedir: ¾ Talip: “Tarikata, yola girmek isteyen Alevilere verilen isimdir.” (Korkmaz 2003: 412). Tarikatın ilk basamağını oluşturur. Sen bu hataları düzeltemezsin Dede talip karışımı oldukça (6/ 7) ¾ Muhip: “Tarikata sevgi beleyip girmek isteyen ya da tarikata girmiş ancak derviş olamamış kimse.” (Korkmaz, 2003:303) Mürşit, muhip karışımı baştadır Alevilik sonu gelmez kıştadır (6/ 2) ¾ Mürşit: Müritlerine kurtuluş yolunu ve Tanrısal sırların çözümünü gösteren, dervişleri yöneten yönlendiren, sözü yasa niteliği taşıyan, üstün aşamalı tarikat, yol ulusu. Mürşidin kapısı dergâhtır. Mürşitten doğmak ise nasip alarak yeniden dirilmektir. Yola giren kişi mürşitten doğar. (Korkmaz, 2003: 319) Mürşitsiz rehbersiz yola gidenler, Muhammed’den hiç şefaat ummasın, (204/ 5) Âşık Selmani, mürşit kelimesi yanında “mürşid‐i kâmil” kavramını da kullanır. “Mürşid-i Kamil tasavvufta aranan insan tipidir. Mürşitlerin piri Hz. Muhammed kabul edilir.” (Kaya 2007: 551) Mürşidi kâmilden aldık haberi Ana hakkı Tanrı hakkı dediler (262/ 1) 138 Dede: “Alevilikte- Bektaşilikte mürşitlik aşamasına gelmiş, Babagan kolunda baba, Çelebiyan kolunda Çelebi adıyla anılan ve cemdeki 12 hizmet sıralamasında ilk sırada gösterilen cemi yönetme hizmetinin sahibi durumunda olan dini lider.” (Korkmaz 2003: 112). Âşık Selmani, dedelerle ilgili birçok şiir yazmıştır. Selmani dedelerin bu makamın hakkını verememesinden şikayetçidir. Onun istediği dedelik makamı her tür benlikten, günahtan arınmış sadece Hakk yolunda olan bir dedeliktir. Selmani zaman zaman dedeleri sert bir şekilde eleştirmiştir. Kendine göre, Aleviliğin özüne aykırı hareket ettiğini düşündüğü dedeleri taşlamıştır: ¾ Dedem bir noktada aldanıyorsun İlme mağrur olma! Sakın gururdan (195/ 1) Şah-ı Merdan Ali cemde bulunsa Ne dedeler anlar, ne talip anlar (242/ 1) Doğru yol dururken eğri giderek, Aklınca kervanı doğru yederek, Mağrurluk kibirlik benlik ederek, Haram helâl demez yutar dedeler, (260/ 2) ¾ Pir: “Yolun kurucusu, yayıcısı, önderi olan ve tarikatta, yolda en yüksek aşamada bulunan kimse demektir. Bu anlamda Bektaşilikte Pir Hacı Bektaş Veli’dir.” (Korkmaz 2003: 354). Selmani’nin şiirlerinde de pir kavramına değinilmiş olup; Selmani, bir pire bağlanmanın gerekliliğine değinir. Ali’nin yoluna gitmemiz için Bir kâmil mürşidi pir etmeliyiz (389/ 1) Hayra himmet deyip söze başlarken, Hak Muhammed Ali gelir dilime, Pir aşkına gözlerimi yaslarken, Şah İbrahim Veli gelir dilime, (48/ 1) 139 Rehber: “Cemdeki on iki hizmet sıralamasında yer alan; dedenin, babanın yöneteceği törenleri hazırlama, yola girecek canlara yolu öğretme görevini yerine getiren kimsedir.” (Korkmaz 2003: 364) Selmani, mürşit ve rehber olmadan yola girilemeyeceğini söyler. ¾ Mürşitsiz rehbersiz yola gidenler, Muhammed’den hiç şefaat ummasın, (204/ 5) Baba: “Bektaşiliğin Babagan kolunda mürşitlik aşamasına gelmiş, törenleri ve dergâhın iç işlerini yöneten kişi.“ (Korkmaz 2003: 73) Selmani de yol büyüğü anlamında baba kavramına değinir. Ancak Selmani’nin bağlı olduğu çevrede “baba” değil “dede” kavramı kullanılmaktadır. ¾ Dedeler, babalar yol büyükleri Üstüne yüklenmiş ağır yükleri (75/ 2) Derviş: “Kendini tarikat yoluna adamış, derece olarak muhipten sonra gelen kimse.” (Korkmaz 2003: 114) Selmani, kendini Hakk’a adama noktasında yolda olanların her şeyden arınıp kendini yola adaması gerektiğini söyler. ¾ Hakk’a erginlikten dervişanlıktan, Dünyaya ölmeyen bir eser bırak, (124/ 5) Selmani der, aşkla gönlü dolanın, Hakk’ı, halkı sevip rengi solanın, Dünyayı terk edip derviş olanın, Aba derdi, hırka derdi, şal derdi, (87/ 5) Yol Kardeşi: “Musahip olma durumudur. İkrar vermiş evli canların yaşam boyu dayanışmasıdır.” (Korkmaz 2003: 305). Musahip olma cem törenlerinde herkesin huzurunda yapılır. Selmani’nin en çok önem verdiği kavramlardan biri musahipliktir. Selmani’ye göre musahiplik kardeşlikten daha önemlidir. İkrar verip musahip olduktan sonra onun dönüşü yoktur. Musahip olan ¾ 140 kimseler Aleviliğin tüm gereklerini yerine getirmekle sorumludur. O nedenle çok zor bir görevdir. Musahip olanlar gerçek Alevilik yolunda olan kişilerdir. Musahibi olmayan Alevilerin öze uzak olmasından bahseden Selmani, eşi ve kendisinin de musahiplerinin olduğunu belirtir. Selmani’nin ve eşi Yeter Hanım’ın musahipleri Hamza ve Saniye Bakır çifti olup bu kişiler vefat etmişlerdir. Selmani, Alevi inancında kabul edildiği şekliyle musahipliğin temelini Hz. Muhammed’le Hz. Ali’ye götürür. Alevi felsefesinde yer alan ve kırklar ceminde Hz. Muhammed’in “Lahmike lahmi, demmike demmi, ruhike ruhi, cismike cismi” yani “Ali'nin eti benim etim, kanı benim kanım, ruhu benim ruhum, cismi benim cismimdir. “ diyerek Hz. Ali’yle musahip olmasına değinir. Bu kavramla ilgili olarak şu örnekleri verebiliriz: Her kaç yıl olursa olsun yaşımız, Okumayı bilsin yol kardeşimiz, (63/ 5) Eksikli meydana girmek günahtır, Musahip kavline girenler gelsin, (230/ 1) Saki: “Bütün feyz ve sevgini kaynağı anlamında ‘Tanrı’, cennette kutsal ırmağın suyunu dağıtan ‘Hz. Ali’, Tanrı’nın nurunu ve sevgisini dağıtan anlamında Pir-i Hakikat (Hacı Bektaş-ı Veli), kimi bölgelerde on iki hizmet sırasına giren, şerbet ve dem şişelerini dağıtıp temizleyen kişidir.” (Korkmaz 2003: 374) Selmani, “saki” kelimesini ilâhî anlamıyla kullanır. Bir mürşit ya da pir kutsal bilgiler sunan birer sakidir. Hz. Ali de saki olarak düşünülür. Çünkü aşkı sunan odur: ¾ Güzellerin aşkı ile içmişiz aşk meyini, Sakiyi Haydar-ı Kerrar sunar tez tezeline, (50/ 3) 4.2.3.2. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Tasavvufi Nitelikli Kişiler: Âşık Selmani’nin İslami kişi kadrosunu en çok kullanılan kişiler ele alındığında, ”Ehli Beyit (Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin), On İki İmam, Hacı Bektaş-ı Veli, Balım Sultan, Kızıl Deli, Bilal-ı Habeşi, Pir Sultan, Yezit, Selman, Keçeci Baba, Hızır, İlyas, Ebu Talip, Karacahmet Sultan, Hallac-ı Mansur, Nesimi, Hz. Hatice, Hz. Meryem v.d.” oluşturmaktadır. 141 ¾ Ehli Beyit: “Ev halkı anlamına gelir. Hz. Muhammed’in; damadı Hz. Ali, kızı Hz. Fatıma, torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’den oluşan ailesi. ‘Âl-i Aba’ olarak da bilinir.“ (Korkmaz 2003: 134) Âşık Selmani, Ehli Beyit’i sevenle dost, sevmeyenle düşmandır, sıklıkla “tevella” ve “teberra” kavramlarını kullanır. “Tevella” ehli beyiti sevenler, “teberra” ise sevmeyenleri ifade eder. Hikmet çeşmesinden kabı dolmayan, Ehli beytin aşkı ile solmayan (371/6) Evliyanın beyitini söylerken Âli Aba yolu gelir dilime (48/ 4) Tevellayı teberrayı bilirken, Sana da bir sahip çıkan bulunur, (329/ 6) Hz. Ali: Hz. Ali, İslam'ın dördüncü halifesidir. İmamların başıdır. Hz. Muhammed’in amcasının oğlu ve damadıdır. Alevilik anlayışının temelinde Hz. Ali sevgisi ve onun soyundan gelmek vardır. Alevi felsefesine göre AllahMuhammed- Ali birdir. Üçünü birbirinden ayırmak yanlıştır. Hz. Ali hakkında Doğan Kaya eserinde şu bilgileri vermektedir: “Alevi inancına göre Allah’ı sevmek Ali’yi sevmekle başlar. Çünkü Hz. Ali, Beytullah’ta doğan tek insan, 8 yaşında Müslüman olmuş, puta tapmamış sahabedir. Keremallahi Veche’dir, Şah-ı Merdan’dır, Esedullah’tır, Haydar-ı Kerrar’dır, Murtaza’dır. Ayrıca şu lakaplar da Hz. Ali’yi niteler: Allah’ın Aslanı, Şir-i Yezdan, Şir-i Huda, Şah-ı Necef, Sultan-ı Necef, Dürr-i Necef, Padişah-ı Necef, Sahibi Necef, Ebu Türap, İmam-ı Evliya, Şah-ı Zülfikar, Şah-ı Velayet, Saki-i Kevser.” (Kaya, 2008: 48). Rıza Zelyut da, Alevilik üzerine yazdığı eserinde Hz. Ali’yle ilgili olarak şu tespitleri ortaya koymaktadır: “Hz. Ali, Alevi felsefesine göre Hz. Muhammed ile Hz. Ali’nin nuru aynıdır. Muhammed ilmin şehri, Hz. Ali ise kapısıdır. Hz. Muhammed ve Hz. Ali özdeşleşmiş ve Muhammed- Ali kavramı doğmuştur. Dış Muhammed, iç Ali’dir. Hz. Ali ‘Ben konuşan Kur’an’ım.’ demiştir. Bu peygamberin ilmine halife olmaktır. Alevi söylencesine göre Muhammed- Ali kavramının özü ikisinin bir nurdan yaratılmasındadır. Allah, âlemleri yaratırken denizden bir cevher dışarı düşer. Tanrı onu alır ve ikiye böler. Biri yeşil biri ak iki nur görünür. Yeşil Nur Muhammed Mustafa’nın, ¾ 142 beyaz nur Hz. Ali’nin nuruydu. Allah bu nurları alıp yeşil kubbe şeklinde bir kandile koydu. Bu nurlar bütün nurların ilkiydi.” (Zelyut, 1992: 303) Selmani’nin tasavvuf ve dünya görüşü Zelyut’un ifade ettiği şeyleri aynen karşılamaktadır. Selmani de yaptığımız sohbetlerde bu kavramlara değinmiş, şiirlerinde de bu görüşleri işlemiştir. Yukarıda belirtilenlere bakıldığında âlemde yaratılan ilk insan Hz. Âdem’den önce Hz. Muhammed ve Hz Ali’dir. Bu inanışa göre hiçbir şey yokken Allah- Muhammed- Ali vardı. Alevilerdeki bu üçlemenin kökeni de buraya dayanmaktadır. Selmani, kendi ifadesiyle bu sırları; deyişler, düvazimamlar, dinlediği kutsal sözler ile daha çocuk yaşta edinmiş, bu söylencelere göre şiirler yazmıştır. Âşık Selmani’nin, bu söylencelerin gerçek olduğuna şüphesi yoktur. Ona göre Muhammedsiz Ali, Alisiz Muhammed olmaz. Allah- MuhammedAli ayrılmaz. Âşığın şiirlerine bakıldığında, daha önce de belirtildiği üzere Muhammed ve Ali hep birlikte alınır. Âşık Selmani, İncil’de de Hz. Ali’den bahsedildiğini; İncil’deki İlya isminin Hz. Ali olduğunu belirtir (213/ 4). Ocak’ın eserinde, ”Şiilerin elindeki Hz Ali'ye izafe edilen meşhur hutbelerden birinde, yaratılıştan bu yana, yeryüzündeki çeşitli din mensupları arasında Hz. Ali’nin hangi isimler altında göründüğünü anlatan bir parça bulunmaktadır. Bu parçada da Hz. Ali Hıristiyanlara hitaben, "Ben İncil'de adına “İlya” denilen kişiyim" demektedir. Burada Ali adıyla “İlya” daha doğrusu “Eli” arasındaki benzerlik gözden kaçırılmamalıdır. Çünkü bu şekilde Hz. Ali'nin Eli (İlya) olduğuna dikkat çekilerek, Hızır ile İlyaya'nın aynı kişi olduğu hatırlanırsa, Hz. Ali’nin Hızır olduğu vurgulanmak istenmiştir.” (Ocak, 1985: 70) bilgileri bulunmakta; ayrıca Öztoprak da: ” Bu zatın (Hz. Ali) ismi, İncil, Tevrat ve Kur’an’da da asla değişmemiş; çünkü Kur’an’da Ali, Tevrat’ta Eli, İncil’de İlya’dır; bu kadar fark harflerin milletlerin lehçeye göre değişmesinden ileri gelmiştir. (Öztoprak, 1990: 96) demektedir. Hz. Ali’nin tasavvufi açıdan önemine değinen Pala: “Bektaşî anlayışında erkân ahlakı Muhammed, edebi Ali’dir. Rivayete göre, kâinatın sırrı Kur’an’da, Kur’an’ın sırrı besmelede, besmelenin sırrı be harfinde, be’nin sırrı altındaki noktada ve noktanın sırrı da Hz. Ali’dedir. Peygamberimiz: ‘Ben ilmin şehriyim, Ali de onun kapısıdır. O hâlde ilim isteyen kimse kapıya gelsin.’ buyurmuştur. “(Pala, 1995: 32- 33) bilgisini vermektedir. Âşık Selmani de Alevi söylencelerine ve felsefesine hâkim bir âşıktır. Pala’nın ifade ettiği şekliyle Selmani de Be’nin altındaki noktanın Ali olduğunu dile getirir. 274 numaralı şiir tamamen bu konu üzerinedir. Selmani’nin inancına göre âlemdeki her şey Ali’dir. Bu sırra herkes eremez. Ali olmasa dünya olmaz. O velayetin şahı, ilmin sahibidir. Hz. Ali’nin bilgisi ilahi bir sırdır. Selmani, Alevi felsefesindeki şekliyle ilim şehrinin kapısı olarak Ali’yi gösterir: 143 Soran olur ise ilmin şehrinden, Şehir Muhammed’dir, kapısı Ali, (Selmani, 2008: 95) Hz. Ali ile ilgili olarak Âşık Selmani’nin şiirlerinde şu örneklere ulaşmak mümkündür: Zahidin efsaneleri nokta kimdir anlamaz Dört kitabın manası hem şahın kendi noktadır (274/ 2) Cebrail’e ustaz olup irşat eylediğini, Kudret kandili içinde her dem duran andırır, (285/ 2) Şah-ı Merdan Ali Haydarı Kerrar Hem Ali hem veli Hazreti Hünkâr (258/ 2) Hz. Fatıma: Hz. Muhammed’in kızı, Hz. Ali’nin eşidir. Ehlibeyit’tendir. Fatıma Ana olarak da geçer. Âşık Selmani ona da derin bir sevgi ve saygı duyar ve şiirlerinde onun sevgisine yer verir: ¾ Şefaat kanimizdir severiz Hazreti Fatıma’yı, Başıma taç eylemişim bağım Âl-i Abadan’dır, (277/ 4) Zahit analardan haber sorarsan Hatice Fatıma anamız bizim Analar içinde ana ararsan Hatice Fatıma anamız bizim (179/ 1) Hz. Hasan‐ Hz. Hüseyin: Hz. Muhammed’in torunlarıdır. Ehli Beyit’tendirler. 12 imamların 2. ve 3. südürler. Hz. Hasan, zehirlenerek, Hz. Hüseyin ise Kerbela’da Yezit taraftarlarınca öldürülmüştür. Şebber ü Şübber olarak anılırlar. Korkmaz, Kerbela Olayı hakkında şu bilgilere yer verir: ”Alevilerin Sünnilerle ayrım noktasının kesinleşme noktalarından biri Kerbela’dır. Kerbela, Alevi- Bektaşi düşüncesinin bir izdüşümüdür. Kerbela Olayı, şeriatçı İslam’la hesaplaşmanın bir bakıma başlangıç öyküsüdür. Ancak Kerbela; Şii, Sünni tüm Müslüman dünyasının en acı olayıdır.” (Korkmaz 2003: 246- 250) Kerbela’da ölenler için ağıtlar yakan Selmani, “mersiye” başlığıyla bu şiirleri işler. (22,241) ¾ 144 Hatice, Fatıma Güruh-u Naci, Şah Hasan, Hüseyin başımız tacı, Sizden olsun derdimizin ilacı, Medet Şah-ı Merdan el aman medet, (340/ 2) On İki İmam: Hz. Ali’den başlamak üzere Hz. Ali soyunda halife olarak bilinen kişilerdir. On İki İmamlar Alevilikte kutsal olup adlarına birçok düvazimam yazılmıştır. Bu imamlar genellikle siyasetten uzak durmaya çalışmışlar ama genelde düşmanları tarafından öldürülmüşlerdir. İmamlar sırasıyla şunlardır: 1- Hz. Ali 2- Hasan 3- Hüseyin 4- Zeynel Abidin 5- Muhammed Bakır 6- Cafer-i Sadık 7- Musa Kazım 8- Ali Rıza 9- Muhammed Tâki 10- Ali Nâki 11Hasan Askeri 12- Muhammed Mehdi. Alevilik üzerine bir eseri olan Dierl, bu konuda şu görüşlere yer vermektedir: “Kerbela Olayı’ndan sonraki imamlar şaşırtıcı bir şekilde genelde politikadan uzak bir hayat sürmüştür. İmamların ve Hz. Ali’’nin soyu Kerbela’dan tek sağ kurtulan Zeynel Abidin’den devam eder. 12 İmam içinde Zeynel Abidin’den itibaren teorisyen olarak 2 kişi önemlidir: Muhammed Bakır ve İmam Cafer. Muhammed Bakır hadis yazarı, İmam Cafer ise günümüzdeki Aleviliğin hukuk okulunu oluşturmuştur. Fıkıhçı, hadis uzmanı ve bilim adamıdır.” (Dierl 1991: 113) 12 İmamlardan bahseden şiirlere “düvazimam” “düvazdeh imam”, “düvazdeh” ya da kısaca da “düvaz” adı verilmektedir. Selmani de 12 İmamlardan bahsettiği düvazimamlar (14, 95, 268, 340 v.d.) yazmıştır. ¾ Zeynel Abidin’i yoldaş et bize, Gidelim Bakır’ın gittiği ize, İmam Cafer Sadık sığındık size, Medet Şah-ı Merdan el aman medet, (340/ 3) Kırklar: Âşık Selmani’nin şiirlerinde sıkça kullanılan kavramlardan biri de “kırklar” kavramıdır. Toplumumuzda sıkça kullanılan deyimlerden biri olan “kırklara karışmak” kavramı da buradan gelmektedir. Alevi söylencesinde kırklar Hz. Ali’nin önderliğinde olan ve kırk kişiden oluşan kutsal bir topluluktur. “Kırklar meclisi, Hz. Muhammed’in Miraç’tan dönerken uğradığına inanılan meclistir. Kırklar ise Alevi-Bektaşi inancına göre, Tanrı’nın ruhları yarattığında yaratılan, her devir ve zamanda yeryüzünde bulunduklarına ¾ 145 inanılan kırk ermişlerdir. Başka bir bakışa göre; Bektaşilikte sır bir kurumdur. Hakkında çeşitli söylenceler vardır. Hiçbir baskı görmeden, içten gelerek Müslüman olan ve bu uğurda tüm varlığını, ailesini terk ederek Hazreti Muhammed'e bağlanan kimselerdir. Sayıları kırk olduğundan Kırklar olarak anılırlar. Adları kesin olarak söylenemez ya da bilinmez” (Kaderoğlu, 2007: 215- 216). Alevi söylencesindeki Miraç hadisesinde Hz. Muhammed’i peygamber olarak değil, fukaraların hizmetçisi olarak aralarına alırlar (62 numaralı şiirde Miraç hadisesi ve kırklardan bahsedilmektedir). Hepsi tanıdığı insanlar olmasına rağmen Hz. Muhammed onları tanıyamaz. Daha sonrasında kırkların başında Hz. Ali olduğunu anlar ve onunla musahip olur. Kırklarda temel olan birliktir. Özpolat, kırklarla ilgili olarak: “Bu topluluk öylesine birbirlerine güvenen bir topluluktur ki bütün benlik duygularından arınmış, duygu ve düşünceleri ile birleşmişlerdir.” der ve bunu kanıtı olarak kırkların Hz. Muhammed’i aralarına aldıklarında Hz. Ali’nin koluna neşter vurulup da kol kanayınca aynı yerden kırk kişinin de kanının akmasını gösterir. (Özpolat: 271) Kırklar meclisinde Hz. Muhammed’in bir üzüm tanesini ezip kırk kişiye pay etmesi de yine kırkın birde birleşmesi olarak ifade edilmektedir. Özpolat, kırkları Alevi tasavvufunun Hz. Muhammed’den sonraki ilk sahipleri olarak göstermektedir (Özpolat: 271). Selmani de şiirlerinde kırklara, kırklar meclisine, kırklar cemine yer vermektedir: Kırklarla kırk defa pervaza dönen Birisi Muhammed biri Ali’dir (298/ 2) Kırklar yolunu tutmaya, Menzili Hakk’a yetmeye, (62/ 7) Kırkların esrarı, aşkı semahtır, Semahın sırrına erenler gelsin, (230/ 1) Hacı Bektaş‐ı Veli: Hacı Bektaş-ı Veli, Bektaşi tarikatının kurucu piridir. (Korkmaz 2003:183) Pir, Hünkâr, Veli gibi adlarla anılmaktadır. Onun ananevi kişiliği ile ilgili olarak Birge, onun henüz beşikte “Kelime-i Şahadet” getirdiği, hocası Lokman abdest almak isteyince elinden su fışkırttığı, Lokman’ın “Ya Hünkâr” demesinden sonra “Bektaş Hünkâr” unvanıyla anıldığı, “Hacı” unvanını ise Lokman hacca gittiğinde, Bektaş-ı Veli’nin ona vecd halindeyken bir tepsi ¾ 146 yemek götürmesiyle aldığından bahseder. Ayrıca Hacı Bektaş-ı Veli’nin, güvercin donunda Kara Höyük’te bir kayanın üstüne konduğu, cansız duvarı yürüttüğünü belirtir. (Birge, 1991: 39- 43) Kaya, Bektaşilik felsefesine yönelik olarak şu görüşleri aktarmaktadır: “Bektaşilik, eline, diline, beline sahip ol felsefesine sahiptir ve 4 kapı 40 makam üzerine şekillenmiştir. Âşık Selmani, Hacı Bektaş-ı Veli’nin ananevi kişiliğine ve Bektaşilik tarikatının anlayışına yönelik birçok şiir yazmıştır. Onun Hz. Ali’den gelen emanetlere sahip olmasından (62/ 22), güvercin donuna girmesinden (99/ 1), cansız duvarı yürütmesinden (99/ 3), Bektaşi mücerretlerin mengüş küpelerinden (106/ 3) vs. bahseder. Güvercin donunda Karahöyük’te Duransın Pir Hacı Bektaş-ı Veli (99/ 1) Binip yürütesin cansız duvarı Sürensin Pir Hacı Bektaş-ı Veli (99/ 3) Balım Sultan: “Hacı Bektaşı Veli’nin soyundan olup Bektaşiliğin ikinci kurucusu olarak geçer.” (Korkmaz 2003: 76)“ Bektaşiliği sistemleştiren kişidir. Onun zamanında Bektaşiliğin gücü saraya kadar yansımıştır.” (Zelyut, 1992: 246) Âşık Selmani, Balım Sultan’a da şiirlerinde yer vermektedir. Onu vaktin devranını döndüren imam ve pirler piri olarak ifade eder: ¾ Sakiyi kevserden eğer içip mest olur isen, Gudbi Devran Balım Sultan piri pirân andırır, (285/ 3) Kırkların sürdüğü cem niyetine Balım Sultan, Kızıl Deli aşkına (20/ 3) ¾ Bahsedilenler dışında Âşık Selmani’nin karakterli diğer kişilere şu örnekler verilebilir: şiirlerindeki Bilal‐ı Habeş’in sesi mermeri eritmişti Duyanlar hayran olmuştur ezanı selasına, (23/ 2) Nesimi gibi yüzülüp Postun yere sermez misin? (229/ 4) 147 tasavvufi On parmağı hayat veren Cabir’in, Nuru Muhammed’dir ışığı Ali (95/ 5) Şimdi hiçbir âşık dâra sürülmez, Hani dost Pir Sultan hanı dost Mansur, (332/ 3) Selman geldi seydullahtan, Elinde bile keşküllah, (62/ 12) Karac’ahmet Sultan zarı olur mu, Birisi pirindir biri zâkirin (220/6) Yardımcımız olsun Keçeci Baba Balım Sultan, Kızıl Deli aşkına (21/ 2) 4.2.3.3. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Vahdet İnancı: Korkmaz’ın vahdetle ilgili tanımlamalarının Selmani’nin şiirlerindeki “vahdet” anlayışını açıklamaya faydalı olacağını düşünüyoruz. Korkmaz “vahdet”i: “1) Tanrı’ya yakın olma, Tanrı’yla bir olma, 2) Tanrı’yla baş başa kalmak için uyku durumuna geçme, bir başına kalma, 3) Tanrı- doğa- insan üçlüsünden doğan birlik 4) Hak- Muhammed- Ali üçlüsünden doğan birlik.” (Korkmaz 2003: 445) olarak tanımlamaktadır. Özellikle Allah- MuhammedAli’nin birliğinin de vahdet çerçevesinde değerlendirilmesi Selmani’nin görüşleri doğrultusundadır. Selmani de Allah- Muhammed- Ali birliğini vahdet olarak tanımlarken “Âlemdeki her şeyin ‘Allah, Muhammed, Ali’ olduğundan bahseder. Artun, eserinde “vahdet” anlayışına değinmekte ve vahdeti: ”Görünen her şeyi kendi varlıklarıyla değil, Tanrı varlığıyla bilmektir. Tasavvuftaki ‘Vahdet-i Vücut’ un esası Tanrı’nın, ‘Ben gizli bir hazineydim, görünmek, bilinmek ve tanınmak istedim. Bu yüzden de âlemi, kâinatı yarattım.’ hadis-i kutsisine dayanır. Tanrı’nın kâinattaki her şeyin vücudu olduğu ve insanın da Hakk’tan ayrı olmadığı şeklindeki düşünüş “Ene’l Hak” kavramıyla nitelenir. Ene’l Hak “Men arefe nefsehu” hadisine dayanarak Tanrı’nın başka bir yerde değil, insanın kendi vücudu içinde aranması gerektiğini anlatan bir kavramdır. Tanrı’yı bilecek kişi önce kendini bilmelidir. Önce ruh olan insanların “vatan-ı aslisi” elest meclisidir. Bu meclis tüm ruhların bir olduğu yerdir. (Artun, 1996: 235) sözleriyle ifade etmektedir. Âşık Selmani, kendisi batın ilmine önem verdiğini ifade eden bir âşıktır. Onun şiirlerine bakıldığında vahdetle ilgili kavramlara sıkça rastlamak mümkündür. Selmani, “Ene’l Hakk” diyen Mansur’ların yolunda olduğunu 148 söyler. Allah’ı sevmenin Muhammed- Ali’yi sevmekle başladığını söyler. İnsanı seven Allah’ı sever, diyerek bu anlayışa uygun şiirler yazar. Âşık Selmani, “Bin biri bir eden Allah’a yalvar. (245/ 3)” ifadesiyle Allah’ın mutlak tek oluşuna ve her şeyin Allah’ta “bir” olmasına değinir, vahdet-i vücutta kesretin zıttı olan Tanrı’nın birliğinden bahseder. Vahdet-i vücuda, sonluların sonsuzda yok olması (Sunar, 1975: 7) olarak bakıldığında Selmani, “Hak sende gizlidir, sen de Hak’tasın.” (332/ 5) diyerek Tanrı’nın varlığında kendi varlığını görmekte, onunla bütünleştiğini ifade etmektedir. Tanrı- İnsan- Evren üçlüsünün birliğine dayanan bu anlayış panteizme benzemektedir. Ancak panteizmde Tanrı evrendedir ve evren kadardır. Tasavvufta ise evren, Tanrı'dadır ve bu durum Tanrı 'yı sınırlamamaktadır. Pala’nın, “Tasavvufa göre Allah, Vücudu Mutlak (Salt varlık), Kemal-i Mutlak (Salt olgunluk), Cemal-i Mutlak ve Hüsn-i Mutlak (Salt güzellik)tır. Bu yüzden aşk-ı zatisi ile bilinmeyi istemiş ve kâinatı yaratmıştır. İnsan ondan bir cüzdür ve yine ona ulaşmak ister. Müminler cennette onu bir yönüyle, arada perde olmaksızın göreceklerdir. O maşuktur, İnsan O'nun aşkıyla dolu olmalıdır. O'na kavuşmak için gayret göstermelidir. Sufî, ona dünyadayken ulaşmayı gaye edinen kişidir.” ( Pala, 1995: 35) görüşlerini gerek Selmani’nin şiirlerinde gerekse konuşmalarında görmek mümkündür. Selmani’nin tasavvuf anlayışında âlemdeki her şey Allah’tan bir parçadır. O alemin en büyük parçaları ise Muhammed ve Ali’dir. Selmani, Hz.Muhammed- Hz. Ali’yi ve onların gıyabında tüm insanlığı Allah’tan bir parça oluşturdukları için sevmek gerektiğine inanır. Hz.Muhammed- Hz. Ali’yi ve insanları en çok sevenlerin Allah’ı en çok sevenler olduğu görüşündedir. Bunu da birçok şiirinde dile getirmektedir. Âşık Selmani’de vahdetle ilgili kavramlar şu şekilde ifade edilebilir: Bezmi Elest, ervah, Ene’l Hak, Vahdet-i Vücut, bir, lâmekân vb. Elestüden dedik beli, Bendesiyiz hamdülillah, (62/ 24) Kendini bilirsen belli noktasın, Hak sende gizlidir sen de Hak’tasın, (332/ 5) İlmi hikmet denizini taşıran Bin biri bir eden Billah’a yalvar (245/ 3) Âşık Selmani, vahdetle ilgili kavramlardan “lâmekân, bîmekân” kavramına da yer verir. Kaya vahdet hakkında şunları belirtir: “Yersizlik 149 âlemidir. Vahdet-i Vücut düşüncesinde zaman ve mekândan münezzeh olan Allah kastedilir.” (Kaya 2007: 450) Korkmaz ise vahdetle ilgili olarak, “İlahi Hakk’a erişen, bu nedenle mekân ve zaman gereksinimi ortadan kalkan insan-ı kâmilin durumunu tanımlamak için kullanılır.” (Korkmaz 2003: 269) der. Âşık Selmani, ilminin “Bîmekân ilmi” olduğunu söyleyerek, Hak tarafından “bîmekân ilmi”yle kendine irfan verildiğini belirtir. Tasavvuf anlayışı gereği kendini Allah’ın birliğinde vahdetin kesretinde bir parça olarak görür. Selmani’yem ne olduğum bilinmez, İlim irfan para ile alınmaz, Bu irfana hiç bahane bulunmaz, Bîmekân ilminden benim irfanım (Hürriyet, 8 Kasım 1967) 4.2.3.4. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Tecelli: Tecelli ile ilgili olarak Korkmaz: “1) Tanrısal niteliklerin nesnel varlıklarda görünüş alanına çıkması, Tanrı’nın nesnelerde görünmesi, nesnelere yansıması, 2) Tanrı nurunun, Tanrı’nın evi olan gönüllerde belirmesi, sezilir duruma gelmesidir.“(Korkmaz 2003: 432) şeklinde tanımlamalar yapmaktadır. Tasavvufta bütün varlıkların değişik şekillerde tecelli ettiği düşünülür. Sûfiler, yolda her şeyin Tanrı’nın zuhurundan ibaret olduğu inancına ererler. Âlemde her şey zıttı ve misliyle vardır ve Hak’la batıl da zıttır. Hakk’ın tecellisi batılla olur. Âşık Selmani de tecelliyle ilgili söyleyişlere sahiptir. Başta Muhammed- Ali olmak üzere Allah’ın yaratılmışlarda tecelli ettiğini, insanın kalbine gizlendiğini, orada var olduğuna değinir. Bazı şiirlerinde Allah’ın insanın veçhinde (yüzünde) olduğunu ifade eder. Pala’nın eserinde verdiği bilgiye göre yüz (didar), tasavvufta Allah'ın tecellisi yerine kullanılır. Sevgilinin güzelliğinin büyük bölümünü didar oluşturur. Çünkü o kaş, göz, dudak, yanak, vs. güzelliklerine sahiptir. Bu bakımdan o güzellik meydanı veya güzellik harmanıdır ( Pala, 1995:143 ). Bu anlamda Hakk’ın tecelli ettiği yüz ilahi güzelliği temsil eder ve Selmani de ilahi güzelliğin tecellisini anlatmada “yüz”den yararlanır. Selmani, Kur’an’ı Kerim’de, Kaf Suresi 16. ayette geçen “Biz ona şah damarından daha yakınız.” ifadelerinde Allah’ın, kullarına yakınlığından ve onlara gizlenmesinden; insanda tecelli bulmasından bahsedildiğini ifade ederek Kur’an’ı Kerim’i fikirlerine referans olarak gösterir. 61 numaralı şiirin bir bütün olarak Allah’ın insanda tecellisinden bahsettiğini belirten Selmani’nin tecelli ile ilgili şiirlerine şu örnekler verilebilir: 150 Farz ile sünnet, Et Hakk’a minnet, Didarı cennet, Vechi veçhullah, (61/ 4) Hakk’ın tecellisi her insanında Nur ile ziyası gevher kanında (334/ 4) Cenabı Hak insanlara gizlenmiş, Ne toprakta ne de taştadır hocam, (142/ 2) İnsanları bina edip gizlendi, Garip gönüllere giren Allah’tır, (287/ 2) İnsanların cemalinde görmeyenler Mevlâ’yı Cavidan ilmine erip Şirri Yezdan anlamaz (362/ 5) 4.2.3.5. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Devir Nazariyesi: Tasavvufta “devir” evrenin ve insanın Tanrı’dan çıkıp tekrar Tanrı’ya dönmesi olarak ifade edilir ve devir nazariyesiyle anlatılır. Eserinde konuyla ilgili bilgi veren Artun, “İnsan vücudu mutlaktan (Allah) kopup bu âleme düştüğü gibi tekrar buradan aslına ulaşacaktır. Tasavvufta bu durum “devriye” adlı şiirlerle anlatılır. İnsanın Tanrı’dan gelip tekrar Tanrı’ya varacağı düşüncesi işlenir. İnsan zuhurla olgunlaşınca her şeyin Tanrı olduğunu anlar ve mutlak varlığa geri dönmüş olur. Bu nokta fenafillâhtır.” (Artun, 1996: 243) görüşüne yer verir. Buradan anlaşılacağı üzere kâmil insan olmak istemek, dünyadayken dahi, özüne yani Allah’a dönme arzusunda olmaktır. İnsanın evvelinin de ahirinin de Allah olduğundan bahseden tasavvufi inanç Selmani’nin şiirlerinde de kendini göstermektedir. Âşık Selmani, dünyadan ahirete devri, fenadan bekaya dönüş olarak ifade etmekte (143/ 1), her şeyin evvelinin ve ahirinin Allah olduğunu, her nesnenin ahirde yine Allah’la bütünleşeceğini söylemektedir (86/ 2). Âşık Selmani, vücudun sahibi olarak kendisini değil Allah’ı görür. Vücuttaki ruhun(canın), Allah’tan emanet olduğunu ve o ruhun (canın) sahibine ölümle birlikte döndürüleceğini ifade eder (282/ 1) Gelen herkes bu dünyadan, Göçecektir göçmesin mi, (233/ 1) Fenadan bekaya göçtüğüm zaman 151 Salih amel, iman, Kuran ver Mevlâ’m (143/ 1) Evvel ahır Hak’tır ol baki kalan, Kimdir Cebrail’i deryaya salan, (86/ 2) Emaneti sahibi aldığı zaman İnsanda ne seda, ne de ses kalır (282/ 1) Âşık Selmani’nin Şiirlerinde İlahi Bilgi: Korkmaz, ilahi bilgi yani ledün ilmi ile ilgili olarak: “Ledün ilmi, gayb ilmi, bilinmeyenden haber verme ilmidir. Gayb, Hakk’ın kendinden değil, kulundan gizlediği şeydir. Gayb ilmi batına dair ilimdir.” (Korkmaz, 2003: 150270) bilgisini verir. Kaya ise bu bilgiye, ancak Allah’tan ilham alan mürşit yani hâl ehlinin ulaşabileceğinden, bunun için tahsil gerekmediğinden bahseder; bu bilgiye ulaşmak için nefsin ıslah edilmesi ve kalbin temizlenmesinin şart olduğunu belirtir. Kimi insanlara bade verilmesinin yanında ilmi ledün de verilerek o kişinin bütün bilgilere sahip kılındığını söyler (Kaya, 2007: 386). Âşık Selmani, tahsil görmüş bir âşık değildir. İlkokul diplomasını çok sonradan almıştır. Kendisindeki ilmin temelini, kimi zaman lâmekân ilmi, ya da batın ilmi olarak ifade eden Selmani; bu ilmin, sahibine Allah tarafından verildiğini belirtir. “Ledün ilmi tarikat içinde dahi çok az kişiye anlatılır; zira evvela o yolda yürümek ve mutlak hakikati bilmek, Hakk’ın didarına ulaşmak her kişinin karı değildir. Bu nedenle kalbi arınmışlara, hakiki nazar sahiplerine ve insan-ı kâmillere mahsustur.” (Sunar, 1975: 25) görüşlerini Selmani’nin fikir âleminde de bulmak mümkündür. Selmani, olur olmaz her yerde bunun açılmasının yanlış olduğunu, Hak cevherini ortalığa saçmanın günah olduğunu söyler. Bu sırrın ilim bilenlerce sezildiğinden bahseder (91/ 5). Hatta bazen sorulan sorulara tereddütle “Allah affetsin.” diyerek cevap vermesi bunun bir göstergesidir. Âşık Selmani, bu bilginin tahsille kazanılamayacağını, bunun Hak vergisi olduğunu söyler. Şiirlerinde de bu ilme ve temel kavramlarına yer verir. Özellikle de bu ilmi “batın ilmi, ak ilim, küntü kenz ilmi” olarak kullanır. Tanrı’nın hazinesi olan bu gizli bilgilere sahip olduğunu şu beyitle ifade eder: 4.2.3.6. Ta ezelden agâhız biz bu küntü kenz sırrına, Hakk’ı Âdem’de tanıdık Huda mirat ehliyiz, (390/ 5) Âlim-ül Gayb olarak insanı ve Hz. Ali’yi görür (88/ 3, 78/ 3). Alevi felsefesinde batın ilminin Hz. Ali’ye, zahir ilmininse Hz. Muhammed’e 152 verildiği görüşünden hareketle Selmani’nin bu şiirleri söylediğinden bahsedilebilir. Selmani, harflere yüklediği değerlerin de birer “ilmi ledün” olduğundan bahseder: Bu sır ilim bilenlere sezildi, Gülü açtı görülmeden bezildi, (91/ 5) Kudret iliminden okuduk ayet, Çok şükür kelama, söze alıştık (Bugün, 25 Ekim 1970) Selmani’nin dersi batın ilminden, Bu nihan sırrına er Haydar Dede, (33/ 5) Selmani bir sırdır yerler ve gökler, Âşıklar söylerken hepsini birler, Bilginler bu ilme tasavvuf derler, Akıl fikir gerek sezilmesine, (52/ 5) Âlim-ül gaybın sırrı Âdem’dir İnsanın sureti Seb’al Mesanı (78/ 3) Ak ilimden imlâ dizdim Kudrettendir yazım benim (168/ 4) 4.2.3.7. Âşık Selmani’nin Şiirlerinde Aşk ve Gönül: “Tasavvufta aşk, ruhu Allah’a vardıran en büyük kudrettir. Bu insanları sevmek anlamındaki mecazi aşk değildir. Allah’ı sevmek anlamında hakiki aşktır. Mecazi aşk, yola girme manasında ise bu faydalıdır. Mecazi olsun, ilahi olsun aşkın sebepleri aynıdır. Mecazi de olsa vurulduğu Allah güzelliğidir. Allah’ın nuruna ulaşmada aşk ve nefsi yenme vardır. İnsandaki vücut sergisi geçicidir ancak ruh böyle değildir.” (Banarlı 2004: 122- 123). Köprülü’ye göre insana tasavvuf yolunda gereken aşktır. Köprülü, tasavvuf yolundaki insanın fenafillâha ulaşmasındaki aşamaları anlatırken, insandaki vücudu mutlağın aslına ulaşmaya çalıştığını ancak buna nefsin engel olduğunu belirtir; tasavvufa göre insanın görevinin nefsi yok ederek Hakk’a ulaşmak olduğunu ifade eder. Bu mertebe fenafillâhtır. Fenafillâhsa aslen ölümledir; ancak insan ölmeden de bu seviyeye ulaşılabilir. Bunun yolu nefsi öldürmektir. Nefse galebe çalmak için ise gerekli olan aşktır. Bu makama eren hiçlikten kurtulur. (Köprülü 2009: 148- 149) 153 Selmani, birçok şiirini “nefsi yok etmek ve ölmeden önce ölmek” temaları üzerine kurar ki bu kâmil insanların ulaştığı “fenafillâh” makamıdır. Köprülü’nün de belirttiği gibi nefsi yok etmek için de gerekli en temel şey ”aşk”tır (Köprülü 2009:149). Bu aşk ilâhi aşk olup insanın kalbinde tecelli eden Allah’ta yok olmayı ifade etmektedir. Selmani de ilâhi şiirlerini bu temaya uygun şekilde oluşturmaktadır. Onun amacı insan-ı kâmil olarak ve AllahMuhammed- Ali aşkıyla var olmak, bu yoldaki engel olan nefsi ise yok etmektir. “Ölmeden önce ölünüz (Mûtu kable ente mût)” hadisine çok sık vurgu yapar (334/ 1 v.d.). Tasavvuf inancının dört kapısından marifet kapısında yer alan “ölmezden önce ölme” anlayışı (Özpolat: 397) insanın kendi varlığını bir yana atarak nefsinden kurtulması gerektiğini ifade eder. Çünkü sevgiliye ulaşmanın tek yolu nefisten arınmaktır. Bunun da yolu ancak aşktır. Selmani aşk ehlinin kalbinin temizliğine değinir. İbn Arabî’nin eserinde, bütün aşkların nihai noktasını ilahi aşk olarak ifade etmesini ve gerçek sevginin Allah’ı sevmek olduğu görüşünü (Arabî, 1992: 9) Selmani’nin şiirlerinde ve hayat felsefesinde de görmekteyiz. Selmani de aşkın zahir olanına değil, ilahi olanına bağlandığını; zahirin ancak batına götürdüğünde kıymetinin olacağından bahseder. Mecazi aşkı ilahi aşka çevirmenin kar olduğundan bahseder. (202/ 4) Tasavvufun tarihi, sevginin tarihidir (Özpolat: 389) görüşünü Selmani de benimsemektedir ki onun için en önemli şeyler tasavvufta sevgi ve gönüldür. “Kişi ne kadar kendinde vazgeçerse, sevgiliyle o kadar yoğun bütünleşir. Yani âşığın mutluluğu mâşuğun mutluluğundan geçer. Bu benliğin yok olarak kendine dönmesidir.” (Özpolat: 390) Selmani’nin de tasavvuf anlayışını yansıtan bir bakış açısıdır. Farsça “dil”, Arapça ”kalp” karşılığı olan ve insanın manevi varlığına, manevî gücüne, sevginin, nefretin, inancın, iyi kötü bütün duyguların tümünün varlığına ve ifadesine verilen ad (Gölpınarlı, 2004: 127) olarak tanımlanan gönül; Pala’nın eserinde ”Tasavvufta gönül bir ayna olarak ele alınır. Bu aynada Tanrı’nın tecellisi zuhur eder. Tasavvuf gönle çok önem verir. İnsan bütün âlemin özü olduğu için insanın hakikati de gönüldür. Gönlün gerçeğini bilenlere gönül ehli (ehli dil) derler.“ (Pala,1995: 204- 205) şeklinde izah edilmektedir. Selmani de ehli gönül olduğunu belirtir. Onun tasavvuf inancı Yunus gibi büyük mutasavvıfların gönlün temizliğine önem verip, gönül kırmayı yasaklamasına dayanır. Ona göre gönül aşkın barındığı ve Hakk’ı gizlediği yerdir. Bu nedenle Selmani, gönle büyük önem verir ve gönül yıkanın Kâbe’yi yıktığını söyler. Asıl Kâbe’nin insanın gönlü olduğundan, bir gönle girmenin Kâbe’yi tavaf etmek gibi olduğundan bahseder: O Kâbe gönüldür gelip gidenden, 154 Tavaf olunursa mutlak hacı var, (Sever, 2003: 32) Âlemin gönüldeki Hakk aşkı üzerine kurulduğunu ifade eder. Onun inanç felsefesinde her şey Allah’tır ve sevilen ne varsa Allah aşkıyla sevilir. Onun âşık olduğu şeyler başta Allah, Muhammed, Ali olmak üzere Alevilik inancında yer edinmiş diğer tüm kutsal şahsiyetlerdir. Onun aşk ve gönül anlayışı şu örneklerle ifade edilebilir: Allah aşkı ile sevdim ben seni, Benim aşkım gayrı aşka benzemez, (377/ 1) Mecazı gerçeğe çevirmek kardır, Güzel sev ki Hakk’a makbul olasın, Muhammed Mustafa o Murtaza yâr, Muhabbet bağında ilahi aşk var, (179/ 2) Mevlâ aşk ehlinin kalbin saf eder Aşk ehli hoşlanmaz asla kinlikten (201/ 3) Ciğerimizi aşk oduna yakarak Hak sevgisi insanları sevmektir (319/ 6) Gönül Beytullah’tır gönülü yıkma Elinden geldikçe kurmaya çalış (347/ 1) Varlığın benliğin atıp bir yana Ceset diri nefis ölü gelesin (223/ 2) Aşkla oturulmuş aşkla gezilmiş Her varlıklar aşk üstüne dizilmiş (141/ 2) 155 156 BEŞİNCİ BÖLÜM ÂŞIK SELMANİ’NİN ŞİİRLERİ 1‐ YARALANINCA Gözlerimin yaşı aktı duruldu, Nidem kara bahtım karalanınca, Yedi yerden kemiklerim kırıldı, Sitem oku değip yaralanınca, Her yaraya yara yemiş denilmez, Yas çekmezse kara giymiş denilmez, Söylenen her söze deyiş denilmez, Ak ile kırmızı gül katmayınca, Selmani der iki güle değilmez, Güle değilse de dile değilmez, Asla bir yaprağa dala değilmez, Mevla’m hakikatten yel katmayınca, Yedin zalim beni aşkınla yedin, Sen gözleri güzel bir melek idin, Candan seven cana sevilmem dedin, İyi m’olur dertler sıralanınca, Seni böyle eden namus mu ar mı, Yokladım gönlünü geniş mi dar mı, Sarıp sağaltacak merhemin var mı, Ciğer parça parça paralanınca, 3‐ UĞRAMADIKÇA Benim sana gelmem beş para etmez, Gülüm sen de bana uğramadıkça, Ömür biter gider bu dertler bitmez, Gülüm sen de bana uğramadıkça, Güzelliğe göre yok imiş tadın, N’ola takmasaydım beyaz gül adın, Ayrılmaksa şayet senin muradın, Ölürüm ben senden aralanınca, Üç beş gün dünyada neden gülmeyim, Güldür ki derdine düşüp ölmeyim, Bundan böyle ben de size gelmeyim, Gülüm sen de bana uğramadıkça, Selmani der dertten derde batarsın, Âşık halin bilsen meyil katarsın, Merhametsiz nasıl dışa atarsın, Yüreğim aşkına kiralanınca, Vazgeçsem kendimi geri alamam, Bu fırsatı kaçırırsam bulamam, Böylelikle bir gün rahat olamam, Gülüm sen de bana uğramadıkça, 2‐ DİL KATMAYINCA Tabip bu yaraya merhem kar etmez, Tabipler tabibi el katmayınca, Şeyda bülbüller de ahu zar etmez, Habipler habibi dil katmayınca, Teklif ettim niye gelmedin bize, Gelip gitmedikçe gülmeyin yüze, Artık ben de bari gelmeyim size, Gülüm sen de bana uğramadıkça, Selmani ne zaman hoşa gidecek, Korkarım bu sevda başa gidecek, Verdiğim emekler boşa gidecek, Gülüm sen de bana uğramadıkça, Katreyi bulmayan çay nehir olmaz, Dert çekmeyen kulda gam kahır olmaz, Cahil sözü zehir, panzehir olmaz, Hamı has eyleyip bal katmayınca, 4‐ BİR OLMADIKÇA Bir kulun abdesti alınmış olmaz, Özü gönlü Hak’la bir olmadıkça, Demekle namazı kılınmış olmaz, Özü gönlü Hak’la bir olmadıkça, Kara giyen kara bağlamış denmez, Ağladım dese de ağlamış denmez, Gözyaşı aksa da çağlamış denmez, Bulanık sulara sel katmayınca, Doğruluk adını andırmış olur, 157 Cismini ateşe yandırmış olur, Vallahi kendini kandırmış olur, Özü gönlü Hak’la bir olmadıkça, Anlamışım düşünülen hesabı, İftira halinde etmen hitabı, Okutmazlar burada telli kitabı, Abu Yusuf yönetimde oldukça, Bu insandan nasıl dostluk beklenir, Bilmeden üst üste derdi eklenir, Hayır edem derken günah yüklenir, Özü gönlü Hakk’la bir olmadıkça, Selmani der yazım kara yazılır, Gerçek söyleyene kuyu kazılır, Ona uyup dede bile bozulur, Abu Yusuf yönetimde oldukça, Sanma ki sözünün aslına erer, Ne nergisi toplar ne gülü derer, Yalan sözler söyler günaha girer, Özü gönlü Hak’la bir olmadıkça, 6‐ DEDE TALİP KARIŞIMI Alevi Alevi olmaz erenler, Mürşit muhip karışımı oldukça, Hakk’ı hakikati bulmaz erenler, Dede talip karışımı oldukça, Selmani der bu söz zulümet eker, Anlattım satırla hep teker teker, Dünyada ahrette dil cürmü çeker, Özü gönlü Hak’la bir olmadıkça, Mürşit, muhip karışımı baştadır, Alevilik sonu gelmez kıştadır, Gerçeği bilenin gözü yaştadır, Dede talip karışımı oldukça, 5‐ ABU YUSUF YÖNETİMDE OLDUKÇA Garip Dede’nin de hükmü yürümez, Abu Yusuf yönetimde oldukça, Kararmış kalpleri nurlar bürümez, Abu Yusuf yönetimde oldukça, Doğru söz konuşan derde batıyor, Katkılı asili taşra atıyor, Üstelik talibe pirlik satıyor, Dede talip karışımı oldukça, Karar Hakk’ın kuldan karar alınmaz, Gönül kırmakla insan olunmaz, Bir gün gelir burda kimse bulunmaz, Abu Yusuf yönetimde oldukça, Pir var muharremde rakı içiyor, Talip görüp günahından geçiyor, Katkılı talipler kıymet biçiyor, Dede talip karışımı oldukça, İbadet yerinden âşık kovulmaz, Ulu dergâh cehalete boğulmaz, Zannetme ki bu toplumu dağılmaz, Abu Yusuf yönetimde oldukça, Bet nefis arttıran şehvet hızını, Unutturup niyazını nazını, Talip de alıyor dede kızını, Dede talip karışımı oldukça, Baktım ki toplumun düzeni kaçık, Havası karışık hep saçma saçık, Kapanır bu kapı tutulmaz açık, Abu Yusuf yönetimde oldukça, Selmani çok kusur gözetemezsin, Hak izin vermezse söz edemezsin, Sen bu hataları düzeltemezsin, Dede talip karışımı oldukça, Park âşığı diye iftira atan, Parkta saz çalmadım sözünden utan, Eksilmez cevheri pul diye satan, Abu Yusuf yönetimde oldukça, 7‐ KIRMAK OLDUKÇA Senin toplumunda âşıklık etmem, Sende hiddet gönül kırmak oldukça, 158 Sen davet etsen cennete gitmem, Sende hiddet gönül kırmak oldukça, Dört kapıdan içeriye giremez, Cenneti âlânın yüzün göremez, Kul yola, yol kula uzak oldukça, Ben bu bahrin dürrü sedefindeyim, Kün emri içinde Nun Kef’indeyim, Şah-ı Kerem olsan hedefindeyim, Sende hiddet gönül kırmak oldukça, Nefsin kalasını yıkmış sayılmaz, Kalp evine şemi yakmış sayılmaz, Emanete sahip çıkmış sayılmaz, Kul yola, yol kula uzak oldukça, Aşk muhabbet bir görüşle kurulur, Ehli kâmil hepsine bir sarılır, Bu yolun sahibi sana darılır, Sende hiddet gönül kırmak oldukça, Selmani dertsiz lokma yenilmez, Öz turap olmadan engin olunmaz, Şahı kerem olsa yolcu denilmez, Kul yola yol kula uzak oldukça, Aşk ehlini istemeyen hor olur, Hal bilmeze hal anlatmak zor olur, Oturduğun post bir ateş kor olur, Sende hiddet gönül kırmak oldukça, 9‐ TESİRİNİN ALTINDA Evlat atasını görür enayi, Ata, evlat tesirinin altında, Ne babayı tanır ne de anneyi, Anne, evlat tesirinin altında, Sana bu Selmani deli gücenir, Allah bir Muhammed Ali gücenir, Hünkâr Hacı Bektaş Veli gücenir, Sende hiddet gönül kırmak oldukça, Kalas parçasından kopan odunlar, Oğul uşak sahip oldu hadımlar, Kocasına hükmediyor kadınlar, Erkek kadın tesirinin altında, 8‐ UZAK OLDUKÇA Dost olunmaz Hak Muhammed Ali’ye, Kul yola yol kula uzak oldukça, Bağlanılmaz Hacı Bektaş Veli’ye, Kul yola yol kula uzak oldukça, Benimsemek olmaz böyle tipleri, Yanlış hareketli prensipleri, Kiracıdan korkar ev sahipleri, Kiracının tesirinin altında, Hakka dost olmadan kula gelinmez, Elif’i bulmadan dala gelinmez, Edep, erkân ile yola gelinmez, Kul yola, yol kula uzak oldukça, Bu sözleri atmayınız yabana, Atlı gezen indi bastı tabana, Ağalar güç yetiremez çobana, Çobanların tesirinin altında, Her insan bu yola meyil katamaz, İkiliği bir tarafa atamaz, İkilikte kalan Hakk’a yetemez, Kul yola yol kula uzak oldukça, Bu gibi işleri önlemek zordu, Önlense önderler bir hale kordu, Ne kadar güçl’olsa gelişmez ordu, Yabancının tesirinin altında, İlmin deryasına rağbet olunmaz, Ummana dalmadan cevher bulunmaz, İrfan sohbetinden feyiz alınmaz, Kul yola, yol kula uzak oldukça, 10‐ DESE NE FAYDA Bu aşkın bahrinde katre olmayan, Kendince ummanım dese ne fayda, İnanç güneşinde zerre olmayan, Bütündür imanım dese ne fayda, Yoldan uzak olan yolu süremez, 159 Benim özüm gönlüm kızdadır kızda, 12‐ BAĞLAR MI OLA Dertlerimi döksem Beyaz Gül’üme, Acıyıp halime ağlar mı ola, Onun aşkı ile gitsem ölüme, O da karaları bağlar mı ola, Söylediği sözü idrak etmeyen, Yolun doğrusunu bilip gitmeyen, Kendi ıslahına gücü yetmeyen, Elimde fermanım dese ne fayda, Hayır ile şerre aklı ermeyen, Bir kula Hak için lokma vermeyen, Rüyasında bile cennet görmeyen, Huri’yim Gılman’ım dese ne fayda, Gizli sırlarımı deyip ellere, Seveni düşürüp dilden dillere, Gözyaşlarım döndüğünde sellere, Onun da gözleri çağlar mı ola, İnsanlar içinde yüzü gülmeyen, Derdi olup dertli hali bilmeyen, Derdine derdinden çare bulamayan, Tabibim Lokman’ım dese ne fayda, Bilmem teklifimi kabul eder mi, Uygun görüp sözlerime gider mi, İkrara bent olup ikrar güder mi, Gönlünü gönlüme bağlar mı ola, Selmani insanca konup göçmeyen, Hayır ile şerri bilip seçmeyen, Dost elinden dolu bade içmeyen, Zemzemdir dermanım dese ne fayda, Yar dedikçe benden uzak kaçar mı, Geçmez akçe gibi yere saçar mı, Başıma çekilmez dertler açar mı, Açılan yaramı sağlar mı ola, 11‐ KIZDADIR KIZDA Gelini çok sevip döksem de dile, Benim özüm gönlüm kızdadır kızda, Gelin yetirse de yüce menzile, Benim özüm gönlüm kızdadır kızda, Sanma ki Selmani boşuna gelir, Âşığın coştuğu coşuna gelir, Bu yazdığım sözler döşüne gelir, Benim için ciğer dağlar mı ola, 13‐ HOŞ GELİR M’OLA İlmin aşkı ile söylenen sözler, Dinleyen canlara hoş gelir m’ola, İçerimi yakan ateşler közler, Dıştan bakanlara hoş gelir m’ola, Kızı sevmek basit yazı değildir, Anlamsız bir âşık sözü değildir, Ayşe’nin Fatma’nın kızı değildir, Benim özüm gönlüm kızdadır kızda, Gelin süslese de sarayım tahtım, Zevki sefa ile geçirsem vaktim, Kız sevgisi ruhum ikrarım ahdim, Benim özüm gönlüm kızdadır kızda, Herkes sevdiğini sevse özünden, Çeker sevdasını cefa yüzünden, Dertsiz insanların iki gözünden, Ağlayıp sızlasa yaş gelir m’ola, Her insan gelini sarmaya gelir, Gelinle zevk sefa sürmeye gelir, Kız sevgisi nedir arifler bilir, Benim özüm gönlüm kızdadır kızda, Gönüllerin yaylasını yaylasam, Halden bilmezlerle gönül eğlesem, Her sözlerin gerçeğini söylesem, Kendini bilmeze taş gelir m’ola, Sefil Selmani’nin niyazı nazı, İstemeyen yoktur bu serfirazı, Mevla’m nasip etsin böyle bir kızı, Hakk’a halka yarar iş tutar isem, İlimsiz insanı eş tutar isem, 160 Yaz günümü şayet kış tutar isem, Ağustos ayında kış gelir m’ola, Dedim nere gitsem sensin cephede, Kurban olam beni koyma şüphede, Ancak sen bilirsin İncirtepe’de, Sevip sevilmede tay dedin bana, Ey Selmani gönül yıkılmaz derler, Doğruluktan doyup bıkılmaz derler, Kader ile başa çıkılmaz derler, Felek seninle kul baş gelir m’ola, Dedim senden aşka yasa isterim, Katlanır cefana tasa isterim, Beyaz gülüm bir tek buse isterim, İnşallah alırsın pay dedin bana, 14‐ BAĞIŞLA Allah medet ya Muhammed ya Ali, Tövbe Yarab günahımı bağışla! Yetiş imdadıma Bektaş-ı Veli, Tövbe Yarab günahımı bağışla! Dedim Selmani’yim aşka uyarım, Güzellerden ilham, neşe duyarım, Ben seni aşırı sever sayarım, Gerçek aşkla sevip say dedin bana, Hatice, Fatıma, yüzü suyuna, Âşığım Hasan’ın güzel huyuna, Canım kurban Hüseyin’in soyuna, Tövbe Yarab günahımı bağışla! 16‐ İKİSİ DE BİR BANA İster yerli olsun ister yabancı, İslam insan ikisi de bir bana, İncir mi benden yolcu kervancı, İslam insan ikisi de bir bana, Zeynel Abidin’in nuru saçılsın, Bakır’ın Cafer’in gülü açılsın, Mürüvvet deyince kandan geçilsin, Tövbe Yarab günahımı bağışla! Kaşı gözü ağzı dili insandır, Ayağı eli parmağı insandır, Saçları insandır teli insandır, İslam insan ikisi de bir bana, Musa-i Kazım’ın nuru solmasın, Rıza’yı sevende mahrum olmasın, Tâki, Nâki affet sana kalmasın, Tövbe Yarab günahımı bağışla! Şöhreti insandır şanı insandır, Cesedi insandır canı insandır, Damarı insandır kanı insandır, İslam insan ikisi de bir bana, Selmani Askeri methi de tamam, On dört masumu pak ol iki hümam, Yardımcımız olsun on iki imam, Tövbe Yarab günahımı bağışla, Toprağı insandır suyu insandır, Ahlaki insandır huyu insandır, Süreği insandır soyu insandır, İslam insan ikisi de bir bana, 15‐ AY DEDİN BANA Dedim kirpiklerin kaşların nedir, Kirpikler ok kaşlar yay dedin bana, Ay mısın gün müsün ey yüzü bedir, Gündüz güneş gece ay dedin bana, Selmani der tatlı acı insandır, İnsanların toku acı insandır, Her millete kardeş bacı insandır, İslam insan ikisi de bir bana, Dedim pervaneyim ben bu ışığa, Aşinayım kız sen gibi maşuğa, Rüyamda bir ateş attın âşığa, Yandın ateşime vay dedin bana, 17‐ NE DEYİM SANA Geçen telefonda hocayım dedin, Dede mi diyeyim hoca mı sana, Ben ne gencim ne de kocayım dedin, 161 Gül isen bülbülden gıda alırsın, Hakkı hakikati onda bulursun, Fatıma Ana’ya yoldaş olursun, Gücenme Muhammed Ali aşkına, Ben genç mi diyeyim koca mı sana, Dedelik, zâkirlik, hocalı da var, Vazifende gündüz gecelik de var, Engin gönüllülük yücelik de var, Engin mi diyeyim yüce mi sana, Sen beyaz gül isen ben de bülbülüm, Ali’yi sevene olur mu ölüm, Bir deste nergisim gülümsün gülüm, Gücenme Muhammed Ali aşkına, Selmani manayı manadan seçer, Mısrayı sıralar hep dörder üçer, Kuran’da isminiz Mustafa geçer, Elif mi diyeyim hece mi sana, Bu aşka düşenler nefsini yendi, Hak sevgisi bunun hakkına indi, Muhammed nuruna beyaz nur indi, Gücenme Muhammed Ali aşkına, 18‐ ALLAH AŞKINA Bu sevdadan geçmek mümkün değildir, Sev de kurtar beni Allah aşkına, Yar seni seveli aklım zaildir, Sev de kurtar beni Allah aşkına, İşte ben bu nura benzettim seni, Selmani’den haber al yeni yeni, Muhammed aşkına üzme gel beni, Gücenme Muhammed Ali aşkına, Yüzsüzüm ben size bol varıyorum, Vardıkça aşkına yol arıyorum, Beyaz gülüm sana yalvarıyorum, Sev de kurtar beni Allah aşkına, 20‐ AŞKINA Bir sofra kuruldu mey içmek için, Saki doldur meyi dolu aşkına, Muhabbet kapısın tez açmak için, Saki doldur meyi Ali aşkına, Beyaz gülüm sana oldum andelip, Korkarım bu işte gelemem galip, Bir tenha günümde yanıma gelip, Sev de kurtar beni Allah aşkına, Dolansın peymâne bade süzülsün, Müminler şad olsun münkir üzülsün, Şahı seven bir katara dizilsin, Hünkâr Hacı Bektaş Veli aşkına, Kim bilecek halimi sen de bilmezsen, Ben de gülmem sen şakıyıp gülmezsen, İflah olmam gel deyince gelmezsen, Sev de kurtar beni Allah aşkına, Aşk badesi içip em niyetine, Bakmayıp münkirin kem niyetine, Kırkların sürdüğü cem niyetine, Balım Sultan, Kızıl Deli aşkına, Selmani der aşksız dostluk olunmaz, Olsan bile yanında çok kalınmaz, Konuşmaya dahi fırsat bulunmaz, Sev de kurtar beni Allah aşkına, Badeyi içtikçe affolsun isyan, Aşk meyi içene Hakk eder ihsan, Geç kulun suçundan kalmasın noksan, Hünkâr’ın mukaddes eli aşkına, 19‐ MUHAMMED ALİ AŞKINA Beyaz gülüm sana yârim ol dersem, Gücenme Muhammed Ali aşkına, Bunların aşkıyla meyil verirsem, Gücenme Muhammed Ali aşkına, Selmani‘nin sırlarını gizletme, Gizli yaraların açıp sızlatma, Doldur saki meyi bizi gözletme, Sır kandilde nuru celi aşkına, 162 21‐ AŞKINA Gel seninle gerçek dostluk kuralım, Allah bir Muhammed Ali aşkına, Bağlanalım bir ikrarda duralım, Hünkâr Hacı Bektaş Veli aşkına, Yardımcımız olsun Keçeci Baba, Balım Sultan, Kızıl Deli aşkına, Gamlı gönlüm sizde dostluk aradı, Yârini alır mı bilmem muradı, Fatıma Ana cennette saçın taradı, Arzum saçın her bir teli aşkına, Âşık sevdiğine can eder heba, Verir öz canını uğruna ceba, Şah Mahmut Veli’nin gonca gülünden, Kokusunu aldık esen yelinden, Değirmen döner var çeşme selinden, İşte bu gözlerin seli aşkına, Katlana gör ol, Hüda’nın derdine belâsına, Selmani der sevgin yerleşti sere, Bizimdir deseydin bari bir kere, Nasip verdi doksan dokuz bin ere, İste onun cömert eli aşkına, İnsanlara bir nazar kıl feth olmaz bir kala gör, Sakın İblis yerleşmesin vücudun kalasına, Muharremde et yenmez su içilmez, Yas çekmeyenlere kıymet biçilmez, Mürvet dilemezsek kandan geçilmez, Ağlayalım Hüseyin’in aşkına, Esfelden kurtulam dersen özün gönlün saf eyle Hırs ile nefse uyup da gitme iş hilâsına, Selmani ah çekip gel eyle zarı, Ah Hüseyin deyip artır efkârı, Eğer sever isen Şah-ı Hünkâr’ı, Ağlayalım Hüseyin’in aşkına Bilal-ı Habeş’in sesi mermeri eritmişti, Duyanlar hayran olmuştur ezanı selâsına, 23‐ VÜCUDUN KALASINA Aldanma ey deli gönül dünyanın cilasına, “Hubb’ul vatan minel iman” kalâmını duyunca, Selmani sarılır oldu vatanı sılasına Ağlayalım Hüseyin’in aşkına, 22‐ HÜSEYİN’İN AŞKINA Mübarek muharrem geldiği zaman, Ağlayalım Hüseyin’in aşkına, Ah u feryat ciğer deldiği zaman, Ağlayalım Hüseyin’in aşkına, Yedisini tutan imiş yediler, Sekizini tutan mümin dediler, Dokuzunu tutanlar Hakk’a erdiler, Ağlayalım Hüseyin’in aşkına, Birini tutandan Hakk razı olur, İkisini tutan rahmetin bulur, Üçünü tutanda himmetin alır, Ağlayalım Hüseyin’in aşkına, Onunu tutanlar gayriyi neder, On birin tutana şefaat eder, On ikisin tutan cennete gider, Ağlayalım Hüseyin’in aşkına, Dördünü tutanlar görmesin acı, Beşini tutanlar başımız tacı, Altısını tutan Güruhu Naci, 163
24‐ SÖZ ARASINA Ateş yoktur inan öbür dünyada, Burda düşmedinse köz arasına, Serencam korkutmuş inat inada, Bilginler söz katmış söz arasına, Vatanı gençliğe emanet etti, Canım kanım kurban vatan uğruna, Dünyada Türk adı en yüksek rakam, Millete devlete bir gözle bakam, Şehitlik makamı bir ulu makam, Canım kanım kurban vatan uğruna, Cennet güzel bildirilmiş haz olur, Cehennemi benimseyen az olur, İnsanlarda namaz niyaz naz olur, Güzel ahlak girer naz arasına, Yürünsün atanın gittiği ize, Çok dikkatli idi sulhçuluk söze, Şehit olsak öldü demeyin bize, Canım kanım kurban vatan uğruna, Dürüstlükten gösterirsen başarı, Gönülleri zedelemez haşarı, Sevenler, kalbinden atmaz dışarı, Girdin ise gönül, göz arasına, Selmani şanlı Türk layıktır şana, Sevgisi yerleşmiş damara, kana, Bu şehitlik nasip olmaz her cana, Canım kanım kurban vatan uğruna Dersini aldınsa aktan, karadan, Ayırmaz yaratan seni sıradan, Senlik benlik kalkar ise aradan, Hak yerleştir temiz öz arasına, 26‐ AYRILIĞI OLMASA Ecel gelip kapıları çalmazdı, Ölüm zulüm ayrılığı olmasa, İnsanın ömrünün sonu olmazdı, Ölüm zulüm ayrılığı olmasa, Dünya insanlarla dolar taşardı, Yeryüzüne sığmaz hattan aşardı, İnsan ölmez asırlarca yaşardı, Ölüm zulüm ayrılığı olmasa, İbret ile bir bak toprağa taşa, Neler gelir, bir gör sağ olan başa, Selmani ne kadar yaşarsan yaşa, Bir gün sarılırsın bez arasına, 25‐ VATAN UĞRUNA Anam Türk atam Türk, Türk evladıyım, Canım kanım kurban vatan uğruna, Devletin bekçisi kol kanadıyım, Canım kanım kurban vatan uğruna, İnsan insanlıktan lezzet duymazdı, Hiç kimse kimseyi sevip saymazdı, Birbiriyle uzlaşıp da uymazdı, Ölüm zulüm ayrılığı olmasa, Mehmetçik olarak duyunca adım, Kahramanlık makamını aradım, Ya gazi ya şehit olmak muradım, Canım kanım kurban vatan uğruna, Yaşantılar dengesini bulmazdı, Yaşansa da hiçbir neşe almazdı, Ayak basmak için bir yer kalmazdı, Ölüm zulüm ayrılığı olmasa, Vatanı canımdan aziz bilirim, Marşları okurken cûşa gelirim, Ağlamayın bu hizmette ölürüm, Canım kanım kurban vatan uğruna, Selmani der bu hal kulu açmazdı, Toprağa bir avuç tohum saçmazdı, Hayır işi işleyip şerden kaçmazdı, Ölüm zulüm ayrılığı olmasa, Atatürk buyurdu kurtardı gitti, İzinden yürüyen menzile yetti, 27‐ AYRI GÖRÜŞ OLMASA Pİrim beni toplumunda arardın, 164 Ayrı görüş ayrı sürek olmasa, Erenlere daha iyi yarardın, Ayrı görüş ayrı sürek olmasa, Âşık, âşık olmaz del’olmayınca, Gerçek erenlerden el olmayınca, Bir can isteyip de gel olmayınca, Muhammed olmadan varılır mı hiç, Bu âcize seslenseydin n’olurdu, Nerde olsan seni arar bulurdu, Sultan Şah İbrahim memnun olurdu, Ayrı görüş ayrı sürek olmasa Selmani’nin bitmez hiç endişesi, Bu hali görmüştür beyi paşası, Bugün burda arı namus şişesi, Muhammed var iken kırılır mı hiç, Ecdadım emeğim vermez boşuna, Bakıp âşığının feryat cuşuna, Beyitlerim hep giderdi hoşuma, Ayrı görüş ayrı sürek olmasa, 29‐ AH ÇEKMECE VAH ÇEKMECE Beni de aldın içine, Ah Çekmece vah Çekmece, Bilmem âşığın suçu ne, Ah Çekmece vah Çekmece, Ah çekerim gündüz gece, Bir telefon etsen duymaz mı idim, Hak yolunda cana kıymaz mı idim, Dedem meclisine uymaz mı idim, Ayrı görüş ayrı sürek olmasa, Gidenim yok gelenim yok, Ağlayanım gülenim yok, Hiç halimden bilenim yok, Ah Çekmece vah Çekmece, Ah çekerim gündüz gece, Yaz gününde kışa döndüm, Aşkım bitti boşa döndüm, Kafeslenmiş kuşa döndüm, Ah Çekmece vah Çekmece, Ah çekerim gündüz gece, Bu kadere nasıl kandım, Yandım ateşine yandım, Ne evim var ne de kondum, Ah Çekmece vah Çekmece, Ah çekerim gündüz gece, Bilemez mi idim delil yakmayı, Evliya yolunda duru akmayı, Bensiz yemez idin pirim lokmayı, Ayrı görüş ayrı sürek olmasa, Bıraktın gönlümü gamın içinde, Ağladım gözlerim nemin içinde, Ben de görünürdüm cemin içinde, Ayrı görüş ayrı sürek olmasa, Selmani dertleri derleştirirdik, Sevgimizi kalbe yerleştirirdik, Özümüz gönlümüz birleştirirdik, Ayrı görüş ayrı sürek olmasa, Selmani der kastım da yok, Seccadelik postum da yok, Sevdiğim yok dostum da yok, Ah Çekmece vah Çekmece, Ah çekerim gündüz gece, 28‐ YORULUR MU HİÇ Yaşı seksen deyip yorulur sanma, Muhammed’i seven yorulur mu hiç, İster inan bana ister inanma, Âşıklar her söze darılır mı hiç, 30‐ KEKLİĞİM Dağda keklik avlanmaz, Engine inmeyince, Yâda meyil bağlanmaz, Yar diye dönmeyince, Çok şükürler Hakk’tan gelen duyruya, Gönül vermem bu sevgiden ayrıya, Yaratandan Muhammed’den gayrıya, Muhammed’i seven sarılır mı hiç, 165 Ey kekliğim kekliğim, Nedir benim çektiğim, Senin aşkın değil mi? Gözyaşları döktüğüm, Biribirimize candan koşalım, Gel Allah aşkına niyazlaşalım, Hemen barışalım bayramdan önce, 32‐ ZİYADE Lâl-i lebinin lezzeti şeker baldan ziyade, Âşığın kalbi pak olur gıylu galden ziyade, Keklik taşta eğlenme, Avcı gelir peşinden, Sakın gafil avlanma, Ayırırlar eşinden, Bu dünyanın ziynetinden geçmek dahi evladır, Kula ahiret varlığı para, puldan ziyade, Ey kekliğim kekliğim, Nedir benim çektiğim, Senin aşkın değil mi, Gözyaşları döktüğüm, Yerde gökte var mı acep insandan bir güzeli, Hakk’ın sevgilisi yoktur geda kuldan ziyade, Kekliğim avlanırsın, İnersen yazılara, Hasiret korlar seni, O çifte kuzulara Ey kekliğim kekliğim, Nedir benim çektiğim, Senin aşkın değil mi, Gözyaşları döktüğüm, Terki dünya olan elbet yas çekip kara giyer, Al yeşilli libas giymez hırka şaldan ziyade, 31‐ BAYRAMDAN ÖNCE Cenanım herhalde bana küstünüz, Hemen barışalım bayramdan önce, Aramızdan muhabbeti kestiniz, Hemen barışalım bayramdan önce, Ey Selmani sen her yolu Hakk’a gider zannetme, Yol içinde yollar var ki bak bu yoldan ziyade, 33‐ HAYDAR DEDE Muhabbet etmeye yanına varsam, Tutar bize sapkın der Haydar Dede, Sapkın diye hangi insana derler, İyi düşün cevap ver Haydar Dede Bu aşkın güneşi doğar dulunmaz, Aşk devam etmezse âşık olunmaz, Belki bayram günü fırsat bulunmaz, Hemen barışalım bayramdan önce, Hacet yok demeye bayram arife, Ben sana derdimi ettim tarife, Küskün durma ben biçare herife, Hemen barışalım bayramdan önce, Bu sözü hak eden hata yapmadım, Hakk’tan gayrı bir nesneye tapmadım, Günahkâr olsam da yoldan sapmadım, Böyle söz insanı yer Haydar Dede, Talibin üstünde dedelenirken, Sohbet eleğinden söz elenirken, Bet sözlerden gönül zedelenirken, Kendi hatanı da gör Haydar Dede, Halini hatrını sormaya geldim, Ölümsüz bir dostluk kurmaya geldim, Açılan yarayı sarmaya geldim, Hemen barışalım bayramdan önce, Selmani der niçin uzaklaşalım, Haklı kelamlara hile katılmaz, 166 Seni koydum tüm güllerin yerine, Neredesin Beyaz Gül’üm nerede, Veliyullahlara atıp tutulmaz, Mücerrettir diye dil uzatılmaz, Onların gelişi sır Haydar Dede, Yoklayıp gönlünü inceden ince, Kerem eyle sırlarıma erince, Yokluğun bağrımı yaktı derince, Neredesin Beyaz Gül’üm nerede, İnsanın çektiği hep dil zulminden, Sabır ehli olmak kendi hilminden, Selmani’nin dersi batın ilminden, Bu nihan sırrına er Haydar Dede, Dostça bakıp âşığının sözüne, Girmek için çalış gönül gözüne, Gel sen bari hayır deme sözüne, Neredesin Beyaz Gül’üm nerede, 34‐ İLTİMAS DEDE İlmine âlim olmuşum ey kelâmı has dede, Erenlerden giyinmişsin hilati libas dede, Arabî Farisî Türkçe Kur’an’a mana veren, Bildiğim yol evlâdısın etme iltimas dede, Selmani’nin sensin tüten gözünde, Aşkın sevgin yerleşiktir özünde, Her an sensin sohbetinde sözünde, Neredesin Beyaz Gül’üm nerede, 36‐ SESSİZ KÖYÜMDE Niçin özlemeyim garip köyümü, Anam babam yatar sessiz köyümde, Niçin izlemeyim sorup köyümü, Anam babam yatar sessiz köyümde, Evliyayı enbiyadır yüz yirmi dört bin nebi, Yüz dört kitabın beyanı zülfü kaşı mah cebi, Tarikatın piri sensin mürşidindir çelebi, Bu ismin müsemmasını anlar mı her nas dede, Düşünceler derde dertler ekliyor, Hicran gamı üst üstüne ekliyor, Seyit Ahmet Türbesi’ni bekliyor, Anam babam yatar sessiz köyümde, Selmani ezelden okudu Mim’i Ha’yı, Pirin cemalinde görüp ol şemsi Vedduhâ’yı, hatırından Hüseyin Çıkarmayıp Kerbelâ’yı, Matem tutup yas çekmemiz ecdattan miras dede, Son köye göçtüler normal yaşında, Tarihleri yazılıdır taşında, Bir Fatiha okuyan yok başında, Anam babam yatar sessiz köyümde, Yakın olsa ez tez gelir giderdim, Evlatlık hakkımı tamam öderdim, Fatiha’lar okur dua ederdim, Anam babam yatar sessiz köyümde, 35‐ NEREDE Sözüm kar etmedi sarı güllere, Neredesin Beyaz Gül’üm nerede, Seni düşürmedim dilden dillere, Neredesin Beyaz Gül’üm nerede, Garip kabir çiçeklerle süslenmez, Dua etmeyince ruhlar beslenmez, Selmani seslense onlar seslenmez, Anam babam yatar sessiz köyümde, Düşünceye uyup dalma derine, Darılıp âşığın bu haberine, 37‐ VOLKAN İÇİNDE Ömrüm sonbahardır geçti çağlarım, 167 Hazana uğradı gönül bağlarım, Yanar dağlar gibi yanar dağlarım, Kaldım lavlar saçan volkan içinde, Sanırdım derdime sendin ek olan, Güzellikte menendi yok tek olan, Yüzleri yumuşak özü pek olan, Rastlamadım şu insanlar içinde, Ben yandıkça yanar dağlarla taşlar, Feryada kalkışır kurtlarla kuşlar, Akar gözlerimden ah kanlı yaşlar, Bir vefasız için al kan içinde, Bir aşina ile sevgi bağım yok, Aşk elinden gayrı bir durağım yok, Koca İstanbul’da dert ortağım yok, Garibanım tüm imkânlar içinde, Aşk elinden kaldım yârin yaşında, Beyaz gül bıraktı dertli başında, Daldım yüzmekteyim kan deryasında, Selmani ‘yi ara, bul kan içinde, Bir nazlı canana derdimi deştim, Hanesine sık sık varıp birleştim, Allah biliyor ya çok güvenmiştim, Perişanım perişanlar içinde, 38‐ ORMANLARIN İÇİNDE Gök gibi gürleyen neşeli köyüm, Garip kalmış ormanların içinde, Gürgenli pelitli meşeli köyüm, Garip kalmış ormanların içinde, Selmani ateşim közüm geçmiyor, Beyaz gülden gönlüm gözüm geçmiyor, Binlerce söz yazdım sözüm geçmiyor, Bu kadar şöhretler şanlar içinde, Oğlu kızı gitmiş kalmış babası, Kış da yaz da yanmaktadır sobası, Zavallı köy sanki yayla obası, Garip kalmış ormanların içinde, 40‐ SELLER İÇİNDE Seversen Mevla’yı bire vefasız, Gel ağlatma beni eller içinde, Hiç âşık gördün mü cevr-ü cefasız, Ağlayan gözlerim seller içinde, Ayrılık çekenler dertli acılı, Talih sabıkası kader sicili, Ne normal sağlık var ne de acili, Garip kalmış ormanların içinde, Al yanakta açılmadık güller var, Senin gibi nice ince beller var, Sende doyulmayan tatlı diller var, Bir daha bulunmaz diller içinde, Dağ başına bina kurmuş ustalar, Mesaj bitti cepler oldu postalar, Hastaneye ulaşamaz hastalar, Garip kalmış ormanların içinde, Gizli sırlarıma erdiğin zaman, Gönlümün bağına girdiğin zaman, El uzatıp gülüm derdiğin zaman, Seçemedim seni güller içinde, Selmani der söze sığmaz bu sırlar, Yazmayınan bitmez sözler satırlar, Ayrılsa da yine köyü hatırlar, Garip kalmış ormanların içinde, Al yanağa miski amber ekmişsin, Kara gözlerine sürme çekmişsin, Sarı saçı ince bele dökmüşsün, Altın kemer kalmış teller içinde, 39‐ KANLAR İÇİNDE Sen gibi muhannet bir kul görmedim, Hakk’ın yarattığı canlar içinde, Cefakârım muradıma ermedim, Koydun gözlerimi kanlar içinde, Selmani methetti sarı saçını, Affedersin methedenin suçunu, 168 Aşkınla dolansam Çin’i Maçin’i, Göremem sen gibi kullar içinde, Gelir için kaynamalar coşmalar, Nerde candan sevip niyazlaşmalar, Deyiş diye söyleniyor koşmalar, Hep taklitçi insanların elinde, 41‐ KÂR DA ELİNDE Hayrını şerrini bilmeyen insan, Hayır da elinde şer de elinde, Kendinden haberi olmayan insan, Zarar da elinde kâr da elinde, Takip eden çok az ikrarı ahtı, Bilgisiz geçiyor gençliğin vahtı, Bilginler ölgünler geriden bahtı, Hep taklitçi insanların elinde, Elini çek haram kişi varından, Çekin mazlumların ah u zarından, Korku çekme cehennemin narından, Ateş de elinde kor da elinde, Aklı eren yanıp tutuşacak mı, Açılan yaralar bitişecek mi, Bilmem Mehdi çıkıp yetişecek mi, Hep taklitçi insanların elinde, Kendi derdine sen dertler katarsın, Kendini beğenir çalım satarsın, Tembellikte kalıp boşta yatarsın, Yokluk da elinde var da elinde, Selmani der bugün durulacak mı, Bize sahip çıkan bulunacak mı, Mazlumların ahtı alınacak mı, Hep taklitçi insanların elinde, Başa ne gelecek hiç kimse bilmez, Bir kimse başaca şad olup gülmez, İnsandan insana bir zarar gelmez, Zahmet de elinde zor da elinde, 43‐ GÜLEMEZSİN DE Yağsa üstümüze ecel yağmuru, Ecelsiz ölünmez, ölemezsin de, Dertsiz kullar etmese de umuru, Her zaman gülünmez, gülemezsin de, Gel kendini anla et itibarı, Akıla siper et namusu arı, Selmani istersen didarı darı, Didar da elinde dar da elinde, Gamlı olur insanların bazısı, Ne acısı biter ne de sızısı, Kara yazılmışsa alın yazısı, Bu yazı silinmez, silemezsin de, 42‐ ELİNDE Muhammed Ali’nin yolu erkânı, Hep taklitçi insanların elinde, Neredesin yetiş ey Keremkâni, Hep taklitçi insanların elinde, Anlayıp kendimi bileyim desen, Hayırlı dilekler dileyim desen, Bir daha dünyaya geleyim desen, Gidince gelinmez, gelemezsin de, Ehli kâmil olan yandı kavruldu, Gerçek söz toz duman olup savruldu, Batın ilmi zahir ilme çevrildi, Hep taklitçi insanların elinde, Güzelce geçiren gençlik çağını, Sevenlere bağlar gönül bağını, Delmek istesen de benlik dağını, Kolayca delinmez, delemezsin de, Bu söylenen sözde asla yalan yok, Muhabbetin derinine dalan yok, Yolu tam bileni yola alan yok, Hep taklitçi insanların elinde, Selmani bekle ki çile dolacak, Talihin ne ise öyle olacak, Haberin var mı sonun n’olacak, Netice bilinmez, bilemezsin de, 169 İsminiz Gaffar-üz Zünup, Gel dertlere derman eyle, Selmani der yanar içim, Bu dünyada eyle seçim, Ahrete kalmasın suçum, Gel dertlere derman eyle, 44‐ KEREM EYLE Keşke sevmeseydim dedirme bana, Acı bu halime gel kerem eyle, Can-ı dilden âşık olmuşum sana, Âşığın halinden bil kerem eyle, 46‐ ESİRGEME Ben seninim sen de benim, Beni benden esirgeme, Nişanedir siyah benim, Beni benden esirgeme, Aşklıyım ben yasa mateme gelmem, Süleyman Neb’olsan hateme gelmem, Bana sitem etme siteme gelmem, Yanına geldikçe gül kerem eyle, Aşkınla ciğerim dağlar dururum, Derdinle karalar bağlar dururum, Sen uzak durdukça ağlar dururum, Gözlerimin yaşın sil kerem eyle, Beyaz Gül’üm bülbül seslim, Sevgisi kalbimde beslim, Canı cana edek teslim, Teni benden esirgeme, Sevip ayrılırsak el bizi taşlar, Dertlerin büyüğü buradan başlar, Gözden dane dane dökülür yaşlar, Olmasın ciğerim sel kerem eyle, Candan olup can güvenlik, Devam etmeli esenlik, Olmayıp hiç senlik benlik, Seni benden esirgeme, Selmani bülbüldür ah u zar ister, Nazlı Beyaz Gül’den buse kar ister, Herkes sevdiğinden bergüzar ister, Siyah saçlarından tel kerem eyle, Gonca güllerin dereyim, Dilersen canım vereyim, Birazcık günün göreyim, Günü benden esirgeme, 45‐ DERMAN EYLE Elâ gözlü Şah-ı Merdan, Gel dertlere derman eyle, Kulları kurtaran dardan, Gel dertlere derman eyle, Selmani sinem yakarsam, Bulanık selle akarsam, Sana kem gözle bakarsam, Kini benden esirgeme 47‐ GÖNÜL GAM YEME Her kışın bir yazı olur, Gam yeme gönül gam yeme, Derdin çoğu azı olur, Gam yeme gönül gam yeme, Kâbe kıble sensin hacı, Günahkâr kullara acı, Sende dertlerin ilacı, Gel dertlere derman eyle, Hûblar şahı canlar canı, Müminin gönül zîşânı, Cümlenin şefaat kani, Gel dertlere derman eyle, Dertli ağlar yanar tüter, Denilmez ağlama yeter, Derdin sonu gelir biter, Gam yeme gönül gam yeme, Aşkınla pervane dönüp, Koştuk nefs atına binip, Düşünce bir alamettir, 170 Kapılırsan melâmettir, Sabrın sonu selamettir, Gam yeme gönül gam yeme, Bülbülüm âşığım Beyaz Gül’üme, Âşıklık denilen bir gizli ilim, Aşkı anlatmaya uzatmam dilim, Âşığa çok görme kız Beyaz Gül’üm, Bülbülüm âşığım Beyaz Gül’üme, Felek gayet düzenbazdır, Hem şifa hem de marazdır, Düşenin ömrü azdır, Gam yeme gönül gam yeme, Aşkın gizli esen yeli gibiyim, Bulanıp durulan seli gibiyim, Sevgin yerleşeli deli gibiyim, Bülbülüm âşığım Beyaz Gül’üme, Selmani der doldur kabı, Bile bile her hesabı, Benden sana dost cevabı, Gam yeme gönül gam yeme, Ben aşkımdan sana aşklar eklerim, Sanma ki hepsini sana yüklerim, Güzelim ben senden kerem beklerim, Bülbülüm âşığım Beyaz Gül’üme, 48‐ MUHAMMED ALİ GELİR DİLİME Hayra himmet deyip söze başlarken, Hak Muhammed Ali gelir dilime, Pir aşkına gözlerimi yaşlarken, Şah İbrahim Veli gelir dilime, Umarım yar benden uzak durmazsın, Kusurumu görüp yüze vurmazsın, Aciz Selmani’nin gönlün kırmazsın, Bülbülüm âşığım Beyaz Gül’üme. Cavidan ilminden cevher saçarken, Hayrı sevip şer emelden kaçarken, Muhabbetin kapısını açarken, Ululardan ulu gelir dilime, 50‐ MİMİN DALI ZELİNE Ey erenler canım kurban güzeller güzeline, Damarlarda kanım kurban ezeller ezeline, Aşk oduna ciğerciğim dağlarken, Hüseyin’in derdi ile ağlarken, Gözlerimin yaşı akıp çağlarken, Hemen hicran seli gelir dilime, Güzellere canım feda, çirkine lanetim var, Eylemişim şanım kurban Mim’in Dal’ı Zel’ine, Şah Necef deryasın girip boylarken, Cevherden yükümü tutup taylarken, Evliyanın beyitini söylerken, Âli Aba yolu gelir dilime, Cahiller bana derler ki niçin güzel seversin, Münkirlerin eli ermez âşığın özeline, Selmani der kazan kaynar taşarken, Dalgalanıp dalga boydan aşarken, Söyleyende, dinleyende coşarken, Muhabbetin balı gelir dilime, Biz severiz güzelleri, sevmeyenler sevmesin, Yeter ki biz kul olalım lemyezel yezeline, 49‐ BEYAZ GÜLÜME Beni âşık eden aşkın zorudur, Bülbülüm âşığım Beyaz Gül’üme, Yine içten yakan ateş korudur, Güzellerin aşkı ile içmişiz aşk meyini, 171 Denizlerin suyu yağmur kar mıdır, Su çokluğu zarar mıdır kar mıdır, Bu ilimden haberleri var mıdır, Kaynakların yerden süzülmesine, Sakiyi Haydar-ı Kerrar sunar tez tezeline, Güzellerin kıymetini gerçek âşıklar bilir, Görür görmez âşık olduk Hünkâr’ın biz eline, Yaza kışa bakıp kesi kesilir, Denizler fark etmez güze eksilir, Sonbaharda damar neden kısılır, İdrak eden var mı büzülmesine, Ey Selmani güzelleri metheyle güller gibi, İbrişim dokutur sana, verir mi bez eline, Damarları kimler açar, kim sıkar, Yeri göğü kimler kurar, kim yıkar, Her ne arar isen topraktan çıkar, Bak şu madenlerin ezilmesine, 51‐ ÇİÇEK YERİNE Dostluk teklifine çiçek verilir, Ben şiir vereyim çiçek yerine, Sevip sevilmeye böyle erilir, Ben şiir vereyim çiçek yerine, Selmani bir sırdır yerler ve gökler, Âşıklar söylerken hepsini birler, Bilginler bu ilme tasavvuf derler, Akıl fikir gerek sezilmesine, Âşık sözü çiçekten de güzeldir, Şiiri üreten aşk, zekâ, eldir, Bir tek şiir bin çiçeğe bedeldir, Ben şiir vereyim çiçek yerine, 53‐ O ÇİÇEĞİN ÜSTÜNE Bu dünyada bir çiçeğe hayranım, Çiçek bilmem o çiçeğin üstüne, Hem hayranım odur hem de seyranım, Çiçek bilmem o çiçeğin üstüne, Âşık sözü hem zarif hem de gerçektir, Âşıklar özüne sözüne bektir, Verilen bir ottur, bir tek çiçektir, Ben şiir vereyim çiçek yerine, O çiçektir veren ilhamı bize, Alınan ilhamdır duyrulan size, O çiçek benzemez güle nergize, Çiçek bilmem o çiçeğin üstüne, Âşık olan düşkün olur maşuğa, Sevgi zoru denir bu alışığa, Böyle teklif çok görülmez âşığa, Ben şiir vereyim çiçek yerine, Ne menekşe, sümbül ne narçiçeği, Ne nevruz ne çiğdem ne kar çiçeği, Doyup usanılmaz bir yar çiçeği, Çiçek bilmem o çiçeğin üstüne, Selmani der şiir benim çiçeğim, Severek kabul et, et küçüceğim, Bir yanak verirsen yar öpeceğim, Ben şiir vereyim çiçek yerine, O çiçeğin türlü türlü hali var, Zehiri var, kaymağı var, balı var, Pembesi var, yeşili var, alı var, Çiçek bilmem o çiçeğin üstüne, 52‐ ÇÖZÜLMESİNE Bilginlerden derin bir mana sorsam, Ne derler dağların dizilmesine, Verilen cevabın farkına varsam, Kulak verip dürüst çözülmesine, Selmani’nin bu sözleri gerçektir, İnsan denen en mukaddes çiçektir, Halis kökten sürüp gelen pürçektir, Çiçek bilmem o çiçeğin üstüne, 172 Beraber gidelim İmam Hüseyn’e, 54‐ İMAM HÜSEYN’E Ben Rıza olayım sen de Teslime, Beraber gidelim İmam Hüseyn’e, Bizi ulaştırsın Şehit Müslüm’e, Beraber gidelim İmam Hüseyn’e, 55‐ KAÇAMADIM NE ÇARE Gizli dertlerimi dertsiz kullara, Açam dedim, açamadım ne çare, Kurtulayım diye çıktım yollara, Kaçam dedim kaçamadım ne çare, Her şehidin sırlarına ermeye, Celal Abbas için can baş vermeye, Alekber’in güllerini dermeye, Beraber gidelim İmam Hüseyn’e, Zalim Yezit, Hüseyin’inin hasımı, Hasımlar artırır gamı yasımı, Ziyaret etmeye Ebu’l Kasım’ı, Beraber gidelim İmam Hüseyn’e, Gecem değil günüm döndü zindana, Gözlerimin yaşı boyandı kana, Derdi gamın bohçasını meydana, Saçam dedim saçamadım ne çare, Haber aldım derdin türlü renginden, Kurtulmadım meşakkatin cenginden, Kuşlar gibi yüksek değil enginden, Uçam dedim uçamadım ne çare Allah kahreylesin Yezit-i harı, Yıkılsın zalimin suru hisarı, Görmek için masum Ali Ashar’ı, Beraber gidelim İmam Hüseyn’e, Bir göz attım şu dağların ardına, Koşup gider ulaşılmaz kurduna, Gerçeklerle güzellerin yurduna, Göçem dedim göçemedim ne çare, Dedesi Muhammed atası Ali, Şah Hüseyin bize uzatsın eli, Hakk bahşetti nuru İmam Zeynel’i, Beraber gidelim İmam Hüseyn’e, Bu Selmani şöhretinden adından, Yaralıdır kalple kol kanadından, Şu dünyanın lezzetinden tadından, Geçem dedim geçemedim ne çare, Hüseyn’e çevirip yüzlerimizi, Yaş ile doldurak gözlerimizi, Canan bir edek ki özlerimizi, Beraber gidelim İmam Hüseyn’e, 56‐ KUR’AN İÇRE Ne acayip haldeyim ah bu demi devran içre, Ah çekip ağlamaktayım makbulü yaran içre, Zeynep, Gülsüm, Leyla bir de Sakine, Nasıl dayandılar zulüm yüküne, Bin lanet Yezit’in örü köküne, Beraber gidelim İmam Hüseyn’e, Oku gel Hakk’ın ismini dört kitapta mutlaka, Gör ne yazmış Hak Teâlâ ol hatmi Kuran içre, Bunlar Hakk’a kurban verdi başını, Atarak Yezit’e lanet taşını, Akıtarak gözümüzün yaşını, Beraber gidelim İmam Hüseyn’e, Sıfatında yedi hattı fehmeyle gel ey insan, Küntü kenzullahı bilen kalmıştır viran içre, Selmani’nin budur ahtı peymânı, Şehidi Kerbela dini, imanı, Ağlayarak geçirmeden zamanı, Hak Teâlâ kâinatı Âdem için halk etti, İşte bu hazinetullah ikrarda duran içre, 173 Sözü kumru, dili bülbül Safiye, Ey Selmani! Sen bu sırrı bildirme her cahile, Cahil ne bilsin Huda’yı cahildir her an içre, Şah-ı Merdan Hüseyin’e duş etsin, Gündüz hayal geceleri düş etsin, Hazreti Fatma’ya seni eş etsin, Sözü kumru, dili bülbül Safiye, 57‐ KABUL EYLEYE Hak için meydana gelen kurbanı, Şah Hasan, Hüseyin kabul eyleye, Rıza-i bâride kesilen canı, Şah Hasan, Hüseyin kabul eyleye, Giymezsin alları kara bağlarsın, Ehli beyit için sine dağlarsın, Herkesi ağlatır sende ağlarsın, Sözü kumru, dili bülbül Safiye, Muhammed Mustafa Ali aşkına, Hünkâr Hacı Bektaş Veli aşkına, Hatice, Fatıma eli aşkına, Şah Hasan, Hüseyin kabul eyleye, Allah zihnin zekâ ile doldursun, Seni ilim deryasına daldırsın, Hüseyin’in makamını buldursun, Sözü kumru, dili bülbül Safiye, İmam Zeynel, Bakır, Cafer aşkına, Musa Kâzım, Rıza server aşkına, Tâki, Nâki ile asker aşkına, Şah Hasan, Hüseyin kabul eyleye, Gerçek erenlerden himmet dilersin, Koyun, kuzu gibi candan melersin, Dökülen gözyaşın niçin silersin, Sözü kumru, dil bülbül Safiye, Methi Ali Resulullah aşkına, İbrahim-i Halilulluh aşkına, Cebrail -i Eminullah aşkına, Şah Hasan, Hüseyin kabul eyleye, Güruhu Naci’den gelen namesin, Değerini kıymetini bilesin, Selmani’yi etkilendirdi sesin, Sözü kumru, dili bülbül Safiye, İshak ile İsmail aşkına, Nebi, veli, ehli dilin aşkına, Nasip veren yeşil eli aşkına, Şah Hasan, Hüseyin kabul eyleye, 59‐ BİZE Gerekmez fani dünyada mülk için dava bize, Arifi dane lütfudur dert içre deva bize, Selmani der Âli Aba’nın aşkına, Hüseyin’i Kerbelâ’nın aşkına, Yetmiş iki şühedanın aşkına, Şah Hasan, Hüseyin kabul eyleye, Bak öyle bir tezgâhtır ki bu bizim tezgâhımız, Dokutur türlü kumaşı ibrişim seva bize, 58‐ DİLİ BÜLBÜL SAFİYE Hüseyin aşkıyla kitap okuyan, Sözü kumru, dili bülbül Safiye, Kerametin kumaşını dokuyan, Sözü kumru, dili bülbül Safiye, Bizler şol Âdem-i hakiz Mevlâ yoktan var etti, Ruhlar vücuda girmeden denildi kuvâ bize, Hem okur hem hoş sesini dinlersin, Kerbelâ’nın acıların eylersin, Ağlar sızlar bülbül gibi inlersin, Ol dem bu kuvâ içine ruhlar yerleşmeseydi, 174 Hakk’tan inayet, Nuri hidayet, Ol yedi ayet, Vechi veçhullah, Acep kısmet olur muydu Âdem’le Havva bize, Selmani devri âlemde cemale âşık oldu, Cemalsiz boş hana benzer cennet-ül mevâ bize, Farz ile sünnet, Et Hakk’a minnet, Didar-ı cennet, Vechi veçhullah, 60‐ DÜŞER MİYDİM PEŞİNİZE Yoksa halim hareketim, Gelmedi mi işinize, Gelmediğin bilse idim, Düşer miyim peşinize, Melek, hem huri, Musa’nın Tur’u, Allah’ın nuru, Vechi veçhullah, Aşkın kalbime dolalı, Asılsız aşkla solalı, Size tebelleş olalı, Girmedim mi düşünüze, Ol yedi derya, Bil cümle eşya, Nıshayı Kübra, Vechi veçhullah, Her sermaye emektedir, Bilen helal yemektedir, İfadeniz demektedir, Bizden taş yok dişinize, Selmani settâr, Haydar-ı Kerrar, Hazreti Hünkâr, Vechi veçhullah, 62‐ MİRAÇLAMA Kün emriyle karar kıldı, Yerler gökler ve arşullah, Dört nesne ile yoğruldu, Beni Âdem safiyullah, Sarı Gül’ü ansa idim, Sohbetine kansa idim, Bir kerecik konsa idim, Gülüm beyaz döşünüze, Selmani der sözden geçir, Âşığını özden geçir, Şiirlerim gözden geçir, Sezdirmeden eşinize, Âdem buldu kuvvet kudret, Kisboldu nuru hidayet, Gelmesi için zürriyet, Hakk’tan verildi emrullah, 61‐ VECHULLAH Verirsen canı, Bulun cananı, Seb’al Mesân’ı, Vechi veçhullah, Melek Sima Mah-ı Hurşit, İki çömlek oldu eşit, Birisinden zuhretti Şit, Var oldu Şit Nebiyullah, Yâr ile yâran, Sendedir her an, Bil ümmül Kur’an, Vechi veçhullah, Nur nakletti emri celil, Cebrail’di ona delil, Bu İslam’ın aslını bil, İbrahim-i Halilulullah, 175 Hizmetler yolunu aldı, Bir üzüm danesi oldu, Getirdiği bil şeydullah, Yüz yirmi dört bin nebiden, Haber alındı veliden, Ebi ceddi Hâşimî’den, Hak habibi Resulullah, Kudret taamı helaldan, Sütü elma ve baldan, Destur oldu zülcelâldan, Nûş edildi lokma-i Allah, Murtaza’dan haber alıp, Evliya sırrını bilip, Zahir ata Ebu Talip, Batıni sırrı sırrullah, Muhammed ayağa kalktı, Kırklar hayran olup baktı, Müminlere secdegâhtı, Keremallahu veçhullah, Kırklar yolunu tutmaya, Menzili Hakk’a yetmeye, Miraca davet etmeye, Geldi Cibril Eminullah, Bir müddet ayakta durdu, Tacını türaba vurdu, Kemerbest olun buyurdu, O an okundu Yedullah, Cebrail götürür pire, Kırklar cem olduğu yere, Yolda rast gelince şire, Ver hatemin nebiyullah, Hatemi ağzına uzat, Onda sakin olur o zat, Sitret-ül münteha gözet, Keşfolsun azametullah, Herkes makama oturdu, Özünü Hakk’a yetirdi, Selman üzümü getirdi, Ezdi ol Hak Habibullah, Arşı kürsü levhi kalem, On sekiz bin cümle âlem, Okunan doksan bin kelam, Zikrim Ali Keremallah, Biri içti kırkı mesttir, Hep belleri kemerbesttir, Semaha verildi destur, Hu dedi Hu Aliyyullah, Muhammed kırklara vardı, Hu deyip içeri girdi, Kırkı otuz dokuz gördü, Sordu nedir hikmetullah, Aşk ile döndü semahlar, Döküldü küllü günahlar, Kabul olunca tavaflar, Erişti Hakk’tan Feyzullah, Haber aldı sırrullahtan, Aliyyün veliyullahtan, Selman geldi seydullahtan, Elinde bile keşküllah, Kırklar girdiğinde çarka, Pervaz tamamlandı kırka, Emanettir taçla hırka, Bir kemer bir delilullah, Keşkülü öne bıraktı, Cabir Ensar delil yaktı, Bir neşterle kırk kan aktı, Hepsinden bir revânullah, Gönüller maksudun buldu, Kalpler hep nur ile doldu, Emanete sahip oldu, Hacı Bektaş Veliyullah, Bir damla Selman’dan geldi, Tarık Nazenin Bektaşı, 176 Allah bir Muhammed Ali, Hünkâr Hacı Bektaş Veli, Elestüden dedik beli, Bendesiyiz hamdülillah, Zakir görünse de divan edeli, Gerçek erenlere denmiştir beli, Göz önüne alın İmam Zeynel’i, Zakiri susturmak günahtır günah, İnsanlar içinde nice cevher var, Meydana dökecek sözü gevher var, Abdüssamet ile İmam Cafer var, Zakiri susturmak günahtır günah, Hatice, Fatıma, Naci, İmam Hasan başlar tacı, Şah Hüseyin çekti acı, Oldu şahı şehidullah, Gönül yıkmak haram eder helali, Hızır İlyas verir abı zülali, Düşünmek lazımdır o zülcelâlı, Zakiri susturmak günahtır günah, İmam Zeynel gözüm nuru, Bakırı Cafer’in yâri, Musa Kazım din serveri, Pir Horasan Rızaullah, Hakk’a makbul olmaz yüceden uçan, Fakir görünüşlü insandan kaçan, Selmani der zâkir muhabbet açan, Zakiri susturmak günahtır günah, Tâki’nin Nâki’nin ahtı, Askeri Muhammed Mehdi, Zaman olur gelir vakti, Çıkar Ali Resulullah, 64‐ ÇOK SEVERİM KİTABI Dört peygamber için dört kitap indi, Onun için çok severim kitabı, “Velegad kerremna” Âdem’e dendi, Onun için çok severim kitabı, Gir bu yola sevgi taşı, Bağlandı semahın başı, Hatmi yüz dört kitabullah, Ey Selmani hakikatten, Okunan ders beyyinâttan, Cümlemizi şefaatten, Mahrum eylemesin Allah, İncil’de okunan İsa peygamber, Tevrat ile Musa aynı beraber, Zebur’la Davut’tan verildi haber, Onun için çok severim kitabı, 63‐ GÜNAHTIR GÜNAH Ey mevali canlar be hey erenler, Zakiri susturmak günahtır günah, Bu hizmeti böyle verdi verenler, Zakiri susturmak günahtır günah, Kuran’da okunan Ahad’la Ahmet, Ahır zaman peygamberi Muhammet, Kendi kitabını sever her millet, Onun için çok severim kitabı, Şah-ı Merdan Ali gibi dostu var, Ehli beyti zikretmeye kastı var, Zakirin de Hak ceminde postu var, Zakiri susturmak günahtır günah, Kitap okumadık, bilgisiz kaldık, Okuduk ilimden haberdar olduk, Her türlü bilgiyi kitaptan aldık, Onun için çok severim kitabı, Hep gayreti yolun, izin içindir, Hakk’a halka yarar sözün içindir, Dil olması safi sizin içindir, Zakiri susturmak günahtır günah, Her kaç yıl olursa olsun yaşımız, Okumayı bilsin yol kardeşimiz, Selmani Kuran’a bağlı başımız, Onun için çok severim kitabı, 177 65‐ SEVERİZ KİTABI İlkelin, tarihin habercisidir Onun için çok severiz kitabı Bilginin bir cansız hazinesidir Onun için severiz kitabı Var mı bu yolda hiç canına kıyan, Ne mürşit ne dede ne talip kaldı, Bu mu müminlikte şerefler şanlar, Âşığın gözünden arifler anlar, Hak yoluna kesilmiyor kurbanlar, Ne mürşit ne dede ne talip kaldı, Çok bilişli insanları güldürür Akıl almaz buluşları buldurur Geçenleri yeniçağa bildirir Onun için çok severiz kitabı Ayet var insanın zülfü saçında, Birinde beşinde değil kaçında, Gücenmeyin canlar ben de içinde, Ne mürşit ne dede ne talip kaldı, Okunur dünyanın dört bucağında, İnsanlarla birdir her bir çağında, Binlerce söz yatar yaprağında, Onun için çok severiz kitabı, Günden güne açılmakta yaralar, Silinmiyor kalplerdeki karalar, Hak yoluna harcanmıyor paralar, Ne mürşit ne dede ne talip kaldı, Ağaç gibi ışkın verir dal verir, Her tarafa pürçek salar kol verir, Denizden karadan açık yol verir, Onun için severiz kitabı, Selmani bu sözü kim dedi sana, Bari kül olayım ben yana yana, Ana talip oldu talip de ana, Ne mürşit ne dede ne talip kaldı, Bu Selman’ı bebe gibi kucaklar, Kitapla övülür bayrak sancaklar, Pilot okumasa uçmaz uçaklar, Onun için severiz kitabı, 68‐ NE KALDI Sarı Gül’üm sana gönül vereli, Ne defterde yaprak ne de söz kaldı, Yanmak için bu ateşe gireli, Ne alevim kaldı ne de köz kaldı, 66‐ ZAR YARALADI Yâd eller ne kadar taş atsalar da, Yarasız sineyi yar yaraladı, Gönül gülşeninin gonca gülünü, Şeydanın sedası zar yaraladı, Benim çektiğim dert senin de derdin, Üstüne düşmesem severim derdin, Ne bir müjde ne de bir buse verdin, Arada ne eda ne de naz kaldı, Âşıklar ah eder yarın elinden, Ciğerin dağlanır zarın elinden, Uşak yanar derler narın elinden, Şu yanan gönülü nar yaraladı, Yüze gülüp dıştan beni hoş ettin, Dertte koyup dertlilere eş ettin, Sıcaklık vermeyip gönlüm kış ettin, Ne baharım kaldı ne de yaz kaldı, Selmani kendini koru gel nardan, Esirge gülünü dikenden hardan, Çeke gör elini hayırsız kardan, İnsanı hayırsız kar yaraladı, Talihsizim safa sürüp gülmedim, Yanınızda kusurum ne bilmedim, Şu kadar ki dert çeksem de ölmedim, Hasretle yanmaktan canım az kaldı, 67‐ NE DEDE NE TALİP KALDI Muhammed Ali’nin yoluna uyan, Ne mürşit ne dede ne talip kaldı, Selmani’ye sensin hayal düş olan, 178 71‐ SEÇMİŞ OLMALI Erenler abdestim alınmış diyen, Dünya şehvetinden geçmiş olmalı, Şüphesiz namazım kılınmış diyen, Gayrilerden özün seçmiş olmalı, Gizli gizli yakan bir ateş olan, Derdimin ortağı bir tek eş olan, Benimle inleyen dertli saz kaldı, 69‐ SARI GÜLÜM Yandı ciğerlerim yandı, Gözlerim kana boyandı, Kusur görme Sarı Gül’üm, Bende gerçek aşk uyandı, Olmayanı olmuş diye bildirip, Mantıksız söz ile halkı güldürüp, Ölmeden evvela nefsi öldürüp, Hızır’ın dolusun içmiş olmalı, Gönül hasret çeker dosta, Arada sevgidir posta, Seni hasta gördüğümde, Ben de oldum senden hasta, Gerçek erenlere göz gönül katıp, Kin kibirle hırsı bir yana atıp, Evliya ceminde erkâna yatıp, Ölmeden kefenin biçmiş olmalı, Selmani der sözümdesin, Ateşimde közümdesin, Seni unuturum sanma, Sen her zaman özümdesin Ömrü bitirmişse haram yemeden, Günahı isyanı benimsemeden, Alındı kılındı sözü demeden, Dedisiz kodusuz göçmüş olmalı, 70‐ SENDE OLSAYDI Beyaz gülüm uzatmazdın arayı, Aşkımın yarısı sende olsaydı, Bu kadar üzmezdin bahtı karayı, Aşkımın yarısı sende olsaydı, Selmani der söze vererek emek, Anlamını halka beyan eylemek, Çok kolay değildir boş söz söylemek, Dil cürmünden uzak kaçmış olmalı, 72‐ TAŞLAMA İnsanlarda yaramazlık çoğaldı, Kadın besmelesiz çocuk yapalı, Köpeklerin et gıdası azaldı, Tavuk kemiğinden sucuk yapalı, Ben coşa geldikçe sen de coşardın, Aşk atına binip menzil aşardın, Çağırdığım yere hemen koşardın, Aşkımın yarısı sende olsaydı, Sevda yüklerini bana yüklerdin, Neşemin üstüne neşe eklerdin, Tenhalarda görüşmemi beklerdin, Aşkımın yarısı sende olsaydı, Olgun, ölgün insanlar da hamlandı, Herkes şimdi derde düştü gamlandı, Pazardaki jıyar bile zamlandı, Herkes salatayla cacık yapalı, Beni benden daha fazla özlerdin, Merhem çalıp yaralarım düzlerdin, Gelse diye yollarımı gözlerdin, Aşkımın yarısı sende olsaydı, Selmani bu gibi işleri taşlar, Bugün güvencesiz ekmekler aşlar, İpek pahasında kaba kumaşlar, Terzi boylu boslu gocuk yapalı, Selmani der gülüm gülmesen yüze, Şiirimle sitem etmezdim size, Arada sırada uğrardın bize, Aşkımın yarısı sende olsaydı. 73‐ SOĞUMADI MI Keşke bu aşkımız soğusa dedin, Aşkın o an için soğumadı mı, Neydeyim bende aşk yoğusa dedin, 179 Fikirleri birleştirsek olmaz mı, Aynı kökten çıkıp büyüse ağaç, Halkımızı derleştirsek olmaz mı, Aşkın o an için soğumadı mı, Benim coşkun aşkım doldu kabına, Öyle mi geldiydi dost hesabına, Koydun beni gizli buzdolabına, Aşkın o an için soğumadı mı, Dedeler, babalar yol büyükleri, Üstüne yüklenmiş ağır yükleri, Aramızda çıkan kötülükleri, Hep bir olup körleştirsek olmaz mı, Dillerde söylendi Selmani adım, Nice canlar ile güldüm oynadım, Aşkın ocağına girip kaynadım, Aşkın o an için soğumadı mı, Muhammed Ali’yi metheder Kuran, Ali’dir yıllarca kandilde duran, İkisidir yolu erkânı kuran, Kalbimize yerleştirsek olmaz mı, 74‐ UTANMAZLAR MI Cem evine zevk yeridir diyenler, Bir gün sözlerinden utanmazlar mı Bilip bilmeyerek söz söyleyenler, Bir gün sözlerinden utanmazlar mı Çağırsak canları ceme gelmezler, Gelseler de bize sırdaş olmazlar, Kuran’ı okumaz mana bilmezler, Bunu iyi eleştirsek olmaz mı, Ne bilsin inancı cahil herifi, Bilmezler Hakk ile batıl tarifi, Ayıranlar seyyid ile şerifi, Bir gün sözlerinden utanmazlar mı, Selmani sohbet et babalar ile, Geçirme günleri kabalar ile, Bu yolda yapılan çabalar ile, Zararları kârlaştırsak olmaz mı, Okusa da anlamazlar Kuran’dan, İkrar verip ikrarında durandan, Şefaat bekleyip cemi kurandan, Bir gün sözlerinden utanmazlar mı, 76‐ BAŞIM DUMANI Dumanı kalkmadık dağ olmaz derler, Kalkar m’ola dertli başım dumanı, Kemiğim bırakır etlerim yerler, Vicdansız güzelin olmaz imanı, Cehennem insanın çürük özünden, Yananlar hep kendi ateş közünden, Hor görenler bizi inanç yüzünden, Bir gün sözlerinden utanmazlar mı Kime canım desem kara bağlattı, Kime kanım desem yaktı ağlattı, Yüze gülücüler beni ağlattı, Bize imiş ağlamanın zamanı, Allah’ım kurtarsın zalim zulmünden, Sabır versin ilhamından hilminden, Haberdar olunca batın ilminden, Bir gün sözlerinden utanmazlar mı, Bundan sonra gelmez düzenim tadım, Eli değil ben kendimi kınadım, Ne yazık dünyayı boşa çiğnedim, Bilmemişim yahşi ile yamanı, Selmani der bir araya gelinci, Boş sözlü olmaz mı halkın gülüncü, Muhammed Ali’yi birlik görüncü, Bir gün sözlerinden utanmazlar mı, Yanarım dumanım tütene kadar, Başımdan bu derdi atana kadar, Ölürüm bu dava bitene kadar, Merhametsiz zalim vermez amanı, 75‐ OLMAZ MI Bu nedir alaca, bu nedir sıraç 180 Selmani der yara, yar dedim durdum, Aşığa acımak var dedim durdum, Açılan yaramı sar dedim durdum, Söze eğemedim kaşı kemanı, Âlim’ül gaybın sırrı Âdem’dir, İnsanın sureti sebal mesânı, 77 HEM KİTABI SEVER HEMDE İNSANI Kitaba alışkan anne babalar, Hem kitabı sever hem de insanı, Öğrenmeye öğretmeye çabalar, Hem kitabı sever hem de insanı, Kur’an’ı natığı tefsir edince, Veçhullah’ta gördüm şekli insanı, Dil binayı kübra olduğu için, Kalbinde saklarım sırrı sübhanı, Selmani canana can feda kıldım, Sevmişim Hüseyin’i Şah-ı Merdan’ı, Oğlunu kızını verir okula, Yaralı denir böyle bir kula, Okumakla destek olur akıla, Hem kitabı sever hem de insanı, 79‐ NE DE SULTANI Bir susuz deryaya daldım yüzerim, Ne gemiyi gördüm ne de kaptanı, Manaları mantığımla süzerim, Ne şahı gördüm ne de sultanı, İnsan yetiştirmek olsa hüneri, Çok çalışır hızla gider ileri, Bilim öğreneler doğuştan beri, Hem kitabı sever hem de insanı, Gavvas olan hep bu ummana dalmış, Çokları girdapta boğulup kalmış, Bu derya dünyayı içine almış, Ne bağını gördüm ne de bostanı, Yetmiş yaşta düşünenler yarını, Bir günlük ömrü olsa görür karını, Ele alan ilim anahtarını, Hem kitabı sever hem de insanı, Bu ummana dalmış gerçek erler, Nebiler, veliler, erenler, pirler, Cebrail cennete gül dikti derler, Ne gülünü gördüm ne gülistanı, Selmani der ifadenin esası, Az okunan dersi çok anlaması, Velhasılı uzun sözün kısası, Hem kitabı sever hem de insanı, Her can bu ummanı boylayıp geçmiş, Arifler manayı elemiş seçmiş, İdris cennette hulle don biçmiş, Ne tezgâhı gördüm ne de kaftanı 78‐ NEBİZİŞANI Ah Hüseyin deyip açtım dehanı, Gözüm görmez oldu fani cihanı, Selmani der ben bu deryada yüzdüm, Mantıksız sözlere kendimi üzdüm, Yüz on dört sureyi okuyup süzdüm, Ne tamamı gördüm ne de noksanı, Muhammed’e ümmet olayım diye, Dilde tespih ettim nebi zişanı, 80‐ AŞKINI Beyaz gülüm ne sevgin ne aşkın var, Allah benden beter etsin aşkını, Gizlice konduğum gönül köşkün var, Allah benden beter etsin aşkını, Derdi olan gelsin dermanı buldum, Hüseyin’dir derdimizin dermanı, İlim deryasıdır Cafer’i Sadık, Çünkü nuş eyledi bahri ummanı, Aşkın ne olduğun kanıtlayasın, 181 Kalp evini ışıtmaya yaka gör çırasını, Sevda kümesine yumurtlayasın, Selmani diyerek somurtlayasın, Allah benden beter etsin aşkını, 82‐ BİR GÜZEL Gaziler köyünde bir güzel gördüm, Gözlerine gözlük takıp poz attı, Gül yüzünü görünce bin oldu derdim, Bana cilve ile eda naz attı, Birdenbire kaynayıp da coşasın, Coşkun ol ki âşık aşklı yaşasın, Bana benden daha fazla koşasın, Allah benden beter etsin aşkını, Karşımda naz ile güldü yılıştı, Orda beni söyletmeye çalıştı, Eyvah kalbim alev aldı alıştı, Çünkü içerime ateş köz attı, Benim aşkım doğsun senin özüne, Yanasın âşığın ateş közüne, Gece uyku girmesin hiç gözüne, Allah benden beter etsin aşkını, Bilmem kimin kızı kimin kadını, Selmani’yim tadamadım tadını, Dilim tutup soramadım adını, Oy yarama biber attı tuz attı, Aşkı bilen aşka doyup bıkmasın, Canı bilen canın gönlün yıkmasın, Bu Selmani hatırından çıkmasın, Allah benden beter etsin aşkını, 81‐ YARASINI Gel gönül fani dünyanın çekme macerasını, Arif olup anla ilmin ağını karasını, 83‐ VELİ GİBİ Mustafa’ya yâr et beni, Şah-ı Merdan Ali gibi, Mucizatlı er gelmedi, Hacı Bektaş Veli gibi, Hak Teâlâ sevdiğine çile verirmiş meğer, Kulluğa bel bağlayanın sararmış yarasını, Haklı sözün kâr etmezse, Ene’l Hak’la dar etmezse, Mustafa da yâr etmezse, Dolaşırım deli gibi, Hayrını şerrini bilip günahtan sakınanlar, Mizan, terazi, tartarken azaltır darasını, Yakalarsa gönül kışı, Bağrıma bağlatır taşı, Akıtır gözümden yaşı, Gamı hicran seli gibi, Mevlâ mümin kulu için halk eyledi cenneti, Huri Gılman olanlardan istemez kirasını, Gayrilerden seçik eyle, Lâl-ü gevher saçık eyle, Ya Rab elim açık eyle Pirin yeşil eli gibi Yaşadığımız müddetçe eğer isyan eylersek, Ne olur Ya Rab pek uzatma ömrümüz arasını, Selmani der ağlat beni Aynı cemden dinlet beni Hak aşkına inlet beni İrfanda saz teli gibi, Ey Selmani ahiretim mamur eyleyim dersen, 182 84‐ HIŞIM GİBİ Hiç mi gelmeyecek gönlümün yazı, Yağıyor üstüme kar hışım gibi, Yazılmış alnıma bu kara yazı, Canım almak ister yar hışım gibi, Ben kendimi böyle korurum dedi, Aşkın ile sinem yanıp köz olsun; Kavli kararımız sağlam söz olsun, Selmani yaşınız seksen-yüz olsun, Eş kabul edersen varırım dedi, Dedim hışma gelip yar beni üzme, Ben candan bezmişim sen bari bezme, Ezilmiş ciğerim bir de sen ezme, Öldürüp kefenim sar hışım gibi, 86‐ BİLEN KİM İDİ Gel ey âşık sana bir sualim var, İptida dünyaya gelen kim idi, Tereddütte kalıp çekme ah u zar, Hakk’ın birliğini bilen kim idi, Eller yar olmasın benim yerime, Ben erirken sakın sen de erime, Kurban olam kızma cevahirime, Diyemem yanına var hışım gibi, Kimdir evvel ahır hem baki kalan, Kimdir Cebrail’i dünyaya salan, Ya kimdir doğurup kızını alan, Atasının aklın çalan kim idi, Yetim durdu terazinin başında, Yıldızı kim parlatmıştır kaşında, Kimin oğlu oldu geçkin yaşında, Mesiha isminde kalan kim idi, Ne lüzum var darılıp da küsmeye, Aramızdan sevgimizi kesmeye, Berdar etme inanıp da esmeye, Hazırlama n’olur dar hışım gibi, Selmani’nin gelecek mi ahırı, Çekecek hal mi var böyle kahırı, Cude kızı gibi doldur zehiri, Şanına düşerse ver hışım gibi, Ya kim idi rüzgâr alan tahtını, Ya kim güttü ikrarını ahtını, Balık karnında kim bildi vaktini, Orada namazın kılan kim idi, 85‐ TOKAT GÜZELİ Ben bir güzel gördüm Tokat ilinde, Dengi ne kızda var ne de gelinde, Tokat’ın övgüsü methi dilinde, İlimi methedip dururum dedi, Selmani bu ilmi hikmete dalıp, Âşık olanları mihnete salıp, Kimdir küllü şeyden emanet alıp, Kendi canını da alan kim idi, 87‐ GÖL DERDİ ÇÖL DERDİ Âşıkları halden hale düşüren, Mevlâ derdi, derya derdi, göl derdi, Mecnun edip sahra çöller aşıran, Leyla derdi, sahra derdi, çöl derdi, Gönül yaylasında yayla yaylarsan, Tatlı dillerinle gönül eğlersen, Bana bir aykırı sözü söylersen, Tokat tokadını vururum dedi, Sanma aşk ehlinde tatlı dil biter, Ne aşk biter ne de başta yel biter, O vurduğun yerde gülüm gül biter, İşte bu söz benim gururum dedi, Aşkın ateşe yanıp pişmesi, Dert ehlini bulup derdin deşmesi, Bülbülün seherde zara düşmesi, Lale derdi, sümbül derdi, gül derdi, Bu sözlerim acı gelmesin sana, Canım feda olsun sen gibi cana, N’olur çıkışmamı çok görme bana, Aşk elinden başa, sevda gelenin, Zevk içinde sefa sürüp gülenin, 183 Kimse sevmez gönlü daracıkları, Zorla kazanılan paracıkları, Sigaraya verip yakma tiryaki, Zahmet çekip, kadrini de bilenin, Arı derdi, çiçek derdi, bal derdi, İki tabiatı güzel görenin, Gönlünü düşürüp önem verenin, Günde bin bir türlü renge girenin, Pembe derdi, yeşil derdi, al derdi, Çoğunluk içse de suça sayılır, Meslektaş olanlar içe sayılır, Derler ki içmeyen hiçe sayılır, Onların sözüne bakma tiryaki, Selmani der, aşkla gönlü dolanın, Hakk’ı, halkı sevip rengi solanın, Dünyayı terk edip derviş olanın, Aba derdi, hırka derdi, şal derdi, 88‐ OLMAZ VALLAHİ Lâm ‘ı candan sevip saymayanlara, Mim’den hiç şefaat olmaz vallahi, Elif Cim’e Dal’a uymayanlara, Mim ‘den hiç şefaat olmaz vallahi, Üç yüz altmış altı damardan geçer, İnsan kocamadan çürüğü seçer, Sigara denilen zehirden hançer, Hançeri kalbine çakma tiryaki, Hiçbir gün onunla uz geçemezsin, Vazgeçeyim dersin vazgeçemezsin, Geçsen bile hemen tez geçemezsin, Bir kere yakana takma tiryaki, Evvel ahir olan kimi bilmezse, Ebcedi kebirde Cim’i bilmezse, Elif’i bilmezse Mim’i bilmezse, Mim’den hiç şefaat olmaz vallahi, Yaş yirmi demeden olursun çürük, Çünkü için dışın dumana bürük, Hazırdır peşinden balgam öksürük, Geldikçe canından bıkma tiryaki, Elif Allah adı okunur vallah, Lam âlim-ül gaybın beyanı billâh, Kim sevmezse ehli-beyt Resulullah, Mim’den hiç şefaat olmaz vallahi, Selmani der içenlere uyarsan, Fazla içip tatlı cana kıyarsan, Bu şiiri kitaplarda duyarsan, Ah edip canını sıkma tiryaki, Te, Tebareke’de Te yi bilmezse, Ayın ile Lam’ı Ye’yi bilmezse, Bâ’yı Bismillah’ta Be yi bilmezse, Mim’den hiç şefaat olmaz vallahi, 90‐ BENDE DEĞİL Kİ Ben yâri sevsem de candan özümden, Yârin özü gönlü bende değil ki, Anlamadı sohbetimden sözümden, Yârin özü gönlü bende değil ki, Selmani der Hak haklığın duyarsa, Lâm’ı Mim’i sevin der buyurursa, Her kim ki Lâm’ı Mim’den ayırırsa, Mim’den hiç şefaat olmaz vallahi, Divane gönlümde aşk elemi var, Sohbette sözümde aşk kelamı var, Ne bir merhabası ne selamı var, Yârin özü gönlü bende değil ki, 89‐ TİRYAKİ Bak ne güzel yaratılmış binamız, Elinle binayı yıkma tiryaki, Razı olmaz atamızla anamız, Atanın sözünden çıkma tiryaki, O yâr benden ayrı gezer dolaşır, Sanırdım ki bana hayrı bulaşır, Böylelikle nasıl Hakk’a ulaşır, Yârin özü gönlü bende değil ki Sardırma ciğere karacıkları, 184 Tutup sarılacak dalım mı var ki, Yâr olanlar eder naz âşığına, Herhalde ki meyli saz âşığına, Önem verilmiyor söz âşığına, Yârin özü gönlü bende değil ki, Canan için can evimden vuruldum, Coşkun çaylar gibi aktım duruldum, Ben sana sığınıp sana sarıldım, Senden gayrı kanat kolum mu var ki, Bilmem yâre karşı hatam kaç oldu, Şirin canım değersiz bir paç oldu, Selmani der candan sevmem suç oldu, Yârin özü gönlü bende değil ki, Canı dilden sarılmışım dalına, Kerem et Allah’ın şaşkın kuluna, Muhtacım ben leblerinin balına, Dost dilinden tatlı balım mı var ki, 91‐ YÜZEMEZSİN Kİ Âdem ilmi denen uçsuz dünyada, Yüzmek mümkünsüzdür, yüzemezsin ki, Doğusunda, batısında her yanda, Gezmek mümkünsüzdür, gezemezsin ki, Dil baldan tatlıdır zehirden acı, Muhannetlik etme halime acı, Bu âşıklık bize saadet tacı, Diba atlas hırka şalım mı var ki, Selmani der gelir isen çağrıma, Sözlerimden hiç incinip ağrıma, Yeter ki o yâri basam bağrıma, Dünya malı param pulum mu var ki, Çok insanlar bu deryada ağlanmış, Niceleri ateşine dağlanmış, Üç yüz altmış altı düğüm bağlanmış, Çözmek mümkünsüzdür, çözemezsin ki, 93‐ VERMİYOR Kİ Derdimize yanaşmaya, Hızlar fırsat vermiyor ki, Beyaz gülle konuşmaya, Kızlar fırsat vermiyor ki, Rengi al kırmızı beyaz narinci, Çıkmak güçtür derinine girinci, Bu ilme denilir deliksiz inci, Dizmek mümkünsüzdür dizemezsin ki, Gülün adın anam desem, Dallarına konam desem, Ateşine yanam desem, Közler fırsat vermiyor ki, Hele bir küçük kızı var, Ne baharı ne yazı var, Ara sıra bir nazı var, Nazlar fırsat vermiyor ki, Bu sır ilim bilenlere sezildi, Gülü açtı görülmeden bezildi, Sabır ile nefsin başı ezildi, Ezmek mümkünsüzdür, ezemezsin ki, Selmani bu ilme açalı gözü, Anlaşıldı o an mananın özü, Mantıktan anlamlı anlamsız sözü, Süzmek mümkünsüzdür süzemezsin ki, Ellere dert yanışmaktan, Ona buna danışmaktan, Sıra gelmez konuşmaktan, Sözler fırsat vermiyor ki, 92‐ DALIM MI VAR Kİ Beyaz gülüm gidecek yol aratma, Başka bir gidecek yolum mu var ki, Bana sarılacak bir dal aratma, Selmani’yi etme ören, İflah olmaz derdi veren, Bir arada bizi gören, 185 96‐ DERTLER DERMANI ALİ Okurum Nâd-ı Ali’yi keremler kani Ali, Mazhar-ül acayip sensin canların canı Ali, Uhud cenginde yetiştin Mustafa’nın carına, Teciduhu Avnenneke dertler dermanı Ali, Gözler fırsat vermiyor ki, 94‐ İMTİHAN Bana türlü türlü soru sormadan, Kısa yoldan bir imtihan yok mu ki, Zavallı âşığı üzüp yormadan, Bir diploma verilirse çok mu ki Hep zihnimde değil coğrafya tarih, Ömrümde görmedim okul maarif, Bu kadar dersleri edemem tarif, Hepisini ezber etmek hak mı ki Zalimler şehit eyledi Muhammed’in dişini, Finne vahib olan şahım eyle ihsanı Ali, Düşmüşlerin elin tutan ya Aliyy’ül Murtaza, Bilhaceten külli hemmin gamın yeksanı Ali, Selmani gıdayı alır maşuktan, Faydalanır kalbindeki ışıktan, Bir kağıtı esirgemek âşıktan, Peygamberin emri, doğru rah mı ki İki cihanın serveri şimdi yoluna bakar, İki veleyha muhavvilü şahlar sultanı Ali, Edirikni edirikni diye çağırmaktadır, Lebbeyk dediğin anda kurtar insanı Ali, Diyen sensin ol Resule esselâmün aleyk, Yine sensin şefaatin bahri ummanı Ali, Cenazende ak deveyi çekip götüren sensin, Sendedir cümle âlemin sırrı pinhanı Ali, 95‐ MUHAMMED ALİ Kırkların ceminde yanan delilin, Nuru Muhammed’dir ışığı Ali, Narını gülizar eden Halil’in, Nuru Muhammed’dir ışığı Ali, Hatice, Fatıma, Hayrunnisa’nın, Zehre elin sunan İmam Hasan’ın, Hüseyn-i Kerbela hep masumânın, Nuru Muhammed’dir ışığı Ali, Zindandan pay alan Zeynel Aba’nın, Kazanda kaynayan Bakır Bega’nın, İmam Cafer Sadık ilmi deryanın, Nuru Muhammed’dir ışığı Ali, Bir dakikada Hint’ten Halep’e erişen sensin, Şimdi bize de yetişmenin tam zamanı Ali, Nâdı Ali duasının hürmeti için ey şahım, Koyma zulmette medet bekliyor Selmani Ali, Şah Musa’yı Kazım İmam Rıza’nın, İmam Tâki Nâki nuru Huda’nın, Hasan Al Askeri mehdi livanın, Nuru Muhammed’dir ışığı Ali, Selmani her zulme olan sabırın, Canlı ölü görünmeyen kabirin, On parmağı hayat veren Cabir’in, Nuru Muhammed’dir ışığı Ali, 97‐ YÂR ALİ ALİ Ta ezelden candan sevmişim seni, Ali Ali Ali, yâr Ali Ali, Dilerim kapında kul eyle beni, 186 Mahi taban, kevn ü mekân, cümle cihandır Ali, Ali Ali Ali, yâr Ali Ali, Ali keşf ettirdi akı karamı, Ali yeme dedi bana haramı, Ali sarar yine açan yaramı, Ali Ali Ali, yâr Ali Ali, Zikri zikran, şükrü şükran, hem mürüvvet kanidir, Can-u canan, bahri umman, şirin dehandır Ali, Ali’dir efendim sevgisi dilde, Ali’nin kokusu insanda gülde, Ali idi duran sırrı kandilde, Ali Ali Ali, yâr Ali Ali, Selmani şan, namı nişan, bil arifandır hemen, Dini İslam, Huri Gılman, ulu sübhandır Ali, Ali oldu sırdan gün gibi izhar, Ali’nin sırrına olalım mazhar, Ali’dir sevgili, Ali’dir didar, Ali Ali Ali, yâr Ali Ali, 99‐ BEKTAŞI VELİ Horasan şehrinden Rum’un ilini, Görensin Pir Hacı Bektaş-ı Veli, Güvercin donunda Karahöyük’te, Duransın Pir Hacı Bektaş-ı Veli, Selmani’yim ben de Ali aradım, Ali diye diye var adım adım, Ali’den isterim cümle muradım, Ali Ali Ali, yâr Ali Ali, Sen Rum ülkesinde ettin pervazı, Darı çek üstünde kıldın namazı, Cümle erler sana eyler niyazı, Pirânsın Pir Hacı Bektaş-ı Veli, 98‐ SIRRI PÜNHANDIR ALİ Veçhi Kuran, yüzü insan Seb’al Mesandır Ali, Cevheri kan, Şirri Yezdan, lütfu ihsandır Ali, Hamur gibi yoğuransın haceri, Nutkunla akıntın ol ak pınarı, Binip yürütesin cansız duvarı, Sürensin Pir Hacı Bektaş-ı Veli, İlmi irfan, nur-u burhan, ümmü’l Kuran Ali’dir, Bahri umman, genci nihan, sırrı pünhandır Ali, Selmani’nin aklı ermez işine, Candan sevmek için düşer peşine, Gündüz hayaline gece düşüne, Girensin Pir Hacı Bektaş-ı Veli, Hâke yeksan, Şah-ı Merdan, âlemlerin şahıdır, İlmi lokman, derde derman, şahı sultandır Ali, 100‐ CİLVELİ CİLVELİ Şu Tokat’ın güzelleri, Gezer cilveli cilveli, Âşıkların ciğerini, Ezer cilveli cilveli, Hem âşıkan, hem sadıkan, du cihan mürşididir, Dem ü devran, piri piryan nebizişandır Ali, İzler âşık sözlerini, Sözlerinin özlerini, Sürmelenmiş gözlerini, Süzer cilveli cilveli, Hayyu hayran, seyri seyran devreder gece gündüz, 187 102‐ YÜZ BENLİ BENLİ Benli dilber gerdanında ben gördüm, Gerdan benli benli yüz benli benli, Dedim benlim benlerini ben gördüm, Öldürdün derimi yüz benli benli, Gül fidanı budak budak, Canım kurban adak adak, Sevdiğini görse dudak, Büzer cilveli cilveli, Aşk rüzgârı estirirse, Devaları kestirirse, Seven dostu küstürürse, Üzer cilveli cilveli, Meftun oldum böyle bir kaşı yaya, Cemalini gören yürümez yaya, Atıver kendini göle deryaya, Sen de benim gibi yüz benli benli, İsteyen gerçek yarlığı, Hoşlanmaz gönül darlığı, Selmani’deki varlığı, Sezer cilveli cilveli, Yâr seni seveli yandı bu sine, Âşığı genç iken gel koyma sine, Bu Tokat ilinin Selmani’sine, Kurban olmak ister yüz benli benli 101‐ VELİDİR VELİ Çağırmadan duyup bakmadan gören, Allah bir Muhammed Ali’dir Ali, Bunca erenlerin nasibin veren, Hünkâr Hacı Bektaş Veli’dir Veli, 103‐ GİZLİ GİZLİ Ali’nin sırrına akıllar ermez, Gizli sır içinde sır gizli gizli, Bu kuvvet kudreti her kula vermez, İsteyen kullara ver gizli gizli, Hatice, Fatıma, Hasan, Hüseyin, İmam Zeynel, Bakır seyidi kevneyin, Cafer-i Sadık’tır cedd-ül Hasaneyn, Musa Kazım Rıza bellidir belli, Yaradan Hak safi nurdan var etmiş, Muhabbetin tatlı cana kar etmiş, Sanki bana söylemeye ar etmiş, Âşıklara sırrın der gizli gizli, Tâki’yi sevendir kendini bilen, Nâki’yi sevendir kalbini silen, Hasan El Askeri imdada gelen, Balım Sultan Kızıl Deli’dir Deli, Aşkı muhabbete düşen gülemez, Her insanım diyen kalbin silemez, Candan geçmeyenin kalbi ölemez, Geleceği bilir er gizli gizli, On iki imamda Mehdi başımız, Ali Resul bizim yol yoldaşımız, On dört masum için aksın yaşımız, Gözden akan aşkın selidir seli, Âşığın sevgisi Hak sevgisidir, Yine bu ilimler Hak vergisidir, Cevher satılan yer aşk dergisidir, Hakikat güllerin der gizli gizli, Yüz dört kitap indi sonuncu Kuran, Üç huruf üstüne kurmuştur kuran, İçinde nurdan bir yeşil ben duran, Hünkâr efendimin elidir eli, Selmani Hak aşkı ciğerim ezer, Aşk ehli olanlar divane gezer, Sevdakâr olanlar canından bezer, Verir ilhamını pir gizli gizli, Selmani dört huruf sohbetim sözüm, On iki noktaya bağlıdır özüm, Her iki cihanda cümle niyazım, Şahlar şahı nuru celidir celi 104‐ KURBAN KESİMİ Bu ne biçim kurban kesme erenler, Katliama döndü kurban kesimi, 188 Böyle mi bildirdi haber verenler, Katliama döndü kurban kesimi, Mübarek bayramda acı esenler, Duyunca küsmesin bana küsenler, Boğaların bacağını kesenler, Katliama döndü kurban kesimi, Selmani de beyaz gül diye ağlar, Yoksa kara bahtım gülmeyecek mi, 106‐ KIRMIZI DEĞİL Mİ Yüz dört kitabı okuyan, Diller kırmızı değil mi, Dalında bülbül şakıyan, Güller kırmızı değil mi, İğneler vurulup kurşun sıkmalar, Baş hayvanı yaralayıp yıkmalar, Tekbirsiz ölene sahip çıkmalar, Katliama döndü kurban kesimi, Al kırmızı ad takılmış, Ne yazık ki hor bakılmış, Bayramda kına yakılmış, Eller kırmızı değil mi, Canlı mı cansız mı deyip şişlemen, Böyle bir lokmayı yiyip dişlemen, Sevap edek derken günah işlemen, Katliama döndü kurban kesimi, Gönül köşkü konağında, Mengüş küpe sol sağında, Güzellerin yanağında, Haller kırmızı değil mi, Selmani bu sözü anlayan anlar, Atmayın sözümü vefalı canlar, Bu şekilde kesilmesin kurbanlar, Katliama döndü kurban kesimi, Selmani dersin ağında, İnsana sevgi bağında, Türklerin al bayrağında, Allar kırmızı değil mi 105‐ GÜLMEYECEK Mİ? Güvendiğim dağa karlar yağıyor, Yoksa kara bahtım gülmeyecek mi, Eller zevk içinde gülüp oynuyor, Yoksa kara bahtım gülmeyecek mi, 107‐ NAZARA BENİ Aşkımı, sevgimi öze düşürüp, Almadı muhannet nazara beni, Yakıcı, yıkıcı, göze düşürüp, Korkarım uğratır nazara beni, Bir gün gelip garip halim sormazsın, Yanımda bir müddet kalıp durmazsın, Yalvarsam da yar sinene sarmazsın, Yoksa kara bahtım gülmeyecek mi, Böyle bir hal birdenbire belirse, Çare bulur yar halinden bilirse, İki nazar bir araya gelirse, Şüphesiz düşürür mezara beni, Yakın gel dedikçe sen uzak kaçtın, Güler yüz gösterip gönlünden saçtın, Kalbimde çok derin yaralar açtın, Yoksa kara bahtım gülmeyecek mi, Tılsım takınayım, nazar geçmesin, Gencecik yaşımda kanım içmesin, Görünmez hızarla kesip biçmesin, Düşürme ne olur hızara beni, Ahtım alamazsam kaşı karadan, Açtığı yaralar sızlar sıradan, Nasıl kurtulurum ben bu yaradan, Yoksa kara bahtım gülmeyecek mi, Candan seven canı başta tutasın, Dermansız derdine derman katasın, Altın gibi sarrafına satasın, Götürmeyip değme pazara beni, Yârinden ayrılan gel diye ağlar, Sevenler ağlama gül diye ağlar, 189 Aşkın gemisine bin de yüz beni, Selmani der, yar aklımdan gitmedin Dertli kul buldurup dert dinletmedin Çok gezdim dolaştım nasip etmedin Bu derdin dermanı yazara beni, Bana yar olduğun bildirirseniz, Ağlatmayıp yüzüm güldürürseniz, Ecelim gelmeden öldürürseniz, İstersen genç yaşta hemen yüz beni, Selmani’de sevda var hayal düş var, Gönülden gönüle geliş gidiş var, Beni genceldecek ancak bir iş var, On beşe indirir güler yüz beni, 108‐ SEÇ BENİ Yârim sen sultan ol ben kul olayım, İnsanlar içinden sevip seç beni, Ayaklar altında bir yol olayım, Beyaz topuklarla çiğne geç beni, 110‐ NE İÇENİ GÖRDÜM NE İÇİRENİ Âşıklara dolu içer dediler, Ne içeni gördüm ne içireni, Dost için canından geçer dediler, Ne geçeni gördüm ne geçireni, Ömrüm olanaca ahır gelirim, Bazen lütuf bazen kahır gelirim, Belki acı olur zehir gelirim, Panzehir yerine alıp iç beni, Aşkın kapısını sende buluyum, İstersen yoluna kurban oluyum, Gerçi yaratanın edna kuluyum, Acıyıp halime görme hiç beni, Âşıktaki sevda bir gizli hikmet, Aşkın darbesidir çektiği zahmet, İnsanlar insana biçse de kıymet, Ne biçeni gördüm ne biçireni, Şeker mi kaymak mı bal mıdır lebi, Sevda bir derya ki bulunmaz dibi, Bir ağaç içinde Zekerya gibi, Aşkın hızarıyla kesip biç beni, Yine bu inanca yok deme aman, Her vakit bir olmaz değişir zaman, Taneden mutlaka seçilir saman, Ne seçeni gördüm ne seçireni, Selmani der malsız varsız ölürsem, Garip garip yurtsuz yersiz ölürsem, Ecelim gelende yârsiz ölürsem, Vasiyetim, etmesinler göç beni, Ruhların durağı bilinmez nere, Bilenler var mı ki bir haber vere, Hep istekler cennet denen bir yere, Ne göçeni gördüm ne göçeni, 109‐ TOMBUL YÜZ BENİ Doğru söyle yar Allah’ın seversen, Candan sever misin tombul yüz beni, Can atarak sevmek için eversen, İster öldür, ister diri yüz beni, Bu Selmani saçma sözler saçmaya, Manalı söz lazım zekâ açmaya, Yol aranır cehennemden kaçmaya, Ne kaçanı gördüm ne kaçıranı, Siyah kirpiklerin süzülü gördüm, Kaşlarında keman yazılı gördüm, Sıra sıra benler dizili gördüm, Saydım gül yüzünde tamam yüz beni, 111‐ SAZ İLE YOL EDEM SENİ Eğer bugün buradan gitmek istersen, Çaldığım sazınan yol edem seni, Eğer aşkın kervanına gidersen, Bu tatlı söz ile yol edem seni, N’olur gül yüzünden ver buse payım, Beni mahcup etme ey kaşı yayım, Dalmak ister isen uçsuz deryayım, Sevgi vardır yer etmiştir özümde, 190 Yanlış kelam çıkmasın hiç özümde, Sevdiğimi sevsem gönül gözümde, Bugün gözüm ile yol edem seni, Eğer ki sen beni yakmak istersen, Eğlenmem yanında boşlarım seni, Bana kinli kinli bakmak istersen, Fırtına kesilir kışlarım seni, Gerçek erenlere meyil katayım, Müşterim olursa cevher satayım, Gizli ateşimden ateş atayım, Yakan közüm ile yol edem seni, Divitsiz kalemsiz sırdan yazım var, Atışmalı yarışmada gözüm var, Kolumda beslenen şahin bazım var, Havaya uçurur kuşlarım seni, Selmani der bir kararda kalmazsam, Söyleyemem pirden himmet almazsam, Eğer çoklarında ben de olmazsam, Olan azım ile yol edem seni, Benim dertlerime sen de eklenme, Yumuşak söz konuş sen de beklenme, Üzerime gelip fazla yüklenme, Hemen bu meclisten dışlarım seni, 112‐ SAKLARIM SENİ Hayalin karşımdan gitmez, Gözüme saklarım seni, Yanarım ateşim bitmez, Közüme saklarım seni, Anlamayan insan şekeri şebi, Ne bir veli tanır ne de bir nebi, Yaşlanıp kartlaşmış bir ağaç gibi, Zulmet kalemiyle aşlarım seni, Âşıklar ateşli közlü, Her kelamda tatlı sözlü, Hayalin kalbimde gizli, Özüme saklarım seni, Selmani insana verse de değer, Âşığı taşlamak var imiş meğer, Taşlıyorum diye küstüysen eğer, Tatlı sözler söyler hoşlarım seni, Kaptan kaba sen de dolsan, Gül gibi sararıp solsan, Sen bir tatlı lokma olsan, Kızıma saklarım seni, 114‐ ARARIM SENİ Yârim seker şerbet olup gelsen de, Aynı helva gibi kararım seni, Dünyadan ahrete göçmüş olsan da, Gece gündüz durmaz ararım seni, Bülbül olup ötemezsem, Yanar yanar tütemezsem, Kalp evimde tutamazsam, Sazıma saklarım seni, Âşıklar dünyada güzele doymaz, Ne kadar seslensem kulağı duymaz, Korkarım ki asla ırahat koymaz, Buradaki aşkı kararım seni, Selmani söylüyor sazla, Güzeller geliyor nazla, Varım eğer yoksa fazla, Azıma saklarım seni, Kuş olup çıkarsam bahara güze, Düşerim her zaman güne gündüze, Sağ olsan da bir gün gelsek yüz yüze, Sana doymayarak sararım seni, 113‐ TAŞLAMA Âşık benim ile girme yarışa, Üstüme gelirsen taşlarım seni, Gönlüm olsa bile sözlü barışa, Sönmez ateşlerde haşlarım seni, Âşığım kalmışım mihnet içinde, Nice kimselerle ülfet içinde, Bir araya gelsek sohbet içinde, 191 Yarı yoldan dönmek kardır dediler, Ne sen beni incit ne de ben seni, Sanma ki söz ile kırarım seni, Gündüz hayallerden gece düşlerden, Hiç vefa görmedim gayrı işlerden, Aman yârim gökte uçan kuşlardan, Hasretini çeker sorarım seni, Selmani der gülüm bu muydu ahtın, Gizli ateşlerde ciğerim yaktın, Mademki bana yar olmayacaktın, Ne sen beni incit ne de ben seni, Selmani der âşıklık var payına, Âşık derler âşıkların soyuna, Senin ile bir kez girsem oyuna, Zannetme ki üzüp yorarım seni, 117‐ MÜRVET SENİ Gül yüzün görelden beri özlerim Mürvet seni, Almışım gönül evime gözlerim Mürvet seni, 115‐ BEKLERİM SENİ Aradan ay yıllar geçse de zalim, Yine de burada beklerim seni, Perişan olsa da bu garip halim, Derdimin içine eklerim seni, Muhabbetin avcısıyım ben bu aşka düşeli, Gece gündüz hiç durmadan izlerim Mürvet seni, Boşalıp da sen de kaplara dolsan, Ben gibi aşk ile sararıp solsan, Herkesin sevdiği cevahir olsan, Aşkın kervanına yüklerim seni, Senin aşkın ile yazdım bugün ben birkaç kelam, Bilmem tatmin edecek mi sözlerim Mürvet seni, Selmani sohbete eylemiş akın, Aklını başına gel iyi takın, Ey yar bana eğer olursan yakın, Yine gelir gider yoklarım seni, Bu âşığın ateşinden sana bir ateş düşüp, Yakıp ta kül edecek mi közlerim Mürvet seni, 116‐ NE DE BEN SENİ Beyaz gülüm gönlün yok ise bende, Ne sen beni incit ne de ben seni, Benim aşkım sevgim sendedir sende, Ne sen beni incit ne de ben seni, Selmani der ne yazık ki meskenin bildirmedin, Bir kez daha görecek mi gözlerim Mürvet seni, 118‐ İÇERİ Cananımın sırlarını, Saklarım candan içeri, Aşkı yerleşti kalbime, Damardan kandan içeri, Aşkı inleten sensin, Neden içre neden sensin, Cevher halis maden sensin, Cevheri kandan içeri, Korkarım dert bitip çilemiz dolmaz, Sevda çekmeyenin benzi de solmaz, Güzelim zorunan güzellik olmaz, Ne sen beni incit ne de ben seni, Sıcaklığım ateş kor geliyorsa, Âcizane âşık hor geliyorsa, Eğer tekliflerim zor geliyorsa, Ne sen beni incit ne de ben seni Âşıklar sevene yardır dediler, Alanlara mana vardır dediler, Güle bülbül olup öttüm, 192 Aşkı ile yanıp tüttüm, Kalp evime mihman ettim, Aziz mihmandan içeri, Selmani bunları Kur’an’da gördüm Okuyup ayeti sırrına erdim Size bu mukaddes müjdeyi verdim Hakk’tan verilmiştir cennet müjdesi Her insanın bir şanı var, Gönüllerin rüşanı var, Sende cennet nişanı var, Huri Gılman’dan içeri, 120‐ MÜRVETİ İstanbul’u cevlan edip arasam, Acep nerde bulurum ben Mürvet’i, Aşna olup hizmetine yarasam, Acep nerde bulurum ben Mürvet’i, Bana şifa senin derdin, Dost sen beni nasıl gördün, Bu gönlüme nasıl girdin, Aciz Selman’dan içeri, Âşık oldum onun güzel adına, Kıyas etmem asla başka kadına, Doyamadım sohbetine tadına, Acep nerde bulurum ben Mürvet’i, 119‐ MÜJDE Eşi ile hemhal olmuş bacıya, Hakk’tan verilmiştir cennet müjdesi, Kayıt edip hak Güruh-u Naci’ye, Hakk’tan verilmiştir cennet müjdesi, Bu aşk beni Ummanlara daldırır, Daldırdıkça cevherden pay aldırır, Buldurursa nesrin cenan buldurur, Acep nerde bulurum ben Mürvet’i Düşümde denildi bu konuyu aç, Sözüne kanmayan insanlardan kaç, Erini etmezse ellere muhtaç, Hakk’tan verilmiştir cennet müjdesi, Bu aşkın sırrına her can ermedi, Gönül bahçesinin gülün dermedi, Ne yazık ki bana adres vermedi, Acep nerde bulurum ben Mürvet’i, Allah razı olsa her bir işinden, Soğuk davranmayıp hoş görüşünden, Hayır dua alır işi eşinden, Hakk’tan verilmiştir cennet müjdesi, Aşk elinden ciğercim ezildi, Ezildikçe şirin candan bezildi, Nesrinin de sevgi bağı çözüldü, Acep nerde bulurum ben Mürvet’i, Hak razı olursa kalmaz acılar, Gönül tavaf eder gerçek hacılar, Kocasını incitmezse bacılar, Hakk’tan verilmiştir cennet müjdesi, Âşık maşukunu sevmez naz ile, Muhabbet ehl’olan kanmaz az ile, Arzum sohbet etmek sözle saz ile, Acep nerde bulurum ben Mürvet’i, Hayat yoldaşına verirse değer, Hakk’ın makbul kulu olurmuş meğer, Hatasında tövbe ederse eğer, Hakk’tan verilmiştir cennet müjdesi Selmani’nin hayalinde düşünde, Mecnun gibi dolanmakta peşinde, Gerçek aşk uyandı bir görüşünde, Acep nerde bulurum ben Mürvet’i, Hayır iş işleyip şer iş tutmazsa Helâl kazancına haram katmazsa Eşine darılıp ayrı yatmazsa Hakk’tan verilmiştir cennet müjdesi 121‐ AFFET BİZİ Anlaşıldı Sarı Gül’üm, Üzdüm sizi affet bizi, Candan sevmek oldu zulüm, 193 Üzdüm sizi affet bizi, Avlanan av gayet hilebaz imiş, Av avcıya yara açtı işe bak, Sizden bir dostluk bekledik, Dert üstüne dert ekledik, Taşınılmaz yük yükledik, Üzdüm sizi affet bizi 123‐ BİR ESER BIRAK Evlattan evlada miras kalacak, Tarihe geçecek bir eser bırak, Her okuyan insan mana alacak, İlmi hakikatten, bir haber bırak, Bu aşk beni rahat koymaz, Seven bir can cana kıymaz, Şiirimi duyar duymaz, Üzdüm sizi affet bizi Aklı, fikri boş hayale, daldırma, Anlamsız sözlerle mısra doldurma, Cahillerden gelen taşa aldırma, Mana yüklü söyleyişe yer bırak, Beni ecelsiz öldürme, Dert değil güldür güldürme, Sevmediğini bildirme, Üzdüm sizi affet bizi, Değerine göre, değer verilir, Kırmızı gül, gerçek elde derilir, Hayır ve şer ne işlersen görülür, İster hayır, istersen de şer bırak, Selmani der güler yüzden, Mert güzeller çıkmaz sözden, Kusur bizden affı sizden, Üzdüm sizi affet bizi, Doğru çalış iyi sarıl işine, Tatlı sohbet edip, topla başına, Cahillerin sakın gitme peşine, Seni koruyacak bir siper bırak, 122‐ İŞE BAK Çok avcı var bir ceylanın peşinde, Av avcıya yara açtı işe bak, Kimi izde kimi kalmış dışında, Av avcıya yara açtı işe bak, Selmani aşkınla harap olasın, Aslında toprak sende türap olasın, Kitaptan söyle ki, kitap olasın, Dillerde dolaşan bir cevher bırak, Avcının kimi genç kimi ihtiyar, Çok çalıştım olamadım bahtiyar, Bu iş beni temelimden yıktı yar, Av avcıya yara açtı işe bak, 124‐ BİR ESER BIRAK Ölümsüzlük ister isen ey âdem, Dünyaya ölmeyen bir eser bırak, Eser bırakanlar yaşıyor her dem, Dünyaya ölmeyen bir eser bırak, İşlesem de su akmadı arkıma, Bakılmadı şiirime şarkıma, En yakın bir avcı vurdu çarkıma, Av avcıya yara açtı işe bak, Şeytanlık düşünen Firavun gibi, Yellere savrulur tuzla un gibi, Eserin olsun ki Edison gibi, Dünyaya ölmeyen bir eser bırak, Sarı ceylan kurşun atıp vurulmaz, Yıkılan bir gönül kolay kurulmaz, Bu yara çok derin merhem sarılmaz, Av avcıya yara açtı işe bak, Sakın uzaklaşma hiç insanlıktan, Mertebeye ulaş adı sanlıktan, Gerek mimarlıktan, kahramanlıktan, Dünyaya ölmeyen bir eser bırak, Bu cefalar Selmani’ye az imiş, Âşığı aldatan eda naz imiş, 194 Yumuşak ol hayır gelmez sertlikten, Kim berhudar olmuş bil namertlikten, Hayırseverlikten ister mertlikten, Dünyaya ölmeyen bir eser bırak, Umarım dönüp de bakmazsın artık, İstemem dünyanın varı yokunu, Fehmedemez oldum azı çokunu, Aşkın hançerini gamzen okunu, Benden gayrilere çakmazsın artık, Selmani der cananlıktan canlıktan, Hakk’a erginlikten dervişanlıktan, Âşıklık, sadıklık hanedanlıktan, Dünyaya ölmeyen bir eser bırak, Selmani bir rûhuz bir cânız sandım, Beni içten sevdiğine inandım, Zaten ben ateşe çocukken yandım, Bir dahi ateşe yakmazsın artık, 125‐ BU AYRILIK Mevla’m verme kul başına, Yıkar beni bu ayrılık, Dayanamam ateşine, Yakar beni bu ayrılık, 127‐ ÇOK YAZIK Alevi adını taşıyan çoktur, Ben Alevi göremedim çok yazık, İncelense gerçek Alevi yoktur, Ben Alevi göremedim çok yazık, Gezip dursam deli deli, Bulunur mu aşkın dili, Aynı mengeneler gibi, Sıkar beni bu ayrılık, Hani kerametli o gerçek erler, Haramı helali durmadan yerler, Irkından sorulsa Alevi derler, Ben Alevi göremedim çok yazık, Gitsem cahil meclisine, Dost olamam birisine, Nedem gönül hapisine, Tıkar beni bu ayrılık, Selmani sarhoşlar ayık değildir, Kendini bilmeyen büyük değildir, Alevi dense de layık değildir, Ben Alevi göremedim çok yazık, İhtiyacım var minnete, Selmani varsa sünnete, Korkarım yarsız cennete, Sokar beni bu ayrılık 128‐ AŞK DERDİNE ÇARE YOK Hiç âşık gördün mü, kalbi yarasız, Sanmayın ki şu kalbimde yara yok, Denilir ki aşk derdidir çaresiz, Doğru sözdür aşk derdine çare yok, 126‐ ARTIK Senin sevgin ta ruhuma yerleşti, Ölsem bile ordan çıkmazsın artık, Ruhlarımız işte böyle birleşti, Gülüm bana doyup bıkmazsın artık, Muhannetin sözlerine kanan var, Meyvesi olmayan dala konan var Dertliyim diyerek boşa yanan var Sanki o mum gibi bahtı kara yok Şükür ki değilsin çingene gibi, Seveni yemezsin sen kene gibi, Biçare âşığı mengene gibi, Acıyıp haline sıkmazsın artık, Bu öyle dert ki, atılmaz baştan, İnsanlar hem nazik hem de pek taştan, Kime fayda olmuş yaran yoldaştan, Bir an iyi olur, bir an ara yok, Sensiz önem vermem paraya pula, Yeter ki işimiz koyalım yola, Nazlım benden başka asla bir kula, Karamsarlık uzun ömrü bitirir, 195 Mecnun olanların aklın yitirir, Emaneti veren alır götürür, Zannetme ki bize nöbet sıra yok, Bilgisiz anlamsız sözün hasını, Hak ıslah eylesin öyle nasını, Kalaylayıp kalbin kini pasını, Kırklar meydanında silene yer yok, Selmani sözlerin, giderse hoşa, Seni her yerlerde koyarlar başa, Çekilen emekler gider mi boşa, Çalışmayıp boş gezene, para yok. Dört kapıdan içeriye gelsen de, Şah Necef bahrinden cevher alsan da, Selmani bir kılı kırka bölsen de, Bir kılı kırk pare bölene yer yok, 129‐ SÖZÜM YOK Sevilmeyen yere vardığım için, Kusur benim söyleyecek sözüm yok, Boş yerlere kafa yorduğum için, Kusur benim söyleyecek sözüm yok, 131‐ CEVAP (132. ŞİİRE) Dolgun cevap söyler, istemem boşu, Allah çoban sürü güder, güdü yok, İsa’nın nutkudur, yarasa kuşu, Yarasanın memesi var südü yok, Tövbenin keskini oldu nasuhta, Şah-ı Kerem olsa kalır pasıfta, Suç ne dedededir ne de Yusuf’ta, Kusur benim söyleyecek sözüm yok, Gerçek âşık bu manayı çözmekte, Dertli kullar tatlı candan bezmekte, Karınca da canlı olup gezmekte, İşte onun canı vardır ödü yok, Bilmez kalbinde neler saklıdır, Kişinin hatası, noksan aklıdır, Herkes bana ne söylese haklıdır, Kusur benim söyleyecek sözüm yok, Gözler çeşme ağlayınca ıslanır, Tanrı dosttur kalbimizde beslenir, Ölüm töreninde sağlar seslenir, O şenliğin avazı çok udu yok, Çağrılmayan yerde yerim dar ettim, Ziyarete gidip sanki kâr ettim, Yok yere Yusuf’a intizar ettim, Kusur benim söyleyecek sözüm yok, İsrail kavminin aslı Naci’dir, Hak Muhammed başımızın tacıdır, Zalim insan zehirden de acıdır, Zalimlerdir evvel, ahır tadı yok, Ne yazık ki Âşık Selmani adım, Aşk elinden bozuk düzenim tadım, Mantığımla kusurumu anladım, Kusur benim söyleyecek sözüm yok, Günahkârın, çok bulunur hatası Tövbekârın çok bulunur etası, Âdem Peygamber’İn yoktur atası, Selman üç şey, atası var adı yok, 130‐ BİLENE YER YOK Erenler şimdiki cem toplumunda, Manayı mantığı bilene yer yok, Çıkarcı oyunu oynanır bunda, Ölmeden evvela ölene yer yok, 132‐ SORU Gel ey âşık kardeş, bir cevap söyle, Hangi çoban sürü güder güdü yok, Mesih Peygamber’in nutkudur böyle, Hangi kuşun memesi var südü yok, Kimse kale almaz sözün hasını, Öğrenmek istemez bir imlasını, Kalaylayıp kalbin kini pasını, Erenler indinde silene yer yok, Hangi âşık bu manayı çözmekte, Hangi kimse tatlı candan bezmekte, Hangi candır yiyip içip gezmekte, 196 Günahkârım ümit kesmezsem Hakk’tan, Günah benim olsun hayırı sen al, Hangi canın canı vardır ödü yok, Hangi çekme ah çektikçe ıslanır, Hangi dost’tur kalp evinde, beslenir, Hangi tören, kullar birden seslenir, Hangi şenlik sedası var udu yok, Göklere yükselir âşığın ahı, Gel beni ağlatma güzeller şahı, Güzeli sevmenin varsa günahı, Günah benim olsun hayırı sen al, Hangi kavim ismi Şit’tir Naci’dir, Hangi mahbup başımızın tacıdır, Hangi insan zehirden de acıdır, Hangi kavmin evvel ahir tadı yok, Âşığın aşkına kusurlar bulma, Derin düşünceye daldıkça dalma, Gözünü seveyim çok korkak olma, Günah benim olsun hayırı sen al, Hangi kulun çok bulunur hatası, Hangi kulun çok bulunur etası Hangi canın yoktur ana atası, Selmani der üç atanın adı yok, Senin inatlaşman beni mahveder, Kuru sevgi âşıkları saf eder, Kerem kani günahımız affeder, Günah benim olsun hayırı sen al, 133‐ ATATÜRK Çekip kanlı çizmeleri giyince, İzin kaldı yurtta Kemal Atatürk, Yurtta sulh, cihanda sulh var deyince, Sözün kaldı yurtta Kemal Atatürk, Selmani der beni üzmen ne senin, Bu bir aşktır ne benimdir ne senin, Günahı olursa gülüm busenin, Günah benim olsun hayırı sen al, Düşmanları yurttan kovduğun için, Yunan’ı denizde boğduğun için, Güzel Selanik’te doğduğun için, Gözün kaldı yurtta Kemal Atatürk, Telgraf çekerdin her memlekete, Seven katlanırdı derde zulmete, Latinceyi sen yazdırdın millete, Yazın kaldı yurtta Kemal Atatürk, 135‐ ALLANARAK GEL Güzel, davetime gelmek istersen, Allanı allanı allanarak gel Şu garip gönlümü almak istersen, Allanı allanı allanarak gel Gülüm şekerlenip ballanarak gel, Yeter ki cananım açma arayı, Tazeleme kapatılmış yarayı, Feleğe kahredip giyme karayı, Allanı allanı allanarak gel, Gülüm şekerlenip ballanarak gel, Türk’e çatanların kanın saçardı, Cesetleri çiğner çiğner geçerdi, Millet için başa dertler açardı, Sızın kaldı yurtta Kemal Atatürk, Sen şad olup gül ki ben de güleyim, Sevdiğini gülüşünden bileyim, Beni mahcup etme kurban olayım, Allanı allanı allanarak gel, Gülüm şekerlenip ballanarak gel, Hiç budaktan sakınmazdın gözünü, İcat ettin bize atasözünü, Selmani’ye sen öğrettin özünü, Özün kaldı yurtta Kemal Atatürk, 134‐ HAYIRI SEN AL Beyaz gülüm korkuyorsan günahtan, Günah benim olsun hayırı sen al, Nazlım sana bağlayım ki başımı, Anlayayım seven yar yoldaşımı, 197 Layık mı kefenin sarışın güzel, Yarıya indirmek için yaşımı, Allanı allanı allanarak gel, Gülüm şekerlenip ballanarak gel, Bu âşığın seni sevmek niyeti Ben sana anlattım bu keyfiyeti, Velhasıl sonunda bulur hayatı, Selmani sineye sarışın güzel, Selmani der içerimde acım var, Tatlı diller içinde dert ilacım var, Sen gibi yavruya ihtiyacım var, Allanı allanı allanarak gel, Gülüm şekerlenip ballanarak gel, 138- YER YEŞİL YEŞİL. İlkbahar ayları gelip yetende, Olur çayır çimen yer yeşil yeşil, Bahçelerde taze sebze bitende, Güzeller toplayıp yer yeşil yeşil. Girdik de bağlara yaren eş ile, Gönül neşe duyar can seviş ile, Gül çiçeğim renk katar ak yeşile, Gül destesi gibi der yeşil yeşil, 136‐ GÜZEL Gül yüzünü görür görmez, Âşık oldum sana güzel, Sana âşık oldum diye, Gücenme gel bana güzel, Sen koyun ben çoban olam, Niçin sana yaban olam, Beni hoş gör kurban olam, Senin gibi cana güzel, Çiy yağınca dumanlardan başlardan, Yaprağa, toprağa, sadık dostlardan, Gönül bahçesinde maydanozlardan, Toplayıp bir demet ver yeşil yeşil, Sevgim içten dilde değil, Gönlüm sende elde değil, Bu bir aşktır elde değil, Gözüm döndü kana güzel, Açılmadık güle, denilir gonca, Bahar geldiğini bildirir anca, Yar beni kabul et taze bir yonca, Biçip nazik elle ser yeşil yeşil, Aşkın ile del’olmayım, Gülüm sana el olmayım, Akıbeti kül olmayım, Sana yana yana güzel, Selmani bilgimiz bu kadar bizim, Çok gönüller gezdim olmadı izim, Kabul et ki ben bir yeşil denizim, Lütfeyle sevdiğim gir yeşil yeşil Bu Selmani güler arsız, Olmasın sözlerim yersiz, Esenyurt’ta kaldım yarsız, Döndüm perişana güzel, 139‐ TÜTER OL Sarı Gül’üm hayal olup gözüme, Hasret ile türül türül tüter ol, Tutuşup da hasretime közüme, Benim gibi sen de yanıp tüter ol, 137‐ SARIŞIN GÜZEL Aklım alıp beni derbeder ettin, Ey melek bakışlı sarışın güzel, Sabrımla kararım koymadın gittin, Ateşin kalbimi sarışın güzel, Dünyada sarayım köşküm yok dedin, Sevdam sevgim sende meşkim yok dedin, Şiire sevgim var aşkım yok dedin, Dilerim Allah’tan benden beter ol, Senin için tatlı cana kıyarım, Al yanaktan buse alsam doyarım, Vermediğin anda ölüm sayarım, Mevla’m türlü türlü dert versin sana, 198 Benden gizli esen yel versin sana, Şeyda bülbül gibi dil versin sana, Kapımda zar edip her dem öter ol, Aşkla oturulmuş aşkla gezilmiş, Her varlıklar aşk üstüne dizilmiş, Saf madenler incelenip süzülmüş, Altın tas içinde ab-ı zer gönül, Senin ile ağlayıp da gülmezsem, Öl dediğin yerde hemen ölmezsem, Kadirini kıymetini bilmezsem, İster o an yüreğimden yiter ol, Âşıklar güzeller aşkıyla coşup Güzel sohbet ister tenha buluşup Candan seven canı zorluğa koşup Günahtır döktürmek acı ter gönül Selmani der vurdun geçkin çağımda, Gül çiçeği açtı dal yaprağımda, Hayat bahçem ile gönül bağımda, Taze fidan olup bu dem biter ol, Başa kadar günler terse giderse Sitem olura acı tatlı ne derse Âşığı buseye muhtaç ederse Onda hiç merhamet ne gezer gönül 140‐ BEYAZ GÜL Ey erenler iki gülüm var benim, Birisi Sarı Gül biri Beyaz Gül, Dost bağında biten ayva nar benim, Birisi Sarı Gül biri Beyaz Gül, Selmani der bu aşk cilalı bastı, Dost elinden yemek yegâne kastı, Candan sever isen sevilen dostu, Elbet sen de beni sevsen der gönül, 142‐ HOCAM Âşık yazınını incelerseniz, Hak Muhammed Ali baştadır hocam, İnsanın veçhine göz atarsanız, Gözlerde, kirpikte, kaştadır hocam, Sarı Gül’ü dermek için uğraştım, Beyaz Gül’e ermek için uğraştım, Canım kurban vermek için uğraştım, Birisi Sarı Gül biri Beyaz Gül, Dedim beyaz güle dönem yüzümü, Bir tek Beyaz Gül’üm tutar sözümü, Baktım ki ikisi açtı gözümü, Birisi Sarı Gül biri Beyaz Gül, Gerçek sözler incelenmiş izlenmiş, Manayı çok seven, kalp temizlenmiş, Cenabı Hak insanlara gizlenmiş, Ne toprakta ne de taştadır hocam, Sarı Gül’e koşup koklasam dedim, Koklarken nabzını yoklasam dedim, İki aşkı kalpte saklasam dedim, Birisi Sarı Gül biri Beyaz Gül, Kendi kitabında mana bulmayan, Men Araf dersinden haber almayan, Hikmet çeşmesinden kabı dolmayan, Dünyada ahrette boştadır hocam, Bu iki gülüm de hoşlanır sazdan, Kimi çoktan alır kimi de azdan, Selmani kurtulmaz şu iki nazdan, Birisi Sarı Gül, biri Beyaz Gül, Eğer anlamazsa niyazı nazı, İdrak eder mi hiç sünneti farzı, Beyhude geçirir baharı yazı, Zulümette kalan kıştadır hocam, Derler ki bu bizim Ozan Selmani, Manayı çıkaran izan Selmani, Bu gibi sözleri yazan Selmani, Hesap ettim seksen yaştadır hocam, 141‐ HABER VER GÖNÜL Dünyada gönülsüz insan yaşamaz, Lakin sana kıyas olmaz her gönül, Akşam gelmeyince âşık coşamaz, Aşk sırrından biraz haber ver gönül, 199 143‐ VER MEVLÂ’M Fenadan bekaya göçtüğüm zaman, Salih amel, iman, Kuran ver Mevlâ’m, Ecel şerbetini içtiğim zaman, Salih amel, iman Kuran ver Mevlâ’m, Kara gözlüm sözlerine doyamam, Aşkı muhabbetle kandırsam seni, Gönlümün evine kondursam seni, Gizli ateşimle yandırsan beni, Kara gözlüm közlerine doyamam, Zayıf vücudumu yere koyunca, Konu komşu cenazemi yuyunca, Yakasız düğmesiz gömlek giyince, Salih amel, iman, Kuran ver Mevlâ’m, Şu Selmani sohbet eder saz eder, Gerçek erenlere hep niyaz eder, Güzel olan dostum eda naz eder, Kara gözlüm nazlarına doyamam, Cenazemi musallaya almadan, Komşu hakkı bizden sual olmadan, İmam gelip namazımı kılmadan, Salih amel, iman, Kuran ver Mevlâ’m, 145‐ DEM BU DEM Gelin canlar hoş görelim bu demi, Dem bu demdir, dem bu demdir dem bu dem, Hakk bize bildirdi ilmi Âdem’i, Dem bu demdir, dem bu demdir dem bu dem, Kabirde üstüme bir su dökülür, Konu komşu durmaz oradan çekilir, Zebaniler başucuma dikilir, Salih amel, iman, Kur’an ver Mevlâ’m, Fâtihât’ül kitap insanı seçmez, Ham ervah insanın kıymetin biçmez, Elimize böyle bir devran geçmez, Dem bu demdir, dem bu demdir dem bu dem, Zebaniler bizden sual isterler, Kimin ümmetisin diye seslerler, Cevap vermezsen zulüm işlerler, Salih amel, iman, Kuran ver Mevlâ’m, Hakk yolunda Hakk aşkına ağlansın, Tabip merhem çalsın yara sağlansın, Bin bir sürek bir usule bağlansın, Dem bu demdir, dem bu demdir dem bu dem, Hayır melekleri gelsin yanıma, Zebani gelmesin kıyar canıma, Talan etmesinler din imanıma, Salih amel, iman, Kuran ver Mevlâ’m, Selmani vaktinde bulam çaremi, Mürüvvet göster bana ol mahbaremi, Yalvarırım sen sar, açan yâremi, Salih amel, iman, Kuran ver Mevlâ’m, Aramızdan kalksın değişik unsur, Özler bir olmazsa yıkılır bu sur, Yolcular yollara bulmasın kusur, Dem bu demdir, dem bu demdir dem bu dem, 144‐ DOYAMAM Ezelden âşığım kara gözüne, Kara gözlüm gözlerine doyamam, Günde baksam senin o gül yüzüne, Kara gözlüm yüzlerine doyamam, Selmani el katsın önderlerimiz, Cemde teslim rıza olsun yerimiz, Himmet etsin mürşidimiz pirimiz, Dem bu demdir, dem bu demdir dem bu dem, Aşkın deryasına girip boylasam, Cevherden yükümü tutup taylasam, Otursam her yerde sohbet eylesem, 200 146‐ GELEMEM Bana cem evine gel denilse de, Cemi cennet etmeyince gelemem, Cennete iletir yol denilse de, Cemi cennet etmeyince gelemem, Zinciri çekeni teli istemem, 148‐ BULAMADIM Ağlayınca güldürecek, Dost aradım bulamadım, Derdi gamı öldürecek, Dost aradım bulamadım, Bir kısmı Ali der derdi gam çeker, Bir kısmı kan ağlar gözler nem çeker, Bir kısmı yer içer rakı dem çeker, Cemi cennet etmeyince gelemem, Naz edecek darılacak, Bana koşup yorulacak, Candan sevip sarılacak, Dost aradım bulamadım, Hem alacak hem satacak, Hem atacak hem tutacak, Neşeme neşe katacak, Dost aradım bulamadım, Bir kısmı sohbette derin daldırır, Bir kısmı dert çeker çile doldurur, Bir kısmı zâkiri postan kaldırır, Cemi cennet etmeyince gelemem, Selmani can kurban hal bilen cana, Müşküller halleden ehli irfana, Hakk’ı seven canlar çok görmen bana, Cemi cennet etmeyince gelemem, Gönül gülünü derecek, Hem eritip hem erecek, Bana teselli verecek, Dost aradım bulamadım, 147‐ GÜLÜ İSTEMEM Ahdine sadık bir sevdiğim olsa, Ziyneti, devleti, malı istemem, Ömrümün boyunca yanımda kalsa, Sümbülü, nergisi, gülü istemem, Selmani aşkla dolacak, Gül gibi açıp solacak, Derdime derman olacak, Dost aradım bulamadım, Güler yüzlü olup gönlü şen olsa, Al yanağı çifte çifte ben olsa, Geceler ay, gündüzleri gün olsa, Yeşil, kırmızıyı, alı istemem, 149‐ GELDİM ÜSTADIM Tokat’tan çıkıp da İstanbullara, Yüzünü görmeye geldim üstadım, Seni bülbül dedim taze güllere, Gülünü dermeye geldim üstadım, Güzellikte bu dünyada bir olsa, Kuşdili okuyup söyleşir olsa, Ağzından dökülen cevahir olsa, Şekeri, kaymağı, balı istemem, İstemezsin sizlik bizliklerini, İnsanın gönlünde eziklerini, Okudum kitapta sözlüklerini, Manalar vermeye geldim üstadım, Güzeller güzeli zarif kız olsa, Kara kaşlı hem de ela göz olsa, Şirin dilli olup güler yüz olsa, Yaranı, yoldaşı, ili istemem, Nice varlık vardır vardan içeri, İnsandaki olan nurdan içeri, Sırların saklarım sırdan içeri, Sırrına ermeye geldim üstadım, Selmani der yüzün gören bayılsa, Yar yüzünde nokta benler sayılsa, Sarı saçlar ince bele yayılsa, Kanın kanımdadır canım canında, Âşıklık nişanı vardır şanında, 201 Dokuz on gün kadar kaldım yanında, Eğlenip durmaya geldim üstadım. Yalan söz söylerse ona inanma, Beni bugün için Tokat’ta sanma, İstanbul elinde burada kaldım, Ben mayilim muhabbetin boluna, Mevla’m yardım etsin düşkün kuluna, Ustamın gittiği Ali yoluna, Bugün ben girmeye geldim üstadım, Yanımda sevdiğim var bir âşığım, Bu âşıklık var ya benim maşukum, Yaksan bile burda yanmaz ışığım, Şimdi karanlıkta karada kaldım, Ustamın sözünü tutan olursa, Selmani’ye ömür katan olursa, Gittiği bu yola katan olursa, Başımı vurmaya geldim üstadım, Selmani her can yanmaz aşkına, Ben de düştüm âşıklığın peşine, Cenabı Hak yardım etsin şaşkına, Derdi gam içinde darada kaldım, 150‐ PİŞMANLIK Aşkın ile şiir yazdım, Yazdım yazmaz olayıdım, Gözyaşımdan mısra dizdim, Dizdim dizmez olayıdım, 152‐ BAĞLANDIM Dostum haberiniz ya var ya yoktur, Gizli sevdalarla sana bağlandım, Saçım sayısından daha da çoktur, Tatlı şirin dilli cana bağlandım, Attın aşkın ağlarını, Vurdun ciğer dağlarını, Nidem sevgi bağlarını, Çözdüm çözmez olayıdım, Sen seni bilmezsen ateş nar sende, Sen seni bilirsen itibar sende, Şit ile Naci’nin nuru var sende, İşte öyle bir nişana bağlandım, Sevdim kusurum elde, İki gözüm kaldı selde, Mecnun gibi sahra çölde, Gezdim gezmez olayıdım, İnsana bakarken gözleri gülen, Konuşurken sohbet sözleri gülen, Münevver olup da yüzleri gülen, Hoşgörülü hoş insana bağlandım, Sizde değil hata bizde, Son ümidim yine sizde, Sizin gibi bir denizde, Yüzdüm yüzmez olayıdım, Sen âşıksın ben de maşukum diyen, Kalbimde yanmakta ışığım diyen, Bağrına basıp da âşığım diyen, Damarda dolaşan kana bağlandım, Selmani ağlar bir yandan, Ne kaçarsın bu insandan, Boşuna bu tatlı candan, Bezdim bezmez olayıdım, Selmani can kurban mert oğlu merde, Merdi seven güzel düşer mi derde, İnsanlar içinde köyde şehirde, İnsanlara çalışana bağlandım, 151‐ ARADA KALDIM Kimim yok kimsem yok gurbet ellerde, Melül mahzun oldum arada kaldım, Yâd ellerin taşı vurduğu yerde, Neyleyim onulmaz yarada kaldım, Varıp yâd ellerin sözüne kanma, 153‐ TÜRKÇEDEN İKMAL Temelim Türk iken Türkçeden ikmal, Bu iş nasıl oldu ben de şaşırdım, Yalan söyler isem şeytana vebal, Derin düşünceyi hadden aşırdım, 202 Hünkâr Hacı Bektaş Veli’ye ayan, İşte bu insandan ibret alalım, Benim yekûn aşkım pir himmetinden, Muhammed, Ali’nin inayetinden, Yolun hizmetinden muhabbetinden, Tadıp da kanandan ibret alalım, Bilseydim Türkçeye kendim üzerdim, Tabiatı iyi okur süzerdim, Sazı alır diyar diyar gezerdim, Üstelik âşıklık adı taşırdım, Selmani bu sefer geri kalırsa, Gönül hoştur arzusunu bulursa, Eğer bilmediğim bir ders olursa, En muhannet yerlerimi kaşırdım Erenler şehrinden, hublar köyünden, Ders okudum Elifinden Be ‘sinden, Ali’nin dolusu aşkın meyinden, Badeyi sunandan ibret alalım, 154‐ ŞAŞIRDIM Ne yaptın ey zalim ne yaptın bana, Sazımda inleyen teli şaşırdım, Nasıl cevap verem bugün ben sana, Ağzımda konuşan dili şaşırdım, Müminlerdir cem evine derleşen, Kırklar idi bir üzümde birleşen Yusuf olup o Mısır’a yerleşen Yusuf’u Kenan’dan ibret alalım Akıl ermez sevenlerin işine, Bilmiyor ki acep hayal düşü ne, Mecnun oldum düştüm Leyla peşine, Gezerken sahrayı çölü şaşırdım, Selmani der çıkmam gönül köşkünden Okuyup yazdığım Tanrı meşkinden Ehli Beytin sevgisinden aşkından Tutuşup yanandan ibret alalım Selmani der aşka yanmak istedim, Aşkı muhabbete kanmak istedim, Bülbül olup güle konmak istedim, Öterken bahçede gülü şaşırdım, 157‐ AŞIĞIYIM Yar ağlatır dostlar beni, Ben bir selin âşığıyım, Yerim tatlı dillerini, Tatlı dilin âşığıyım, 155‐ ÇILDIRACAĞIM Sarı Gül’üm can evime kâr etti, Ya sevdirecek ya yıldıracağım, İki aşk birleşip sevdakâr etti, Merhamet et gayrı çıldıracağım, Emeklerim gittiğinde boşuna, Acep yârin gidiyor mu hoşuna, Mecnun gibi çıkıp dağlar başına, Kalbimi çileyle dolduracağım, Dedim sensin canı cenan, Kalbimde şeması yanan, Âşıklara bade sunan, Nazik elin âşığıyım, Gözündeki kaşındaki, Yüzündeki nakşındaki, Sevdalılar başındaki, Esen yelin âşığıyım Selmani der sende neler aradım, Zannettim ki sevdiğime yaradım, Bir buse ver boş kalmasın muradım, Yoksa ben kendimi öldüreceğim, Allar alına benzeyen, Oğul balına benzeyen, Servi dalına benzeyen, İnce belin âşığıyım, 156‐ İBRET ALALIM Sırlar Şah-ı Merdan Ali’ye ayan, Can ile canandan ibret alalım, Selmani’ye dostça bakan, Cennet gülü gibi kokan, 203 Kime can dost desem benden kaçıyor, Gözlerimden kanlı yaşlar saçıyor, Yetimlik kalbime yara açıyor, Bu yarayı saranım yok garibim, Bakışı ciğerler yakan, Beyaz gülün âşığıyım, 158‐ SORMAMIZ LAZIM Göz koyan olursa aziz vatana, Hep bir olup karşı durmamız lazım, Bu kutsal toprağı alıp satana, En ağır hesabı sormamız lazım, Ölmeyip yaşasın çok bahtiyarlar, Bilinmez kalbimi ne yaktı yarlar, Ne gençler anladı ne ihtiyarlar, Hiç farkıma varanım yok garibim, Koruyak ki toprağını taşını, Biz yiyelim ekmeğini aşını, Zorbalıkla alanların başını, Hiç aman vermeden kırmamız lazım, İşte böylelikle candan bıkıldı, Akıl gitti zıvanadan çıkıldı, Kalp sarayım temelinden yıkıldı, Tamir edip kuranım yok garibim, Dert üstüne dertler desteleyene, Zararlı şiirler besteleyene, Yurttan üst isteyip üsteleyene, En ağır darbeyi vurmamız lazım, Selmani der Mevla’m bırakma derde, Arzumânımın kalbi bir sadık yarda, Sadık olan bağlı olur ikrarda, Bağlanıp da duranım yok garibim, Türk oğluyuz Türklüğümüz bildirip, Fırsatçının belasını buldurup, Karşı koyanları vurup öldürüp, Leşini hasıra sarmamız lazım, 160‐ SEÇİM VAR Halkımızı yakıp yandırman ırktaş, Kul kula sebeptir geçim var geçim, Yazıyor kalbine hep bacı kardaş, Unutmayın önde seçim var seçim, Bilginlere derdimizi danışıp, Şehit gidenlere yanıp yanışıp, Düşmanlarla kahramanca konuşup, Manalı sözlerle yormamız lazım, Gen zamanlar yakar yandırırsınız, Gözdeniz olanı ondurursunuz, Oy ister milleti kandırırsınız, Çünkü o günlerde çiçim var çiçim, Dünyaya duyurup Türk’ün sesini, Kaldırıp üstünden duman sisini, Anlayıp hayınlık düşüncesini, O anda farkına varmamız lazım, Merak etmen o gün yine geliyor, Başımızda ateş közler eliyor, Kimisi ağlıyor kimi, gülüyor, Bizde işte böyle biçim var biçim, Gel Selmani yücelt Türk’ün şanını, Şiirlerle methet kahramanını, Kahpe düşmanların döküp kanını, Toprağı yoğurup karmamız lazım Böyle görüşlere bu bilişlere, Düzenli düzensiz bir girişlere, Selmani arada çarpık işlere, Acıyıp sızlayan içim var içim, 159‐ GARİBİM İstanbul ilinde şu Esenyurt’ta, Eşim dostum yaranım yok garibim, Yerdeki başımı koymuşum derde, Hali hatır soranım yok garibim, 161‐ ÖLDÜR MÜ DEDİM Beyaz gülüm beni öldüreceksin, Gülüm güldür dedim öldür mü dedim, Bilmem ki ne zaman güldüreceksin, 204 Gülüm güldür dedim öldür mü dedim, Yüksek makam alır engin fikirler, Gece gündüz ehli beyti zikirler, Âşık kimdir, sanatkâr kim şair kim, Gül adını tespih ettim dilime, Niçin bakmıyorsun garip halime, İnsan böyle sürüklenir ölüme, Gülüm güldür dedim öldür mü dedim, Cahilliğin derinine daldılar, Gerçek söz bilenler geri kaldılar, Âşıklığı sanatkârlar aldılar, Âşık kimdir, sanatkâr kim şair kim, Şu İncirtepe’de güzelim teksin, Etrafımda dönen bir kelebeksin, Âşığını nasıl güldüreceksin, Gülüm güldür dedim öldür mü dedim, Hakikat gülleri böyle derilmez, Bu bir susuz derya kolay girilmez, Kuran’a beyite önem verilmez, Âşık kimdir, sanatkâr kim şair kim, Daha benim sırlarıma ermedin, Gönlümün bağında güller dermedin, Çok yalvardım bir buseni vermedin, Gülüm güldür dedim öldür mü dedim, Selmani aşk ile kaynayıp taşma, Nefsin atı ile menziller aşma, Kendi inancından bilginden şaşma, Âşık kimdir, sanatkâr kim şair kim, Selmani der halin soramaz isem, Sormak için çare aramaz isem, Ölürüm yar seni saramaz isem, Gülüm güldür dedim öldür mü dedim, 164‐ BENDE DEĞİLİM Benden benliğimi sormayın kardaş, Ben beni kaybettim bende değilim, Halinden habersiz bu akılsız baş, Ben beni kaybettim bende değilim, 162‐ NİNNİ BEBEĞİM Emzirdiğim sütüm kaymak bal olsun, Ballar ninni ninni ninni bebeğim, Gülden döşek, beleklerin al olsun, Allar ninni ninni ninni bebeğim, İhtiyarladıkça mahvoluyorum, Aşkı ele alsam laf oluyorum, Vallahi gittikçe saf oluyorum, Ben beni kaybettim bende değilim, Canım kurban kuzum senin yoluna, Sen var iken bakmam dünya malına, Beşiğini asam gülün dalına, Dallar ninni ninni ninni bebeğim, Hiçe gitmeseydi bari emekler, Zehirle karışık olup yemekler, Herkes benden ilim âşıklık bekler, Ben beni kaybettim bende değilim, Selmani der neler ister can neler, Bilen var mı canlı cansız han neler, Ağladıkça usanmadan anneler, Sallar ninni ninni ninni bebeğim, Beni deli dolu aşk dolaşturdu, Çok kaynatıp kazanım tutuşturdu, Beni âşıklıktan uzaklaşturdu, Ben beni kaybettim bende değilim, 163‐ SANATKÂR KİM ŞAİR KİM Zaman halkı âşık seçmeyi bilmez, Âşık kimdir, sanatkâr kim şair kim, Söz ehline değer biçmeyi bilmez, Âşık kimdir, sanatkâr kim şair kim, Böyle değil idi benim niyetim, İyiye gitmedi hiç akıbetim, Selmani der sarstı maneviyetim, Ben beni kaybettim bende değilim, Ak ilimden okur gerçek zakirler, 205 165‐ ÖZLEMİM Milletimi devletimi severek, Beraberlik birlik dirlik özlemim, Ataları güzel yurdu överek, Beraberlik birlik dirlik özlemim, Acırsın ikramın çoktur garibe, Sensin eşim, dostum, yarenim benim, Derdimden anlayıp yaren olmuştu, Yaralara merhem süren olmuştu, Aşk elinden gönlüm viran olmuştu, Yıkılmış gönlümü vuranım benim, Kulak veren şiirime şarkıma, Elbet varır düşüncemde farkıma, Bir canımı kurban verip ırkıma, Beraberlik birlik dirlik özlemim, Tatlı diller dertlerimin devası, Güleç yüzler sanki cennet meyvesi, Gerçeklerin, güzellerin yuvası, Gönlümün şehrinde duranım benim, Al bayrak al sancak şeref şanımdır, Vatandaşlarımın canı canımdır, Damarda dolaşan kanı kanımdır, Beraberlik birlik dirlik özlemim, Ancak sen anlarsın benim dilimden, Düştüğümde sen tutarsın elimden, Hatıra getirip garip halimden, Yine sensin halim soranım benim, Türk oğluyum namusumla yaşarım, Beni benimseten üstün başarım, Savaşta seferde bile koşarım, Beraberlik birlik dirlik özlemim, Selmani Yaradan etmiş iltimas, Ne güzel yakışmış al yeşil libas, Konuşur dilleri lisanları has, Aklımı fikrimi yoranım benim, Selmani ol bir kahraman misali, Sazınla sözünle yiğit emsali, Arı birlik ile yapıyor balı, Beraberlik birlik dirlik özlemim, 168‐ SÖZÜM BENİM Şükür kim Bari Talâ’ya, Çürük değil özüm benim, Sığındım Rabb’il Âla’ya, Hak kelâmı sözüm benim, 166‐ DİPLOMASIZLIK Zekâma güvenip girdim meydana, Okul kitabından dersim yok benim, Bu gizli okumak kar etti cana, Diplomasızlıktan zorum çok benim, Sevdim tatlı lisanları, Bildim lütfu ihsanları, Yaratılmış insanları, Hep bir görür gözüm benim, Gidemedim ilk ve orta liseye, Tahsilsizlik zarar verdi keseye, Uzak kalıyorum müesseseye, Neler çektim şu halime bak benim, Hakk’a özümü yetirdim, Bağda üzümü bitirdim, Seydullahı ben getirdim, Kırklardaki üzüm benim, Selmani’yim benim dersim Allah’tan, Şükür haber verdi karadan aktan, Yardım ummaktayım o yüzü mâhtan, Gece gündüz sığındığım Hak benim. Kırklarda engürü ezdim, Gerçekler sırrını sezdim, Ak ilimden imlâ dizdim, Kudrettendir yazım benim, 167‐ YARENİM BENİM Derdi olan sana gelir tabibe, Açılan yarayı saranım benim, Ne oldum ey erenler ne oldum, 206 Boşaldım boşaldım doldum, Toprak iken Âdem oldum, Havva ana kızım benim, Hizmet edip yâd ellere yararsan, Hatır yıkıp gönülleri kırarsan, Beden başka gayrileri sararsan, Can evin yıkılsın muhannet yârim, Şekli sima yanak oldum, Kerpiç oldum konak oldum, Tekrar çamur çanak oldum, Küp yapıldı tozum benim, Eğer sözün almaz isen engine, Sözü konuşmazsan dengi dengine, Seni sıksın dilerim ki mengene, Dert ile sıkılsın muhannet yârim, Selmani kürede piştim, Böyle imkâna yetiştim, Sönmeyen ateşe düştüm, Bitmez alev közüm benim, İnsan böyle sitem etmez yarına, Bugünkü fırsatı koyma yarına, Nasip etsin Mevla’m seni narına, Ateşe tıkılsın muhannet yârim, Beni sevmiyorsan eğer özünden, Eğer gitmez isen âşık izinden, Selmani der anlamazsan sözünden, Senden hep bıkılsın muhannet yârim, 169‐ SİS BENİM Beyaz Gül’üm diye diye seslendim, Bülbül gibi seda benim ses benim, Dağ misali dumanlandım sislendim, Eksilmez başımdan duman sis benim, Dertli başım hepten bulutlandırma, Aşkımın kapısın kilitlendirme, Yumuşak davranıp ümitlendirme, Ya candan sev ya ümidim kes benim, 171‐ CİĞERİM Yâr diyerek düştüm ben bu hallere, Bacı demek zor geliyor ciğerim, Doyulmadık baldan tatlı dillere, Acı demek zor geliyor ciğerim, Gönlüm isteğini sizde bulmazsa, Zevk ü sefanızdan gıda almazsa, Teklifimden gönlün razı olmazsa, Size gidip gelmem çok abes benim, Bülbül gibi âşığım ben gülüme, Bir dost için gitsem n’olur ölüme, Sarı Gül’üm bakıp garip halime, Acı demek zor geliyor ciğerim, Gülüm dikkat edip dinle burayı, Yakın gel n’olursun açma arayı, Bilmez misin canan gönlün sarayı, Gizlice konduğum o kafes benim, Yok mu şimdi yar koynunda yer bana, Candan seven her derdini der bana, Al yanaktan isteyince ver bana, Pacı demek zor geliyor ciğerim, Selmani der akıbetim n’olacak, Gözüm yaşla gönlüm gamla dolacak, Korkarım ömrüme sebep olacak, Bu gibi bir sevgi bu heves benim Gülüm her halimi anlattım sana, Kesince bir cevap vermedin bana, Gönül ziyareti bilmeyen cana, Hacı demek zor geliyor ciğerim, 170‐ MUHANNET YÂRİM Eğer başka bir yar için ağlarsan, Ciğerin dökülsün muhannet yârim, Eğer helal haram demeden yersen, Dişlerin sökülsün muhannet yârim, Bu Selmani gönül yoklar hacıdır, Bazen tatlı olur bazen acıdır, Gerçek insanların aslı Naci’dir, Neci demek zor geliyor ciğerim, 207 172‐ CAN GÖZLERİM Yâ Rab kalksın gözden perde aça gör can gözlerim, Seni göreyim her yerde aça gör can gözlerim, Bu eleği elemeye gelmişiz, Selmani der derde çare bakayım, Girdiğim gönülden nasıl çıkayım, Ciğerime hançer bari çakayım, Kesmiyorsa bilemeye gelmişim, Aşk ehlinin dertlerine yine derman sendendir, Merhem çalıp da bu derde aça gör can gözlerim, 174‐ BESTELEMEYİM Madem Sarı Gül’üm dost demiyorsun, Âşık olduğumu istemiyorsun, Sözlerime beli best demiyorsun, Daha sana türkü bestelemeyim, N’olur ey Keremler Kani kurtar beni zulmetten, Gezdirme kulunu şerde aça gör can gözlerim, Aşk fidanı olup aşlanmıyorsun, Dost için dövülüp taşlanmıyorsun, Biçare âşıktan hoşlanmıyorsan, Artık bundan sonra üstelemeyim, Allah, Muhammed, Ali’yi müspette hazır bildik, Bizim desinler mahşerde aça gör can gözlerim, Sarılayım dedim sırma tel gibi, Davrandın ellerden daha el gibi, Gönül bahçesinde açan gül gibi, Gülüm demet demet destelemeyim, Men günahkâr bir âşığım, senden umarım kerem, Utanıp kalmayım terde aça gör can gözlerim, Bari Tâlâ muhtaç etsin merdine, Cömertliktir layık olan her dine, Vefasız güzelin düşüp derdine, Yok yere kendimi hastelemeyim, Medet günahkâr kulunu koyma zindan içinde, Nerdesin ey şahım, nerde aça gör can gözlerim, Değer verim cevher taşımdan fazla, Yumuşak davranış hışımdan fazla, İş yapmayım gayrı başımd an fazla, Güç yetmeyen işler gastelemeyim, Selmani bir asi kuldur affeyle gel cürmümü, Mürüvvet senden her ferde aça gör can gözlerim, 175‐ GAM YEMEYİM Ben o yâri hiç görmedim görürsem gam yemeyim, Canı kurban veremedim, verirsem gam yemeyim, Yârinin yüzünü görenler yağ gibi erir imiş, Yağlar gibi erimedim erirsem gam yemeyim, 173‐ GELMİŞİM Annesin yitirmiş bir kuzu gibi, Ağlayıp da melemeye gelmişim, Gerçek aşkım oldu bir muzu gibi, Sizden özür dilemeye gelmişim, Bu acı kayıba elbet melenir, Devri düşen aşka özür dilenir, Ümitsizlik eleğimiz elenir, Aşk atına binen âşık gece gündüz yürütür, 208 Aşkın zoru ile daldım derine, Sanki Âşık Ferhat oldum Şirin’e, Kız ben seni koydum onun yerine, Seni sarsam onu sarmış gibiyim, Münevver eyler kalbini nurlar ile yürütür, Koşup bu aşkın peşinde naçiz ömrüm çürütür, Ben eriyip, çürümedim çürürsem gam yemeyim, Yeter ki davranma bana el gibi, Gözyaşım akmasın coşkun sel gibi, Dost bağında açan gonca gül gibi, Seni dersem onu dermiş gibiyim, Selmani der bu aşk benim genç ömrümü bitirir, Sevdakâr olan âşığın elbet aklın yitirir, Mevlâ’sını arayanın menziline yetirir, Bu aşk ile yürümedim yürürsem gam yemeyim, Gülüm kalbin pek olmasın taşlardan, Güzeller hoşlanır böyle işlerden, Yerde insanlardan gökte kuşlardan, Seni sorsam onu sormuş gibiyim, 176‐ AY YILDIZIN AĞI GİBİYİM Al bayrağın rengi ırkımın kanı, Ben de ay yıldızın ağı gibiyim, Uğrunda vererek bu tatlı canı, Kayımca sarılan bağı gibiyim, Sanki burada buldum ben o hanımı, Sevgilim ol bari artır şanımı, Selmani der kurban versem canımı, Sana versem ona vermiş gibiyim, İşte böyle içten dıştan sarıldım, Düşüncem bu, bu fikirle yoruldum, Milletini sevmeyene darıldım, Ataların derdi dağı gibiyim, İşim Hakk’a yarar işe dayandı, Hemi içe hemi dışa dayandı, Yaşım geldi elli beşe dayandı, Hala yeni gençlik çağı gibiyim, 178‐ ALİ, ALİ DER BİZİM Zahiri âlemden görünsek bile, Dillerimiz Ali, Ali der bizim, Bu aşkın sazını düşürdük dile, Tellerimiz Ali, Ali der bizim, Muhabbet Muhammed Ali’den başlar, Gönül sarayına çaldık ferraşlar, Akar gözümüzden kan ile yaşlar, Sellerimiz Ali, Ali der bizim, Sevginin farkına varanlar için, Üzerine düşüp duranlar için, Benimseyip sevip saranlar için, Annelerin yürek yağı gibiyim, Biz cemalullahta gördük didarı, Canı dilden sevdik Ulu Hünkâr’ı, Eser başımızda aşkın rüzgârı, Yellerimiz Ali, Ali der bizim, Selmani sevgiye dalık olursa, Gönlü engin rengi soluk olursa, Sevmeyen, deryada balık olursa, Avcının attığı ağı gibiyim, Tarikatın ateşine yanarken, Aşk meyinden dolu içip kanarken, Müstahak olana lokma sunarken, Ellerimiz Ali, Ali der bizim, 177‐ VARMIŞ GİBİYİM Bir sarışın kayıp ettim vaktinde, Seni gördüm onu görmüş gibiyim, Âşık olan sabit olur ahtında, Sana gelsem ona varmış gibiyim, Selmani der dersim çıktık da Be’ye, Ruh iken inandık sırrı İlla’ya, Leyla deyip çağırdık da Mevla’ya, Çöllerimiz Ali, Ali der bizim, 209 179‐ ANAMIZ BİZİM Zahit analardan haber sorarsan Hatice Fatıma anamız bizim Analar içinde ana ararsan Hatice Fatıma anamız bizim Ancak Beyaz Gül’üm yur sanıyordum, Niçin Selmani’ye eğdi kaşını, Pul diyerek saçtı cevher taşını, Sürdürürsen gözlerinin yaşını, Beni dost yerine kor sanıyordum, Muhammed Mustafa o Murtaza yar, Muhabbet bağında ilahi aşk var, Gülü gülzârından hiç olmadı har, Hatice, Fatıma anamız bizim, 181‐ KURBAN OLDUĞUM Dillerin şekerden tatlı, Sözüne kurban olduğum, Çok hürmetli itaatli, Özüne kurban olduğum, Eğer sadık isen ikrarında dur, Hatır için münkirlere yapma kur, Kâinatta ışık veren o pir nur, Hatice, Fatıma anamız bizim, Benzersin yavru ceylana, Ondan avcı oldum sana, El gözüyle bakma bana, Gözüne kurban olduğum, Âşıkları aşkla sevdaya salan, Gönül sayarını dolduran dolan, Sevgi faziletin membası olan, Hatice, Fatıma anamız bizim, Olalı hayalim düşüm, Seni methetmektir işim, Hem ayımsın hem güneşim, Yüzüne kurban olduğum, Selmani rahmetle âleme ağan, Üstümüze lütfi ihsanla yağan, Nuruyla gönüller ufkundan doğan, Hatice, Fatıma anamız bizim, Benzersin yavru ceylana, Ondan avcı oldum sana, El gözüyle bakma bana, Gözüne kurban olduğum, 180‐ SANIYORDUM Sana önem verip sevgi beslerken, Ben seni bir sadık yar sanıyordum, Beyaz Gül’üm diye diye seslerken, Çevreden çekinip ar sanıyordum, Gel bana güzeller başı, Sevgimi kalbinde taşı, Dokursun sevda kumaşı, Bezine kurban olduğum, Hanenize sık sık gelip giderken, İnsanlık hakkımı bilip öderken, O gül yüzlerini niyaz ederken, Beyaz yüzlerini nur sanıyordum, Selmani der kandır beni, Kalp evine kondur beni, Ateşine yandır beni, Közüne kurban olduğum, Kız vefasız sende ahdim çok idi, Her ne söz söylesem sözüm hak idi, Sana yanlış bir düşüncem yok idi, Aramızda sevgi var sanıyordum, 182‐ GARİP HALİM Soran olur ise garip halimden, Burda melül masum dolanıyorum, Bakın neler dökülüyor dilimden, Bazen duru bazen bulanıyorum, Konuştuğum her kelamım hasını, Çekiyordum bu dünyanın yasını, Kalp evimin olan kiri pasını, Gördüğümden kalmak belimi büken, Sertten tesirlidir yumuşak diken, 210 184‐ DOYMUYORUM Beyaz gülüm her gün her gün, Görsem sana doymuyorum, Bağındaki tüm gülleri, Dersem sana doymuyorum, Yayla sularını beğenmez iken, Susuz çeşmelerden sulanıyorum, Hep buradadır garibanlar oymağı, Kim ister ki güzellikten doymağı, Herkes yerken bol bol balı kaymağı, Ben de gerilerden yalanıyorum, Doyulmayan sözlerine, Kaşlarına gözlerine, Yüzlerimi yüzlerine, Sürsem sana doymuyorum, Leblerin benzer kevsere, İçsem göğüs gere gere, Yüzdürüp postumu yere, Sersem sana doymuyorum, Böyle olur hasret kalan yurduna, Bakmayanlar işin önü ardına, Av misali ellerin aç kurduna, Vakitli vakitsiz dalanıyorum, Şimdilik yaşantım naçar tıp gibi, Değerimiz düşük kırık küp gibi, Selmani der olduk çürük ip gibi Kırılıp kırılıp ulanıyorum, Beni alıp da aynına, Aşk urganın tak boynuna, Her gün her gece koynuna, Girsem sana doymuyorum, 183‐ NE SEVİYORUM Ey erenler hakaretçi olana, Ne kin besliyorum ne seviyorum, Şer defteri günah ile dolana, Ne kin besliyorum ne seviyorum, Ey yüzleri mah i taban, Sözlerim gelmesin yaban, Selmani der canım kurban, Versem sana doymuyorum Gerçek erenlerden eseli sabam, Gerçeği methetmek yegâne çabam, Hakaretçi insan olsa da babam, Ne kin besliyorum ne seviyorum, 185‐ KURBAN OLURUM Beyaz Gül’üm gamlı hem de benlisin, Gamına benine kurban olurum, Gülden nazik kardan beyaz tenlisin, O beyaz tenine kurban olurum, Gönlün çok münevver güzel huylusun, Kirpikler ok atar kaşlar yaylısın, Ne uzun ne kısa orta boylusun, Boyuna enine kurban olurum, Gayem haklı sözle halkı beslemek, Sözleri yazarken iyi süslemek, İnsanlık dışıdır hep kin beslemek, Ne kin besliyorum ne seviyorum, Men arafı bilmek âlim işidir, Özünü sözünü bilen kişidir, Kincilik cahilin ters görüşüdür, Ne kin besliyorum ne seviyorum, Seni seven âşık beyaz gül demiş, Cefa çekip aşkın darbesin yemiş, Tahammül yüklüsün gönlün çok geniş, Darına genine kurban olurum, Selmani der Allah beni söyletir, Tatlı sözler ile gönül eğletir, Benim özüm sözüm işte böyledir, Ne kin besliyorum ne seviyorum, Siyah kaşlarını yaya benzettim, Bize Hakk’tan gelen paya benzettim, Yüzünü güneşe aya benzettim, Ayına gününe kurban olurum, 211 Selmani der gülüm sırrıma er var, Gönlümün bağında gülleri der var, Vücudunda sevilecek çok yer var, Sonuna önüne kurban olurum, Yârim buse almış sayılmaz dostum, Ölürüm vazgeçmem sevdiğim senden, Sevgin çıkar mı hiç can ile tenden, Nasıl esirgersin gül yüzün benden, Yârim buse almış sayılmaz dostum, 186‐ KURBAN OLURUM Beyaz gülüm size gelir gidersem, Gelişimden bezme kurban olurum, Gizli dost olmaya teklif edersem, Sen gönlünü üzme kurban olurum, Selmani der oynayışta gülüşte, Çok anlam var anlayışta bilişte, Noksanı tamamla gel bu gelişte, Yârim buse almış sayılmaz dostum, Gelmekle gitmekle geçsin çağımız, Eşiğinde olsun bir ayağımız, Kayımca bağlansın sevgi bağımız, Bu düğümü çözme kurban olurum, 188‐ BOŞA DÖNDÜM Vefasız bir yar peşinde, Boşa döndüm boşa döndüm, Ümitsizlik ateşinde, Boşa döndüm, boşa döndüm, Hanene teklifin oldukça bize, Canım sağ oldukça gelirim size, İsterim her anda gelek yüz yüze, Benden uzak gelme kurban olurum, Dinlenmedi sözüm sazım, Geçmez imiş dosta nazım, Kıştan soğuk oldu yazım, Ağustosta kışa döndüm, Karşıma çıkarsan gönlün coşarak, Ben de sana gelmez miyim koşarak, Yakın yürümeyip uzaklaşarak, Ciğerciğim ezme kurban olurum, Sevgi bağımız çözüldü, Eyvah ciğerim ezildi, Her yerden elim üzüldü, Kanatsız bir kuşa döndüm, Selmani der sevmeyene ilendim, Mecnun gibi heybe takıp dilendim, Ben zaten aşk eleğinden elendim, Tekrarlayıp süzme kurban olurum Bakmadın hiç halimize, Engel koydun yolumuza, Zehir kattık balımıza, Yenmeyecek aşa döndüm, 187‐ DOSTUM Rızasız mı aldım yârim buseyi, Yârim buse almış sayılmaz dostum, Davranışım bana verdi tasayı, Yârim buse almış sayılmaz dostum, Selmani der bahtım kara, Açıldı kalbimde yara, Sağ iken koydun mezara, Mezarlıkta taşa döndüm, Aşkın ile sarhoş oldum aymadım, O buseni ben tamama saymadım, Yar busene sohbetine doymadım, Yârim buse almış sayılmaz dostum, 189‐ BÜLBÜLE DÖNDÜM Gül yüzün güleç görünce, Gülüm gülen güle döndüm, Güle meylimi verince, Şakıyan bülbüle döndüm, Gel dediğim yere gel koşa koşa, Çektiğim emekler gitmesin boşa, Verirsen bir buse ver coşa coşa, Aşkla yanıp dağlanalı, 212 191‐ OL SARI GÜLÜM Sen var iken ele boyun eğmeyim, Ne olur maşukum ol Sarı Gül’üm, Senden başka hiçbir güzel sevmeyim, Bu garip gönlümü al Sarı Gül’üm, Zevke düşüp sağlanalı, Yar ben sana bağlanalı, Ömrü bitmiş pile döndüm, Açılmaz derdim derince, Acırsın haber verince, Kız seni burada görünce, Coşkun akan sele döndüm, Dilimden bırakmam güzel adını, Âşığı ağlatma gurbet kadını, Ne şeker ne kaymak verir tadını, Akar dudağından bal Sarı Gül’üm Hiç zannetmem bana küsen, Benim ile içip yesen, Güzeller göğsüne esen, İncitmeyen yele döndüm, Senin ateşine yanıp dağlandım, Bir dem ölü oldum bir dem sağlandım, Ciğerim ben sana candan bağlandım, Sen de bana bağlan kal Sarı Gül’üm, Selmani’de söz var iken, Merak etmez öz var iken, Esenyurt’ta siz var iken, Neden böyle ele döndüm, Doyulmuyor gülüm tatlı diline, Doymayım ki sevdiğimiz biline, Atıver kendini sevda gölüne, Aşkımla derine dal Sarı Gül’üm, 190‐ SARI GÜLÜM Herkes yaran yoldaş hısım akraba, Yalınız can dostum yok Sarı Gül’üm, Dert yandığım size gelmesin kaba, Yalınız can dostum yok Sarı Gül’üm, Selmani der ah u zarım var diye, Dost için ağlasam karım var diye, Şurda bir divane yârim var diye, Bir kere kapımı çal Sarı Gül’üm, Yolun doğrusuna gitmek istedim, Gidip menziline yetmek istedim, Seni can dost kabul etmek istedim, Yalınız can dostum yok Sarı Gül’üm, 192‐ DÜŞMÜŞÜM Akıl biraz düşünüp de durmalı, Ne yanlış anlamlı yola düşmüşüm, Kafa seni balyoz alıp kırmalı, Eve buyur denmez hale düşmüşüm, Benim gönlüm Kâbe bir haç değilim, Namertler başına sertaç değilim, Çok şükür kimseye muhtaç değilim, Yalınız can dostum yok Sarı Gül’üm, Bu dünyayı boşa gezip yoruldum, Ele değil ben kendime darıldım, Tutam diye çok dallara sarıldım, Ne yazık tez kopan dala düşmüşüm, Güzelim Sarı Gül adın taşırsın, Geçici varlığa ne uğraşırsın, Bana can dostluğa sen yakışırken, Yalınız can dostum yok Sarı Gül’üm, Selmani ezilmiş ciğerim varken, Nice yerde başın eğerim varken, Altın cevher kadar değerim varken, Eyvah birdenbire pula düşmüşüm, Selman iyi sev de can dostsuz gezme, Ezilmiş ciğerim bir de sen bakma, Merhamet et beni bu kadar üzme, Yalınız can dostum yok Sarı Gül’üm, 193‐ ÂB‐I NABDAN Medet ey şahların şahı kurtar kulları habdan, 213 195‐ SAKIN GURURDAN Dedem bir noktada aldanıyorsun, İlme mağrur olma! Sakın gururdan, Benden fazla bilen yok sanıyorsun, İlme mağrur olma! Sakın gururdan, Haberdar et âşıkânı dosta açılan babdan, Ki, ruz-u mahşerde sensin ab-ı hayatı sunan, Ne olur bize de kısmet et kevseri ab-ı nabdan, Hatırlarsan Tur Dağı’nda Musa’yı, Tez anlarsın uzun sözü, kıssayı, Hakk’a nasıl ulaştırdı asayı, İlme mağrur olma! Sakın gururdan Desti haydardan meğer bir katre cüra içen, Dersin alır imiş hemen natık ümmül kitaptan, Hak Musa’yı candan sevip dost dedi, Rabbi erini kelâmına has dedi, Kendisinden edna bir kul istedi, İlme mağrur olma! Sakın gururdan, Hak Teâlâ insanları anasırdan halk etti, Beşeriyetin temeli bildik haki türaptan, Musa arar iken buldu bir canı, Bir uyuz köpekti maraz her yanı, Dedi sen kendinde ara noksanı, İlme mağrur olma! Sakın gururdan, Hak ile hak olan canlar ruhunu insan eyler, İlmine âlim olanlar anlar imiş hesaptan, Nefse böyle fırsat verip zulmette bırakmam, Ref eyledip bize cehli halas eyle azaptan, 196‐ GÜNÜM BİTMEDEN Azrail’e mektup bari salayım, Canımı almasın günüm bitmeden, Üç beş gün dünyadan murat alayım, Kapımı çalmasın günüm bitmeden, Selmani’yim gece gündüz Hakk’ın ismin söylerim, Mahşerde nasip eyleme bize narı hatapdan, Genç ihtiyar geçer elbet sıradan, Aylar yıllar dönüp geçer aradan, Emaneti ister bir gün Yaradan, Müjdeci salmasın günüm bitmeden, 194‐ SAKIN GURURDAN Az kalsın köpeğe halka takardı, Kendini ateşe nara yakardı, Peygamberliğinden bile çıkardı, İlme mağrur olma sakın gururdan, Ecel ile uzak olsa aralar, Açılır mı o kapanmış yaralar, Taksit taksit yatırılan paralar, Ellere kalmasın günüm bitmeden, Her zaman elinde olmalı yakan, Bulanmaz gözünden dupduru akan, Mağrurluktur dedem insanı yıkan, İlme mağrur olma sakın gururdan, Yaradan’ın merhameti bol durur, Dertlilerin çilesini doldurur, İnsan güldür, gülü hazan soldurur, Gülümüz solmasın günüm bitmeden, Selmani sevilmez gönlün yücesi, Fark etmeyip mağrur oldu nicesi, Çok bilirdi meleklerin hocası, İlme mağrur olma sakın gururdan, Selmani çok geçirmiştir vakti yar, Sigortası olanlardır bahtiyar, Emekli ayrılır genç ve ihtiyar, 214 , Bir mani olmasın günüm bitmeden, Gül deyince gülmez misin, Merhametsiz bilmez misin, Âşık halinden halinden, 197‐ GÜLÜMDEN Sevip ayrılması kolay değildir, Ölürüm ayrılmam Beyaz Gül’ümden, Benim sevgim gerçek, alay değildir, Ölürüm ayrılmam Beyaz Gül’ümden, Ben sana kıymet biçeyim, Zehiri doldur içeyim, Selmani nasıl geçeyim, Sarı gelinden gelinden, Deli gönül durmaz imiş bir karar, Yârden ayrılmaktır ömüre zarar, Kim bilir bir sabah yar beni arar, Ölürüm ayrılmam Beyaz Gül’ümden, 199‐ ZAM YÜKLERİNDEN Alanlar da bıktı satan da bıktı, Üst üste yüklenen zam yüklerinden, Bu aciz milleti sıktıkça sıktı, Peş peşe eklenen zam yüklerinden, Kimim var ki beni kimim kayırır, Al yanaktan kim peçesin sıyırır, Beni ondan ancak ölüm ayırır, Ölürüm ayrılmam Beyaz Gül’ümden, Azalan ömürler artılacak mı, Fakir, zenginlerle tartılacak mı, Zavallı hakkımız kurtulacak mı, Gittikçe köklenen zam yüklerinden, Neşelensin derken sükütleşiyor Lüzumlu lüzumsuz dertler deşiyor, Gülüm açıldıkça güzelleşiyor, Ölürüm ayrılmam Beyaz Gül’ümden, Yuvasızlar nasıl yuva kuracak, Terki diyar olan başa vuracak, Alışveriş, alım satım duracak, Halka tetiklenen zam yüklerinden, Selmani der senden gözüm ayrılmaz, Gözüm ayrılsa da özüm ayrılmaz, Sohbetim ayrılmaz sözüm ayrılmaz, Ölürüm ayrılmam Beyaz Gül’ümden, Kimi neşelenir kimi yüzülür, Zannetmen ki bu düğümler çözülür, Günden güne zamdan katar dizilir, Habersiz denklenen zam yüklerinden, 198‐ SARI GELİNDEN Ne olursun sarsam seni, İnce belinden belinden, Merhamet et kurtar beni, Elin dilinden dilinden, Bu Selmani nasıl rahat yatacak, Güç yetmezse kim alıp kim satacak, Dar gelirli vatandaşlar batacak, Biçare beklenen zam yüklerinden, Dost bağıma girmez misin, Güllerimi dermez misin, Bir bergüzar vermez misin, Saçın telinden telinden, 200‐ GÜLÜSÜN SEN Niçin gelip yoklamayım, Bizim elin gülüsün sen, Niye alıp koklamayım, Bizim elin gülüsün sen, Terazinde tartılamam, Eksiltirsen artılamam, Ağlatırsan kurtulamam, Hicran selinden selinden, Küçükten gurbete kaçan, Etrafa neşeler saçan, İstanbul ilinde açan, Bizim elin gülüsün sen, Davet etsem gelmez misin, 215 Aşk ile güzeli övmeyen insan, Güzel sev ki Hakk’a makbul olasın, Bu aşkı akla koyuncak, İlk vatandır ana ocak, N’olur bir yol koklayıncak, Bizim elin gülüsün sen Güzeli sevdiren edası nazı, Bırakma dilinden sev serfirazı, İster hakik olsun ister mecazi, Güzel sev ki Hakk’a makbul olasın, Aşk sırrına herkes ermez, Erenler de dile vermez, Bu gülü gayrı el dermez, Bizim elin gülüsün sen Güzelin yanağı şems ile mahtır, Hem gönül aynası hem secdegâhtır, Gerçeği mecazı veren Allah’tır, Güzel sev ki Hakk’a makbul olasın, Selmani’ye dostça bakan, Sevda ateşini yakan, Yel estikçe mis mis kokan, Bizim elin gülüsün sen, İki sevgide de bil ki Hak vardır, İkisi de vazgeçilmez bir yardır, Mecazı gerçeğe çevirmek kardır, Güzel sev ki Hakk’a makbul olasın, 201‐ İVECENLİKTEN Herhalde Adnan dost hata işledik, Fazla sabırsızlık ivecenlikten, Sitem ettik hafif yollu taşladık, Bu bir saflık değil bilecenlilikten, Selmani sevmekten kaçma yine de, Sevgini yerleştir cana sinede, Canın kurban verip ikisine de, Güzel sev ki Hakk’a makbul olasın, Dosta sitem yükü yüklemek zordur, Bu gibi sözcükler ateştir kordur, Beyhude sözlerin zararı vardır, Çok gönül kırılır senlik benlikten, 203‐ BİTER OLASIN Yıldan yıla biten bir çiçek gibi, Gönlümün bağında biter olasın, Menzile ulaşan bir gerçek gibi, Ulaşıp menzile yeter olasın, Âşıklar sevene bazı lâf eder, Gönül alam derken hepten mahveder, Mevlâ aşk ehlinin kalbin saf eder, Aşk ehli hoşlanmaz asla kinlikten, Günde baksam doyulmuyor yüzüne, Vurulmuşum kirpiğine gözüne, Benim gibi ateş düşsün özüne, Yanıp ateşimde tüter olasın, İnsan yaşlandıkça kafa karışır, Bakarsın ki tavuk kazla yarışır, Mert olanlar küsse bile yarışır, Münevver gönülden hep esenlikten, Bu sevda ateşi kar etti cana, Yana yana kalbim döndü külhana, Öyle aşk versin ki Allah’ım sana, Aşkın artıp benden beter olasın, Selmani der aşk hançerin bilerim, İçten ağlasam da dıştan gülerim, Sıram gelmediyse özür dilerim, Yeter ki ayırman bizi şenlikten, Bu aşk böyle gidecek mi boyuna, Hak seni yar etti âşık soyuna, Girmişiz seninle gizli oyuna, Layık mı ki beni üter olasın, 202‐ MAKBUL OLASIN Neye yarar güzel sevmeyen insan, Güzel sev ki Hakk’a makbul olasın, Canımı adadım sendeki ada, 216 Selmani sevginden almıştır gıda, Bülbül gibi kalkışmışım feryada, Dilerim dört mevsim öter olasın, Cem evini iyi yer bilmeyenler, Yürüteni mürşit pir bilmeyenler, Muhammed Ali’yi bir bilmeyenler, Muhammed’den hiç şefaat ummasın, 204‐ ACI KALMASIN Keçeci Baba’dan budur niyazım, Başında hiç ağrı acı kalmasın, Versin ilacını o serfirâzım, Başında hiç ağrı acı kalmasın, Süfyan’dan zuhredip gelen madenler, Mürşitsiz rehbersiz yola gidenler, Evliya cemine büftân edenler, Muhammed’den hiç şefaat ummasın, İstersen ana ol istersen bacı, Ben seni ederim başımın tacı, Tabipler tabibi çalsın ilacı, Başında hiç ağrı acı kalmasın, Zalimi hazreti deyip ananlar, Şeytanın sözüne uyup kananlar, Gerçek dincileri dinsiz sayanlar, Muhammed’den hiç şefaat ummasın, Şah Mahmut’u Veli size el katsın, Gül Ahi Baba da elin uzatsın, Derdini Kaf Dağı ardına atsın, Başında hiç ağrı acı kalmasın, Selmani cemlerde çalmakta sazı, Beyitler söyleyip okur düvazı, İnsanı ayıran yolun yobazı, Muhammed’den hiç şefaat ummasın, Derman verir itikatlı olana, Arayıp da kendisinde bulana, Ağrıyı acıyı atsın talana, Başında hiç ağrı acı kalmasın, 206‐ KÜBRİYA MISIN Gele gide kapınızı yol ettim, Yoksa sen bir kadın evliya mısın, Sevgin ile muhabbeti bol ettim, Hazreti Hatice Kübriyâ mısın, Yardım etsin ağaların ağası, Kabul olsun Selmani’nin duası, Erenlerden gelsin derdin devası, Başında hiç ağrı acı kalmasın, Nur ile ışığım şemim fenerim, Sen ışık vermezsen ben de sönerim, Pervaneler gibi şeme dönerim, Kandiller içinde nur ziyâ mısın, 205‐ UMMASIN Alevi’yi Hakk’a düşman sayanlar, Muhammed’den hiç şefaat ummasın, Ayrımcılık yapıp cana kıyanlar, Muhammed’den hiç şefaat ummasın, Pek fazla düşünüp derine dalma, Âşığa yakın ol muhannet olma, Seversen candan sev şüphede kalma, İkilikte kalan şirk riyâ mısın, Şah-ı Merdan erenlerin şahbazı, Odur müminlerin nazı niyazı, Kim derse ki Aleviler rafazı, Muhammed’den hiç şefaat ummasın, Acep anlar mısın üç ile dördü, Bitmez aşk ehlinin yarası ördü, Yusuf rüyasında ay güneş gördü, Hayıra yorulan bir rüyâ mısın, Zahiri ilimle söz süsleyenler, Zulmet dumanıyla kalp süsleyenler, Evladı resule kin besleyenler, Muhammed’den hiç şefaat ummasın, Evliya sırrını yâda bildirme, Dost ağlatıp düşmanını güldürme, Selmani’yi mihnet ile öldürme, Sen bir cana kıyan eşkıyâ mısın, 217 207‐ KOŞMA Gel gönül bu kadar düşme telaşa, Koşa koşa bir gün yorulacaksın, İstersen ağa ol, istersen paşa, Yakasız gömleğe sarılacaksın, Korkarım ki candan eder, Bir sarışın bir sarışın, Sultanlık hükmü yürütür, Âşığı aşka bürütür, Yürek yağını eritir, Bir sarışın bir sarışın, Bu dünyada menziline yetmeyip, Allah’ın emrine doğru gitmeyip, Hakk’tan gelen emri kabul etmeyip, Aklınca feleğe darılacaksın, Bazı atar bazı tutar, Bazı alır bazı satar, Hayatıma hayat katar, Bir sarışın bir sarışın Ey Selmani bu dünyaya aldanma, Cehalet sözüne inanıp kanma, İşlediğin günah sorulmaz sanma, İnceden inceye sorulacaksın, Bazı güler bazı ağlar, Bazı ciğerimi dağlar, Belki acır gönül bağlar, Bir sarışın bir sarışın 208‐ YETİŞSENE NERDESİN Arabî Farisi okuyan Hızır, Car günüdür yetişsene nerdesin, Daralan kullara olansın nazır, Car günüdür yetişsene nerdesin, Sevgilim de helalim de, Hayat abı zülâlimde, Selmani der hayalimde, Bir sarışın bir sarışın, Erilmeyen yere erip gittiler, Hizmetlerin kesesine gittiler, Beyiti Kuran’ı taklit ettiler, Car günüdür yetişsene nerdesin, 210‐ BANA BIRAKTIN Artık gülüp oyna sen Sarı Gül’üm, Yanıp ağlamayı bana bıraktın, Daha yar demeye tutmuyor dilim, Kara bağlamayı bana bıraktın, Anlamadım ben bu halkın kastını, Reddederler ehlibeyit dostunu, Boş koydular İmam Zeynel postunu, Car günüdür yetişsene nerdesin, Gece gündüz hayaline dalarak, Günler geçer boşalarak dolarak, Sular gibi taştan taşa çalarak, Coşup çağlamayı bana bıraktın, Aklı erenleri aldı tasalar, Çıkarcının dostu aklı kısalar, Gözcülere yasaklandı asalar, Car günüdür yetişsene nerdesin, Yüzün benzese de sarı güneşe, Eyyam soğuk gitti almadım neşe, Hem üşüdüm hem de yandım ateşe, Ciğer dağlamayı bana bıraktın, Gerçek tabip işi yara sağlamak, Âşığın arzusu coşup çağlamak, Selmani der kalktı deste bağlamak, Car günüdür yetişsene nerdesin, Aktı gözüm yaşı oldu bir oluk, Aşkına düşeli gül benzim soluk, Meçhul bir dünyada olmuşum balık, Avcı ağlamayı bana bıraktın, 209‐ BİR SARIŞIN Bana devre düşüp gider, Bir sarışın bir sarışın, Sarı Gül’üm Selmani’ye sahip ol, 218 Şirri Yezdan evliyaya hoş geldin, Kim dedi ki cephe alıp rakip ol, Ben dertliyim n’olur bana tabip ol, Yara sağlamayı bana bıraktın, Aşkı muhabbeti var dil içinde, Ulaşır menzile menzil içinde, Tekellüm eyleyen kandil içinde, Şah-ı Merdan nur ziyaya hoş geldin, 211‐ YARALAYIP BIRAKTIN Görmedim sen gibi âşık avcısı, Bir ok vurup yaralayıp bıraktın, Çıkar mı kalbimden bunun acısı, Parça parça paralayıp bıraktın, Hak cemalin gören bulur ihyayı, Ayrı bilmedikçe Mim ile Ha’yı, İncil’i hatmedip bildim İlya’yı İncil içre sır İlya’ya hoş geldin, Can alıcı gözle bakıp üzüşün, Sevgi işareti oldu süzüşün, Dertlerimi üst üstüne düzüşün, Ey vefasız sıralayıp bıraktın, Hak inayet etse seven bir zata, Ulaştırır onu Hak hakikate, Selmani der bir göz attım Tevrat’a, Aziz mihman mihriyaya hoş geldin, Selmani’dir boşa yanmasayıdın, N’olur görünüşe kanmasayıdın, Kalbimin evine konmasayıdın, Eyvah beni kiralayıp bıraktın, 214‐ HOŞ GELDİN Zülcelâlı anmanızı isterdim, Can içinde canan yârim hoş geldin, Kalp evime konmanızı isterdim, Bülbül olup konan yârim hoş geldin, 212‐ GÜNAHI KENDİN İŞLEDİN Allah’ı suçlama ey insanoğlu, Kebâir günahı kendin işledin, Sana emreyledi Hak doğru yolu, Kebâir günahı kendin işledin, Haberdar olansın her gizli sırdan, Gerçek er olanlar geçer kusurdan, Bize bir hayırlı haber Mısır’dan, Ey Yusuf-u Kenan yârim hoş geldin, Günahtan arınıp yola gitmedin, Hakk’a yarayacak bir iş tutmadın, Fırsat elde iken tövbe etmedin, Kebâir günahı kendin işledin, Hünkâr’ım duadan unutma beni, Hilesiz hilafsız sevmişim sizi, Erzene’de ol Selman’a nergizi, İrşat için sunan yârim hoş geldin, Ömrümüzü vermeyelim talana, Konuşurken varmayalım yalana, Selmani der nasihatim alana, Kebâir günahı kendin işledin, Nur yüzünüz görsem aynımda düşte, Hal hatırın sorsam üç ile beşte, Pir himmetin alan pişer ateşte, Hak aşkına yanan yârim hoş geldin, 213‐ HOŞGELDİN Musa Kazım, Rıza Seyit neslinden, Sırrı pünhan kübriyaya hoş geldin, Nuri Huda ehli beyit neslinden, Nebi Zişan Enbiya’ya hoş geldin, Selmani der pirin sevgisi serde, Aşkım muhabbetim hep gerçek erde, Şefaat umarım rûz-u mahşerde, Sevgim sizde inan yârim hoş geldin, Hakkında buyruldu nur-u nübüvvet, Nurdan izhar olur keşfi keramet, Nebide velide şah-ı velâyet, 215‐ NE GÖNÜL VERDİN Daha sana Beyaz Gül’üm demeyim, 219 Ne gönlümü kırdın ne gönül verdin, Suyun içip bir lokmanı yemeyim, Ne gönlümü kırdın ne gönül verdin, Selmani der bana düştü bir merak, Baktım cananımdan ediyor ırak, Gelin başın için yakamı bırak, Ne olur serbestlik ver gelin gelin, Ben seni sanırdım halden bilici, Ağlayan gözlerin yaşı silici, Görmedim sen gibi yüze gülücü, Ne gönlümü kırdın ne gönül verdin, 217‐ BEŞİ GÜZELİN Ben bir güzel gördüm Tokat ilinde, Gönüller çalmaktı işi güzelin, Dengi ne kızda var ne de gelinde, Bir tüyünü değmez beşi güzelin, Ben yanıp ağlasam sen güleceksin, Beni dertli eden kendi de çeksin, Pamuktan yumuşak taştan da peksin, Ne gönlümü kırdın ne gönül verdin, Tavus kuşu gibi cilalı süslü, Ne yemiş ne içmiş ne ile besli, Melek mi, huri mi, bilinmez nesli, Dünyada bulunmaz eşi güzelin, Yavaş yavaş düşüyorsun gözümden, Düşsen de sevgini atmam özümden, Ne halden anladın ne de sözümden, Ne gönlümü kırdın ne gönül verdin, Şevki bir güneştir, suda ıslanmaz, Gören âşık deli olur uslanmaz, Bir keman var telli, fakat seslenmez, İşte göz üstünde kaşı güzelin, Selmani der sana hiç aklım yetmez, Bu güzellik biter başaca gitmez, Senin ettiğini kâfirler etmez, Ne gönlümü kırdın ne gönül verdin, Kaşların altında gözler süzülmüş, Gözleri görenin bağrı ezilmiş, Otuz iki hat üstüne dizilmiş, İnci sedeftendir, dişi güzelin, 216‐ BİR GELİN GELİN Bu devri âleme geldiğim zaman, Yakaladı beni bir gelin gelin, Aldattı gönlümü dedim el aman, Beni candan sev gel der gelin gelin, Selmani der yavru kirpiğin oktur, Böyle yaratığın avcısı çoktur, Baktım mazisinde noksanı yoktur, Yalınız gözleri şaşı güzelin, Dedim ey vefasız nen kaldı bizde, Beni mahvedersin insaf yok sizde, Benim arzum kıza götüren izde, İnşallah ayırmaz her gelin gelin, 218‐ MÜRVET SENİN Şekerden baldan tatlısın, kirpiğin inci dizer, Ela gözden revan olmuş sellerin Mürvet senin, Böyle bir gelinle girdim savaşa, Ne kadar uğraştım çıkmadım boşa, Çok yalvardım yakma diye ateşe, Yine yaktı beni şer gelin gelin, Al yanağa nazar ettim tomurcuk güle benzer, Vakti erişip aşılmamış güllerin Mürvet senin, Meğer hayal imiş nidem aldandım, Ne vefasın gördüm ne de usandım, Onu sevdim Yaradan’dan utandım, Döküldü yüzümden ter gelin gelin, Girmişsin gönül bağına gülleri dermek için, 220 Baktım gülden daha taze ellerin Mürvet senin, Atılan topuda pir olan tutar, Müşteri olursa daha bol satar, Birisi pirindir biri zâkirin, Ben seni melek zannettim yoksa neslin huri mi? Bilmem cennet diyarı mı illerin Mürvet senin, Zâkirlerdir tarikatın tellalı, Aşkı muhabbette yaparlar balı, İnkâr edip yüklenmeyin vebali, Birisi pirindir biri zâkirin, Selmani gönlün Mürvet’e takılıp takılıp kalmaktadır, Âşığını kement eyler tellerin Mürvet senin, Dedem iki postu kimden aldınız, Buyruklarda yoktur, nerde buldunuz, Niçin zâkirlere engel oldunuz, Birisi pirindir biri zâkirin, 219‐ MAAŞI CİMRİNİN Söyle cimri malın niçin neyedir, Öbür dünyadaymış aşı cimrinin, Nekes şirketinden emeklidedir, Muhannetliktir maaşı cimrinin, Can bülbülü olup şakımadın mı, İbrişimden kumaş dokumadın mı, Ömründe hiç Buyruk okumadın mı, Birisi pirindir biri zâkirin, Çok sıkı insanda asalet olmaz, Şüphesiz ki sonu selamet olmaz, Kalbinde hiç insaf, merhamet olmaz, Hasetliktir her bir işi cimrinin, Gerçek seyit iki postu alır mı, Bu dergâh sizlere baki kalır mı, Karac’ahmet Sultan zarı olur mu, Birisi pirindir biri zâkirin, Ecel gelip kapısını çalınca, Emaneti veren geri alınca, Olanca varlığı ile kalınca, Sanki iletecek eşi cimrinin, Sağlığında hayır edem demezdi, Acıyıp bir aça lokma vermezdi, Kazancını doya doya yemezdi, Ekmeği kesmezdi dişi cimrinin, Kanaatle gidin bu yola ize, Bu sözlerim acı gelmesin size, Selmani der cemden yer verin bize, Birisi pirindir biri zâkirin, 221‐ BAŞINDAKİ AĞRI GEÇSİN Dinlen biraz, çekme acı, Başındaki ağrı geçsin, Bu sazı ele alıncı, Başındaki ağrı geçsin, Selmani bu işe düşünüp durur, Mert olan kişinin hep gücü kurur, Yanından her geçen bir tekme vurur, Kırık olur mezar taşı cimrinin, Kem gözünen ele bakma, Kendini ateşe yakma, Kafanı çok böyle takma, Başındaki ağrı geçsin, 220‐ BİRİ ZAKİRİN On iki hizmette iki post vardır, Birisi pirindir biri zâkirin, İkisi de birbirine ayardır, Birisi pirindir biri zâkirin, Olasın sen Hakk’a yakın, Gerçek erenlere akın, Çok derine dalma sakın, Başındaki ağrı geçsin, Kudret topunu zikirler atar, 221 İyi anla kara akı, Değer kalbe aşkın oku, Bazı dinlen bazı oku, Başındaki ağrı geçsin, Ceset diri, nefis ölü gelesin, Hak kelamın yazıp halka duyuran, Odur can cesedi ruhu kayıran, Hırs, kin, kibir, şehvet haktan ayıran, Ceset diri, nefis ölü gelesin, Selmani’nin sözü böyle, İnsanlıkla gönül eğle, Bazı sen de deme söyle, Başındaki ağrı geçsin, Mağrurluk nefs için en büyük düşman, Bunlara aldanıp doğruluktan şaşman, Fayda etmez canlar sonra pişman, Ceset diri nefis ölü gelesin, 222‐ HAYALİMDESİN Beyaz Gül’üm beni unutur sanma, Gece düşte gündüz hayalimdesin, İster inan bana ister inanma, Gece düşte gündüz hayalimdesin, Her can din imanı kayırmamıştır, Varlığını halka duyurmamıştır, Hak peygamber şerri buyurmamıştır, Ceset diri nefis ölü gelesin, Gönüller menzile ulaşmaktadır, İnşallah aşkımız bulaşmaktadır, Ruhum üzerinde dolaşmaktadır, Gece düşte gündüz hayalimdesin, Talip olan Şah-ı Merdan Ali’ye, Bağlı olur Hacı Bektaş Veli’ye, Kul olmak istersen Kızıl Deli’ye, Ceset diri nefis ölü gelesin, Daha kimim var ki kime gideyim, Söyle dostluk hakkın nasıl ödeyim, İş gerçekleşsin ki rahat edeyim, Gece düşte gündüz hayalimdesin, Gerçek âşıkların dersi ağ idi, Bet nefis denilen derdi dağ idi, Selmani kendinde tut bu öğüdü, Ceset diri nefis ölü gelesin, Beni üzüp durma sözlerime git, Beni candan sevip muradına yet, N’olur biraz da sen beni takip et, Gece düşte gündüz hayalimdesin, 224‐ GEÇMESİN Beyaz gülüm size bir teklifim var, Teklifimi tut ki zaman geçmesin, Artıp gitsin aradaki itibar, Dostluğumuz boşa aman geçmesin, Selmani der gülüm el uzat bana, Dinle sözlerimi gel kana kana, Menzilden uzakta kalsam da sana, Gece düşte gündüz hayalimdesin, Hedef olmayalım cepheye düşüp, Sitem balyozları tepeye düşüp, Gönlün zedeleme şüpheye düşüp, Kalbinin içinden güman geçmesin, 223‐ ÖLÜ GELESİN Muhammed Ali’nin kurduğu yola, Ceset diri, nefis ölü gelesin, Böyle emretmiştir Cenabı Mevla, Ceset diri, nefis ölü gelesin, Her güzelde dosta bağ olmaz derler, Yar seven yürekte yağ olmaz derler, Dumanı kalkmadık dağ olmaz derler, Niçin başımdaki duman geçmesin, Varlığın benliğin atıp bir yana, Canın feda eyle ehli irfana, Layık olmak için kabul kurbana, Şiir güzelliğin süsü nakşıdır, Âşıkların sevdiğine bahşidir, 222 Bir dem yaman olur bir dem yahşidir, Yahşi ol ki günüm yaman geçmesin, Herhalde sözümden bilgilenmedin, İki defa vardım ilgilenmedin, Gözyaşım akıttın silgilenmedin, Davranışta gönlüm üzmüş gibisin, Selmani der yakan ateş közlerim, Ciğerimi kebap edip közlerim, Emek verip yazdığım şu sözlerim, Gülüm boş boşuna ceman geçmesin, Anlamadım nedir sizin derdiniz, Bana öğüt veren söze girdiniz, Belli olmaz namerdiniz merdiniz, Gerçek konuşmama kızmış gibisin, 225‐ ÜZÜLMEYESİN Sevdiğim ol dediğimi duyunca, Âşıklık halidir üzülmeyesin, Dünyayı boş verip aşka uyunca, Âşıklık halidir üzülmeyesin, Bilemedim benden neler bekledin, Bir derdime binlerce dert ekledin, Selmani’ye derdi gamı yükledin, Dert üstüne dertler dizmiş gibisin, Üzülürsem bine çıkar bir derdim, Çünkü ben meylimi tek sana verdim Can gözümle sende bir varlık gördüm, Âşıklık halidir üzülmeyesin, 227‐ BİLİR MİSİN Bana cefa eden dilber, Cefa nedir bilir misin, Zevk ü sefa eden dilber, Sefa nedir bilir misin, Kendini üzmeden sözlerime git, Muhabbet eyleyip muradına yet, Tatlı dillerinle beni ikaz et, Âşıklık halidir üzülmeyesin, Dışın cilâ kalay imiş, Zevk ü sefa alay imiş, Derdi vermek kolay imiş, Şifa nedir bilir misin, Seni üzdüm ise kusura bakma, Yanmış yüreğimi bir de sen yakma, Aman yaşlılığım başıma kakma, Âşıklık halidir üzülmeyesin, Uygun mu hiç sizlik bizlik, İçten, dıştan et temizlik, Nedir böyle vefasızlık, Vefa nedir bilir misin, Selmani yorgunu dinci aranmaz, Cevahir dururken inci aranmaz, Âşığın geçkini genci aranmaz, Âşıklık halidir üzülmeyesin, Arı ol namusça arca, İlmini bilene harca, Yar yar dersin defalarca, Defa nedir bilir misin, 226‐ ÇÖZMÜŞ GİBİSİN Hafif yollu gönül bağlamış idik, Bu gönül bağını çözmüş gibisin, Dert açıp ciğerler dağlamış idik, Benden acizleşip bezmiş gibisin, Selmani’nin meyli neye, Dost elinden gelen meye, Aldın beni ifadeye, İfa nedir bilir misin, Gönlüm sizde aradığın bulmadı, Bu ne biçim dostluk aklım almadı, Size karşı hiçbir hatam olmadı, Dedem bizden hile sezmiş gibisin, 228‐ DERMEZ MİSİN Âşık cemin bülbülüdür, Sen bu sırra ermez misin, Cennet bağının gülüdür, 223 Bu gülleri dermez misin, Muhammed Ali’den söyler sözünü, Rabb’ül âlemine açıp gözünü, Hak cemalin ayan görenler gelsin, Bu cemde itikat boldur, Gerçek mümin cemi doldur, Ali’nin kurduğu yoldur, Ali gibi sürmez misin, Selmani can kurban resul soyuna, Bu ummanı boyla boylu boyuna, Bir kâmil mürşidin haki payına, Eğilip yüzlerin sürenler gelsin Yok mu sizde akıl fikir, Âşık Hakk’ı eder zikir, İmam Zeynel Aba zâkir, Yola layık görmez misin, 231‐ NEYLERSİN Şu yalan dünyada işin iş senin, Sen derdi neylersin, gamı neylersin, Kadir Mevla’m seni övmüş yaratmış, Ela göz üstünde camı neylersin, Selmani’yim pervam yoktur, Yol bilmezle aram yoktur, Marazım var, devam yoktur, Derdim nedir sormaz mısın, 232‐ HALKA YARARLI OLSUN Beyhude sözünden halkı aldatma, Sözün halka, Hakk’a yararlı olsun, Özünü çürütüp kine kin katma, Özün halka, Hakk’a yararlı olsun, 229‐ VERMEZ MİSİN Dinle âşığın kastını, Anla Ali’nin dostunu, İmam Zeynel’in postunu, Âşıklara vermez misin, Az konuşup çoğa saydır azını, Fazla konuşanın, çekme nazını, Kamil meclisinde çal ki sazını, Sazın halka, Hakk’a yararlı olsun, Bu yola bilerek gidip, Bir konuğa hürmet edip, Katarını doğru yedip, Gönüllere girmez misin, Kötülük düşünme bir can kardeşe, Ömürü bitirir, zulüm endişe, Hak için kendini, yak ki ateşe, Közün halka, Hakk’a yararlı olsun, İyi düşünüp derini, Makamda bulup yerini, Bencilliğin defterini, “Men Araf”la dürmez misin, Kötü söz yerine iyi söz desen, Helalden kazanıp helalden yesen, Bir top kadar bezdir en son elbisen, Bezin halka, Hakk’a yararlı olsun, Gel Selmani Hakk’ı, halkı izle bak, Sevgilerin, içerinde gizle bak, İnsanlara iyi gören gözle bak, Gözün halka, Hakk’a yararlı olsun, Selmani der ki ezilip, İnce elekten süzülüp, Nesimi gibi yüzülüp, Postun yere sermez misin, 230‐ KIRKLAR SEMAHI Kırkların esrarı, aşkı semahtır, Semahın sırrına erenler gelsin, Eksikli meydana girmek günahtır, Musahip kavline girenler gelsin, 233‐ GÖÇMESİN Mİ Gelen herkes bu dünyadan, Göçecektir göçmesin mi, Tatlı candan bu bünyadan, Geçecektir geçmesin mi, Aynı cemde pak edenler özünü, 224 Hanu manın harabından, Semasından turabından, Bir gün ecel şarabından, İçecektir içmesin mi, İnsanları gurbet eller götürmüş, Yaprak gibi esen yeller götürmüş, Toprağını almış seller götürmüş, Az toprağı tozu kalmış köyümün, Terk edip mal melalini, İçip ab-ı zülâlini, Haram ile helalini, Seçecektir seçmesin mi, Köyde beş on evde beş on kişi var, Ayrılık derdiyle hayal düşü var, Bol bol karlar yağar boran kışı var, Bir iki ay yazı kalmış köyümün, Eller alıp emleğini, Görüp iki meleğini, Kader ölüm gömleğini, Biçecektir biçmesin mi, Selmani’nin sesi saz ile meyde, Değer kalmamıştır ağada beyde, Kimi İstanbul’da kimisi köyde, Ne tadı ne tuzu kalmış köyümün, Ey Selmani kış misali, Hem hayal hem düş misali, Can cesetten kuş misali, Uçacaktır uçmasın mı, 236‐ KURUSEKİ KÖYÜ Köyümüze niçin kuru denmesin, Taşı boldur Kuruseki köyünün, Helal lokmaları niçin yenmesin, Aşı boldur Kuruseki köyünün, 234‐ DELİ OLURSUN Deli gönül sana deli demeyim, Deli deli derken deli olursun, Deli olduğuma hiç gam yemeyim, Delilik ettikçe beli olursun, Her hali anlatmak bana ar gelir, Nüfusu çok arazisi dar gelir, Sonbahar ayında boran kar gelir, Kışı boldur Kuruseki köyünün, Delilere deli, diyendir deli, Deliden eksilmez hakikat yeli, “Deli olan dolu” demiştir Ali, Deli isen mutlak Ali olursun, Ormanı fundalık avlanmaz avı, Rahmet bol yağarsa geliyor tavı, Çoğuna yedirir hayal pilavı, Düşü boldur Kuruseki köyünün, Deli ol Selmani kaçma deliden, Deliler pay aldı Bektaş Veli’den, Deli derbederdir, ta ezeliden, Derbeder gezdikçe veli olursun, Kimisi hayalsiz düşsüz kalıyor, Kimi birsiz, kimi beşsiz kalıyor, Kimi ibadetsiz, kimi işsiz kalıyor, Boşu boldur Kuruseki köyünün, 235‐ AZI KALMIŞ KÖYÜMÜN Anlatayım köyümüzün halini, Çoğu gitmiş azı kalmış köyümün, Sılayı terk etmiş kızı gelini, Ne gelini kızı kalmış köyümün, Yolları yapılmış gelip geçen yok, Uzaklardan suyu akmış içen yok, Tarlaları bomboş ekip biçen yok, Safi otluk bozu kalmış köyümün, Selmani her akan su duru olmaz, Her insan yüzünde Hak nuru olmaz, Kuru demeyinen hep kuru olmaz, Yaşı boldur Kuruseki köyünün, 237‐ SARI KİTAP CANLI KİTAP Seni okumaya doymam, Sarı kitap canlı kitap, Cana kıyar sana kıymam, 225 Sarı kitap canlı kitap, Az görünüş iftiraya yol açar, Muhammed ümmeti cemi körler mi, Öksüz yetim kul hakkını yerler m, Bir kere lâ demiş illâ derler mi, Az görünüş iftiraya yol açar, Sarı kitabım canlı, Hem şerefli hem de şanlı, Cana kıyıp olmaz kanlı, Sarı kitap canlı kitap, Kuşdili okur dili var, Göğsünde açmış gülü var, Akıl sır ermez hali var, Sarı kitap canlı kitap, Selmani dermiş külümüz hal olsun, Aynı cemde muhabbetler bal olsun, O iftira eden diller lâl olsun, Az görünüş iftiraya yol açar, 239‐ YANIP TÜTENE KADAR Aşka yanmak nasıl olur bilmezdim, İçten içten yanıp tütene kadar, Gözlerimden akan yaşı silmezdim, Akardı ta vadem yetene kadar, Sarı kitap oldu adın, Okuyan can demez kadın, Kaymakta balda yok tadın, Sarı kitap canlı kitap, Bu adı Selmani taktı, Yeni bir eser bıraktı, Beni ciğerimden yaktı, Sarı kitap canlı kitap, Kendime kıyardım cana kıymazdım, Yalan gerçek el sözüne uymazdım, Viraneyi görsem acı duymazdım, Sefil baykuş konup ötene kadar, 238‐ YOL AÇAR Göstermezsek halka varlığımızı, Az görünüş iftiraya yol açar, Anlatmazsak Hakk’a yarlığımızı, Az görünüş iftiraya yol açar, Bu acılar gider m’ola boyuna, Fırsat geçip o zalime haine, Girdim kader talih ile oyuna, Çırpınıp dururum ütene kadar, İnsan haklarını yiyip gülen var, Öz İslam’ı İslâmlıktan silen var, Server Muhammedi Sünni bilen var, Az görünüş iftiraya yol açar, Cananın yanına gelir giderdim, Çekerdim kahrını eli nederdim, Elimden geldikçe hizmet ederdim, Tamamen yakadan itene kadar, Alevi’nin aslı zatını bilmez, Sözlerinin hakikatini bilmez, Zahidin âlimi batını bilmez, Az görünüş iftiraya yol açar, Selmani der sanmam serimden geçmem, Serden geçer yüce kerimden geçmem, Ölsem de ben sadık yârimden geçmem, Üstümde yeşil ot bitene kadar, Dört kapının erkânından yolundan, Müminlerin kanadından kolundan, Açmadıkça muhabbetin bolundan, Az görünüş iftiraya yol açar, 240‐ ÖZÜNDEN ÇIKAR Ozanların bir adı da âşıktır, Tüm manalar âşık sözünden çıkar, Hakk’ın ilhamından bağrı yanıktır, Her ne söyler ise özünden çıkar, Çok zamanlar biz de körlere uyduk, Gizli sırrımızı meydana koyduk, Kuru iftiralardan usandık durduk, Aşkı olmayanın gitmez hazına, 226 242‐ NE TALİP ANLAR Şah-ı Merdan Ali cemde bulunsa, Ne dedeler anlar, ne talip anlar, Şemsi kamer gibi doğup dulunsa, Ne dedeler anlar ne talip anlar, Ondan kulak vermez hoş avazına, Cansız bülbül denir âşık sazına, Bülbülün sedası sazından çıkar, Gerçek âşık çeker derdi marazı, Kara yazılmıştır alnında yazı, Herkes sevdiğine ediyor nazı, Aşk denilen güzel nazından çıkar, İnsan suretinde gelse huzura, Erler gibi dua etse hazıra, Zaman halkı ekmek vermez Hızır’a, Ne dedeler anlar ne talip anlar, Bu âşıklık Hakk’ın gizli hikmeti, Layık olan alır hayır himmeti, Ariflerin sohbetinin lezzeti, Mutlaka muhabbet tuzundan çıkar, Hakk’ın yolu gibi bir yol nerde var, Almayı bilirsek her şey orda var, Göremeyiz gözümüzde perde var, Ne dedeler anlar ne talip anlar, Selmani der ah u zarım âşıktır, Hem sermayem hem pazarım âşıktır, Kökten sürmeyenler yarım âşıktır, Âşık serçeşmenin gözünden çıkar, Bizler görmesek de o bizi görür, İsteyen kulların muradın verir, Evliyanın yolu küt topal yürür, Ne dedeler anlar ne talip anlar, 241‐ KUL AĞLAR Erince mâhı mateme erkân ağlar yol ağlar, Edince zalimler sitem, elif ağlar, dal ağlar, Yerde, gökte in ile cin ah u feryat eyleyip, İnler arş ve zemin hem de melek ağlar, kul ağlar, Âşıklar kalbinde sevgi coş kalır, Kimisi kederli kimi hoş kalır, Yazık cem evleri dolmaz boş kalır, Ne dedeler anlar ne talip anlar, Bilen canlar boşa yanıp tütmesin, Çobanlar sürüsün niçin gütmesin, Çekilen emekler boşa gitmesin, Ne dedeler anlar ne talip anlar, Muharremde kara giyip, eylersek ahu zârı, Bir damla gözyaşı döken mutlaka eder kârı, Eyüp çile çekmeseydi neden olurdu arı, Ya Hüseyin deyip inler arı ağlar bal ağlar, Selmani der çok gamlıyım bu sıra, Ne yazık gelmişim böyle asıra, Kerem kani Ali kalma kusura, Ne dedeler anlar ne talip anlar, 243‐ GÜCENİR O yârinen muhabbetin binasın, Kurmasam gücenir kursam gücenir, Bağlanıp da bir ikrarın üstüne, Durmasam gücenir dursam gücenir, Ey Selmani mümin olan acep ne zaman güldü, Bize cevrü cefa çekmek atadan miras kaldı, Ali abayı sevenler ölmeden evvel öldü, Ölmeden evvel ölmüşüz ölü ağlar, sal ağlar, Bülbül olan anlar gülün halini, Teklifsizce çeker tüm vebalini, Hatıra getirip her ahvalini, 227 Sormasam gücenir sorsam gücenir, Asker Allah Allah deyip cenge girince, İmdada yetişen Keremkâni var, Gönlüm arzuladı kaşı karayı, Gidem diye bekleyelim sırayı, Sinesinde yeni açan yarayı, Sarmasam gücenir sarsam gücenir, Selmani der Türk Türklüğün bilecek, Kendini bilenin yüzü gülecek, Yüce Mehdi bir gün çıkıp gelecek, Zuhredip gelmenin bir zamanı var, Dolaşssam dünyanın her bir köşesin, Yâr olmazsa bulamam ki neşesin, Gönül sarayında benlik şişesin, Kırmasam gücenir kırsam gücenir, 245‐ ALLAH’A YALVAR Ey insan sabahtan uykuya yatma, Cümleyi halk eden Allah’a yalvar, Günah deryasına gark olup batma, Fatihalı Elhamdülillah’a yalvar, Selmani’yim yansam aşkın közüne, Bağlıdır yiğidin sözü özüne, Ettiği ayıbı yârin yüzüne, Vurmasam gücenir vursam gücenir Lâ’yı terk etmeyip küfürde kalma, Gaflet deryasına daldıkça dalma, İblis hainden sen dersini alma, İsmi Gafur, Celil Allah’a yalvar, 244‐ ŞANI VAR Al bayrağın al sancağın altında, Asıl Türk’ün asıl adı şanı var, Dünyaya ün salan hattı zatında, Dillerde söylenen şöhret şanı var, Türk milleti düşer mi hiç şanından, Al bayrağın alı şehit kanından, Canı verir, kaçmaz er meydanından, Şehitlik gazilik er nişanı var, Gaflettir insanı yoldan şaşıran, Nefs atına suvar edip aşıran, İlmi hikmet denizini taşıran, Bin biri bir eden Billah’a yalvar, Oturup kalkarken Hakk’ı zikreyle, Men Araf’ı oku kendin fikreyle, Yaratanın birliğine şükreyle, Kur’an’da Amentü Billah’a yalvar, Ey Türkoğlu unutma gel atanı, Düşmanları Akdeniz’e katanı, Öz canından aziz bilip vatanı, Din uğrunda akıtacak kanı var, Selmani semaya çıkar gel âhı, Sana yardım etsin şahların şahı, Sabahtan af olur kulun günahı, Hem Ali hem Veliyullah’a yalvar, Özgürlük, laiklik kanı katışan, Vatan millet için yanıp tutuşan, Seferi anında gelip yetişen, Kayıp erenlerden Şah Sultan’ı var, 246‐ VAR Esenyurt köyünde İncirtepe’de, Canımın cananı Beyaz Gül’üm var, Sağ olsun koymadı beni şüphede, Derdimin dermanı bir sevgilim var, Kayıp erlerini her insan görmez, Görenler de görür açığa vermez, Hakk’ın hikmetine akıl sır ermez, Tanrı’nın kudretli bir aslanı var, Canı cana, başı başa verelim, Can bülbülü konan gülden derelim, Eller gibi biz de demler sürelim, Akıbeti ayrılık var ölüm var, Türkler bu inanca önem verince, Millet de devlet de layık görünce, Derdin gamın tohumunu ekersen, 228 Hangi yana çekip giden yolu var, Dane dane gözden yaşlar dökersen, Benim için acı cefa çekersen, Demeyesin senden bana zulüm var, Hangi bina halıları süzülmüş, Hangi nakış ki kudretten dizilmiş, Hangi kumaş ibrişimsiz çözülmüş, Hangi halı yeşili var alı var, Bu aşkın bahrine dalmak isterse, Kendini derine salmak isterse, Cevahirden payın almak isterse, Gözle görünmeyen cevher gülüm var, Hangi çözme çözülürken yel esmiş, Hangi nefes gizli esen nefesmiş, Hangi usta hem dokumuş hem kesmiş, O kumaşta ne keten ne şalı var, Derdi gamı atmak için çalışsak, Üç günlük dünyada biz de gülüşsek, Olan derdi aramızda bölüşsek, Selmani der dert yükünde bölüm var, Hangi kumaş çözülürken dolanmış, Hangi cisim sepken olup sulanmış, Hangi cisim yere inip bulanmış, Hangi cisim deryası var gölü var, 247‐ YAŞAYANLAR VAR Aynı bu ortamda aynı zamanda, Çok aşırı tembel yaşayanlar var, Sağ olmaz hastalık çıkmadık canda, Bin bir dert içinde yaşayanlar var, Hangi halı güne aya yakınmış, Hangi cisim şimşek olup çakınmış, Selmani de âşık adı takınmış, Başta yeli, gözlerinde seli var, Çalışmaz günlerce karnı aç yaşar, Akılsız başını zorluğa koşar, Kırk yıllık eşini beğenmez boşar, Karıyı boşayıp yaşayanlar var, 249‐ ÇAM KOKUSU VAR Kuruseki köyü yayla misali, Temiz hava bir de çam kokusu var, Serinlikte az bulunur emsali, Temiz hava bir de çam kokusu var, Çok bulunur meslek seçen zinayı, Avradını çalıştıran enayi, Bol bol para alıp kurar binayı, Namusunu satıp yaşayanlar var, Ormanları çamlar ile süslenir, Yel estikçe seda verir seslenir, Kurtlar kuşlar gıda alır beslenir, Temiz hava bir de çam kokusu var, Çok rastlanır namusa göz yumana, Bozuk kan yerleşmiş bozuk damara, Kadın kazancını verip kumara, Neşeli neşesiz yaşayanlar var, Yeşilırmak’taki baraj gölünden, Enerji üreten suyu selinden, Koku saçar çiçeğinden gülünden, Temiz hava bir de çam kokusu var, Daha çok dertler var yanamıyorum, Bu işler düzelir sanamıyorum, Vallahi yazarlar kınamıyorum, İşte bu şekilde yaşayanlar var, Köyüm methetmeye gelir gerçekten, Arılar bal alır bin bir çiçekten, Havası gıdalı yiyip içmekten, Temiz hava bir de çam kokusu var, Selmani der yazın durmaya değer, Avcılar avını vurmaya değer, Köye bir hastane kurmaya değer, 248‐ YOLU VAR Yaradan direksiz bir bina kurmuş, Hangi bina odası yok halı var, Halı seyyar fakat binası durmuş, 229 Temiz hava bir de çam kokusu var, Bu âlemin badesini mey deyip içersek de, Âşığın meyi şarabı derdi, gamdır sade yar, 250‐ BİR ACI SAYAR Bu domuz gribi gelmesin yoksa Ne kardeşi sayar ne bacı sayar, Bir kere tebelleş olmasın yoksa Ne tokları sayar ne acı sayar, Dedim dilber al yanaktan bir buse himmet eyle, Divane gönlüm almaya vermedi müsaade yar, Zalim bir dert olduğunu bildirir, Hastalara hastaneler doldurur, Kimini felç, kimisini öldürür, Ne feryadı dinler ne acı sayar, Cemalinde Hakk’ın nuru olduğundan istedim, Olmuşsun nekes misali, benzersin hasede yar, Seçtiğini iyi seçer seçerse, Biçtiğini iyi biçer biçerse, Eğer eline bir fırsat geçerse, Ne hoca ne dede ne hacı sayar, Selmani’den duydunuz mu, güzeli methederken, Bülbülü şeydaya kıyas, bu ses bu şehzade yar, Bir kez yakalarsa yakandan gitmez, Burun akıntısı öksürük bitmez, Aşılansan iğnelensen kar etmez, Ne serumu ne de ilacı sayar, 252‐ BAHTİYAR Şah-ı Merdan’a gelmiştir, Düldül, Kamber, Zülfikar, Fatıma’nın yâri oldur bildik sırrın âşikâr, Hem Haydar’ı Kerrar oldur hem de perverdigâr, Hem Ali’dir hem Veli’dir, hem vakti kutbu Hünkâr, Bai Bismillah okunur mürekkebi sadrı yâr, Babında kul olanları şahım öyle bahtiyar, Aynel yakin görenlerin her vakit aynındasın, Okudum Kur’an içinde hem Kef’i hem Nun’dasın, Fatıma maderin senin sen onun koynundasın, Sırlarına erenlerin kenzinde, beynindesin, Bai bismillah okunur mürekkebi sadrı yar, Babında kul olanları şahım eyle bahtiyar, Selmani der gelmesin kul başına, Dayanılmaz böyle dert savaşına, Bakmaz hiç kimsenin gözü yaşına, Ne gülmezi ne de güleci sayar, 251‐ FERYADE YAR Benim gönlüm illadır, senin gönlün lâde yar, Kurbanın olayım, sırrım gel söyleme yâda yar, Yar ben sana neyledim ki, benden yüz çevirirsin, Senin aşkın ile düştüm bu ah-u feryada yar, N’olur dildârın elinden nuş edem camı aşkı, Bilmem kısmet olacak mı dost elinden bade yar, 230 Selmani der ta ezelden ol Şirri Yezdan sensin, Cihanın sahipkıranı hem Şah-ı Merdan sensin, Yüz on dört sure içinde ilmi Cavidan sensin, Aşk ile Zülfikar çalan hem merdi meyden sensin, Bâi bismillah okunur mürekkebi sadrı yar, Babında kul olanları şahım eyle bahtiyar, Beni kabul eder isen bil yolunu beklerim, N’olur dergâhından bizi düşürme cüda dilber, Sen bana gül olur isen ben de sana bülbülüm, Ko desinler bana gayrı bülbülü şeyda dilber, Cemaline her baktıkça hayatım can bulmakta, Güzellerdir aşk ehlinin ruhuna gıda dilber, 253‐ CANAN YAR Yârim seni bana hasta dediler, İşte o gün öldüm bana inan yar, Neşeli gönüller yasta dediler, İşte o gün öldüm cana canan yar, Seni var eyleyen Allah safi nurdan halk etmiş, Övmüş de yaratmış meğer yaradan Huda dilber, Mümkünse derdine çare bulalım, Çare bulunmazsa ortak olalım, Yük değil ki üzerinden alalım, İşte o gün öldüm derde konan yar, Hemen sen bir derya ol da ben de gemi olayım, Gece gündüz hiç durmadan yüzeyim suda dilber, Seni bu dertlere acep kim koydu, Sen gibi bir cana acep kim kıydı, Kime söyledin de derdini yaydı, İşte o gün öldüm söze kanan yar, Niçin benim yârim derdi dağ alsın, Ağrılar azalsın neşe çoğalsın, Eyüp derdi gibi dertler sağalsın, İşte o gün öldüm oldum Kenan yar, Ben senin kulun olayım, sen benim sultanım ol, Desinler ki bu Selmani kapında geda dilber, 255‐ BİHABER Yandım deyip şiir yazan âşıklar, Ateşten bîhaber közden bîhaber, Manadan habersiz aklı şaşıklar, Kelamdan bîhaber sözden bîhaber, Selmani çok yerde mert beni buldu, Cefalı yaşayan fert beni buldu, Her nereye gitsem dert beni buldu, İşte o gün öldüm dertsiz sanan yar, Geçmeyen aşk ile bu canı baştan, Ne topraktan anlar ne cevher taştan, Dokurum dese de türlü kumaştan, Ketenden bîhaber bezden bîhaber, 254‐ DİLBER Dilerim canım uğrunda eylerim feda dilber, Aşkınla semaya çıksın bu ses bu seda dilber, Bihaber denilen sözü anlamaz, İçten yakan koru, közü anlamaz, Şeb ile şekeri, tuzu anlamaz, Şekerden bîhaber tuzdan bîhaber, 231 Hidayetten bir nur doğar özüne, Bin yaşına değse azdır gözüne, Yine de gün görmedim der gider, Her âşığın ayrı ayrı sözü var, Manaların basiti var özü var, Suların hep membası var gözü var, Membadan bîhaber gözden bîhaber, Ecel gelse dahi vakit er demez, Emanetin alacaktır der demez, Masum demez yiğit demez, pir demez, Kimisi gence, kimi yaşlı, pir gider, Selmani der çoktan azdan anlamaz, Dört mevsimde kıştan yazdan anlamaz, Âşık olur gelin, kızdan anlamaz, Gelinden bîhaber, kızdan bîhaber, Selmani kelamın doğrusun haklar, Büyüğe hürmetkâr olsun ufaklar, Mümin, müslim cümlemizi yer paklar, Âdemoğlu sır gelmiştir sır gider, 258‐ KÖR GİDER Eri erden piri pirden seçenler, Hak cemine kör gelmiştir kör gider, Helali haramı yiyip içenler, Hak cemine kör gelmiştir kör gider, 256‐ PAZARA GİDER Beni unutturmaz içli sözlerim, Bir gün olur, ulu pazara gider, Sözlerimden hep başarı gözlerim, Aydın kişi doğru nazara gider, Vücutta bir kuş var, ne yer, ne içer, Gönülden gönüle gizliden geçer, Hem ağacı, hem de canlıyı biçer, Kimi dara kimi hızara gider, Şah-ı Merdan Ali Haydar-ı Kerrar, Hem Ali hem veli Hazreti Hünkâr, Her kim ki birini ederse inkâr, Hak cemine kör gelmiştir kör gider, Muamma olarak bir mana yazam, Kendi mantığımdan okuyup süzem, Ceset görünmez ki kabrini kazam, Hangi ceset gizli mezara gider, Evvel ahir, batın zahirdir Ali, Horasan’dan gelen Bektaşı Veli, Bir kâmil mürşitten almayan eli, Hak cemine kör gelmiştir kör gider, Dalgıçlık bilmeyen, deryaya dalsa, Deryanın içinde boğulup kalsa, Emanet sahibi canını alsa, Sudan güzergâha gülzâra gider. Selmani gel gerçek adını takın, Canı dilden sevip ol Hakk’a yakın, Esrarı farş eden insandan sakın, Hak cemine kör gelmiştir kör gider, Bu manalar birbirine uyunca, Herkes önem verir eni, boyunca, Okuyanlar derin duygu duyunca, Selmani yazardan yazara gider. 257‐ GİDİŞ Dünyaya gelenler rahmi maderden, Kimi kul çok yaşar kimi er gider, Kara toprak nice aç kurt misali, İnsanı doğurur kendi yer gider, 259‐ KAÇARSA EĞER Seviyorum demek beş para etmez, Anadan bir evlat kaçarsa eğer, Zaman evladına güç kuvvet yetmez, Dert üstüne dertler açarsa eğer, Anasız babasız yenmez içilmez, Geçkin olan irdelenip geçilmez, Geçmez akçe gibi yere saçılmaz, Evlat sayılır mı saçarsa eğer, Zulmet ile gelir dünya yüzüne, Kendin bilen insan haddini bilir, 232 Kuduretten üretilen ürünsen, Nurdan libas giyip nura bürünsen, Görmek nasip olup bir kez görünsen, Birden hayat bulur tüm cenazeler, Haddini bilenin bet nefsi ölür, Bu geçkinlik bir gün ona da gelir, Anlar ana baba göçerse eğer, Ana hakkı nurdur onsuz kalınmaz, Atasız resule ümmet olunmaz, Vallahi billahi cennet bulunmaz, Gönüller yüceden uçarsa eğer, Bu Selmani sevmeyeni yar etmez, Gerçek sözü söylemeye ar etmez, Sonra pişman olsa bile kar etmez, Yetişilmez zaman geçerse eğer, Baygın bakan can alıcı gözlerin, Tatlı diller ile şirin sözlerin, Gözler kamaştıran güleç yüzlerin, Canlara can katıp canlar tazeler, Canlı hazinenin Beytullah başı, Âşığı mest eder kirpiği kaşı, On beşe indirir seksenlik yaşı, Yeni hayat bulur hep pirâzeler, 260‐ ATAR DEDELER Elde iki karpuz tutulmaz derler, Elde iki karpuz tutar dedeler, Abdal hırka şalı atılmaz derler, Giydirilse bile atar dedeler, Selmani bu ilme girmek çok güçtür, Anlamadan cevap vermek çok güçtür, Bu bir muamma ki ermek çok güçtür, Hakk’ın ilhamıdır bu yelpazeler, Doğru yol dururken eğri giderek, Aklınca kervanı doğru yederek, Mağrurluk kibirlik benlik ederek, Haram helâl demez yutar dedeler, 262‐ ANA HAKKI Mürşidi kâmilden aldık haberi, Ana hakkı Tanrı hakkı dediler, Bu haber ervahı ezelden beri, Ana hakkı Tanrı hakkı dediler, Bu gidişle bir kul Hakk’a ulaşmaz, Bir cana iyiliği hayrı bulaşmaz, Uzak deyip köprüleri dolaşmaz, Göz göre çamura batar dedeler, İki isim bir mürşidi kâmilde, Kuran ile insan söylenir dilde, Anneler taşıdı bizi hamilde, Ana hakkı Tanrı hakkı dediler, Yalan dille Allah adını anar, Kendi ateşine kendisi yanar, Gönlü alçak yüksek dallara konar, Her çalı başında öter dedeler, Dokuz ay karnında anne gezdirdi, Mevlâ sıhhat verip nurdan dizdirdi, Ayete hadise ismin yazdırdı, Ana hakkı Tanrı hakkı dediler, Ser çeşmeden kabı dolsun dolmasın, Hakkı hakikati bulsun bulmasın, Selmani der alan olsun olmasın, Hakk’ın gevherini satar dedeler, Dünyaya gelince anne besledi, Beleğini beşiğini süsledi, Acı duyan annen diye sesledi, Ana hakkı Tanrı hakkı dediler, 261‐ BU ŞİRAZELER Kadir Mevla’m seni övmüş yaratmış, Nedir bu güzellik bu endazeler, Ay ile güneşin nurundan katmış, Onların şulesi bu şirazeler, Bilmeyenler bunun aslına ersin, Cennet bahçesinin gülünü dersin, Evlât evlâtlığın hakkını versin, Ana hakkı Tanrı hakkı dediler, 233 Çok evlât var, gaflettedir ayrılmaz, Ana ata sevgisine doyulmaz, Sevmeyenler hakkı sevmiş sayılmaz, Ana hakkı Tanrı hakkı dediler, Gel beni düşürme derde belâya, Ezelden âşığım gözü elâya, Gerçek âşık elbet erer Mevla’ya, Beni de erdirin n’olur erenler, Selmani olalım canların canı, Bu sevgiyi bilen bulur cananı, Fatma anamız şefaat kani, Ana hakkı Tanrı hakkı dediler Cananın ettiği canıma yetti, Mecnun’a döndürüp divane etti, Güldürmedi beni başaca gitti, Bu dert ahirimi alır erenler, 263‐ DAĞLAR İNİLER Yavrusun yitiren dertli anneler, “Yavrum yavrum!” der de ağlar iniler, Garip başa neler gelir ah neler, Ayrılık ciğerin dağlar iniler, Selmani meylini verme her yâre, Vefasızdan olmaz derdine çare, İflah etmez seni, düşürür zara, Erler geleceği bilir erenler, 265‐ BU GÜNLER Sevip sevilmeyi bir yana bırak, Yüzünü de görmez oldum bu günler, Yine aldı beni dert ile merak, Yüzünü de görmez oldum bu günler, Ayrılığı görse kurtlarla kuşlar, Hepisi bir olup feryada başlar, Ağlayan gözlerden akar kan yaşlar, Coşkun seller gibi çağlar iniler, Ayrılık gözletir uzak yolları, Mevla kavuştursun uzak kulları, Karalar bürünür giymez alları, Al üstüne kara bağlar iniler, Sonumuz n’olacak önce sezerim, Yar uzak kaçtıkça candan bezerim, Düştüm hayaline Mecnun gezerim, Yüzünü de görmez oldum bu günler, Ayrılığı sor çekenin merdinden, Dertsiz bilmez acısından derdinden, Yine çeken bilir dertli derdinden, Hasta şöyle dursun, sağlar iniler, Ak gerdan üstünde nakışlarından, Beni can evimden yakışlarından, İlham alır iken bakışlarından, Yüzünü de görmez oldum bu günler, Selmani ayrılık bezdirir candan, Gören ibret alır hal perişandan, Dağlar seda verir bu heyecandan, Duyanda bahçeler bağlar iniler, 264‐ ERENLER Beni ağlatıp da gülecek misin, Herkes ettiğini bulur erenler, Bu hal ile iflah olacak mısın, Cefa etmek iyi m’olur erenler, Ben bir yana, yârim bir yana döndü, Gözler ağlamaktan hep kana döndü, Yine sensiz dünyam zindana döndü, Yüzünü de görmez oldum bu günler, Selmani der yanan ateş tütermiş, Gözden ırak olmak daha betermiş, Gül yüzüne baktığımız yetermiş, Yüzünü de görmez oldum bu günler, Zannetme iyidir intizar almak, Aşk ehli olanı dertlere salmak, Divane eyleyip aklını çalmak, Âşığa, maşuktan kalır erenler, 266‐ YABAN GÖRDÜLER Ben yâre canan dedikçe canı yaban gördüler, 234 Aşk ile ettiği kahır olsa da, Sultan olan zehri panzehir eyler, Sevgim var inan dedikçe beni yaban gördüler, Düşünseniz Hak Yusuf’u Mısır’a sultan etti, Yusuf’u Kenan dedikçe kanı yaban gördüler, Canım feda olsun Celal Abbas’a, Mürşidi âşığı düşürmez yasa, Ham sözünü bile çekerek hasa, Sultan olan zehri panzehir eyler, Bizi yaradan Huda’nın bir gizli hikmetiyim, Cevherden olan gıdanın şüphesiz zimmetiyim, Şefaat kani Resulün biçare ümmetiyim, Resulün zişan dedikçe, şanı yaban gördüler, İşte böyle benim düzenim fendim, Ali’nin yoluna adadım kendim, Kusur etti isem affet efendim, Sultan olan zehri panzehir eyler, Bu geda âşığın Selmani adı, Gece gündüz artar ah-ı feryadı, Beni dövmez Hacı Bektaş evladı, Sultan olan zehri panzehir eyler, Mümin olan hayır işler, zinadan şerden kaçar, Hakk’a erince gidişler bilinmez nerden kaçar, Mızkı dar gölü genişler er oğlu erden kaçar, Ey gafil insan dedikçe onu yaban gördüler, 268‐ MUHAMMED ALİ’Yİ SÖYLER Okuyup derç etsen yüz dört kitabı, Allah bir Muhammed Ali’yi söyler, Elli yedi bin âşıkların hitabı, Allah bir Muhammed Ali’yi söyler, Bir gün bu gönülde aşkı muhabbet hoş olur, Konuşmaz söyleyen diller iki gözler yaş olur, Halinden bilinmeyen eller yalandan yoldaş olur, Fikirler noksan dedikçe zannı yaban gördüler, Hatice, Fatıma, Hasan, Hüseyin, Onların nutkudur iman ile din, Âşıkların piri Zeynel Abidin, Allah bir Muhammed Ali’yi söyler, Muhammed Bakır’dır hasların hası, İmam Cafer Sadık ilmin deryası, Nebilerin, velilerin duası, Allah bir Muhammed Ali’yi söyler, Ey Selmani bu dünyadan gelen bir gün göçecek, Haber alıp evliyadan hayrı şerri seçecek, Silinip ismi künyeden ecel camın içecek, Hak ile yaksan dedikçe sanı yaban gördüler, Musa Kazım Rıza Piri Horasan, Tâki ile Nâki o Şah-ı Merdan, Askeri methiyle hep cümle cihan, Allah bir Muhammed Ali’yi söyler, Ariflerin elediği eleği, Levhi kalem, arşı kürsi feleği, Deryalar üstünde Hakk’ın meleği, Allah bir Muhammed Ali’yi söyler, 267‐ PANZEHİR EYLER Âşıkların sözü zehir olsa da, Sultan olan zehri panzehir eyler, 235 Seni koklarsam yeter, Selmani der dersim hatmi tamamda, Aşkı muhabbetim iki humamda, Mersiye, methiye düvazimamda, Allah bir Muhammed Ali’yi söyler, Nazlım küçüceğimsin, Hayalim gerçeğimsin, Bil yayla çiçeğimsin, Seni koklarsam yeter, 269‐ YETER Mİ YETER Bir insan eş alsa adı Yeter’i, O ad o insana yeter mi yeter, Yeter olsa beterlerin beteri, O beterlik ona yeter mi yeter, Susamım sümbülümsün, Kanaryam bülbülümsün, Bir tomurcuk gülümsün, Seni koklarsam yeter, Beter güzel deyip atlanmış ise, Zulmüne kahrına katlanmış ise, Dili şekerlenmiş tatlanmış ise, İşte o tatlı dil yeter mi yeter, 271‐ DÖRTLÜK O nazik ellerden yârim bir kazak, Gülüm seve seve doku bana ver, Eğer tutamazsan eşinden uzak, Lütfen şiirlerim oku bana ver, Gönül zedeleyen sözü olmazsa, Gayrı kimselerde gözü olmazsa, Eğer o tarakta bezi olmazsa, O güzellik ona yeter mi yeter, 272‐ SİZİ DE SEVER Madem Muhammed’in hocasısınız, Muhammed’i seven sizi de sever, İnsan sevenlerin yücesisiniz, Muhammed’i seven sizi de sever, Bağlandığı eşe bağlı kalırsa, Bir cana çok verip azı alırsa, Mert davranıp kanaatli olursa, O kanaat ona yeter mi yeter, Biriniz kardeştir biriniz bacı, Gerçek insan sözü söylemez acı, İnsanı sevmektir gönül miracı, Muhammed’i seven sizi de sever, Selmani bulmuştu böyle bir eşi, Hoşgörülü olmak mert insan işi, Sabırlı olursa eğer bir kişi, Sabırla menzile yeter mi yeter, Şahidim kitabı taramasına, Sözlüklerde mana aramasına, Manevi işlere yaramasına, Muhammed’i seven sizi de sever, 270‐ SENİ KOKLARSAM YETER Ben başka gül koklayamam, Seni koklarsam yeter, Boş çiçeği yoklayamam, Seni koklarsam yeter, Görüşmeye geç kalmışım kaygım var, Çok şükür ki ağ ilimden duygum var, Benim her insana sevgim saygım var, Muhammed’i seven sizi de sever, Benim ciğer köşemsin, Hayatımsın neşemsin, Nergisim menekşemsin, Seni koklarsam yeter, Selmani sevenler sırdaşım oldu, Mücevher ayarı bir taşım oldu, Muhammed manevi kardaşım oldu, Muhammed’i seven sizi de sever, Sen ilham okulumsun, Kalbimde sokulumsun, Karanfil kokulumsun, 236 Dört kitabın manası hem şahın kendi noktadır, 273‐ BORSASINDADIR Anlatayım protokol halini, Şiddet aldı Azerbaycan ilini, Ermeni elinin Sarı Gelin’i, Şimdi Türkiye’nin borsasındadır, Bir nazar kıldığı zamanda ne dilese oldur, Keşfi keramet gösteren ilmi fendi noktadır, Her şey tamam oldu zulümde sıra, Bu dert korkarım ki yandırır nara, Millet devlet atılmakta kenara, Gözler Türkiye’nin borsasındadır, İsmi Bismillahtır, onu oku dilinde müdam, Ehli beyti sevenin bağı bendi noktadır, Çıkarcılar siyasete atıldı, Dost görünüp içimize katıldı, Fabrikamız ırmağımız satıldı, Gözler Türkiye’nin borsasındadır, Ey Selmani bil noktanın ne mana olduğunu, Evvel ahir, batın, zahir ona dendi noktadır, İçte dışta bize darbe vuracak, Zavallı Türk nasıl karşı duracak, Pis İsrail fabrikalar kuracak, Gözler Türkiye’nin borsasındadır, 275‐ KALAMIZ VAR BİZİM Fetholması güç kalamız var bizim, Bu insanın nefsi kan kalasıdır, Bu kalayı fethetmesi zor bizim, Kin, kibir, hırs, şehvet ejderhasıdır, Bu halk parçalanıp zay verilmesin, Düşmanlara okla yay verilmesin, Aziz yurttan üst ve pay verilmesin, Gözler Türkiye’nin borsasındadır, Bunlara haddini bildiremeyen, Adların gönülden sildiremeyen, Bu şer nesneleri öldüremeyen, Bil ki insanların madarasıdır, Bak atalar kıvrım kıvrım kıvrıldı, Dininin uğrunda yandı kavruldu, Bu topraklar al kanlarla yoğruldu, Gözler Türkiye’nin borsasındadır, İnsanın düşmanı ne cin ne peri, Herkes söz etse de ileri geri, Çalışır vücutta birçok askeri, Kimi hayır kimi yüz karasıdır, Selmani ister mi şandan geçilsin, Nasıl al bayraktan kandan geçilsin, Vatan millet için candan geçilsin, Gözler Türkiye’nin borsasındadır, Kimisi mahcuptur kimisi zalim, Bunları anlayıp bilendir âlim, Akıl, fikir, vicdan sabırla ilim, Vücut ikliminin nur deryasıdır, 274‐ ŞAHIN KENDİ NOKTADIR Rumuzu hattı Huda’nın aslı kündü noktadır, Madeni kani, hakikat suyu pendi noktadır, Kimi yapıcıdır, kimi yıkıcı, Kimi söndürücü kimi yakıcı, Selmani der sözler olsa akıcı, Okuyanlar der ki sözler hasıdır, Zahidin efsaneleri nokta kimdir anlamaz, 276‐ BUGÜN BAYRAMDIR Yıldan yıla gelen bayram hacılar, 237 Şefaat kanimizdir severiz Hazreti Fatıma’yı, Başıma taç eylemişim, bağım Âli Aba’dandır, Gelin bayramlaşak bugün bayramdır, Küskün durmayalım kardeş bacılar, Gelin bayramlaşak bugün bayramdır, Bayram günü artar şerefler şanlar, Bu mübarek günü anlayan anlar, Kesilmekte koçlar, kuzu, kurbanlar, Gelin bayramlaşak bugün bayramdır 278‐ ALİ ABADANDIR İçmişim aşkın badesin canım Âli Abadandır, Mürşidim Şahı velâyet namım Âli Abadandır, Bize kısmet oldu ezel feleğin Cude’nin zehri, Hasan Hulki Rıza için gamım Âli Aba’dandır, Bayram demek nedir manasını bul, Bularak olunur, Yaradan’a kul, Barışmakla olur kurbanlar kabul, Gelin bayramlaşak, bugün bayramdır. Bayram günü Miraç günü sayıldı, İki bayram dilden dile sayıldı, Can kurban dense de mala kıyıldı, Gelin bayramlaşak bugün bayramdır Elüstü bezminden beri budur aht ile peymanım, Muhammed, Ali, Fatıma her daim dinim imanım, Selmani’yim dert bendedir, odur derdime dermanım, Eyüp gibi dert çekersem, zamım Âli Aba’dandır, Selmani, bayramda yiyip içelim, Namertlerden mert insanı seçelim, Gerekirse kandan bile geçelim, Gelin bayramlaşak bugün bayramdır, 279‐ YALAN DİYEN YALANDIR Mademki yalansın niçin gelmişler, Dünya sana yalan diyen yalandır, Yalan olduğunu nerden bilmişler, Dünya sana yalan diyen yalandır, 277‐ ÂLİ ABADANDIR Ahsen-ü takvim Âdem’dir ben de bir yek taşıyım, Kalplerin pasını silen seyidi ferraşiyim, Nazenin tarikatına bağlanmış Bektaşi’yim, İbadete aşkım var şemim Âli Aba’dandır, Yer gök sende, güneş sende, ay sende, Yıllar sende, günler sende, ay sende, Deniz sende, ırmak sende, çay sende, Dünya sana yalan diyen yalandır, Ehli beytin ismini can-u dilden anar isen, Can bülbülü olup bu dem gülzâra konar isen, Hüseyin’in aşkı ile ateşlerde yanar isen, Buharım göğe çıkanda nemim Âli Aba’dandır, Maden sende, toprak sende, taş sende, Ağaç sende, kuru sende, yaş sende, Yemek sende, ekmek sende, aş sende, Dünya sana yalan diyen yalandır, Mevsim sende, bahar sende, yaz sende, Sevgi sende, eda sende, naz sende, Şehvet sende, gelin sende, kız sende, Dünya sana yalan diyen yalandır, Ey Selmani, gel metheyle ol Cenab-ı Kübriya’yı, On iki noktayı oku, bile gör Pa, Ça, Ja, Ka’yı, 238 Zerre kadar ateş, köz taştan ağır, Bahçe sende, ayva sende, nar sende, Gider sende, gelir sende, kar sende, Ata sende, ana sende, yar sende, Dünya sana yalan diyen yalandır, Aşkın libasının olmaz kaftanı, Biçerek geçirsen yılı haftanı, Bir kul etse kula kuru büftanı, Gelir yerden gökten, yüz taştan ağır, Evlat sende, devlet sende, mal sende, Beyaz sende, yeşil sende, al sende, Çiçek sende, arı sende, bal sende, Dünya sana yalan diyen yalandır, Dünyadan külhancı, hancı çekilir, Bir gün içten saran sancı çekilir, Düşmandan taş değse acı çekilir, İnan ki sitemli söz taştan ağır, İnsan sende, lisan sende, dil sende, Ceryan sende, ışık sende, tel sende, Akım sende, çekim sende, pil sende, Dünya sana yalan diyen yalandır, Sitemli söz dert üstüne ek olur, Bazen ikiz olur bazen tek olur, Dertsizlerin kalbi taştan pek olur, İşte öyle olan, öz taştan ağır, Uçak sende, tren sende, yol sende, Yolcu sende, kanat sende, kol sende, Varlık sende, yardım sende, bol sende, Dünya sana yalan diyen yalandır, Selmani der ana karnı yarılır, Görenlerin yürekleri yarılır, Kefen denen hafif bir bez sarılır, O anda sarılan bez taştan ağır, Selmani der hayır sende, şer sende, Âşık sende, şair sende, er sende, Cennet sende, çok istenen yer sende, Dünya sana yalan diyen yalandır, 282‐ NEREDE SES KALIR Hak ecel kapını çaldığı zaman, Gider can cesetten boş kafes kalır, Emaneti sahibi aldığı zaman, İnsanda ne seda, ne de ses kalır, 280‐ AKIŞI VARDIR Âşıklar güzeli niçin sevmesin, Güzellerde kudret nakışı vardır, Bize güzel sevmek sevap dediler, Onun için meylin akışı vardır, Ömür sona erip günler geçince, Kanatsız kuş, kafesinden uçunca, Boş bir kalıp kalır, ruhu göçünce, Ne bir soluk kalır, ne nefes kalır, Aşk ehli olanlar güzelden bıkmaz, Okşar sever fakat gönlünü yıkmaz, Aşk ateşi derler dermanı çıkmaz, İnsanı ciğerden yakışı vardır, Nerde sürdüğü sefası ünü, Gelmez ecel hiç görünü görünü, Hayal meyal olur gördüğü günü, O zaman ne telâş, ne heves kalır, Selmani güzellik bağında yatar, Az aşkın içine az da o katar, Siyah kirpiklerden gizli ok atar, Gözlerinde şimşek çakışı vardır, Hak yardımcı olsun en son nefeste, Ömür geçmiş hep hevayı heveste, Kimi hakla kalmış kimi pereste, Ne dindar ne de bir putperest kaldı, 281‐ GÖZ TAŞTAN AĞIR Bir insan nazarcı göz ile baksa, Tesir eder cana, göz taştan ağır, Bir ufacık cınga elini yaksa, İnsanoğlu mutlak geçer canından, İşlediği işlek kalır şanından, 239 Sağ olan çekilir gider yanından, Selmani o anda tek bir rest kalır, Meyvesiz ağacı tutma dal diye, Her insan sevilmez Hakk’a kul diye, Cahiller altını satsa pul diye, Satılan aldanmaz, satan aldanır, 283‐ DÜNYA YIKILIR Ut hayâ kalmadı kızda gelinde, Elbet deprem olur dünya yıkılır, Koca dünya zalimlerin elinde, Elbet deprem olur dünya yıkılır, Kıymetini bilmez ucuz satarsa, Cevherin değerin bilmez atarsa, Bir zalim namuslu kula çatarsa, Çatılan aldanmaz, çatan aldanır, İbadet yok namerdinde merdinde, Herkes çıkar ile geçim derdinde, Hak hukuk kalmamış insan yerinde, Elbet deprem olur dünya yıkılır, Yeter ki Hak eksiltmesin daramı, Seven insanlarla açıp aramı, Bir kişi bilerek yese haramı, Yutulan aldanmaz yutan aldanır, Çok nadir bulunur taat kaygısı, Nerde kaldı hak hakikat duygusu, Kalktı ana baba büyük saygısı, Elbet deprem olur dünya yıkılır, Selmani sahiptir ahdi amana, İdrakim var yahşi ile yamana, Katsalar taneyi, yelle samana, Katılan aldanmaz, katan aldanır, Irklar birbirine aşlanmaktadır, Gerçek söz söyleyen taşlanmaktadır, Er avrat ayrılıp boşlanmaktadır, Elbet deprem olur dünya yıkılır, 285‐ ANDIRIR Dilberin zülfü siyahı hatmi Kuran andırır, Yar olursan bir güzele yâri yâran andırır, Helaline haram katan kullar var, Yetimlere darbe atan kullar var, Namusun paraya satan kullar var, Elbet deprem olur dünya yıkılır, Şahlar şahının aşkıyla cismini viran eden, Hak yolunda kurban olur ismin viran andırır, Ya Rabbi artırma gel âhımızı, Yetiştir o sırrı penahımızı, Affettirmez isek günahımızı, Elbet deprem olur dünya yıkılır, Ol Hatice-i Fatıma, Düldül, Gamber, Zülfikar, Şah-ı Merdan Ali’dir ol sahipkıran andırır, Halis mümin olan yolda izlerde, Kusur işleniyor sohbet sözlerde, Selmani der Mevla’m hata bizlerde, Elbet deprem olur dünya yıkılır, Cebrail’e ustaz olup irşat eylediğini, Kudret kandili içinde her dem duran andırır, 284‐ ATAN ALDANIR Doğrular yabana atılır yaydan, Atılan aldanmaz atan aldanır, Eğer sızıltıya vermezse meydan, Eğrileri elde tutan aldanır, Gerçek âşığın yarasın değme tabip saramaz, Tabipler tabibin ancak yâre saran andırır, 240 Garip gönüllere giren Allah’tır, Sakiyi kevserden eğer içip mest olur isen, Gutbi devran Balım Sultan, piri piran andırır, İblis benlik edip Hakk’a yetmedi, Yanlış yola sapıp yola gitmedi, Velhasıl Âdem’e secde etmedi, İblis’i dergâhtan süren Allah’tır, Ey Selmani Ehli Beyti dilinde zikredersen, On iki imamın ismin sana her an andırır, Mümine cennetin kapısın açıp, Haklıyı haksızı o anda seçip, Günahkâr kullarım suçundan geçip, Ser amel defterin deren Allah’tır, 286‐ TOPRAĞA YAKIŞIR Vaktinde ruhunu insan edersen, Ruh cesede, ten toprağa yakışır, Allem-el esmayı talim eylersen, Ruh cesede ten toprağa yakışır, Selmani der ustam verdi ilimi, Bana destur deyip açtı dilimi, Gönlümün bağında iki gülümü, Zamanı geldikçe deren Allah’tır, Ruhu teslim eder ceset ölürse, Akıbeti nedir bir can bilirse, Tekrar o ruh insan olup gelirse, Ruh cesede ten toprağa yakışır, 288‐ GÜNAHTIR İnkâr eyleme gel samit Kur’an’ı, Günahtır ey Musa Dede’m günahtır, İncitirsin yeri göğü kuranı, Günahtır ey Musa Dede’m günahtır, Esfelden kurtaran aynı zatını, Tebdil suret etmez zat sıfatını, Sağ iken görürse kul miratını, Ruh cesede ten toprağa yakışır, Ayın Ali Mim Muhammed yazılı, Otuz iki hat üstüne düzülü, Gücendirme pirin gözü kızılı, Günahtır ey Musa Dede’m günahtır, Bir Elif’ten bin bir mana açarım, İkrarım muhkemdir yine saçarım, Kur’an inkâr edenlerden kaçarım, Günahtır ey Musa Dede’m günahtır, Bırakmazsa canı kul müşkülatta, Özü gönlü olur savum salâtta, Ruh gider gelirse aynı sıfatta, Ruh cesede ten toprağa yakışır, Selmani der insanlığın bildinse, Keşfedip kendinden ibret aldınsa, İnsan doğup insanlıkla öldünse, Ruh cesede ten toprağa yakışır, Sen bu sözü hak içinde söyleme, Yükünü günahtan tutup taylama, İki emaneti inkâr eyleme, Günahtır ey Musa Dede’m günahtır, 287‐ GÖREN ALLAH’TIR Bir katreden bizi insan eyleyip, Bize bu varlığı veren Allah’tır, Mimar olup lütfü ihsan eyleyip, Gözlemeden bakıp gören Allah’tır, Pir olsan da sen bir beni beşersin, İtikat et bağın bahçen yeşersin, Erenler indinde yüzden düşersin, Günahtır ey Musa Dede’m günahtır, İnsanları bina edip gizlendi, Sevenlere çok aranıp izlendi, Girip eğlendiği kalp temizlendi, Nice âşık aşkla yanıp tütüyor, Kuran’la evlâda meyil katıyor, Bir hıfzı kalksa da kalan yetiyor, 241 Günahtır ey Musa Dede’m günahtır, Dünya devletleri kitaba hayran, Uçağı bildiren ebabil tayran, Edison okudu bulundu ceryan, Habercimiz sevdiğimiz kitaptır, Selmani der sözden almak marifet, Güzel şahım affet medet mürüvvet, İnkâr olunursa iki emanet, Günahtır ey Musa Dede’m günahtır, Oku anne, baba, kardeşle bacı, Ateşin kaynağı bilim ağacı, Lokman Hekim bulamazdı ilacı, Habercimiz sevdiğimiz kitaptır, 289‐ KİTAPTIR Kitaba alışkan anne babanın, Arzusu isteği işi kitaptır, Ömür boyu gösterdiği çabanın, Sevgisi hayali düşü kitaptır, Selmani okudum bildim ben beni, Eskiyi oku ki bilinsin yeni, Her türlü ilimi, bilgiyi, feni, Habercimiz sevdiğimiz kitaptır, Kitaba bağlıdır gönlünün bağı, Bin hazına bilir her bir yaprağı, Varlığı serveti evi ocağı, Yareni yoldaşı eşi kitaptır, 291‐ BİRİ EVLAT BİRİ KİTAP Bu dünyada insanlara emanet, Biri evlat diğeri de kitaptır, Emanete bakan edinir sevap, Anlayana bu söz mühim cevaptır, Kitaba muhtaçtır ağalar beyler, Kitapla avunur gönlünü eğler, Kitabı konuşur kitabı söyler, İnancı üç ile beşi kitaptır, Okursa selamet bulur bedenler, Anlaşılır ne içinde nedenler, Emanete hıyanetlik edenler, Önü harap sonu da haraptır, Kitap her bilginin veren sesini, Bilen kişi çözer bilmecesini, Tutan insanların meşalesini, Gece gündüz ay güneşi kitaptır, Evlat yetiştirip yüzü güldürmek, İlim bilip cehaleti öldürmek, Bilene bilmediğini bildirmek, İnsanlar içinde büyük sevaptır, Selmani kitabı anlattım baştan, Okuyan ekmeğini çıkarır taştan, Bilginler fark etmez ekmekten aştan, Meyvesi yemişi aşı kitaptır, Bu sözün içinde mana bulması, Okumakla büyük kişi olması, Evlat cahil kitap saklı kalması, Saklayanın çekeceği azaptır, 290‐ KİTAPTIR İnsanlarla bile Âdem’den beri, Habercimiz, sevdiğimiz kitaptır, İlimden bilimden veren haberi, Habercimiz sevdiğimiz kitaptır, Selmani’nin sözlerine gelene, Mertlikle yaşayıp mertçe ölene, Emanetin kıymetini bilene, Düşünenler için derin hesaptır, Kitap okunmasa uçmazdı füze, Gemiler yüzmezdi dalıp denize, Bilgisayarları bildirin bize, Habercimiz sevdiğimiz kitaptır, 292‐ VARI SENDEDİR Yoksa melek Sima mısın Naci mi, Şit ile Naci’nin nuru sendedir, Büyütüp beseren ermiş bacı mı, 242 Hazineyi Hakk’ın varı sendedir, Âşıkların sazı, sözü bizdedir, Böyle bir varlığa ederek minnet, Size âşık olmak hem farz hem sünnet, Nuri cemalinde on sekiz cennet, Âşığın didarı darı sendedir, 294‐ İMAN NEDİR Gel ey âşık idrak eyle aşk nedir, ferman nedir, Bu manayı bilmek gerek dert nedir, derman nedir, Nice âşığım diyenler gezer körü körüne, Anlamaz dini, imanı; din nedir, iman nedir, Bu varlığı gören göz methinizde, Tubanın şekli var kametinizde, Büsbütün melekler hizmetinizde, Sayısı bilinmez huri sendedir, Varlığını öğren değerini bil, Şirin dillerinden akar sel sebil, Bu makama ulaşamaz her kabil, Cümlenin arzusu yarı sendedir, Aşk ehlinin halin bilmez dert gelmeyen başına, Giriftar olanlar bilir bu aşkın savaşına, Tahammül edemez asla cahillerin taşına, Şaha kul olmayan bilmez şah nedir, sultan nedir, Selmani der sana vermem mi değer, Senin aşkın beni mest eden meğer Beyaz gülüm aşnam ol dersem eğer, Olursan gönlümün karı sendedir, Selmani gönül bağının güllerin bezer imiş, İnsan olanlar kendinde sırları sezer imiş, Kendinden bîhaber olan beyhude gezer imiş, Cahil olan fark edemez şek nedir, Rahman nedir, 293‐ BİZDEDİR Herhangi asırda olursa olsun, Gerçek ozanların özü bizdedir, Bilmeyen var ise haberin alsın, Bu mananın tam iç yüzü bizdedir, Çok dert çeken belli olur sözünden, Çektiği cefalar halkın yüzünden, Sularımız duru akar gözünden, İşte bu çeşmenin gözü bizdedir, 295‐ YAY MIDIR NEDİR Ela gözlerini sevdiğim dilber, Gül cemalin bedir ay mıdır nedir, Kaşlar kirpiklerden gel ver bir haber, O kara kaşların, yay mıdır nedir, Halka eğilmektir ozanlar işi, İnsan sevgisidir hayali düşü, İçten yakar birlik dirlik ateşi, Tümünün alevi, közü bizdedir, Sendeki güzellik elde bulunmaz, Altında gümüşte pulda bulunmaz, Her anadan gelen kulda bulunmaz, Hakk’ın bahşettiği pay mıdır nedir, Başlangıcı buradan hep bu ürünün, Ne yazık ki çobanı yok sürünün, Edebiyat ile halk kültürünün, Şüphesiz ki tadı tuzu bizdedir, Bir eksik yok şu kurulmuş binada, Söyle gerçeğini düşme inada, Ne babada vardır ne bir anada, Simayı melekten soy mudur nedir, Ağlayan ozanlar döker kan yaşlar, Haklıları över haksızı taşlar, Selmani der türkü seven kardaşlar, 243 Sima melek desem gerek soyuna, Abı zer mi katmış Mevla’m suyuna, Kurban olam ahlakına huyuna, Bakalım ki yahşi huy mudur nedir, Hakk’ın kattığı nur, solmuş gibidir, Olmazsa takati dürüst gidişe, O kimseler, benzer çürük kirişe, Eğer aklı ermiyorsa bir işe, Akıllı ellerden çalmış gibidir, Selmani görünce yanmış tutuşmuş, Güzellerin sürüsüne katışmış, Bir sorayım hangi ilde yetişmiş, Urum diyarı mı Toy mudur nedir, İlin sofrasında fazla övünen, Bu dünyaya “benim” deyip değinen, Boş sözler konuşup kendin beğenen, Söz ehline kusur bulmuş gibidir, 296‐ EZİLMEKTEDİR Beyaz Gül’üm bu iş yürümeyecek, Bir yandan ümidim üzülmektedir, Sertleşen yüreğin erimeyecek, Benim ciğerlerim ezilmektedir, İlmi mantığından süzdüremeyen, Açıp yelkenini, gezdiremeyen, Selmani gemisin yüzdüremeyen, Dümeni bozulup kalmış gibidir, Aşk ile yıkılıp yanışılmıyor, Fırsat bulup bir hal danışılmıyor, Nidem serbest serbest konuşulmuyor, Biçare canımdan bezilmektedir, 298‐ KIRKLAR SEMAHI Kırklar ile bile semaha giren, Birisi Muhammed biri Ali’dir, Zahir batın gizli sırlara eren, Birisi Muhammed biri Ali’dir, Layık mı âşığın sararıp solsun, Çekip dökmeyelim çilemiz dolsun, Sana çok bağlıyken haberin olsun, Sevgi bağlarımız çözülmektedir, Kudret kandilinden süzülüp inen, Zülfikar bağlayıp Düldül’e binen, Kırklarla kırk defa pervaza dönen, Birisi Muhammed biri Ali’dir, Sen uzak durdukça suçlanıyorum, Hiçe sayıldıkça hiçleniyorum, Gün güne üzülüp içleniyorum, Dertlerim üst üste dizilmektedir, Selmani ol şaha malum halimiz, Muhammed Ali’den söyler dilimiz, Ak ile kırmızı iki gülümüz, Birisi Muhammed biri Ali’dir, Seven âşık halin bilmek üzere, Görmek için her gün gelmek üzere, Selmani sen için ölmek üzere, Nerde ise gözler süzülmektedir, 299‐ KULA GİZLİDİR Beyaz gülüm sana nazım niyazım, Allah’a ayandır kula gizlidir, Böyle kabul etsin o serfirazım, Allah’a ayandır kula gizlidir, 297‐ ALMIŞ GİBİDİR Cahillere, ariflerin sohbeti, Delik kaba su doldurmuş gibidir, Arifler, cahilden alır ibreti, Yüksek tahsillerden almış gibidir, Yüzünde okudum Elif’i Ba’yı, Cemalinde gördüm güneşi ayı, Onun için etmekteyim secdeyi, Allah’a ayandır kula gizlidir, Âlime hoş gelmez cahil sözleri, Nasıl gelsin, bir olmazsa özleri, Bir insanın gülmüyorsa yüzleri, Demek ki bu secde etmemiz niçin, 244 Âdem bir cevherdir kıymetin biçin, Bu sevgimiz nefsin ıslahı için, Allah’a ayandır kula gizlidir, Ehli irfan meclisinde muhabbeti bal edip, Eleyip beyaz elekten un veren Bektaşi’dir, Nardan kırmızısın kardan beyazsın, Ne kadar dil döküp anlatsam azsın, Cenabı Hak tahkik niyaza yazsın Allah’a ayandır kula gizlidir, Selmani, tevellâ ehli sever Ehlibeyiti, Teberrâ ehli olana son veren Bektaşi’dir, 301‐ DERT MİDİR Halk içine grip salan domuzun, Ayakları iki midir dört müdür, Kuşkuyu çok garip salan domuzun, Ayakları iki midir dört müdür, İnsanlara sağalmayan dert midir, Selmani’yim budur benim sözlerim, Ben bu sırrı insanlardan gizlerim, Cemalini hak gözüyle gözlerim, Allah’a ayandır kula gizlidir, 300‐ BEKTAŞİDİR Muhammed Ali yolunda can veren Bektaşi’dir, Şehit olup hak uğrunda kan veren Bektaşi’dir, Yan tesir ederse eğer aşılar, Ya felç olur ya da gözler şaşılar, Kaç tanedir saydınız mı komşular, Ayakları iki midir dört müdür, İnsanlara sağalmayan dert midir, Muhammed’den ateş alıp Ali aşkına eren, Hakk yolunda birlik olup san veren Bektaşi’dir, Büyük küçük domuzlardan dertli mi, Aşılar çok yumuşak mı sertli mi, Öğrenelim ikili mi dörtlü mü, Ayakları iki midir dört müdür, İnsanlara sağalmayan dert midir, Başı açık, yalın ayak üryan büryan gezse de, Helal kispin kazancından nan veren Bektaşi’dir, Heyecan içinde kardaş bacılar, Okulları durdurdu bu acılar, Harap oldu hacca giden hacılar, Ayakları iki midir dört müdür, İnsanlara sağalmayan dert midir, Tahkik Kâbe’yi anlayıp nazı niyaz eyleyen, Hacı Bektaş dergâhında şan veren Bektaşi’dir, Şeriat, tarikat bilip zahir batın görünen, Aslan sıfatta kendine don veren Bektaşi’dir, Büsbütün dünyaya verdi hızları, Ağlattı hep gelinleri kızları, İyi anlamalı bu domuzları, Ayakları iki midir dört müdür, İnsanlara sağalmayan dert midir, Tarikatta hak lokmasın aşk ile nuş eyleyip, Kuduretin tamamından hon veren Bektaşi’dir, Olayları tamam duymadan yazdım, Sözlere bir karar koymadan yazdım, Domuz kaç ayaklı saymadan yazdım, Ayakları iki midir dört müdür, 245 İnsanlara sağalmayan dert midir, Bunları ben takip ettim gayrette, İnsan ayırmayı sevmem gayet de, İnsanı bir buyuruyor ayette, İnsanı ayırmak yobaz işidir, Bilmem bu felaket gider mi böyle, Yazılacak sözü bilip de söyle, Selmani şiirle gel beyan eyle, Ayakları iki midir dört müdür, İnsanlara sağalmayan dert midir, İnsanlık dünyada bir sırdır, Okusan Kuran’ı her yerde vardır, Bütün İslam Müslim hepisi birdir, İnsanı ayırmak yobaz işidir, 302‐GÜL YARİM Sol yandan ayrılık çöktü serime, Ben ağlarım sen ağlama gül yârim, Baharı getirdin hayallerime, Çiçek yarim, gonca yarim, gül yârim, Nice âşık geldi dünyaya ünlü, Yürüttü hükmünü bugünlü dünlü, Allah dememiştir Alevi Sünni, İnsanı ayırmak yobaz işidir, Koydun gittin ateş ile közleri, Kan boyadın yaş dökmeyen gözleri, Söylemek güç ama soğuk sözleri, Beni senden ayıracak el yârim, Mevla’m bu sırları bildirdi bana, İnsanlık sevgisi kar etti cana, Selmani’yim önem verdim insana, İnsanı ayırmak yobaz işidir, Senden ayrılırsam kalırım naçar, Bu hasret sinemde yareler açar, Her iki tarafın düzeni kaçar, Güzellikle ayrılalım gel yârim, 304‐ DALI GÜZELDİR Sene bin dokuz yüz seksen beş yılı, Gençliğin bu kutsal yılı güzeldir, Kökten sürüp gelir ışkını dalı, Meyvesi, yaprağı, dalı güzeldir, Ben yandım ateşe sen bari yanma, İster inan bana ister inanma, Mutlulukla senden ayrıldım sanma, Ben geçsem de gönlüm geçmez bil yârim, Milleti, devleti yavrular süsler, Büyükler gençliğe sevgiler besler, Çevre ülkelerden gelir turistler, Doğup büyüdüğü ili güzeldir, Zehir etme Selmani’nin aşını, Bin türlü belaya koyma başını, Ağlatma gözünden akan yaşını, Mertlik sende kalsın nolur sil yârim, Gelen misafirler yurda boş gelmez, Ayak sürümezse elbet baş gelmez, Bülbülü kafese koysan hoş gelmez, Meskeni bir karaçalı güzeldir, 303‐ YOBAZ İŞİDİR Rabbiyel âlemin vardır Kur’an’da, İnsanı ayırmak yobaz işidir, Ben bunları okuyorum her anda, İnsanı ayırmak yobaz işidir, Birlikle kurulan temel yıkılmaz, Güzellikten usanılmaz bıkılmaz, Elden mal almakla başa çıkılmaz, Yerli imalatı malı güzeldir, İnsanlara yanlış gözle bakmışlar, Elleriyle kendilerin yakmışlar, Bölmek için türlü isim takmışlar, İnsanı ayırmak yobaz işidir, Doğru insan olup yollar içinde, Arı olmak gerek ballar içinde, Hakk’ın yarattığı kullar içinde, 246 Herkesin lisanı, dili güzeldir, Herkes için ilim, kültür, fen dalı, Bilim kapısının olmaz mandalı, İstemem gemiyi, yatı, sandalı, Bu sonsuz denizin salı güzeldir, Selmani’yi yakan közler güzeldir, 306‐ DEDİ EVLAT GÜZELDİR Dedim insanlara yararlı iş ne, Dedi ilim bilim sanat güzeldir, Dedim çok sevimli gidiş geliş ne, Dedi istikballe evlat güzeldir, Çalışan ekmeği çıkarır taştan, Çıldırıp çıkmazsa bağ ile baştan, Elin dokuduğu ipek kumaştan, Kendi tezgâhımın şalı güzeldir, Dedim ağaçlarda toprak taşlarda, Dedi dolular da kabı boşlar da, Dedim insi cinsi cemi kuşlarda, Dedim uçmak için kanat güzeldir, İster şair olsun, isterse ozan, Hep ayrı düşünce hep ayrı izan, Bu gençlik yılına destanlar yazan, Mısralar dizenin eli güzeldir, Dedim bu dünyaya gelmemiz niçin, Dedi zevk sefa yiyip içmek için, Dedim başa kadar gülmemiz için, Dedi birlik dirlik murat güzeldir, Selmani zamanın gençlik çağı var, Atanın evlada sevgi bağı var, Her devletin özel bir bayrağı var, Şanlı bayrağımın alı güzeldir, Dedim bir insanın bakıp boyuna, Dedi dikkat etmek gerek soyuna, Dedim hayran olmak için huyuna, Dedi bir de sima suret demektir, 305‐ NAZLAR GÜZELDİR Dedi o yar bu dünyada ne güzel, Dedim sevgi saygı hazlar güzeldir, Dedi güzellerden daha ne güzel, Dedim cilve eda nazlar güzeldir Dedim güzellerde söze girişte, Dedi tatmin olmam bir kez görüşte, Dedim bir tahsille mühim bir işte, Dedi kanaatle sebat güzeldir, Dedi en güzel ne, isim içinde, Dedim Şirin, Leyla kesim içinde, Dedi ayda yılda mevsim içinde, Dedim dört mevsimde yazlar güzeldir, Dedim biter mi hiç garibin âhı, Dedi haberdardır cömert ilahı, Dedim âşıklarda olan günahı, Dedi affettiren berat güzeldir, Dedi naziklerden nazik içinde, Dedim ciğerlerdir ezik içinde, Dedi çalgılarda müzik içinde, Dedim keman, kaval, sazlar güzeldir, Dedim ey Selmani oku kitabı, Dedi sana olur olan sevabı, Dedim güllerdeki gizli harabı, Dedi viraneye abat güzeldir, Dedi sevilen ne canlar içinde, Dedim sevgi damar kanlar içinde, Dedi geçkin, genç insanlar içinde, Dedim hüküm eden hızlar güzeldir, 307‐ GİRMEYENİN DEĞİLDİR Muhammed Ali’nin yolu erkânı, Sürenindir sürmeyenin değildir, Dört kapıdan kırk makamdan içeri, Girenindir, girmeyenin değildir, Dedi yaren yoldaş kardeş içinde, Dedim ışık veren güneş içinde, Dedi gizli yakan ateş içinde, Bağlı olan mürşidine pirine, 247 309‐ İÇMESİNDENDİR Bu gerçek dünyanın yalan olması, Gelenlerin gelip geçmesindendir, Yaşayan canların kusur bulması, Ecel şerbetini içmesindendir, Muhabbet ehl’olur dalar derine, Gerçek erenlerin gizli sırrına, Erenindir, ermeyenin değildir, Küntü kenz sırrının cevherlerini, Terk etmeyip dilden ezberlerini, Tövbe edip günah defterlerini, Düreninindir, dürmeyenin değildir, Çoklarının buna aklı ermezdi, Nasihatler kulağına girmezdi, Yalan olsa emaneti vermezdi, Hep kusuru konan göçmesindendir, Canın feda eden ehli irfana, Sıtkı ile kul olur sırrı sübhâna, Velayet sofrasın her dem meydana, Serenindir, sermeyenin değildir, Gelenler kalsaydı sığmazdık yere, Sonumuz ne olurdu düşün bir kere, Terzi ustası dendi don biçenlere, İdris’in hulle don biçmesindendir, Selmani can kurban Şah-ı Merdan’a, Şahım sevenleri atmaz yabana, Hak yolunda canı başı, kurbana, Verenindir vermeyenin değildir, Darılanlar, hep dünyaya darıldı, Niceleri talaşlanıp yoruldu, Yine benim deyip candan sarıldı, Ana olup kucak açmasındandır, 308‐ BENİMDİR Sarı Gül’üm bana küstün mü yoksa, Küsme kurban olam kusur benimdir, Sevgi muhabbeti kestin mi yoksa, Kesme kurban olam kusur benimdir, Dünya ve ahiret severmiş merdi, Mert olan yiğidin hakkın yemedi, Selmani dünyaya yalan demedi, Yalanı, gerçeği seçmesindendir, Kessen de bakmazsın bana el gibi, Gözyaşlarım akıtmazsın sel gibi, Zemheride esen acı yel gibi, Esme kurban olam kusur benimdir, 310‐ BATAN BİZDENDİR Çok ağır bastıkça hayat şartları, İflasa uğrayıp batan bizdendir, Çekemeyip onca meşakkatleri, Ecelin yolunu tutan bizdendir, Temelden silleyi vurmuş vuranlar, Katlanıp çileye durmuş duranlar, Canı pahasına kondu kuranlar, Daralıp ucuza satan bizdendir, Acı esme dinle hoş nefesimi, İnlemek bülbülün inlemesi mi, İstanbul ilinde seda sesimi, Kısma kurban olam kusur benimdir, Kısmazsın sesimi acırsın bize, Bir gün lazım olur biçare size, Bu engin gönüle yerdeki yüze, Basma kurban olam kusur benimdir, Gen dünyayı tek başına dar edip, El darlığı içeriye kar edip, Çevresinden kederlenip ar edip, Kendini denize atan bizdendir, Selmani der yine düşün bizleri, Sevmesen de terk edemem sizleri, Hakk’ın nur kattığı beyaz yüzleri, Asma kurban olam kusur benimdir, Eksilmezse baştan zalimin taşı, Dertten kurtulur mu dertli başı, Zehirle karışan ekmeği aşı, Gönüllü gönülsüz yutan bizdendir, 248 İlkbaharda coşkun sele karışsa, Bu sefil Selmani selden seslenir, Böyle dertler çoklarının başında, Kurtulmayan kalır gönül kışında, Selmani der çoğu çok genç yaşında, Ebedi uykuya yatan bizdendir, 313‐ MEHMETÇİKLERDİR Nasıl kıyılıyor Mehmetçiklere, Devletin gururu Mehmetçiklerdir, Şeref timsalidir subaya ere, Devletin gururu Mehmetçiklerdir, 311‐ O SÖZ İÇİNDİR İleride bir şeyler olur dediniz, Hep gelip gittiğim o söz içindir, Ta o gün öyle bir ikrar verdiniz, İkrarı güttüğüm o söz içindir, Canlı ürünüdür asil milletin, Hem bekçisi hem canıdır devletin, Anlamı yok böyle bir rezaletin, Devletin gururu Mehmetçiklerdir, Seni ikrarından döner sanmazdım, Aşkı vermeseydin telaşlanmazdım, Her güzelin ateşine yanmazdım, Bu yanıp tüttüğüm o söz içindir, Millete devlete bağlıdır başı, Din uğrunda eder cengi savaşı, Feda eden can cananı kardeşi, Devletin gururu Mehmetçiklerdir, Ciğerim şimdiki kararın nedir, Söyle gerçeğini ey yüzü bedir, Gül açarken bülbülleri inledir, Şakıyıp öttüğüm o söz içindir, Hayır, gelmez hırsa nefse uyandan, İnsan öldürmekten gurur duyandan, Allah’ım korusun korkunç ziyandan, Devletin gururu Mehmetçiklerdir, Hiç acımazsın böyle insana, Âşığı ağlatmak yakışmaz sana, İnan ki inmişim ben yarı cana, Ölüp de bittiğim o söz içindir, Din İslam sayılmaz şerre gidenler, İkilik güderek nefret edenler, Duyun ey askeri şehit edenler, Devletin gururu Mehmetçiklerdir, Selmani son cevap bekliyor sizden, Avcı olduk gidemedik bu izden, Herhalde acizlik getirdin bizden, Sizi incittiğim o söz içindir, Selmani der Hakk’tan hayır beklensin, İstemem ırkıma zulüm yüklensin, Özü Türk olanlar hep büyüklensin, Devletin gururu Mehmetçiklerdir, 312‐ SESLENİR Âşıklar aşk ile düşse sevdaya, Sevdiğine canı dilden seslenir, Can bülbülü olan benzer şeydaya, Gahi gülden gahi telden seslenir, 314‐ YAZ GELİR Otuz şiir yazdım sana yetmiyor, Bin bir daha yazsam sana az gelir, Böyle devam etmez kışlı günlerim, Bir gün olur bu kış gider yaz gelir, Karayı bağlanır gezer al gibi, Zehiri içse de eder bal gibi, Irgalanır her tarafa dal gibi, Saçının telleri yelden seslenir, Kışı bitmiş denir çile dolana, Leyla deyip Mevla’sını bulana, Güzel ilham verir âşık olana, Çünkü güzellerden eda naz gelir, Sevdiğim saçların yele karışsa, Bahçede kızaran güle karışsa, 249 İçte mi dışta mı bendeki düşman, İçteki olanı bir Allah bilir, Aşırdım sevginin hattın aşırdım, Yüklendim bu yükü mecbur taşırdım, Vallahi billahi ben de şaşırdım, Deli gönlüm senden nasıl vaz gelir, Selmani dikkatli davranmalısın, Hayır, işler için kıvranmalısın, Dıştan dost düşmanı öğrenmelisin, İçteki olanı bir Allah bilir, Verem olacağım böyle giderse, Yârim bu darbeyi biraz ye derse, Âşığa sevdiği sitem ederse, Zemheri ayında karlı buz gelir, 316‐ DERTTEN SESLENİR Dertsiz insan bulunur mu dünyada, Her birisi ayrı dertten seslenir, Hep fikirler bir değildir bünyede, Kimi namert kimi mertten seslenir, Selmani ısınır buzlar erirse, Gönül neşelenir nura bürürse, Yar acıyıp bir busecik verirse, Ölüm olmaz dünya bana vız gelir, İyi talih bir insana yar olmaz, Geçen ömür zarardandır kar olmaz, Dertlilerde dert sayısı bir olmaz, Kimi birden kimi dörtten seslenir, 315‐ BİR ALLAH BİLİR Dıştan ne düşmanım ne de dostum var, İçteki olanı bir Allah bilir, Kimseye ne kinim ne de kastım var, İçteki olanı bir Allah bilir, İyilik et, incitme bir insanı, Yaz gelecek dersen bekle nisanı, Konuşmak güzeldir Türkçe lisanı, Kimi Türk’ten kimi Kürt’ten seslenir, Ahtım kaldı muhabbetin bolunda, İsteğim bulmadım hiçbir kulunda, Bilmem makbul müyüm Allah yolunda, İçteki olanı bir Allah bilir, Her lisanı bilen yüzde beş olur, Kimi kulun yaz ayları kış olur, Bir bakarsın kurt kuzuya eş olur, Kimi kuzu, kimi kurttan seslenir, İnsanlık hakkımı tamam vermedim, Hayrım mı çok şerrim mi çok görmedim, Kendimdeki sırra bile ermedim, İçteki olanı bir Allah bilir, Selmani karıştı hicret göçüne, Bilinmez kaderin bunda suçu ne, Girdi Büyükçekmece’nin içine, Mesken olan Esenyurt’tan seslenir, Hayırdan mı şerden midir gelirim, Hangi amel ile yaşar ölürüm, Dıştan işleneni iyi bilirim, İçteki olanı bir Allah bilir, 317‐ YETİŞİR Zulümkar insanlar içre yaşayan, Tahammül ederse kâra yetişir, Türap olup türap ismin taşıyan, Pirler piri ol Hünkâr’a yetişir, Bilmiyorum diri miyim öldüm mü, Kalbim pasın pak eyleyip sildim mi, Tövbe edip affettirebildim mi, İçteki olanı bir Allah bilir, Acı, tatlı gelir, tatlı da acı, Zulme katlanandır Güruhu Naci, Hakikat yolunda olursan avcı, Arayanlar bir şikâra yetişir, Dünyaya gelmeme değilim pişman, Ağlamak istedim akmadı çeşmân, 250 Yola doğru gelip doğru giderek, Hak sevgisi insanları sevmektir, Hakiki insandır, insanı sayan, Hakiki yolcudur, yürürse yayan, Hakk’ın gizli sırrı olursa ayan, Aynel yakin âşıklara yetişir, Canı başı hak yoluna koyarak, Kıyılan canlardan acı duyarak, Tarikatın ahkâmına uyarak, Hak sevgisi insanları sevmektir, Eğer fark ederse ummanı çayı, Elif, lam, mim ile Elif, Lam, Râ’yı, Bir kul Mecnun dolaşırsa sahrayı, Şahlar şahı sevdakâra yetişir, Can gözümüz açıp cemal görerek, Erlere pirlere yüzler sürerek, İnsandaki gizli sırra ererek, Hak sevgisi insanları sevmektir, Selmani cana veren canını, Ehli beyit için döker kanını, Eyüp gibi kurda veren tenini, Derdi veren cefakâra yetişir, Serçeşmeyi bulatmadan akarak, Ciğerimizi aşk oduna yakarak, Her insana bir göz ile bakarak, Hak sevgisi insanları sevmektir, 318‐ ŞİRİN SÖZLÜM GERÇEKTİR Güzelleri sevmek sevap dediler, Gerçektir ey mavi gözlüm gerçektir, Âşıklar da doğru cevap dediler, Gerçektir ey şirin sözlüm gerçektir, Selmani der ölmeden ön ölerek, Kalplerdeki kiri pası silerek, Tevellâyı teberrâyı bilerek, Hak sevgisi insanları sevmektir, Mürailer cennet bulmaz dediler, Delik kap su ile dolmaz dediler, Güzeller güzeli solmaz dediler, Gerçektir ey güneş gözlüm gerçektir, 320‐ BİLEGELMİŞTİR (86. ŞİİRE CEVAP) Âşık sualine cevap vereyim, Âdem iptida bu hale gelmiştir, Hak Teâlâ bir ruh ihsan edince, Hakk’ın birliğini bile gelmiştir, Selmani’ye dünya kalmaz dediler, Evvelden ağlayan gülmez dediler, Yalnız gerçekler ölmez dediler, Gerçektir ey gönlü şazlım gerçektir, Evvel ahır Hak’tır ol baki kalan, Şahtır Cebrail’i deryaya salan, Âdem’dir doğurup kızını alan, Havva ana aklın çala gelmiştir, 319‐ İNSANLARI SEVMEKTİR Aynı cemde teslim rıza olarak, Hak sevgisi insanları sevmektir, Âdemi hak bilip secde kılarak, Hak sevgisi insanları sevmektir, Mikail’dir terazinin başında, Yıldızı da şah parlattı kaşında, Meryem oğlan etti geçkin yaşında, İsa Mesih’e de kala gelmiştir, Sevilen yaratan ulu diyerek, Hazinesi gevher dolu diyerek, Allah bir Muhammed Ali diyerek, Hak sevgisi insanları sevmektir, Rüzgâr aldı Süleyman’ın tahtını, Mümin güttü ikrarını ahtını, Etten handa Yunus bildi vaktini, Orada namazını kıla gelmiştir, Katarımız şaha doğru yederek, Kin kibirin hırsın terkin ederek, 251 Selmani bu ilmi hikmete dalan, Sorulan sualin manasın bulan, Azrail her şeyden emanet alan, Kendi canını da ala gelmiştir, Yarı yaşta belin büküp gidiyor. Kimisinin boş kalıyor beşiği, Kimisinin atlanmıyor eşiği, Herkese var ama ölüm keşiği, Kiminin temelin söküp gidiyor, 321‐ HEM DE PARA ALIYOR TV’lerde deyiş müşterileri, Hem cevheri hem de para alıyor, Gayesi doldurmak boş derileri, Hem cevheri hem de para alıyor, Selmani dost olup kulun merdine, Dertliyse öğrenip sorar derdi ne, Ortak olup dertlilerin derdine, Kendi derdini de ekip gidiyor, Zakirliğe meyil katmak istedim, Helalden sermaye tutmak istedim, Hakk’tan alıp halka satmak istedim, Hem cevheri hem de para alıyor, 323‐ YOL OLUR Gökyüzü direksiz kurulan bina, Bulutlar ki desen desen hal olur, O bulutlar seyyar gezdiği için, Her tarafa çekip giden yol olur, Erenler Muhammed Ali’nin yâri, Böyle mi olurmuş satanın karı, Nerden bulup versin birkaç milyarı, Hem cevheri hem de para alıyor, O bulutlar buharlardan süzülmüş, O nakışlar ki kudretten dizilmiş, O kumaşlar ibrişimsiz çözülmüş, Onun için yeşil olur al olur, Cevher satılırken söze pes denmez, Menfaatpereste gerçek dost denmez, Cevher satıcıdan para istenmez, Hem cevheri hem de para alıyor, O çözme buluttur rüzgârı esmiş, O rüzgâra dendi gizli nefesmiş, O usta dokumuş o usta kesmiş, O kumaşta ne ipek ne şal olur, Selmani der dert çıkanda hazara, Allah razı olmaz böyle pazara, Ölürsem benimle konsun mezara, Hem cevheri hem de para alıyor, O bulutlar çözme çözmüş dolanmış O hem yağmur olmuş hem de sulanmış O an yere inmiş akmış bulanmış O sellerden derya olur göl olur 322‐ ÇÖKÜP GİDİYOR Yiğidin gençlikte bozulsa başı, Ölen başın alıp, çekip gidiyor, Ömrün sonunaca bulmayıp eşi, Hayatı mal olup çöküp gidiyor, O bulut hem aya güne yakındı, O şimşekler yıldırımlar çakındı, Selmani de ozan adı takındı, Gözlerinden akan yaşlar sel olur, Yirmi yaşta, dul maaşı bağlattı, Bekâr kalanları bu dert ağlattı, Gözyaşların seller gibi çağlattı, Yaşını derdini döküp gidiyor. 324‐ TAHSİLLİ ÇOCUK Bugün tahsiline çalışan çocuk, Yarın bilgin kişi eleman olur, Yazıp okumaya alışan çocuk, Her türlü lisana tercüman olur, Doğmazsa talihin güneşi şevki, Karanlıkta kalır olduğu mevki, Kime haram olsa dünyanın zevki, Özen göstererek işlerse işi, 252 326‐ YANAN O OLUR Âşık aşk dolusun içer kanarsa, Hızır hayatından kanan o olur, Aşkın ateşine girer yanarsa, Halil’in narına yanan o olur, Serbest olur sınavlara girişi, Gördüğü takdirde dünya görüşü, Meslekte sanatta çok uzman olur, Sevilen sayılan hali olursa, İlim bilim kapısını bulursa, Akıl gemisini ele alırsa, Yüzdürür gemiyi o kaptan olur, Can dost denir insanların hasına, Onlar dolar ancak aşk deryasına, Tanrı ulaştırır Zeliha’sına, Elbette Yusuf’u Kenan o olur, Tuttuğu işleri iyi başarsa, Vatan, millet için kükrer coşarsa, Sağlığını bilerekten yaşarsa, Derde çare bulan bir Lokman olur, Kişi sadık ise ikrar ahtına, Aşinadır şahlar nasihatına, Sultan konduranda tacı tahtına, O tahtı saraya konan o olur, Çocuklara değer biçen insanlar, Hayatta tarihe geçen insanlar, Eser bırakıp da göçen insanlar, Selmani der büyük kahraman olur, Asil kan karışan asil kanına, İnsanlık yaraşır şöhret şanına, Halini arz eden canlar canına, İşte canlar canı canan o olur, 325‐ DURSANIZ N’OLUR Bu aciz âşığa aşina durup, Ebedi bir dostluk kursanız n’olur, Bir ikrar üstüne bağlanıp kalıp, Ahdinize sadık dursanız n’olur, Selmani içilen olursa dolu, Hakk’a doğru gider içenin yolu, Odur Yaradan’ın en yüce kulu, Hakk’ın halis kulu insan o olur, Olmam deme sever ise pirini, Senin kadar sevemedim birini, İstersen çekiver aşk hançerini, Zaten yaralıyım vursanız n’olur, 327‐ SÜNNET OLUR Muhammed Ali’yi seven, Muhammed’e ümmet olur, İslamiyet için even, Masum iken sünnet olur, Sizinle sohbete başladığımda, Acizlik getirip boşladığımda, Hoşa gitmeyen iş işlediğimde, Bu akılsız başı kırsanız n’olur, Bil imanın şartı altı, İmanlı işlemez haltı, Ataların ayakaltı, Evlatlara cennet olur, Senin için Hakk’tan diledim dilek, Derdi gamı atıp oynayıp gülek, Aslınız huridir nesliniz melek, Benim de aslımı sorsanız n’olur, Nuru nübüvvettir nişan, Gel Selmani ol dervişan, Şefaat kıl nebi zişan, Sana her dem minnet olur, Selmani’yi aşka düşürdün yeni, Darılıp yakadan itme yar beni, Huriye, meleğe benzettim seni, Âşığı sineye sarsanız n’olur, 328‐ BULUNUR Aşkın ateşine yanan âşıkta, Gizli yakan ateş közde bulunur, 253 Tevellâyı teberrâyı bilirken, Sana da bir sahip çıkan bulunur, Bu ateşle ciğerleri yanıkta, Dost yüzünü gören gözde bulunur, Böyle ateş binde birine gelmez, Yukarda dolaşan derine gelmez, Belki de manalar yerine gelmez, Manasız, mantıksız sözde bulunur. Selmani’nin işi ahu zar iken, Âşıklara çile çekmek kar iken, Sende Ehlibeyt’in aşkı var iken, Sana da bir sahip çıkan bulunur, Âşıklar dersini bilip okusa, Hakikat gülüne konup şakısa, İbrişim ipekten kumaş dokusa, Bazı tezgâhında bezde bulunur, 330‐ AYNUR Gündüzler gün doğar ay gece doğar, Sen gündüzün doğan ay mısın Aynur, Güneş doğacakken ay nice doğar, Sen gündüzün doğan ay mısın Aynur, Söylenen sözlerin hepsi hoş olmaz, Vicdanlı kişinin bağrı taş olmaz, Münevver gönülde tipi, kış olmaz, İlkbahar eyyamı yazda bulunur, Bu güzel adını sevdin seviştin, Dünyaya sen nasıl geldin geliştin, Yoksa güneş ile yer mi değiştin, Sen gündüzün doğan ay mısın Aynur, Selmani sevdayı bildiği için, Benlik dağlarını deldiği için, Bu aşk dalga dalga geldiği için, Her zaman noksanlık bizde bulunur. Güzeli sevdiren gözü kaşıdır, Bakışları güzelliğin taşıdır, Geceyi ay gündüzü gün ışıtır, Sen gündüzün doğan ay mısın Aynur, 329‐ SAHİP ÇIKAN BULUNUR Gam yiyip gam çekme aciz Selmani, Sana da bir sahip çıkan bulunur, Bir gün çilen biter gelir zamanı, Sana da bir sahip çıkan bulunur, Nurunla cihanı doldurur musun, Seveni ağlatmaz güldürür müsün, Aynur ne demektir bildirir misin, Sen gündüzün doğan ay mısın Aynur, Sana aşkı veren ulu var iken, Evliyalar piri Ali var iken, Kırklarda zâkirin yeri var iken, Sana da bir sahip çıkan bulunur, Selmani der nuru gören de bilmez, Sözdeki manaya eren de bilmez, Sana Aynur adı veren de bilmez, Sen gündüzün doğan ay mısın Aynur, Her mucizât Şah’ın destinde iken, Merak etme Zeynel postunda iken, Tariki Nazenin üstünde iken, Sana da bir sahip çıkan bulunur, 331‐ GENÇLİK DER DURUR Duymadık kalmasın gençlik yılını, Yıllar millet, devlet gençlik der durur, Türk andırır Türk’ün ana dilini, Diller millet, devlet, gençlik der durur, Bilerek vermiştir ilmi verirken, Ben gibi gedaya layık görürken, Muhammed Ali’nin yolu yürürken, Sana da bir sahip çıkan bulunur, Halk edebiyatı Türkçenin özü, Âşığın şairin ozanın sözü, Nâme mana yüklü çalarsan sazı, Teller millet, devlet, gençlik der durur, Dört kapıdan içeriye gelirken, Nefsi yenip ölmeden ön ölürken, 254 Gençlik peşimizden koşmuş geliyor, İlimce zirveyi aşmış geliyor, Coşkun sular gibi coşmuş geliyor, Seller millet, devlet, gençlik der durur, Kendini bilirsen belli noktasın, Hak sende gizlidir sen de Hak’tasın, Sağ olduğun halde uyumaktasın, Selmani der bekle çalınacak sur, Güzel sözden güzel koku gül eser, İncitmeden gülü topla güle ser, Başımızda gençlikten bir yel eser, Yeller millet, devlet, gençlik der durur, 333‐ EL SOPASI VUR Kalkışırsan hanım beni dövmeye, Dil sopası vurma el sopası vur, Şımarıp başlarsan kendin övmeye, Dil sopası vurma el sopası vur, Kalktıkça kalplerin dumanı sisi, Yayılır her yana türkü Türk sesi, Gençler için ilim, kültür ülkesi, İller millet, devlet, gençlik der durur, Acı sözler yerleştirme diline, Tatlı sözler söylediğin biline, Sopayı tek ben vereyim eline, Dil sopası vurma el sopası vur, İnanca sahiplik, kalbin temizi, Gönülde yaşatan unutmaz bizi, En güzel çiçeğe benzettim sizi, Güller millet, devlet, gençlik der durur, Ne kadar vurursan ben demem yeter, Dil sopası denen ölümden beter, Elinen vurulan acılar biter, Dil sopası vurma el sopası vur, Selmani yolcudur Ata izinde, Birlik beraberlik vardır sözünde, İnsanlık, özgürlük halk denizinde, Miller millet, devlet, gençlik der durur, Acıları acı diller bildirir, Bu gibi hal düşmanları güldürür, Koç yiğidi acı sözler öldürür, Dil sopası vurma el sopası vur, 332‐ ÇALIŞMAK UNSUR Üç beş gün dünyada tembellik yapıp, Feleğe, kadere bulunmaz kusur, Çalışan insandan hisseler kapıp, Ondan daha üstün çalışmak unsur, Selmani’nin işi ahu zar ise, Sopa yiyip durmak eğer kar ise, Sende zerre kadar insaf var ise, Dil sopası vurma el sopası vur, Eski düzenleri tutturam dersin, Sözü üçten beşten attıram dersin, Bilene yalanlar yutturam dersin, Bu kaçıncı devir kaçıncı asır, 334‐ BET NEFSİ ÖLÜR Ölmeden evvelâ ölen bir canın, Canı sıhhat bulur bet nefsi ölür, Entemut sırrını bilen bir canın, Canı sıhhat bulur bet nefsi ölür, Beyaz olan yüze kara sürülmez, Halil gibi her can nara sürülmez, Şimdi hiçbir âşık dara sürülmez, Hani dost Pir Sultan hani dost Mansur, Muhammed Mustafa nebi zişanın, Bil ruz-i cezada şefaat kanın, Ruh yaşarken nefsi ölen her canın, Canı sıhhat bulur, bet nefsi ölür, Dünyaya boş veren delidir deli, Yiyip içmek çalışmanın bedeli, Tembel insanların yıpranmaz eli, Çalışmayan elde olur mu nasır, Resul-ü Ahmet’ten bulan ihsanı, Aliyy’ül Mürteza verir dermanı, 255 Fatıma’ya kurban ederse canı, Canı sıhhat bulur, bet nefsi ölür, Dağlar neşelenir bahar gelince, Çimenler canlanır toprak gülünce, Akar derelerden su ince ince, Bulanır durulur sellerin Tokat, Hakk’ın tecellisi her insanında, Nur ile ziyası gevher kanında, Kanatsız kuş denen sır mekânında, Canı sıhhat bulur bet nefsi ölür, Artova, Kazova, Turhal ihyası, Bağında yetişir üzümün hası, Zerdali, şeftali, nefis elması, Dut ve elma toplar ellerin Tokat Bu dünyada çekerse kul cefayı, Ahirette sürer mutlak sefayı, Selmani der bulmuş ise şifayı, Canı sıhhat bulur, bet nefsi ölür, Çalışkandır bizim insanlarımız, İnsanlığa parmak basanlarımız, Öz Türkçe konuşur lisanlarımız, Türk’tür türkü söyler dillerin Tokat 335‐ DÜŞÜRÜR Candan bir yâri sev akıllı isen, Yâr vardır insanı dile düşürür, Böyle iş etmezdin bu hali bilsen, Kendi düşer seni bile düşürür, Selmani Tokat’a verilir değer, Halk ozanı olan yurdunu över, Almus kazasından yetişmiş meğer İşte beyan oldu hallerin Tokat, Şimdi gençler geçkinlerle yarışır, Gizli sevda bilinmeden sarışır, Düşmeyenle düşen kanlar karışır, Böyle bir durulmaz sele düşürür, 337‐ BİRİSİ KURANDIR BİRİSİ EVLAT Ey erenler pirler iki emanet, Birisi Kuran’dır birisi evlat, İkisi de aynı nuru hidayet, Birisi Kuran’dır birisi evlat, Divane gönlümü eğlemez isen, Gülüm beni memnun eylemez isen, Bana gerçekleri söylemez isen, Araya çekilmez çile düşürür, Okumasam bilemezdim evladı, Fark etmezdim zülcelâlı üstadı, Çok olsa da inkârcısı inadı, Birisi Kuran’dır birisi evlat, Taşlar alıp ben bu başa vurayım, Vuramazsam başka çare arayım, Söyle gerçeğini geri durayım, Sonra çok perişan hale düşürür, Elhamdülillah’la Yasin-i Şerif, Okumasam nasıl ederdim tarif, Aynül cem Kuran’la yürür be herif, Birisi Kuran’dır birisi evlat, Selmani’nin gözü yaş için söyle, Tekkeler gübbeler taş için söyle, Enginin pınarın baş için söyle, Gerçek sözler bir menzile düşürür, Be’deki bir nokta Ali’nin ismi, Lafeta heleta cesedi cismi, Cahil insan inkâr etse de resmi, Birisi Kuran’dır birisi evlat, 336‐ GÜLLERİN TOKAT Bir yanın ovadır bir yanın dağlık, Serin serin eser yellerin Tokat, Bir yanın bahçelik bir yanın bağlık, Açılır bahçede güllerin Tokat, Öğrenin de bilenlerle tartılın, Olgunlaşıp eksilmeyin artılın, İnanç bağlan dalaletten kurtulun, 256 El aman şahların şahı, ayırma sıradan medet, Birisi Kuran’dır birisi evlat, Böyle haber verdi bu ilmi veren, İkilikte kalmaz birliğe giren, Gerçek kuldur ikisini bir gören, Birisi Kuran’dır birisi evlat, Yüz yirmi dört bin nebiden hem cümle enbiyalardan, İsterim derdime çare erenler evliyalardan, Bunca şehidi şüheda mürüvvet et riyalardan, Okunan natığı samit ah ile karadan medet, Selmani sözünden alana anlat, Sözün dinlenirse yükselir kat kat, Vallah billâh bu bir hak ve hakikat, Birisi Kuran’dır birisi evlat, 338‐ AH MADDİYAT MADDİYAT Dedeler dervişler düzen olurdu, Bozan sensin ah maddiyat maddiyat, Sen olmasan kullar Hakk’ı bulurdu, Azan sensin ah maddiyat maddiyat, Kim cenginde Mustafa’nın carına tez yeten sensin, Hayber’in kapısın göğe aşk ile hem atan sensin, Yine düşmüşler elinden rahmeyleyip tutan sensin, Mahrum etme bu kulunu bir katre curadan medet, Seninle çalışır türlü cadılar, Dünyayı karnına koymak arzular, Yanlış yoldan yazılıyor yazılar, Yazan sensin ah maddiyat maddiyat, Dilimden bırakmam asla ben o sırrı penâhımı, Dilerim ki semalara çıkarsın şahım âhımı, Gaffar-üz- Zünup merdandır, bağışlasın günahımı, Terazide hafif etsin medet ol daradan medet, Mürşit olur yol bilmeyen ayılar, Meclisi zapt eder kabadayılar, Birbirine kazılmadı kuyular, Kazan sensin ah maddiyat maddiyat, Kimi dürüst halli, kimi azıyor, Azan kişi ikrarını bozuyor, Şair, ozan senin için yazıyor, Ozan sensin ah maddiyat maddiyat, Selmani’yim can bülbülüm öz bağıma kondurayım, Gece gündüz şeyda olup gülün ismin andırayım, Bu dem kalbim sarayında nur şemamı yandırayım, Şule versin Şirri Yezdan bize ol çıradan medet, Selmani’nin haklı sözü, koz olur, Kâmil meclisinde, cahil yoz olur, Bir gün gelir malın, mülkün toz olur, Tozan sensin ah maddiyat maddiyat, 339‐ SIRADAN MEDET Affeyle küllü günahım cümleyi yaradan medet, Tabipler tabibi sensin kurtar bu yaradan medet, Senden başka kimsem yoktur, sensin kolum, kanadım Hakk, 340‐ EL AMAN MEDET Küllü günahımla alma canımı, Medet Şah-ı Merdan el aman medet, Muhammed Ali’ye kaynat kanımı, Medet Şah-ı Merdan el aman medet, 257 Hatice, Fatıma Güruh-u Naci, Şah Hasan, Hüseyin başımız tacı, Sizden olsun derdimizin ilacı, Medet Şah-ı Merdan el aman medet, Cemale olup nazarım cevher saçmak isterim, Divitsiz yazı yazarım şerden kaçmak isterim, İsmini Hakk’a salmışım varım elinden medet, Zeynel Abidin’i yoldaş et bize, Gidelim Bakır’ın gittiği ize, İmam Cafer Sadık sığındık size, Medet Şah-ı Merdan el aman medet, 342‐ EL AMAN MÜRÜVET Ya Muhammed Ali ya Şah-ı Merdan, Bağışla günahım el aman mürvet, Fatıma Ana’yı kurtaran dardan, Bağışla günahım el aman mürvet, Musa Kazım, İmam Rıza hakkıyçin, Tâki’nin ettiği kaza hakkıyçin, Affet bizi gel Murtaza hakkıyçin, Medet Şah-ı Merdan el aman medet, Medet Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli, Şah Hasan, Hüseyin bir Nuru celi, Mahrum olmaz seven İmam Zeynel’i, Bağışla günahım el aman mürvet, Ali Nâki olsun elim ilacı, Askeri’yi imdadıma salıcı, Mehdi ile bize çalma kılıcı, Medet Şah-ı Merdan el aman medet, İmam Bakır, İmam Caferi Kazım, Ol İmam Rıza’dır Kuran-ı Azim, Affet cürümümüz hep kusur bizim, Bağışla günahım el aman mürvet, Selmani’yim bitmez ah ile vahım, Gel bir ihsan eyle gül yüzlü şahım, Mahşere kalmasın affet günahım, Medet Şah-ı Merdan el aman medet, Muhammed Tâki’dir, tarikat şahı, Aliyy’ün Nâki’dir âlemler mâhı, Beşerdir kulunun çoktur günahı, Bağışla günahım el aman mürvet, 341‐ NARIN ELİNDEN MEDET Bülbülü şeyda oluşum zarın elinden medet, Gamı efkârı bulmuşum yârin elinden medet, Yârime yar diyeliden sinem tutuşup yandı, Gonca gül gibi solmuşum narın elinden medet, Hasan El Askeri kalbim çırası, Muhammed Mehdi’nin Hamdi livası, On dört masumu pak dertler devası, Bağışla günahım el aman mürvet, Selmani, Ali’dir şems ile mâhım, On iki imam’çin ah ile vahım, Gel bir ihsan eyle gül yüzlü şahım, Bağışla günahım el aman mürvet, Aşk ateşi âşıkları elbet yakar, soldurur, Bağrı oda yanıkları iliminen doldurur, Kâmilleri sadıklara dar didarı buldurur, Hakk’ın darında kalmışım darın elinden medet, 343‐ MÜRVET Ben günahkâr kulum, çoktur günahım, El aman, el aman, el aman mürvet, Halim sana malum gül yüzlü şahım, El aman, el aman, el aman mürvet, Selmani’yim aşk pazarım bu dem açmak isterim, Âşık sever güzellerin şahını, 258 345‐ SOĞAN KEBABI Domuz gribinden kurtulmak için, Soğan kebabını bol yen vatandaş, Derdin garibinden kurtulmak için, Soğan kebabını bol yen vatandaş, Durduramaz feryadını âhını, Yalvarmak yok eder kul günahını, El aman el aman el aman mürvet, Sen Züleyha ol da ben Yusuf Kenan, Bu kadar kaynadı kanımız inan, Adına sahip ol ey nazlı canan, El aman, el aman, el aman mürvet, Soğanları kesip takın ki şişe, Taze etler ile birlikte pişe, Bol bol yiyelim ki yarasın işe, Soğan kebabını bol yen vatandaş, İstemem dünyanın cila süsünü, Bülbülden öğrendim inlemesini, Bir kez daha dinlet bülbül sesini, El aman, el aman, el aman mürvet, Bilmem ki aslına nasıl erdiler, Televizyonlardan haber verdiler, Bol bol yenmesini mafık gördüler, Soğan kebabını bol yen vatandaş, Bir daha bir yerde görüşsek n’olur, Arayan Leyla’sın Mevla’sın bulur, Gönül alan candan Hakk razı olur, El aman el aman el aman mürvet, Selmani sağlıkçı verirse karar, Elbette garipler bir çare arar, Soğan satanların işine yarar, Soğan kebabını bol yen vatandaş, Selmani der hatır hürmete geldim, Cevahirden olan servete geldim, Medet mürvet dedim mürvete geldim, El aman el aman el aman mürvet, 346‐ PARAYI KARDAŞ Ömrümüzü yakamıza dikmedik, Fazla uzatmayın arayı kardaş, O kadar primi boşa ekmedik, Ölsek kim alacak parayı kardaş, Garip gönlüm geç vakitte uyandı, Uyansa da gözler kana boyandı, Yaşım geldi altmışlara dayandı, Kapatın açılan yarayı kardaş, 344‐ TARİKAT Halk içinde adım ozan olalı, Dilim şeriattır sözüm tarikat, İlim kültür kapısını bulalı, Bilim şeriattır özüm tarikat, Deyişlerim beyan eder özümü, Bir mecliste kızartmadı yüzümü, Birlik meydanında çaldım sazımı, Telim şeriattır sazım tarikat, Gözüm yoktur azda, çokta, noksanda, Yaş sayısı bir değildir insanda, Emekli olursun dendi doksanda, Bire atlatmayın sırayı kardaş, Söz ehliyle ehli hale karıştım, Gizli gizli esen yele karıştım, Toz toprak olarak sele karıştım, Selim şeriattır tozum tarikat, Derdimi dökmeye boşluk bulunmaz, Gün olur gelmeye haşlık bulunmaz, Her zaman insanda hoşluk bulunmaz, Rahatsız etmeyin burayı kardaş, Selmani der sel katınca denize, Bu ilim bu ilham verildi bize, Yürüdüm pirimin gittiği ize, Yolum şeriattır izim tarikat. Selmani’nin hayalini düşünü, Kötü kader bırakmıyor peşini, Bu gelmede bari yapın işini, 259 Dürüstlüğü suç bilerek küsmüşler, Cenneti alaya tapu kesmişler, Doğrulardan Gılman, Huri kalmamış, Zora koşman bahtı karayı kardaş, 347‐ÇALIŞ Gönül Beytullah’tır gönülü yıkma, Elinden geldikçe kurmaya çalış, Gerçek rıza alıp rızadan çıkma, İkrarında sabit durmaya çalış, Selmani hayalen geri kalan az, İnsanlığın derinine dalan az, Manevi inancı ele alan az, Eski inançların biri kalmamış, 349‐ GEL YETİŞ Hakk dostunu çevre dışı eden var, Medet Mürvet Mehdi resul gel yetiş, Çıkar için batıl yola giden var, Medet Mürvet Mehdi resul gel yetiş, Hikmet çeşmesinden dolayım dersen, Hakkı hakikati bulayım dersen, Olgun ocak oğlu olayım dersen, Fakirin halini sormaya çalış, Allah her insana vermez ilimi, Makbul olan akıllı mı deli mi, Hak mihmanı Ali midir veli mi, Fehmedip sırrına varmaya çalış, Hak Muhammed Ali soyu hakkıyçün, Erenlerin güzel huyu hakkıyçün, Ehli beytin yüzü suyu hakkıyçün, Medet Mürvet Mehdi resul gel yetiş, Aşk ile pervane döneyim dersen, Yüksekten engine ineyim dersen, Hırsı nefsi kini yeneyim dersen, Bet nefsin boynunu vurmaya çalış, Tez gel Şah-ı Merdan Ali hakkıyçün, Hünkâr Hacı Bektaş Veli hakkıyçün, Balım Sultan Kızıl Deli hakkıyçün, Medet Mürvet Mehdi resul gel yetiş, Selmani’nin dersi ak mı karamı, Dedem ağa ile açma aramı, Şu kalbimde gizli açan yaramı, Tabip isen el vur sarmaya çalış, Enbiyanın evliyanın hakkıyçün, Şule veren nur ziyanın hakkıyçün, Bir cenabı kübriyanın hakkıyçün, Medet Mürvet Mehdi resul gel yetiş, 348‐ SÖZÜNÜN ERİ KALMAMIŞ Bugün ben bir işe tecrübe ettim, Doğrunun dünyada yeri kalmamış, Çok doğru sözlüler sözüne gittim, Ne yazık sözünün eri kalmamış, Abı hayat ab zülâlin hakkıyçün, Zikir eden lebi lâlın hakkıyçün, Kündü Kur’an zülcelâlin hakkıyçün, Medet Mürvet Mehdi resul gel yetiş, Yürüyenler doğruların izinde, Olur mu hiç eğrilerin gözünde, Ne var ise hep dünyanın yüzünde, Yeraltında hiç cin peri kalmamış, Helalin nimeti aşı hakkıyçün, Bunca şehitlerin naşı hakkıyçün, İmam Hüseyin’in başı hakkıyçün, Medet Mürvet Mehdi resul gel yetiş, Eğrileri elde tutmuş tutanlar, Doğruyu yabana atmış atanlar, Helal kazancına haram katanlar, Ulaşmış zirveye geri kalmamış, Selmani âlemler mâhı hakkıyçün, Bağrı yanıkların âhı hakkıyçün, Şirri Yezdan şahlar şahı hakkıyçün, Medet Mürvet Mehdi resul gel yetiş, Yalancılar acı acı esmişler, 260 350‐ KAN YAZAR Yâr beni ağlattın sen de ağladın, Gözyaşım mürekkep, kalem kan yazar, Ah ciğerim beni neden bağladın, Gözyaşım mürekkep, kalem kan yazar, Temiz maya tutmaz; sütü bozuldu, 352‐ ÇALANLARI DUYDUN MU? Yirmi yedi Ağustos İncirtepe’de, Gece olan talanları duydun mu, Gerçek olay, kalmayınız şüphede, Halkı derde salanları duydun mu, Ben böyle ummazdım cevher taşından, Daha ne geçecek kulun başından, Değirmenler döner gözüm yaşından, Gözyaşım mürekkep, kalem kan yazar, Hırsız iyi hazırlamış tüzüğü, Eve girmiş çalaraktan müzüğü, Bir kadının parmağından yüzüğü, Uyur iken çalanları duydun mu, Ne zaman bitecek bu gam bu keder, Hal bilmez yüzünden oldum derbeder, Herkes sevdiğine böyle mi eder, Gözyaşım mürekkep, kalem kan yazar, Uyuyanlar uykusunun bolundan, Çıtırtı duymamış sağı solundan, O kadının kollukları kolundan, Duyurmadan alanları duydun mu, Selmani der gel söndürme közümü, El yanında kara etme yüzümü, Genç yaşımda kan doldurdun gözümü, Gözyaşım mürekkep, kalem kan yazar, Yazarımız iyi dinlen burayı, Bir fakire açtılar bu yarayı, Hep almışlar evde olan parayı, Eli bomboş kalanları duydun mu, 351‐ ADI BOZULDU Dinleyin erenler beyan eyleyim, Doğruluk, dürüstlük adı bozuldu, Gerçektir sözlerim size söyleyim, Zamane halkının tadı bozuldu, Mevla’m fırsat verme o hırsızlara, Fırsatı buldukça gelir hızlara, Selmani der gelinlere kızlara, Büyük örnek olanları duydun mu, Genci, ihtiyarı içmekte rakı, Doldurur rakıyı hal bilmez saki, Muhammed Ali’den yoktur idraki, Sıyrıldı hayâsı udu bozuldu, 353‐ OLUR MU Ey Türkoğlu din harici olana, Toprak namus teslim etmek olur mu, Zorbalıkla yurttan üsler alana, Toprak namus teslim etmek olur mu, Beyhude konuşur genci kocası, Dedesi, dervişi hacı hocası, Şeytanlıkta geçer gündüz gecesi, Vaizi, müftüsü kadı bozuldu, Görünüşte Türkiye’ye dost diyor, Hesabına gelmeyince sus diyor, Üstelik park genel evi istiyor, Toprak namus teslim etmek olur mu, Hilâfım yok, sözüm söylerim candan, Ayırmasın şahım kâmil insandan, Habersiz oldular ikrar, imandan, Yaranı, yoldaşı, yâdı bozuldu, Sanmayın ki bu bizlere yarıyor, Yavaş yavaş her tarafı sarıyor, Petrolleri başkaları arıyor, Toprak namus teslim etmek olur mu, Selmani der bir gaflete dalınmış, Hayal denizine gemi salınmış, Damızlıklar bozuk kandan çalınmış, Sözde yurtta beş altı ay kalacak, 261 355‐ EV DOMUZU MU İnsanlara grip salan domuzlar, Dağ domuzu mudur ev domuzu mu, Yakalanan canlar ağlayıp sızlar, Dağ domuzu mudur ev domuzu mu, Türk’ün tezkeresi destek olacak, Anlaşıldı tamam teslim olacak, Toprak namus teslim etmek olur mu, Mehmetçiği neden yıkıp yakalım, İş işten geçmeden karşı çıkalım, Bu illetin çaresine bakalım, Toprak namus teslim etmek olur mu, Dağda mı evde mi hiçbir soran yok, Sorulsa da bilincine varan yok, İncelenip üzerinde duran yok, Dağ domuzu mudur ev domuzu mu, Önlemek milletin, devletin işi, Dünya istemiyor harbe girişi, Yakmasın milleti düşman ateşi, Toprak namus teslim etmek olur mu, İkisi bir olup hızlanmış mıdır, Evdeki yetişip gizlenmiş midir, Dağdakiler gibi yozlanmış mıdır, Dağ domuzu mudur ev domuzu mu, Allah fırsat verme kalbi hayına, Aldanman ABD er subayına, Selmani uyarı verem yayına, Toprak namus teslim etmek olur mu, Kimisi hamsi yer kimi yaş gıda, Birisi tesirli biri boş gıda, Ölen öldü gitti kalan kuşkuda, Dağ domuzu mudur ev domuzu mu, 354‐ KURTULUR MU Âşık olan Sarı Gül’e, Gül derdinden kurtulur mu, Aşk elinden düşen dile, Dil derdinden kurtulur mu, Selmani ister mi muzur çok olsun, Dilerim dert bitsin huzur çok olsun, Belleklerde tüm şüpheler yok olsun, Dağ domuzu mudur ev domuzu mu, Derdi uzar şarktan garba, Kader ile giren harbe, Akrabadan yiyen darbe, El derdinden kurtulur mu, 356‐ BENGİSU Mevla’nın verdiği dünya yemişi, Dostum Muhammed’in kızı Bengisu, Bir deme söyleyim bugün burada, Devam etsin dostun sözü Bengisu, Aşksız olan bizi taşlar, Gayrı ateşlerle haşlar, Gözlerinden döken yaşlar, Sel derdinden kurtulur mu, Âşık bilir âşıkların halını, Âşıklar pak eder Hakk’ın yolunu, Babası neylesin dünya malını, Onundur âlemin özü Bengisu, Bitirir mi dert efkârı, Zarardan az eden kârı, Estiren hazan rüzgârı, Yel derdinden kurtulur mu, Yaradan erdirsin uzun murada, Âşık bakam nasıl söyler arada, Babasıyla sohbetim var burada, Onun için çaldım sazı Bengisu, Selmani kaynayıp pişen, Dertsize derdini deşen, Nefsin tuzağına düşen, Bel derdinden kurtulur mu, Âşık olan eder güzelin methi, Her zaman buyruktan alır himmeti, Evlattır babanın tadı lezzeti, 262 Bu bayramı kan gölüne döndürdü, Canlarını kurtarmaya zorlaşıp, Bu bayramı kan gölüne döndürdü, Ağzında ekmeği tuzu Bengisu, Selmani’yim yandım ben bir közünen, Gönüller eğledim sohbet sözünen, Dilerim babası çalsın sazınan, Getirsin baharı yazı Bengisu, 357‐ PARAYA DÖNDÜ Kaptan olup dalmış idim deryaya, Sefinem yüzmeyip karaya döndü, Bir göz attım cem evine camiye, Bütün ibadetler paraya döndü, İki kıyım birbirine eklenen, Kesilen kurbandan hayır beklenen, Sevap edem derken günah yüklenen, Bu bayramı kan gölüne döndürdü, Kaçan hayvanlara kurşun sıkanlar, Bacakların kesip yere yıkanlar, Kutsal bayram diye sahip çıkanlar, Bu bayramı kan gölüne döndürdü, Beyit okusan da alınır para, Âşıkların bahtı ezelden kara, Açılmıştı kalpte ufak bir yara, Bu yara onulmaz yaraya döndü, Kurban kesmek sevap diye duyanlar, Allah için kesenlere uyanlar, Duasız tekbirsiz cana kıyanlar, Bu bayramı kan gölüne döndürdü, Benimseyen yoktur pek doğruları, Başta tutulmakta söz uğruları, Hafif yollu olan baş ağrıları, Günden güne artıp saraya döndü, Manevi inançtan gıda almayan, Evladına kıyıp bıçak çalmayan, Canı kurban mal tercüman olmayan, Bu bayramı kan gölüne döndürdü, Taati kaldırmış menfaatle kâr, Bu yüzden gerçekler edilir inkâr, Ne kadar var ise sazcı sanatkâr, Paralı kanalda sıraya döndü, Kınar bizi halimizi görenler, Kınamadan razı olmaz erenler, Boşuna kurbana para verenler, Bu bayramı kan gölüne döndürdü, Büyüklere bir hal danışılmıyor, Dertsizlere dertler yanaşılmıyor, Kibirli insanla konuşulmuyor, Acı acı esen boraya döndü, Selmani der n’olur korkun Allah’tan, Haberiniz olsun sırrı penahtan, Hayır, bilip kaçmayanlar günahtan, Bu bayramı kan gölüne döndürdü, İbrişimden üstün tutarlar bezi, Enginlikten kimse saymıyor bizi, Gerçek bir âşığın geçerli sözü, Terazide hafif daraya döndü, 359‐ KALAN ÖMRÜMÜ Cananım manevi bir dostluk kursak, Uğrunda harcasam olan ömrümü, Bağlanıp bir ikrar üstüne dursak, Seninle bitirsem kalan ömrümü, Selmani vazife göreyim derken, Bir gönüle göze gireyim derken, Herkese bir ışık vereyim derken, Gamlı gönlüm sönmüş çıraya döndü, Ne dert bitip ne de çile doluyor, Görenler diyor ki sana n’oluyor, Şu ömrümün çiçekleri soluyor, Ne olur yeşertsen solan ömrümü, 358‐ DÖNDÜRDÜ İnsan kanı kurban kanı birleşip, Güzelim gül yüzün bana döndürsen, 263 Gözlerimden akan yaşı dindirsen, Selmani der yedi yaşa indirsen, Altmışı, yetmişi bulan ömrümü, Cenab-ı Hak sözü yazdıran bana, Emanet denildi nebi zişâna, Sevdiğim Muhammed tavsiyem sana, Adınla beraber evladını sev, 360‐ YÜRÜ Dünyanın varına aldanan insan, Maddi ile maneviye bir yürü, Cenabı Mevla’yı umursar isen, İkisini bir ayarda sür yürü, Selmani der sırrın agâhı oldum, Ben de bilemedim ne idim n’oldum, Bu ilmi bunları sevmekle buldum, Adınla beraber evladını sev, Maddiyet şanadır, manevi cana, Bunlar ata, ana olur insana, Hayır ile şerri, bildirir sana Vakti iken manasına er yürü 362‐ ANLAMAZ Nefsi ile cenk etmeyen merdi meydan anlamaz, Mürşide biat etmeyen edep, erkân anlamaz, Muhammed Ali den miras kaldı bize tarikat, Dört kapıyı kırk makamı kavmi şeytan anlamaz, Maneviyle gider, gönül darlığın, Belli olur yaratana yarlığın, Şayet şerre çalışırsa varlığın, Gafil olma şer defterin dür yürü, Hüseyin’i Kerbelâ’nın düş olmayan yasına, Katlanamaz Hak Teâlâ’nın derdine belâsına, Asla agâh olamazlar bu ilmin deryasına, Lâl-i mercanı bulmayan gevheri kan anlamaz, Maddiyatı çok konuşma dilinde, Gönlün dolanmasın kızda gelinde, Hayır da elinde şer de elinde, İster hayır iste ister şer yürü. Maneviyi seven, kurtulur şerden, Alır nasibini bir gerçek erden, Selmani der, himmet alınca pirden, Canını canana kurban ver yürü, Nefsi yenen aldanır mı bu fenanın tadına, Katledenler nefsi şumu koşulmaz inadına, Kim ki candan rıza vermez Haydar’ın evlâdına, Ehli Beyti candan sevmez Şah-ı Merdan anlamaz, 361‐ EVLADINI SEV Muhammed adını taşımak için, Adınla beraber evladını sev, Nuru ile kalbin ışımak için, Adınla beraber evladını sev, Hak nasip etmiştir sana bu adı, İnançsızın sevmemektir inadı, Muhammed torunu Ali evladı, Adınla beraber evladını sev, Kardeşleri gör n’eyledi ol Yusuf u Kenan’ı, Kuyuya attılar ama Mevlâ korudu onu, Bezirgân gelip kurtardı öyle buldu imkânı, Bu hali bilmeyenler Yusuf Kenan anlamaz, Bizlere emanet Kur’an ve evlat, Bunları sevmektir hak ve hakikat, Seversen yükselir derecen kat kat, Adınla beraber evladını sev, 264 Alevi yoluna doğru giderse, Can çıkmadan komşu hakkın öderse, Sağlığında ruhun insan ederse, Ruhu esfel şeytan olmaz cin olmaz, Ey Selmani arif olup bil Allah-u Teâlâyı Münkirler lâ deseler de, sen zikreyle İllâ’yı, İnsanların cemalinde görmeyenler Mevlâ’yı, Cavidan ilmine erip Şirri Yezdan anlamaz, Alevi’yim derse bir yerde biri, Olamaz kalbinden silmezse kiri, Özünden habersiz yaşayan diri, Canlı mı cansız mı hiç emin olmaz, 363‐ HAZRETİ OLAMAZ Kuran-ı Kerim’de adı geçmeyen, Takma isimler hazreti olamaz, Ali evladına değer biçmeyen, Takma isimler hazreti olamaz, Selmani kendinden olagör emin, Adı yok Muhammed Alisiz cemin, Hakk’a baş indirip etmeli yemin, Yoksa Hakk bizlere müheymin olmaz, İnsanlara gayrı gözle bakanlar, Nefsin ateşine cismin yakanlar, Kendine hazreti isim takanlar, Takma isimler hazreti olamaz, 365‐ OLMAZ Ne umarsın muhannetten kerimi, Keremsizden yaren olmaz, yar olmaz, Yükletir üstüne derdi veremi, Dert verenden zarar gelir, kâr olmaz, Taklit olur bu ad erilmeyince, Bir keşfi keramet görülmeyince, Cenab-ı Allah’tan verilmeyince, Takma isimler hazreti olamaz, Hoş görülü olup yüzü gülmeyen, Dert ehli olanın halini bilmeyen, Ağlayan gözlerin yaşını silmeyen, Aşkı muhabbetle bir karar olmaz, Hazreti demek Allah’a mahsus, Bir de Âdem Safiyullah’a mahsus, Hak Muhammed Resulullah’a mahsus, Takma isimler hazreti olamaz, Selmani hazretlik Ali’ye hastır, Fatma ana gibi uluya hastır, Cümle nebi cümle veliye hastır, Takma isimler hazreti olamaz, Kendini pul gibi yerlere saçma, Candan seven canı terk edip kaçma, Her olur olmaza derdini açma, Bu zaman halkında beh pazar olmaz, Âşık olan içmese de sarhoştur, Teselli et gamlı gönlünü coştur, Boş hayalin sonu borandır kıştır, Bu öyle bir kış ki yaz bahar olmaz, 364‐ KİN OLMAZ DİN OLMAZ Alevi adını taşıyan kardaş, Alevi’de kibir olmaz kin olmaz, Alevi nefsiyle etmeli savaş, Kibirlide iman olmaz din olmaz, Gerçek dosttur sevip içe sayanlar, Bin derdimi bire üçe sayanlar, Sefil Selmani’yi hiçe sayanlar, Allah’ın indinde berhudar olmaz, Gerçek Aleviler helal yer içer, Ehli beyti sever gayriden geçer, İnsanlıkla yaşar insanca göçer, Münkerli, Nekirli korkunç sin olmaz, 366‐ OLMAZ Yası matem sohbetinde, Ey erenler yarış olmaz, Yarış olan bir toplumdan, 265 Bu dünyada giymek ister kemhayı, Dürrü dükkân nedir şal nedir bilmez, Kemlik doğar barış olmaz, Gören gözün göz hakkı var, Temiz özün öz hakkı var, Her insanın söz hakkı var, Halkı basit görüş olmaz, Kendi ateşinde kendi dağlanır, Önde gülünürse sonda ağlanır, Meyve getirmeyen dala bağlanır, Ona cevkân nedir dal nedir bilmez, Pir mikrofon kiralıyor, Özün halka aralıyor, Yanan kalbi karalıyor, Böyle yara sarış olmaz, Selmani sen kendin arı ol arı, Kendini bilenler terk etmez arı, Yüzünde görmeyen didarı darı, Kevnü mekân nedir sal nedir bilmez. Engin olmak bize Hakk’tan, Sözleri söyletir yoktan, Özü çürük bağırsaktan, Yaya taksan kiriş olmaz, 368‐ GÖNÜL KIRILMAZ Gönül kırmak huyum değil, Kırılmaz gönül kırılmaz, Bir görüşte verdim meyil, Durulmaz gönül durulmaz, Kalpler nurla dolmayınca, Aşkla yüzler solmayınca, Gönül engin olmayınca, Yüce Hakk’a varış olmaz, Acı çektim acı oldum, Çok derdin ilacı oldum, Sen ceylan ben avcı oldum, Vurulmaz gönül vurulmaz, Türap ferdin anasıdır, Gerçek sözün manasıdır, Gönül Hakk’ın binasıdır, Tamir olur kırış olmaz, Özüm gönlüm sevgim mertte, Aşk elinden başım dertte, Duydum evin Esenyurt’ta, Varılmaz gönül varılmaz, Selmani halk derilmezse, Hak sırrına erilmezse, Bize meydan verilmezse, Asla alış veriş olmaz, Koklasa idim güllerden, İsmim düşmezdi dillerden, Adını sorsam ellerden, Sorulmaz gönül sorulmaz 367‐ BİLMEZ Cenneti âlâya tapu kesenler, Edep erkân nedir yol nedir bilmez, Kaba softa olup yüksek esenler, Asıl mekân nedir hal nedir bilmez, Selmani der duydum adın, Su gibi coştun kaynadın, Ben saz çaldım sen oynadın, Yorulmaz gönül yorulmaz, Zevkü sefa içre Hakk’a yollanır, Al yeşilli libas giyer sallanır, Bir kimse bal dese ağzı ballanır, Sırra imkân nedir bal nedir bilmez, 369‐ DERDİNDEN KURTULMAZ Mecnun, Leyla deyip düştü çöllere Çöle düşen çöl derdinden kurtulmaz Sevda çeken elbet düşer dillere Dile düşen dil derdinden kurtulmaz Karnın yarsan bulamazsın cim ha’yı, Çünkü idrak etmemiştir mim ha’yı, 266 Dile düşen âşık ah çeker elbet, Leyla’sın arayan çekmez mi zahmet, Âşığın kısmeti diyarı gurbet Ele düşen el derdinden kurtulmaz, Hem cevher hem nurdur bahçenin adı, Can bülbülü konar eder feryadı, Hiçbir şeyde yoktur lezzeti tadı, Koklamaya sevmelere doyulmaz, İlden ile ömür harcar ilinen, Çalar sazı gönül eğler dilinen, Bile ağlar dertli öten telinen, Tele düşen tel derdinden kurtulmaz, Duyurmak bu kadar geldi elimden, Aşk ehli olanlar anlar dilimden, Selmani der doymak olmaz gülümden, Koklamaya sevmelere doyulmaz, Tellere karışır âşığın sesi, Ömürü bitirir bitmez çilesi, Aşk rüzgârı denen âşık nefesi, Yele düşen yel derdinden kurtulmaz, Selmani sevdası olan yellerde, Bülbül gibi figan eder güllerde, Bir katre bir derya olsa sellerde, Sele düşen sel derdinden kurtulmaz, 371‐ İNANMAZ Âşık Selmani’ye inanmayanlar, Elli yedi binlere de inanmaz, Gaflet uykusundan uyanmayanlar, Elli yedi binlere de inanmaz, Elli yedi bin can doğdu anadan, Beyitler söyleyip göçtü dünyadan, Bunları bilip de sevmeyen nadan, Elli yedi binlere de inanmaz, 370‐ DOYULMAZ Gönül bahçesinde canlı gül biter, Koklamaya sevmelere doyulmaz, Yakar ne ateş var ne duman tüter, Koklamaya sevmelere doyulmaz, Müminler kalbinde gizleyip tutan, İrfan sohbetinde gevherin satan, Yedisini sevip kalanı atan, Elli yedi binlere de inanmaz, O gülün dikeni tatlı acıdır, Yumuşaktır sertten fazla acıdır, Koklayıp sevmenin herkes acıdır, Koklamaya sevmelere doyulmaz, Manaya mantığa aklı ermeyen, Gerçek erenlere meyil vermeyen, Hepisini bir göz ile görmeyen, Elli yedi binlere de inanmaz, Acı tatlı diken ağızda dildir, Bilmeyen canları ikaz et bildir, Nasıl bir bahçedir nasıl bir güldür, Koklamaya sevmelere doyulmaz, Kin kibiri atıp kalbin silmeyen, Ölmeden evvela nefsi ölmeyen, Dört kapıyı kırk makamı bilmeyen, Elli yedi binlere de inanmaz, Kökü gökte yere olan dalı var, Manası acayip müşkül hali var, Arısı var, çiçeği var, balı var, Koklamaya sevmelere doyulmaz, Hikmet çeşmesinden kabı dolmayan, Ehli beytin aşkı ile solmayan, On iki hizmette eli olmayan, Elli yedi binlere de inanmaz, Evliya sırrını yâda yayanlar, Verdiği ikrardan geri cayanlar, Sefil Selmani’yi hiçe sayanlar, Elli yedi binlere de inanmaz, Bu bahçenin nurdur her bir köşesi, Hep bunda bitmekte beyi paşası, Gülü koklayanın artar neşesi, Koklamaya sevmelere doyulmaz, 267 372‐ KURAN OKUNMAZ Kuran’ı çevirmen yeni Türkçeye, Yeni Türkçe ile Kuran okunmaz, Önem veren olmaz Elif’e Be’ye, Yeni Türkçe ile Kuran okunmaz, Münevver olan gönülde, Güman bulunmaz bulunmaz, Bu aşk beni koydu hızda, Gönül gezer gelin kızda, Selmani der ikrarsızda, Aman bulunmaz bulunmaz, Kuran kıratı ayete göre, Kabul olunması niyete göre, Kör körüne olan gayrete göre, Yeni Türkçe ile Kuran okunmaz, 374‐ ELİM DURMAZ Daha söz yazmayım dedim, Elim durmaz dilim durmaz, Arayı bozmayım dedim, Dilim durmaz elim durmaz, İsterse çok dürüst olsun niyetler, Okunurken belli olur zayetler, Arapçaya ayarlanmış ayetler, Yeni Türkçe ile Kuran okunmaz, Aşk ateşi kalbim yakar, Sevem derken gönül yıkar, Gözlerimden kan yaş akar, Selim durmaz selim durmaz, Bu sözleri duyan sözümü tutsa, En yüksek tahsille kendin okutsa, Bütün ilimleri cildiyle yutsa, Yeni Türkçe ile Kuran okunmaz, Sevem desem gülüm küser, Arada bazı gülümser, Başımda bir rüzgâr eser, Yelim durmaz yelim durmaz, Selmani’yim buna çok zekâ yordum, Nice âlimlerden manalar sordum, Kuran okumanın farkına vardım, Yeni Türkçe ile Kuran okunmaz Boşuna geçtikçe çağlar, Deli gönlüm kara bağlar, Ben ağlarken saz da ağlar, Telim durmaz telim durmaz, 373‐ BULUNMAZ Sevdiğim sevdasız başta, Duman bulunmaz bulunmaz, Güzellik olmayan kaşta, Keman bulunmaz bulunmaz, Selmani’ye bir müjde ver, İstersen geç istersen er, Ölsem ruhum Sarı Gül der, Ölüm durmaz ölüm durmaz, Halimizi danışmaya, Derdimizi yanışmaya, İçli dışlı konuşmaya, Zaman bulunmaz bulunmaz, 375‐ TAŞLARI DA YAZ Kuyruğa dizilen çeşme başında, Doluları da yaz, boşları da yaz, Keşik kavgasında su savaşında, Arkadan atılan taşları da yaz, Sevenden uzak kaçanda, Pul diye yere saçanda, Âşığa yara açanda, İman bulunmaz bulunmaz, Çekişen kadınlar tutunca taşa, Hepsi ete değer hiç gitmez boşa, Herkiler kovalar indikçe başa, Herkiyle kırılan başları da yaz, Arzumânım Sarı Gül’de, Varlığım sanırdım elde, 268 Su alanlar sulanıp da kananda, Almayanlar susuz geri dönende, Kurunun yanında yaşlar yananda, Kurularla yanan yaşları da yaz, Dost senin adını Beyaz Gül taktım, Dünyaya geleli gülmedi bahtım, Ben kendimi Tanrı aşkıyla yaktım, Benim aşkım gayrı aşka benzemez, Kavga iyi olmaz ey vatandaşlar, İnsanlık dışıdır böyle savaşlar, Macera yaratır beyinsiz kuşlar, Söz tesir etmeyen kuşları da yaz, Gizli tutalım ki eller bilmesin, Aşkı bilmeyenler bize gülmesin, Hatırına gayrı aşklar gelmesin, Benim aşkım gayrı aşka benzemez, Tanrı akıl versin cahil kullara, Karıyı uşağı döker yollara, Şikâyet olunca karakollara, Yumrukla dövülen döşleri de yaz, Selmani der aşkın hocası olmaz, Düşenlerin gündüz gecesi olmaz, Aşk ehlinin genci kocası olmaz, Benim aşkım gayrı aşka benzemez 376‐ GÖNÜL GEÇMEZ Sarı Gül’üm bu sevdadan, Ben geçerim gönül geçmez, Nazlı yâri aramadan, Ben geçerim gönül geçmez, 378‐ TÜRKÜSÜ ÖLMEZ Hiçe saymayalım halk müziğini, Türklük ölmedikçe türküsü ölmez, Takip etmek yanlış, el tüzüğünü Türklük ölmedikçe türküsü ölmez Aşk dediğin gizli bir ok, Sefasından cefası çok, Vazgeçmenin çaresi yok, Ben geçerim gönül geçmez, Böyle değildim ezelden, Benzim fark olmaz gazelden, Senin gibi bir güzelden, Ben geçerim gönül geçmez, Bugünü yaşarken düşün yarını, Düşürmeyip Türk’ün itibarını, Yaşatalım bu halk sanatlarını, Türklük ölmedikçe türküsü ölmez, İzleyip anlamlı söz yazanları, Bir kenara atıp iş bozanları, Niçin susup kalsın halk ozanları, Türklük ölmedikçe, türküsü ölmez, Değme güzele dost demem, Manasız söze has demem, Dediysem de vazgeçemem, Ben geçerim gönül geçmez, Sanata buradan doğar ışıklar, Lakin fark edemez aklı kaçıklar, Emek verip beste yapar âşıklar, Türklük ölmedikçe türküsü ölmez Aşk ehlinin suyuna git, Selmani der menzile yet, Bizi böyle idare et, Ben geçerim gönül geçmez, Âşıklar girince festivallere, Sözler söyler ayrı ayrı dallara, Selmani hayrandır seven kullara, Türklük ölmedikçe türküsü ölmez, 377‐ GAYRI AŞKA BENZEMEZ Allah aşkı ile sevdim ben seni, Benim aşkım gayrı aşka benzemez, İster amca ister baba bil beni, Benim aşkım gayrı aşka benzemez, 379‐ BİLİNMEZ Beyaz Gül’üm âşığına bir buse, Vermeyince sevdiğimiz bilinmez, Bağında açılan gonca gülleri, 269 Satmak bilmez satana da ön vermez, Muhammed Ali’nin doğru yolunu, Tutmak bilmez tutana da ön vermez, Dermeyince sevdiğimiz bilinmez, Ne var ne yok hep söyledim özümü, Çekinmeden içten gelen sözümü, Beyaz Gül’üm yüzlerine yüzümü, Sürmeyince sevdiğimiz bilinmez, Öğüt versen bile gelmez imkâna, Hiç idraki yoktur gevheri kana, Evliya ceminde edep erkâna, Yatmak bilmez yatana da ön vermez, Herkes ister muhabbetin hasını, Mümin çeker ehli beytin yasını, Rıza pazarında hak lokmasını, Yutmak bilmez yutana da ön vermez, Hakk’ın emri ile buldum dostumu, Dostum anlar düşüncemi kastımı, Yüzdürüp de yar yoluna postumu, Sermeyince sevdiğimiz bilinmez, Beyaz gülüm senle öğrendim varı, Yoku var etmekmiş âşığın karı, Sevdamıza gizli gönül hisarı, Örmeyince sevdiğimiz bilinmez, Erenler mihrine meyil katılır, Senlik benlik bir tarafa atılır, Cennetin binası nasıl çatılır, Çatmak bilmez çatana da ön vermez, Kendin üzme cahil insan haltına, Sarraf olan kıymet verir altına, Selmani der bir örtünün altına, Girmeyince sevdiğimiz bilinmez, Katılmak çok güçtür ehli irfana, Vermedikçe şirin canı canana, İçindeki kiri pası bir yana, Atmak bilmez atana da ön vermez, 380‐ GERİ DÖNMEZ Boş yere kendini üzme, Giden ömür geri dönmez, Yarı yaşta candan bezme, Giden ömür geri dönmez, Serçeşmenin gözündedir servana, İyi bilen uymaz nefsi Mervan’a, Kendini o şaha giden kervana, Katmak bilmez katana da ön vermez, Helal yiyip helal içir, Ruhu insanlıkla göçür, Kalan günleri hoş geçir Giden ömür geri dönmez, Gelin dalmayalım var deryasına, Dalanı düşürür har deryasına, Selmani der girip nur deryasına, Batmak bilmez batana da ön vermez, Zarif olup incelmeyi, Neşelenip dincelmeyi, Gönül ister gencelmeyi, Giden ömür geri dönmez, 382‐ YOLU YÜRÜMEZ Şair yerleşirse cem evlerine, Muhammed Ali’nin yolu yürümez, İlim bilip dalınmazsa derine, Muhammed Ali’nin yolu yürümez, Selmani der Belkıs Hanım, Sevenlere kaynar kanım Bende isterim ya canım Giden ömür geri dönmez Deyiş batın ilmi, şiir zahiri, Ne olacak bu milletin ahiri, Bilinçsizce işler isek küfürü, Muhammed Ali’nin yolu yürümez, 381‐ ÖN VERMEZ Canlar var olası liderlerimiz, Hakk sevdamız didar için dar için, 270 Şah-ı Merdan Ali gibi yâr için, Günah olur yol sürersek kâr için, Muhammed Ali’nin yolu yürümez, Hak Muhammed Ali gelmezse dile, Özlerle gönüller olur mu bile, Zahiri okunan şiirler ile, Muhammed Ali’nin yolu yürümez, Nun niyazın vardır pire, Vav’dır visalullahımız, He den hidayet erişe, Lâm elif, Ye tez yetişe, Selmani’yi yak ateşe, Pişir Halilullah’ımız, 384‐ EL PARASIZ DİL YARASIZ Sahteliği ele aldık, El parasız dil yarasız, Gaflet uykusuna daldık, El parasız dil yarasız, Müminler gayriden sakınmadıkça, Teslim Rıza adı takınmadıkça, Deyiş düvazimam okunmadıkça, Muhammed Ali’nin yolu yürümez, Selmani od yanmaz tutuşturmadan, Koyunla kuzuyu katıştırmadan, İrfan âşıkları yetiştirmeden, Muhammed Ali’nin yolu yürümez, Küfür çeşmesinden dolduk, Sanırdık Allah’ı bulduk, Bile bile münkir olduk, El parasız dil yarasız, 383‐ ELİFNAME Elif, Allah adı ola, Be, bizim zikrullahımız, Te, talibiz biz bu yola, Se, kabul et Allah’ımız, Ders okurduk nokta nokta, Hiç durmadan ay yıl hafta, Güya dürüst işler sahte, El parasız, dil yarasız, Cim, cümleye nazır sensin, Ha, her yerde hazır sensin, Hı, Hazreti Hızır sensin, Dal’la delilullahımız, Yalan duysak gerçek sandık, Saçma sözlere inandık, Nefsin ateşine yandık, El parasız dil yarasız, Zel, zikrimiz Ali Haydar, Şah’a dayanmadı Hayber, Rı ve Ze hatmi peygamber, Oldur Habibullah’ımız, Çağırana coşa coşa, Gidiyorduk koşa koşa, Hep emekler gitti boşa, El parasız dil yarasız, Sin ve Şın’dır şems-i mâhım, Sad, sıfat Dad temennaım, Tı, tarikat pir-i şahım, Zı, nur-u veçhullahımız, Yaz mevsimi gelirmiş kış, Bu nasıl Hakk’a inanış, Sözler doğru özler yanlış, El parasız dil yarasız, Selmani çok aşka geldim, Sanırdım ki âşık oldum, Noksanları yeni buldum, El parasız dil yarasız, Ayın, aydınlatan beni, Gayın, kadim cömert kani, Fe, fehmeylersen seni, Gaf’tır Gafurullah’ımız, Kef, kerem kani bir ere, Lâm, Mim ile rızık vere, 385‐ İNSAFSIZ BEDDUASI Ne kadar usandın, ne kadar bezdin, 271 Ne için eğersin kaşın insafsız, Bana yâr olmayıp yâd elle gezdin, Dilerim uyuz ol kaşın insafsız, Selmani bir düşün kendi kendine, Akıl ermez düzenine fendine, Bağlanayım desen bile pendine, Sarışılmaz kader ile imkânsız, Murat alma her bir yerin gam olsun, Dünyayı gördüğün camlar nem olsun, İsterim durağın cehennem olsun, Cennette eğlenme taşın insafsız 387‐ VALİMİZ Tokat ellerine özen gösteren, Vilayetin lideridir valimiz, Milliyet ve devlete çok emek veren, Memleketin lideridir valimiz, Zehir eksik olmasın hiç aşından, Bela eksik olmasın hiç başından, Kurtulma âşığın sitem taşından, Eksilmesin baştan taşın insafsız, Okulsuz köylere okullar kurdu, Ulu önderliğini halka duyurdu, Muhtarlara çalışmayı buyurdu, Cesaretin lideridir valimiz, Derdin artıp halin perişan olsun, Otağın yatağın bir külhan olsun, Gözlerinden akan yaşlar kan olsun, Gece gündüz aksın yaşın insafsız, Kaymakam beylere verir emrini, Esirgemez, çimentoyu, demiri, Bilginliktir, uzun eden ömürü, Milliyetin lideridir valimiz, Selmani der hep dişlerin dökülsün, Gençliğinde belin iki bükülsün, İskeletin kalsın etin dökülsün, İsterse on olsun yaşın insafsız, Vatansever duygu vardır özünde, Amir, memur, çalışkandır gözünde, Emirdardır Tekel, Orköy, Yese’de, Her cihetin lideridir valimiz, 386‐ İMKÂNSIZ Bir kere sillesi değmesin yoksa Yarışılmaz kader ile imkânsız, İnsana kem gözle hışm ile baksa, Barışılmaz kader ile imkânsız, Yazıcıoğlu, millet için çalışır, Çambulak’ın töreninde buluşur, Selmani de resmiyete alışır, Resmiyetin lideridir valimiz, Kimse düş olmasın böyle muzura, El açarak dua edem Hızır’a, Hâkimler hâkimi alsa huzura, Duruşulmaz kader ile imkânsız, 388‐ BAYRAMA VEDA Ben Konya’ya koşa koşa varırdım, Eğer bizi basit görmeseydiniz, Huzurda el pençe divan dururdum, Hakkımızı ele vermeseydiniz, Binlerce dert verse yine dert azdır, Acımaz insana kavli garazdır, Güç kuvvet yetişmez çok hilebazdır, Vuruşulmaz kader ile imkânsız, Ne maddiyat vardır ne maneviyet, Ben nasıl edeyim varmaya niyet, Olmazdı bülbüle güle eziyet, Gülü yolar gibi dermeseydiniz, Derdi gamı verir alırsa alır, Kimse mani olmaz dediği olur, Her ne iş işlerse yanına kalır, Soruşulmaz kader ile imkânsız, Aklım ermez bu bayramın işine, Kimsesiz olanın taş yok dişine, Düşmezdiniz bir peh pehin peşine, 272 Yanlış fikirlere girmeseydiniz, Erenler özümüz dar etmeliyiz, Engin idim yerde idi yüzlerim, Daha neler diyecekti sözlerim, Yine varıp görecekti gözlerim, Aramıza perde germeseydiniz, 390‐ HAKİKAT EHLİYİZ Evvel kapı şeriattır biz şeriat ehliyiz, İkinci tarikattır hem tarikat ehliyiz, Dört kapının dördünü de fehmeyleyip bilmişiz, Marifetten yel eseli bil hakikat ehliyiz, Selmani gönülde bir saklanırdı, Gâhî geç gâhî de er saklanırdı, Aramızda gizli sır saklanırdı, Ermeyince yere sermeseydiniz, Cemâlullahta görmüşüz hattı ümmü-l kitabı, Suretin bayi bismillah zatı sıfat ehliyiz, 389‐ BİR ETMELİYİZ Canlar cemi cennet etmemiz için, Cemde özlemlerimizi bir etmeliyiz, Ali’nin yoluna gitmemiz için, Bir kâmil mürşidi pir etmeliyiz, Kırk sekiz Perşembe ile yası matem orucun, Daima tutmaktayız biz savım salât ehliyiz, İrfan meclisinden uzak kaçmayıp, Bilinmeyen yerde cevher saçmayıp, Evliya sırrını yâda açmayıp, Cahilden saklayıp sır etmeliyiz, İmam Cafer buyruğuna uyarak, Yası matem günü acı duyarak, Malımıza canımıza kıyarak, Muhammed Ali’yi yar etmeliyiz, Ta ezelden agâhız biz bu küntü kenz sırrına, Hakk’ı Âdem’de tanıdık Huda mirat ehliyiz, Bize gerektir erenler cennet için ibadet, Hayrı şerri tartmaktayız mizan sırat ehliyiz, Böyle sevenlere Ali yar olur, Sıdk ile sevenler cefakâr olur, Yollar yalvarmakla böyle yar olur, Biz yalvarıp yoku var etmeliyiz, Selmani mümin olanlar ölmeden evvel ölür, Ey birader buna misal böyle memat ehliyiz, Her neye bakarsak can gözüyle bakıp, Hikmet çeşmesinden duracak akıp, Gönül hanesinde deliller yakıp, Haneyi kudretten nur etmeliyiz, Helâlinden lokma yiyip içerek, Haklı kelâmlara kıymet biçerek, Bu yolda ders alıp sınıf geçerek, Hakikat ilminden kâr etmeliyiz, 391‐ VELİ’Yİ SEVEN BİZİZ Elestü bezminden beri uluyu seven biziz, Bunca keramet sahibi Ali’yi seven biziz, Evvel ismi Ali idi şimdi de Veli oldu, Cansız duvarlara binen Veli’yi seven biziz, Hakikatin derinine dalarak, Kendimizde hatamızı bularak, Selmani suçumuz ele alarak, Nice erler, evliyalar dünyadan geldi geçti, Cümlesi Hızır elinden abı hayatı içti, 273 Güruhu Naciler özün yetmiş ikiden seçti, Hünkâr Hacı Bektaş, Kızıl Deli’yi seven biziz, Şu bizim Arzu hala, Namusla ar Zuhal’a, İzdivaç isteyenler, Koşar Topal Zuhal’a, Ey Selmani hak yoludur müminlerin sürdüğü, Yer ile gökler yok iken lemyezelin kurduğu Bir yeşil kubbe içinde Cebrail’in gördüğü, Sen kimsin ben kimim diyen celiyi seven biziz, Erkekler dişi arar, Erkeği dişi arar, Geçkini fark edemez, Ağzında dişi arar, Güzel isim Pakize, Paklar düşer pak ize, Gerçek insanlar gider, Doğru yola pak ize, 392‐ MANİLER Kan damlar kandiline, İnanıp kan diline, Gönül adı verilmiş, Damarda kan diline, Sopa denir tokata, Yem verilmez tok ata, Neden Tokat denilmiş, Söylen şirin Tokat’a, Toprağın taşın güzel, Cevahir taşın güzel, Bu yurt sana gelişmez, Bu ilden taşın güzel, Ders okurum heceli, Vav ışıktır He celi, Bu yazdığım cinaslar, Hepsi yedi heceli, Kar yağar kara taşa, Katlan gel kara taşa, Tohum eksem biter mi? Topraksız kara taşa, Sen onasın o sana, Osanmaz ki osana, Doydum osandım desen, Gücenmez mi o sana, Her payı Tokat’ta yer, Arpayı tok at da yer, Yemek nasip olursa, İnsanlar tokat da yer, Kar yağar kar çiğdeme, Yağan kara çiğ deme, Olgunlaşmış bir cana, Bu pişmemiş çiğ deme, Gül desem gülmemişe, Yakışmaz Gül Memiş’e, Ben nasıl gül diyeyim, Gül yüzü gülmemişe, Me harfinin me’si var, Ayağında mesi var, Yüzü güzel güzelin, Ne güzel gülmesi var, Giyin bir kazak dede, Bahçeyi kazak dede, Torunların sakallı, Sen hâlâ kazak dede Elma verdim geline, Gel diyene geline, Canım cesette iken, Gelin girme gel ine, 274 Elinde gül şişesi, Şe den çıkar şi sesi, Ne kadar zayıflamış, Davul gibi şişesi, Beline takar korsa, Yandırır yakar korsa, Ben seni alacağım, Güzelim Allah korsa, Hal anlatma nekese, Terzi bilmez ne kese, Parasızın cebinde, Ne cüzdan var ne kese, Ateşi narı güzel, Coşkun pınarı güzel, Güzellerin koynunda, Ayvası narı güzel, Allanan almasana, Almayı almasana, Biraz sohbetleşelim, Beni de al masana Çok oyun baza düşer, Şahine baza düşer, Nerde bir güzel olsa, O bir yobaza düşer, Bak şu bizim kel eme, Lahana der keleme, Emene kel deyip de, Emeni lekeleme, Elif yaz be yaz güzel, Gerdanı beyaz güzel, Gel beraber gezelim, Bir kışla be yaz güzel, Esmerler kara çalar, Beyazlar kara çalar, Karacıya yaklaşma, Sana bir kara çalar 275